GÜNEŞ'TE HAYAT
Süleyman Karagülle
3617 Okunma
GÜNEŞ'TE HAYAT

 

                                    GÜNEŞTE     HAYAT                                                                                                 

 

 

Yeryüzünde hayat vardır. Bu hayat organik moleküllerle olmaktadır. Organik molekül dört değerli, 6 numaralı, 12 atomlu Karbon(kömür) elementine dayanmaktadır. Bu elementin özelliği kendi kendisine birleşerek bir zincir oluşturması ve diğer kollarına başka elemanları almasıdır.

 

 H H H2 PO2

H-C-C-C-C-C=O

 H NH3 H2

 

   Bunun anlamı, kömürü kullanarak bir duvar örebilir, bir kumaş dokuyabilir, bir yapı yapabiliriz demektir. Bu yapıyı bir makina gibi kullanır, içinde üretim yapabiliriz. Üretimde H, O, C, N, P gibi malzemeler kullanarak, istediğimiz üretimi yapabiliriz. Bunun için enerjiye ihtiyacımız vardır. Bunu da C ile O2 birleştirerek elde ederiz.

 

C + O2 = CO2 + Enerji

 

   Elimizde kömür varsa, O2 varsa bir kibrit çakar ve bu işi kolaylıkla yaparız. Ancak bu enerjiyi ısı enerjisi olarak elde ederiz. Ama eğer motorumuz varsa biz bu enerji ile mekanik enerji elde ederiz. Mekanik enerjiyi de elektrik enerjisine çeviririz. Tabiatta kendiliğinden kömürün yanmasıyla ısı enerjisi üretilir. Ama hiçbir zaman makina olmadan kendiliğinden mekanik veya elektrik enerjisi meydana gelemez. İşte kömürdeki bu kimyasal enerjiden, mekanik veya elektrik enerjisini elde etmek için bize makina gerekmektedir. Bu makinayı da yine C zincirinden oluşan bir makina ile yapmak imkanına sahibiz. Gerçi demirden yaptığımız makinalar da bu işi yapmaktadır. Ancak demirden bu makinaları yapan insan da bu kömürden ibaret zincirlerden oluşmuştur.

 

   Fakat bir yerde C ve O2 varsa ve bunu yakıp bitirirsek elimizde kömür kalmaz. Yukarıda söylediğimiz canlı yapı oluşmaz ve olaylar durur. Canlılığın sürüp gitmesi için kömürü yakmanın tersi bir işlem yapacağız. Yani CO2'i ayırıp, O2 ve C şekline sokmalıyız ki sonra o oksijen ile o karbonu birleştirerek yeniden elektriki veya mekaniki enerji elde edelim.

 

CO2 + Enerji = C+O2

 

   İşte bu olay için gerekli enerji güneşten gelmektedir. Güneş enerjisi ile CO2, kömür ve oksijene ayrışmaktadır. Yeniden kullanılacak hale gelmektedir. Ancak bu işin de kendiliğinden olduğu sanılmamalıdır. Yine bu işi yapacak bir fabrikaya, bir makinalar dizisine ihtiyaç vardır. Henüz biz insanlar bu işi başarmış değiliz. Yani öyle bir fabrika kurmuş değiliz ki, güneş enerjisinden yararlanarak C ve O2'yi elde edelim. Ama yeryüzünde bu olmaktadır.

 

   Canlıların işi burada bitmemektedir. Her makina eskidiği gibi, canlıların kömür zincirinden ürettikleri makineler de eskimektedir. Yani canlı yaşlanmakta ve ölmektedir. Yerine kendine benzer canlıların üretilmesi gerekmektedir. Makine üreten makina gibi, canlıyı üreten bir canlı mekanizmasına ihtiyaç vardır

 

   Canlı bunu şu şekilde yapmaktadır. Karbondan oluşmuş bir zincir vardır. Bu zincirin iki kolu açıktadır. Kolun bir tarafında istenilen fabrikanın makinaları dizilmiştir. Diğer kolu açıktır. Ne var ki, diğer koluna da ancak benzer maddeler gelebilmektedir. Gelip karbonlar benzer şekilde sıralanmakta, sonra birbirine eklenip, zincir oluşşturmakta ve sonra paralel oluşmuş zincir ayrılarak, birbirine benzer yeni iki zincir oluşmaktadır. Böylece canlı kendine benzer bir canlıyı oluşturmaktadır. Böylece kendiliğinden çoğalmaktadır, yayılmaktadır. Ölenlerin yerine yenileri meydana gelmektedir. Seleksiyon kanunları içinde de gelişme tamamlanmaktadır.

 

   Canlı, bu kendisine benzer varlıkları oluştururken dört çeşit harf kullanılmaktadır. Bu harfler ikişer ikişer eşleşmektedir. Bu dört harften  üçü bir araya gelerek bir hece oluşmaktadır. Hecelere de yirmi çeşit asit eklenmektedir. Bu asitler öyle düzenlenmektedir ki, istediğimiz işi yapsın. Buna "genetik plan" diyoruz. Bu plan ilk canlıya verilmiş olup, ondan sonra milyarlarca yıldan beri yeryüzünde hayat varolmaktadır.

 

   Güneşden gelen ışık başka ışıktır. Canlıların ürettikleri C'nun yanmasından doğan ışık başka ışıktır. Canlılar olmasa yeryüzünde kömürün yanmasından doğacak ışık yeryüzünde mevcut olmayacaktır. Çünkü her şey yanmış ve CO2 olmuştur. Onu geri çevirecek bir mekanizma olmadığına göre bir daha onun yonması da söz konusu değildir. Güneş enerjisinden yararlanarak herhangi bir mekanik ve elektrik olayı da oluşmazdı.

