EHLİ SÜNNET ÜZERİNE-AYLIK DERGİ-1983
Süleyman Karagülle
3453 Okunma
EHLİ SÜNNET VE MEZHEPLER

SÜLEYMAN KARAGÜLLE İLE

 

EHL-İ  SÜNNET ÜZERİNE

 

S: Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabiri ne anlama gelir?

C: Kitabı kesin delil, sünneti delil, icmaı kesin hüküm, içtihadı da hüküm kabul edip, ona göre kesin delil ve hükümleri ilmen ve amelen, kesin olmayan delil ve hükümleri de sadece amelen benimseyen topluluğa ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi denir.

S: Kaynaklarda nasıl tanımlanmaktadır?

C: Kelamcılar icmaa muhalefeti, sahabilerin kavli-fiili icmalarına ilmen muhalefeti delalet kabul etmektedirler. Ehl-i Sünnet vel cemaat mezhebini de sahabilerin icmaı ile sabit hükümlere iman etmek şeklinde anlamaktadırlar.

Fıkıhçılar ise içtihadı  delil kabul etmeyip yerine talimiyye  gibi başka usuller benimseyen kimseleri dalalette kabul etmektedirler. Yani içtihad için şu görüşler vardır:

a- İçtihad delil değildir.

b- İçtihad ile varılan sonuçlara iman etmek gerekir. Bunlar dalalet fırkalarının görüşleridir.

C- Ehl-i sünnet vel cemaatin görüşü ise içtihad amelen delildir. Herkes kendi içtihadına göre amel etmekle mükelleftir. İlmen delil değildir, kesin doğruluğu iddia edilemez. Ve içtihadla varılan sonuçlar imana konu olamaz.

S: Günümüzde nasıl anlaşılmaktadır?

C: Günümüzde dört mezhep Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebi kabul ediliyor, bunun dışında olanlar fırak-ı dalleden sayılıyor.

S: Anlamında bir değişiklik meydana gelmiş midir? Yoksa bir değişikliğe uğramadan mı gelmiştir?

C: Bugün Yahudilik ve Hıristiyanlık ne kadar değişmiş ise, Tevrat ve İncil ne kadar tahrif edilmiş ise Müslümanların islam anlayışları da o kadar değişmiştir. Bugün artık Ehl-i Sünnet vel Cemaat anlayışı içinde bir islam topluluğu bulmak mümkün değildir. Bunlar olsa olsa Yahudi ve Hıristiyanlar gibi birer ehl-i kitaptır. Bunların Yahudi ve Hıristiyanlardan tek farkı, lafzı, lugatları tahrif edilmemiş kitapları ve kitaplarını açıklayan kaynakları vardır ve istedikleri zaman tekrar yeniden Ehl-i Sünnet mezhebine dönebilirler, fakat Hıristiyan ve Yahudilerin elinde orijinal Tevrat ve İncil metinleri olmadığı için bu imkândan mahrumdurlar. Yoksa hayat ve anlayışı bakımından Yahudi ve Hıristiyanların içinde islamiyete yakın topluluklar vardır.

S: Ehl-i Sünnet tabiri hangi ortamda ve nasıl oluşmuştur?

C: Peygamber (as) zamanında kâfir vardı, mümin vardı. Müminler içinde münafıklar vardı. Fakat Peygambere ve Kitaba doğrudan doğruya cephe alan bir topluluk müminler arasında yoktu.

İlk ayrılık bir devlet başkanı kabul etmeme temayülünden doğdu. "Biz kitabı kabul ederiz amma artık peygamber ölmüştür, bir halifeye ne gerek vardır" diyen asiler çıkmıştır. Halbuki sahabiler bir halife üzerinde ittifak etmişlerdir. Böylece bir devlet başkanı kabul etmeyenlere Ehl-i Dalalet denmiştir. Hz. Ebubekir'in başkanlığında toplananlara ise Ehl-i Sünnet Vel Cemaat denmiştir. Bu tabirin ilmen tarifi ise kelam ve fıkıh ilimlerinin geliştiği üçüncü ve 4. asırlarda yapılmıştır.

S: Bu tabir ilk kez kimler  tarafı-

ndan ne zaman kullanılmıştı

r?

C: Bu tabirin ilk kez Kur'an ve sünnette geçtiğini görüyoruz. Gerçi Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabiri geçmiyorsa da aynı anlama gelen (Nur, 115) "Resule isyan edip müminlerin yolundan ayrılan" tabiri Kur'an'da geçmektedir ki en beliğ bir şekilde Ehl-i Sünnet vel Cemaati tarif etmektedir, Peygamberin de gerek cemaat ve gerekse ashabı için söyledikleri pek çok sözleri vardır "Allah'ın gücü cemaatladır" sözü birisidir. Bu tabirin tabir olarak Ebu Bekir'e isyan edenlere karşı kullanılmış olması gerekir. Literatürde ise hadis kitaplarında rastlanacaktır.

S: Ehl-i Sünnet'in tarihteki ilk temsilcileri kimlerdir?

C: Şüphesiz ilk temsilcileri sahabilerdir. Esasen bu mezhep onlarla tarif edilmektedir. Hz. Ebu Bekir'in halifeliğinde bütün Müslümanlar ittifak ettiler. Böylece icma gerçekleşti. Aynı icmalar Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hilafetleri üzerinde de oldu. Ne var ki Hz. Ali'ye sonradan isyan edildi. icmaa muhalefet oldu. İşte Fırak-ı Dalle ortaya çıkmış oldu. Demek ki sahabilerin ve tabiinlerin yolunu izleyenlere Ehl-i Sünnet vel Cemaat denir. Sahabilerin ittifak ettikleri hususlarda onlara muhalefet edenlere de Fırak-ı Dalle denir. İçtihat üzerinde icma olduğu için, içtihadı inkâr edenler de fırak-ı dalledendir.

