Askerî vesayet
2069 Okunma, 11 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Askeri vesayet

7 Ağustos 2011 Pazar

 

Ülkemizde askerî bir vesayet rejiminin olduğu ve bunun sona erdirildiği söyleniyor. Bu görüşe katılmıyorum. Geçmişte siyaseti baskı altında tutan ve isteklerini gerçekleştiren güç odakları vardı ve onlar ülkenin uçuruma yuvarlandığına halkı ve askeri inandırdılar ve birkaç işbirlikçi dışındaki askerler ülkeyi kurtarmak amacıyla müdahale ettiler. Yani Türkiye’de askeri bir vesayet değil askeri etkileyen güç odakları vardı ve biz onların yaptıklarını askere yükledik.

- Asker müdahale etmedi. Asker kurtardı.

- Kaza yapan sivil yönetimlere koştu ve kurtardı. Tedavi etti.

 

Geçmişte sermayeyi ve medyayı kontrol edenler, uluslararası ilişkilerin de etkisiyle ülkedeki siyaseti de yönlendiriyordu. Askere yönelik politikaları şöyle özetlenebilir: Askerin sadece kendi alanlarında değil her konuda bilgili ve etkili olduğu propagandasını yaptılar. Bunun doğal bir sonucu olarak emekli askerler birçok işletmede danışmanlık görevi üstlendi. Size birisi hem önem verse hem de yaşam düzeyini yükseltse onun görüşlerine daha fazla değer vermez misiniz?  Herkes kendisinin bir değer olduğuna inanır ve bunu takdir edenlere değer verir.

- İşbirlikçi sermaye ve medya askerleri etkin yaptılar. Emekliler, bundan yararlandı. Onların görüşünde oldu.

- Biz görevdeki askerlerle bunları görüşmeyiz. Ama emekli olanlarla görüşmeler yaptık. Emekli askerler yararlansa bile onların görüşünde olmazlar. Görüşler eğitimlerle ilgilidir. Hatalı olabilir.

 

Stratejinin ikinci boyutu karşı görüşte olanları askerle çatıştırmaktı. Bunu muhalif kesimdeki bazı insanları etkileyerek ya da işbirlikçi konumuna getirerek ve askere karşı tavır aldırarak sağladılar. Öyle bir hava yaratıldı ki askerin olumlu hiçbir yanı yoktu ve sürekli hata yaptığı hatta komuta ettiği  erleri feda bile edeceği izlenimi yaratıldı.

- Askerlerle karşı görüşleri çatıştırarak Orduyu yıprattılar.

- Biz İzmir’de 1960’ta bu oyunları görerek önce Remzi Güres’le ekonomik faaliyetlerle bu anlayışı düzeltmek istedik. Sonra Ahmet Tahir Satoğlu ile Akevler’i kurduk. Sonra Necmeddin Erbakan’la Millî Görüş partilerini oluşturduk. Fethullah Gülen bu anlayışla Akyazılı vakfını kurdu. Büyük ölçüde önlendi.

 

Şu anda bıçağın keskin ağzında yürüyoruz. Her ülkede asker vardır ve bu varlığını sürdürmenin tek aracı değilse bile önemlidir. Yanlışlıklar düzeltilir ama bir oluşumun doğru olan hiçbir yanı yoksa ne yapılır? Şimdi bu konuda görüş bildirenler iki uçta duruyor. Birileri her şey kötü derken diğerleri düzeltilecek bir şeyin olmadığını söylüyor. Bu önemli konuda tartışmalar öyle bir seviyeye indi ki hedefin düzeltmemi yoksa tasfiye mi  olduğu anlaşılamıyor. Mesela ben Genelkurmayın Başbakanın emrinde olursa askeri vesayet Savunma Bakanının emrinde olursa sivilleşme olacağı tartışmasını anlamıyorum. Başbakan asker mi ki onun emrinde olmak vesayet olsun? Ayrıca askerlik bir meslektir ve kendine özgü bilgilerle donatılır. Savaş kararı siyasetçiye aittir ama savaşın nasıl yapılacağına komutanlar karar vermelidir. Yani askerliği sivilleştirme çabası sadece komiktir.

- Genelkurmay başkanlığını başbakanın emrine verme veya Askeri sivilleştirme komiktir.

- Komik değil fecaattir. Türkiye’de Ordunun zayıflatılması Sevr’i getirir.

 

Bu konuda iki tarafı da eleştiriyorum. Yazarlar hiç  ilgilenmedikleri bir konuda yani askerlikte iddialı olmamalıdır. Ancak onları bu hataya süren askerlerin her konuda iddialı olmalarıdır. Mesela televizyon programlarında, siyasi tartışmalarda, bir askeri konuk etmek olağandır. Askerlerin askeri konularda, silahlanma politikalarında, izlenecek stratejilerde konuştuğunu hiç görmedim. Buna karşılık askerlikle ilgisi sadece yedek subaylıkta öğrendikleriyle sınırlı olup hiçbir savaş kitabı okumamışlar askerlik hakkında her şeyi yazabiliyor.

- Televizyonda askerlikle ilgili ciddi bir konuşma yok.

- Yalnız askerlikte değil tüm dinî konuşmalar esatirleri anlatır.

 

Dünyadaki gelişmeler Türkiye’yi merkezlerden biri haline getirirken askeri ihmal edemeyiz. Asıl önemlisi askeri sivilleştirme çabalarıdır. Askerlikte demokrasi olmaz ve olmamalıdır. Çünkü emir komuta dışına taşma olursa kaos olur. Yani, herhangi bir siyasi görüşe ya da topluluğun düşüncesine bağlı asker olmaz. Askerin tek sloganı “ Ülkeme saldıranı, pişman olmayı bırak, yok ederim” olmalıdır.

- Askerlikte demokrasi olamaz.

- Askerlikte komutanı seçme demokrasisi vardır. Ondan sonra komutanın astı öldürme yetkisi vardır. Kur’ân bunu açıkça ifade ediyor. İtaat eden ast şehit olur.

 

 

Ne Olacak?