 

   Canlının en gelişmiş varlığı insandır. Yani, biziz. Biz kömürü doğrudan alıp, kullanamayız. Ama su ile birleşik olarak, şeker ve benzeri maddeleri alıp, kullanır, yakarız. Havadan aldığımız O2 ile birleştiririz. Azotlu maddelerle de vücudumuzu oluştururuz. Evlenen karı koca, birlikte kendilerine benzer yavruyu meydana getirmektedir. İnsanın diğer bir özelliği de bu maddelerin dışında bir ruhu olması ve bu ruhun duyması, düşünmesi, yapması ve diğer ruhlarla diyalog kurmasıdır. İnsan, insan ile konuşurken ruhlar olarak anlaşmaktadırlar. Araç maddedir ama anlaşma ruhidir.

 

   İnsan ruhlar alemine beyni ile irtibatlı bulunmaktadır. Beyin ise elektrik devrelerinden oluşur. Kompitüre benzemektedir. Bu işi yapan dokular vardır. Telsiz veya televizyonla nasıl haberleşme mümkün olmakta ise, aynı şekilde beyinde, ruhlar arası haberleşme olmaktadır. Henüz bu mekanizmayı bilmiyoruz.

 

   Yeryüzünde bu hayatın olabilmesi için yeryüzünün iklimi, içinde bulunan maddeleri bu hayata uygun olmalıdır. Sıcaklık sıfırın altında ve elli derecenin üstünde olmamalıdır. Havadaki O2, CO2 ve azot miktarı değişik olmamalıdır. Su miktarıda bu kadar olmalıdır. O halde hayat için belirli şartlar gerekir ve bu şartlar yoksa hayat olmaz. Bu şartlar da yetmez. Bu şartlarla beraber ilk canlı hücre de gerekir.

 

 İlk canlı hücrede tüm canlılığın plan ve projesi genlere yüklenmiştir. O genler şimdi hareket ederek çoğalmakta, gelişmekte, değişmekte ve hayat düzeni oluşmaktadır. Hayatın bu şekilde bir kaç milyar yıl önce varedildiğini bugün biliyoruz. Buraya kadar anlattıklarımız, liselerde okuduğunuz hayat bilgisini kısaca hatırlatmak içindir.

   Bu yazının konusu, dünyamız ve onun üzerindeki hayat değildir. Bizim konumuz güneş ve güneşin içindeki hayattır. Biz, sıcaklık 50 derecenin üzerine çıktığı zaman artık yaşayamıyoruz. Oysa güneşten bize ışık, ancak 8 dakikada gelebilmektedir. Oysa aydan, bir saniyede gelebilmektedir. Güneş o kadar sıcaktır ki biz güneşin altında burada bile birkaç saatten fazla kalamamaktayız. Yeryüzünde bu yükseklikte bir sıcaklık  elde edemiyoruz. Orada değil canlı, molekül bile yoktur. Atomlar da bizim burada olduğu gibi, çevresinde elektronlar taşıyan atomlar şeklinde değildir. Bu kadar sıcak olan bir yerde hayatın olamıyacağı aşikardır. Güneşin yüzeyinde sıcaklık 6.000 (K) derecedir. İçeride ise bu sıcaklık 20 milyon derecedir. Burada bizim bildiğimiz bir hayatın oluşması söz konusu değildir.

 

   Şimdi biraz da güneşten bahsedelim. Güneş bir Hidrojen yığınıdır. Güneşin yüzeyinde santimetre kareden 75 kilowatt saat bir enerji çıkmaktadır. Bu tepkime yapmakta ve yüzeyinde bir basınç oluşturmaktadır. Bu basıncın altında sıkışmış H gazı dışarıya basınç yapmaktadır. Böylece bu iki basınç altında güneşin yüzeyi sabit kalmaktadır. Radyasyonun basıncı yüzeye göre, yani yarı çapın karesine göre azalmaktadır. Yani yarıçapın küpüyle azalmaktadır. Böylece güneşin sıcaklığı sabit kaldığı müddetçe güneşin yarı çapı'da sabit kalacaktır.

 

   Bu durumda güneş yüzeyinin sabit kalabilmesi ve bize sabit miktarda enerji gönderebilmesi için de güneşin içindeki enerji üretiminin sabit olması gerekir. Yoksa atom bombası gibi patlar ve sonunda biter. Bu da tamamen dengededir. En az 3 milyar yıldan beri güneş yer yüzüne aynı sıcaklığı (ışığı) yollamaktadır. Yani, bir gaz lambasına benzemektedir. Fitilin ucu ne kadar dışarıda ise, gaz bitinceye kadar lamba, hep aynı ışığı verir. Şimdi güneşin içine doğru gidelim ve bu dengeyi nasıl sağladığını araştıralım. Bunun için önce güneşin içine dalalım. Bu hidrojenden oluşmuş bir gazdır. Gittikçe sıcaklık artacaktır. Gazın yoğunluğu basınç sebebiyle artacak, ama sıcaklık sebebiyle azalacaktır. Güneşin yoğunluğu fazla değişmeyecektir. Derinlere daldığımızda bir Helyum tabakasına rastlayacağız. Bu güneşin "yeryüzeyine" benzemektedir. Buna Helyum Yüzeyi diyebiliriz. Üstünde H gazı altında ise He gazı vardır.

