Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 300
NİSÂ SÛRESİ 63-65.AYETLER TEFSİRİ
18.04.2005
1763 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   300

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi           15-18 Nisan 2005           Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     300. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 25

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللَّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلًا بَلِيغًا(63)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا(64) فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا(65)

أُوْلَئِكَ (EuLAEıKa)  “İşte onlar”

Türkçede bu, şu, o işaret sıfatlarıdır, ben, sen, o da zamirdir; o kelimesi hem zamir hem işaret sıfatıdır. Arapçada ise işaret sıfatı ile zamir farklıdır. “Ulâike” onlar demektir. Türkçede işaret sıfatı ile zamiri ayırmamız için başta “işte” sözünü ekliyoruz. Beliğ Türkçede eklenmeden söylenmelidir.

Ulâ” onlar; “Ulâke” şunlar; “Ulâike” de onlar demektir. Sonundaki “Ka” muhataba göre Ka, Ki, Kuma, Kum ve Kunne olarak değişir. İşaret olanlarla bir ilgisi yoktur.

Burada işaret edilen kimseler, yaptıklarında kendilerine musibet isabet edince bize iyi niyetli olduklarını yemin ederek iddia edenlerdir. “Adil Düzen” kurulurken karşı tarafta cephe alıp iktidar olunca da hemen bu tarafa geçip yine baş rolde olmaya çalışacak olan kimselerdir. Zalim düzen zalimlerin düzeni olduğu için onların başarılı olmaları gayet tabiidir.

الَّذِينَ يَعْلَمُ اللَّهُ (EalLAÜIyNa YaGLaMu elLAHU)  “Allah’ın ilmettiği kimseler”

Allah’ın ilmettiği kimseler; işte Allah’ın kalblerinde olanları ilmettiği o kimseler.

Türkçede sıfatlar çoğul olarak gelmediği için ‘işte onlar kimseler’ demeyiz de, ‘işte o kimseler’ deriz.

Allah’ın ilmettiği kimselerdir. Allah’ın içlerinde ne olduğunu bildiği kimselerdir. Bizim içlerini bilemediğimiz kimseler demektir. O halde, böyle beyanda bulunanlar gerçekte ihsan ve tevfiki mi murad ettiler, çıkarlarını mı gözettiler, yoksa düşmanlık mı yaptılar, bilmemiz çok zordur.

28 Şubat’ı düşünelim. Asker Refah-Yol hükümetine karşı cephe aldı. Neden? Çünkü ‘Susurluk Olayı’ vardı. Ordu Susurluk Olayı karşısında kendisini savunacak durumda değildi. O zamanki iktidar da bunun istismarını önleyemedi, basına hakim olamadı. Sonunda ordu kendisini savunmak için o günkü hükümeti harcadı. Nitekim sonra aynı zihniyetin anayasa ekseriyeti ile iktidar olması için yollarını açtı.

Benzer olay Mustafa Kemal için söylenir. Batı’nın dayatmasında İslâmiyet aleyhinde inkılâpları tamamladı ama, sonunda bugün 70 milyonluk %99 Müslümanlardan oluşan bir Türkiye bıraktı.

Bunlar gerçekten iyi niyetli midirler, yoksa onlar hain idiler de başaramadılar mı?

İşte bunların kararını biz veremeyiz. Biz bilemeyiz, yalnız Allah bilir.

مَا فِي قُلُوبِهِمْ (MAv FIy QuLUvBıHıM)  “Kalblerinde olanları. Beyinlerinde olanları.”

Kalb” merkez demektir, santral demektir. İnsanda iki ana kalb vardır. Biri göğüste yani cenbde bulunan kanın merkezi olan kalb, diğeri de sadırda yani başta bulunan ve sinirlerin merkezi olan kalb. Burada kastedilen kalb beyindeki kalbdir, yani onların inanışları ve düşünceleri içindeki kalbdir. Beyinlerinde neler olduğunu bizim bilmemiz mümkün değildir. Biz ancak yapılanlara bakar, ona göre hüküm veririz.

Hukukta hüküm başkadır, askerlikte başkadır. Hukukta geçmişte yapılan fiile, şeriatta belirtilen hükümleri uygularız. Hikmete göre değil, illete göre hükmedilir. Şeriat ne diyorsa onu yaparız, sonuçları gözetmeyiz. Oysa, askerlikte kararlarımızı verirken, mahkum ederken, geleceğe bakarız, hikmete bakarız.

Öcalan’ı assak mı ülke için daha yararlı olur, yoksa Öcalan’ı affetsek mi, yoksa hapsetsek mi; ona göre karar veririz. İslâmiyet’te hapis şıkkı kabul edilmemiştir. Ya asarsın, ya da salıverirsin. Bunun kararını da ancak askeri mahkeme verir.

Şimdi böyle “Adil Düzen” gelmeden önce suç işlemiş olan kimselerin durumu ne olacaktır? Kalblerine bakarak mı karar vereceğiz? Hayır! Çünkü kalblerinde olanı sadece Allah bilmektedir. Fiillerine bakarak mı karar vereceğiz? Hayır! Çünkü o zaman hukuk düzeni yoktu. Cahiliye döneminde adil yaşama mümkün değildir. O halde ne yapacağız? İşte bu âyet onun hükmünü koyuyor.

فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ (FaEGRıW  GanHuM)  “Onlardan ıraz et.”

Madem ki onların kalblerinde olanı Allah bilir, o halde onlara ceza vermekten vazgeç. Onların cahiliye döneminde yaptıklarını affet. Cezalandırmaktan vazgeç.

Buradaki ıraz, onlardan uzaklaşmak, onlarla ilgi kesmek şeklinde anlaşılmaz. Çünkü hemen sonra va’zet diyor. Va’zettiğiniz kimseden nasıl ıraz edeceksiniz? Onların mahkemesi askeri yargıda yapılacaktır. Bundan sonra kötü örnek olmayacaklarsa, fitne ve fesada devam etmeyeceklerse, onlara ceza verilmez. Cahiliye döneminde yapılanlar, düzenin zarureti kabul edilir. Hukuk mahkemelerinde savaş suçluları muhakeme edilemez. Savaşın suçlusunu komutan muhakeme eder, savaş bitinceye kadar verilecek cezayı verir.

Kur’an’ın tâbiri ile; harb evzarını va’zettikten sonra artık savaş suçlusu yoktur.

وَعِظْهُمْ (VaGıJHuM)  “Onlara va’zet.”

Onlarla ilgili geçmiş geçmiştir. O zaman kötü niyetle yapmış olsanız bile, şimdi tevbe etmiş iseniz, mutlak surette affolunacaksınız. Bazı yaptıklarınızın cezaları mahkemelerce, askeri mahkemelerce verilebilir. Ama artık size eman vardır. Yeni düzeni kabul ettiğinize göre, size dokunulmayacaktır.

Ancak, şunu bilesiniz ki, eğer o pisliklere devam ederseniz, o zaman cezanız kat kat büyük olur.

Onlara baskı yapmadan düzen içinde muti olmalarını isteyeceksiniz. Ayrı ocak kurabilirler, ayrı bucak kurabilirler, ayrı il kurabilirler. Orada istediklerini yapabilirler. Ama meşru olmayan yollardan iktidara talip olmamalıdırlar, hakemlerin kararlarına uymalıdırlar.

وَقُلْ لَهُمْ (VaQuL LaHuM)  “Ve onlara kavl et.”

Va’z” ile “Kavl” arasında fark vardır. Va’zda söylersiniz, ona bilgi verirsiniz, haber verirsiniz, ama onlarla herhangi bir sözleşme yapmazsınız.

Yani, Avrupalılar bizimle müzakere etmeyecekler, sadece ne istediklerini tebliğ edecekler; beğenirlerse alırlar, beğenmezlerse pazarlık yok. İşte bu va’zdır. Biz de onlara böyle söyleyeceğiz. Onlar için biz kendi düzenimizi ve hukukumuzu değiştirmeyeceğiz. Ama onlarla sözleşme de yapacağız, onlarla müzakere de edeceğiz. O da nedir? Kendilerine ait işlerde müzakere yapacağız. Kendi işlerimize onları karıştırmayacağız. Ama onlara ait işlerde ise sözleşme pazarlığını yapacağız.

فِي أَنفُسِهِمْ (FIy EaNFuSıHıM)  “Kendilerinde.”