13 Ağustos 2011 Cumartesi

 

Gelişmeleri anlamak için genelde ne oluyor sorusuna cevap aranır. Mesela son günlerde Suriye tankları Hama’dan çekildi mi, çatışmalar sürüyor mu, Esed ne dedi gibi sorular tartışmaların odak noktasını teşkil ediyor. Bu gibi olayların doğru yorumlanmasının meseleyi anlamamızı sağlayacağı düşünülüyor. Benim yaklaşımım farklı. Önce ne olabilir sorusuna cevap arıyorum sonra gelişmelerin bu modele uyup uymadığını araştırıyor ve gerekirse modeli değiştiriyorum. Bazen yanılıyorum. Mesela ABD’deki son seçimlerde Cumhuriyetçilerin kazanacağını söyledim ve yanıldım. Ancak ABD’yi yöneten güç odakları bir ara dönemi uygun gördüler, Obama’nın seçilmesini sağladılar ve doğru yaptılar. Obama’nın gelişi mücadelenin süreceği İslam dünyası ve Afrika’ya bir mesajdı ve ABD’nin bunlara düşman olmadığı mesajını veriyordu. Şu anda Afrika’nın birçok yerinde Obama’nın resimleri afiş halinde asılı duruyor ve İslam dünyasında onun Müslüman olduğu söyleniyor. Misyonunu tamamlayan Obama’nın gelecek seçimleri kaybedeceği genel bir kanı.

- Obama’yı derin güç Müslümanlara yaklaşmak için getirdi.

- Obama’yı ABD halkı getirdi. Ben zenci düşmanı değilim dedi. Ben İslam düşmanı değilim dedi. Sermaye bükemediği eli öpüyor.

 

Siyasi projeler halka anlatılmaz. Çünkü karmaşıktır ve günlük hayattaki kavramlarla açıklanamaz. Onun yerine bazı değerler ön plana çıkarılır ve mücadelenin bunlar için yapıldığı söylenir. Günümüzde demokrasi, insan hakları, eşitlik kavramları öne çıkıyor. Geçmişte sömürüye karşı olmak için savaşılırdı şimdi bu, etkili sayılmıyor ve yeni kavramlar kullanılıyor.  

Mücadelede söylenenler bir örtüdür ve halka bunların söylenmesi doğaldır. Bu nedenle medyada demokrasiden başka söz duyamazsınız. Dindar kesimler bile inançları adına değil demokrasi adına mücadele ederler. Yapılanların yanlış olduğunu söylemiyorum. Sadece bugün öne çıkan değerler yarın yerini başka değerlere bırakırsa bugünün kahramanları yarının suçlusu olabilirler. Bugün mahkemelerde hesap verenler geçmişte herkesin hayatına müdahale edebiliyor ve kahraman sayılıyorlardı.

Şimdi Suriye’de ne olacak sorusuna cevap arayalım. Bu ülkedeki sorun demokrasi değildir. Bugüne kadar aynı rejim egemendi ve her yerde olandan daha fazla bir şikayet yoktu. Biz bile bu rejimle dostluğa büyük önem veriyorduk. Şimdi demokrasi arayışı olarak adlandırılan örtüyü kaldırıp gerçeği çıplak görelim.

- Ne Suriye’de ne de başka yerde mücadele edilen demokrasi değildir. Demokrasi asıl hedefi kapalı tutmak için kullanılan araçtır.

- Demokrasiden bahsedenler başka amaçlara hizmet ediyorlar. Kendiliğinden demokrasi gelişiyor.

 

Dünyada yaşanan büyük ekonomik kriz ve bunun Avrupa’yı salgın bir hastalık gibi sarması, Arap Baharı olarak adlandırılan olaylar bir bütünün parçalarıdır ve dünya yeniden şekillenmektedir. Yeni yapı kontrol edilmeyen olayların, her gücün kendi çıkarı için yaptıklarının üst üste gelmesiyle mi oluşacaktır yoksa bir ya da birkaç gücün planladığı bir süreci mi yaşıyoruz?

- Arap baharı ve Avrupa’da üretilen kriz, aynı senaryonun parçasıdır.

- Bize göre ABD’de mağlup olan tekel sermaye dünyayı karıştırıyor. Nereye varacağını kendisi de bilmiyor.

 

Ben dünyanın sahipsiz olmadığını ve büyük güçlerin gelecek için planlar yaptığını düşünüyorum. Bugün ABD ve Rusya dünyanın nasıl şekillendirileceği konusunda anlaşmış görünüyor. Buna göre AB bir bütün olamayacak ve Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bu iki gücün etrafında kümelenecektir. Yeni bir güç odağı olmaya çalışan Çin sınırları içine hapsedilecektir. İran’la yakın ilişki içinde olan Suriye Sünni İslam coğrafyasıyla birleşecektir. Öyleyse oradaki rejimin yıkılması gerekir. Esed yeni durumda iktidarda kalamaz çünkü o Baas ile özdeştir. Yapacağı tek şey eşyalarını toplayıp gitmek ve yerini Sünni bir rejime bırakmaktır.

- Rusya ve ABD yeniden dünyayı dengeleyecekler. AB ve Çin İslam’la dengelenecek. Esed gitmek zorundadır.

- Yeni dünya düzeninde Tekel sermaye etkin olmayacaktır. Adil Düzen etkin olacaktır. III. bin yıl uygarlığı ulusal devletlerin dengesine dayanacak. Süper güçler etkisini kaybedecek.

 

 

Yorum: Askerî Düzen

 

Askerî düzende emir ve komuta zinciri vardır. Trafikte nasıl ışık sonra polis önce ise askerlikte de önce üstün emri ondan sonra kurallar geçerlidir. Hukuk düzeninde ise tam tersidir. Önce kurallar geçerlidir, sonra üstün talimatına uyulabilir. Askerlikte emre uyulur. Hukukta ise içtihada uyulur. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder.

Askerî düzende sorumluluk üste itaat edip etmemek şeklindedir. Ve üste karşıdır. Dolayısıyla bir erin yaptığından genelkurmay başkanı sorumludur. O hukuka hesap vermekle yükümlüdür. Eri cezalandırmak ise komutanların yetkisindedir. Bir katilin cezalandırılması yerine terfi ettirilmesi hükmündedir. Onu katletmekle ülkeyi kurtarmış olabilir. Katledilenin suçlu olması gerekmez o da şehit olur cennete gider. Ölmüştür ama vatanı kurtarmıştır. Kurşunun düşmandan gelmesi veya üstten gelmesi fark etmez. Hasılı askerlikte sorumluluk kolektiftir ve üste karşıdır. Hukuk düzeninde ise sorumluluk şahsidir ve yargıya karşıdır.