 

   Helyum, Hidrojenden dört defa ağır olduğu için aşağıya çökmektedir. Hidrojen ise üstte kalmaktadır. Burada Hidrojen kendi kendine yanarak Helyum olarak dibe çökmekte, buna mukabil meydana gelen ısı da dışarıya doğru hareket ederek güneşin yüzeyinden dışarı çıkmaktadır. Buradaki yanmanın yüzeyle orantılı olduğunu kabul etmek durumundayız. Çünkü Helyumla H burada karşılaşmaktadır. Bunun dengesi nasıl korunuyor? Yani, günein dış yüzeyinde neden Helyum oluşması olmuyor da Helyum yüzeyinde oluyor? Güneş neden patlamıyor? Tabii bunu açıklayabilmemiz için basınç ve sıcaklığı birlikte düşünmemiz gerekir. 20 milyondan aşağı sıcaklıklada bu birleşme gerçekleşmiyor da ondan. Bu yüzeyin altında Helyum vardır. Helyum yakıt değildir. Bu sebeple orada sıcaklık artmaz. Hep 20 milyon derecede kalır. İşte bu 20 milyon derecede kalma, Hidrojenin Helyuma dönüşmesini sadece Helyum yüzeyinde tutar.

Dengenin tam korunabilmesi için Helyum tabakasının hacmi büyümemelidir. Bunun için alttaki Helyum gazının miktarı devamlı artmasına rağmen hacmi artmamalıdır. Bunun sağlanması için de Güneşin merkezinde He sıvılaşmakta hacmi çok küçülmektedir.

  Böylece yeni üretilmiş olan Helyum sıvı halinde depolandığı için hacim değişmesine fazlaca izin verilmemektedir. Ayrıca Helyumun yüzeyinden çıkan ışık tepki ile Helyuma basınç yapmaktadır. Helyumun sıcaklığı ve hacmi yaklaşık olarak sabit kalmaktadır. Burada da tıpkı güneşin yüzeyinde olduğu gibi sıcaklık hemen düştüğü için genişleyememektedir.

   İşte güneşin iç yüzüne inmiş ve oradaki bir yüzey üzerine enerji üretildiğini tesbit etmiş bulunuyoruz. Soru şudur: Bu yüzeyden oluşan enerjilerden faydalanabilen canlı var mıdır? Bu canlı, acaba bu enerji üretiminde denge rolünü oynuyor mu? Yeryüzünde iklim şartlarına göre canlı oluşur, ancak sonra canlı, iklim şartlarını düzgünleştirip, konur. Burada da böyle dengenin korunmasına hizmet eden canlılar var mıdır? İşte soru budur.

   Tabii böyle bir canlının oluşabilmesi için, canlılar için gerekli zincirlemelerin oluşması ve bunların genetik yoluyla genişleyip, çoğalması gerekir. Güneşin 20 milyon derece sıcaklığı altında moleküller bile olmadığına göre hayatın varolması mümkün gibi görünmüyor. Ancak atomlar zincirinde bu işler gerçekleşebilir. Dünyada Karbon zinciri oluşurken, kimyasal bağ kullanılıyor. Elektronlar devreye giriyor ve o sayede iki atom birleşip, bir komşuluk tesis ediyorlar. Oysa güneşte buna imkan yoktur. Çünkü elektronlar o sıcaklıkta atomlardan kopmuş durumdadırlar. Esasen 50 dereceden sonra bu bağlar kopuyor. 20 milyon derecede ise bu bağlardan bahsetmek imkansız.

 

   Bu zinciri olsa olsa moleküller arasında değil de atomlar arasında oluşturabiliriz. Bunun için fiziki kanunlar müsait midir? Araştıracağımız konu budur. Şimdi ana kanunlara tekrar dönelim. Kimyasal olaylar elektriki kuvvetlerin çekip, itmesine dayanır. İki çeşit elektrik vardır. Müsbet ve menfi elektrik. Aynı cinsten olan elektrikler birbirini iter, ayrı cinsten elektrik yükleri birbirini çeker. Bu kanun 19.asırda tam doğrudur. Oysa bu, bugün, heryerde geçerli değildir. Mesela demir çekirdeğinin içine 26 adet müsbet elektrik yükü vardır. Bunların birbirini itip, parçalanması gerekirken sımsıkı birbirine yapışmışlardır. Bunu anlamak için 20.asırda geliştirilmi olan parçacık, kuvantum teorisini ele almamız gerekir.

 

   Parçacık teorisini kavrayabilmek için bir misal verelim. Bir motoru makinaya iki şekilde bağlayabiliriz. Biri, kayışla bağlarız ve kayışı ne kadar çevirirsek makine de o kadar döner. Ama eğer bu bağlantıyı dişlilerle yaparsak artık dönme, diş diş olup, yarım diş kadar çevirmemiz mümkün olmaz. İşte 20.asıra kadar elektronlar arasındaki çekme kayış misali zannedilirdi. Oysa 20.yy'da enerjinin parça parça olduğu anlaşıldı ve bu çekme diş diş, halka halka, adım adım, kat kat olmaktadır. Uzak mesafelerde bunun fazla önemi yoktur. Ancak mesafeler küçülünce çok önem kazanır. Artık ara mesafeler elde edilmez, uzaklık birden yarıya düşer.

 

   Yine 20.yy'ın ortaya koyduğu bir başka gerçekte şudur: Mesafeler, enerji birer birer artmaz. Buçuklu artar. Yarım, birbuçuk, ikibuçuk, üçbuçuk olarak gider. Hiç bir zaman sıfır olmaz. Dolayısıyla sonsuz da olmaz. Bu durumu da göze alarak, çekimde son yarımlık mesafeyi -1/2 alırsak, uzak mesafeler için daha önceki kanunlar geçerli olur.

