'PEYGAMBERLER SİSTEMİ'
AÇISINDAN
GÜNEYDOĞU'DAKİ
ANARŞİ VE TERÖR
SORUNLARI NASIL ÇÖZÜLÜR ?
T A K D İ M
Üç yıl önce, yaz aylarında Üstad Süleyman Karagülle Türkiye'ye geldiğinde on gün kadar da İstanbul'da kaldı (Temmuz l993). Bu süre zarfında oturup, Hilmi ALTIN arkadaşımızın da katkılarıyla, Türkiye'nin son yıllardaki temel sorunlarından biri olan 'Anarşi ve Terör' ile ilgili bir senaryo hazırladık. Gayemiz bir 'açık oturum' veya 'panel' düzenlemek, görüşlerimizi ve çözüm önerilerimizi 'tez' olarak arzetmek, bu arada sağ ve sol, ya da kapitalist ve sösyalist görüş sahiplerine 'antitez' sahipleri panelistler olarak yer vermekti. Böylece, ülkemizin bu temel meselesi ile ilgili olarak bir 'sentez'e ulaşmaya çalışacaktık.
Senaryomuzu ve ilk tasarı metnimizi hazırladıktan sonra, önce kapitalist görüş sahibi, gazeteci ve yazar Nazlı ILICAK, sonra sosyalist görüş temsilcisi ve Cumhuriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni ve yazarı Hikmet ÇETİNKAYA'ya telefonla davetimizi ulaştırdım. Bu arada tasarımızı da kendilerine faksladım ve çalıştıkları gazetelerin yetkili diğer yöneticileri ile de sürekli telefonla veya bizzat giderek görüştüm.
Ama nafile!
Önceki yıllarda, 1993 yılında ve daha sonra, Hikmet Çetinkaya gazetesindeki köşesinde sürekli olarak Akevler ve Süleyman Karagülle aleyhinde yazılar yazdığı için ziyaret ve görüşme talebinde bulunduk. Ayrıca hazırladığımız çok sayıda cevabi yazıların gazetelerinde yayınlanmasını istedik. Bütün taleplerimiz reddedildi! Hikmet Bey, her gün kendisini aramama rağmen, bizimle yüzyüze görüşmekten de sürekli olarak kaçtı!..
Bu atmosferde düzenlediğimiz panel davetimize her iki gazeteci de katılmadı.
Bu arada, onlara alternatif olabilecek başka kimselere müracaat ettiysek de, hep olumsuz cevaplar aldık. Sonunda bu düşüncemizden ve bazı kuruluşlarla yaptığımız bütün hazırlıklarımıza rağmen bu organizasyondan vazgeçmek zorunda kaldık.
Ama bütün bu gelişmeler ve olaylar, Türkiye'deki seviyesizliği ve meselelerimizi karşılıklı tartışabilecek bilgi ve medeni cesaret sahibi aydınların yokluğunu gösteren ibret verici bir ayna görünümündeydi.
Birileri, bir yerlerden kumandalı gibi bu millete rağmen yazıyor; ama karşılıklı görüşme veya toplum önünde tartışmaktan sürekli olarak kaçıyorlardı...
İşte, bizim veya başkalarının düzenleyebileceği bir açık oturum ya da benzeri herhangi bir toplantı çerçevesinde ve halkımızın önünde, karşıt görüşlerle birlikte tartışamadığımız bu çözüm önerilerimizi aşağıda bulacaksınız. Şimdiye kadar bu düşüncelerimizi, sadece katıldığım bazı radyo programlarında dile getirme imkanı bulabilmiştim. Şimdi de bütün boyutları ile ve bir sohbet veya röportaj havasında arzediyoruz.
En büyük dileğimiz, bu görüş ve düşüncelerimizin, öncelikle halkımızın hissiyatına tercüman olması; daha sonra ve sonuç olarak da ilgili ve yetkililerin de dikkat nazarlarını celbederek, son yıllarda artık kangrenleşmeye yüz tutmuş bu yaramıza bir nebze olsun çözümünde katkıda bulunmasıdır.
Teklif bizden; ilgi ilgililerden; başarı Allah'tandır.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
R.N.E.
'PEYGAMBERLER SİSTEMİ' NEDİR?
SORU - 1 (REŞAD NURİ EROL)
"Peygamberler Sistemi ve Adil Düzen açısından, "anarşi ve terör sorunlarının çözümü" ile ilgili olarak takdim edeceğiniz çözüm önerilerinin dayandığı sistemi kısaca tanımlar mısınız?"