Askerî düzenin başka bir özelliği de sonuçtan sorumlu olmadır. Hedefe varmak için kullanılan araçların meşru olup olmaması önemli değildir. Galip gelmişsen haklısın. Kahramansın. Mağlup olmuşsan ölmüşsen şehitsin yaşıyorsan hainsin. Ya istiklâl ya ölümün manası budur. Askerlikte mazeret yoktur. Oysa hukuk düzeninde tam tersidir. Herkes davranışlarından sorumludur. Kurallara uygun davranmışsa sonuç ne olursa olsun kişi haklıdır. Sonuç ortak üründür. Kişiler sonuçtan sorumlu tutulamaz.

Askerî düzenin başka özelliği galip gelenin haklı olmasıdır. Savaşı kazanan kaybedene istediğini dayatabilir. Başkalarının desteğiyle yapamadığı zaman da destekleyenlerin istediğini yapmak durumunda kalır. Mustafa Kemal’in açık ifadesi vardır: Hakimiyet-i milliye ama kuvvây-ı milliye ile hâkimiyet-i milliye. Başkalarının müzaharetini kabul etmemek. Oysa hukuk düzeninde dünya ile yardımlaşma esastır.

Bu sebepledir ki askerlerin sivil mahkemelerde muhakemesi güçtür. Ceza mahkemeleri, idare mahkemeleri, hukuk mahkemeleri, ticaret mahkemeleri ayrılmış da askerî mahkeme ile sivil mahkemenin birleştirilmesi intihardır. Millî intihardır.

Evet Türkiye yaşamak istiyorsa şunları yapmalıdır:

a) Gelecek yılda yapılacak cumhurbaşkanı seçimlerinde devlet başkanı askerlerden biri seçilmelidir. AK Parti buna yanaşmazsa bütün muhalif partiler birleşerek bir asker üzerinde anlaşmalıdırlar.

b) Türkiye 12 bölgeye ayrılmalıdır. Ve 12 ordu oluşturulmalıdır. Ordu komutanlarını başkomutan Cumhurbaşkanı atamalı. Halk kendi bölgesi dışında bölgeden istediği orduyu seçebilecektir. Orada da komutanın kendisi seçecektir.

c) Genelkurmay başkanı orgeneral seviyesinde ama ordu komutanlarından sonra gelmelidir. Her ordu kendi bölgesini kendisi yönetmelidir. Doğrudan başkomutana cumhurbaşkanına bağlı olmalıdır.

d) Orduların bütçeleri bağımsız olmalıdır. Bütçenin beşte biri, gümrükler, askerlik edenlerin askerin olmalıdır. Ayrıca askerler bazı vakıf işletmeleri oradan gelir temin etmelidir.

 

Savaşa girme ve çıkma kararını meclis almalıdır. Ama savaşı askerler yapmalıdır. Askerliğin başladığı yerde hukuk biter, demokrasi biter.

Güçlü ordumuz olmazsa yeni anayasayı yapamayız. Dış dayatmaların ışığında yapılan anayasanın hedefi Anadolu da Müslümanların soykırımına uğratacak bir anayasa hazırlanmış olacaktır. Ordumuzu güçlendirdikten sonra iç ve dış direnmelere karşı koyacak bir milli anaysa hazırlanabilir. Orduyu zayıflatmak değil orduyu güçlendirip Milli iradenin uygulayıcısı güç yapmak gerekir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
14.08.2011
05:42

AK PARTİ 10 yıl önce, bugün kuruldu...

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 10. kuruluş yıldönümü...

14 Ağustos 2001 günü 71 kişinin imzaladığı bir dilekçeyle AKP kuruldu. Aynı gün hâlâ milletvekili olan 53 kişinin partiye katılımıyla Kurucular Kurulu 124 kişiden oluştu...

Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan, partinin kuruluşu nedeniyle 10 yıl önce tam bugün yaptığı tarihi konuşmada, bakın nasıl bir parti ve liderlik vaadinde bulunuyordu. Kendi cümleleriyle aktarıyorum:

Kolektif liderlik...

“- Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne, ‘lider oligarşisinin çöktüğü, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir liderlik anlayışının yerleştiği gün’ olarak geçecek. - Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne her yönüyle şeffaf, seçmenin sorgulamasına ve denetimine açık, yepyeni bir siyasal örgütlenme modelinin kurulduğu gün olarak geçecek. - Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne koltuğa değil, hizmete sevdalı insanların kurduğu AK PARTİ’nin doğum günü olarak geçecek. Kutlu olsun! Ve bugünden sonra Türk Siyaseti’nde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Buna inanın.”

***

Tek adam siyaseti

Son cümleden geriye gidersek sadece Türk siyasetinde değil, Türkiye’de de artık hiçbir şey eskisi gibi değil. - Halka götürülen hizmetlerin kalitesi arttı; ancak en tepedekilerin koltuk aşkı azaldı mı? Hiç sanmıyorum. - Tekelci anlayışa dayanan liderlikten uzaklaşmak ne kelime, tam tersine pekişmiş durumda. AKP içinden ya da dışından, artık Türkiye’de herkes ağzını açmaya çekiniyor. Kolektif akıl şöyle dursun, herkes sadece Tayyip Bey’in aklında ne olduğunu merak ediyor artık.

... ... ...

Başbakan Erdoğan’ın 10 yıl önceki tarihi konuşmasını aktarmaya devam ediyorum: “- Daha en baştan söylemeliyim ki partimiz, kişilikleri hedef alan çirkin polemiklere dayalı bir siyaset anlayışının şiddetle karşısında olacaktır. - Diyaloğa ve hoşgörüye açık, uzlaşmacı ve birleştirici bir dil kullanmayı kendisine ilke edinen partimiz, ülkemizin siyaset ikliminde bugüne kadar yeterince güçlü bir biçimde kök sa-la-ma-mış bir kavram olan ‘dinleme-anlama geleneği’ni hayata geçirecektir. - Demokrasi adını verdiğimiz siyasal sistemin uzun ve sancılı doğuş sürecine, çağını aşan görüşleriyle değerli katkılarda bulunmuş bir düşünür olan Voltaire’in şu etkileyici deyişi, bu zorlu yolda ciddi kılavuzlarımızdan biri olmaya adaydır: ‘Sevgili dostum, sizin görüşlerinize katılmıyorum. Ancak bu görüşlerinizi rahatlıkla ifade edebilmeniz için canımı bile vermeye hazırım.”

