Veysel İpekçi
İki Hira Dönemi
15.04.2020
2518 Okunma, 1 Yorum

İki “Hira” Dönemi,

Yaratılış itibariyle varlığını sorgulayan, iyi ile kötüyü ayırt edebilen bildiğimiz tek canlı insandır.

Bu özelliğimiz sebebiyle irade gösterip, faydalıyı zararlıdan ayırt edebiliyoruz. Olayları muhakeme edebiliyoruz. Sürekli olarak üretim ve gelişim gösterebiliyoruz. Bu ve benzeri meziyetleri insanın sorgulamalarına yeme/içme problemi dışında araştırmaları da ekliyor.  

Toplum olarak gösterilen gelişmeler de İnsan fıtratına benzetilebilir. Âdemoğlu, zaman zaman neden, nasıl, niçin sorularını sorup çözüm arayabiliyor. Toplumun tamamını üzen veya kaygı veren olaylar ile insanın beşerî olarak yaşadıkları sosyal benzerlik gösteriyor. Toplumlar virüs gibi bir hastalığa yakalandığında kaygılanıyor, gelecek korkusu çekiyor, içe kapanıyor. İnsan fiziki hastalığında benzer olayları yaşar. Ateşi çıkar, ölüm korkusu çeker… Bir de ruhsal olarak çözüm için nasıl ve ne yapması gerektiğini sorgular.

Bu dönemleri İkiye Ayırdığım için yazıma “İki Hira” başlığını kullanıyorum.

Birincisi insanın içe kapandığı ve kötü giden; toplumsal bozulma, ahlaksızlık, doğru kabul etmediği içsel güdülerinin çözülmemesinden kaygı duyduğu vicdan sorgulamalarıdır.

Bunun için mevcut toplumu ile etkileşimde bulunmakla beraber karşı çıktığı sistemden izole olmak için, kendisini daha sakin hissetmek için beşeri ihtiyaçları dışındaki zamanlarında içine kapanır.

İkinci “Hira” ise sorgulamadan ziyade “Nasıl yapacağım(ız)” sorusunun sorulup beşerî yetersizlerin fiziki imkansızlıklar ile birleşince, toplumsal dönüşümü sağlayamayacağına olan insanın güven eksikliğidir.

İnsan tek başına yaşayamadığı için mutlaka konuşmak ve/veya kendisi ile konuşulmasını rahatlamak için ister. Bugün ki psikologlar bunun için vardır.  

Kınayanın kınamasına aldırmadan iş yapabilmek için Kur’an gibi bir destekçi olmalıdır. Adeta bir arkadaş gibi “Kınayanın kınamasına aldırmadan kalk! Tebliğ et!”  Zira Dünya’da insanın/İnsanlığın bu iki hasletini geçici çözecek zevklerin ilelebet olması mümkün değildir. Bu nedenle hem şahsen hem de Düzen olarak “mutlak bilgiye sahip” bir desteğe ihtiyaç şarttır.

Kur’an’da peş peşe iki sure var. Okuyan kişiyi doğrudan muhatap alıyor. “Doktorluk” ediyor. Müzzemmil Suresi içsel muarızlara karşı ilacı, birinci “Hira” diye tabir edeceğimiz ferdin içsel sorgulama ve dinginliğini sağlıyor. Ruhsal durumuna işaret ederek ona huzur ve sorumluklarını hatırlatırken, hemen arkasından Müddessir suresi fiziki olarak sorumlukları olan insanın ikinci “Hira” psikolojine görevi olunca/bilincinde olunca toplum için yapması gerekenler için ona sesleniyor?

Seslenmiyor mu ?

 

يَاأَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ (1) قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا (2) نِصْفَهُ أَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا (3) أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا (4) إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا (5) إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْئًا وَأَقْوَمُ قِيلًا (6) إِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا (7) وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا (8) رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا (9) وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا (10)

74/1-10

Ey o örtünen,[1] gece kalk, pek azı hariç,[2] yarısı, yahut ondan biraz eksilt (yarısından az kalk)[3] veya artır (buna ilave et, yarısından ziyade kıl) ve Kur’an’ı ağır ağır, güzel güzel oku![4] Çünkü Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz;[5] Çünkü gece neşesi, hem daha dokunaklı hem de deyişçe daha sağlamdır.[6] Çünkü sana gündüzün uzun bir yüzüş vardır (birçok meşguliyetin vardır).[7] Rabbinin ismini an ve herşeyden kesilerek O’na çekil (O’na bütün varlığınla yönel)![8] O doğunun ve batının Rabbi’dir. O’ndan başka tanrı yoktur. O halde yalnız O’nu vekil tut![9] Başkalarının sözlerine sabret ve onları güzel bir terkedişle terket[10]