Halbuki mikroda ise negatif değer elde edilir.

Eski fizikte verilen veya alınan enerji, uzaklığın karesi ile orantılı idi.

E=Q1*Q2/r  Yine eski fizikte çekme veya itme kuvveti, bunun türevi kadardı.

Yani  F=dE/dr= - Q1*Q2/(r*r)

Bu takdirde itme veya çekme sonsuz oluyordu.

 

Parçacık fiziğinde ise E=Q1*Q2/ro(n-1/2)'dir.

Kuvvet ise, n ile n+1 durumları arasındaki farkın, n'e bölümüdür.

 

E1=Q1*Q2/ro(n-1/2)

E2=Q1*Q2/(ro*(n+1-1/2)) = Q1*Q2/)ro*(n+1/2)

 

F=DE/1=(E2-E1)/1=Q1*Q2/ro (1/(n-1/2)+1/(n+1/2))

F=DE/1=(E2-E1)/1=Q1*Q2/(ro*ro)*1/(n*n-1/4)

n=1 ise sonuç pozitif'dir, n=0 ise sonuç negatif'dir.

 

   Bunun manası şudur: Çok yaklaştıkları zaman aynı kutuptakiler çeker, ayrı kutuptakiler iter. İşte bundan dolayıdır ki, atom çekirdekleri içinde aynı kutuptakiler itmiyor, çekiyorlar. Bu çekim artık uzaklıkla değil, tamamen sayı ile ilgili oluyor. O halde atom çekirdeklerinde hacimle ilgili bir bağlantı vardır. Deneyler de bunu gösteriyor.

 

   Bu fiziki bilgiyi edindikten sonra şunu söyleyebiliriz. Güneşin içinde moleküllerden oluşan bir zincir oluşturmak mümkün değildir. Ama atomlardan oluşturulacak bir zincir mümkündür. Böylece güneşin içinde atoma dayalı bir hayatı düşünmemek için hiçbir mani kalmayacaktır.

 

   Güneş merkezinde bu teorimizi doğrulayan olaylar vardır. Bir defa güneşteki elemanlar varlıklarını koruyorlar, yani C, O, Fe, H, N hep varlıklarını koruyorlar. Yani atomlar özelliklerini kaybetmemişlerdir. Zincir de yapabiliyorlar. Eğer uygun ilk hücre konmuş ise bütün hayat olayları orada da cereyan edecektir. Bu hayat olayları Helyum içinde gerçekleşmesi zordur. Ya H gazında olmalı veya helyum yüzeyinde olmalıdır. Büyük ihtimal yüzeydedir ve Helyumun oluşmasını dengelemektedirler.

 

   Güneşin içinde cereyan eden fiziki olayı biliyoruz. Yeryüzünde C ve O2 birleşiyor ve ayrılıyor, hayat olaylarını öyle yürütüyor. Güneşte ise yine karbon esas rolünü oynuyor, ama bu sefer Hidrojeni alıyor Helyuma çeviriyor ve enerji yayıyor. Bu olay Hidrojen bitinceye kadar devam edecektir ve Hidrojen bittiği zaman veya azaldığı zaman duracaktır. Hem güneşteki hayat bitecek hem de yeryüzündeki hayat bitecektir.

 

   Mesela C atomlarının tesbih taneleri gibi dizilmeleri ile oluşan zincir, diğer iki koldan birine bir atom bağlayacaktır. Bu atoma başka bir atom bağlanabilecektir. Hangi atomlar arasında eşleşmeler olabileceği ileride tetkik edilecek, atomlar arası ilişkilerle ortaya konabilecektir. Belki de biz böyle bir karbon zincirini yapacağız. Şimdi oluşmakta olan atomlar birleşerek küre biçimini almaktadır. Bizim önerdiğimiz sistemde ise iki çekirdek birbirine  değmekte ama birleşmemektedir. Böylece bir atom zinciri oluşabilmektedir.

Bu hususta daha fazla bir şeyi söylemek için bu atomların hususiyetlerini daha iyi bilmek gerekmektedir.

   Şimdi diyoruz ki, bugün moleküllerle oluşmuş bir canlılar alemi yerine atomlardan oluşmuş bir canlılar alemi olabilir. Buna mani hiçbirşey yoktur. Sıcaklık belli bir derecenin üzerinde ise bu pozitif yüklerden oluşmuş canlının etrafını elektron yığınları saracaktır. Böylece dışa karşı elektrikliği kalmayacaktır. Bunun dışında bu elektron atmosferi gelen parçacıkları yutacak ve canlıyı dışa karşı koruyacaktır.

 

   Canlı artık dışarıdan enerji almayacaktır. Dışarıdan Hidrojeni alacak ve yakacaktır. Onunla kendi enerjisini temin edecektir. Tüm fizyolojik olaylar bu suretle devam edecektir. İnsanlarda olduğu gibi genler, kromozomlar olacaktır. Ancak bütün bunlar atomlar cinsinden kodlanmış olacaktır. Tabii ki sinir sistemleri, beyni ve elektronik devreler varolacaktır. Şuur, irade söz konusudur. Bunların da gelişmiş hayvanları olacaktır, insanı olacaktır.