Erdoğan’ın konuşmasından aktaracağım şu son 2 cümlenin yorumunu ise sizlere bırakıyorum:

“- Kurmuş olduğumuz bu yeni siyasi partide asla bir LİDER DİKTATORYASI oluşmayacaktır. Lider, katılımı ve kolektif düşünmeyi esas alan ve sonucuna uyan bir liderlik anlayışı içinde hareket edecektir. - Partimizin Türk siyasi hayatına getireceği diğer öncü bir tavır ise siyasetçilik makamını bir kolay servet ve imtiyaz elde etme aracı olarak görme hevesine son verecek oluşudur.”

...

!!!

???

...

"ADİL DÜZEN SİYASETİ"

diye haykırasım geliyor...

"EY ADALET, NERELERDESİN...???...!!!..."

Reşat Nuri Erol
14.08.2011
06:03

"

Adalet

" ve "Kalkınma" Partisi 10 yıl önce kuruldu ya...

RTE 10 yıl önce: “- Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne, ‘lider oligarşisinin çöktüğü, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir liderlik anlayışının yerleştiği gün’ olarak geçecek." dedi ya...

Soruyorum:

- EY KOLEKTİF AKLIN TEMSİLCİSİ LİDERLİK, NERELERDESİN...???...!!!...

- Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne her yönüyle şeffaf, seçmenin sorgulamasına ve denetimine açık, yepyeni bir siyasal örgütlenme modelinin kurulduğu gün olarak geçecek.

Soruyorum:

NERDEEEE...???...!!!...

- Bugün Türk Siyaset Tarihi’ne koltuğa değil, hizmete sevdalı insanların kurduğu AK PARTİ’nin doğum günü olarak geçecek. Kutlu olsun! Ve bugünden sonra Türk Siyaseti’nde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Buna inanın.”

Soruyorum:

NERDEEE...???...!!!...

***

RTE devam ediyor ve diyor ki: “- Daha en baştan söylemeliyim ki partimiz, kişilikleri hedef alan çirkin polemiklere dayalı bir siyaset anlayışının şiddetle karşısında olacaktır."

Soruyorum:

NERDEEE...???...!!!...

- "Diyaloğa ve hoşgörüye açık, uzlaşmacı ve birleştirici bir dil kullanmayı kendisine ilke edinen partimiz, ülkemizin siyaset ikliminde bugüne kadar yeterince güçlü bir biçimde kök sa-la-ma-mış bir kavram olan ‘dinleme-anlama geleneği’ni hayata geçirecektir."

Soruyorum:

NERELERDE O DİNLEYENLER VE ANLAYALAR...???...!!!...

RTE konuşmaya devam ediyor ama uygulamaya gelince yok, yok, yok:

- "Demokrasi adını verdiğimiz siyasal sistemin uzun ve sancılı doğuş sürecine, çağını aşan görüşleriyle değerli katkılarda bulunmuş bir düşünür olan Voltaire’in şu etkileyici deyişi, bu zorlu yolda ciddi kılavuzlarımızdan biri olmaya adaydır: ‘Sevgili dostum, sizin görüşlerinize katılmıyorum. Ancak bu görüşlerinizi rahatlıkla ifade edebilmeniz için canımı bile vermeye hazırım.”

Soruyorum:

NERELERDE O RTE VE AK PARTİLİLER...???...!!!...

***

RTE konuşuyor da konuşuyor ama uygulama yok! “- Kurmuş olduğumuz bu yeni siyasi partide asla bir LİDER DİKTATORYASI oluşmayacaktır. Lider, katılımı ve kolektif düşünmeyi esas alan ve sonucuna uyan bir liderlik anlayışı içinde hareket edecektir. - Partimizin Türk siyasi hayatına getireceği diğer öncü bir tavır ise siyasetçilik makamını bir kolay servet ve imtiyaz elde etme aracı olarak görme hevesine son verecek oluşudur.”

Soruyorum:

NERDE.. NEREDE.. NERELERDEEE...???...!!!...

***

Ve haykırıyorum:

"EY "ADALET"

EY "KALKINMA"

ve

EY "YUKARIDA VERİLEN SÖZLER"

NERELERDESİNİZ...???...!!!...

Son SORU:

"MÜSLÜMAN YALAN SÖYLER Mİ...???...!!!..."

ziya küçük
14.08.2011
12:25

Özür dilerim, cevaplar yayınlandı mı? Buraya konacağını söylemişti Lütfü Bey.

Süleyman Karagülle
14.08.2011
13:34

Ziya Küçük'e, Lütfi Hocaoğlu yazıyı hatırlattı ben de okudum. Yazıyı okuyup kendiniz değerlendireceksiniz. Yoruma kendi yorumunuzu koyacaksınız. Biz İslamiyet'i, Kuran'dan kendi yorumlarımızla öğreniyoruz. Siz de katılın. Birlikte Kuran'ı yeniden anlayalım. Bir yazar seçerek yorumcu yazar olunuz. Kendi beyninizde oluşan soruları tartışalım selam. Süleyman Karagülle

-Yani, Müslümanların ''Eşitlik her zaman adalet değildir'' cümlesi doğru bir cümledir, ancak kullandıkları örnekler ve kıyaslar yanlıştır.

Canlı, canlı doğar, gelişir yaşlanır ve ölür. Bu arada kendisinden sonra kendisinin yerini koyacak başka canılar oluşturur. Kendisi ölür ama nesli yaşar.

Birisi birden fazla yavru yaptığı için çoğalırlar. Başlangıçta tek bir hücre yaratılmışken şimdi dünyayı doldurmuşlardır. Nesilde dejenerasyonu önlemek için tüm canlılar çift yaratılmıştır. Erkek ve dişi. Bunlar çiftleşerek çoğalırlar. Bozuk olan tarafları atarlar ve kendilerinden sağlam yavru meydan getirirler. Ayrıca erkek ve dişi aralarında iş bölümü yaparak hayatlarını sürdürme imkanın bulular.

Kadın çocuk doğurup onu emzirmekle yükümlüdür. Erkek ise nafaka temin edip aileyi savunma ile yükümlüdür. Erkekler çocuk doğurup emziremezler. Kadınlar da erkekler kadar iş yapamazlar ve savaşmazlar.

