Zafer Kafkas
Nasreddin Hoca-(Ahi Evren)
24.01.2017
6671 Okunma, 0 Yorum

Prof.Dr. Mikail Bayram Hoca’nın Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi kitabının özeti ve yorumlar:

                        

 

Nasreddin Hoca (Ahi Evren)

 

Hayatı  hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız, hangi dönemde yaşadığı, nerelerde yaşadığı, ne iş yaptığı konusunda parça parça bilgilere sahip olduğumuz Nasreddin Hoca üzerine yapılmış çalışmalar, araştırmalar genellikle Anadolu’da kendisi hakkında anlatılan menkıbeler ve fıkralara dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Ciddi ve derinlemesine  araştırmalar olmadığından kimliği ve dönemi hakkında sarih sonuçlara ulaşılamamıştır. Hatta çoğu zaman yaşamadığı ve efsanevi bir kişilik olduğu düşünülmüştür.

 

Tarih bilgisi önemli bir bilgidir. Geçmişte yaşamış şahsiyetler ve yaşanmış olaylar detayları ile bilindiği takdirde o dönemin dini, sosyal, siyasi ve ekonomik hayatı daha doğru değerlendirilebilir, olayların sebeplerine ulaşılabilir ve kendi dönemimiz ile kıyaslama imkanına sahip olabiliriz. Bu sebeple Nasreddin Hoca ve onun gibi siyasi ve dini saiklerle unutturulmaya çalışılan şahsiyetlerin gerçek kimliklerinin ortaya çıkarılması ve yaşadığı döneme etkilerinin bilinmesi her yönden aydınlatıcı olacaktır.

 

 

Nasreddin Hoca’nın Hayatı

 

 

1171 yılında Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğan Nasreddin Hoca’nın, tam adının Seyh Nasirüddin Ebü’l Hakayık Mahmud b.Ahmed el Hoyi olduğu bazı eserlerde kaydedilmiştir. Bu kayıtlara göre öz adı Mahmud, lakabı Nasirüddin, künyesi Ebü’l Hakayık, babasının adı Ahmed, nisbet adı da Hoyi’dir.

 

Çocukluk ve ilk tahsil devresi memleketi Azerbaycan’da geçse de gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o yöredeki büyük üstadlardan ders almıştır. Eşari kelamcı Herat kadısı Fahruddin-i Razi’nin hizmetinde bulunmuş ve en çok O’ndan faydalanmıştır.

 

1202-1204 yılları arasında Bağdat’a gelmiş ve burada Şeyh Evhadüddin-i Kirmani ile tanışmış ve ömrünün sonuna kadar O’na bağlılığını sürdürmüştür. Bağdat, o dönem İslam dünyasının en büyük ilim, sanat ve irfan merkezi konumundadır. Burada tefsir, kelam, hadis, fıkıh ve tasavvuf gibi dini ilimler yanında felsefe ve tıp alanında da öne çıkmış ve eserler vermiştir. Özellikle İbn-i Sina, Sühreverdi el Maktul ve Razi’den etkilenmiştir. Bağdat’ta 34.Abbasi halifesi en Nasır Dinillah’ın kurduğu Fütüvvet Teşkilatına katılmıştır.

 

1205 yılında Bağdat’tan birçok meşayih ve bilgin ile beraber Anadolu’ya gelmiş ve Kayseri’ye yerleşmiştir. Burada bir debbağ atölyesi kurarak mesleğini icra etmeye başlamıştır. İlmi donanımı ve teşkilatçı yapısı ile Kayseri’de Ahi Teşkilatı’nı kurmuştur. Çalışanların ve sanat alanlarının genişlemesi sonucu devletin himaye ve desteği ile sanatkarların sanatlarını icra etmeleri için Kayseri’de bir sanayi sitesi inşa ettirilmiştir.

 

İşte debbağ (derici) olan Nasreddin Hoca, Ahi Teşkilatı’nın Anadolu’daki kurucusu, 32 çeşit sanatkar zümrenin lideri kabul edilen Ahi Evren’dir. Ahi Evren Nasreddin Hoca kurulan sanayi sitesinde mesleki çalışmalar ve eğitimler yanında manevi ve ahlaki eğitimler de vererek Anadolu Selçuklu toplum yapısına doğrudan etki etmiştir. Bu teşkilatın etkisi Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da kendisini göstermiş, burada yetişmiş ve olgunlaşmış kadro Osmanlı’nın temelini atmıştır.