( Elmalı Meali )

75 / 1-10

يَاأَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ (1) قُمْ فَأَنْذِرْ (2) وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ (3) وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ (4) وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ (5) وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ (6) وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ (7) فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ (8) فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ (9) عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ (10)

Ey (sarılıp) bürünen,[1] kalk artık uyar,[2] ve Rabbini artık büyükle,[3] elbiseni artık temizle,[4] pislikleri artık uzaklaştır,[5] çok sunarak (yaptığını çok görerek) başa kakma[6] ve Rabbin (rızası) için sabret![7] Çünkü o boru (Sur) bir öttürüldü mü,[8] işte o gün çok zorlu bir gündür,[9] kafirlere hiç kolay değildir![10]

 

Veysel İPEKÇİ

Nisan 2020

 

https://www.instagram.com/veyselipekcii/

 

https://twitter.com/veyselipekci

 

https://www.facebook.com/ipekciveysel

 

https://www.youtube.com/channel/UC174wPX4j4AXm8BMXwgqLOw

 

 

 

“Evini Hira’n yapabiliyor musun? Hira’n yani mağaran: arındığın, dirildiğin, kendine geldiğin yurdun, umudu bulduğun ufkun?

Mağara’na yani inzivaya kapanarak kendini, hakikati keşfe çıkabiliyor musun?

Ümmîleşebiliyor musun; kalbine yani evine yani kendine dönebiliyor musun?

JOHN BERGER’IN EVLERİ, GÖZLERİ VE KALBİ

John Berger’i bilir misiniz?

Görme biçimlerimizi silbaştan değiştiren, ayarlayan, kuran, yeniden oluşturan adam.

Yakınlarda öldü. O öldü, dünya körleşti; görme melekelerini çoktan yitirdiği için!

Gören adamdı. Duyarlı adam. Kalbi yoksullara, kimsesizlere, ötekilere, dışlananlara ayarlı ve açık adam.

Kalbi olduğu için görebiliyordu, diyeceğim. Gözüm var deme boşuna, kalbini yitirmişsen göremezsin, zira.

Sosyalistti, işçi sınıfının çocuğu. Sonuna kadar sınıfına sadık biri. Kalbi olan biri, dedim ya. Londra’da işçi sınıfı semtlerinden birinde, Stoke Newington’da doğmuştu, orada yaşadı ölene kadar. Dünya kadar ününe rağmen, semtine, sınıfına, kalbine ihanet etmedi.

Bu adam görüyordu; kalbi vardı çünkü.

Yanılmıyorsam, 1978 yılıydı. Ecevit’in başbakan olduğu yıllar... John Berger, merak bu ya, İstanbul’da bir varoş evine gider. Ne de olsa işçi sınıfından geldiği için varoşta, yoksullar arasında, yaşayan, ölmeyen, yitirmediğimiz bir yan kalmıştır beklentisiyle bir varoş evini ziyaret eder, misafir olur.

Yoksulluk diz boyudur.

Ama John Berger, bu yoksulluğun kolgezdiği, her yere, her şeye -insanların yüzlerine bile elbette- sirayet ettiği gördüğü bu yoksulluktan, yoksullar arasından zenginleşerek çıkar...

“Türk evi: Cennet” başlıklı bir makale olarak yazar, nasıl zengileştiğini gösteren nefis bir metin.

EV’İNE DÖN, TEVHİD’İ TEMÂŞÂ EYLE...

Evine dön... Kalbine... İçine... Kendine yani.

Başkalaşma. Haddini aşma. İstikametten şaşma.

İçimiz boş, bomboş. Harap olmuş evimiz. Kalbimiz katılaşmış, taşlaşmış. Kaskatı kalp insanın insanlığından çıktığına, uzaklaştığına, her şeyden önce kendine yabancılaştığına alâmet’tir, değil mi?

İnsan insanın yurdu, umudu ve ufkudur, demiştim.

İnsan bir âlem’dir, bir dünyadır; âlemin ruhudur çünkü. Ruhtur insan.

Bu imtiyaz yalnızca insana lûtfedilmiştir.

Rabbinden üflenen ruha sahiptir; bundan büyük imtiyaz olur mu?

İnsanın bu imtiyazı, suistimal etmemesi için emanet yüklenmiştir; hilafet yani kulluk emaneti. Kulluğunu bildiği zaman, kul olduğunun bilincine erdiği zaman, insan, beşerlikten insanlığa yükselir. Kulluk makamlarında yaptığı yolculukla kemâl merdivenlerini tırmanma şerefi lûtfedilir...

Rabbinin bütün isimleri ve sıfatları o yüzden yalnızca insanda tecellî ve tezahür eder; nebatat’ta tenzihî, hayvanatta teşbihî özellikler, insanda ikisi birden sema eder, kendinden geçer, bir olur, birlik olur, tevhid olur; birleşir, âlem kendine gelir, sükûnete erer...