CEVAP - 1 (SÜLEYMAN KARAGÜLLE)
"İnsanlık tarihi boyunca her zaman iki temel sistem varolmuştur: Bunlardan biri, 'Hakkı üstün tutan' antimonopol, desantralize olmuş olan 'Peygamberler Sistemi'; diğeri ise, 'Kuvveti üstün tutan' merkeziyetçi, monopol, Firavun ve Nemrutlar'ın benimseyip uygulamış oldukları 'Filozoflar Sistemi'. Bu ikinci sistemin merkezini ya sermaye oluşturur ve buna 'kapitalizm' denir; ya da siyasi otorite oluşturur ki buna da 'sosyalizm' denir. Yahut sistemi her ikisi birlikte ve ortaklaşa oluştururlar ki buna da 'karma sistem' denmektedir. Bizim bugün kendi görüşümüz olarak takdim edeceğimiz sistem, antimonopol ve desantralize olmuş, büyük peygamberlerin kurmuş bulunduğu dengeli ve adil bir sistemdir. Peygamberler, hem din ve hem de sistemi birlikte getirmişlerdir. Dinler, kişilerle ilgili hükümleri; sistemler ise topluluklarla ilgili hükümleri ihtiva etmektedir. Peygamberlerin getirmiş oldukları dinî hükümler kendi çağları açısından birbirinden farklı olabilir; ama sistemleri birdir. Yahudilik, Budistlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet hep aynı sistemlerdir; 'Peygamberler Sistemi'dir. Bizler bu sistemin getirdiği ve önerdiği çözümleri arzedeceğiz. Bilindiği üzere, adaletli düzenleri, Hakk'ı üstün tutan sistem ve medeniyetleri, hep Ulu'l-Azm yani kendilerine Kitab verilen büyük peygamberler kurmuşlardır. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz İsa ve peygamberler zincirinin en son halkası Hz. Muhammed (Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun), 'Peygamberler Sistemi'nin ana kurucularıdırlar.
TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI
SORU - 2
"Benimsemiş olduğunuz 'Peygamberler Sistemi' açısından, bugün hangi olayları ele alacak ve hangi problemlere çözümler arayacaksınız?"
CEVAP - 2
"Türkler, bin yıl kadar önce İslâmiyet'i din ve devlet düzeni olarak kabul ettiler ve Karahanlılar Devleti'ni (840-1212) kurdular. Bu kabulden sonra, son olarak Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına kadar, bin yıldan fazla bir zaman zarfında İslâmiyet'in -din ve dünya düzeni olarak- bütün dünyaya yayılması için çalıştılar; üç kıtaya hakim olmasına sebep oldular. Orta Asya'daki kıtlık ve zorunlu iskân sebebiyle batıda kurulan Selçuklu Devleti, Anadolu'yu fethetmiş, daha sonra da Büyük Osmanlı Devleti'nin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı Devleti, Endülüs Müslümanları ve Haçlı Seferleri'nin etkisiyle uyanmış olan Batı ile mücadeleye girişmiş; bu mücadele ve savaşların etkisiyle oluşan denge sonunda bugünkü Avrupa Medeniyeti doğmuştur. 1920'lerde kurulan Türkiye Cumhuriyeti de -bütün olumsuzluklara rağmen- varlığını korumaya ve geliştirmeye devam etmektedir. Türkler bu bölgeye yerleştikten sonra, asırlar boyunca Anadolu'da isyanlar ve ayaklanmalar devam edegelmiştir. Bu çatışmaların temelinde genellikle 'Sünnî-Şiî çatışması' olmuştur. Cumhuriyet döneminde bu çatışmalar 'Türk-Kürt çatışması' şekline dönüştürülmüştür. Son zamanlarda da 'lâik-antilâik çatışması' veya 'Alevîlik-Sünnîlik çatışması' şeklinde lanse edilmeye çalışılmaktadır. Bizim çok iyi bildiğimiz ve şimdilik gündeme getirmek istemediğimiz daha başka senaryo ve planlar da vardır. Bütün bu gelişmeleri bir yana bırakır da esasa gelirsek görürüz ki, bütün bu olayların ve gelişmelerin kökeninde sosyal problemler vardır. Her toplulukta, insan vücudunda hastalıklara sebebiyet veren mikroplara benzer devlet düşmanları vardır. Devlet düşmanı bu mikroplar çeşitli şekillerde topluma musallat olur ve devleti yıkmak için olanca güçleriyle çalışırlarlar. Topluluklar da, insan vücuduna benzer koruma tedbirleri alırlar. İnsan vücudunda mikroplara karşı mücadele veren akyuvarlar benzeri, devlete musallat olan düşmanlara karşı koruyucu kuruluşlar vardır. Bu kuruluşlar iç ve dış düşmanların şerrini def etmeye çalışırlar. Konuya böyle bir bakış açısı ile yaklaştıktan sonra, biz, 'Niçin hastalık vardır? Hangi kaynaklardan beslenmektedir?..' gibi sorulara cevaplar aramak yerine; doğrudan doğruya 'Peygamberler Sistemi'nde bu problem ve hastalıklara ne gibi çözümler getirildiğini anlatmaya çalışacağız."
DOĞUDAKİ ANARŞİ VE SİVAS OLAYI
SORU - 3
"Sizce, 'Sivas Olayları' ile 'Doğu Olayları' birbirinin benzeri midir? Kökleri itibariyle aynı kaynaklı mıdır?"