 

 

 

Ahi Evren İsmi:

 

Anadolu’da kaleme alınan bütün Ahi Şecerename ve Ahi Fütüvvetname’lerinde Ahi Evren’in Nasırüd’d-din, Nasru’d-din ve Nasirü’d-din Mahmud olduğu kaydedilmekte ve debbağ(derici) olduğu, atölyesinin mahzeninde yılan beslediği, yılan yakalamakta mahir olduğu bundan dolayı ona yılan ve ejder anlamına gelen “Evren” dendiği ifade edilmektedir. Bilindiği gibi “Evren” yılan ve ejder demektir.  Ahi Evren’in kendi eserlerinde de onun zehirli yılandan panzehir imal ettiğini ve debbağ olduğu için yılan derilerinden kemer ve kırbaç yaptığını öğreniyoruz. İşte bundan dolayı ona “Ahi Evren” dendiği anlaşılmaktadır.

 

 

Sultan 1.Alaaddin Keykubat tahta geçtikten sonra Ahi Teşkilatını himaye etmiş ve desteklemiştir. Bu sayede Ahilik tüm Anadolu’ya yayılmıştır. Ahi Evren Nasreddin Hoca’nın ünü de teşkilatla birlikte tüm Anadolu’ya yayılmıştır.

 

Bağdat’ta tanışıp bağlandığı şeyh Evhadüddin-i Kirmani’nin kızı Fatma Hatun ile evli olan Nasreddin Hoca , eşi vasıtasıyla Baciyan-ı Rum(Anadolu Bacıları) teşkilatını kurdu. Fatma Hatun, Bektaşiler arasında “Kadın Ana” , “Kadıncık Ana” diye tanınmıştır. Türkmen hanımlarının sosyal hayat içerisinde aktif rol aldığının en önemli karinelerinden biri olarak bu teşkilatın varlığını görebiliriz.

 

1.Alaaddin Keykubat’ın isteği ile Konya’ya yerleşen Nasreddin Hoca, burada da debbağlığa devam etmekte ayrıca Selçuklu sarayına mensup çocuklara ve şehzadelere muallimlik yapmaktaydı. Bu yüzden kendisine “Lala”deniliyordu.

 

Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak, en müreffeh dönemi 1.Alaaddin Keykubat dönemidir. Bu durumda Ahi Teşkilatlarının ve ona bağlı olan Türkmenlerin çok büyük katkıları vardır.    

 

1.Alaaddin Keykubat, oğlu 2.Gıyaseddin Keshüsrev’in düzenlediği suikast sonucu öldürüldü. 2.Gıyaseddin Keyhüsrev 1240 yılında kendi iktidarına muhalif olan Ahi ve Türkmenleri cezalandırmaya kalktı. Bu dönemde Sultan’ın en önemli muhaliflerinden olan Ahi Evren Nasreddin Hoca ve birçok ahi ileri geleni tutuklandı.

 

Anadolu Selçukluları 1243 yılında Moğol ordusu ile yaptıkları Kösedağ Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldılar. Kayseri’ye kadar savaş yapmadan gelen Moğollar, Kayseri’de Ahilerin direnişi ile karşılaştılar. Uzunca süre Moğollara direnen Ahiler, Moğolların şehre girmesine engel olamamışlar ve birçok ahi katledilmiştir. Binlerce ahi ve bacı esir alınarak götürülmüştür. Bu sırada Konya’da tutuklu olan Nasreddin Hoca’nın eşi Fatma Bacı’da Moğollara esir düşenler arasındaydı. Bu olaydan sonra merkezi Kayseri olan ahi ve bacı teşkilatları dağıldı. Anadolu Selçukluları, Moğollara her yıl ağır vergiler ödemek zorunda kaldılar.

