Gazze, anayasa, ekonomi ve diğer meseleler…-3
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Gazze gündemimizden hiç gitmiyorken ona bir de Refah bölgesi eklendi…
Anayasa, yeni anayasa, sivil anayasa ya da her neyse, o da gündemimizde…
Ekonomi ise enflasyonla birlikte ikiz kardeş imişcesine kangrenleşmiş yara gibi…
Eğitim ya da müfredat konusu da dönem dönem olduğu gibi yeniden gündemimizde…
Bu yazının yazıldığı bugün yani 7 Mayıs 2024 Salı günü bizim ‘Haftalık ADİL DÜZEN Semineri’ günümüzdür; 28 haftadan beri ana konumuz “Yeni Bir Anayasaya Geçiş Önerileri / Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” ve diğer “Güncel Konular” olmakta… Dolayısıyla ceza hukuku ve anayasa doçenti Süleyman Akdemir hocamız ile Üsküdar’da İslam Medeniyeti Vakfı’mızda her salı günü saat 18.30’da seminerlerimizi sürdürüyoruz, elhamdülillah…
Gündemdeki önemli konularla ilgili değerlendirmelerimiz devam ediyor…
YENİ ANAYASA, YENİ MÜFREDAT ve DİĞER KONULAR
Yeni Anayasa için partiler arası görüşmeleri oluşturmak üzere TBMM Başkanı Numan Kurtuluş tarafından partilere yapılan ziyaretlerle başladı, devam ediyor…
Eğitim müfredatı ile ilgili olarak da Millî Eğitim Bakanlığı’nın milletimizin ve ülkemizin geleceği için çok mühim olan gençlerimizin nasıl yetiştirilmeleri gerektiği konusunda görüşler, teklifler almak için -Cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere- millete danıştığı günümüzde, şu iki can yakıcı soru ya da sorun cevap beklemektedir:
-Devletimiz her konuda olduğu gibi bu konularda da gerçekten bağımsız mıdır?
-Eskiden “münevver” günümüzde “aydın” denilen ya da öyle kabul edilen ilgili siyasilerimiz ve bürokratlarımız bu konularda gerçekten bağımsız olarak düşünebiliyorlar mı?
Birinci soruya “Evet” diyebilmek için kişinin okulda kendisine öğretilenlerle yetinip olaylardan ders almaması, biraz rahat, oldukça düşünme özürlü olması gerekir.
Neden?
İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1945 yılında Yalta’da, çağımız dünyası ülkeleri galipler arasında paylaşılırken, ülkemizin hangi gücün nüfuz bölgesine verildiği, son on yıllarda iyice belirmişken, içte ve dışta tam bağımsızlık mücadeleleri vermeye başlamış olmamızdan dolayı, çeşitli sıkıntılara maruz kalmakta olduğumuzun farkında olmaması gerekir. Bu konularda rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun söylediklerinden habersiz olması gerekir...
İkinci soruya “Evet” diyebilmek için de gerçek tarihin cahili olmak, okulda kafasına doldurulan “Tanzimat ve Islahat Hareketleri, çağdaşlık ve ilericilik için yapılmış ileri seviyede hamlelerdir” palavrasını yutmuş olarak uyumaya devam etmek, uyandırmaya çalışanları da türlü sıfatlarla aşağılayan çok bilmişler sürüsüne katılmış olmak gerekir...
“Gerçek Tarih” derken ne demek istediğimizi kısaca özetlemeye başlamadan önce, “aydın” denilen sözde okumuşlarımızın diplomalılarımızın durumuna bir göz atalım…
Soruyu ya da sorunu tekrar hatırlatarak soralım; aydınlarımız, akademisyenlerimiz, siyasilerimiz, bürokratlarımız, diplomalılarımız vs. gerçekten “Türk aydını” mıdırlar?
İngiliz aydını (halktan söz etmiyoruz) Şekspir’i okur ve anlar. Alman aydını Göte’yi okur ve anlar. Fransız aydını Volter’i okur ve anlar. Rus aydını Dostoyevski’yi okur ve anlar. İranlı aydın Şeyh Sadi’yi, Firdevsî’yi okur ve anlar...
Peki, Türk aydını Kâtip Çelebi’nin Kitab-ı Bahriye’sini (dili öyle ağdalı bir Türkçe değildir, gayet akıcı, kolay anlaşılır bir üslûpla yazılmış olduğu halde) okuyup anlayabilir mi?
Doğrusu şudur ki; son yüzyıl, ondan önceki yüzyıl bilinmeden doğru dürüst anlaşılamaz, o yüzyıl da kendinden önceki yüzyıl bilinmeden anlaşılamaz ve bu sorun böylece sürer gider...
Evet, bugünkü durumumuzu anlamak ve en sağlıklı bir şekilde değerlendirmek için iki-üç asır öncesinden ya da tam olarak 234 yıl kadar geriden başlamak gerekir...
Sultan Üçüncü Selim 1789 yılında tahta çıktı ve 1807 yılına kadar süren hükümdarlığında “bozulmuş düzeni iyileştirmek” için elinden geleni yaptı...
(Devamı var)