CEVAP 3
"Vücut hasta olunca, hastalık bünyenin her tarafında değişik şekillerde tezahür eder. Burada olaylar birbirinden farklıdır. Olaylardan biri, halk hareketidir, karışıklıktır, anarşidir. Sivas olaylarında ana problem, suçlu veya suçluların bulunamamasıdır. Doğu olayları ise, terördür ve faili meçhul değildir ama fail yakalanmamıştır. Birinde, halk organize değildir ve olayda kitle akışı vardır. Burada kitle psikolojisinden yararlananların olay çıkarması vardır. Bu olumsuz ortamdan yararlananların olay çıkarması vardır. Diğeri ise, organize olmuş ve iyi eğitilmiş güçler halk üzerinde dehşet ve korku yaratmaktadır. Bu farklılığa rağmen, her iki olay da aynı kaynaktan beslenmektedir. Defedilmeleri ve bertaraf edilmeleri de benzer şekilde olacaktır. Baştan da söylediğim gibi, biz burada mikroda bir olay üzerinde tatbik edilmesi gereken taktikten ziyade, genel olarak uygulanacak stratejiyi ele alacağız. Genel bir politika ve strateji..."
ANARŞİ VE TERÖRÜN İKİ ANA KAYNAĞI
SORU - 4
"Sizce köklü çözüm, ekonomik çare ve çözümlerde mi yoksa sosyal düzenlemelerde mi aranmalıdır?"
CEVAP - 4
"Evet, bugünkü anarşi ve terörün birinci kaynağı ekonomiktir. İşsiz kalan insanlar kendilerine meşgale aramak zorundadırlar. Meşru iş yapamayanlar, gayri meşru meşgaleler ararlar ve bu tür zararlı organizasyonlara katılırlar. Oysa, herkese ve her kesime iş bulursak; işlerindeki başarılarını takdir ve teşvik edersek; hiç kimse bu tür anarşik kuruluşlara karışıp katılmaz ve dolayısıyla kendilerine eleman bulamayacak olan bu kuruluşlar da kendiliğinden dağılır. Tabiîdir ki, açlık ve fakirlik de bu anarşik odakları besleyen kaynakların başında gelir. Fakirleşip aç kalan bu insanlar, karınlarını meşru veya gayri meşru yoldan doyurmak zorundadırlar. Bu olumsuz durum da bu odakları besliyor. Enflasyon işsizliği; işsizlik açlığı; açlık borçlanmayı; borçlanma yolsuzluğu; yolsuzluk rüşveti; rüşvet anarşiyi; anarşi de baskıyı doğurur ve; birbiri ardısıra gelen bütün bu olumsuzluklar sonunda devlet yıkılır. Enflasyonla başlayan süreç, devletin yıkılması ile son bulur.
Anarşi ve terörün ikinci kaynağı ise, devletin fonksiyonunu icra edememesidir. Devlet soruşturma yapar ve suçluları bulur; mahkemeler suçluları mahkum eder; icra da bu mahkumiyeti infaz eder. Devletin bu infazı yerine getirecek gücü vardır. Ne var ki, bu güç mahkeme kararlarını infaz edemiyor. Mahkemeler müessir ve adil kararlar alamıyor, gerekli soruşturmalar yapılamıyor. İşte bu da anarşi ve terörün sosyal sebebidir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; anarşinin kaynağı ekonomiktir ama anarşinin defedilemeyişi sosyal bir olaydır."
ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER
SORU - 5
"Sizce hangi çözümlere öncelik verilmelidir? Ekonomik çözüm ve tedbirler mi öne alınmalı, yoksa sosyal tedbirler mi?"
CEVAP - 5
"Devletin varlığını sürdürebilmesi için önce sosyal tedbirler öne alınmalıdır. Yalnız, ister ekonomik tedbirler olsun, isterse sosyal tedbirler olsun, bu tedbirlerin gerçekten alınabilmesi için bu tedbirleri gereçekleştirebilecek bir güce ihtiyaç vardır. Hiç şüphesiz bunların başında, bu tedbirlerde halkın desteğini almak gerekir. Halkın desteğini almadan yapılacak her operasyon, halkı o anarşi odaklara doğru iter ve daha güçlü bir anarşi ve terör ortamı doğurur.
Bu ortamın gerçekleşmesini önlemek için siyasi partiler birleşmelidir. Bu birleştirmenin inandırıcı olabilmesi için de sadece liderlerin beyanları yeterli değildir. Mutlaka ve geciktirilmeden "Millî Koalisyon Hükümeti" kurulmalıdır ve her parti aktif olarak bu hükümete girip ortak sorumluluk yüklenmelidir. Bundan sonraki gelişmeler ve yapılacak her türlü yenilikler, ordu ve askerler tarafından değerlendirilmelidir. Bu yeni durum değerlendirmesi ve ordunun resmen destek sağlaması, meselenin çözülmesi açısından son derece önemlidir. Nihayet yapılacak işler 'ilmî' olmalı ve ilmin gerekleri yerine getirilmelidir. Bu gereğin yerine getirilmesi için siyasi partilerin ve orduların temsilcileri tarafından oluşturulan 'ilmî kuruluşlar' harekete geçmelidir. Bunun için acilen şu genel müdürlükler kurulmalıdır:
a) Soruşturma Genel Müdürlüğü,
b) Hakemler Genel Müdürlüğü,
c) Askeri İcra Genel Müdürlüğü,
d) Mahalli Teşkilat Genel Müdürlüğü.
