Babamdan dinlemiştim:
‘’Çocukluğumuzda oturduğumuz şehir Zülküfül Dağı’nda idi. Evimizin bitişiğinde ufak bir ağılımız vardı. Bir kış baktık ki arada bir hayvan eksiliyor. Bir, iki, üç. Bunun üzerine babam, durumu anlamak için geceleri ağılda beklemeğe karar verdi. Bir gece, bir elinde petrol lambası, öbür elinde de bir sopa, beklerken, ağılın giriş yerinden içeriye bir kurdun daldığını görür. Meğer ağıla dadanan bir hırsız değil, bir kurtmuş. Kurt içeri girince, hayvanlar panik içinde bir oraya bir buraya koşuşup duruyorlarmış. Babam kurda sopayı yapıştırmaya başlar. Biz bu sırada ahırda bir takım koşuşturmaların ve gürültülerin olduğunu duyunca oraya bakmaya gittik ve babamın kurtla karşı karşıya kaldığını görünce, evde de yardım edecek büyük yaşta erkek olmadığından kasabanın kahvesine yardım istemeğe koştuk. Sonra kahvedekilerle birlikte dönünce babamın kurdu öldürdüğünü gördük. Babam kurtla çarpışmasını şöyle anlattı: “Kurt, benim elimde lambayı görünce, üstüme atılıp beni paralamaya girişmedi. O bütün gücüyle lambayı söndürmeğe çalışıyordu. Ben bir elimle lambayı onun üfürerek söndürmesinden kurtarmak için mümkün mertebe uzak tutuyor, öte taraftan da sopayla onu dövmeye çalışıyordum. Kurtsa tıpkı bir insan gibi, durmadan ağzını uzatarak lambayı söndürmeğe çalışıyordu. Ben bir elimle lambayı onun üfürerek söndürmesinden kurtarmak için mümkün mertebe uzakta tutuyor, öte taraftan sopayla onu döğmeye çalışıyordum. Kurt sa tıpkı bir insan gibi, durmadan ağzını uzatarak lambayı söndürmeğe çalışıyordu. Bütün dikkat ve gayretini ilkin lambayı söndürmeye yöneltmişti. Fakat o bütün uğraşlarına rağmen lambayı söndürmeyi başaramadan ben onu öldürebildim.’’
Babamın çocukluk anılarında biri olan ve babasıyla yani dedemle bir kurt arasında geçen bu vak’a, bende bugün, biz Müslümanlarla Müslümanların arasındaki açık gizli savaş hakkında bir takım düşünceler ilham etti. Kurt neden doğrudan doğruya sürünün üzerine değil de dedeme yönelmişti? Bu açıktı. Gerçi hedefi sürüydü . Nitekim fırsat bulduğu her gece bir hayvanı ihmal etmemişti. Fakat bu kere karşısına sahipsiz bir sürü değil, sürünün sahibi çıkmıştı. O, yine her zamanki adetiyle sürüye saldırsa arkadan dedem tarafından kolaylıkla öldürülebileceğini anlamıştı. Dedeme yönelmesi kolaylıkla anlaşılıyor ama neden hemen dedemin üzerine atılmayıp ta bütün dikkatini ve gücünü lambayı söndürmeğe çevirmişti? Aslında işin burasında da kurdun müthiş bir hesabı vardır. Kurt düşünmüyor ki, Lamba dedemin elinde oldukça dedem olanca gücünü kullanabilecektir. İki tarafın da kuvvetini tam kullanamamasının sonucu ise kesin değildir. Kurdun dedemi mutlaka yeneceğine dair elinde bir garantisi yoktur. Fakat bir kere lambayı söndürmeyi başarsa dedem etrafını, yanını, yöresini göremeyecek, karanlığa alışık gözlerinin üstünlüğüyle kurt hasmını kolaylıkla alt edecektir. Bu yüzden tıpkı bir insan gibi lambayı üfürmeye vermiştir kendini. Yalnız bu hesabının doğruluğuna ve tamlığına rağmen kaderinin kendisine tayin ettiği sonucu değiştirememiştir.