İşte burada “Lehum/Onlara”dan sonra, bir de “FîEnfusihim/Kendilerinde” demiş olması, kendilerini ilgilendiren işlerde demektir.

Avrupa Birliği kendi işlerinde elbette bizimle pazarlığa girmez. Ancak bize ait işlerde, bizimle olan ilişkilerin nasıl olacağında pazarlığa girecektir. Biz de kendi iç işlerimize onları karıştırmayız.

İşte baştan “Adil Düzen”e karşı olanlara iktidar olduğumuzda uygulayacağımız siyaset bu âyetlerle netlik kazanmaktadır. Onlara Adil Düzenimizden taviz vermeyeceğiz. Siz muhalefet ettiniz ama şimdi biz iktidardayız. Bize katılmak istemiyorsanız; kendi sitenizi, kendi bucağınızı kurun, hattâ kendi ilinizi kurun. Orada siz kendi düzeninizde yaşayın ama bizim düzenimiz mutlaka “Adil Düzen” olacaktır.

قَوْلًا بَلِيغًا(63) (QaVLan BaLIyĞan)  “Kavlı beliğ.”

Adil Düzen”in yerinden yönetimli demokratik düzen olduğu, merkezin illerin iç işlerine karışmayacağı, illerin de bucakların iç işlerine karışmayacağı, verilecek emanda değişiklik yapılmayacağı onlara çok açık bir dille anlatılmalıdır. Adil Düzencilerin esas işi kavlı beliğdir.

Yani, onların tam olarak anlayabilecekleri kadar anlatmadır. İşte bizim şimdiki sıkıntımız budur. Onlara anlatamadık. Neden? Çünkü uygulanmış bir ‘Adil Düzen İşletmesi’ni oluşturamadık.

-Adil Düzen Mü’minleri! Artık iş yapma zamanı hâlâ gelmedi mi? Hâlâ sadece konuşup duracak mısınız? Uygulama adımlarınızı atmayacak mısınız? Mukadderatın gelmesini mi bekliyorsunuz?!.

Bu insanlara göstererek inandırmak zorundayız. Kendi aramızda hakemliği çalıştırdığımız zaman bizim nasıl huzur içinde ilerlediğimizi karşı taraf görecektir. Mü’min olduklarını söyleyenleri rahatsız etmeliyiz. Ne zamana kadar? Bu kavlı beliği enfüslerine söyle emrini yerine getireceğiz. Belediye başkanlarıyla veya diğerleriyle görüşmelerimiz hep bu yüzdendir. Hasan Hacıbektaşoğlu hâlâ İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan buluşma günü alamadı!.. Selahattin Öztürk hâlâ esnafla sohbet imkânı sağlayamadı!..

Olmasını beklemeyeceksiniz. Siz girişeceksiniz. Görüşmezlerse, biz sorumluluktan kurtuluruz. Ama biz görüşme talebinde bulunmazsak, Allah bizler buradaki emri ve kul/söyle emrini yerine getirmemiş oluruz. Adil Düzenci her mü’min görevlidir. Kavlı beliğ yapacaktır.

Kendisi gidip görüşecektir. Önemli yerlerle bizi görüştürecektir. Bu emri ben vermiyorum; bu emri bu âyet veriyor, ‘Kul/Söyle’ diyor. Emir sığasıdır. Hem de hepimize ayrı ayrı emretmektedir.

Ben bunları da aralarla yazıyorum ki, gelecekte bunları okuyanlar nasıl çalıştığımızı bilsinler, nelerle karşılaştığımızı bilsinler. Bir de çalışanlar harekete geçsin istiyorum. 

***

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ (Va MAv EaRSaLNAv MıN RaSuLın) 

“Resullerden hiçbir resul irsal etmedik ki Allah’ın izni ile ona itaat edilmesin.”

Ruysal” sarkıtılan şey demektir. Sonra salınan, gönderilen kimse anlamına gelmiştir.

Resul” haberi ulaştıran demektir. “Nebi” ise haberi alan demektir. Kur’an’dan önce Allah’tan vahiy alıp kitap getirenler ‘nebi’ oluyordu. Bu haberleri insanlara uygulatanlar da ‘resul’ oluyordu. Bazıları yalnız nebi idiler, bazıları ise yalnız resul idiler; bazıları da hem nebi hem de resul idiler. Kur’an’dan sonra hem resul hem nebi olma ortadan kalkmıştır. Artık nebi resul gelmeyecektir. Allah’tan kitap alan anlamında bir nebi de Muhammed aleyhisselâmdan sonra yoktur, bu açıkça bildirilmiştir.

Vahyin yerini içtihat ve icmalar almıştır. Nebilerin vârisleri ise âlimler olmuştur.

Bu husus Kur’an’da bildirildiği gibi; Hz. Peygamber de çok açık şekilde söylemiştir.

1400 senedir nebi gelmemiştir. Kur’an’da risaletin son bulduğuna dair bir âyet yoktur. Ancak Hazreti Muhammed aleyhisselâmdan sonra resullerin yerini alacak kimselerin olacağı hususunda icma vardır. Onlara ‘resul’ değil de ‘halife’ demişlerdir. Hazreti Peygamber de ‘resulün resulü’ demiştir.

Her ne olursa olsun, Allah kıyamete kadar hem resullerin hem de nebilerin işlerini görecek kimseleri görevli kılacaktır. Bu görevlendirme hadiselerle olacaktır. Mesela, Kenan Evren ‘ben devlet başkanıyım’ demiş, herkes ona itaat etmiştir. Biz de ettik. Çünkü Allah iktidarı ona vermiştir. Şimdi bir sorun kalmaktadır. O da; bu hangi seviyede olursa resul olur? Yani, bütün insanlara mı hitap edecektir? Kendi kavmine mi resul olacaktır? Kendi şa’bına yani iline mi, kendi kabilesine yani bucağına mı resul olacak; yani başkan olacaktır?

Kur’an’ın kabul ettiği başkan bucak başkanıdır. Cuma namazını kıldıran başkandır. İl başkanı merkez bucağının başkanıdır. Merkez bucak ümme’l-kuradır. Devlet başkanı da kendi bucağının yani Çankaya Köşkü’nün başkanıdır. Köşk ümme’l-kuradır. Mekke de böyledir. Mekke’nin başkanı Mekke beldesinin başkanıdır. O tüm insanlığın ümme’l-kurasıdır.

Böyle düşündüğümüz zaman, her cemaatin başkanı vardır. Başkana itaat edilir. Bu anlamda Bediüzzaman bir resuldür. Erbakan bir resuldür. Çünkü kendilerine itaat edilmiş ve büyük teşkilat kurmuşlardır.

إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ (EılLAv LıYuOAGa Bı EıoZNı EalLAHı) 

“Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmeyen resullerden hiçbir resul irsal etmedik.”

Resullere yani başkanlara Allah’ın izniyle itaat edilecektir. Semâvâtı ve arzı var eden Allah’ın gönderdiği resullere onun cemaati itaat edecektir. F. Gülen cemaatini düşünelim. İnsanlar hangi silah gücüyle Gülen’e itaat etmektedirler. Demek ki, Allah’ın izni böyledir de ondan.

Adil Düzencilere şimdi kimse itaat etmiyorsa, bunun sebebi de, Allah henüz onlara resul irsal etmedi demektir. Mekke devrindedirler demektir. Daha önce nebiyyun âyetini açıklarken izah etmedik.

Adil Düzen Çalışanları risalet değil, nübüvvet görevini görmektedirler. İlim yapıp içtihat ve icma yapmaktadırlar. Kur’an’dan sonra hükümdarlara kanun koyma yetkisi verilmemiştir. Yani, mezhep oluşturamazlar. Halk onları müçtehit kabul edip onun içtihatları ile amel edemez. Halk kendi seçtiği nebilerin halefi olan âlimlerden birini kendisine müçtehit seçer ve onun fıkhı ile amel eder. Bunun anlamı şudur. Teşri ile icra birbirinden ayrılmıştır. Teşride çoklu sistem gelmiştir. İcra ise tektir. Vahdet-i kuvvanın mânâsı budur. İcrada tek ordu ve tek yargı sistemi demektir. Bu hakemlik sistemini engellemez. Hakem kararlarını icra eden tek güçtür.