İnsan, tevhid makamıdır: Tevhid yani sultanlık.

Sultanlığın en âlâ mevkisi kulluktur.

Kulluk, sultanlığın zirvesi. Kul olan, Rabbine kul olan, kula ve pula kulluktan kurtulur, sultan olur.

İlâhî saltanatı, temâşâ eder, seyre dalar, kendinden geçerek kendine gelir, kendine gelerek kendinden geçer... Kendini aşar... Taşar...

Mâverâ’ya, ötelerin ötesine kanat çırpar...

NE KADAR KİRLENDİN EY İNSAN! ÜMMÎLEŞMELİSİN O HÂLDE!

Ne kadar kirlendin ey insan!

Ne kadar uzaklaştın kendinden, nasıl da terkettin kendini, değil mi?

Kendini yani kalbini.

Kalbini yani kendini inşa ettiğin, kendine geldiğin, içini, hazineni keşfettiğin evini, yurdunu, Hira’nı, mağaranı.

Kabe kâinâtın, ev insanın kalbi.

Çok kirlenmiştin. Temizlenmen gerekti. Arınman, dirilmen, kendine gelmen...

Ümmîleşmen yani.

Ümmîleşmen için de mağarana çekilmen...

Her insanın bir mağarası vardır; mağarası yani kendini bulduğu, hakikatle buluştuğu, beşerlikten kurtulup hakikat olduğu, insan olduğu, eşref-i mahlûkât olmanın sırrına erdiği Hira’sı, Hira yolculuğu...

HİRA’N HİCRET’İN SENİN, KALBİNİ BULACAĞIN YURDUN, HAKİKAT YOLCULUĞUN...

Hira, mağara değil. Hira, yolculuk. Hira, insanın hicreti: İçine, evine, kalbine, kendine, Rabbine hicreti... Sabırla, çileyle, iradeyle, kalple örülen hakikat yolculuğu çilesi, mücahedesi. Zihni harekete geçiren, zihni putlardan temizleyen önce; evet, önce insanı zihin putlarından, zihnini çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüren zihin putlarından temizleyen; arındıran, ümmîleştiren, kendine getiren; sonra kalbini onaran, kalbinde herkese yer verecek, herkesi kendine getirecek bir dünya inşa eden ve nihayet insanlığı diriltici, kendine getirici ruhu yeşerten bir direniş, diriliş ve varoluş yolculuğu...

Hira, beşerin insanlaştığı, kendini aştığı, Rabbine ulaştığı yolculuğun adı. Zirveye, dağın en tepesine, zirvesine yapılan biliş, buluş ve oluş yolculuğunun. İlim, irfan ve hikmet yolculuklarının yani.

Hira, mağara değil, dünya mağarasından kurtulma yurdun, ufkun ve yolculuğun senin...

Hira, mağara değil, Hira senin kalbin; kalbini bulduğun yerin; yerini bildiğin, haddini bildiğin, kendini bildiğin, Rabbini bildiğin, kalbine döndüğün, kendine geldiğin ve kendini aştığın, binbir çileyle ulaştığın, göklere yaklaştığın dağın zirvesi.

Hira aydınlanman, iç-aydınlanman, nurlanman, yerin ve göklerin Nûru Hakkın hakikatine, Hak bilgisine, hakikat bilgisine ulaşman ve nihayet hakikat olma yolculuğun... Öyleyse Hira’na sahip çık...

Hira’na çık: Hicret’ine... Evini, kendini, kalbini,

hakikati, ruhunu ve dünyaları keşif yolculuğuna...

Ve unutma: Her Hira bir inkılaptır; her ev bir Hira!

Vesselâm.”

Yusuf Kaplan :

13 Nisan 2020 Yeni Şafak Köşe Yazı ( Alıntı )

 

 

 


YorumcuYorum
Ahmet Yücel
15.04.2020
11:18

Allah insanda iki kalp yaratmamış, birine Allah'ı birine dünyayı koyalım. Bir olan bu kalbimize dünyayı koydukça Allah'tan uzaklaşıyoruz. Dünyayı ahiretten çok sevdikçe, Hıra'dan uzaklaşıyoruz.

İnanmayanların gözleri kör, kulakları sağır, dilleri laldır. İnanan insanın beden gözü görmese bile gönül gözü görür.

Hıraya dönmek tefekkür olsa gerek. Bir saat tefekkür yetmiş yıllık nafileden hayırlıdır.

Allah razı olsun.





Çok Okunan Makaleler
Veysel İpekçi
İki Hira Dönemi
15.04.2020 2518 Okunma
1 Yorum 15.04.2020 11:18