'PEYGAMBERLER SİSTEMİ'
VE
ÇAĞDAŞ SORUNLARIMIZA
Ç Ö Z Ü M ÖNERİLERİMİZ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE REŞAD NURİ EROL
"Garb'ın,üç yüz sene var, gündüze dönmüş gecesi,
Sen de ey Şark, uyuyorsun o zamandan beridir.
Kararan başka sular, şimdi senin nevbet, uyan.
Doğuyor beklediğin gün: Ağaran tan yeridir."
TAN gazetesinin başlığı altındaki bu imzasız kıt'a,
muhtemelen Mehmed Âkif ERSOY'a aittir.
TAN, Bahriye Kurmay Binbaşı Ali Şükrü Bey tarafından,
Ankara'da günlük olarak çıkarılıyordu. Ali Şükrü Bey,
Birinci Meclis'te muhalif milletvekillerinin lideri ve sözcüsüydü.
M.Âkif'in de çok yakın dostuydu.
İstanbul'dan Ankara'ya beraber gitmişlerdi...
T A K D İ M
Temel ve çağdaş sorunlarımızın çözümünde dayandığımız sistem, 'Peygamberler Sistemi' olarak ortaya konduğu için, öncelikle bu sistemin ne olduğunun bilinmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Temel sorunlarla ilgili çözüm önerilerimize geçmeden önce, bu konunun mümkün olduğunca açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Doç Dr. Ali SAYI arkadaşımızın, konuyu 'giriş' mahiyetinde açıklayan kısa ve öz bir makalesinin okunması, sanıyorum meseleye daha sağlıklı bir başlangıç yapmamızı sağlayacaktır. Her şeyden önce 'Peygamberler Sistemi'nin ne olduğu iyi bilinmeli ve anlaşılmalıdır.
"SİSTEMLER VE PEYGAMBERLER" makalesi, bizim yetmişli yıllarda birlikte başlattığımız çalışmaları daha disiplinli bir şekilde sürdürüp değerlendirmek amacıyla, seksenli yılların başında çalışma arkadaşlarımızla birlikte kurduğumuz ve kitaplarımızı kendi mütevazi, çoğu zaman da şahsi imkanlarımızla -sınırlı miktarlarda- yayınlamaya çalıştığımız ABAM YAYINLARI'nın (Akevler Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi) 10. kitabı olarak yayınlanan, yazarın "KUR'AN ETRAFINDA MAKALELER" kitabından alınmıştır. Yayınlanan bu son kitap da, ortaya koyduğumuz sistem ve bu sisteme dayanarak çeşitli sorunlarımıza öngördüğümüz çözüm önerilerinin daha iyi anlaşılması için bizim açımızdan atılmış önemli bir adımdır. Bu vesileyle, konu ile yakından ilgilenen ve daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenlere, yetmişli yıllarda yayınladığımız diğer çalışmalarımızla birlikte, tavsiye olunur.
Bu arada sınırlı miktarlarda yayınlama imkanı bulmuş veya henüz yayınlanıp gün yüzüne kavuşamamış nice çalışmalarımız, her kesimden okuyucu ve ilgililerin, özellikle de muhterem büyüklerimiz ve geleceğimizin garantisi genç nesillerin, maddî ve manevî ilgisini beklemektedir. Sizin ilginiz, gücümüze güç katacak ve yeni heyecanlarla daha nice yeni hamleler yapmamıza vesile olacaktır. "Marifet iltifata tabidir" meşhur kelamını bu vesileyle hatırlatırsam, zannediyorum maruzatımızı tek ve öz bir cümlede özetlemiş oluruz. Marifetlerimizi iltifatlarınıza lâyık görüyorsanız, lütfen bu ilginizi en olumlu şekilde izhar ediniz.
Her türlü olumlu tenkit, değerlendirme ve katkılarınızı bekliyoruz.