S: Ehl-i Sünnet tabirine neden ihtiyaç duyulmuştur?

C: Devlet Başkanlığı müessesesini tanımayanlar veya gayrimeşru da olsa biat edilen bir başkan varken ona isyanı meşru sayanlar olmuş, icmaı kabul etmeyenler olmuş, içtihadı ya kabul etmemiş yahut içtihatla imani meseleleri tespite çalışanlar çıkmış ve bunlara fırak-ı dalle denmiş ve bunların mukabili olan asıl Müslümanlık üzerinde sebat eden cemaata da Ehl-i Sünnet vel Cemaat denmiştir.

S: Bu tabirle çizilmek istenen çerçeve nedir?

C: Kur'an Allah'ın kelamıdır, tahrifattan masundur. Bunda ihtilaf yoktur. Ancak Kur'an sözlerden oluşur. Sözler çeşitli şekil ve biçimleriyle yorumlanabilir. İstediğimiz manalara çekebiliriz. O halde ne yapabiliriz.

Kur'an hiç tefsir edilmeyecek midir? Yahut Kur'an herkes tarafından istenildiği gibi mi tefsir edilecek? İşte bu sorularla daha peygamber zamanında karşılaşılmıştır. Kur'an peygamberin hayatında Kur'an'ı tefsir etmeyi hatta Kur'an'ın manası üzerinde sual sormayı yasaklamıştır. Peygamber dahi kendi kendine Kur'an'ı yorumlamak yetkisine sahip değildi. Kur'an açıklamaların sonra yapılacağını bildirmişti.

Kitabın yorumlanması meselesi diğer dinlerde resmi sözcüler tarafından yapılıyordu. Peygamberden sonra diğer peygamber onu vahye dayanarak yorumluyordu. Peygamberler gelmemeye başlayınca papalık ve hahamlık gibi kurumlar icad edildi ve onlar tarafından yorumlandı. Böylece masum veliler tarafından yorumlanması gereği Müslümanlar arasında da savunulmaya başlandı. Şiilerin görüşü bu olmuştur.

Sahabilerin görüşü ise Kur'an'ın icma ve içtihatla yorumlanacağı merkezinde idi. Resmi sözcü yoktu. Her ehliyetli Kur'an'ı kendisi için yorumlar, bilmeyenler ise bunlardan birini seçer ve onu taklid eder. İttifak hasıl olan hususlar ise Müslümanları birleştiren husus olur. Bu tabirle çizilmek istenen sınır budur. Kur'an'ı resmi yorum yerine sahabilerin ve peygamberin yorumunu esas alarak yorumlamak ki buna içtihad denmektedir.

Sonuç: İçtihadsız Kur'an'ı yorumlamak yasaklanmış ve içtihadla Kur'an'ı yorumlamak ise ehil olanlara farz kılınmıştır. Bu görüş Ehl-i Sünnet vel Cemaatin görüşüdür.

S: Bu tabirle nelere sahip çıkılmak istenmiştir?

C: Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabiriyle şunlara sahip çıkılmıştır.

a- Sahabilerin ittifak ettikleri hususlar İslamiyet'in esasıdır ve buna muhalefet küfürdür.

b- Herkes kendi içtihadına ve müçtehidinin içtihadına göre amel etmekle mükelleftir ve Müslümanlar arasında ayrılığa neden değildir.

c- Kur'an içtihad ve icmayla kıyamete kadar yorumlanıp devam edecektir. İçtihadsız yorum yoktur.

d- İçtihatla Kur'an'ı, peygamberin ve sahabilerin anladıkları usulle yorumlamak gerekir. Kitabı yorumlamamak ne kadar yanlış ise sünneti ve icmaı gözönünde bulundurmadan yorumlamak da o kadar yanlıştır.

S: Bu tabirle nelerden sakınılmak istenmiştir?

C: Bu tabirle, kitabı lafzan değişmemekle beraber manasıyla tahrifattan korumak istemişlerdir. Bu usullerle, Kur'an Şari'in(Allah.cc’ın) maksadına uygun olarak anlaşılmış olur.

S: Ehl-i Sünnet vel Cemaat dendiği zaman kasdedilen sadece ameli mi yoksa sadece ilmi bir farklılık mıdır?

C: Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabiri esasta imani bir tabirdir. Ancak imani tabirin arkasından ameli sonuçlar gelmektedir. İmanda esas icmaın kabul edilip edilmemesidir. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki icma içtihadlara dayanır. Müçtehidler ayrı ayrı içtihatlar yapacaklar, sonunda icma hasıl olacak ve ancak bu icma ile  sabit olan hususlara iman edilecek. İşte Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabiri budur, bunu ifade eder. İçtihadı veya icmaı red eden, icma dışındaki inanç ve içtihadına göre sabit olan hükümlere göre amel etmeyen ehl-i sünnet olmaktan çıkar.

Ameldeki en büyük tesiri usuldedir. Her müçtehid içtihad edecek ve herkes kendi içtihadına ve müçtehidinin içtihadına göre amel edecektir. İçtihad etmek ve içtihada göre amel etmek farzdır. Buna inanmak ehl-i sünnet olmak demektir.

S: İtikatta Ehl-i Sünnet olmadığı halde amelde ehli sünnet olabilir mi?

C: Başlangıçta icmaa ve içtihada dayalı hükümler az idi. Çünkü çoğu hadislere dayanıyordu. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet usulü benimsenmemiş olsa bile hüküm itibariyle birbirinden çok farklı olmayabilir. Asıl farklar zaman ilerledikçe görülecektir. İcma ve içtihadı kabul etmeyenler zamanla yeni meselelerini başka türlü çözeceklerdir. Mesela hükümdarların emirnameleri ile veya tercüme kanunlarla veya velilerin ilhamlarıyla veya masumların fetvalarıyla çözeceklerdir. Ve böylece Ehl-i Sünnet mezhebinden çıkmış olacaklardır.