Burada “Allah’ın izniyle” demekle, şûranın izni demektir. Bu şunu ifade eder. İlmî Şûra ittifak ettiğinde yeni başkan atayabilir. Eski başkan fahri başkan olur. Genel fıkıh kuralları ve mantık kurallarına göre, “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda müesseseler getirilmiştir. Ama Kur’an’ı yorumladıkça hep onların delilleri bulunmaktadır. Şûranın ittifakla başkanı alabileceği orada hükme bağlanmıştır. Ayrıca, şûra üyelerinden birinin açacağı dâvâda başkan hakemler kararı ile görevden alınmış olabilir. Hakemlerden oluşan yargı hepsinin üstündedir. Hakem kararlarına herkes uymak zorundadır. Çünkü hakem kararları da topluluğun kararları mahiyetindedir. Hakem kararlarına Allah ve resul denmektedir.

وَلَوْ (VaLaV)  “Olmalıydı”

Türkçedeki olmalı idi karşılığıdır. Geçmişte olmamış bir olayda olması gerekeni bildirir. Geçmiş için bu olumsuzluğu ifade eder. Ama gelecek için tavsiye vardır. Belki de emir vardır. Bu da istiğfardır. Kilisede günah çıkarma vardır. Kur’an’da da istiğfar vardır. Burada günah çıkarma anlatılmaktadır. Ne var ki, kilisede din adamı dini yetkilerle günah çıkarır, burada ise siyasi yetkilerle başkan gerekeni yapar.

Demek ki, bu “Lev” gelecekte neler yapmamız gerektiğini bize anlatmaktadır.

أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ (EanNaHuM EiÜ JaLaMUv ENFuSeHuM)

“Onlar nefislerine zulmettiklerinde.”

Onlar nefislerine zulmettiklerinde, sosyal gruplar topluca zulmederler, haksızlık yaparlar. Onların kolektif davranışlarından mağdur olanlar olur. Bu takdirde ne yapılacaktır?

Topluluğun dört rüknü vardır: Sözleşme, Yönetim (Başkan), Bütçe ve İç Müeyyide.

Topluluğun sözleşmesinde suç varsa, şirk varsa, bölücülük varsa, topluluğa katılanlara o topluluktan ayrılmaları, hicret etmeleri duyurulur. Ayrılanlar ayrılmış olur. Onlara kamu davası açılamaz. Sadece mağdur olanlar varsa, onlar özel dava açabilirler. Kalanlara karşı şahsi dava açılır, onlar mahkum edilir ve nefyedilir. Böylece tüzel kişiliği olan bir topluluk dağılmış olur. Sözleşmede değil de, yönetimde bir hata varsa, yönetici muhakeme edilir ve gerekirse yönetici olmaktan yasaklanır. Karışırsa sürülür.

Bazen topuluk kötü niyetli olmaz, ancak yaptıkları zararlı olabilir. İnsanın hata yapması gibi. İşte o zaman istiğfar etmeleri gerekir. Bucakların ve ocakların kapatılması esnasında bu ayrılma tebliği “Adil Düzen Anayasası”nda yer almıştır. Ancak ortaklıklar için yazılmamıştır. Bunu eklemeniz gerekir.

Bu cümle, cümle-i mu’teridedir. “Ve Lev Ennehum Câûke” demektir; “Gelselerdi” anlamındadır.

جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ  (CAEUvKa Fa ıSTaĞFıRu EalLAHe) 

“Gelip Allah’tan istiğfar etmeli idiler.”

Buradaki “Fa” gelmelerinin sebebini anlatır. Allah’tan istiğfar edilecek, Allah’tan afv dilenecek.

Hukuk düzeninde başkanların yasama yetkileri olmadığı gibi afv yetkileri de yoktur. Afv şûraya aittir.

Bugün de buna benzer hüküm vardır. Başkan afv edemiyor, sadece infazı durdurabiliyor. Mahkemeler de vermiş oldukları kararlarından dönemezler. Şimdi afv müessesesinin nasıl çalıştığı anlatılmış oluyor. Sosyal grup, dayanışma ortaklığı başkana başvuruyor. Meclisten afv talebinde bulunuyor. Doğrudan doğruya meclise başvuramıyor. Çünkü meclisin başka bir başkanı yoktur. Meclis başkanı da bucak veya devlet başkanıdır.

Bu hüküm “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer almaktadır. Kur’an içtihadımızı teyid etmektedir. Daha önce aklî delillerle vardığımız hüküm burada naklen de teyid edilmektedir. Tabii ki aksi ile karşılaşmamız her zaman mümkündür. O zaman içtihadımızı değiştirmek durumunda oluruz. İçtihat zaten bu demektir. Beklemeden kararlar almak, sonra araştırarak hata varsa düzeltmek.

Burada ‘sana gelip senden şûranın affetmesini istemelidirler’ deniyor.

وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ (Va iSTaĞFaRa LaHuM eLRaSUvLu)  “Resul onlara istiğfar etti.”

Demek ki, başkan önce istiğfarlarını kabul edecek, sonra onların istiğfarlarına ait talepte bulunacak. Ondan sonra şûraya afv için gidilecektir.

Kur’an’da “Festağfir Lahum” deyimi geçmektedir. Bu meclisten afv talebinde bulunmak demektir.

Başkanın istiğfar etmesi de “Lev” içinde olduğu için sonunda böyle bir talebi yerine getirmek asıldır.

لَوَجَدُوا اللَّهَ (La VaCaDu elLAHa)  “Allah’ı vecd edeceklerdi.”

Buradaki “Allah” âhirette hesaba çekecek Allah olacağı gibi; bu dünyada afv edecek meclis de olabilir. Âhiret mânâsını verdiğimizde başkanların âhirette de istiğfar yetkileri olacaktır demek olur. Ümmete şefaat olarak bunu ifade etmektedirler. Şimdi biz o kelam konusuna girmeyeceğiz. Fıkıhtaki hükümler üzerinde duruyoruz.

“Şûrayı affetmiş olarak bulacaklardı” deniyor.

Buna en iyi misal PKK’lılardır. Pişmanlık yasası çıkarılmaktadır. Oysa, kanun çıkarmadan önce grup teslim olacak, istiğfar edecek, aflarını isteyecek. Hükümet bu isteklerini Meclis’e götürecek. Meclis de genel olarak bunu kabul edecek demektir. Yoksa,  başvurmadan kanun çıkarılamaz. Hata oradadır. Teslim olduktan sonra daima riziko vardır. Katil katlederken ‘ya beni affetmezlerse’ diye düşünmek zorundadır. Onun için baştan garantili afv kişileri azdırır. Teslim oluncaya kadar yapacağımızı yapalım, sonra nasılsa afv var diyecektir.

Genel afv için de durum budur. Hapishanede olanlar, pişman olduklarını beyan edecekler, hükümete başvuracaklar. Hükümet bunların istiğfarlarını değerlendirip Meclis’e sevk edecek. Meclis affederse eder.

Kişilerin mağduriyeti durumunda bu afv yetkisi mağdurlara aittir.

تَوَّابًا (TavVABan)  “Tevvab bulacaklardır.”

Yani, madem ki onlar pişman oldular; düzene, şeriata döndüler, topluluk da onların cezalarını affetmiştir. Mesela, para cezalarına çevirmiştir. Buna karar verecek olan şûradır. Şûra %5’den fazla oy alan parti başkanlarından oluşur. Kararı ittifakla alırlar. Ne var ki, şûra üyelerinden biri hakemlere giderek bu kararı iptal ettirebilir. Ret de yani afvın reddi de karardır. Onun aleyhine de hakemlere gidilebilir. Hakemler istiğfarı yerinde görürlerse afv kararını alabilirler.

رَحِيمًا(64) (RaXIyMan)  “Merhametli tevvab bulacaklardır.”

Bu şöyledir. PKK’lıları ele alalım. 30 000 kişinin ölümüne sebep verdikten sonra istiğfar ediyorlar! Bu istiğfar onları kısastan kurtarır. Öcalan kendisi teslim olsaydı, kısas yapılmaz, diyet cezası verilirdi.

Bugün de PKK’dan teker teker bile gelip istiğfar etseler, yüzlerce insanı öldürmüş olsalar bile kısas yapılmaz, kendilerinden diyet-i galiz istenir. Ödeyebilirlerse öderler; ödeyemezlerse hapishanelere değil, zorunlu çalışma yerlerine gönderilirler. Orası bir bucaktır. Suçlu olmayanların giriş ve çıkışları serbesttir. Orada oturabilirler de, orada çalışabilirler de.

