Böcekler
991 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

29.12.2012

 

-Başbakan dinlenmiştir. Geçmişte de böyle olmuştur. Kurum içindeki casusu kurum değil, kişi yakalatmıştı.

-Dinlenmeleri tamamı sonunda sermayeye rapor etmek içindir. Mekanizma askerlere haber veriyormuş gibidir. Oysa sonunda resmen sermayeye gidiyor.

 

- İstihbarat güçlü değilse hükümet başka gücün etkisinde kalır.

-Devlet başkanının ordudan gizli hiçbir şeyi olamaz. Devlet başkanının da milletten gizli hiçbir şeyi olamaz. Sadece askerin, başkomutan olduğu için gizledikleri olacaktır.

 

-Kazandığımız zaferler, İngiltere gibi devletlerin çıkarları sonucu değil midir?

- Tarihteki savaşları ve zaferleri hep sermaye düzenlemiştir. Sermaye gücünü kaybedince savaş çıkarır. Sonunda zayıfı destekler galip getirir. Her iki taraf onu destekler yeni harita çizilir. Türkiye dinsiz devlet olarak sermayenin tetikçiliğini yapacaktı. Sermaye istiklal savaşımızı destekledi. Ama savaşı biz yaptık, biz kazandık.

 

- Ülkeyi hükümetlerin yanında dış güçler yönetiyor. Ekonomi ve eğitim onlarındır.

- Sermaye, dünyayı yönetmek için karşılıksız dolarla ekonomiyi avucu içine almıştır. İlim, din ve siyasette ekonominin emrine girmiştir. Sermaye tüm kurumları yönetmektedir. Halk ise direniyor. Kayıt dışı ekonomi, tarikatlar,  ışık evleri ve milli görüş siyaseti sermayeye karşı direniştir. Galip gelecektir.

 

-Güçlü istihbaratımız olmalıdır.

-Güçlü ordumuz ve Adil Düzenimiz olmalıdır.  Düşmanı haberdar olduğumuz için değil, güçlü olduğumuz için yenmeliyiz. Adil Düzenimiz olmalıdır. Halkımızı satın almamalıdır. Alınanlar da  hakemlerden oluşan adil yargı tarafından cezalandırılmalıdır.

 

Tamamı için Not supported field expression!

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittitr.

 

 

Yorum:

 

Adil düzen ve güçlü ordu

Gizli istihbarat aldık. Öğrendik ki, Özal’ı CIA zehirlemiş. Ne yapacağız, adil yargı sistemimiz yoksa istihbaratın elde ettiği bilgileri açıklayamayız. Adil yargı sistemimiz varsa, Özal’ı zehirleyeni bulur. Kimlerle iş birliği yaptığını da bulur. Cumhurbaşkanımızı zehirleyen CIA, Amerika Birleşik Devletleri tarafından cezalandırılır. Mesela 1 milyar dolar tazminat öder.

Bu da yetmez. Eğer güçlü ordunuz yoksa ABD yargı karalarına güler ve geçer. O zaman ordunuz harekete geçip azgın devlete dersini vermelidir.

Dünya Devletleri ile teker teker anlaşmalıyız. Hakemlik sistemini kabul eden devletlerle ilişkiler kurmalıyız. Hakem kararlarına uymayanlara karşı dayanışmaya girip onlarla gerektiğinde birlikte savaşmaya anlaşmalıyız.

Başka ülkelerin iç işlerine karışan devletlere bir tazminat cezasını sözleşme ile koymalıyız.

İstihbarat düşmanlıktır. Askerler yapabilir. Ama sivil yönetimler barışçıdır. Onların gizli istihbaratları olamaz. Askerler de istihbaratlarını kendilerine saklarlar. Savaş zamanlarında savaşanlara karşı değerlendirirler.

Gizli istihbarat teşkilatını sermaye icat etmiştir. Gizli haberlerle onların yaptıkları işleri bozmakta, provokasyonlar yapmaktadır. Gizli örgütler yabancıların resmi casuslarıdır. Mahir Bey bile bunu bilmemektedir. Gizli istihbarat açık istihbarata çevrilmelidir.