R. N. EROL
S İ S T E M L E R
VE
PEYGAMBERLER
Doç. Dr. ALİ SAYI
SİSTEM VE TANIMI
1. Sistem; bağımsızlık, bütünlük, beraberlik ve ahenk ifade eden dinamik bir kavramdır. Yani sistemi meydana getiren unsurların her birinin ayrı ayrı bağımsız bir değeri vardır. Fakat bu bir bütünlük içerisinde yer alan bağımsızlık, ayrılık değil, beraberlik esasına dayalıdır. Tenakuzu/çelişkiyi içermez yani birinin varlığı öbürünü yok edecek özellikte değildir. Sistemi meydana getiren bu unsurlar arasında sürtünme de mevcut değildir. Bu ahengin varlığını ortala koyar ve tearuzun olmamasını ifade eder.
2.Bu kavramın önemli bir diğer özelliği hareketi ve çalışabilirliği ifade etmesidir. Bu da sistem kavramının dinamik niteliğini ortaya koyar.
2. Sistem kavramının anlaşılması konusunda insan vücudu iyi bir örnek sayılabilir. Vücutta yer alan sindirim, boşaltım, solunum mekanizmalarının her birinin müstakilliği bir bütünlük içerisinde yer aldığı gibi, bu bir tenakuzu değil beraberliği ortaya koymakta ve bu beraberlik içerisinde en ufak bir uyumsuzluk/ahenksizlik görülmemektedir. Aynı zamanda insan vücudu, birlikte çalışabilir ve hareket edebilir olmanın en iyi örneğini vermektedir. Hareket etme ve çalışabilme özelliğini yitirerek hayatiyetini kaybetmiş bir insan vücudunda, yok olmuş bir sistemden sözedilebilir ancak.
SİSTEMİN KAVRANMASI SÜRECİ
4. İnsanı ilk var olduğu günden itibaren çepeçevre kuşatan her şey sistemler yumağı olarak kabul edilir. Burada önemli olan insanın çevresinde olanlar değil, insanın çevresine bakışı ve bunların çözümlenmesini sağlayacak adımı atmasıdır. İşte insanda, çevresine yönelik bu halin tezahüründen itibaren olanı biteni önce sadece kendileriyle ilgili mikro alanlarda anlama, sonra bunların alanlarını ve derinliklerini genişleterek giderek mekanizmalarını kavrama, mekanizmalar arası ilişkileri tesbit ederek sisteme ve sistem anlayışına ulaşma imkanı imkanı belirecektir.
5.Böyle bir mekanizmaya yani sadece insanın somut olarak sahip olduklarıyla çevre unsurlarını anlamaya, ilişkileri tesbit ederek bütüne varmaya dayalı bir usulle ne kadar sürede sistem anlayışına ulaşılabilir? Günümüzde TÜMEVARIM METODU denilen bu yöntemle yeryüzüne yeni gelmiş yahut yeryüzünde yeni var olmuş birisi kendisi ve çevresi hakkında ne kadar sürede bütüncül bir anlayışa sahip olabilir. İnsanda çevresi ve kendisi hakkında bütüncül bir anlayışa sahip olma yeteneği olmakla beraber, henüz yeterli somut birikimin meydana gelememesinden, dolayısıyla kendisini çevresi ve geleceği hakkında mücerred değerlendirme imkanına ulaştıracak verilerden mahrum olmasından, bu belki de hiç oluşamayacaktır. Ayrıca buradaki faraziyemiz insanın her şeyi bizzat yaşaması, bunlara dayalı sonuçlar çıkarması ve bu yolla bütüne ulaşması esasına dayanmaktadır. Buna insanın sahip olduğu ömür denen sürenin yetmeyeceği düşünülebilir. Ayrıca salt somutluklar içerisinde var olduğu kabul edilen insanın bütüne ulaşmak konusunda mutlaka gerekli olan mücerred düşünme ve ona yönelme vardır dersek, bu insanın MADDÎ yönünün dışında bir başka yön olan MANEVÎ yönün kabulü anlamına gelir.
6. İnsanda manevî yön denilince anlaşılması beklenen şey; insanın yaşadığı şartlar ve mekan dışında Yaratıcı güç tarafından desteklenmesi, ona kendisini çevresini tanıyacak bilgilerin önceden verilmesi ve bilgi kaynağı olarak sadece somut değil, soyut kaynakların da sunulmasıdır.