Ancak orada demokratik yönetim yoktur, askeri yönetim vardır. Mahkumlar oradan dışarı çıkamazlar. Borçlarını ödedikten sonra serbest olurlar. Yani, şu kadar sene hapis olma değil de, şu kadar YTL borçlanma sözkonusudur.

Böyle PKK gibi kitleler hâlinde istiğfar edenlere bütçeden yardım yapılarak mağdurların mağduriyeti de giderilir. Zaten devletler mağdurların mağduriyetini katiller teslim olmadan giderirler.

Görülüyor ki, “Adil Düzen”in her konuda adil çözümü vardır.

***

فَلَا (FaLAv)  “Bu böyledir”

Fe” harfi “Ve” harfi gibi atıf harfidir. “Ve” harfine karşı bir kelimedir. Kısmen “Ve” yerine geçer.

“Ahmet ve Mehmet geldi” derler. “Ahmet geldi, Mehmet de” deriz. Veya ‘dahi’ deriz; “Ahmet dahi, Mehmet dahi.” “Ahmet dahi, Hasan dahi, Hüseyin dahi geldi” diyebiliriz. Kırgızlar “Nene” yani “Yine Mehmet geldi” derler. Türkçedeki P harfi ile de P gibi “Geldim dahi gittim” derseniz, geldim ve gittim demek olur. “Gelip gittim” derseniz “Fe” harfini kullanmış olursunuz. Arapça cümle edilir. Az kelime ile çok mânâ ifade usûlünü kullanır. Cümle türleri çoktur. Oysa, mesela İngilizcede kelime bolluğu vardır.

Burada “Fa” yukarıda anlatılanları açıklamaktadır. Neden başkana gelip topluluktan istiğfar edeceklerdir?

Başkanın görevini ifade diyor.

Önce şunu belirtelim ki, İslâmiyet’te merkezî yönetim yoktur. Başkan kendi bucağını yönetir, taşra bucaklarına karışamaz. Orada işlenen davalar da orada görülür. İslâmiyet’te temyiz yoktur.

Burada muhatap olan başkan bucak başkanıdır; yani kendisi ile Cuma namazını kıldığımız bucak başkanıdır. İslâmiyet’te ekseriyet demokrasisi yoktur, hicret demokrasisi vardır. Başkanı beğenmiyorsan o bucağı terk edip gidersin. Mâlî bakımdan asla zarara uğratılmazsın. Devlet oradaki taşınmazları senden alıp peşin öder, hangi bucağa gidersen orada kendin istediğin taşınmazı alır veya yaptırırsın. Böylece bir bucağın nüfusu 3000’den aşağı düşünce o bucak dağılmış olur. Başkan ve şûra üyeleri o bucaktan ayrılırlar, Orada yeni bucak oluşturulur veya bucak komşu bucaklara bölüştürülür. Bucak olarak kalmak isteyenlerin sayısı 3000’i bulursa bucak yeniden oluşmuş olur.

Bir bucakta kalıyorsanız, o bucak başkanına itaat edeceksiniz. Hem onun bucağında kalacaksınız, hem de ona muhalefet edeceksiniz; İslâm düzeninde bu yoktur. Başkan bir şeyi emrettiğinde yapacağınız iki şey vardır; ya o bucağı terk edeceksiniz, ya da itaat edeceksiniz. İtaat eder de bir haksızlığa uğramış olursanız, hakemlere gidebilir, mağduriyetinizi giderebilirsiniz. Ama o anda başkanın emrine itaat edeceksiniz.

Buradaki “” tekit ‘Lâ’sıdır. Başka türlüsü olmaz, bu böyledir demektir. “L” harfi “Beyn” kelimesinin son harfidir. Beyn, çukur demektir. L ve B harfleri çukurun kenarlarını temsil ederler. Dışarıdan içeriye doğru menfi, içeriden dışarıya doğru müsbeti ifade eder. “Mâ” hem olumlu hem olumsuz anlamlara gelir. Türkçede bile böyledir. Gelme, mastar manâsını taşır, aynı zamanda gelme demektir. Burada tekit anlamındadır.

وَرَبِّكَ (Va RabBıKa)  “Rabbin için”

Arapçada karşı tarafı inandırmak için bir dil kuralıdır, bir de yemindir. İnsanlar Allah’a yemin ederler; Allah’ın varlığı nasıl doğru ise benim bu söylediklerim de doğrudur, demektir.

Yeminin hukukta çok önemli özelliği vardır. Normal olarak söylenen cümlelerde söyleyen garanti vermektedir. Kanaatini beyan etmektedir. Yanlış çıkarsa, yanıldım derse sorun biter. Yanılma hatadır, hatadan sorumluluk olmadığı için sözü yanlış çıktı diye suçlayamazsınız. Öyle bir kural kabul ettiğiniz takdirde artık herkes lala kesilir. Ama yemin ettikten sonra yanlış çıkarsa sorumlu olursun. Zararlar doğarsa tazmin edersin.

Mahkemede şahitlik yaptınız, karar verildi. Borçlu olmadığı halde 1000 YTL’yi ödedi. Sonra yanlış olduğu anlaşılırsa artık o alandan tahsil edilmez. Doğrudan şahidin âkilesinden tahsil edilir. Çünkü şahit doğru bildiği şeye şehadet etmeli idi.

İşte insanlardaki yemin müessesesi böyle çalışırken, Allah da kendi yarattıklarına yemin ederek onları şahit tutmaktadır. Burada ise Allah Rabbine yemin etmektedir. Kendi kendisine yemin ediyor. Kendisine değil, sıfatına yemin ediyor. Allah’ın Rab sıfatına dikkat çekiyor ve Rab sıfatı nasıl haksa, öylece başkanın kararlarına itaat de aynı derecede haktır.

لَا يُؤْمِنُونَ  (LAv YuEMıNUvNa)  “Îmân edemezler.”

Türkçede iman etmezler ve iman edemezler olmak üzere ayrı sığalar vardır. Biri, iman etmek istemez ve iman etmez mânâsındadır. Diğeri ise iman edemezler, iman etmek isteseler de iman edemezler demektir.

“FaLâ VeRabbike” bu mânâyı kazandırmaktadır; iman edemezler. Yani, kendilerini güven altına alamazlar. Başkalarını da güven altına alamazlar.

Burada ‘LâYüslimûne’ demiyor, “LâYü’minûne” diyor. Burada emredilen tahkim mü’minleri ilgilendirir. Mü’minler asker olurlar, böylece güven sağlarlar.

Tarihte daima asker sınıfı olmuştur. Savaşanlar hep üstün sınıf olmuşlardır. Bugün de askerler her yerde gizli veya açık olarak hakimdirler. Neden? Çünkü silahları ve disiplinleri vardır. Bir bakarsınız ki onda bir azınlık devlete hakimdir. Ne sayesinde? Örgütlenme sayesinde.

Örgütlenme demek, askeri teşkilat kurup onun disiplinine girme demektir. Bu da serbestlikten ve hürriyetten fedakârlık demektir. Yoksa disiplinsiz ordu olmaz. O halde insanlar ya ‘müslim’ olup hürriyetlerini seçecek, gelişigüzel serbestçe ve rahat olarak yaşayacak, ya da ‘asker’ olacak, disiplin içine girecek ve komutanına itaat edecektir. Tabi ki bu sıkıntıların karşılığında belli ayrıcalıkları olacaktır. Silah taşıyabilecek, siyasi kararlar alırken oy sahibi olacaktır. İslâmiyet silahlı kuvvetlerin üstünlüğünü kaldırmamıştır, ancak demokratikleştirmiştir. İsteyen ‘bedelli’ olur, isteyen ‘nöbetli’ olur. Burada nöbetli olmak tamamen serbesttir. Aksi serbest değildir. Kişi nöbetli iken bedelli hâle gelemez.

حَتَّى يُحَكِّمُوكَ (XatTAy YuXakKıMUvKa)  “Seni hakem yapmadıkça îmân etmiş olmazlar.”

Kendilerini güvene almış olmazlar, nâsın güvenliğini de sağlayamazlar.

Hukuk düzeni ile askeri düzen arasındaki en büyük fark, hukuk düzeninde başkanın emretme yetkisi yoktur.