Temel kural şudur.  Herkes açık istihbarata istediği bilgiyi verir. Bu bilgi kimin aleyhinde ise ona bildirilir. Onun cevabı ile birlikte arşivlenir. Böylece kişi yaptıklarından başkalarının haberdar olduğunu bilir, yapmak istediği kötülükleri yapamaz hale gelir. Herkes kendi dosyası ile gerekli savunma ve ithamları yapabilir.  Muhbirin adı bildirilmemelidir. Kod adı ile haberleşme devam eder. İhbardan dolayı kimse suçlanamaz. Bunlar aleyhte belge olamaz.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
31.12.2012
11:12

BİR TARTIŞMA...

*

Hayrettin Karaman'ın kutsal savaşı

Levent Gültekin

31.12.2012

Yeni yıl vesilesiyle sakin, huzurlu bir yazı yazma niyetindeydim. Fakat, Hayrettin Karaman Hoca’nın Pazar günü Yeni Şafak’ta yayınlanan yazısını okuyunca ne yazık ki buna imkan kalmadı. Suriyeli düşünür ilim adamı Cevdet Sait bir TV kanalında yaptığı konuşmada “Suriye'de rejimin mi yoksa muhaliflerin mi tarafını tutuyorsunuz?” sorusuna silahla hak aramanın yanlış olduğunu belirtip, “Kur'an'ın tarafını tutuyorum. Ben en baştan beri rejimin muhalifiyim bunu herkes biliyor. İslam aleminin en büyük sorunu 'sömürüye elverişliliktir. 'İslam alemi maalesef aklını yitirdi” demiş. Cevdet Said’in bu konuşmasına Hayrettin Karaman hocanın yaptığı yorumu, verdiği cevabı görünce içim karardı ve üzüldüm. Hayrettin Karaman Hoca’ya göre “Suriye’de sorun silahla çözülmez, yapmayın etmeyin birbirinizi öldürmeyin” diyenler zalimin ekmeğine yağ sürüyormuş. Oldu mu şimdi hocam? Yakıştı mı size? Ne oldu size böyle? İktidarın tamamen siyasi hesaplarla aldığı tutumlarını meşrulaştırmak için her gün bir ayet bulup çıkaracak mısınız? Agresif siyasete dinsel onay vermeye daha ne kadar devam edeceksiniz? 28 Şubat döneminde binlerce kız çocuğunun hayatı söndü, binlerce insan işinden oldu, binlerce aile dramı yaşandı niçin tek bir sert söz söylemediniz? Niçin bu insanlara haklarını aramaları için ön ayak olmadınız? Niçin size “hocam bir şeyler yapın” diyenlere sabrı, oyuna gelmemeyi öğütlüyordunuz? Eğer silah çözümse o zaman niçin sesinizi çıkmıyordunuz? Hayatınızda hangi meseleyi silahla çözdünüz ki şimdi Suriye’de on binlerce insanın ölümünü meşru göstermek için Kur’an’dan savaş ayetlerini bulup öne sürüyorsunuz? Savaş, kan ölüm… bir alimin önereceği bir şey midir Allah aşkına? Dinler huzur, kardeşlik, dostluk tesis etmek için var değil mi? Peki nasıl oluyor da bu din sizin elinizde çatışmanın, savaşın, kavganın bir aracı halini geliyor? Mekke’nin kansız, kavgasız, savaşsız fetih edilmesinin sizin için hiç mi değeri yok? Müslümanların savaşmamak için hicret etmesinin hiç mi anlamı yok? Nasıl oluyor da merhameti, bağışlamayı, yaşatmayı, dostluğu, kardeşliği öğütleyen bir dinden ve onun peygamberinden bu kadar ölüm taraftarlığı çıkarıyorsunuz? Nasıl oluyor da adı ‘barış’ olan bir dinden savaşı öğütleyen bir fikir üretiyorsunuz? Nasıl oluyor da Müslümanların birbirlerini öldürmelerine ayetleri dayanak yapıyorsunuz? Yıllarca “Hayat iman ve cihattır” diyerek yüzbinlerce