PEYGAMBERLİK
7. Bu soyut kaynakları insanın yararına sunan kişileri Kutsal Metinler NEBÎ ve RESUL olarak (1) değerlendirmektedirler. Bu iki mefhumu dilimizde müşterek olarak ifade eden kelime PEYGAMBER lafzıdır. Kutsal metinlere göre ilk insan ilk peygamberdir. Bu yukarıda işaret olunan görüşlerden insanın yer yüzünde, salt sahip olduğu maddî araçlarla baş başa bırakılmadığı ve onun semavî olarak desteklendiği inancını esas almaktadır.
8. Bu noktada insanın ilahî bir alemle temasını sağlayan müessesenin DİN olduğu tesbitini yapmamız gerekir. Esasen peygamberler de insanlara yaşadıkları hayat içerisinde DİN getiren ve bunu tebliğ eden seçilmiş/ıstıfa-mustafa/ıhtiyar-muhtar kişilerdir (2).
9. Peygamberlerin gönderiliş amacını Kur'an "... Resulün şehîd olması" (3), "Rahmetin resule itaate bağlı olması" (4), "... İtaat olunması" (5), "Tebliğ yapması" (6), "Rab'dan Hakkı getirmesi/cîet" (7), "Allah'a ibadeti sağlama" (8), "Ta'zîbin yapılabilmesi" (9), "İnsanların kendilerine resul gönderilmediği iddialarını ortadan kaldırma" (10), "Helâkin vuku bulabilmesi" (11), "Nebinin irsalinin topluluğun tazarruu için olması" (12), "Nebinin şâhid, mübeşşir ve nezir olarak mürsel kılınması" (13), ifadeleriyle açıkça ortaya koymaktadır.
10. Peygamberlerin, bir evvelki paragrafta Kur'an tarafından ifade olunan unsurlar dikkate alındığında insanlara yaşadıkları yeryüzünde rahmete dayalı ileri müreffeh bir hayatın kurulabilmesi esaslarını öğretmek üzere geldikleri anlaşılmaktadır. Anca burada ifade olunan bir diğer nokta yeryüzünde böyle bir hayatın kurulabilmesi için öğretilen esaslar bir diğer hayat olan ahiretin kazanılmasını da sağlamaktadır. Peygamberler tarafından öğretilen esasların ihmal edilmesi halinde azabın ve helakin yani yok oluşun geleceği yine Kur'an tarafından yukarıdaki ayetlerde açıkça ortaya konmaktadır.
11. Peygamberlerin getirdiği esasların Allah katından olduğunu yine ilgili ayetler ortaya koymaktadırlar. Burada Allah tarafından gelen ilkelerin yaşanan nedensellik ilkesine dayalı hayata indirilmesi söz konusu olmaktadır. Bu da şartlarla çok yakından ilgilidir. İşte Peygamberler bu şartları bilen ve semavî gerçekleri bu şartlarda somut hale getiren kimseler durumundadırlar.
Bu konuda Hz. Musa örneği bize durumu daha aydınlanmış hale getirebilir: "Musa Peygamber'e Tur Dağı'nda risalet görevini ifada yardımcı olmak üzere iki bürhan verilmişti. Bunlardan birisinin Yed-i Beyza, diğerinin ise Asâ mucizeleri olduğunu" Kur'an açıkça belirtir. Ancak Hz Musa'nın, bunlar kendisine verildikten sonra Allah'tan somut destekler istediğini, bu cümleden olmak üzere öfkesini yenmek üzere sadrının şerhedilmesini, düzgün konuşmak için dilindeki ukde/düğüm nin giderilmesini, on yıldır ayrı olduğu Mısır'da kendisine yardımcı olmak üzere son derece etkili bir hatib olan kardeşi Harun'un kendisine yardımcı verilmesini istediği ve bu şekilde tesbih ve zikri istenilen kesrette yapabileceklerini belirttiği yine Kur'an'da açıkça anlatılmaktadır (14).
12. Burada Hz. Musa'nın konumu, Firavun toplumunda hangi somut araçlarla mücadele edilebileceğini çok iyi bilen bir kişi görünümünü taşımaktadır. Nitekim Musa Peygamber'in aklî esaslara dayalı söyledikleri karşısında Firavun son derece güç durumda kalırken, asâ ve yed-i beyâ mucizeleri gösterilince birden rahatlayarak kendi emrinde bunu yapabilecek pek çok sihirbazın bulunduğunu söylemişti.