 

2.Gıyaseedin Keyhüsrev’in ölümünden sonra saltanat naibliğine getirilen Celalüddin Karatay genel af çıkararak tutuklu bulunan ahi ve Türkmen ileri gelenlerini serbest bıraktı. Bu afla Ahi Evren Hoca Nasreddin’de serbest kaldı.

 

Hapisten çıktıktan sonra kırgınlığının ifadesi olarak Denizli’ye yerleşen Ahi Evren, Sultan 2.İzzeddin Keykavus’un görevlendirmesi ile Sadreddin Konevi tarafından Konya’ya dönmeye ikna edilmiştir. Konya’ya döndükten hemen sonra 2.İzzeddin Keykavus tarafından vezirliğe getirilmiştir. Bir buçuk sene kadar bu makamda bulunmuştur.

 

Vezirliği döneminde Mevlana’nın hocası Şemsi Tebrizi’yi Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ile işbirliği yaparak öldürtmüştür. Ayrıca bu makamda iken diğer şehzade 4.Rükneddin Kılıçarslan’ı destekleyen emirlerin sarayda suikast düzenlenerek öldürülmelerinden de Ahi Evren Nasreddin Hoca sorumlu tutulmuştur. Yaşanan bu iki olay Ahi Evren’e olan muhalefeti şiddetlendirmiş, vezirliği bırakarak Konya’dan ayrılmasına sebep olmuş ve Kırşehir’e göç etmiştir.

 

Kırşehir’de, Kayseri’de olduğu gibi teşkilatlanan Ahiler , Moğolların destekledikleri sultan adaylarının hep karşısında oldular ve Moğollara cephe alan sultan adaylarını sürekli desteklediler. 2.İzzeddin Keykavus’un veziri Kadı İzzeddin Muhammed, Moğollara karşı ahi ve Türkmenlerin desteğini alarak 1256 yılında Sultanhanı savaşında Moğollarla karşı karşıya geldi. Burada da yenilgiye uğrayan Selçuklular ile Ahi ve Türkmenler ikinci kez Moğollardan ağır bir darbe yemiş oldular.

 

Moğolların desteği ile iktidara gelen 4.Rükneddin Kılıçarslan ve ümerasının Ahi ve Türkmenlere rahat vermeyecekleri belli idi. Yeni iktidar tarafından tüm şeyhlerin ve müritlerin Moğolların “Şeyhü’r Rum” ünvanı verdikleri Mevlana’ya bağlanmaları mecburiyeti getirildi. Mevlana’ya bağlanmayı kabul etmeyenlerin iş yerleri, tekke ve zaviyeleri, medreseleri ve kurdukları vakıflar müsadere edildi.  Bu uygulamalara karşı Anadolu’nun birçok yerinde ahi ve Türkmenler ayaklandılar. En şiddetli ayaklanma Ahi Evren Nasreddin Hoca’nın bulunduğu Kırşehir’de oldu. Emir Nureddin Caca tarafından muhasara edilen Kırşehir’de Ahi Evren Nasreddin Hoca ve yanında bulunan Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi öldürüldü.

 

Ahi Evren İle Mevlana Arasındaki İhtilaf

 

Mevlana, hocalarından biri olan Şemsi Tebrizi ile derin bir bağ kurmuş ve birbirlerinden fazlasıyla etkilenmişlerdir. Şems aslen Tebrizlidir. Anadolu’ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Şam’da bulunan Şeyh Cemaleddin-i Savi ve arkadaşları ile ilişki içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu şahıs Kalenderiliği “Cavlakiye” adıyla yeniden organize eden etkili bir kişidir. Cavlakilerin Anadolu’daki şeyhi, Şemsi Tebrizi  olmuştur. 1243 yılından itibaren Konya’da Mevlana ile temasa geçerek O’nu derinden etkilemiştir.

 

Ahi Evren Nasreddin Hoca ile Mevlana arasındaki düşmanlık sadece siyasi görüş ayrılığından ve buna bağlı olarak Ahi Evren’in, Mevlana’nın aşkla bağlı olduğu Şemsi Tebrizi’yi öldürtmesinden kaynaklanmamaktadır.