insanın hayatınız çekilmez yaptınız yetmedi mi? Hala kalkmış Kur’an’ın öldürmeyi, yakmayı, yıkmayı öğütlediğini söylüyorsunuz? Yıllardır sizin ağzınıza bakıyoruz. Oturmayı, kalkmayı, temizliği, misafirliği, dekorasyonu, sanatı, eğitimi, cinselliği, uzayı, denizi… her şeyi size soruyor, danışıyoruz. Geldiğiniz nokta burası mıdır hocam? Öldürmeyi, ölmeyi mi öneriyorsunuz? “Silahla olmaz, Müslümanlar birbirlerini öldürmemeli; konuşarak, ikna ederek meseleleri çözmemiz gerek” diyen birini hedef alıyorsunuz. Üstelik bunu söyleyenleri “zalimin ekmeğine yağ sürmekle” suçluyorsunuz. Bu size yakışıyor mu?Nedir sizi bu kadar fanatik bir taraftar haline sokan şey? “Yakın, yıkın, öldürün, hatta Esad’a destek veren sivilleri bile öldürün” diyen El Kardavi adlı akıl fukarasını eleştireceğinize “Bu işler silahla olmaz, Müslümanlar birbirlerini öldürmesin, daha derin çözümler gerekli” diyen Cevdet Said’e hücum ediyorsunuz. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Bu nasıl bir iktidar sarhoşluğudur? Anlaşılır gibi değil. İktidarla kurduğunuz siyasi bağı korumak için Allah’ın dinini daha ne kadar malzeme yapacaksınız? Türkiye’de Kürtlerin ‘silahla hak aramaları’ önünüze geldiğinde ‘çatı hikayesini’ anlatıp ‘bunun haram olduğunu’ açıklayan ayetler okuyorsunuz. Konu Suriye için ‘silahla hak arama’ olunca bu sefer de bunun meşru olduğuna dair yorum fırsatı veren ayetler bulup çıkarıyorsunuz. Bütün bunlar nasıl oluyor Allah aşkına? Siz, Müslümanların mı kanaat önderisiniz yoksa AK Partililerin mi? Niçin yazdıklarınız, söyledikleriniz, ürettikleriniz hep AK Parti’nin konumunu güçlendirmeye, yaptıklarını meşrulaştırmaya matuf? Niçin? Diyelim ki Suriye’de ‘dünya sistemi’nin oyunlarını görecek durumda değilsiniz. Diyelim ki ABD ve İsrail’in oradaki hesaplarının farkında değilsiniz. Bir iki gösteriden sonra silaha sarılan, muhalif denen çapulcu takımının pespayeliklerini, yaptığı vahşetleri de mi görmüyorsunuz? Olayın bütününü görmediğiniz halde niçin kendinizi bu konularda fikir beyan etme mecburiyetinde hissediyorsunuz? Suriye harap edildi, on binlerce insan öldürüldü, binlerce çocuk yetim kaldı, toplumun arasına bir kan davası sokuldu. Ne için bütün bunlar? Ne alınacak karşılığında? Suriye’de ‘İslami bir yönetim’ gelecek diye daha kaç garibanın ölmesini bekliyorsunuz? Kaldı ki gelecek ‘İslami yönetim’in ‘dünya sistemi’nin oyuncağı olmaktan başka bir işe yaramayacağını da mı göremiyorsunuz? Bütün bunları görmeniz için ne yapmamız gerek? Ayıptır, yazıktı, günahtır. Diğer taraftan Suriye’de insanların birbirlerini öldürmelerine fetva vereceğinize, Türkiye’de dinin niçin bir çatışma aracına dönüştüğünü düşünün hocam. Destek verdiğiniz siyasal kadroların yakalandığı kibir hastalığına bir çare arayın. Bunun fetvasını verin. Suriye’ye kafayı yoracağınıza Türkiye’de kendilerine Müslüman, dindar diyen kesimlerin ahlaki düşüklüğüne çare arayın. Bu kadar dindarlıktan, bu kadar bozuk, çarpık ahlak; üslupsuzluk, kabalık nasıl çıktı? Bu soruya cevap verin.