Kadın hakları, erkek hakları, çocuk hakları diye bir kavram yoktur. İnsan hakları vardır. İnsan borçlu ve alacaklı olur. Bu sayede yaşayabilmekte, çalışabilmekte, çoğalabilmekte ve istediğini yapabilmektedir. Her hak bir başkasının borcu demektir. Herkes topluluğa borçlanarak doğar ve gelişir. Olgunlaşınca çocuklar yetiştirerek borcunu öder. Olgunken yaşlılara bakarak alacaklı olur, yaşlanınca da alacağını gençlerden tahsil ederek tamamlar.

Borç alacak ilkesinde insanlardan ancak yapabilecekleri şey istenir. İnsanlara ihtiyaçları kadar verilir. Ayrıca çalışanların çalıştıklarından dolayı bir hakları vardır. İşte insan hakları bunlardır. İnsanlar eşittir. Eşit haklara sahiptirler. Adam öldürene aynı cezayı veriyoruz. Kadın öldürdün, çocuk öldürdün demiyoruz.

- Dil, din, ırk, cinsiyet, siyasi görüş, cinsel tercih…vs gibi insanın profilini çizen hiçbir özellik de bu maddenin dışında değildir.

Dil, din, ırk, cinsiyet, siyasi görüş, cinsel tercih, bunlar varsa biz yok saysak da onlar vardır. Hak ve görevler bu farklılıklarından dolayı farklıdır. Bu farklılık olduğu için topluluk vardır. Hayat vardır. Hukuk insanlar arsındaki bu farklılıklardan doğan hak ve görevleri düzenleyen bir sistemdir. Bu sebepledir ki eşitlik değil adalet vardır. Biri borçlu ise diğeri alacaklı olur. İkisi borçlu olamaz. İkisi alacaklı olamaz. Eşitlik yoktur. Sadece borçlu borcu ödemekle, alacaklı da alacağını almakla yükümlü oldukları için adalet vardır.

-Mirasta kadın erkek eşitliği yoktur.

Canlıların iki görevi vardır. Biri yaşamak diğeri neslini devam ettirmek. Canlılar neslini devam ettirmeyi kendi hayatlarına tercih ederler. Ölüm yenilere hayat imkanı sağlamak için vardır. İnsanın da iki görevi vardır. Yaşamak ve nesli devam ettirmek. Mirasın iki anlamı vardır: a) Yaşayanlar, birbirine dayanışma ve yardımlaşma zorundadırlar. Anne baba çocuğa bakacak, çocuklarda büyüyünce anne babalara bakacaklardır. Hayatta bu yükümlülüklerden dolayı biri öldüğü zaman diğerine varis olurlar. Bu mirasta kadın erkek eşittir. Anne baba eşit miras alır. Anadan kardeşler eşit miras alır. Hatta ana mirası kıyas yoluyla eşit paylaşılır. Karı koca 1/6 olarak eşit miras alırlar. Boşanma tazminatı olan mihir ölüm halinde boşanma olmadığı için iade edilmelidir. Bu, sıkıntılı durumlar doğurabilir. Bu sebeple kadın ölmüşse aldığı mihri iade etmez, almamışsa alır, buna karşılık miras altıda birden dörtte bire çıkar. Erkek ölmüşse mihri kadın vermez, almamışsa alır, buna karşılık miras dörtte bire düşer. Bu miras yakın varsa uzağa gitmez. Babası varsa dedesi miras alamaz. Oğlu varsa torunu varis olamaz. b) Mirasın ikinci alanı ise nesil yetiştirmedir. Yani ocağı yaşatmadır. Bu görevin hizmet kısmı kadına, mali kısmı ise erkeğe yüklenmiştir. Çocuklar ana babalarının miras sahibi olurlar. Çünkü onlar evlenir ve çocuk yetiştirirler. Hizmet yapmak için paraya ihtiyaç yoktur. Sadece yaşamaya ihtiyaç vardır. Oysa erkekler bir taraftan kadınlar gibi yaşamak içim maddi imkanlara sahip olmak zorundadırlar. Diğer taraftan kazanıp ailenin nafakasını temin etmek içinde sermayeye ihtiyaçları vardır. O sebeple erkek çocuk kadının iki mislini alır. Çocukları olmayanların yerine aslen baba, onlar da yoksa kardeşler çocuklar yerine geçerler. Tartışma konusu erkek kadın eşitliği olamaz. Hiçbir varlık diğer varlığa eşit değirdi. Adalet var mı yok mu ona bakarız. İslamiyet'i eleştirenler, adil olmadığını söyleyebilirler. Gerçek şudur ki içtihatlarda adil olmayan hükümler mevcuttur. Ama Kuran'da böyle bir hüküm yoktur. İslam deyince sadece Kuran'ın hükümlerini anlamak gerek. Diğerleri Kuran'ı anlamak için araçlardır.

- Zaten evlilikte benim senin yoktur, kadın kendi parasından çocuğuna, evine, evin borcuna, eşinin borcuna...vs harcamıyor mu ? erkeğe kadına bakması söylenmiyor, itaat etmeyen kadının dayak yemesi meşru görülüyor… ''erkekler mallarından harcadıkları için ve üstün o de kadın hep düşük pay alıyor. kadın erkek egemenliğinde olmak istemiyor olabilir, işlerde zorla çalıştırılmamalıdırlar., üstelik insan hakları ve eşitlik söz konusu olduğunda menfaat ön plana çıkmamalıdır. Kuran tam da 1400 yıl önceki insan kafası ve Arap adetlerine göre erkek egemen bir toplum dizayn etmiş. ‘’eğer kadınlar itaatsizlik ederse’senin bu avantajların kadını sıkabilir, Zinadan dolayı evden çıkarılması bence de iki nedenden daha mantıklı görünüyor: 1 ) Kadın iddet sayıyor ise, iddetin amacı da İddet zamanı keyfi olarak belirlenmiş,. Bu konuda erkeğe yetki veriyor Kuran, ''onları evden çıkarmayın'' diyor. kadının hamile olup olmadığı çok daha hızlı şekilde anlaşılıyor)

