04.04.2013
Doğa gibi toplumların siyasal yapılanması da, tekrarları içeriyor.
Hatırlayın 1970'leri ve 80'leri...
Dünyadaki bütün ülkelerde toplumun her kesiminde yoğun bir siyasallaşma (politizasyon) vardı.
Avrupa ülkelerindeki gençlik ayaklanmaları Amerika'da Vietnam Savaşı'na karşı örgütlü direnişlere dayanmıştı. Güvenlik güçleri üniversitelere giriyordu.
Sonra savaş bitti ve Amerikan gençlerinin artık eğitimlerine ve yarınlarına dönmeye başladıkları gözlemlendi.
Türkiye'deki siyasallaşma, tabandan tepeye yayılan sağ-sol kamplaşmasına ve kentlerin bile paylaşılmasına dayanmadı mı?
1980'in 12 Eylül askeri müdahalesine dayanan günlerde zirveye çıkan bu siyasallaşma süreci, sivil demokrasiye geçildikten sonra Turgut Özal'ın "4 Eğilimi Birleştirme" projesi ile bir ölçüde sona erdi. Bazıları bu süreci "Futbolcu gençlik mi yetiştiriyoruz" diyerek eleştirmekteydiler.
Gündemde yeni bir madde
1984'teki "Eruh Baskını"ndan sonra, siyasetin gündemine Kürt realitesi bölücü terör ile birlikte girdi.
Ama bu zemindeki siyasallaşma Türkiye'nin tümünü ve bütün toplum kesimlerini geçmişteki sağ-sol kamplaşmasındaki gibi etkisi altına almıyordu.
Anadolu kentlerinden kalkan şehit cenazelerindeki tepki gösterileri, yaygın siyasal eylemlere dönüşmüyordu.
"Bölücü terör"le de ifade edilen Kürt sorunu, sanki sadece Güneydoğu Anadolu'nun meselesiydi. Bu sorunu siyasallaşarak Ankara'ya taşımayı amaçlayan Kürt seçmenlere dayalı partileri de Anayasa Mahkemesi hemen kapatıyordu. Şimdi Türk toplumu yeni bir siyasallaşma sürecinin eşiğinde...
Siyasetin sesi yerine silahların sesi duyulurken, nihai değerlendirmede bu bir "Güvenlik Sorunu"ydu.
Silah değil siyaset
Tamamı için Not supported field expression!
Yorum:
Adil Adamlar
Türkiye, tarihinin en büyük sorunlarından biri olarak nitelendirdiği “Kürt Sorunu”nun çözümü için kolları sıvamış, canla, başla çalışıyor. Bunun için ülkenin ileri gelen gazetelerinin köşe yazarlarından tutun da, sinema sanatçılarına, ses sanatçılarına, tiyatro oyuncularına… sizin anlayacağınız gayet renkli bir kadro ile topluma barış getirilmeye çalışılıyor.
İyi de nasıl?
Bu insanlar ellerinde karanfil, ev ev gezip “Hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye…oyyy” türküsünü mü söyleyecekler?
Köşelerinden insanlara savaşın ne kadar kötü bir durum olduğunu, sonuçlarını, ölenleri, esareti, sefaleti mi anlatacaklar?
Filmleriyle savaşta ailesiz kalan çocukların dramını mı sergileyecekler?
Yoksa şarkılarıyla birlik ruhu mu oluşturacaklar?
Bunların hepsi yapıldı ve sadece bir şeye hizmet etti:
Araplar-Müslümanlar = cehalet, eziklik, terörizm
Amerikalılar-Hıristiyanlar = bilim, üstünlük, dünya barışı(!)
Konumuza dönecek olursak: Bu Adamlar tam olarak ne yapacaklar?
Sorun bu kadar büyükse ve çözüm bu kadar zorsa, yorum niye bu kadar alakasız?
Niye bu işi olması gerektiği gibi yani siyasi yoldan çözmüyorlar? Bütün bu şaşalı hazırlıklara ve şova ne gerek var?
Bu bir oyalamadır. Hiçbir yaptırıma sahip olamayacak bu komisyonla acaba ülkede saflar iyice belirginleştirilmeye mi çalışılıyor, yoksa ben mi çok fesadım.
Türkiye’de süregelen adalet sorununun, herkesin selameti için, köklü olarak anayasal yoldan çözüme ulaşması gerekiyor. Dertleri illa bir komisyon kurmaksa, bunu en azından, mesleki kimliğini tamamen bir kenara bırakacak olursak, ilmi ve siyasi yeterliliği olan insanlardan oluşan bir komisyona bırakmaları gerekiyor. Bu komisyon da Akil değil ancak Adil Adamlar’dan oluşturulmalı ve şimdiki gibi göstermelik değil efektif olmalıdır. Hakem statüsündeki bu adamlar, çözüm için masaya oturabilirler ve bu kadar sansasyona yer vermeden çözüm için ortak bir noktada buluşabilirler. Veya, veya…
Tüm bu meşgaleleri bir kenara bırakıp zaten olması gerekeni yapsınlar.