***

HAYRETTİN KARAMAN

30.12.2012 PAZAR

Esed'i af mı edelim? Suriyeli bir ilim ve fikir adamıyla yapılan bir röportajı dinleme fırsatı buldum. Bu zatın tezi şudur: Suriye'de ve başka yerlerde zulme uğrayan Müslümanlar zulüm kimden gelirse gelsin, boyutu ne olursa olsun sabretmeli, asla silaha sarılmamalıdırlar. Kısas (kasten ve haksız yere adam öldüreni idam etmek) dahil hiçbir kimseye ölüm cezası verilmemelidir. İnsanlar silah yoluyla ikna edilemezler, sabır ve tahammül yoluyla ikna edilebilirler, gönülleri kazanılabilir. Bütün bunların Kur'an'a ve Sünnet'e dayandığını iddia eden konuşmacı, Hz. Adem'in oğullarından birinin diğerini haksız yere öldürmek istediğinde mağdurun buna mukabele etmediğini, Peygamberimiz'in (s.a.) Mekke döneminde şiddete başvurmadığını, kısas konusunda Kur'an'da affın öncelendiğini… delil getiriyor. İnsanların af, öğüt, iyi muamele, yardım yoluyla gönüllerinin daha iyi kazanılabileceği, zorla imanın ve ibadetin olmayacağı, şiddetin şiddeti çekeceği genel olarak doğru olsa da bu delillerin genel olarak Arap Baharı ve özel olarak da Suriye olayları üzerine gönderilmesi -bana göre- kesin olarak yanlış, hatta saptırmadır. Delil ile medlul arasında uzaktan yakından bir alaka yoktur. Kısas hakkında affın öncelenmesi ancak tek gözünüzü kapatarak ayetlere bakarsanız söyleyebileceğiniz bir söz olur. İlgili ayetlerde (Bakara: 2/178-179) kısasın bir hak olarak verildiği, affın bir rahmet olduğu, ancak "kısasta bizim için hayat olduğu" ifade buyuruluyor. Kısasta hayat varsa af nasıl öncelenmiş oluyor. Hz. Adem'in oğullarından birinin zalim kardeşine el kaldırmaması nasıl oluyor da bütün zulümlere karşı sabretmenin Sünnet'e uygun olduğuna delil kılınıyor? Habil el kaldırmadı diye dünyada sulh ve kardeşlik mi hakim oldu? Zalimler yola mı geldiler? Peygamberimiz (s.a.) Medine'ye göçüp yeterince güçlendikten sonra düşmanlarla savaşmadı mı? Antlaşmaya hiyanet eden Yahudileri cezalandırmadı mı? Ashab'dan suç işleyenlere gerekli cezaları vermedi mi? Hz. Ebu Bekir isyancılara, dini pazarlık konusu yapanlara savaş açmadı mı?... Bedîüzzeman Hamîdiye Alayı'nda bizzat at binip kılıç kuşanarak savaşmadı mı? Hucurat suresinde Allah Teâlâ şöyle buyurmuyor mu? "Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah'ın emrine geri dönünceye kadar– haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever" (49/9). Peki niçin "hakkına tecavüz etmiş olursa da affedin" demiyor? Suriye olayları başlamadan önce oradaki Müslümanlar silahsız olarak sokağa çıkıp hak ve adalet istediler. Bunlara silahla mukabele edildi. Türkiye defalarca "kardeşlerin arasını düzeltmek için" teşebbüste bulundu, Esed güçleri hak vermeye ve zulümden vazgeçmeye yanaşmadı. Kur'an'a ve Sünnet'e göre bütün müminlerin Esed'e karşı mücadele etmeleri gerekiyordu; ne yazık ki, bölündüler, zulmün tarafını tutanlar oldu. Dinlediğim konuşma da zalimin ekmeğine yağ sürüyor; üzüldüm.