Siyasi partiler her genel müdürlüğe aldıkları oy oranına göre yönetim kurulu üyesi belirlerler. Genel müdürleri ise devlet bakanı atamalıdırlar.
Ekonomide ise şu tedbirler alınmalıdır:
a) Devlet değerleri alıp satmalıdır,
b) Devlet vergiyi genel hizmet payı olarak almalıdır,
c) Devlet selem kredilerini vermelidir,
d) Devlet işsizlere iş vermelidir,
e) Halk sektörü oluşturulmalıdır."
GENEL MÜDÜRLÜKLER
NE YAPACAKLARDIR?
SORUŞTURMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SORU - 6
"Soruşturma Genel Müdürlüğü ne yapacaktır?"
CEVAP - 6
"Karakol soruşturması ve mahkeme soruşturması kalkmalıdır. Soruşturma, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'dedektif soruşturması'na benzer bir sistemle yapılmalıdır. Burada tek fark şu olacaktır. Soruşturmacının maaşını devlet vermelidir. Hem özel hukukta, hem de kamu hukukunda olsun, soruşturma iki ayrı dedektif tarafından yapılmalıdır. Bu dedektiflere siyasi partiler teminat vermelidir. Bunların tanıklıklarını mahkeme karara bağlamalıdır. Mahkeme yine Amerika'daki jüriye benzer sistemle organezi olmalı, fakat bunlar 'hakem' şeklinde olmalıdır. 'Teminatlı Şahitler'in şehadetiyle karar verilince infaz edilmelidir. Ancak şahitlerin şehadetine karşı dava açılabilmelidir. Aksi sabit olursa, o şahitlere teminat veren siyasi parti mağduriyeti tazmin etmelidir. Mahkeme 'Yeminli Şahitler'in dosyalarını incelemeli, yeterli görürse kabul edip dinlemeli, yeterli görmezse reddetmelidir. Onların yerine başka şahitler istenmlidir."
HAKEMLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SORU - 7
"Hakemler Genel Müdürlüğü ne yapacaktır?"
CEVAP - 7
"Mahkemeler bugün soruşturma yapmakta, sonra da karar vermektedirler. Hakim sadece davayı yürütmelidir; ne soruşturmayı re'sen yapmalı ne de kararı re'sen vermelidir. Soruşturmayı 'Teminatlı Şahitler'e yaptırmalı, kararları da 'Teminatlı Hakemler'e verdirmelidir. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçecektir. 'Baş hakem'i ise iki tarafın hakemi seçecektir. Hakim bunların kararını onaylayacaktır veya reddedecektir. Reddederse, iki tarafa da yeni hakemler seçtirecektir. Kendisi karar vermeyecektir. Hakemlerin kararları kesin olacak ve infaz edilecektir. Hakemler aleyhine dava açılabilecek ve mağdur olan olursa bunu o hakemlere teminat veren siyasi partiler tazmin edecektir. İnfazlar kesinlikle sürüncemede kalmayacaktır. Geciken adalet de en büyük adaletsizliklerdendir."
ASKERİ İCRA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SORU - 8
"Askeri İcra Genel Müdürlüğü ne yapacaktır?"
CEVAP - 8
"Birinci görevi hukukî icradır. Burada zor kullanılmaz. Mağdur ve mahkum, kendi isteğiyle gelir ve icranın yerine getirilmesini ister. Borcu varsa öder. Hırsızlık yapılmışsa ve elinin kesilmesi gerekiyorsa, elini uzatır ve kestirir. İdam edilecekse, idam sehpasına bizzet gelir... Bu sistemde kelepçe yok, nezarethane yok, hapishane yok, jandarma yok!.. Bu sisteme uyan ve gereklerini yerine getirenlerin sosyal itibarları korunur ve kişiliklerine saygı duyulur. Suç fiili cezalandırılır; ama suçlunun şahsi itibarı korunur.
Bunun dışında ikinci bir durum da ortaya çıkabilir. Hukuki infaza imkan vermeyip firar eden ve soruşturmasını yaptırmayan kimse, askerî infaza havale edilir ve artık o kimsenin cezası hukuk kurallarına göre değil, savaş kurallarına göre verilir. Görüldüğü yerde vurulur. Vuran veya yerini bildiren ödüllendirilir. Firarinin başına ödül konur. İşte bu icra işini yürüten bir teşkilata gerek vardır. Bu teşkilat, bugünkü jandarmanın yerini alacaktır."
MAHALLİ TEŞKİLAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SORU- 9
"Mahalli Teşkilat Genel Müdürlüğü ne yapacaktır?"