 

Tasavvufi duyuş ve düşünüş bakımından da aralarında derin fikir ayrılıkları mevcuttur. Mevlana’nın babası Baha Veled ile Nasreddin Hoca’nın hocası Fahreddin-i Razi arasında Horasan’da cereyan eden mücadelenin Anadolu’daki uzantısıdır aslında. Bu mücadelenin diğer yönü de Mevlana’nın hocası Şemsi Tebrizi ile Nasreddin Hoca’nın hocası ve kayınpederi Türkmen şeyh Evhadüddin Kirmani arasındaki tasavvufi meşrep farklılığından doğan ihtilafa da dayanmaktadır.

 

Evhadüddin Kirmani ve Nasreddin Hoca ile Şemsi Tebrizi ve Mevlana arasındaki ihtilafın dini-tasavvufi ve siyasi olmak üzere temelde iki boyutta ortaya çıktığı görülmektedir.

 

Dini ve tasavvufi ayrılıklar bu konularda araştırma yapmak isteyenler için oldukça geniş bir alan barındırmaktadır. Esasında bu farklı dini-tasavvufi anlayışlar doğal olarak sosyal ve siyasi anlayışı da etkilemiştir. Siyasi ayrışmanın da temelinde dini-tasavvufi anlayışın sosyal ve siyasi hayata bakışı etkili olmuştur. Ortaya çıkan siyasi çatışmalar bu farklılıkların sonucu olarak da görülebilir.

 

1243 yılında Moğollara karşı Kayseri’de direnen ahi ve Türkmenlere yapılan katliamdan sonra Şems-i Tebrizi, Konya’ya gelmiş ve Moğollar ile Mevlana arasındaki diyaloğu da O sağlamıştır. Mevlana’nın ve dolayısıyla müritlerinin devletin ve yönetimin başında olanlara mutlak itaati öngören ve eski İrani zihniyetten kaynaklanan ahlak teorisine bağlılıkları, Anadolu’da Moğol aleyhtarlığı ile mücadele etmelerine sebep olmuştur. Bu faaliyetlerden ötürü başta Ahi Evren olmak üzere Ahi ileri gelenleri de bu zihniyete karşı yani Şems-i Tebrizi ve Mevlana’ya karşı mücadele yürütmüşlerdir.

 

Kimya Hatun Meselesi:

 

Şemsi Tebrizi 1244 yılında Konya’ya gelince Mevlana, henüz 15 yaşında olan ve çok güzel olduğu rivayet edilen cariyesi Kimya Hatun’u Şems ile nikahladı. Oysa Kimya Hatun ile Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi birbirlerini seviyor ve evlenmeyi düşünüyorlardı. Zaman zaman evden kaçan ve Alaaddin Çelebi’yi sevdiği bilinen Kimya Hatun’un, Şems tarafından dövülerek öldürülmüş olma ihtimali yüksektir. Bu olaydan sonra Konya’yı terk eden Şems, Şam’a gitmiştir. O’nun Şam’a gittiğini öğrenen Mevlana, oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndermiş ve Konya’ya tekrar dönmesini sağlamıştır. Kimya Hatun meselesinden dolayı Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi, Şems’e düşman olmuştur.

 

 

1247 yılında Ahi Evren Nasreddin Hoca vezirlik görevindeyken adalet işlerinden sorumlu Emir-i dad Nusret’in Şemsi öldürtmesi, Şems’in öldürülmesinin adli bir vaka olduğunu düşündürtmektedir. Yani Kimya Hatun’u öldürmüş olmasından dolayı işlediği suçun usulüne uygun olmayan bir infazı olabilir. Bu sırada Ahi Evren Hoca Nasreddin vezir olduğu için ve aralarındaki mücadele de bilindiğinden Şems’in öldürülmesinden birinci derecede sorumlu tutulmuştur. Bu olay ve muhalif birtakım ümeranın da Ahi Evren döneminde öldürtülmesi kendisine olan muhalefeti kuvvetlendirmiş ve vezirlik görevini bırakmak zorunda kalmıştır. Kırşehir’e yerleşerek orada hayatını sürdürmüştür.

 

Moğolların desteği ile iktidarı eline geçiren 4.Rükneddin Kılıçarslan’ın, Kırşehir emiri Nureddin Caca tarafından Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ile birlikte 1261 yılında öldürülmüştür.