Reşat Nuri Erol
31.12.2012
11:19

İşte 'Robin Hood' vergisinin detayları Başbakan Erdoğan'ın "Zenginden daha çok vergi alacağız" ifadesinin ne anlama geldiğini Bakan Şimşek açıkladı. Bakan Şimşek, Başbakan Erdoğan'ın ipuçlarını verdiği ‘Robin Hood Vergisi'nin detaylarını açıkladı. Tasarıya göre vergideki bazı imtiyazlar bitecek, faiz ve rant geliri elde edenin vergisi artacak. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ipuçlarını verdiği 'Robin Hood Vergisi'nin detaylarını anlattı. Şimşek'in verdiği bilgiye göre, 'zenginden çok, fakirden az' vergi alınması üzerine oturtulan yeni sistem, pek çok sektörde kayıtdışılığı en aza indirecek. Henüz taslak halinde olan yeni Gelir Vergisi ile ilgili çalışmaları anlatan Şimşek, tasarıyı yılın ilk yarısında Meclis'e getirmeyi hedeflediklerini açıkladı. Tasarıyı “Gelir Vergisi oranlarıyla oynama, oranları artırma gündemde değil. KDV oranları artmayacak. Kurumlar Vergisi oranlarında da artış gündemde değil. Ama bazı imtiyazlar, bazı istisnaların azaltılması, kaldırılması gündemde” şeklinde özetleyen Şimşek, şimdiye kadar vergilendirilmeyen şehir rantlarıyla ilgili de düzenleme yapacaklarını söyledi. Şimşek'in detaylarını anlattığı en önemli düzenleme ise faiz, temettü, kira gibi birden fazla gelir elde edenlere dönük olacak. Bu tür gelir elde edenlerin kazancı bir bütün olarak değerlendirilecek ve toplam gelir üzerinden beyanname verecek. Vergisini de girdiği dilime göre ödeyecek. Şimşek ilk kez yeni vergi yöntemiyle ilgili de şu örneği verdi: “Şu anda faiz gelirlerinden yüzde 15 bir stopaj alıyoruz. Yani faiz geliri ne olursa olsun, 100 bin lira gelir elde etseniz de yüzde 15 stopaj ödüyorsunuz. Yeni düzenlemeyle diyeceğiz ki, 'bu normal vergi oranlarına tabidir, 100 bin lira o zaman yüzde 35 vergiye tabi olacak. O zaman yüzde 15 kesilmeyecek, kesildiyse de düşülecek, mahsup edilecek. Örnek olarak, yılda 10 bin liralık faiz geliri olan kişi yüzde 15 ödeyecek, beyanname sınırının altında kalacaksa sorun yok. Ama diyelim ki, başka birinin faiz, kira, temettü gelirleri toplamı 120 bin lira. 'Beyanname ver' diyeceğiz. Yani gelir, girdiği vergi dilimine göre vergilendirilecek.” Tefecilerin kökünü kazımak istiyoruz Şimşek, POS cihazları ile ilgili çalışmalar hakkında da “Bütün yazarkasalar POS cihazlarıyla entegre olacak. Yazarkasa, bir ödeme yapılır yapılmaz veya POS makinesinden kart geçer geçmez bilgisi bize gelecek. Fiş, otomatik olarak kesilmiş olacak” dedi. Dolmuşçu ve gözlükçü de dahil 18 sektöre sıkı takip Bakan Şimşek, hali hazırda 18 temel sektörün yoğun bir incelemeden geçtiğini de açıkladı. “Mesela kıymetli taşlar sektöründe görüş ve öneri raporu tamamlandı, inceleyeceğiz” diyen Şimşek, diğer sektörlere ilişkin yapılan çalışmaları da şöyle anlattı: “Elektronik sektörü, sigara kaçakçılığı yoluyla vergi kayıp ve kaçağı, çay üretiminde kaçak çayların kullanılıp kullanılmadığı, döviz bürolarının neden olabilecekleri vergi kayıp ve