CEVAP - 9
"Türkiye 'on'a yakın 'bölge'ye ayrılacaktır. Devlet içindeki bu bölgeler farklı hukuk kurallarına tabi olmayacaktır. Her bölge 'on'a yakın 'il'e ayrılacak; her il 'on'a yakın 'ilçe'ye ayrılacak; her ilçe 'on'a yakın 'bucak'a; her bucak 'on'a yakın 'site'ye; her site 'on'a yakın 'aşiret'e; her aşiret 'on'a yakın 'aile'ye ayrılacaktır. Bunlardan bölge, ilçe ve siteler 'merkezi sistemle' yönetilecek; il, bucak ve aşiretler ise 'bağımsız' olacaktır. Devlet dış güvenliği; il iç güvenliği yüklenecek; bucak ise hukuk düzenini oluşturacaktır. Hukuk düzeni oluşturulurken, 'çok hukuklu sistem' geçerli olacaktır. Kamu hukuku, her bucak için ayrı olabilecek ve bizzat o bucağın kendisi tarafından düzenlenecektir. Özel hukuk ise, 'ilmi gruplar'ın kurulması ve herkesin kendi benimsediği grubun ortaya koyduğu hukukta yaşayabilmesi şeklinde olacaktır. Bu düzende sosyal grubu ya da bucak değiştirme kolay olacaktır. İlçelerde askeri infaz grupları oluşturulacak; bu gruplar o ilin içinden ama o ilçenin dışından olan kimselerden oluşturulacaktır. Seçilmiş bucak başkanı, istediği ve gerekli gördüğü zaman askeri infaz grubundan yararlanacaktır. Her bölgede bir ordu bulunacak ve o ordunun erleri başka bölgelerden olacaktır. Bu ordular illere karışmayacak, sadece ülkenin dış savunması ile yükümlü olacaklardır. Ama seçilmiş valiler, gerektiğinde bu ordulardan askeri birlikler alabileceklerdir. Herkes Türkçe bilmek zorunda olacak, ama her ilin ayrı bir 'resmi il dili' olabilecek ve orta öğrenimini de o dille yapabilecektir. Her bucak da isterse kendisine ayrı bir 'resmi bucak dili' seçebilecek ve ilk öğrenimini bu dille yapabilecektir. Hukukta ve kültürde bağımsız hâle gelen toplulukların artık hiçbir sosyal problemleri kalmayacaktır."
ANARŞİYİ YOK ETME MEKANİZMASI
NASIL İŞLİYECEKTİR?
HALKI SİLAHLANDIRMA
SORU - 10
"Eşkiya ve anarşistleri durdurma ve bertaraf etme mekanizması nasıl olacaktır?"
CEVAP - 10
"Bu derdi bertaraf etmek için de elimizde beş silah olacaktır:
a) Halkı silahlandırma,
b) Ödüllü gizli halk istihbaratı,
c) Davetli soruşturma,
d) Başkanın tehcir (sürme) hakkı,
e) Gizli ödüllü öldürtme.
Silah, saldırı aracı olmasından çok savunma aracıdır. Caydırıcı gücü olan bir araçtır. Bu caydırıcılığın gerçekleştirilebilmesi için halkın bütünü silahlandırılmalıdır. Kadınlar da silah taşıyabilmeli ve kullanmasını da bilmelidirler. Silah taşıma ruhsatını, bucaklarda parti teskilatları vermelidir. Her bucak içinde silah taşıma serbestliği olmalıdır. İl içinde silah taşıma ruhsatı il parti başkanları; devlet içinde silah taşıma ruhsatı ise partilerin genel başkanları tarafından verilmelidir. Halkın iyi silah kullanabilmeyi öğrenebilmesini sağlamak amacıyla, silah ve mermi ticareti tamamen serbest olmalı, ayrıca atış poligonları yaygınlaştırılmalıdır. Biz Türkler İstiklâl Savaşı'mızı, yaklaşık olarak böyle bir düzenlemenin varlığı sayesinde kazandık. Her hangi bir kaza veya cinayet olduğunda, cinayet mermisi hangi silahtan çıkmışsa, o silahın kullanılmasına izin ve ruhsat veren parti tazmin etmelidir. Mağdurların ailelerine mutlaka diyet ödenmelidir."
ÖDÜLLÜ GİZLİ HALK İHBARLARI
SORU - 11
"Ödüllü gizli halk ihbarları, ne demektir?"
CEVAP - 11
"Bucaklarda herkes bir partiye bağlanmalıdır. Parti, bucak sınırları dahilinde dağlarda eşkiyalık yapan kişinin adını verebilen, tanınmıyorsa fotoğrafını çekip verebilen kimseye ödül verilmelidir. Kişi kendi parti başkanına haber verir. Haber verenin ismi gizli tutulur. O kişinin eşkiyalık yaptığı sabit olursa, bu haberi verenler daha sonra mükafatlandırılır. Kişi isterse parti başkanına, isterse bucak başkanına haber verir. Biri adını bilirse, diğerinin bilmemesi gerekir. Bucaklar beş-on bin cıvarında nüfusa sahip olduğundan, herkes birbirini tanır ve başkan da bütün bucak sakinlerini tanıdığından, ihbar edenleri de ihbar olunanları da değerlendirebilir."