Bu durum Musa Peygamber'in kendi mekansal ve toplumsal şartlarını bildiği ve bu şartlarda hangi somut araçlara sahip olunmasının gerektiğini kavradığını ve buna göre de risalet görevini kendisine veren Rabbinden talepte bulunduğunu açıkça ortaya koyar.
PEYGAMBERLER ve SİSTEM
13. Peygamberler Allah'ın emirlerini insanlara ulaştıran elçilerdir. Bu esaslar yanılmaz, bütün noksanlıklardan uzak Yaratıcı'dan geldiğine ve bu esaslar kendisine verilen Peygamberde bunun en iyi ve ileri yapının ortaya çıkacağı tabiî olarak kabul edilmelidir. Sözü edilen yapı insanların oluşturduğu bir yapıdır ve buna toplumsal bir yapı denilebilir. Zira Peygamberlerin muhatabı insanlardır ve önce insanın geliştirilmesi hedef alınmıştır, diğer yapılar insanla ilişkisi nisbetinde önemlidirler ve bizzat amaç olarak seçilmişlerdir.
14. İnsan dört temel melekeye sahip bir varlıktır. Bunlar: Fikir, irade, ünsiyet ve histir. Peygamberlerin getirdiklerinin birinci derecede muhatabı insan olduğuna göre, insanda mevcut bu dört temel özelliği ihmal etmemesi gerekir.
Fikir insanda doğruyu yanlıştan ayırma melekesidir. İlmî olanla ilmî olmayanı birbirinden ayırma mekanizmasını çalıştırır.
İrade insanda faydalıyı zararlıdan ayırma melekesidir. İktisadî olanla olmayanı birbirinden ayırmayı sağlayacak mekanizmayı çalıştırır.
Ünsiyet insanda adil olanla zulüm olanı birbirinden ayırmayı sağlayacak mekanizmayı çalıştırır. İnsanın toplumsal özelliğine işaret eder. Yönetmek ve yönetilmekle ilgilidir.
His insanda güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmayı sağlayacak mekanizmayı çalıştırır.
15. Peygamberlerin getirdikleri esaslar insandaki bu dört temel melekeyi hiç bir şekilde ihmal etmemişlerdir. Bu durum onların getirdiklerinin sistem özelliğine işaret eder. Her peygamberin dönemi itibariyle ayrı özellikleri bulunmakla birlikte hiç birisi bu dört unsurdan birisini ihmal etmiş değildir.
Peygamberler zincirinin devrelere göre özellikler arzettiğini ve başlangıçtan İbrahim Peygamber'e kadar mahallî nitelikler taşıdığını, kapalı mekanlar konmundaki yerlerde görev yaptıklarını söyleyebiliriz. Kur'an bu durumu aynı zaman kesitinde ve farklı farklı mekanlarda görev yapan İbrahim ve Lut peygamberlerden bahsederken ortaya koyar.
İbrahim Peygamber'in ileri bir yaşında inşa ettiği Mekke'deki Kabe insanlık tarihinde kpalı mekanlarda yaşayan insanların biraraya gelmelerini ve ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler içerisine girmelerini sağlamıştır. Bu kavimler arası ilişkilerin kavmî esaslara bağlı olmaksızın başlaması, tüm insanlığın doğru olan esaslarda anlaşılabilmesinin ilk ve sürekli bir adımıdır.
Hiçbir Peygamber insanda mevcut yukarıda belirttiğimiz dört melekeden hiç birisini ihmal etmemekle beraber, bu dört temel melekenin yaşanan hayata kurumlar olarak intikalini kısmî veya tümelleştirmiştir. Bu bakımdan Hz İbrahim'e kadar olan safha ile, ondan sonraki safhayı kesin olarak birbirinden ayırmak gerekir. Bu aynı zamanda insanların ve toplumların ulaştıkları safha ile yakından ilgilidir. Nitekim bu ayırımın kendisine Kitab verilen Peygamberlerin Hz. İbrahim'den sonraki peygamberler olduğunu, İbrahim ve önceki peygamberlere ise sahifeler/suhuf verildiğini söyleyen Kur'an tarafından yapıldığı da açıkça görülmektedir (15).