kaçağı, akaryakıt kaçakçılığı, gözlük sektörü, bazı dağıtım şirketleri tarafından otogaz olarak satıldığı halde tüplü gaz olarak satılmış gibi gösterildiği için LPG sektörü, lüks araç ithalatı, ödeme kaydedici cihazların kullanımındaki kayıp ve kaçak ve şehir içi yolcu taşıma sektörünün kayıt altına alınması gibi 18 kayıp kaçağa karşı harekete geçtik. İncelemelerimiz sürüyor.” ŞEHİR RANTLARI VERGİLENDİRİLECEK ŞİMŞEK, Gelir Vergisi reformunda bazı düzenlemeler yapmayı planladıklarını da açıklayarak örnek olarak şimdiye kadar vergilendirilmeyen şehir rantlarını gösterdi. Şimşek şu ifadeleri kullandı: “Diyelim ki gittiniz imarsız bir arsa aldınız. Gelişti, imar geldi ve fiyatlar katlandı. Beş yıl elinizde tuttuğunuz için o kazanç elde ettiğiniz rant hiç vergiye tabi değil. Mesela yeni Gelir Vergisi tasarısıyla isterseniz 100 lira elinizde tutun, biz yine vergilendireceğiz, örnek olarak söylüyorum. Batıdaki uygulamaya paralel olarak, önemli bir kazanç elde ettiyseniz o kazanç vergilendirilecek. 5 yılı kaldıracağız yani. Yeni düzenlemeyle kentsel rantların vergilendirilmesi öngörülüyor, ama bu daha taslak. Herkes kazandığı ölçüde vergi verecek. Varı yoğu oysa zaten ona göre vergi verecek, yani az verecek demektir. Herkes kazandığı oranda vergi versin diyoruz. Enflasyon, amortisman, bir sürü konu dikkate alınacak.” ELAZIĞ'DAKİ EMLAK RAYİCİ ŞİŞLİ'DEN DAHA DEĞERLİ Bakan Şimşek, konuttaki KDV oranlarıyla ilgili tartışmalar konusunda da Keban örneğini verdi. “Yüksek değerli konut alan, daha yüksek vergi verecek” diye söze başlayan Şimşek “Malumunuz; halihazırda konut değerinden bağımsız olarak 150 metrekareye kadar konut teslimlerinden yüzde 1 KDV alınıyor. 150 metrekare ve üzeri konut teslimlerinden alınan KDV ise yüzde 18 KDV. Metrekare esaslı sistem vergi adaletine uygun değil. Burada bazı açmazlar var. Emlak Vergisi değerini baz alsanız, güvenilebilecek bir parametre değil. Bir örnek: Şişli'de Emlak Vergisi değeri 250 ile 999 lira arasında olan yer yok. Ama Elazığ'da, herhalde Keban Barajı yapılmış, daha fazla kamulaştırma bedeli almak için değer çok yukarda çıkıyor. Mesela diyelim ki, devlete ait bir şeker fabrikası var, sırf o alan Emlak Vergisi değeri bazen çevresindeki Emlak Vergisi değerlerinin 10 katı olabiliyor. Bizim Emlak Vergisi değerleme sistemini kökünden değiştirmemiz lazım. İkinci husus; konutun değeri. Diyelim ki 150 metrekarenin altında bile olsa büyükşehirde ise arsa metrekare değeri belli eşikleri aşıyorsa, lüks veya birinci sınıf inşaat olmasına bağlı olarak KDV farklılaşabilir. Ama nihai kararı vermedik.” Gazetelere de bakabiliriz Emlak Vergisi değeriyle piyasa değeri arasındaki farkı azaltılmasının yönelik bir çaba gerektiği üzerinde duran Şimşek “Türkiye çapında, yani piyasa değerlerini yakalamaya yönelik bir model geliştirebiliriz. Mesela Maliye olarak biz bütün internet sitelerinde, gazetelerde çıkan promosyonlardaki fiyatı alıp sisteme girebiliriz” diye konuştu.