Müslüman, elinde bir lamba bulunan bir ev sahibidir. Onun düşmanı da, ister batı da olsun, ister doğu da tıpkı o kurt gibidir. Müslüman lambası, Kur’ an ve İslam’dır. O, ancak onun aydınlığında bu evren gecesinde yanını yöresini görebilmekte ve onun ışığında yaşayabilmektedir. Kurtsa, vahşetin en haşin ve yırtıcı çocuklarından biri olarak hep kış karanlıklarında dolaştığından karanlıkta iş görmeğe gözleri alışıktır. O, ışıkta Onun için insanın en büyük silahının ışık olduğunu bilir. Ve yine onun için gündüzleri pek ortalıkta gözükmez. Karanlık bastırınca ava çıkar. O zaman da elinde lamba veya bir ışık bir insan gördü mü ilk işi o ışığı söndürmeğe çalışır. Işığı söndürdü mü işi artık kolaylaşır. Gözü görmez hale gelen hasmını paralar. Artık sürüde sahipsiz kalınca kurdun keyfine diyecek yoktur. İstediğini sırtına vurup alıp götürür.
Müslümanların parlak devirlerinde, yani İslam bir güneş gibi ortalığı aydınlatırken, Avrupalılar ortalıkta gözükmediler. Karanlığın bastırmasını yüzyıllarca beklemesini bildiler. Kurt da açlığa çok dayanıklıdır. Kaderin bir imtihan gecesi gelip çattı. Müslümanlar için karanlık gece bastırdı. İşte kurda, yani Avrupalıya gün doğmuştu. Her gaflet anında sürüden bir iki aşırmayı becerdi. Nihayet, Müslümanlar yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Sonunda, kurdun karşısına bir iki çıkmaya başladılar. Avrupalı, Lambayı söndürebildiği her ülkede, Müslümanları kolayca hakimiyeti altına aldı. Şimdi bütün gücüyle henüz bütün İslam ülkelerinde söndürmeyi başaramadığı noktaya, yani islamı tam anlamıyla söndürmeğe bütün zeka ve teknik gücünü sarfediyor. O, biliyor’ ki, bunu başarırsa artık güçsüz hale getirmeğe erişmiş olacaktır. Ondan sonra ezmenin her türlüsünü, ekonomik, kültürel, politik ezme türlerinin her türlüsünü kolaylıkla uygulayabilecektir. Fakat ışık yandıkça, bir noktada da olsa lamba yanmakta devam ettikçe, Müslümanlar için kurtulma umudu büsbütün yitmiş sayılmayacaktır. Onun için batılılar liberali ile, marksisti ile, bütün güçleriyle İslam’ı söndürmeğe çalışıyorlar. İçten ve dıştan bütün kuvvetleri bu hedef için seferber olmuştur. Biz bir taraftan kendimizi korurken ondan daha büyük bir gayretle elimizdeki ilahi ışığı sır lambasını söndürmeğe çalışmakla kurtuluş umudumuzu koruyabileceğiz. Unutmayalım ki, kurdun gözleri karanlığa alışıktır. Ama biz, barbar Avrupa önünde medeni İslam insanları ışığı kaybedersek yolumuzu kaybettik ve umudu da kaybettik demektir.
Evet, batılılar ve doğulular, aya da çıksalar, yerin dibine de inseler, ruhları itibariyle barbardırlar ve kurdun tabiatını taşımakta devam ediyorlar. Biz yırtık pırtık çul çaput içinde kalsak dahi, hiç olmazsa medeni olmanın büyük anısını taşıyacak kadar medeniyiz. Biz mutlaka ışıkta iş görebiliriz.
Ne mutlu kurdun tıpkı insan gibi söndürmek için üfürüşünden lambasını koruyabilenlere.
(Diriliş gazetesi 1971)