İbrahim (as) öncesi peygamberlerin geldikleri bölgelerde insanlara, daha ileri ve kapsamlı toplumsal evrelere ulaşmaları için gerekli alt yapı çalışmalarını yürüttükleri, sonraki Kitaplı Peygamberlerin ise bu alt yapı çalışmaları üzere daha ileri toplumsal yapıları realize ettikleri söylenebilir.
ULU'L-AZM PEYGAMBERLER
VE GETİRDİKLERİ ESASLAR
16. Ulu'l-Azm Peygamberler kendilerine Kitab verilen büyük Peygamberlerdir. Her ne kadar Kur'an İbrahim Peygamber'e Suhuf verildiğini belirtiyorsa da, bu Peygamber yeryüzüne dağılmış insan topluluklarının bir aile haline gelmesi sürecini başlattığı için Ulu'l-Azm Peygamber sayılmalıdır.
17. İbrahim Peygamber Mezopotamya'da doğmuş ve uzun süre bu bölgelerde tebliğ faaliyetini yaratmaş, daha sonra Mekke'de eski temelleri üzerine Kabe'yi inşa ederek orada bir topluluğun oluşması için ilk kez eşi Hacer ile oğlu İsmail'i bırakmış, Kabe'yi tüm insanlığın iyaretine açık bir Beyt haline getirmiş ve yeryüzünün çeşitli bölgelerinde yaşayan insanların birbirleri ile mübaşeret edebilecekleri şartları hazırlamış, tüm insanlığın bir aile olduğu anlayışını realize edebilecek sebepleri ortaya koymuş bir peygamberdir.
İbrahim Peygamber'in bir başka niteliği, o zamana kadar insanlığın ulaşamadığı doğru ve yanlışı nasıl ayırabileceklerinin kriterlerini onlara öğretmesidir. Bunu Kur'an; İbrahim Peygamber'in putlardan yıldızlara, yıldızlardan aya, ondan güneşe, ondan da mutlak Müteâl Tek Yaratıcı'ya ulaşan aklî istidlâlini anlatırkan açıklar (16). Burada doğru olanın tesbitinde müşahede, bunların dayandıkları ilkelerin tesbiti, bu esasların tenakuzsuzluk özelliğine sahip olması yöntem ve kriterleri açıkça ortaya konmaktadır. Ayrıca "Hz. İbrahim'in öldükten sonra nasıl dirilteceğini yani diriltmenin keyfiyetini bane irâe ettir diyerek Rabbi'ne sorması", ilmî gelişmenin motoru olan ilmî merakın meşruiyyetini; "cevabını alması" ise bunun öğrenmek için gerekli olduğunu ortaya koyar (17).
İbrahim ismi Tevrat'ta Abraham olarak zikrolunur. Batılı oryantalistler Hz. İbrahim'in Mısır'a geldiğini ve onlara matematik ve astronomi öğrettiğini söylemektedirler. Bilim tarihi kaynakları astronomi ve matematiğin Mezopotamya'da kurulduğunu belirtirler. Burada sonuç olarak İbrahim Peygamber'in insanlığa doğruyu yanlıştan ayırma kriterini öğrettiğini yani İLMİ DÜZENİNİ getirdiğini söyleyebiliriz.
18. Bu zincirde kendisinden bahsolunması gerekli ikinci büyük Peygamber Hz. Musa'dır. İnsanlığa Devlet aşamasında Hukuk Düzenini öğretmiş ve bunu fiilen realize etmiştir. Hz. Musa4ya verilen ON EMİR günümüzde bile genel kamu düzeni bakımından son derece önemli esasları ihtiva etmektedir. ŞERİAT yani KANUN düzenini kurmuştur. Bu konuda getirdiği en ileri esaslardan birisi bu esasların belirli kişi, hanedan ve sınıfları değil, tüm toplumu eşit şekilde kapsaması, cezaların kanuna dayalı olarak ayırım yapılmaksızın sadece suçluya yöneltilmesidir. O döneme kadar Firavunlar kendilerini çıkardıkları yasalar karşısında sorumlu saymıyorlardı. Bu şartlar altında da kanun hakimiyetine dayalı hukuk düzeninin kurulmasından sonra devletler arası ilişkiler uzun dönemli sulh devreleri yaşayabilmişler ve imparatorluklar kurulabilmiştir.
