27.09.2013
Yine romandaki o sahneyi hatırladım.
İki adam yumruk yumruğa kavga ediyorlardı.
Kavgacılardan biri masanın üzerindeki ciltli kitabı alıp, rakibinin kafasına vurmaya başladı. Kitap Dale Carnegie'nin "Dost Kazanma Sanatı" kitabıydı.
Gerçek hayatta da böyle sahnelere tanık olmaz mıyız?
"Diyalog istiyoruz" veya "Üslup çok sert" diye eylem başlatanların maske takıp Molotof kokteylleri atarak yola devam etmelerinin, "Dost Kazanma Sanatı" kitabının kafa yarma aracı olarak kullanılmasından fazla farkı var mıdır?
Bu eylemler dünyaya "Türkiye istikrarsız bir ülke" görüntüsü verdi. Dış medya bu görüntüyü çarpıtarak abartılı biçimde kullandı ve Türkiye'ye gelmeleri kesin olan bazı yatırımcılar, bir bekleme dönemine girdiler.
Kısacası bu eylemler Türkiye'ye zarar verdi.
Erdoğan'ı güçlendirdiler
Başbakan Erdoğan'ı yıpratmayı amaçlayan eylemciler, sonuçta ülkenin dış görüntüsünü zedelediler ama Başbakan Erdoğan'ı seçmen katında daha da güçlendirdiler.
"Kavga"nın, "Şiddet"in, "Anarşi"nin ne anlama geldiğini yakın dönemlerde yaşananlarla çok iyi öğrenmiş olan kitleler "İstikrar"ın yanında daha fazla yer aldı. Sağduyulu halk kitleleri Güneydoğu'da terör ve şiddetin sona ermesinin mutluluğunu yaşarken, terör ve şiddetin ülkenin batısına egemen olmasından kim mutluluk duyabilirdi ki?
Tamamı için Not supported field expression!
Yorum:
İradesiz İrade
Barış isteyenlerin en büyük şiddeti,
Eşitlik isteyenlerin en büyük ayırımcılığı,
Dostluk isteyenlerin en büyük düşmanlığı yaptığı bir ülkede kimin hangi safta olduğunu anlamak için tezatları takip etmemiz gerekiyorsa, işimiz yaş demektir. İş öyle çirkin bir hale geldi ki ‘demokrasi’ kelimesinden, ‘halkların kardeşliği’ ifadesinden rahatsız olur duruma geldik.
Ülkenin kaderini oy atanların belirlemesi gerektiği doğrudur, sanılan da odur ama ne yazık ki gerçekleşen o değildir. Seçilenlerin kendi iradeleri dışında hareket etmeye zorlanması, sandıktaki üstünlüğü ve halkın iradesini anlamsız kılıyor. Gereken bedel ne olursa olsun önce bu bağımsızlığın kazanılması şarttır. Bu olmayınca kimin, kimi seçtiğinin bir anlamı yoktur. Emir hep büyük yerden gelir ve itaat edilir. Halk da “Güvendik, oy verdik, neden böyle oldu?” diye düşünür durur. Düşünecek fazla bir şey yok, düzen bozuk daha ne olsun.
Neyin eksik ne olduğunu siz zaten anladınız, zikretmeme gerek yok. Biz biraz daha tembellik edip, O’nu hayata geçirmezsek hepten efsaneleşip mitlere karışacak. Artık kırk elli yıl sonra “Bir varmış, bir yokmuş! Uzak diyarların birinde haklının güçlü olduğu bir Adil Düzen köyü varmış…” diye çocuklara anlatılan bir yalana dönüşecek.