DAVETLİ SORUŞTURMA
SORU - 12
"Davetli soruşturma, nedir?"
CEVAP - 12
"Bucak başkanı, eşkiyalık yaptığı ihbarı yapılan kimseyi veya fotoğrafını elde ettiği kimseyi bucak merkezine davet eder. Kendisi hakkında ihbar olduğunu, ifadesine baş vurulacağını ilan eder. Belli bir süre içinde gelip ifade vermesini ister. Gelip ifade veren kişi hakkında soruşturma yapar ve kendisine tahkikatın selameti için evinden çıkmamasını isteyebilir. Her hangi bir cinayet işlenmesi halinde, o kimsenin cinayetin işlendiği anda nerede olduğunu kanıtlamak zorunda olduğunu söyleyebilir. Bu düzende karakol soruşturması yoktur. Soruları da ancak başkan sorabilir. Bu soruların değerlendirilmesi yeminli soruşturmacılardan istenebilir. Davete icabet etmeyen kimselerin hukuki korunması kalkar ve askeri infaza havale edilir."
TEHCİR HAKKI
SORU - 13
"Tehcir hakkı, nedir?"
CEVAP - 13
"İhbar ve ifadelerin değerlendirilmesi ile bazı kimselerin, gündüz kahvede, gece dağda eşkiyalık yaptıkları kanaati doğabilir ama genellikle bu kanaatin ispatı mümkün olmaz. Bizim düzenimizde dayak ve işkence ile zorla itiraf ettirme yoktur. Yine bazı durumlarda bazı kimselerin hukuku da o bucakta korunamaz hâle gelebilir. Bu durumda bucak başkanı bu tür kimselerin bucaktan çıkmasını isteyebilir. Bucak başkanlarının bu tehcir etme yani sürme hakkı vardır. Ancak tehcir edilen kimse maddi açıdan asla mağdur edilmemelidir. Beraberinde götürmek istediği mallarını alıp götürebildiği gibi; kalan malları da hakemler kararı ile tesbit edilen bedel üzerinden bucak idaresi tarafından satın alınır ve devlet karşılığını peşin olarak öder. Bu kimseler tehcir edildikten sonra tekrar o bucağa girerse, bucak hukuku onları korumaz."
GİZLİ ÖDÜLLÜ İNFAZ
SORU - 14
"Gizli ödüllü infaz, nedir?"
CEVAP - 14
"Bucak başkanlığınca bucak korunması kaldırılan kimse, verilen müddet içinde bucağı terketmek zorundadır. Terketmezse veya terkettikten sonra tekrar bucağa gelirse, artık o kimsenin kanı hederdir. Biri tarafından ölü olarak bulunursa veya o kimse tarafından öldürülürse, bulan veya öldüren suçlu olmaz. Bazı hallerde hiç kimse onu öldürmez ve fitne devam eder. O takdirde başına ödül konur ve öldürene ödül verilir. Ancak öldürme olayı bucak sınırları içinde olmalıdır. Bu başı getiren gizli tutulur, adı açıklanmaz ve kendisine vadedilen ödül verilir Sadece ilgili parti başkanı ve bucak başkanı bilir. Başı getirenin o bucaktan olması da gerekmez. Ancak önceden böyle bir hizmeti yapacağını bucak başkanına bildirip izin alması gereklidir."
AFFETME MÜESSESESİ
SORU - 15
"Af müessesesi nasıl çalışacaktır?"
CEVAP - 15
"Sivil hukukta ferdi sorumluluk vardır. Kim bir cinayet işlerse yalnız o kimse suçlanır ve o cezalandırılır. Cinayette kasıt yoksa ve öldürme olayı hata ile olmuşsa, sadece tazminat ödenir. Kimse mahkum edilmez. Kasıtlı cinayetlerde de ya kısas uygulanır, ya da affedilerek diyete yani tazminata dönüştürülür. Affı mağdur yapar veya kısas ister. Eğer kişi o bucaktan firar ederse askeri infaza havale edilir. Jandarma tarafından öldürülür. Eğer başka bir bucak o kimseyi himayesine alırsa kısas düşer ve diyeti o bucak öder. Ancak eski bucağa gelirse hukuki koruma kalkar. Faili meçhul cinayetlerde o bucak halkı diyeti öder. Askeri infazda durum tamamen tersinedir. Orada cephe savaşı vardır. Eşkiyanın yaptığı cinayetlerde kollektif mesuliyet vardır. Kişiler ayrı ayrı sorumlu tutulamaz. Eşkiya esir alınırsa, askeri infaz ile öldürülebilir. Yahut cinayetlerin diyetlerini ödeyenler bulunursa bunları affedip salıverebilir veya devlet diyeti üstüne alarak affedebilir. Savaş durumunda hepsi öldürülebilir. Kendilerine hakim olunmadan önce o bölgeden ayrılıp gelenler yani kendiliğinden teslim olanlar ise cezalandırılmaz. Bilakis silahlandırılır ve ilçe askeri infaz kıtalarına alınarak kendilerine maaş da verilir. Eşkiya tamamen yok edildikten sonra da serbest bırakılırlar. Buradan çıkan netice şudur; eşkiyalığı kendiliğinden bırakıp teslim olanlar cezalandırılmazlar."