Burada unutulmaması gereken bir konu vardır. Bizim için sahabilerin ve ondan sonra gelen tabiilerin icmaları önemlidir. Daha sonraki asırların icmaları bizi bağlamaz. Ancak bizi asıl bağlayan asrımızın icmaları, dolayısıyla içtihadlar bağlar. Çünkü biz sahabiler zamanında neye icma edildiğini bugün ancak bugünün icmaı ile bilebiliriz. Bizi bugünün müçtehidlerinin içtihadları bağlar. Yoksa bin sene önceki müçtehidlerin içtihatları ihtiyaçlarımıza cevap verseydi o zaman peygamberden daha büyük müçtehid bulunmaz onun hadisleri yeterdi. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet olarak asrımızın içtihad ve icmalarını kabul etmektir. Asrımızda Ehl-i Sünnet mezhebi olan cemaatlar olmadığına göre sorulan soruları cevaplamak zordur.

S: İtikatta Ehl-i Sünnet olduğu halde amelde Ehl-i Sünnet olmayan mezhepler var mıdır?

C: Bugün dört mezhep ilmen Ehl-i Sünnettirler. Ancak icma kapılarını kapatıp eski müçtehidlerin içtihatlarını taklid etmeye başlamalarıyla amelde Ehl-i Sünnet olmaktan çıkmışlardır. Dolayısıyla mümkündür. Ancak ne var ki Ehl-i Sünnet mezhebinden olmak demek imanda ve amelde Ehl-i Sünnet olmak demektir. Bunların birbirinden tefriki mümkün değildir.

S: Dört mezheb dışında bir beşinci, bir altıncı ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olabilir mi?

C: Burada dört mezheb Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi kabul edilmektedir. Bugün bunlara Sünni deniliyor. Gerçekten ataları sünni idi. Bunların ise Ehl-i Sünnet ile bir ilgileri yoktur. Çünkü bunlar İslamiyet'in temel delillerinden olan icma ve içtihadı terk ettiler. Taklide ve fetvalarla amel etmeye başladılar. Başka ülkelerden kanunlar tercüme ederek tatbikata başladılar. Bunların Ehl-i Sünnetten olduklarına dair bir emare bile kalmamıştır. Hele dört mezhebe inhisar etmek gülünçtür. Ehl-i Sünnet mezhebinin dört olduğunu kim söylemiş, nerede yazılmış ve bulunmuş. Geçmişte dört mezhebin ortaya çıkıp diğer mezheplerin ortadan kaldırılması başka, bugün kendisinin de ortadan kalkması ve yeni mezheplere şiddetle ihtiyaç duyulması başkadır. Ölüler diriltilemez. İslamiyet yeniden yeni müçtehid ve yeni mezheplerle ortaya çıkacaktır. Bunun için sınırlı bir sayı yoktur.

S: Dört mezhebin hepsi de itikadi yönden ehli sünnet midir?

İtikatta hem de amelde. Dördüncü asırda hatta ücüncü asırda Ehl-i sünnet mezhebini bunlar temsil ediyordu.

Bugün ise bunların hiçbiri Ehl-i sünnet mezhebi degildir. Bunlar ismen müslüman olup gerçekte birer ehl-i kitaptırlar.

Burada şunu belirtmek gerekir ki, bugün bir çok yeni cereyan vardır. Bunların hiçbiri içtihat ve icmaı diriltmiş degildir. Dolayısıyla bunların hiçbirini Ehl-i sünnet içerisinde mütaalaa etmek mümkün degildir. Eski mezheplerden amel olarak hanefilere çok yakın olan Caferilerle yine yakın tarihlerde ortaya çıkan ve Hanbeli mezhebine çok yakın olan Vahabilerin durumları bu dört mezhepten farklı mütalaa edilemez. Çünkü bunların hiçbiri içtihad ve icmaı diriltememiştir ve diriltemezde. Bu mezheplerin tarihi fonksiyonlarını ikmal etmiş, oldugunu kabul edip onların üzerinde tartşımayı bırakıp, yeniden içtihat ve icmalara yönelmek gerekir. Bizi gelecekte birleştirecek ve diriltecek bu olacaktır.

S: Ehl-i sünnet denildiğinde akla gelen belli başlı akımlar hangileridir?

C: Ehl-i sünnetin dört dönemi vardır. Her devirde akla gelenler başka başka şeylerdir. Ve karşılaştığı meseleler de farklıdır. Şöyleki;

A- İlk devirlerde devlet başkanlığı mefhumunu reddeden asi grupları teşkil ederler. Bunlar Ebu Bekir'i (ra) tanımazlık etmekle yetinmemişler tüm devlet başkanlığını kabul etmeyip tekrar eski kabileler tipi yaşamayı istemişlerdir.

B- İkinci devrede ise mütegallibenin iktidarı ele alıp (gayrimeşru) hilafet devrinin ortaya çıktığı devirdir. Bu devirde üç çeşit görüş ortaya çıkmıştır. Şiiler devlet başkanını tamamen gayr-ı meşru saymışlar ve isyan etmişlerdir. İsyan etmeyenleri de tekfir etmişlerdir. Muaviye ve Emevilerle çarpışmayanı Yezidi saymışlardır. Bir grupta mütegallibenin tegallubunu meşru kabul etmiş, hilafetin iktisabını meşru kabul etmişlerdir. Bunlar gerçekten yezidi diyebileceğimiz kimselerdir. Sahabi ve müslümanların büyük çoğunlugu ise Emevileri Mütegallübe kabul etmiş, iktidarlarını meşru saymamış ancak İslam aleminin birligi nedeniyle iktidara itaat edilmesini ve zalim de olsa otoriteyi sağlayana isyan etmeyi meşru görmemişlerdir. Böylece itikatta Şiilerle, amelde ise Yezidilerle beraber olmuş orta yolu tutmuşlardır. Bunlara Ehl-i Sunnet vel Cemaat mezhebi denmiştir.