Reşat Nuri Erol
31.12.2012
21:38

YILIN ŞAŞKINI BÜLENT ARINÇ 30/12/2012 Araştırmacı / Yazar Ekrem ŞAMA Herkes yılın “en”lerini seçti, ilan etti, ödülleri verildi. Ben de 2012’nin bu son gününde yılın en şaşkınını seçtim. Bana göre yılın en şaşkını Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’tır. O kadar şaşkın ki, kaç kere üst üste fikir değiştirdi, U dönüşleri, teviller, düzeltmeler, çıkmaza sapmalar kendisine nasip oldu. Herkes şaşkınlıkla izliyorken ben gayet normal karşıladım. Nedenini izah etmem gerek… Merhum Liderimiz Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a kazan kaldırıp yollarını ayırmaya karar verme aşamasında, Sayınlar Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Melih Gökçek gibi kafa isimler, defalarca İstanbul’a gelerek teşkilat mensupları ile istişare etme bahanesiyle, Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında araştırma ve soruşturma yapmışlardı. İl teşkilatımızdaki hem maddi destek olup, hem de ağır işçiliğini yapanlarla istişare edilmemişti. Çünkü onlar davaya sadık, lidere itaatkar, ayrılıkçılığı ağır suç bilen insanlar olarak, bunların beyinlerinde kuluçkaya yatırdıkları ayrılık fikirlerine uygun görüş bildirmezlerdi. Onlar bu ayrılıkların zararlı ve de teşkilat kaidelerine göre ağır suç olduğunu falan söylemeye kalkarlardı. Söz gelimi bir Ekrem Şama, bir Altan Yavuz, bir Altan Günay, bir Ali Taşkıran, bir Lütfi Aydın ve benzerleri ile Tayyip Bey hakkında istişare etmeye cesaret edemediler. Onlar geldiklerinde, teşkilata parası ve emeği geçmemiş, laf üretmekten ve bir takım fetvaları tersinden yorumlayarak muhalefetten başka marifeti olmayanlarla istişare etmişlerdi. Mesela Hayati Yazıcı ile veya Hüseyin Besli ile istişare etmişlerdi. Hele Sayın Besli toplantılarımızda saatlerce muhalefet yaparak, usandırıp bıktırıncaya kadar vakit alırdı. Toplantı bitiminde odasına geçtiğinde Tayyip Bey’in yorgun, bitkin ve sabrı tükenmiş olduğu halde, mırıltı halinde söylediği onun hakkındaki tarizleri hala kulaklarımızdadır. Aynı Hüseyin Besli o günleri anlatan bir kitap yayımlamış bir takım gerçekleri kafasına göre çarpıtarak yazmıştır. Herhalde ilgili şahsın gözüne böylece girmiş ve imaj düzeltmiş olmalıdır. Kendisine biz kendi aramızda “Bay muhalefet” ismi takmıştık . Şayet işin ağır işçileri olarak bizim fikrimiz sorulsaydı elbette yaptıkları bu ayrılıktan onları vazgeçirmeye çalışır ve Tayyip Bey Hakkında da şu görüşlerimizi söylerdik: “Tayyip Bey etrafındaki insanların görüşlerine göre hareket eder. Etrafında devamlı durmak ise zordur. Çünkü hırslı olduğundan etrafında hep yeni insanlar ister. Onlara göre fikri şekillenir. Biz belediye başkanlığı döneminde etrafında durmaya devam edemedik, yeni çevreler edindi, onların fikrine göre hareket etti. Siz de onun etrafında devamlı duramayacaksanız, günü gelir sizinle üretilecek ortak fikirle hareket etmediğini görür, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.” Bize fikrimizi soran bazı insanlara bunu söylemişizdir. Mesela yıllarca onun ekibinde bakanlık yapmış bulunan sayın Hilmi Güler’e samimiyetle bunları ve daha fazlasını söylemiş ve ikaz etmişizdir. Hilmi Güler’in başına neler geldiğini takip edemedim. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafında, ona fikirleriyle istikamet verecek, yola beraber çıktığı yukarda isimlerini saydığım arkadaşların çoğunluğu bugün yok. Onun etrafında Zapsu var, Bağış var, Rasmussen var, Obama ver, Cameron var, Ayrault var… Fikir ve eylemleri de buna göre şekilleniyor. Boşuna topraklarımızı NATO toprağı ilan edip, onların silahları ile donatmıyor. Gerek Kürecik kararları, gerek Patriot kararları veya terörle mücadele söylem ve eylemleri hep çevresindekilerin etkisi ile oluşuyor. Ortak akıl ile yürüyeceklerini deklere ederek, beraber yola çıktığı arkadaşları bu gün şaşkınları oynuyorlar. Sayın Başbakan’ın söz ve eylemlerini, gelgitlerini, U dönüşlerini, masa tenisini izleyen seyirciler gibi bir o tarafa bir bu tarafa bakarak izliyor, kendilerini ayarlamaya çalışıyorlar. Sayın Gül, Sayın Arınç bunların en başında geliyor. Hele Sayın Arınç iyice şaşkınları oynuyor. Teröre ve