 

   Şimdi molekül yapılı varlıklar güneşe gidip, hayat süremiyorlar. Acaba atom yapılı canlılar güneşten çıkıp, buraya veya aya gidebilirler mi? Burada sorun H'ni her yerde bulabilecekler mi, ısı düşük iken H'i yakabilecekler mi? Tabii ki şimdilik bu hususta bilgilerimiz yoktur. Ama bu imkansız değildir. Güneşin merkezini terkedip, güneş atmosferinde geliştirdikleri bir teknikle çıkmaları gerekir. Güneş ışınları ile birleşip mesela, dünyaya doğru gelebilirler. Buna mani bir şey yoktur. Sıcaklık moleküllerin yapısını bozar, ama soğukluk atomların dizilişlerine bir şey yapmaz. Öyleyse pek ala dünyanın dışında varolabilirler.

 

   Peki biz bunları dünyada görebilir miyiz? Molekül dünyasındaki bir insanı atomlar dünyasına çevirsek yüzbin defa küçülecektir. mm'nin yüzde biri küçüklüğünde olacaktır. Hücreler arasında rahatlıkla dolaşabilecektir. Bizim bunları görüp, diğer hücrelerden ayırdetme şansımız çok azdır. Ancak onlar isterse bize, molekül yapımıza etki ederek haber gönderebilir. Mesela beynimize girer, elektronik devrelerde gerekli oynamalar yapabilirler.

 

   On metre büyüklüğünde bir sarayın gözle görünmesi mümkün olmayacaktır. Sadece ileride yakalayabilirsek, ağır atom çekirdekleri bulursak, onu mikroskopla görebiliriz. Bizim nasıl genetik programımız varsa, elbette onların da genetik programları vardır. Ama onlarınki atomlara, bizimkiler ise moleküllere uygulanabilmektedir. Onlar da eğer bilgisayarı keşfetmişseler yeni programlar geliştirmişlerdir. Macintosh ile IBM programları birbirine aktarılabiliyorsa, ola ki atom insanları kendi genetik programlarını bize verirler.

 

   Yahut ta halihazır onların programı ile çölen ortasında cinler çalışarak bir apartman dikebilirsiniz. Öyle bir durum olur ki, bir binayı alıp başka yere nakledebilirler. Böylece güneş insanlarının molekül insanlarına her türlü kötülük yapmaları mümkündür. Ama bizim onlara bir zarar vermemiz mümkün değildir. Onlar bizi görüyor olabilir, ama biz onları göremeyiz.

   

İşte Kuran'da cin diye bahsedilen taife budur. Fizik ilmi genişledikçe, bunun üzerindeki araştırmalar geliştikçe bu konular zamanla aydınlığa kavuşacaktır.

Şimdi bu bilgiler ışığında Rahmandaki cinlerle ilgili ayeti yorumlayalım.

RAHMAN SURESİ - 14 ve 15. AYETLER

   

   Allah beş vakit namazı farzetmiştir. Her namazın iki rekatında en az bir sahife okunmalıdır. Bu on sahife yapar. Kuranı ezbere bilmediğimiz için, hele manasını da bilmezsek, bunun yerine namazdan evvel veya sonra, ikişer sahife Kuran okumak gerekir. Eğer Arapça bilinmiyorsa mealinden okunmalıdır. Ben bunu yapamıyorum. Onun yerine her sabah on sahife okumaya çalışıyorum. Bunun çok rahmetini gördüm. Bana teselli verdi ve tevekkülü öğretti.

 

   Kuranda müteşabih ayetler vardır. Okudukça zahiri manaları aklımıza aykırı geliyor. Müteşabihtir deyip geçiyoruz. Ama beyin tatmin olmuyor, her okunuşta yine bulanıp duruyor. Bunlardan biri cin meselesidir. Kuran'da cinlerden çok bahsediliyor ve hemen hiç birisinin yaşadığımız hayatta izini bulamıyoruz. Meleklerin de kanadından bahsediliyor.

Bir türlü kavramak mümkün olmuyordu.

 

   Bir gün Mayıs 96 günlerinde Züberin Fizik kitabını okurken, güneşteki Hidrojenin Helyuma dönüşme denklemlerine dikkat ettim. Kömür katalizörlük yapıyordu. Dünyada da hayati enerji kömürün katalizörlüğünde olmaktadır. Bunun üzerinde düşünmeye başladım ve "Güneşteki Hayat" başlıklı bir makale yazdım. Sonra da hiç olmazsa Kur'an'da cinlerle ilgili bir ayetin yorumunu yaparak, makalemi Kur'an'ın ışığında tamamlayayım istedim.

 

Ezberimdeki Rahman suresinin 14 ve 15. ayetini bu vesile ile bu yazımda açıklayacağım.

 

(XALAKA) Rahman suresi Allah'ın insanı yarattığını, ona Kur'an'ı öğrettiğini beyan ettikten sonra, gökleri ve genel dengeyi açıklamakta, sonra da yeri ve oradaki hayatı anlatmaktadır. Bundan sonra, gökleri ve genel dengeyi açıklamakta, sonra da yeri ve oradaki hayatı anlatmaktadır. Buraya kadar olan ayetler irade dışı olan olayları anlatmaktadır. Bundan sonra irade sahibi insan ve cinden bahsetmeye başlamaktadır. Surenin başlarında insanı yarattı dedikten sonra, burada tekrar insanı "salsaldan yarattı" demektedir. Eğer burada (ve) harfi konsaydı, birinci yaratılış başka, ikinci yaratılış başka olurdu. Böyle bir mana söz konusu olmadığı için "XaLaKa"yı (ve)'siz tekrar etmiştir. İNsanı defalarca yarattığını iddia edenlere bu ayet böylece cevap vermiş olmaktadır.