Hukuka aykırı işler yaparsan hakemlere gidilir, sorunu hakemler çözer. Askeri düzende ise kişi komutanını hakem seçmek zorundadır. Onun verdiği karara da boyun eğme durumundadır. Yani, asker olurken komutanını sen seçiyorsun ama ondan sonra Allah için ona teslim oluyorsun. Beğenmiyorsan, komutanını değiştirirsin ama komutana kayıtsız şartsız itaat edeceksin. Öl derse öleceksin, şehit olacaksın. İşte asker olma bu demektir. Kolay değildir. Ama şerefi de o kadar yücedir. Erler onbaşılarını, onbaşılar yüzbaşılarını, yüzbaşılar binbaşılarını, binbaşılar albaylarını, albaylar generallerini, generaller ordu komutanlarını, ordu komutanları da devlet başkanlarını seçmiş olurlar. Emre kayıtsız şartsız itaat ederler.

فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ (FIyMAv ŞaCaRa BeyNaHuM)  “Aralarında çıkan nizalarda”

Aralarında çıkan nizalarda mutlaka başkanlarının hakemliklerine başvuracaklardır. Bu kayıt şunu ifade eder ki, bu askeri disiplin askeri konulara aittir, askeri görev icabı olan işlerde başkanı yani komutanı mutlaka hakem yapacaklardır. Yoksa dışarıda müslimlerle çıkan nizalarda onlar da hakemlere gideceklerdir. En yakın komutana başvuracaklar ve son merci başkan olacaktır. Bedelli olanlar ise hakemlere giderler.

Başka bir ifade ile; güvenlik işlerinde kamu görevlerini ifa ederken hep karar verip komutanın aldığı kararda tam itaat şarttır. Bununla beraber komutana Allah için itaat edeceklerdir.

Kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yani, başkana itaat eden topluluğa itaat etmiş olur. Disiplinsiz iş doğru olsa da başarıya götürmez. Disiplinli tek elden yürütülen hareket başarıya götürür.

ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ (ÇumMa LAy YaCıDu FIy EaNFuSıHıM)  “Sonra nefislerinde bulmazlar.”

Savaşın temel dört kuralı vardır: a) Birincisi, erken davranmaktır. Kim erken silah çekerse o karşı tarafı vurur ve yener. b) İkincisi, birlikte hareket etmektir. Nasıl davranırsan davran, kitlesel hareket kişisel hareketi her zaman yok eder. c) Üçüncüsü, ölümü göze almaktır. “Ya ölüm ya zafer” diyen taraf, demeyen tarafı mutlaka yener. Ölümü göze alan insandan daha güçlü silah yoktur. d) Dördüncüsü, şaşırtma hareketini yapmak. Düşman savunmaya hazır olmamalıdır. Burada bildik değil, beklenmedik yerden vurmak gerekir.

Bütün bu şartlar emir komuta zinciri ile oluşur. Kişilerin amirlerine akılları ile değil, refleksleri ile itaat etmeleri ile olur. Burada itaat edilen üst değildir. Topluluğun kendisidir. Allah içindir. Şehit olmayı bunun için göze alırız.

Tekrar ediyoruz; bunu göze alamayanlar ‘mü’min’ değil, ‘müslim’ olmalıdırlar.

حَرَجًا (XaRaCan) 

Harç” duvar yapılırken taşları birbirine bağlamak için kullanılan toprak veya kireçten yapılmış ara malzemedir. Harç yaparken duvardan dışarıya harcın taşmasından fiildir. Sonra bu çıkmak kelimesi şekline dönüşmüştür. “Haraç” ise kişilerden alınan kişi başına vergidir. Kişi üretsin üretmesin, alınan vergiye “haraç” denmektedir. Ödeyen için sıkıntı meydana getirmektedir. Ona da noktasız “harac” deniyor. Yani sıkıntı ve üzüntü demektir. Kur’an’da “dayyik”la beraber geçmektedir. Dayyik ve haraç insanda hissedilen faklı hislerdir. Dayyik darlık, haraç sıkıntı olarak tercüme edilebilir. Dayyik, karşı taraftan baskı görmektir. Haraç ise çözüm bulmadan doğan sıkıntıdır.

Mü’minler mallarını ve canlarını cennet karşılığı Allah’a satmışlardır. Şair şöyle diyor:

Canı canan dilemiş, vermemek olmaz gönül/ Ne niza eyleyelim, ol ne senindir, ne benim.

Canı Allah istemiş. Neye karşılık? Cennete karşılık. O halde uğruna seve seve canı vereceksin. Savaşta komutana itaat ederek verdiğin can, Allah’a verdiğin candır.

Askerler barışta da amirlerine ya kayıtsız şartsız itaat ederler, ya da amirlerini değiştirirler.

مِمَّا قَضَيْتَ (MımMAv QaWaYTa)  “Kaza ettiğinde.”

Burada ‘hakemte’ denmiyor, “kadayte” deniyor. Çünkü askerlikte yargı ile icra birbirinden ayrılmaz, başkan aynı zamanda hakemdir. Hattâ Hazreti Muhammed ve Hazreti Ebu Bekir zamanında kadı ile emir yani vali aynı kimse idi. Muaz ibni Cebel’e ne ile hükmedeceksin demiştir. Gönderilen valiler daha çok kadı idiler. Kadıları Hazreti Ömer ayırmıştır. Hakem sistemi yerine hakim sistemi onun tarafından teşri edilmiştir. Oysa hukuk düzeninde kararlar hakemler tarafından alınır. Başkan o kararları icra eder. Ayrıca hakim yoktur. Bundan dolayıdır ki burada ‘hakemte’ denmiyor da “kadayte” deniyor. Halbuki başka yerlerde hükmettiğinizde adaletle hükmedin, hükmettiğin zaman adaletle hükmet diyor; orada kaza et demiyor.

وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا(65) (Va YuSalLıMUv TesLIyMan)  “Tam bir teslimiyetle teslim olurlar.”

Yani, hükmün icrasında tamamen rıza gösterir, direnmezler.

Padişahlar sadrazamların ölüm fermanlarını verdikleri zaman, onlar büyük bir sadakatle başlarını teslim eder ve itaat ettikleri için de şehit olduklarına inanırlardı. Karşı koyup direnmeleri hâlinde kâfir sayılır, cehennemde ebedi kalacaklarından korkarlardı.

Babamın anlattığı bir kıssayı sizlere aktarmakla İslâm ulemasının nasıl bizim gibi düşündüğünü göstermiş olayım.

Köyümüzde (Artvin, Borçka, Camili’de) biri bir adamı öldürdü. Muhakeme edildi ve Rus mahkemeleri tarafından idama mahkum edildi. Hapishaneden idam yerine gidilirken bir köprüden geçilecekti. Köprü altı büyük bir dere. Hocaya soruyor. Ben geçerken beni götürecek iki askeri de sürükleyerek köprüden atarım, beraberimde iki Rus kâfiri de öldürürüm demiş ve fetva istemiş. Hoca; sen bir suç işledin, mahkeme mahkum etti, cezanı rızanla çekersen âhirette artık cezalanmazsın. Ama şimdi direnirsen, bu dünyada yine ölürsün ama âhirete kâfir olarak gidersin. Rus askerlerin suçu ne? Devletin düzeni içinde karar alınmış, itaat edeceksin denmiştir. İşte görülüyor ki, Ruslar kâfirdi, ama devletleri devletti, verilen kararlara uyacaksın diye fetva veriliyordu. Bu fetvayı veren bir köy hocası idi; hem de kâfir diyarında köy hocası idi.

Bunlar İstiklâl Savaşımızda hep bizim yanımızda yer aldılar ve o kâfirlerle savaştılar.

İşte başkana ve yönetime itaat budur. İslâmiyet kesinlikle anarşiyi ve isyanı kabul etmez. Ya itaat veya hicret.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 300  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 130  İstanbul, 15 Nisan 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)   (Ayrıca; Ekrem Bey = Hakan’a…)

“ADİL DÜZEN”E GÖRE ECZACILIK ORTAKLIĞI

ESAS MADDE

Madde 1- Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi’nin Genel Hizmet Ortaklığı olarak katıldığı bir ‘Eczane Ortaklığı’ kurulmuştur. Eczanenin adresi ve kurucuları ek maddede yazılıdır.