C- Üçüncü devrede ise mezhepler ilmi olarak tarif edilmiş itikatta icmaı ve icma ile gelen hükümleri itikat konusu yapan. İcma dışına çıkanı fırak-ı  dalle mezhebi kabul eden tanımlar getirilmiştir. Bunların başlıca temsilcileri Maturidi ve Eşari olmuştur. Eşari aklı sadece anlama aracı kabul edip doğrudan doğruya delil saymaz ise de içtihadı ve icmaı kabul eder. Bu itibarla ehli sünnetten sayılır. Amelde ise Kitap, Sünnet, icma ve kıyası dört delil kabul edip herkesin içtihat etmesini azimet kabul eden, içtihad etmeyenIere ise bir müçtehidi taklide ruhsat tanıyan görüşleri kabul edip icmaa muhalif içtihatları reddeden görüşlerdir. Bunların başlıca temsilcileri Medine ve Kufe ekolleridir. Birinciyi Malik, digerini Ebu Hanife kurmuştur. Ebu Hanife'nin ekolünü Ebu Yusuf ve Muhammed Medine ekolünü Şafii ve Ahmed ibni Hanbel geliştirmiştir. Medine ekolünde büyük farklar doğduğu için ayrı mezhep telakki edilmiş, Kufe ekolünde ise mezhep içi ihtilaf olarak görülmüştür. Bu ekollerin dışındaki ekoller sonraları bunların tesiri dışına çıkamamışlardır. Medine ekolü İcma ve Sünneti, Kufe ekolü Kitap ve Kıyası daha çok işlemiştir.

D- Dördüncü devre ise İslamiyet'in çöküş devridir. Yukarıda sayılan dört mezhebe mensup olduklarını iddia eden kimseler kendilerine göre Ehl-i Sünneti oluşturmuşlardır. Bunlar icma ve içtihadı terk ettikleri için kendilerine sadece Ehl-i sünnet demek suretiyle yetinmiş ve böylece Ehl-i Sünnet vel Cemaatten olmadıklarını da itiraf etmiş görünüyorlar.

S: Ehl-i sünnet vel Cemaat mezhepleri Kur'an-ı Kerim dışındaki kaynaklarda ittifak halinde midirler?

CEVAP: İslam'da deliller 4 devir geçirmiştir.

a- Sadece Sünnet'in delil olduğu devir. Kitap ise peygambere delil olup cemaate doğrudan doğruya hitap etmiyordu. Onlar Kur'an'a inanıyor ama onu yorumlamıyorlardı.

b- Kitap ve Sünnet'in delil olmaya başladığı birinci asırdır Bu devirde sahabiler,önce sünnet olmak üzere Kitabı da Sünneti de delil kabul ediyorlardı. Sahabiler devrinde henüz icma söz konusu değildi. Çünkü daha icma teşekkül etmemişti.

c- Kitap ve Sünnetin eşit görülmeye başlandığı müçtehidler devrinde Kıyas ve İcma da delil olarak ortaya çıktı ve bu üçüncü asır en verimli yüzyıl oldu. Kitabı bunlar sünnete muvafık olarak anlamışlardır. Böylece onlar için sünnet Kitap gibi delil kabul ediliyordu.

d- Bundan sonra ise Kur'an birinci delil olup Sünnet sadece usul meselelerinde önemini sürdürmüştür. Esas kaynak usulü fıkıh ışığında Kur'an teşkil etmiştir. Bu görüş daha semerelerini vermeden içtihad kapısının hükümdarlar tarafından kapatılması sonucu İslamiyet duraklama geçirmiştir.

Dört mezhebin dördü de Kitab ve Sünneti eşit seviyede görüp bununla beraber bazı usul farkları vardır. Bu fark Kitab ile Sünneti tefrik etme, icma ve kıyası kabul etmeme şeklinde olmayıp usuldeki farklılıklardan meydana gelir.

Bu mezhepleri tanıma bakımından özetleyelim;

İttikattaki mezhepler aklın delil olması bakımından fark gösterirler. Mutezile iyilik ve kötülük Allah'ın var etmesiyle değil, kendiliğinden mevcuttur, akıl bunu idrak eder diyor. Ehli Sünnet mezhepleri iyiliği ve kötüluğü Allah var etmiştir. Allah kötüye iyi, iyiye de kötü demiş olsaydı, iyilik, kötülük, kötülük iyilik olurdu, Allah inekleri kurban etme yenine çocuklarımızı kurban etmemizi emretseydi o sevap olurdu, diyorlar.

Yalnız Ehli Sünnet mezhebi de ikiye ayrılıyor. Bunlardan Maturidi iyilik ve kötülük Allah'ın iyi veya kötü demesiyle iyi ve kötü oldu ancak Allah insanlara öyle akıl vermiştir ki kendisine vahiy gelmese bile kısmen iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir diyor. Bu mezheplerden her ikisi Ehli Sünnet'ten sayılmıştır. Çünkü burada icmaa muhalefet yoktur.

Bu ara Medine ekolü, Medinelilerin icmaını icma saymış, buna karşılık sükuti icmai icma saymamıştır. Kufe ekolü ise Medinelilerin icmaını icma saymamış, buna karşılık sükuti icmaı ameli bakımdan delil saymıştır.