 

(XLK) Parçalanmış kumaş parçasıdır. Zamanla doğranmış anlamında eskimiş elbiselere ad olmuştur. Terzilerin dikmek için birleştirdikleri parçaların da adıdır. "Takdir" zihinde yapılan plandır, projedir. "Xalk" ise kesim yapıp, dikmek anlamında kullanılmıştır. "Rabvet"te tedricilik vardır. Bebeğin anne karnında büyümesi, doğması ve gelişmesi "rab" sıfatının tecellisi iledir. Oysa bir arabanın her tarafını tamamlamadan araba yürüyememektedir. Böyle oluşum ise "Xılkat"tır.

 

   İnsan genetik olarak yani, ırsi olarak baştan, birden yaratılmıştır. Fiilen ise doğmakta, gelişmekte,büyümektedir. Dolayısıyla insan bir yanı ile mahluktur,öbür yanıyla da nabittir. Zamanla oluşmuştur. Nitekim Kur'an Hazreti Meryem için "onu hasen bir şekilde inbat ettik" diyor. Allah burada insanın ırsi varlığından bahsetmektedir.

 Canlılardaki bu ikili durum ancak, 20.yy. içinde ilmen aydınlatılabilmiştir. Oysa Kur'an bu ayrımı temel almaktadır.

 

(XaLaKa) fiil-i mazidir. Allah insanı geçmişte halketmiştir. Şimdi halketmiyor. Şimdi o iradenin, zaman şartına mevkuf tezahürü görülüyor. Şimdi "Xılkat" değil, "Rabvet" içindeyiz. Anne ve babanın taşıdığı genler de onların anne ve babalarından gelmedir. Dolayısıyla xılkat eskidir. Allah başlangıçta bir hücre yarattı ve içine, gelecek bütün canlıların özelliklerini şifreleyip yerleştirdi. Zamanla bölünmeler ve evrimler sonucu dallanıp, budaklandılar ve canlılar alemini oluşturdular. Bunun için burada "xalaka" mazi sığasıyla kullanılmıştır.

 

(XaLaKa)'nın faili kendisinde bulunan zamiridir. Diğer fiillerde olduğu gibi, Rahmandır. Burada neden Allah değil de, Rahman ismini kullanmıştır? Rahman, "rahm" kökünden gelmektedir. Her tarafı saran "rahmet" anlamındadır. Bir kapitalist kendi menfaatini düşünerek fabrika kurar, insanları çalıştırır ve yevmiyelerini verir. Burada çıkar paralelliği vardır. Devlet ise bir fabrikayı kurar ama, kasdı para kazanmak değildir. Halkına iş bulmaktır. Onları çalıştırır ve onlara maaş verir. Bu, rahim sıfatıdır. Bir de devlet yol yapar, buradan da herkes gelip geçer. Kimseden ücret almaz. Bu da Rahman sıfatıdır. Bu sure Allah'ın rahman sıfatı ile tecellisini anlatıyor. Onun için "Errahman" ismiyle başlamış ve fiillerdeki zamirler hep ona gönderilmiştir. İnsanın yaratılışı Allah'ın rahim sıfatı ile tecelli etmiştir.

 

   Ayetlerin arasında da "Rabbinizin hangi nimetlerini tekzip ediyorsunuz?" diyerek, Rahman sıfatının Rab sıfatı ile ilişkisini anlatmıştır. Evet, kötülüklerin aslında kötülük olmadığı, tam tersine daha fazla iyilik için olduğu bilinmelidir. Dünyadaki hastalıklar, ölümler hep daha iyi bir dünya içindir. Cehennem de böyledir. Bunu bir ayette açıklamıştım. Burada cehennemden bahsedilmesi Allah'ın Rahman sıfatına mani değildir. Cehennem de ilahi rahmettir. Daha ileri bir hayat için eğitimdir. Dünyada az bir ıstıraba dayananlar çok ıztıraptan kurtulurlar. Az ıstırabı istemeyenler ise ahirette daha çok ve uzun zaman imtihana tabi tutulurlar. Cehennem de eğitilmek için bir rahmettir.

 

   Surenin başında "Errahman" diyerek "Kuranı insana öğrettiğini" belirtiyor. Sonra muhatabın kim olduğunu belirtmeden "siz ikiniz, rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz" diyor. Bu ayette gene bunların kim olduğu belirtilmiyor. Ancak sonra insan ve cinden bahsediyor. Belki de muhatab bunlardır diyebiliriz. "Yakında siz iki ağırlık, ferağınızı alırız" diyerek muhatabları harf-i tarifle belirtmiş, sonra açıkça "ey cin ve ins halkı" diyerek muhatabların kim olduğunu ortaya koymuştur.

 

   Burada baştan "Kur'an'ı insana öğretti" diyerek, Kur'an'ın insana mahsus olduğunu belirtiyor, ama insana benzeyen ikinci varlıkların olduğunu da bu sure batan sonuna kadar anlatıyor. Bu iki ayette ise bu iki varlığın, insanın ve cinin yapılarındaki benzerlik ve ayrılıklar dile getiriliyor.

   İnsan ve cine Rahman ve Rab sıfatı ile tecelli ettiğini belirtiyor. Meleklerden farkı belirtiliyor.

İnsanın ve cinin irade-i cüziyyesi vardır. Sevab ve günah işleyebilir. En aşağı mahluk olurlar veya en yukarı mahluk olurlar. Allah her şeyi "çift" yarattı.

   İnsan taifesinin de bir eşi olması gerekir. Bu da cin taifesidir. Denecek ki, biz cini göremiyoruz, nasıl inanalım? Cini eski çağlardan günümüze kadar insanlar, hep var kabul etmişler. Bizim görmediğimiz bir şey yoktur diyemeyiz.