Roma hukukunda ailenin kişiliği vardı. İslamiyet'te ve bugünkü batı hukukunda ailenin tüzel kişiliği yoktu. Aile birlikte yaşama ve çocuk yetiştirme ortaklığıdır. Bedeni hizmetleri ve işleri kadın yapar. Mali yükümlülüğü ise erkek taşır. Bu sebepledir ki erkek çok fakir, kadın çok zengin olsa, yine de evin masraflarını erkek karşılar, karşılayamazsa erkeğin erkek akrabaları karşılar. Ev işeri de kadına aittir. Yapamazsa kadının kadın akrabaları yardım ederler. Hukuk kendi varsayımları içinde değerlendirilir. Mihir yoksa karı koca eşit miras alırlar. Nafakaya kadın da iştirak ediyorsa o zaman kız ve erkek çocuklar da eşit miras alırlar. Hangisi doğrudur? Herkesin fıkhi mezhebi vardır, özel hukukta o mezhebe göre hükmedilir. Her bucağın kendi şeriatı vardır. Kamu hukukunda bucak icmaları ile hükmedilir. Kişiler bucaklarını değiştirme hak ve hürriyetine sahiptir. Devlet göç edenin taşınamaz mallarını değer fiyatla satın almak zorundadır. Kuran hükümler koyar. Ama zorlamaz. Düzende zorlama yoktur. Kadının tüm maddi giderlerini erkek karşılar. Hizmetleri ise kadın akrabaları yaparlar.

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ

Erkekler, kadınların işlerini görürler. Onların kayyumudurlar. Çünkü erkeklere daha çok mal kazanma imkanı verilmiştir. Erkekler ailede mallarını harcayarak onların işlerini görüler.

Burada Bi harfi tekrar edilmiştir. Birinci bi ile ikinci bi ayrı manadadır. Bu Arapçada kuraldır. Yoksa ikincisinde bi iade edilez sadece ma gelirdi. Birincisi sebebiyet bi'sidir. İkincisi ise istiane bi'sidir. Hakim olma vardır. Kayyum olma vardır, bir de hadim olma vardır. Hakim olanda işleri yapan işleri yapılandan üstündür. Hadim olanda iş yapan iş yapılandan aşağıdır. Kayyum da ise iş yapanla iş yapılan eşittir. Bu ayette kadın erkek eşit kabul edilmiştir. Koca bu görevleri yaparken kadından bir şey isteme hakkı yoktur. Çünkü o Allah'ın verdiğini harcamaktadır. Kadın da Allah'ın verdiği ile çocuğu büyütmektedir.

Hukuk menfaatlerin dengelenmesidir. Hukukta menfaat aranmaz demek mantıksızdır. O hukukun değil dinin konusudur. Bu ihsandır. Arap adetidir diye dalga geçilmez. Bir şey adet olduğu için atılmaz, adet olduğu için de alınmaz. Bir şey Arapların adetidir diye almayacak mı idi? Siz de çağın modasına uyarak ahkam kesiyorsunuz. Çağın modası olduğu için alınmaz. Çağın modası olduğu için de atılmaz. Hükümlerin hikmetlerini tartışırız, menşelerini değil.

Erkek müminler, askere giderler, kendi komutanlarını kendileri seçerler. İstedikleri zaman komutanlarını değiştirirler. Askeri emir komuta zinciri içinde üstlerin astlara zorlama yetkileri vardır. Suç işleyen birini hukuk kuralları değil de iki tokat atarak cezalandırabilirler. Ast üstünü değiştirirse tokat atana davacı olur ve tazminat alabilir. Ama üstünü değiştirmezse dava açamaz.

Sivil yönetimde böyle değildir. Üst asta emredemez, zorlayamaz, ceza veremez.

Kadınlar askere gitmezler, bedel de ödemezler. Ama kadınlar da erkekler gibi siyasi haklara sahip olurlar, seçme ve seçilme haklarını elde ederler. Bunun için askerlik yapan bir erkeği kendilerine komutan seçerler. Bu, babaları kardeşleri, kocaları olabildiği gibi halkın tabiri ile yedi yabancı da olabilir. İşte bu kendi seçtiği komutanın onu azarlama yetkisi vardır. Komutanını değiştirerek tokat atana davacı olabilir.

Kadın rahim taşımaktadır. Rahim kadına topluluğun emanetidir. Onu bir iddet içinde ancak bir erkeğe ortak edebilir. Yakınlarına ortak edemez. Yakınların kimler olacağının belirlenmesi için de gizli ilişkide bulunamaz. Erkek eğer kendine hakim olamayacaksa onun cezası bucaktan sürmedir. O bucağa giremez. Kadın kendisine hakim olamayacaksa bucaktan sürülemez. Ona komutanı sahip çıkar. Mahkeme kararı ile kadın komutanın izniyle hareket eder. Bunun karı koca arasında bir alakası yoktur.

İddet keyfi olarak belirlenmemiştir. Hayız olan kadınlar için üç hayız müddeti konmuştur. Bu sadece hamile olup olmadığının anlaşılması için değildir. Bu arada barışabilirler. İddet gören kadınlar için üç ay konmuştur. Kocası ölen kadınların iddeti daha uzundur. Bu arada kocasını unutsun, yeni kocası ile daha iyi geçim sağlasın diye 4 ay 10 gün gelişi güzel konmamıştır. 4 ay 10 gün 128 gün eder bu da 2, 4, 8, 16, 32, 64 ve 128 standartları içindedir. Ayrılık önce hasreti artırır. 128 gün sonra ise artık hasret azalmaya başlar. Yaratan müsaade edin biraz senden fazla bilsin. Kadınların evden çıkmayacaklarına dair bir hüküm yoktur. Kadın erkek gibi her zaman evden çıkar, her işi yapabilir. Sadece kısıtlı kadınlar komutanlarına bilgi vermek zorundadırlar. Kuran'da sadece evden çıkmak istemezlerse çıkarmayın diyor. Yoksa onları hapsedin manasında değildir.

Bir kadının iki erkekle birleşmesi hormonlarda çatışma meydana getirmektedir. Hatta AIDS virüsü böylece yayılmaktadır. Bir kadının başka erkekle buluşmasın için birleştiği erkeğinin hormonlarının boşalması gerekir. Bir kaba yeni yiyecek koymak için eskisini boşaltır, yıkar ondan sonra koyarsın. Kuran diyor ki küfredenlere anlatsan da anlatmasan da inanmazlar. Çünkü onlar peşin hükümlüdürler. Ben bu cevapları onu yazana vermiyorum, siz okuyuculara anlatıyorum.