 

Genel olarak Ahiler ve Türkmenler yağmacı ve işgalci bir güç olan Moğol emperyalizmine karşı savaşırlarken, isyanlar çıkarırlarken Mevlana ve çevresinin Moğollarla hoş ilişkiler içinde bulundukları ve Moğol iktidarının meşruiyetini vurgulamaya çalıştıkları görülmektedir. Bu durum Ahi teşkilatının kurucusu Nasreddin Hoca’ya ait birçok eserin, çalışmanın çeşitli yollarla yok edilmesine, unutturulmasına yol açmıştır.

 

 

Sonuç olarak geçmişimiz ile ilgili olarak birçok hususun halen daha çok az bir kısmının açıklığa kavuştuğunu, birçok eserden ve birçok şahsiyetten faydalanılamadığı ve ilmi, kültürel, fikri alanlarda gelişmelerin olması gerekenin altında kaldığı söylenebilir. Bu konunun özelinde baktığımızda Ahi Evren Nasreddin Hoca’nın ilim, kültür ve mizah dünyamıza armağan ettiği bazı eserler dini ve siyasi sebeplerle başkalarına nisbet edilmiş, bazı eserlerde tozlu raflarda unutulmuştur. İnanıyorum ki Nasreddin Hoca gibi birçok ilim adamından da çeşitli sebeplerle faydalanamamaktayız.

 

Bu çalışmalar ne bir çatışmanın tekrar su yüzüne çıkması, ne de birini yerip diğerini överek  üste çıkarma çabasıdır. Geçmişimize ait olan tüm fikri ve ilmi müktesebattan faydalanmak ve bunların değerlendirilmesini sağlamak için bir tetikleyici görevi görmektedir. Ahi Evren’in ve diğerlerinin eserleri Mevlana’nın mesnevisi kadar okunsaydı, Anadolu’nun ilmi ve fikri gücü daha yüksek ve daha renkli olurdu. Buna paralel olarak gelişmeler de daha farklı olabilirdi.

 

Sadece tarihimiz ile ilgili konulardaki çalışmalarda değil her konuda uzun yıllardır süre gelen uyuşukluğumuzu ve tembelliğimizi üzerimizden atmamız gerekmektedir. Kişilere, cemaatlere, partilere sorgusuz itaatten, akla, düşünceye, ilme ve çalışmaya yönelmeliyiz. Bugün yaşanan sömürüler, zulümler, katliamlar hepimizi üzmektedir. Lakin üzülmek, acı çekmek, kınamak bir fayda sağlamamaktadır. Geçmişimize ait ilmi ve fikri mirastan payımızı almaya çalışmalı, geçmişte yapılan hatalar ve doğrular ortaya konulmalı, mevcut ilmi veriler ve Kuran çerçevesinde yeni bir dünya düzeni üzerinde çalışmalıyız.. Yapılması gereken Allah’ın koyduğu sosyal ve fiziki kanunları keşfederek, onlara uygun bir düzeni inşa etmektir. Ancak bu şekilde dünya üzerindeki sömürüyü, zulmü, terörü önleyebiliriz. Yoksa ne şahıslar, ne partiler, ne dernekler ve vakıflar bu düzeni değiştirebilir.  Bunun için çalışmalı, okumalı, araştırmalı, akletmeli, her söze kulak vermeli, kimin söylediğine değil ne söylediğine bakmalı, kimin yaptığına değil ne yaptığına bakmalıyız.  

 

Şura 30.Ayet durumumuzu özetlemektedir aslında: “Size musibetten her ne şey isabet ederse kendi ellerinizin kazandığı şey sebebiyledir. Allah çoğunu da affeder. “

 

 






Son Eklenen Makaleler
Zafer Kafkas
Nasreddin Hoca-(Ahi Evren)
24.01.2017 6671 Okunma
Zafer Kafkas
Hasen Amel-Salih Amel Üzerine
2.10.2012 5028 Okunma
1 Yorum 18.10.2012 10:14
Zafer Kafkas
Kürt Sorunu ve Adil Düzene Göre Çözümü Konulu Kon
3.04.2012 4025 Okunma
1 Yorum 04.04.2012 06:52