 

   Sure, insanın yaratılışından başlıyor. Çünkü bu kitap, insana gelen kitaptır. Tabii ki bir teoriyi ortaya attığınız zaman o teorinin etraflıca uygulanması gerekir. Newton kendi meşhur kanununu koyduğu zaman önemi azdı. Ama bugün o kanunlarla canlı, cansız tüm alemin davranışlarını açıklayabiliyoruz ve onun değeri şimdi anlaşılıyor. Ben şimdi bir nazariye ortaya koyuyorum. Şüphesiz bu sözlerim gelecekte fizikçiler, biyologlar, psikologlar ve Kur'an müfessirleri tarafından etraflıca ele alınacak, bir çok karanlık noktalar aydınlanacaktır. Belki de ileride teknikte de faydalanılacaktır. Elektriği keşfeden kişi bunun, şimdi ben kompitürde yazarken kullanılacağını elbette bilemiyordu.

 

(El İNSAN)'daki "el" cins isimdir. Esasen "insan" sözü, cins isimdir. Okun insan tarafına "üns", av tarafına da "vahş" denmektedir. Sonra yabani hayvanlara "vahşi", ehli hayvanlara da "ünsi" denmiştir. Sen ışığı görür, ışık da seni görürse yani, etrafını aydınlatırsa, "ışığı muanese ettim" dersin. İns kelimesi birbirleriyle diyalog kuran, konuşan varlıkların adıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellikler vardır. Bunların başlıcalarını burada saymamızda yarar vardır.

 

İnsanın, beden bakımından diğer hayvanlardan ayrımı:

 

   Canlılar, önce bitki ve hayvan diye ayrılmaktadır. Bitkiler magnezyumlu yeşil klorofili, hayvanlar demirli kırmızı emini taşırlar. Hayvanlarda özümleme sistemi, bitkilerde ise hareket sistemi, sinir yoktur. Bitkiler üretici, hayvanlar ise temizleyicidirler. Tek hücrelilerin bir kısmı hayvan hücrelerinden, bir kısmı da nebat hücrelerindendir. Bunların dışındaki bakteri ve virüsler ne hayvan, ne de bitki grubundandırlar.

 

   Hayvanlar da iki grupta toplanmıştır. Bunlardan bir kısmı omurgalı hayvanlardır. Bunların merkezi kalpleri vardır, damarları vardır. Kan oraya gelir ve gider. Pompalı kan sistemleri mevcuttur. Diğerlerinde ise kan, derilerde temizlenmekte ve vücutta pompalanmaksızın dolaşmaktadır. Omurgalılarda kemik sistemi gelişmiştir. Omurganın içinde de sinir sistemi korunmaktadır.

 

   Omurgalıların bir kısmı yumurtlayarak yavrularını doğurmakta, bir kısmı ise karnında büyüterek yavrusunu doğurmaktadır. Yavrusuna süt vermektedir. Bunlar memelilerdir. Kuşlar yavrularını doğurmamakla, beraber kendileri büyümektedirler. İşte insan, omurgalılardan memeliler sınıfına mensub bir hayvandır.

 

   İnsan bir memeli olmakla beraber, bütün canlılardan ayrılan çok önemli bir özelliği vardır. Bu özellik irade özelliğidir. Diğer canlılarda irade yoktur. Yani onların istediği gibi karar verme özelliği yoktur. Diğer canlılardaki sinir sistemi bloke edilmiş bilgisayarlara benzer. Yeni bir program giremezsiniz. Eski programla insandan üstün iş yapabilirler, ama ilerleme olmaz.

   Yeryüzünde tarihte biyolojik evrim olmuştur. Daha mütekamil canlı türleri oluşmuştur. Yani, canlılardaki genler değişmiş ve yeni tip varlıklar çıkmıştır. Ancak bir türde hiçbir zaman değişme ve gelişme olmamıştır. Arı ilk yaratıldığı gün ne ise, bugün de odur. Aynı peteği ve aynı balı yapıyordu ve en mükemmeli yapıyordu. İpek böceği de böyle. Bu durum insan için de böyledir. İlk yaratıldığı günden beri genlerinde, kromozomlarında, hasılı bedeninde ne var idiyse, aynı şeyler bu gün de vardır. İlk insanın aklı, zekası ne ise, bugünkü insanın da aynı aklı ve zekası vardır. Ruhi ve bedeni yapısında bir değişiklik olmamıştır. Ancak ne varki, insandaki mevcut ruhi yapı öyle üstün bir ruhi yapıdır ki, çevresinde evrim olmuş ve başka canlılar için mümkün olmayan işler yapmaktadır. Biyolojik evrim yerine, sosyal evrim olmaktadır. Daha gelişmiş topluluklar oluşmaktadır.

 

   İnsanın bedeni hayvan bedeninden farksızdır. Bununla beraber insanın bedeni, ruhi üstünlüğünü sağlayacak şekilde var edilmiştir. Bu özellikler gözle görüldüğü için önce bunları kısaca sayalım

 

1- Hayvanlardan balıkların, dört ayağı yerine, dört kanatları vardır ve suda yüzerler ve hareketleri suda yatıktır. Kurbağa ve sürüngenler dört ayak üzerinde, gövdeleri de iki ayak üzerinde yürürler. Memeliler ise dört ayak üzerinde sürünmeden yürür ve vücutları yatıktır. İnsan ise iki ayak üzerinde dik olarak yürür. Elini ise özel işler için kullanır. Bu özel iş sanat işidir. Yani, eşya üzerinde değişiklik yapmak için kullanır. Yürümek için hiç kullanmaz. İnsan yazı yazmaktadır. Başka hiçbir canlıda yazı yazma sanatı mevcut değildir.