"Boşanma iki defadır. Kuran’a göre evladın sahibi erkektir, Annenin de 2 sene emzirme hakkı vardır, ancak babayla ( İslam hukukuna göre çocuğun sahibiyle ) ücret konusunda anlaşmalı.

Boşanma erkeğin de hakkıdır, kadının da. Sadece kadınları korunak için erkek boşadığı zaman mihri ödemek zorundadır. Kadın boşadığı zaman mihri sadece iade eder. Yani kadın kocasını her zaman hiçbir şey vermeden boşayabilir. Erkek ise mihri vererek boşayabilir. Kadın haksızsa erkek mihrin bir kısmını geri alarak boşar. Koca haksızsa kadın mihri alarak boşayabilir.

Çocuk emzirme görevi annendir. Kocadan ayrıca bir şey isteyemez. Emzirme müddeti iki senedir. Taraflardan biri razı olmazsa emzirme zorunluluğu vardır. Hatta karı koca anlaşsalar bile çocuk için zararsa diğer akrabaları kadına süt vermesi için mahkeme kararını aldırabilirler.

Çocuk süt anneye verilecekse ikisinin rızası gerekir. Süt anneye ödenecek meblağ mali olduğu için bu erkeğe ait olur. Yani koca kadına süt anneye verilmesine rıza göstermeyebilir. Ama gösterse masrafları erkeğe ait olur. Bunlar açık oturumda tartışılmalıdır.

Boşanmayla ilgili tüm analizleri de yaptık.

İnsanlar akit yapma hakkına sahip oldukları gibi akitleri her zaman sona erdirebilirler. Ne var ki bazı akitlerin sona erdirilmesi kolay değildir. Örnek olarak bir başkan ittifakla seçilir. Ondan sonra artık onu başkanlıktan çıkaramazsınız. Ama buna da kolaylık sağlanmıştır. O ocağı veya o bucağı terk edersiniz, hicret ederek başkanınızı değiştirebilirsiniz. İl başkanları, taşra bucaklarının başkanları değildir. Ülke merkez bucağı başkanları da öyle. Hakemleri değiştiremezsiniz. Ancak o bucaktan hicret eder ve hakem kararlarının infazını durdurabilirsiniz. Evlilikte de geri dönüş zorlaştırılmıştır. Erkekler mihir vermek zorundadırlar. Kadınlar da iddetlerini beklemek zorundadır. Bir de iki defa evlenmiş, boşanmış, üçüncü defa evlenmiş ve boşanmışsa aynı erkekle dördüncü evlilik yapamaz. Ancak başka erkeğe gider ve boşanırsa tekrar eski eşiyle evlenebilir. Görülüyor ki boşanma doğal haktır. Başkasına zarar vermeyecekseniz istediğinizi yapabilirsiniz. Bir kadının iki erkekle evlenmesi zarardır. Hem kendilerine hem de doğacak çocuğa zarardır. Ama bir erkeğin bir kadından daha fazlasıyla evlenmesinde kimsenin zararı yoktur. Olsa olsa eski karısının bazı rahatsızlığı olur. O da mihrini alır gider, bulabilirse yeni kocadan yeni mihir alır. Bulamıyorsa o kocada evlenemeyen kadınların hakkı vardır. Anlaşılan şudur ki İslamiyet'le ilgilenmiş ama İslamiyet'i anlayamamış. Onun gibilere iki şey tavsiye ederim.

1. Bir kitabı okurken peşin fikirli olmayın. Önce onun ne dediğini doğru anlayın, sonra da size göre doğru olanı alın, yanlış olanları da atın. Kuran bunu tavsiye ediyor. Sadece bu sözü bile Kuran'ın 1400 sene evvelki masallardır denmesine manidir. Her söze kulak verirler, en güzeline hemen uyarlar demektedir.

2. Kuran'ı siz okuyup anlamaya çalışın. Razinin kazinin söylediklerini Kuran kabul etmeyin. Sizin bilgilerinize uygunsa ona sahip çıkın. Akevler.org daki seminerlere katılın. Okuyun, orda tartışalım. Binlerce sene önceki yorumlarla Kuran'ı değerlendirmek Kuran'ı kabul etmemek demektir. Peşinen kabul etmemek demektir. Ben Allah'ın sözüyüm diyor. Önce bu husus tartışılmalıdır. 250 sayfalık Kuran mucizesi kitabımızı Reşta Erol'dan temin edebilirsiniz. İnternetten gönderebilir.

Zinet fitri ve suni zinetleri içerir

Öncelikle Kuran hükümler kitabı değil, deliller kitabıdır. Zaman ve mekana göre içtihat edilir ve kendileri hukuk sistemini oluştururlar. Buna fıkıh denmektedir. Kuran'ın ilk fıkhı bundan1000 sene önce 400 sene içinde tedvin edilmiştir. Kuran'a sünnete, icmaa ve kıyasa dayandırılmıştır. Fıkıh usulü oluşturmuşlardır. O günkü içtihatların modası geçmiş, uygulanamaz olduğunu söyleyenler vardır. Bu doğrudur. Onu bırakıp batı hukukunu almalıyız diyenler vardır. Türkiye 300 yıldır bu saplantı içinde, bu yanlıştır. Ne 1400 sene önce oluşturulmuş fıkıh bizim sorunlarımızı çözer ne de 500 yıldır batıda oluşan roma hukuku ve İslam fıkhı arası fıkıh bizim sorunlarımızı çözer. Biri uzak, biri yabancı. Biz İslam'ın usulü fıkhını, batının matematiğini öğrenerek yeni fıkıh oluşturmalıyız. Kuran diyor ki Kuran'dan iyisini getrin ben uyayım de diyor.

Yazıya kısaca değindim. Bu konuları tam kavramanız için www.akevler.org çalışmalarına, bilhassa Kuran seminerlerine katılmak gerekmektedir.

ziya küçük
14.08.2011
16:35

Teşekkür ederim ilginize ,

Ben sitenizi bu bilgileri alıntıladığım sitede , sizin siteyi referans gösteren birinden öğrendim. Oraya yazdıkları mantıklı gelmişti. Ondan size döndüm. Şİmdi bunları aktaracağım oraya fakat kopyalama yapamıyorum.

Ayrıca yazılanların bazılarını anlayamadım, bucak , ocak vs.

ziya küçük
14.08.2011
16:56

Ana baba mirastan eşit pay alır ne demek? Anadan kardeşler eşit alır , onu da anlamadım?