Medine ekolü, tahsis ve takyidi açıklama kabul etmiş, Kufe ekolü ise takyid ve tahsisi de yani ifadelerin manalarını daraltıp genişletmeyi nesh kabul etmiştir. Mütevatir ve meşhur olmayan hadislerle kitabı açıklamamıştır, ifadeleri kendi içinde uygulamıştır.

Böyle usul farkları dışında esasta dört delil dört mezhep içinde aynı derecede önemli delil kabul edilmiş, İslamiyetin rüknü telakki edilmiştir. Bunun anlamı şudur ki bunlardan birini inkar eden veya terkeden Ehli Sünnet vel Cemaat mezhebinden çıkmış olur.

SORU: Kısaca bunu nasıl açıklarsınız?

CEVAP: Ehli Sünnet mezhepleri dört delilin delilliğinde ittifak etmişlerdir. Ancak içtihadlarda muhalefeti de kabul etmişlerdir. Herkesin kendi reyine göre amelini esas almışlardır. Dört delilin birini esasta kabul etmeyen veya içtihadına göre ameli gerekli görmeyen veya icmaa muhalefeti caiz gören Ehli Sünnetten değildir. Teferruatta ise hadisin sıhhatinde, ayetin manasında, icmaın olup olmadığında ve kıyaslarda, illetlerde ihtilaf olacaktır. Esasen içtihadda bu ihtilaf söz konusu olduğu için vardır. Meşruiyeti ihtilafa dayanır. Tüm ülkelere ve çağlara İslamiyet böylece uygulanır olabilmektedir. İçtihadı inkar adenler, İslamiyeti tarihe gömerler.

SORU: Bir kimsenin müslüman olarak kabul edilmesi için mutlaka Ehli Sünnet ve Cemaat mezhebinden mi olması gerekir?

CEVAP: Bir kimsenin müslüman olarak kabul edilmesi iki anlama gelir. Biri dünyevi hükümlerde müslüman kabul edilmesi demektir. Diğeri ise Allah indinde Müslüman kabul edilmesi demektir.

Bu ikinci iş bizi hiç ilgilendirmez. Bu hususta biz bir şey söyleyemeyiz. Peygamberler dışında herkes cehenneme gidebilir ve yine cennet yolu herkese açıktır. Herkes hesabını Allah'a verecektir. Biz dünyevi hükümlerle ilgili olarak karar veririz. Dünyevi hüküm bakımından bir İslam devleti içinde insanlar aşağıdaki gruplara ayrılırlar:

a) Muharip vatandaşlar. Bunlar askere giderler ve vergiyi zekat ve öşür olarak verirler.

b) Zımmi vatandaşlar. Bunlar askere gitmezler, savaşmazlar. Vergilerini haraç ve cizye olarak verirler. Bu iki vergi sisteminde önemli fark cizye ve haraçta kazanç olsun, olmasın, baştan tekeffül ettiği miktarı devamlı olarak temin edip verecektir. Zekatta ise kişinin geliri nisabın üzerinde ise vergiyi verecektir. Cizyede askerlik bedeli de dahildir.

Şimdi kimler muharip vatandaştır ve kimler zımmidir. Bunu tespit işi ise kişilerin kendilerine aittir. Eğer devlet Ehl-i sünnet devleti ise kişileri siyasi haklara sahip kılmak, onları askere alabilmek ve onları müşavereye ithal edebilmek için içtihad ve icmaı kabul etmeleri gerekir. Bunu kabul etmeyenlerin müslim sayılıp zımmi sayılmamaları mümkün değildir.

Burada bir soru sorulabilir. Bugünkü icmaları kabul edip sahabilerin icmalarını kabul etmeyenIere ne muamele yapacağız, onları da müslim kabul edecekmiyiz?

Bugün bu konuda Şiilerle ayrılığımız vardır. Onlar sahabelerin hilafet üzerindeki icmalarını kabul etmiyorlar. Biz ise kabul ediyoruz. Ehl-i sünnet halifelerin hilafet sırasında icma etmiştir. Ancak uhrevi fazileti de içermez. Bu konuda Şiilerin bitmez muhalefetleri Ehl-i sünnet olmalarına mani değildir.

Soru: Bidat veya dalalet ehli kafir midir?

Cevap: Sorunun dünyevi ve uhrevi olarak tevcih edilmesi gerekir. Uhrevi kâfirlik hükmü yalnız Allah'a aittir, onu biz bilemeyiz. Evliya zannettiğimiz tağut olabilir, bizim kâfir zannettiğimiz "cennete gidebilir. Dünyevi muamelede ise esas, herkesin kendini nerede saymasıdır. Ben sizdenim diyen hiç kimseye sen bizden değilsin diyemeyiz. Ancak icmaa muhalefet ederse onu icma ehlinden saymayız. Ve onun bize uymayan reyi icmamızı bozmaz.

Soru: Ehl-i sünnet içinde müslüman kabul edilmeyecek fırka bulunabilir mi?

Cevap: Şüphesiz bu soru da yine dünyevi bakımdan, sorulmalıdır. İçtihadı ve icmaı kabul etmeyen fırka veya kişi, Ehl-i sünnettenim desede Ehl-i sünnetten olmaz ve onun muhalefeti icmaı bozmaz. Bunun dışında Ehl-i sünnet olsun olmasın, müslüman olsun olmasın herkesi kendi mezhebi ilzam eder. Bu konuyu bu hükmü anlamadığımız müddetçe İslam düzenini anlamamız mümkün değildir. İslamiyet akit dışında hiçbir şeyle hiçbir kimseyi ilzam etmez. Akidde de rıza, şartı arar, Zorla yapılan akidleri geçersiz sayar. Ekseriyette irade vardır, ancak rıza yoktur. Bundan dolayıdır ki ekseriyet sistemi yerine biat sistemini esas alır ve biat değiştirmeyi ve hicreti meşru sayıp insanlığın tabii hakkı olarak kabul eder.