Hz Musa'ya Kitab verilmişti. Bu kitab gerek özel, gerekse kamu hukuku bakımından hükümleri hâvî bir özelliğe bürünmüş sonraki peygamberlerin getirdikleri ile birlikte TEVRAT adıyla anılır hale gelmişti.
19. İnsanlık Hz. Davud'dan sanayinin temeli olan demirin işlenmesini ve çelik halinde kullanımını öğrenmiştir. Hz. Süleyman dönemi bu teknolojinin seri halde kullanıldığı ve muhtemelen yatırım mallarının üretildiği dönemdir. Kur'an buna açıkça işaret eder (18). Ayrıca Hz. Süleyman dönemi deniz aşırı ulaşım ve ticaret imkanlarının ortaya çıktığı ve bu konuda gerekli alt yapı yatırımlarının yapıldığı, gemi yapımı sanayiinin geliştiği, insanların artık üretim planlamasını yapabildikleri devreyi kapsar.
Bütün bunlar iktisadın bir düzen ve sistem olarak ortaya çıkışını ifade etmektedir. İnsanlık bu Peygamberler ile üretim, uluslararası mübadele/ticaret, bölüşüm ve planlama esaslarını öğrenmişlerdir. Bu dönemde iktisadi olarak makroda planlamanın mikroda serbestliğin hakim olduğu bir mekanizmalar bütününün çalıştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu da iktisadın bir düzen olarak ortaya çıkışı anlamına gelir (19).
20. İsa peygamber Roma'nın maddeci ve emperyalist yapısı içerisinde dünyaya gelmiş ve karşılaştığı bu yapıyı ruhânîlik ve maneviyatçılık esaslarına dayalı olarak dengeye getirmek ile görevlendirilmiş bir Nebi ve Resul'dür. Hiç bir şekilde güce ve şiddete başvurmaksızın da inkılab yapılabileceğini tüm insanlığa isbat etmiştir. Nasranilere uygulanan tüm işkence ve baskılara rağmen gelişme Roma tarafından engellenememiş ve nihayet kabul etmek zorunda kalınmıştır. İsa Peygamber'den insanlık; maneviyata dayalı gelişmenin esaslarını, ahlâkî bir düzenin nasıl kurulacağının kriterlerini öğrenmiştir.
21. İşte insanlık bu dört büyük Peygamberden kendisinde mevcut dört melekeye tekabül eden İLİM, SİYASET, İKTİSAT ve AHLAK düzenlerini sistem olarak öğrenmiştir. Önce de işaret edildiği gibi insanda mevcut fikir melekesi doğruyu yanlıştan ayırmayı sağlar ve ilme tekabül eder. İrade melekesi ise faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarar ve iktisada tekabül eder. Ünsiyet melekesi ise insanın topluluk içerisinde yer alma özelliğine işaret eder. Adil olanı zulümden ayırmasını sağlar. Bu yönetmek ve yönetilmekle yakından ilgilidir. Siyaset kurumuna tekabül eder. His melekesi ise insanda iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırmayı sağlar. Bunun tekabül ettiği kurum ise insanda manevî ve ahlâkî gelişimi sağlamak anlamında Din kurumudur. Bu durum Osmanlı bünyesinde Tekke ve Tarikatlara tekabül eder. Bu kurumların yasalar tarafından kaldırılması ihtiyaçların kaldırılması anlamında değildir. İnsanlar dün olduğu gibi bugün de manevî ve ahlâkî ihtiyaçlara sahiptirler ve bu ihtiyaçlarını tatmin etme yönüne gidecekler ve gerekli kurumların oluşmasını sağlayacaklardır. Kurumlara hayatiyet kazandırah ihtiyaçlardır.
22. Bu Enbiya/Nebiyyîn zincirinin son halkasını Hz. Muhammed (s) teşkil eder. Kur'an bunu 'Hâteme'n-Nebiyyîn' terkibi ile belirtir (20). Muhammed (s)'in bir başka özelliğini Kur'an "Dinin kendisiyle ikmâl ve nimetin itmâm edildiği.." (21) ifadesiyle belirtir. İsa (as) İncil'de şöyle demekte ve Hz. Muhammed (s)'i tavsif etmektedir: "Ben şimdi gitmeliyim, gidiyorum diye de üzülmeyin. Ben gitmeliyim ki gelmesi gerekli olan gelsin ve yapılması gerekli olanı yapsın. Ben şimdi onun söyleyeceklerini sie söyleyemem, söylersem buna dayanamazsınız..."