ÖRFİ İDARE VE OLAĞANÜSTÜ HAL
SORU - 16
"Örfi İdare ve Olağanüstü Hal hakkındaki görüşünüz nedir?"
CEVAP - 16
"Bir bölgede eşkiyalık ve anarşi var diye oralarda farklı muamelelerde bulunmak ve ayrı bir yönetim uygulamak, hukuka aykırıdır. Bölge insanlarına kötü muamele yapmak ne kadar saçma ise, oradaki halka imtiyaz tanımak, onları mükafatlandırmak, oralarda ayrıcalıklı yatırımlar yapmak da o kadar tehlikelidir. Bu sefer bölge halkı eşkiyalarla gizli bir işbirliğine gider ve bu işin istismarına devam ederler. Bunu gören diğer bazı bölgeler de aynı imkanlardan yararlanmak amacıyla eşkiyalar üretirler. Bu durumu önlemek için kesinlikle ayrıcalık kalkmalıdır. Ne lehte ne de aleyhte ayrıcalık olmamalıdır. Meclisin 'örfi idare' ilan etme yetkisi kaldırılmalıdır. Bucakta örfi idare ilan etme yetkisi bucak başkanına ait olmalıdır. İlçeden askeri infaz birliğini çağırıp yönetimi ona teslim etmelidir. Artık sivil yönetim kalkmalıdır. Buradaki askeri yönetimi de bucak başkanı istediği zaman kaldırabilmeli, bucak başkanının izni olmadan askeri infaz birliği bucağa girememelidir. Ayrıca illerde örfi idare ilan etme yetkisi seçilmiş il başkanlarına ait olmalıdır. İl başkanı, bölgedeki ordudan bir alay istiyebilir. Yönetimi bu alaya teslim eder ve kendisi çekilir. Gerekli gördüğü zaman da kaldırır ve birliği geri gönderir. İl başkanlarının izni olmadan ordu birlikleri illere giremez. Tabii ki merkez il yani başkent bu uygulamadan hariç tutulur. Merkez ilin ayrı bir valisi yoktur. Ordu komutanı aynı zamanda oranın valisidir. İllerde örfi idare olduğu halde, bu ilin bucaklarında olmayabilir. Bucak başkanının kararına bağlıdır."
İSYANLAR NASIL ÖNLENECEK?
SORU - 17
"İl veya bucak isyan ederse il parçalanmaz mı? Devlet dağılmaz mı?"
CEVAP - 17
"Evet, bir taraftan insanların tam bağımsızlık içinde yaşamaları, hür olmaları istenir; diğer taraftan birliğin dağılmaması, topluluğun varlığını sürdürmesi istenir. Bunun için de tedbirler alınmıştır:
a) Tehcir,
b) Bölünme,
c) Boykot dengesi,
d) Hicret dengesi,
e) Tasfiye dengesi.
Bir topluluk ve ülkedeki parçalanma, oradaki huzursuzluktan doğar. Eğer sosyal ve ekonomik huzur varsa, o topluluktan hiç kimse ayrılmak istemez. Aksine oraya katılmak ister. Bakınız, Sovyetler dağıldı ama tekrar birleşebilirler. Herkes Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte olmak istiyor. Doğu Almanya Batı Almanya ile kendi isteğiyle birleşti. Avrupa ülkeleri AB/Avrupa Birliği etrafında bir araya geliyorlar. Biz de yıllardan beri bu birliğin eşiğini aşındırıyoruz. Memlekette askeri baskılarla ve uygulamalarla birlik sağlanamaz. Sosyal ve ekonomik birlik, devleti birlikve bütünlük içinde tutar. Bizim getirdiğimiz ve önerdiğimiz, huzur ve adalet düzeni kimseyi ayırmaz. Ayrıcalık da tanımaz. Ama ayrılmak isteyenlere ayrılma hakkını da tanımak gerekir. Ayrılmak isteyen kimseyi zorla birlik içinde tutmakla bu iş olmaz ve yürümez.
Bu ayrılmalar için kabul edilmiş kriterler ve esaslar vardır. İsteyen bu memleketten her zaman çıkıp gidebilmelidir. Kendisi, bu ayrılıp gitmeden dolayı mağduriyete uğramamalıdır. Yani malları peşin ve cari değerle satın alınmalıdır. Bu ayrılma veya tehcir, bir 'bucak'tan, 'il'den veya 'devlet'ten göç imkanı sağlanmak suretiyle olur. Eğer bir devletten komşu bir devlete en az 300 000 kişi göç ediyorsa, onlara isterlerse toprak da verilmelidir. O devlete göç eden halkın miktarınca düşen yerin yarısı verilmelidir. Benzer işlem bucaklar için de yapılabilmelidir. Böylece savaş olmaksızın adil yönetim sistemi çerçevesinde sorunlar halledilebilmeli ve toprak bölüşümü yapılabilmelidir. Eğer ayrılanlar 30 milyonun üstünde iseler, ayrı devlet kurmalarına imkan verilmelidir.