 

2- İnsan dik yürür ve dik oturur. Bundan maksat insanın sosyal varlık oluşudur. Diğer insanlarla devamlı diyalog halindedir. Hayvanlar da sosyal yaşarlar ancak, onlar ikili diyalogları ziyade, başkalarına tabi olarak sosyallık kurarlar. Oysa insan, ikili diyalog içindedir ve ikili diyalog tüm hayatı boyunca hakimdir. Hayvanlarda bu, yavruların anaları ile ilişkilerinde veya cinsi ilişkilerde görülür. Hem de rutindir. Oysa insanlar görüşmekte, anlaşmakta ve sözleşme yapmaktadırlar. Bu sebeple insanlarda dik olma ve karşılıklı diyalog kurabilme özelliği vardır. İnsan sözleşmeler yapmakta ve bu sayede değişik sosyal düzen oluşturmaktadır. Diğer hiçbir canlıda yeni bir düzen getirme imkanı bulunmamaktadır.

 

3- Diğer hayvanlarda vücutlarını örten kürkleri, yünleri, postları olduğu halde insan çıplak yaratılmış, bunu elleri ile yaptığı elbiselerle karşılamaktadır. Böylece değişik iklim ve şartlara uymakta, ayrıca tekstil sanayii ile ta, eskiden beri kollektif olarak gelişmektedir. Böylece üretip, münferiden tüketme özelliği yanlız insana mahsustur. Hayvanlar kollektif üretir, kollektif tüketirler veya özel tüketirler.

 

4- Diğer canlılarda ağız ve çene daha çok yiyecek temin etme, avını yakalama, savaş verme aracıdır. İnsanın ağzı ve dili konuşmak ve söyleşmek için özelleşmiştir. Yiyecekleri çiğneme özelliğini zayıflayarak korumuştur. Savunma aracı özelliği ise hemen hemen yok olmuştur. Bunun yerine insanlar araçlar yapmakta, o araçlar ile bu işleri görmektedirler. İlk araç, pençe ve dişlerin yerini tutan bıçağın keşfi olmuştur. İnsan böylece alet yapan ve kullanan bir varlık olmuştur. Böyle başka bir canlı mevcut değildir.

5- İnsanın başı büyümüş ve beyni farklılaşmıştır. Sağ taraf başka, sol taraf başka vazife görmektedir. Oysa hayvanlarda sağ beyinle sol beyin, sağ göz ve sol göz gibi birbirinin yedeğidir. İnsan, beyninin bir tarafı ile, sadece insana has zihni hizmetleri görmektedir. İnsan, bu beyni sayesinde iyilik de kötülük de yapabilmektedir. Oysa diğer canlılar kendileri için sadece iyilik yapabilmektedir. Alkolik hayvanlar yoktur, akıl hastası hayvanlar yoktur, sosyal cinayetler işleyen, sonra cezasını gören hayvan yoktur. Hayvanlarda hukuk düzeni yoktur.

 

6- İnsanlarda özel hafıza mevcuttur. Geçmişi ve geleceği bilmektedir. Bu yanlız kendi geçmiş ve geleceğini değil, tüm insanlığın, hatta kainatın geçmiş ve geleceğini bilmekte, oluşları sebep ve neticelere bağlayabilmektedir. Oysa hayvanlar sadece o anda yaşadıkları anları bilmektedirler. Hafızaları o basit alışkanlıklarından ibarettir. Muhakeme ile desteklenmemektedir. Bu da insanı sorumlu olan varlık haline getirmiştir. Yaptığı işlerden sonra sorumlu olmaktadır. Önce isterse iyilik, isterse kötülük yapabilmekte ama, sonra yaptıklarının hesabını vermektedir. Bu husus insanlara verilmiş bir husustur. Kur'an'da cinlerin de böyle özelliği olduğu bildirilmiş olmaktadır.

 

Şimdi insanın ruhi yapısını daha yakından inceleyelim:

 

İnsanda beden var, ruh var. Bedenin atomları zahir alemde bulunmakta, batında dalgaları olmaktadır. Ruhun ise kendisi batın alemde bulunmakta, dalgaları zahir alemde olmaktadır. Gerek ruhun, gereksebedenin kendileri yavaş hızlarla hareket etmekte, dalgaları ise çok hızlı olmaktadır. İnsanın yaşadığı alem ses hızı içindedir. Kendi hızı 3*10<4 cm/sn ve dalga hizi ise 3*10<16 cm/sn mertebesinde bulunmaktadır. Ruh için bu tersidir. Oysa cinlerin bedenleri 3*10<8 cm/sn ve ruhları da 3*10<12 cm/sn olarak ortaya çıkar. Melekler ise ışık hızına yakın varlıklar olup kendi hızları ile dalga hızları birbirine eşittir diyebiliriz. Bunların yapıları hakkında söyleyebileceklerim bu kadardır.

 

----------------------------------------------

:     : Reel alem : İmajiner alem (batın):

----------------------------------------------

: Düşük Hız : İns : Ruh :

----------------------------------------------

: Yüksek Hız : Cin : Melek :

----------------------------------------------

   İ

 

 

 

                                                                                       SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

 


GÜNEŞ'TE HAYAT
1-GÜNEŞ'TE HAYAT
3617 Okunma

© 2024 - Akevler