Burada peygamberler silsilesinin birbirlerini tasdik ederek devam ettiğini, gelen bir Peygamberin öncekini tasdik sonrakini haber veren bir çizgi izlediğinin tesbitini yapmamız gerekir. Hz. Muhammed (s) pek çok ayette "önündekileri tasdik edici" (22) vasfıyla ifade edilir.
23. Muhammed (as) son nebidir ve dinin ikmâl ve itmamı onunladır. Bunun anlamı artık insanlık için Allah katından herhangi bir şey vahy yoluyla gelmeyecektir, zira artık nimet tamamlanmıştır. İnsanlar artık semavî desteği Muhammed (s)'e vahy edilen Kitap'tan sağlayacaklardır. Muhammed (s) Kur'an'da kendilerinden ve getirdiklerinden söz edilen Ulu'l-Azm dört peygamberin insanlığa öğrettikleri İlim, İktisat, Siyaset ve Ahlak düzenlerinin nasıl bir arada ve dengeli bir şekilde işleyebileceğinin esaslarını getirmiştir. Zira bugün insanlık kantite ve kalite yönünden öyle bir seviyeye gelmiştir ki bu dört temel kurumun bütün ağırlıklarıyla işlerlik kazanması gerekir.
MEDENİYETLER VE PEYGAMBERLER
24. İnsanlık tarihi içerisinde medeniyetlerin birbirini peşpeşe ilemek üzere karanlık ve aydınlık dönemler halinde bir bir seyir izlediği görülmektedir. Bunlar: Mezopotamya, Mısır, İbrani, Yunan, Hıristiyanlık, Roma, İslâm ve Batı Medeniyetleridir. Aydınlık dönemler peygamberlerin getirdikleri esaslara dayanırlar. Tüm toplum ve insanlık bakımından yararı ifade ederler. Bu medeniyetleri kuranların temel anlayışları inanç hayatında şirksiz bir yapılanma, bunun için insan iradesinin serbestçe tecelli etmesi, ekonomik hayatta kredinin ticarete konu olmaması, her yıl bir defa ve sahip olunan nisab üzerindeki sermayeden vergi alınması, vergi oranlarının sabit olması, zarar görme ve zarar vermenin olmaması, üretmeden tüketmeme, sosyal yapıda sınıflaşmanın engellenmemesi, siyasal tekelciliğe izin verilmemesi ... gibi esaslar olarak belirtilebilir.
________________________________
DİPNOTLAR :
1. Bakara 2/ 101,143; Âl-i İmrân 3/ 81,86; Nisâ 4/ 69; A'raf 7/ 94,157; Ahzab 33/ 45; Zuhruf 43/ 6 ...
2. Âl-i İmrân 3/ 33; A'raf 7/ 14; Taha 20/ 13
3. Bakara 2/ 143
4. Âl-i imrân 3/ 132
5. Nisâ 4/ 64
6. Maide 5/ 67,99; Nur 24/ 54
7. Nisâ 4/ 170
8. Nahl 16/ 36
9. İsra 17/ 15
10. Taha 20/ 134; Kasas 28/ 47
11. Kasas 28/ 59
12. A‘raf 7/ 94
13. Ahzab 33/ 45
14. Taha 20/ 18-23, 25-36; Bu konuda geniş bilgi için bkz. Sayı Ali, Firavun Haman ve Karun Karşısında Hz. Musa, İz Yay., İstanbul, s.76-92
15. Taha 20/ 133; A'lâ 87/ 18; Bakara 2/ 2,53,87,113,129; Âl-i imrân 3/ 119; Nisã 4/ 54 ...
16. En'am 7/ 74-80; Enbiya 21/ 51-67
17. Ayet için bk. Bakara 2/ 260
18. Sebe' 34/ 10-11,13
19. Bu dönemde iktisadî tekelleşmeye izin verildiği hk. bkz. Sâd 38/ 23-24
20. Ahzab 33/ 40
21. Maide 5/ 3
22. Bakara 2/ 97; Âl-i İmrân 3/ 3; Maide 5/ 48