Ortaklık TESİS, EMEK, SERMEYE ve GENEL HİZMET ortaklıklarından oluşur.

a) TESİS ORTAKLIĞI arsa, alt yapı, yapı ve mefruşattan oluşur. Payları satıştan %4 olup, aralarında %1’er olarak bölüşürler. Her yıl başında durum değerlendirmesini yaparak bu yüzdeleri başka türlü düzenleyebilirler. Anlaşamazlarsa hakemlere gidebilirler.

b) EMEK ORTAKLARI, satıcı ve sorumlu ortaklardır. Araçlara bakım yapanlar da emek ortaklarındadır. Satış üzerinden % 4 alırlar. %2’si kalfa ve çıraklara aittir. %1’i bakım yapana aittir. %1 de sorumlu eczacıya aittir. Kendi aralarında nasıl bölüşeceklerini kendileri kararlaştırırlar. Bağ-kurlu veya kooperatifin ortağı olarak sigortalı olabilirler. Her yılın sonunda bu nisbetleri değerlendirip değiştirebilirler. Hakemlere gitme hakları vardır.

c) SERMAYE ORTAKLARI, ecza depolarından ilaçları alıp eczaneye koyarlar. Depolara karşı sorumluluk sermaye ortaklarına aittir. Eczane %15’le satış yapar. %4 kira payı, %4 emek payı, %2 de kooperatif hizmet payıdır. %5 sermaye riziko payıdır. Elektrik ve su masrafları buradan karşılanır. Günü geçmiş ilaçların bedelleri buradan karşılanır. Artan kısım sermayenin günlük kârı olup, ön ödeme yapanlara veya satılmayan ilaçlara bölüştürülür. Eczanede mallar konsinye olarak satılır. Fiyatları belirlemek sermayeye aittir.

d) GENEL HİZMET ORTAĞI 25 hizmeti yerine getirir.

0) Çıkacak ihtilafları geçici olarak çözen bir hizmet sorumlusu bulunur. Kararı uygulanır. Haksızlık olmuşsa sonra hakemlerin kararları ile giderilir.

1) Evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları yapılır (muhasebe tutulur).

2) Eczanenin kapısını açıp kapar. İlaçların çalınmaması için gerekli tedbirleri alır. Kaybolan ilaçları o gün orada bulunanlara ödetir. Hangi ilaçların alınıp satılacağı planlaması yapar. Eczanenin temizliğinden sorumlu olur. Çalışmada sağlık şartlarına uyulup uyulmadığını denetler ve sağlar.

3) Ambar, kasa, takip ve arşiv hizmetlerini görür.

4) Taşıma ve haberleşme giderlerini karşılar. Basın ve yayın yoluyla reklamını yapar.

5) İlmî, ahlâkî, meslekî ve savunma eğitimlerini yapar, sorumlularını belirler. Aksama hâlinde karşılama sistemini oluşturur.

6) Anlaşma ve sözleşmeleri yapar. Kontroller yapar, soruşturmalar yapar. Hakemlik yapar.

Madde 2- Herkesin vergisi pay sahiplerine aittir. KDV fatura kesenler arasında alınıp verilir. Sigorta Bağ-kur veya kooperatif ortağı olarak sosyal sigortada yapılır. Her ortak işveren payını kooperatif öder, ortağın payından düşer. Muhasebe kooperatifçe tutulur. Herkes kendi vergisini kendisi öder.

Madde 3- “Adil Düzen”e göre binayı koyan bulunmayabilir, “Adil Düzen”e göre işçi bulunmayabilir. O takdirde sorumluluğu ortak alır. Kendisi onlara sabit kira verir, işçilere sabit ücret öder. Eczaneye “Adil Düzen”e göre katılır. Sermaye ortakları da kendileri satın alır, eczaneye konsinye olarak koyarlar. Eczanede sabit kira, sabit işçilik, sabit kâr (faiz), dolayısıyla sabit genel hizmet gideri olmaz.

Madde 4- Bir kimse değişik ortaklıklarda olabilir. Mesela, eczane sorumlusu aynı zamanda sermayedar olabilir. Muhasebe tutabilir. Yahut bina sahibi sermaye de koyabilir. Payı, kazancı ve görevi o ortaklık içinde olur.

Madde 5- Ortaklıkta veya müşteriler arasında çıkan her türlü nizalar kooperatif hakemlerince giderilir. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakem hakemlerce seçilir. Hakem kararlarına karşı temyiz yolu açıktır. Ancak temyiz uygulamayı durdurmaz. Mağduriyet varsa sonra giderilir. Hakem kararlarına karşı direnen ortaklıktan yine hakem kararları ile hemen çıkarılır.

 

HİZMET ORTAĞI adına   ÇALIŞANLAR adına         SERMAYE adına                 TESİS ad. Yapı Sahibi

Kooperatif Başkanı                           Eczacı                                    Sermaye Sorumlusu          Veya Onu Kiralayan

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 300  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 130  İstanbul, 15 Nisan 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

(Milletvekilleri Sayın Gürsoy Erol, Emin Şirin ve Yaşar Nuri Öztürk’e…)

TÜRK CEZA KANUNU UYGULAMASI ERTELENDİ!

Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, 1 Mart tezkeresinden sonra geçen tezkerenin oylandığı gün Meclis’te benimle görüşmüştür. Kendisine II. Sevr’in gelmekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmakta olduğunu söylemiştim. Tedbirler alınması gereken bir zamanda olduğumuz ve demokratik olarak oluşacak dört tane yüksek kurulun kurulması gerektiğini önermiştim: Soruşturma Yüksek Kurulu, Bilirkişi Yüksek Kurulu, Savunma Yüksek Kurulu ve Hakemler Yüksek Kurulu. Bana verdiği cevapta iki büyük hata yapmıştı.

1) ‘Türkiye Devleti yıkılacaktır demek suçtur’ demiştir. Oysa ben ‘Türkiye Cumhuriyeti yıkılıyor, gelin kurtaralım, tedbir alalım’ diyorum; ‘yıkılacak, bırakın yıkılsın’ demiyorum. Bir hastaya; ‘sen sigarayı bırakmazsan ölürsün’ demek, doktor için görevdir. Maksat ne ise hüküm ona göredir. Hele cezada bu tamamen böyledir. Benim söylediğim söz; ‘Şu tedbiri alın, yoksa Türkiye yıkılır’ diyorum. Bunun nesi suç? Ne zamandan beri iyi niyetli sosyal bir kanun ortaya koymak suç olmaya başladı?

Yeni Ceza Kanunu’nu okuduğum zaman; ‘Bu kanun Türkiye’yi anarşiye götürür’ dedim. Neden? Çünkü yeni TCK hukuk dili ile yazılmamıştır. Hikâye yazar gibi kaleme alınmıştır. Hukuk dili ile yazılmış olsa bile, halkın ve uygulayıcıların onu birkaç yılda öğrenmesi mümkün değildir. Bilinmeyen şey nasıl uygulanacak ve yaşanacaktır? Namuslu vatandaş bilmediği kanundan korkacak ve hareketsiz hâle gelecektir. Açıkgözler ise maddeleri kendilerine göre yorumlamaya başlayacak ve istismar edeceklerdir. Bunu söylemek de suç mu acaba?

2) Sayın Çiçek’in yaptığı ikinci hata ise; ‘Bu söylediğiniz‘Adil Düzen’dir. AK Parti bunları uygulayamaz’ demiştir. Bu, bir hukukçu olarak değil, iyi niyetli düşünen bir aydın odluğunu bildiğim ve kendisine eskiden beri saygı ve sevgi duyduğum kimsenin yaptığı daha büyük gaf idi. Bütün din ve felsefeler şu kuralı öğretir: Söyleyene değil, söylenene bakacaksın. Doğru tektir. Biri senden önce söyledi diye üç kere üçü on yapamazsın. Demek ki siyaset insanın mantığını çalışmaz hâle getirmektedir!

Söyledikleri doğru idi. AK Parti onu uygulayamazdı. Bu ancak Adil Düzen Partisi tarafından yapılırdı. Söz doğru idi ama aynı zamanda üzücü idi. Şimdi Sayın Cemil Çiçek çıkmazdadır. Çünkü anlamıştır veya çok yakında anlayacaktır ki, kanunu değiştirmekle kanun değişmez. O kanunu topluluk içinde uygulayacak kurumların kurulması gerekir. Osmanlılar Nizamiye Mahkemeleri kurarak ancak bir asır içinde Batı usulü mevzuatını uygulamaya geçtiler. Yine de imparatorluğun yıkılması önleyemediler. Cumhuriyet’in kurulması döneminde Mustafa Kemal Meclis’e gelmiş ve; ‘Evet beyler, bu kanunlar geçecektir, belki de bazı başlar gidecektir’ demiştir. Komisyon Başkanı; ‘Bu kadar mukni deliliniz vardı da neden şimdiye kadar söylemediniz!’ diyerek kanunu geçirmiştir. Ama o kanunlar hâlâ Türkiye’de uygulanamaz haldedir.