Örnekle açıklayabilir misiniz?

Yarı yarıya paylaşım hususundaki sıkıntı da şu zaten, neden erkeğe bu görev yüklenmiş kadın da evin mali sorumluluklarını yüklenmiş durumda olmalıdır. Eğer böyle ise ne diye yarısını alsın ki?

Süleyman Karagülle
14.08.2011
17:44

Kopyalamak için CTRL ile beraber C tuşuna veya CTRL ile beraber INSERT tuşuna basarsanız kopyalayabilirsiniz.

Ocak apartman yönetimine benzeyen 10'a yakın aileden oluşan topluluktur. Kuran'da aşiret olarak geçer. 5 vakit namaz burada kılınır.

Bucak ise 3.000-10.000 arası nüfusu olan topluluklardır. Kuran'da karşılığı kabiledir. Cuma namazzı burada kılınır.

Ölenin annesi ve babası ölen çocuklarının mirasından 1/6 şar pay alırlar. Yani baba erkek olarak annenin iki mislini almaz.

Çocukları ve anne-babası olmayan kimse (Kelale) ölürse anneden kardeşler erkek-kız fark etmeden eşit pay alırlar. babadan kardeşler ise soyu devam ettirdikleri için erkekler kızların iki mislini alır.

Erkek kadının işini yapamadığı için (çocuk doğurup süt veremediği için) mali sorumluluk erkeğin üzerinedir. Mali sorumluluğa kadın ortak olsaydı kadına haksızlık olacaktı. Hem çocuk büyütecek, besleyecek hem de mali yükümlülüğü almak zorunda olacaktı.

ziya küçük
14.08.2011
18:02

"İşte insan hakları bunlardır. İnsanlar eşittir. Eşit haklara sahiptirler. Adam öldürene aynı cezayı veriyoruz. Kadın öldürdün, çocuk öldürdün demiyoruz. "

"Dil, din, ırk, cinsiyet, siyasi görüş, cinsel tercih, bunlar varsa biz yok saysak da onlar vardır. Hak ve görevler bu farklılıklarından dolayı farklıdır. Bu farklılık olduğu için topluluk vardır. Hayat vardır. Hukuk insanlar arsındaki bu farklılıklardan doğan hak ve görevleri düzenleyen bir sistemdir. Bu sebepledir ki eşitlik değil adalet vardır. Biri borçlu ise diğeri alacaklı olur. İkisi borçlu olamaz. İkisi alacaklı olamaz. Eşitlik yoktur. Sadece borçlu borcu ödemekle, alacaklı da alacağını almakla yükümlü oldukları için adalet vardır. "

Birinci paragrafta insanlar eşittir ifadesi var ikinci paragrafta eşitlik yoktur ifadesi var , aradaki fark nedir?

Reşat Nuri Erol
15.08.2011
04:32

Deveye sormuşlar, "boynun neden eğri" diye...

Deve, "nerem doğru ki" diyerek cevap vermiş...

Okuyunca hayret ettim...

Hem Yeni Şafak'ta, hem de AKP'nin danışmanı olan yazarı Prof. Yasin Aktay yazmış...

Bana, biraz deği,l yazmada çoook geç kalmış gibi geldi ama yine de yazmış...

Nihayet biri çıkıp

bizim

hep yazdığımızı/hatırlattığımızı sorgulamış...

Yazının başlığı:

AK Parti için "

ADALET

" zamanı...

Prof. Yasin, yazının bir yerine diyor ki:

"AK Parti'nin muhafazakar demokratlığı işlediği kadar "

ADALET

" temasını işlememiş olması, örneğin bu konuda ne bir çalıştay ne bir sempozyum düzenlememiş olması hayret vericidir..."

Yazının tamamını okumanızı tavsiye ederiim...

Yani...

Adında

"ADALET"

kelimesi olan 10 yıllık bir parti,

ADALET ile ilgili uygulamalar

bir yana; bir "çalıştay" bir "sempozyum" bile düzenlememiş/miş; sayın prof/yazar buna hayıflanıyor...!!!

Başa dönerek deve örneğini ve nersinin doğr-eğri olduğunu hatırlarsak; AK Parti danışmanı prof/yazar'ın başta

"ADALET"

olmak üzere, partideki pek çok eksikliği/eğriliği

10 yıl sonra

hatırlayıp hatırlatması, bana bir şarkıdaki sözleri hatırlattı:

Daha önce nerelerdeydiniz...???...!!!...

Ve's-selam...

Lütfi Hocaoğlu
15.08.2011
10:34

'İnsanlar eşittir. Eşit haklara sahiptirler.' yerine 'İnsanlar hukuk karşısında eşittir, eşit cezalara çarptırılırlar' olacak.

ziya küçük
19.08.2011
11:55

Yazınız siteye eklenmiş , en çok şu kısma eleştiri geldi. AIDS'ın hormon çatışması ile geçeceğini söylemeniz hatalı görülmüş. Diğerleri dediğiniz gibi önyargılı yaklaşımlar, kadının çocuk doğurması ve bakması aşağılık bir davranışmış gibi algılanıyor. Teknolojini bu kadar geliştiği ortamda kadın-erkek ayrımı olmadan her türlü işin yapılabileceği düşüncesi var. Bazı noktalarda bende katılıyorum bu düşünceye.

"Bir kadının iki erkekle birleşmesi hormonlarda çatışma meydana getirmektedir. Hatta AIDS virüsü böylece yayılmaktadır. Bir kadının başka erkekle buluşması için birleştiği erkeğinin hormonlarının boşalması gerekir. Bir kaba yeni yiyecek koymak için eskisini boşaltır, yıkar ondan sonra koyarsın" (eleştirilen kısım)





Sayı: 113 | Tarih: 14.08.2011
Mahir Kaynak
Askerî vesayet
Askerî düzen
2069 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Bravo Başbakan'a
Somali'ye palyatif yardım
1791 Okunma
10 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Müstehcen Seks ve Şehvet Azgınlıkları
Doğrular Anlatılmalı
1214 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Maalesef bildiğimiz gibi değil!
Bakış Açısı
1086 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Taşgetiren
Başbuğ ne yapacak?
Ordu vs İktidar
1067 Okunma
Zübeyir Erol
Zülfü Livaneli
yaşam tarzı
medeniyetler ve kültürler
1019 Okunma
Ali Bülent Dilek