Bölgelerdeki ve ilçelerdeki hizmetler merkezi yönetimle yapılmalıdır. Buralarda askeri birlikler yerleştirilmeli ve buradaki askeri birlikler veya hizmet görevlileri o ilçeden veya o bölgeden olmamalıdır. Hizmetleri kendilerinden olmayan merkezi yönetim yapmalıdır. Buna mukabil il ve bucak yönetimleri kendilerinden/yerel olmalı ve seçimle gelmelidir. Bu yönetimler tamamen bağımsız olmalıdır. İl sayısı yüz, bucak sayısı da ilde yüz kadar olacağından, bunlara verilen tam bağımsızlık genel birlik için bir tehlike oluşturmaz.
Gerekli durumlarda, hakemler kararı ile illere veya bucaklara verilen ve yapılan hizmet kesilebilmeli; meselâ elektrik verilmemelidir. Çıkış serbest olup giriş yasaklanabilmelidir. Böylece uygulanan ekonomik baskı o il ve bucakları itaate zorlar. Eğer bir ilde nüfus 300 000'den aşağı düşerse o zaman askeri birlik oraya girip orasını dağıtabilmeli ve o ili yok etmelidir. Bu hususta kararı hakemler vermelidir. Yeter sayılarını koruyan topluluklar asla dağıtılmamalıdır. Kollektif ceza söz konusu olmamalıdır. Mesela, bir bucak başkanının karşı çıkmasını bucağın karşı çıkması şeklinde anlayıp bütün halka karşı tavır alınmamalıdır. Bucak başkanı cezalandırılabilir. Ama topyekün bütün halk suçlanamaz. Parti yöneticileri suç işlediğinde de parti kapatılamaz. Öngördüğümüz bu tedbirler, bir ülkede parçalanma ve dağılma tehlikesini tamamen ortadan kaldırır.
Bu konular, arkadaşlarımızın yaptıkları akademik veya özel çalışmalarda daha geniş boyutları ile açıklanmıştır. İlgilenenler, o çalışmalardan yararlanabilirler."
EKONOMİK TEDBİRLER
SORU - 18
"Biraz da ekonomik tedbirlerden bahseder misiniz"
CEVAP - 18
"Bu ayrı bir konudur. Geniş olarak ele almak gerekir. Ama sadece başlıklarını verip kısaca açıklayalım.
Devlet mal senetleri çıkarıp halkın elinde bulunan malları bu senetlerle satın almalıdır. Sonra senetleri de istiyenlerden para karşılığında satın almalıdır. Böylece para arzı gerçekleştirilmiş olur. Yani mal senetleri alınıp satılmakla para emisyonu sağlanır. Bu uygulama piyasayı doyurur, işsizliği ortadan kaldırır ve piyasaya karşılıksız para çıkmadığı için enflasyona sebebiyet vermez.
Devlet halka sipariş verme kredisini vermeli (selem uygulaması); halk tüccara, tüccarlar da işyerlerine sipariş vermeli; böylece herkes kredilenmiş olur ve yıl başında tüm tüketim malları planlanır. Fazla veya eksik üretim olmaz. Pazar arama derdi kalmaz. Nakit kredi tüccara veya işyerine verilmemelidir.
İşçi bulabilen inşaatçılara, inşaat müteahhitlerine, resmi ücret üzerinden kredi vermeli ve artık emeğe iş bulmalı, hiç kimse işsiz bırakılmamalıdır.
Devlet işletmelere kamu hizmetleri götürmeli ve vergi olarak üretimden pay almalıdır. Örneğin, bu elektrik bedeline şarj edilebilir. Elde edilen payın yarısı oraya hizmet edenlere verilmeli, diğer yarısı ise halka hizmet edenlere maaş olarak verilmelidir. Halk hizmetlilerini mesela doktorunu kendisi seçmeli ama ücret devletçe ödenmelidir. Herkes sosyal güvenlik kapsamına alınmalı ve bunun için halktan her hangi bir prim alınmamalıdır.
Devlet, yatırımları, sattığı arazi karşılığı elde ettiği meblağlarla yapmalıdır. Tüm kamu kuruluşları hisse senetlerini halka satmalıdır. Özel sektöre değil halk sektörüne devretmelidir.
Bu husus, ayrı ve daha geniş olarak ele alınabilir. Öngördüğümüz teklifler, uygulamaya başlandığı andan itibaren bir yıl içinde Türk Lirası'nın kıymeti Dolar'ın, Mark'ın ve Yen'in üstüne çıkar. Dış borçlar kısa zamanda ödenir ve böylesine önemli bir ekonomik problemimiz kalmaz. Ortadan kalkar. İhracat ithalatın üstüne çıkar, gerçek ihraç patlaması olur ve enflasyon ortadan kalkar."