Benim Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek’e söylediklerim, bu tür inkılâbın çok kısa zamanda nasıl yapılabileceğini anlatmaktı. Değerlendirmeye değer bulmadı!..

Ben yine de AK Parti’nin ve Sayın Çiçek’in canı sıkılıp istifa ederek kaçmaması için yardım olsun diye sayın milletvekillerine bir öneride bulunuyorum: Gelin, artık yöneticileri beklemeyin. CHP, AKP, ANAP, DYP milletvekilleri, bağımsızlar, diğer partili milletvekilleri el ele verin, yöneticilerinize bakmadan Anayasa değişikliğ yapın ve Türkiye’yi kurtarın; Türkiye’yi anarşiye götürmekten kurtarın.

Yapılacak iş şudur: Dört tane yüksek kurul kurulacaktır. Bu kurullar demokratik yoldan kurulacaktır. AKP 7, CHP 4, DYP 2, MHP 2, ANAP 1, DYP 1, GP 1, SP 1’er ilim adamı verecek, her yüksek kurul bunlardan oluşacaktır. Yüksek kurlun sekreteryasını başbakan oluşturacaktır.

a)       Soruşturma Yüksek Kurulu. Savcı ve polis bu yüksek kurula bağlanacaktır. Soruşturma işi ile ilgili mevzuat bunlar tarafından hazırlanacak ve yetkili kurullara gönderilecek. Bunlar ceza hukuku ve kamu hukuku ile ilgili konularda soruşturma yapacaklardır.

b)       Bilirkişiler Yüksek Kurulu. Özel hukukta soruşturma bunlar tarafından yapılacak, kamu soruşturmalarında da bunlar bilirkişilik yapacaklardır.

c)       Savunma Yüksek Kurulu. Avukatlar ve savcılar bunlara bağlanacaktır. Özel ve kamu davaların ikamesi bunlar tarafından düzenlenecektir.

d)       Hakemler Yüksek Kurulu. Avukatlar hakemlik de yapabileceklerdir. Hükümler hakimler tarafından değil, hakemler tarafından verilecektir.

Yüksek Kurullar bölgelerde bölge yüksek kurullarını oluşturacaktır. Onlar da ilçelerde ilçe kurullarını oluşturacaktır. Yeni mevzuat bunların yorum ve öğretileri ile uygulanmaya başlayacaktır.

Yargıtay gibi eski kurumlar devam edecektir. Önce bidayet mahkemelerinde kararlar süratle ve adil olarak alınacak ve gecikmeden uygulanacak. Yargıtay’ın yıllar sonra gelecek denetimi bunları önlemez. O zamana kadar Yargıtay da yeni ceza kanununa göre içtihatları geliştirir.

Bir örnek olmak üzere, Anayasa tadil maddeleri aşağıda eklenmiştir. Anayasada hiçbir madde kaldırılmamış, sadece eklemeler yapılmıştır. Yani, mevcut hukuk düzenine aykırı bir hüküm ihtiva etmez, sadece onu tamamlar. Şunu da belirteyim ki; “Adil Düzen”deki hukuk sistemi bu değildir. Mesela, “Adil Düzen”de savcı yoktur, hakimin yanında oturamaz. Ama biz bu düzende yapılacak düzenlemeleri önerdik. Milletvekillerine teksir edip göndermemiz gerekir. Bunu da “Adil Düzen” milletvekilleri yapsınlar. AnayAsa teklifi olarak imzaya açsınlar. Yeter sayı bulununca görüşülmeye başlanır. Bunu ciddiye alan milletvekilleri olursa, daha ciddi öneri hâline getirmek için birlikte çalışabiliriz.

Anayasa’nın 138, 139 ,140 ve 142. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmelidir.

 

A. Hakimlerin ve Hakemlerin Mahkemelerin Bağımsızlığı

Madde 138.- Hakimler ve hakemler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere hakemlere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

 

B. Hakimlik, Hakemelik, Soruşturmacılır, Bilirkişilik Ve Savcılık Teminatı

Madde 139.- Hakimler ve savcılar ile azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Soruştrumacı, bilirkişi ve hakemler zamanında dosyalarını teslim etmezlerse, bu zaman hakim tarafından belirlenir. O görevden alınamazlar. Hakim dosyalarını reddederse veya son mahkeme duruşmasında görevleri biter.

Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır. Hakemlik, soruşturmacılık ve bilirkişilik ehliyetleri ancak mahkeme kararı ile alınabilir.

 

C. Hakimlik, Hakemelik, Savcılık, Soruşturmacılık Ve Bilirkişilik Meslekleri

Madde 140.- Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı hakim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hakim ve savcılar eliyle yürütülür.

Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.

Hakim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerini ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

Hakimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; Askeri hakimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunda gösterilir.

Hakimler ve savcılar, kanunda belirtilenden başka, resmi ve özel hiçbir görev alamazlar.

Hakimler ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.

Hakim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar, hakimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler. Bunlar, hakimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hakimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.

Üst Hakemler Kurulunu, siyasi partiler son genel seçimde aldıkları %5 oy karşılığı atarlar. Partiler oylarını birbirlerine kullandırabilirler.

Üst hakemler Samsun, İstanbul (Rumeli yakası), Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Ankara, Kayseri, Konya Afyon bölge merkezlerinde Yüksek Hakemler Kurullarını oluştururlar. Bunlar da her yargı çevresinde birer Hakemler Kurullarını oluştururlar. Üste hakemler birer yüksek hakem, yüksek hakemler birer hakem atarlar. Hakemlerin yüksek öğrenim yapmış olması, yüksek hakemlerin mastır yapmış olmaları, üst hakemlerin ise akademik kariyer sahibi olması şarttır. Adalet Bakanlığı imtihanlarla bu sahada geçerli olmak üzere mastır ve doktora yaptırabilir. Lisan şartı aranmaz.

 

E. Mahkemelerin Kuruluşu

Madde 142.- Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.

a) Cezada soruşturmacıyı güvenlik güçleri arasından savcı atar. Hukukta soruşturmacılar bilirkişilerden atanır. Kimin ne konularda bilirkişilik yapabileceği Adalet Bakanlığınca imtihanlarla belirlenir. Cezada da soruşturmacılar bilirkişilerin görüşlerinden ve adli tıptan yararlanırlar. Kimlerin hangi konularda bilirkişilik yapabileceği Adalet Bakanlığınca belirlenir.

Soruşturma, önce dışarıdan yerinde kayıt araçlarıyla sözlü yapılır. Sonra sanık ve tanıklara yazılı sorulur ve yazılı cevap istenir. Gerekirse hakimden izin alarak savcı açık duruşmalı soruşturma yapabilir. Mahkeme kararı ile karakol soruşturulması yapılabilir. Alıkonduğu günler için suçlu olsun olmasın, ücretinin iki katı kamu bütçesinden tazminat ödenir. Mahkum olursa cezadan tenzil edilmez. Ayrıca tanık veya sanık karakolda veya hapishanede gözaltında tutulduğu günlerde işlerinde aksama olmuş, mağdur olmuşsa, tazmin olunur. Soruşturmacıların dosyaları gizlidir. Hakim soruşturmacıların dosyalarını yeterli bulursa, şehadetlerine dayanarak vakanın sübutuna hükmeder. Yeterli bulmazsa yeni soruşturmacıların atanmasına karar verir. Kendisi soruşturma yapamaz.

Mahkumiyet kararı hakemlerce verilir. Hakemler Adalet Bakanlığının yetkili kıldığı kimseler arasından taraflarca seçilir. Baş hakemi hakemler atarlar. Cezada hakemi müdahil varsa müdahil seçer, savcı onaylar. Müdahil yoksa savcı re’sen seçer. Hakemler Adalet Bakanlığınca belirlenen Yüksek Hakemlere danışabilirler. Yüksek hakemler de Üst Hakemlere danışabilirler. Görüşlerini de dosyaya koyarak karar alırlar. Karar ekseriyetle alınır. Hakim, Hakemlerin karar dosyasını inceler, yeterli bulursa onaylar. Görmezse, yeni hakemlerin atanmasına karar verir; kendisi karar veremez.