Soru: Ehl-i sünnet vel cemaat olmanın şartları nelerdir?

Cevap:

A) Çağın icmalarına muhalefet etmeyecek, çağın icmaları da sahabilerin icmalarına muhalif olamaz. Çağının icmaları ile sabit olan sahabi icmaını kabul edecek

B) İçtihadı meşru sayacak ve içtihada göre, herkesin kendi içtihadına veya müçtehidinin içtihadına göre amel etmesi gerektiğine inanacak.

C) İcma ile sabit devlet mefhumunu ve hükümet yetkilerini tanıyacak ve yöneticilere uyacak.

D)Başkanlar kötü de olsa itaat edecek, hiçbir suretle isyan, ihtilal yapmayacak, beğenmediği başkanın toplumunu terk edecek. Sonra uluslararası kurallar içinde savaşıp ülkesini kurtarabilir. Bu dört esasa inanan ve uygulamaya çalışan Ehl-i sünnettendir.

Soru: Şartlar çağlara göre delğişebilir mi?

Cevap: Bu itikadı şartlardır. Asla çağlara göre değişmez ve  bu esaslar içinde hareket edilecektir. İcma ve içtihad konuları ise çağlara göre değişebilir. Sadece sahabilerin kavli ve fiili icmaları değişmez. Bunun dışında biz yeniden içtihad edip icma etme durumundayız. Çünkü eski icmalar kaybolmuştur.

Soru: İslam düşmanları neden Ehl-i sünnet mezheblerine sahip çıkmakta?

Cevap: Allah insanı yarattı,ona şeytanı ve meleği musallat etti insanlar içinde şeytan hizbi ve Allah hizbi olmuştur. Kıyamete kadar bunların cidalleri devam edecektir. Şeytan hizbinin başlıca metodu doğrudan doğruya yanaşamadığı bir iyiliği parçalamak için kendisinden görünüp münafıkça yaklaşır. Ondan görünür onu saptırır. Tefrite götüremeyince ifrata götürür. Daha iyi yapayım der ve onu hepten vazgeçirme yollarına sürükler.

İslam düşmanları içtihadı yasaklarken mutlaka kötü niyetli olduklarını iddia edemeyiz. Ancak böylece şeytanın oyununa düşmüşlerdir. Gerçek İslamiyetin hayatiyet kazanmaması için gerçek olmayan İslamiyeti gündeme getiriyorlar. Dünyayı geri bırakıp onlara yardımcı kisvesi altında esir alıp sömürüyorlar.

Soru: Bunlar neden yalnız Ehl-i sünnet mezhebine sahip çıkıyorlar?

Cevap: Bunlar aslında bütün mezhep taassuplarını besleyip kışkırtmaktadır. Böylece aralarında çıkacak savaş onların hakimiyetini sağlayacaktır. En çok sünni mezheplerin desteklenmiş görünmesi onların kalabalık olması ve en çok gerçeklik bakımından tehlikeli görülmesidir. Gerçek sünni mezhebin yeniden ortaya ç›kmasını önlemek için sahte sünni mezhepçiliği yapılmaktadır.

Soru: Bunu sünni mezheplerin pasifliğine ve uzlaşmacılığına hamledebilir miyiz?

Cevap: Ehl-i sünnet mezhebinin pasifliği onun mazisinden gelmektedir. Mazide güçlü olup kendisine tam güvenmiş ve başarıya ulaşmış akımlar, zamanla yaşlanır ve rehavet çöker. Düşmanları da onun haline alışırlar. Ses çıkarmazlar, hatta yaşamını sürdürmesini isterler. Ona karşı gelerek değil onun yanında olup, onu tahrif ederler. Bugünkü hristiyanlık da böyle değilmi? Bükemeyecekleri eli öpmüş, sonra o eli tutup istedikleri yere götürmüşlerdir. Temel nokta şudur: Uyanışın olmaması için, uyuyan bu mezhebi uyutmak için ihtimam göstermektedirler. Uzlaşmacılığına gelinirse çöken her cereyan ister istemez uzlaşma durumundadır. Ehl-i sünnet uzlaşmacı değil barışçıdır. Ehl-i sünnet hakkı kılıçla değil fikirle getirir. Kılıç Ehl-i sünnette sadece savunma aracıdır. O da haklı olduğunu ispatladıktan sonra. Asıl Ehl-i sünnetin  gücü ve onlar bakımından konkunçluğu bundan ileri gelmektedir. Batının insan hakları ve demokrasi teraneleri İslamiyetin haklılık ve devlet anlayışının kopya edilmesidir. Ama başaramamışlardır.

Soru: İslami hükümet imandan bir cüz müdür?

Cevap: İslami hükümetten ne kastedildiği belirtilmelidir. İslami hükümet deyince müslümanların hükümeti mi yoksa ben müslümanım diyenlerin hükümeti mi? Bugün yeryüzünde İslami hükümet yoktur. Yok olduğu gibi ne olduğu da bilinmemektedir. Dört halife devrinden sonra İslami hükümet olmamıştır. Asıl bugünkü perişan halimiz buradan gelmektedir. Tağut modeli hükümet şekilleri İslami hükümet diye ortaya konuyor, ona uyuluyor. Bugün İslami hükümeti samimi olarak kurmak isteyen İran vardır, fakat başaramıyor. Anayasaları batı modeli bir anayasadır.