teröriste bakış, ya da ağlayış konusunda önce Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün sözlerine sarılıp “bakın işte Akparti’nin insancıl icraatları artık böyle şekillenecek” mealinde sözler söyleyip, ertesi günü Sayın Başbakan’dan azarı yeyince şaşırması ve çarketmek mecburiyetinde kalması nasıl izah edilebilir? BDP milletvekili hakkında sarfettiği “ben de olsam dağa çıkardım” sözlerinden sonra, Sayın Başbakan’dan iltifat alacağını beklerken fırça yemesi, gene U dönüşü yapmasına sebep oldu. Şaşkınlıktan söylediklerine bakın ki, yanlış anlaşıldığını, empati yapmak istediğini, sözlerinin maksadı aştığını ifade ile yine Sayın Başbakan’ın peşinden gitmek zorunda kaldı. O Arınç ki; 30-35 bin kelime ile konuştuğunu, meramını çok güzel ifade edebildiğini kendisi söylüyordu. Nasıl oluyor da maksadını aşan sözler söyleyebiliyor? Elbette şaşkınlıktandır. Bunlar gösteriyor ki, en hayati konularda bile Sayın Başbakan,Arınç’ın fikirlerini sormuyor, istişare etmiyor. Kendisi sadece masa tenisi topunun peşinden bakışlarını çeviren seyirciler gibi davranmakla yetiniyor. Geçenlerde bir yerde konuşuyor. “Ben bundan sonraki hayatımda belediye başkanı olmayacağım, herkes bunu böyle bilsin!” diyor. Bunları bana değil, elbette Sayın Başbakan’a duyurmak için ve mesaj vermek için söylüyor. Bu ne demek? Bir araya gelip konuşamıyorlar demek. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bu konuda muzdarip olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Ama ben bu yazımda Sayın Arınç’ın şaşkınlığını konu edindiğim için “kardeşlikten öte bağlarla bağlı olduğu” diğer arkadaşlarının durumuna değinemiyorum. Dedim ya, yılın en şaşkını bana göre Sayın Bülent Arınç’tır. Bu onun yaratılış ahlakına da terstir, ama katlanmak zorunda kalıyor. Kendisine şöyle seslenmek istiyorum: Sayın Bülent Arınç! Baştan araştırmadan, gerçekleri bilenlerle istişare etmeden, soruşturmadan, ayrılık çıkararak hakettiğiniz şaşkınlığınız, bu dünyaya ait bir keyfiyettir. Tamam, bakan oldunuz, meclis başkanı oldunuz, başbakan yardımcısı oldunuz. Ama bugün şaşkınsınız! Sayın Arınç, ömür dediğimiz nedir ki! Hepimiz geldik gidiyoruz. Baştan yanlış yaparak girdiğiniz bu yolda, yapılanların, varsa sevabı, varsa günahı, varsa vebali size ait olacaktır.Yarın karşınıza çıkacak olan sevaplar elbette sizin olacaktır. Şimdiden tebrik ederim. Ama belki de bu sevapların yanında başka şeylerle de karşılaşacaksınız. Mesela yakılan, öldürülen ya da köpeklere boğdurulan onbinlerce çocuğun ve bebeğin minik kanlı elleri yakanıza yapışabilir. Tecavüze uğrayan yüzbinlerce kadının kınalı parmakları gırtlağınıza geçirilebilir. Öldürülmüş, yakılmış, üstüne işenmiş, parçalanmış binlerce ceset parçası boynunuza asılabilir. Vergisini veren binlerce Müslüman mükellef, paraları ile Manastır, Kilise, Havra ya da futbol stadyumu benzeri mekanların açılması dolayısıyla hesap sormaya kalkabilir. Bıraktığı vakıfları amacından saptırılan bir çok fatih önünüzü kesebilir. Yaprakları çiğnenmiş Kuranlar, Muhammedün Resulullah’ı çıkarılmış Ezanı Muhammediler, gavurla evlendirilmiş Müslüman kızlar ve nesilleri hesap sormak için önünüzü kesebilir. Bunlar sürpriz olmaz. Bunlar bana sorulmadan yapıldı, ortak akılla değil, ben vebaline ortak değilim diyebilir misiniz? Yapılan icraatlar adınıza yapılıyor. Birçok tek başına alınan karar Hükümet kararı olarak hayata geçiyor. Benim nazarımda yılın en şaşkın adamı olan Sayın Arınç! Hayatınızdan memnun musunuz? Ayeti hatırlayalım: Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.





Sayı: 185 | Tarih: 30.12.2012
Ahmet Hakan
Kemalist kibir
Halkın efendileri
1094 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Böcekler
Adil düzen ve güçlü ordu
991 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
"Sessiz çoğunluk" ile "gürültücü azınlık" karşı k
Şışşt, sessizlik lütfen!
953 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Kürt meselesinde kör düğüm ve nihâî çıkış yolu
HAYDİ İNŞAALLAH YUSUF KAPLAN!
924 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Müslümanlar ve Türkiye'nin Düzeni
Kişileri Değil, Fiillerini...
885 Okunma
3 Yorum
Emine Hocaoğlu