Son duruşma mahkemede yapılır. Soruşturmacıların tanıklıkları dinlenir. Hakemlerin kararları okunur ve karara bağlanır. Mahkeme usulden dolayı muhakemenin iadesini ister, başka hakim görevli kılınır. Tek hakimli mahkemelerde başka mahkemeye havale edilir.

Temyiz icrayı durdurmaz. Üst mahkemeler kararı gerekçe göstererek bozar. Hüküm mahiyetinde bir karar alamaz. Telkinde bulunamaz.

Avukatlar, hakim ve savcı tarafından atanmasına gerek kalmaksızın, soruşturmacı ve hakem görevini yüklenirler.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 se

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6951 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 829
Hûd Sûresi Tefsiri 53-57. Âyetler
5.09.2015 6491 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 20:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 7149 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7470 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6650 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 9142 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7522 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 7126 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 822
Hûd Sûresi Tefsiri 28-31. Ayetler
11.07.2015 6081 Okunma
3 Yorum 13.07.2015 01:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 821
Hûd Sûresi Tefsiri 25-27. Ayetler
4.07.2015 3676 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 820
Hûd Sûresi Tefsiri 23-24. Ayetler
27.06.2015 4472 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7473 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 818
Hûd Sûresi Tefsiri 13-16. Âyetler
13.06.2015 6209 Okunma
2 Yorum 25.06.2015 04:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7775 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 7036 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7662 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 814
Hûd Sûresi Tefsiri 1-3. Ayetler
16.05.2015 5040 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 813
Yunus Sûresi tefsiri 109. Ayet
9.05.2015 4831 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 812
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 105-108.AYETLER
2.05.2015 3304 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 811
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 101-104.AYETLER
25.04.2015 3157 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 810
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 96-100.AYETLER
18.04.2015 2856 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 809
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 93-95.AYETLER
11.04.2015 3824 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 807
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER
28.03.2015 2576 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 806
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 88-89.AYETLER
21.03.2015 3419 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 805
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 84-87.AYETLER
14.03.2015 3567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 804
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 79-83.AYETLER
7.03.2015 5030 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 803
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 75-78.AYETLER
28.02.2015 3033 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 802
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 71-74.AYETLER
21.02.2015 2743 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 801
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 67-70.AYETLER
14.02.2015 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6966 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 799
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 59-61.AYETLER
31.01.2015 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 798
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 55-58.AYETLER
24.01.2015 3278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 797
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 52-54.AYETLER
17.01.2015 4257 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 796
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 48-51.AYETLER
10.01.2015 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 795
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 45-47.AYETLER
3.01.2015 3891 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 794
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 40-44.AYETLER
27.12.2014 3169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 793
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 37-39.AYETLER
20.12.2014 3823 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 792
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 34-36.AYETLER
13.12.2014 2911 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 791
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 31-33.AYETLER
6.12.2014 3228 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 790
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 28-30.AYETLER
29.11.2014 3161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 789
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 21-23.AYETLER
22.11.2014 2728 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 788
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 26-27.AYETLER
15.11.2014 3133 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 787
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 24-25.AYETLER
8.11.2014 4608 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 786
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 18-20.AYETLER
1.11.2014 4456 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 785
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 15-17.AYETLER
25.10.2014 3722 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 784
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 12-14.AYETLER
18.10.2014 3002 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 783
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 7-10.AYETLER
11.10.2014 4031 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 782
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 5-6.AYETLER
27.09.2014 2552 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 781
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 3-4.AYETLER
20.09.2014 2490 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 780
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 1-2.AYETLER
13.09.2014 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 779
TEVBE SÛRESİ’NİN SON İKİ ÂYETİNDEKİ (128-129)MATEMATİK
6.09.2014 2800 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 778
TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ 129.AYET
30.08.2014 4037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 13753 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8968 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 775
TEVBE SURESİ-123-125.AYET TEFSİRİ
9.08.2014 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 774
TEVBE SURESİ-121-122.AYET TEFSİRİ
2.08.2014 3109 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 773
TEVBE SURESİ-119-120.AYET TEFSİRİ
26.07.2014 4453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 772
TEVBE SURESİ-118.AYET TEFSİRİ
19.07.2014 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 771
TEVBE SURESİ-116-117.AYET TEFSİRİ
12.07.2014 2820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 770
TEVBE SURESİ-113-115.AYET TEFSİRİ
5.07.2014 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 769
TEVBE SURESİ-112.AYET TEFSİRİ
28.06.2014 2411 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 768
TEVBE SURESİ-111.AYET TEFSİRİ
21.06.2014 3895 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 767
TEVBE SURESİ-109-110.AYET TEFSİRİ
14.06.2014 3800 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 766
TEVBE SURESİ-105-108.AYET TEFSİRİ
7.06.2014 2815 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 765
TEVBE SURESİ-102-104.AYET TEFSİRİ
24.05.2014 2071 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 764
TEVBE SURESİ-100-101.AYET TEFSİRİ
17.05.2014 2131 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 763
TEVBE SURESİ-97-99.AYET TEFSİRİ
10.05.2014 2245 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 762
TEVBE SURESİ-94-96.AYET TEFSİRİ
3.05.2014 2219 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 761
TEVBE SURESİ-90-93.AYET TEFSİRİ
26.04.2014 2514 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 760
TEVBE SURESİ-86-89.AYET TEFSİRİ
19.04.2014 2571 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 759
TEVBE SURESİ-83-85.AYET TEFSİRİ
12.04.2014 2626 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 758
TEVBE SURESİ-81-82.AYET TEFSİRİ
5.04.2014 2990 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 757
TEVBE SURESİ-79-80.AYET TEFSİRİ
29.03.2014 2568 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 756
TEVBE SURESİ-75-78.AYET TEFSİRİ
22.03.2014 3240 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 755
TEVBE SURESİ-73-74.AYET TEFSİRİ
15.03.2014 2653 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 754
TEVBE SURESİ-71-72.AYET TEFSİRİ
8.03.2014 4813 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 753
TEVBE SURESİ-70.AYET TEFSİRİ
1.03.2014 3403 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 752
TEVBE SURESİ-67-69.AYET TEFSİRİ
22.02.2014 2632 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 751
TEVBE SURESİ-64-66.AYET TEFSİRİ
15.02.2014 2529 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 750
TEVBE SURESİ-61-63.AYET TEFSİRİ
8.02.2014 2516 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 749
TEVBE SURESİ-60.AYET TEFSİRİ
1.02.2014 3013 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 748
TEVBE SURESİ-56-59.AYET TEFSİRİ
25.01.2014 2470 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 747
TEVBE SURESİ-53-55.AYET TEFSİRİ
18.01.2014 2066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 746
TEVBE SURESİ-50-52.AYET TEFSİRİ
11.01.2014 2010 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 745
TEVBE SURESİ-46-49.AYET TEFSİRİ
4.01.2014 3261 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 744
TEVBE SURESİ-42-45.AYET TEFSİRİ
28.12.2013 2235 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 743
TEVBE SURESİ-40-41.AYET TEFSİRİ
21.12.2013 3178 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 742
TEVBE SURESİ-38-39.AYET TEFSİRİ
14.12.2013 1619 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 741
TEVBE SURESİ-36-37.AYET TEFSİRİ
7.12.2013 4475 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 740
TEVBE SURESİ-34-35.AYET TEFSİRİ
30.11.2013 2611 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 739
TEVBE SURESİ-32-33.AYET TEFSİRİ
23.11.2013 3179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 738
TEVBE SURESİ-30-31.AYET TEFSİRİ
16.11.2013 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 737
TEVBE SURESİ-28-29.AYET TEFSİRİ
9.11.2013 2180 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 736
TEVBE SURESİ-25-27.AYET TEFSİRİ
2.11.2013 3252 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 735
TEVBE SURESİ-23-24.AYET TEFSİRİ
26.10.2013 3082 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 734
TEVBE SURESİ-20-21-22.AYET TEFSİRİ
19.10.2013 2733 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 733
TEVBE SURESİ-19.AYET TEFSİRİ
12.10.2013 2065 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 732
TEVBE SURESİ-17-18.AYET TEFSİRİ
5.10.2013 3154 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 731
TEVBE SURESİ-16.AYET TEFSİRİ
28.09.2013 3521 Okunma


© 2025 - Akevler