Burada İslami hükümet modeline kısaca temas etmek isterim. İslamiyette biat demokrasisi vardır. Ekseriyet demokrasisi yoktur. İslamiyette içtihad sistemi vardır, kanun sistemi yoktur. İslamiyette adım adım adem-i merkeziyet sistemi vardır, merkezi yönetim yoktur. İslamiyette müdahalesiz bir ekonomi vardır, devletçilik yoktur. İslamiyette idare yoktur, başkanlar vardır ve tüm ehliyetliler kamu hizmetini serbestçe ifa ederler. İslamiyette polis yoktur, tanıklar vardır. İslamiyette hakim yoktur ,hakemler vardır. İslamiyette savaşa isteyenler gider, kitleleri zorla savaşa sürüklemek yoktur. İslamiyette başkanların sadece sürme yetkisi vardır. Bunun dışında bir ceza uygulama hakları yoktur. Tazir cezaları şeriat dışı  uygulamadır.

Gönüllülerden oluşan ordular, düşmanla savaşırlar. Kendi halkını disipline etmek akile denilen kuruluşlara ait olup, ayrıca bir zaptiye teşkilatı yoktur. Hasılı bugünkü devlet düzeni ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir düzendir.

Ehl-i sünnet tarihte mütegallibe İran ve Bizans taklitçisi sultanlarla baş edemeyince onlarla uzlaşmış ve binlerce yıl öyle kalmıştır. Bu diğer mezhepler içinde aynıdır. Ancak İslam düşmanlarının  İslam devlet şeklinden haberi yoktur. Dolayısıyla bu konu onlar için gündemde değildir. İran'da bir inkılab beklenebilir. İlmi araştırma yaparak İslami hükümet şekline dönebilir. Böylece yarışı Şiiler kazanmış olur. Amma bizim için İslami hükümet şekline dönülsün de kim dönerse dönsün. İsterse Ruslar, ister Çinliler isterse Japonlar, isterse Amerikalılar, Almanlar veya Fransızlar.., İslami devlet şeklinin nerede ortaya çıkacağını şimdiden sezmek pek mümkün deiğildir. Belki de Amerikan siyahileri Afrika'ya el atacak orada bir İslami hükümeti kuracak ve dünya bin yıl siyahilerin yönetiminde olacaktır, hiç bilinmez. Türkler İslamiyeti dünyaya yaymışlardır, amma hiçbir zaman İslami bir hükümet kurmamışlardır. Bugün laiklik ve cumhuriyetle en çok İslami hükümet şekline yaklaşmışlardır. Halbuki resmen en çok uzaklaştırıldığı iddia edilmektedir.

Soru: Tarihte Ehl-i -sünnet anlayışı eleştiriImiş midir?

Cevap: Ehl-i sünnet anlayışı icmalara dayanır. İcma denilen hususlarda icmadan sonra eleştiri birşey ifade etmez. Ancak Ehl-i sünnetin genel anlayışı kendileri tarafından eleştirilmemiştir. Zaten eleştirilemez. Bu da icma ve içtihad anlayışıdır. Bu imanın merkezidir. Bu şuna benzer: müslüman olacak ama Kur'an'ı eleştirecektir, bu olamaz. Çünkü müslüman olmak dernek Kur'an'ı Allah kelamı kabul etmek demektir. Dolayısıyla Kur'an'ı eleştiren bir müslümana rastlanamaz. Ancak içtihad devrinin fiilen terkinden sonra zaten Ehl-i sünnet, diye bir mezhep fiilen kalmamıştır. Kendi içindeki görüş  ayrılıkları ise her zaman tartışılmıştır ve bütün kelam ve fıkıh kitapların da bu tartışmalar teferruatıyla yer alır. Ehl-i sünnet dernek açık rejim demektir. Görüşlerin sınır tanımadan serdedilmesi ve herkesin her görüşü bilme imkanına sahip olması demektir. Fikirde yasağın olmaması demektir.

Bugün yapılacak şey çok basittir. Fıkıh ve usulü fıkıh ilimIeri öğrenilmelidir. Yalnız fıkhın delilleri ile hükümleri bilmek olduğunu unutmamak gerekir. Yoksa sadece hükümleri bilmek fıkıh deiğildir. Buna göre çağımızın meselelerini Kur'an'a dayanarak yeniden çözmemiz gerekir. İçtihat ve icma  müesseselerini ihya etmeliyiz. Her müslüman müçtehit olmaya çalışmalıdır. Bu farzdır. Bugün farzı ayındır. Çünkü başka yapanlar yoktur. İleride müçtehidler çoğalır, yeni mezhepler oluşursa o zaman farzı kifaye olurki o zaman bir kısım müslüman müçtehid olmaktan vazgeçebilir. Tarihi mezhepleri öğrenmeliyiz, onların yardımı ile yeni mezhepler oluşmalıdır. O zaman sünni ve şii kavgası ortadan kalkabilir. Çünkü bu mezhepler itikad ayrılıklarından çok siyasi ayrılıklara dayanmıştır. O siyasetin günümüzle bir ilgisi yoktur. Artık şiilerle tam barış içindeyiz.

Soru: Ehli sünnet anlayışı bugün hakkıyla temsil edilmekte midir?

Cevap: Bugün Ehl-i sünnet yoktur. Çünkü içtihad ve icma yoktur. Bu şu demektir. Biz geçmişte cereyan eden olayları bugünküleri ile bilebiliriz. Bunun içinde ilmi araştırma gerekir, bu içtihaddır .Diyelim ki Ebu Hanife herşeyi içtihadları ile çözdü, bize birşey bırakmadı. Ne istersek onun içtihadlarında bulsak bile, bu bizim içtihad yapmamızı gereksiz kılmaz. Bu sefer Ebu Hanife'nin içtihadlarının neler olduğunu tespit için de içtihad gerekir. Biz daima yanılabileceiğmiz için Ebu Hanife'nin içtihadlarının o olduğunda bugünkü araştırmalar icma ederlerse ancak emin olabiliriz. Yoksa belki Ebu Hanife başka görüşte idi de biz onu başka türlü anlamış olabiliriz. Esasen Kur'an'da herşey vardır. Amma yine de içtihad ve icmaa gerek vardır. Çünkü onu anlamak sözkonusudur, İslami usulde araştırmak Ehl-i sünnet yoludur. Bugun ise bununla uzaktan yakından bir ilişki yoktur ve kesinkes Ehl-i sünnet vel cemaat bugün mevcut değildir.

Soru: Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebini kavramak için hangi kaynaklara baş vurmak gerekir?

Cevap: Bu soruyu bugünkü müçtehid neler bilmelidir şeklinde ifade etmek de mümkündür. Buna cevap vermek için şu hususu tamamen ayırmak gerekir. Bir müçtehid talebesi olmak başkadır, bir müçtehid olmak başkadır. Müçtehid talebesi serbestçe gücü yettiği kadar denemeler yapar. Böylece müçtehid olmak için eksersizler yapmış olur. Ancak bununla amel etmez, başka muçtehidi taklid etmeye devam eder. Seviyesi içtihad yapacak mertebeye gelince artık kendi içtihadları ile amel etmeye başlar. İşte ilk yapılacak iş herkesin içtihad etmeye çalışması ve bununla ilgili eser vermesi ve verilen eserleri okumasıdır .Ancak bu eserlerle katiyyen amel edilmemelidir. Bugün böyle türemiş birçok alim vardır. Hep İslamiyet hakkında içtihad yapmaktadırlar. Ben bunların çalışmalarını takdir ediyorum, ancak bunların tümü henüz İslami yönetim şeklini bulmuş değillerdir. Görebildiiğim kadarıyla bunların bir kısmı ya bin sene evvelki içtihadları tekrar etmekte veya batı modellerini İslamiyet diye yutturmaktadırlar. Görevimiz bunları susturmak değil, bunların eserlerini okuyup cevaplandırmaktır. Böylece içtihada doğru yürümüş oluruz.

Benim bu hususta birçok çalışmam var, bana hiç muhalefet cevabı gelmedi. Kimse görüşlerimi tenkid etmedi. Kitaplarımın ve makalelerimin yazılmaması ve okunmaması için her türlü menfi propaganda yapılmış ve böylece bana zarar verilmeye çalışılmıştır. Halbuki ben kendileri için faydalı olacağını zannettiğim şeyleri Allah rızası için yazdım ve görevimi yapmaya çalıştım. Onlar dilediğini yapabilirler. Tabii bu tartışmaların doğmamış olmasının başlıca mesulü neşir organlarıdır. Dış ajanların propagandasıyla fikri öldürmek için görevli neşriyat hizmetlerini layıkı ile yürütmekte ve İslam ülkelerini karanlıklar içinde bırakmaktadır. Halk da kendi neşriyatını desteklemektedir. Çünkü halk Ehl-i Sünnet mezhebinde değldir.

Serbest tartışma ve içtimai hamle olmadıkça hangi kaynağa başvurursanız, vurun hiç bir sonuç alamazsınız. Herkes her kaynağı kendi kör gözüyle görür ve ona taassupla saplanarak diğerleriyle körü körüne savaşır. Benim gördüğüm şudur ki bu bataklıktan kurtulmak için haftalık bir dergi neşredilmelidir. Bu dergide her türlü görüş serbest kılınmalı, okuyucuları tartışma zeminine çekmeliyiz. Bu ancak aynı sahifelerde zıt fikirler yer alırsa başarılabilir. Orada kaynaklar kendiliğinden ortaya çıkar. Ben kendi kaynaklarımı belirtmekte yarar görüyorum.

1- Benim asıl kaynağım Kur'an'dır. Tefsirlere onu anlamak için yardımcı olacaklarından başvururum. Ama ben Kur'an'ı kendim anlamaya çalışırım.

2- Benim ikinci kaynağım hadislerdir. Bunun için Tac'ı ikinci temel kaynak kabul ederim. Önce orada bulduğum hadislerden yararlanırım. Daha derin araştırma yapmam gerekiyorsa o zaman Kütüb-i Sitte'ye gider ve onur  şerhlerine bakarım.

3- Üçüncü kaynağım mezheplerin fıkıh kitaplarıdır. Gerekli gördüğüm konularda içtihad devri kapanmadan önce yazılmış fıkıh kitaplarına başvururum.

4- Dördüncü kaynağım Arapça yazılı kitaplardır. Bunlardan sadece Batılılaşmadan önce yazılmış eserlere değer veririm.

5- Bunun yanında batıda gelişmiş matematik ve matematiğe dayalı fen ilimleri de benim başlıca kaynağımı teşkil eder. Kur'an'ı bu ilimleri bilmeden anlamak mümkün değildir. Batının hukuk gibi sosyal ilimlerdeki görüşlerine önem vermem. Çünkü bunların tümü çarpık düşüncelerden oluşmuştur.

Bence bugünkü araştırmacı kendini bu beş kaynaktan mahrum edemez.

Bunlar üzerinde araştırma yapmak zorundadır.

 

EHL İ  SÜNNET ÖZEL SAYISI

1980/1983

AYLIK DERGİ/YAŞAR KAPLAN

Süleyman Karagülle

izmir-Akevler Sitesi

 

 

 


EHLİ SÜNNET ÜZERİNE-AYLIK DERGİ-1983
1-EHLİ SÜNNET VE MEZHEPLER
3453 Okunma

© 2024 - Akevler