BELED SURESİ TEFSİRİ(90.sure)
Süleyman Karagülle
2540 Okunma
beled suresi 30 KASIM2002-187.SEMNER

KUR’AN SEMİNERLERİ; 187. SEMİNER        İstanbul, 30 Kasım 2002

 

BELED SÛRESİ TEFSİRİ

بسم الله الرحمن الرحيم

لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ(1) وَأَنْتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ(2) وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ(3) لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ(4) أَيَحْسَبُ أَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ(5) يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًا(6) أَيَحْسَبُ أَنْ لَمْ يَرَهُ أَحَدٌ(7) أَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ(8) وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ(9) وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ(10) فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ(11) وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ(12) فَكُّ رَقَبَةٍ(13) أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ(14) يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ(15) أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ(16) ثُمَّ كَانَ مِنْ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ(17) أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ(18) وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ(19) عَلَيْهِمْ نَارٌ مُوصَدَةٌ(20)

BeLeD           VaLaD           KaBaD             LuBaD         NaCD           EaÖD         EaXD

GaQaBat / RaQaBat / MaSĞaBat / MaQvBat / MaTRaBat / MaRXaMat / MaYMaNat / MaŞEaMat

بسم الله الرحمن الرحيم           رحمن رحيم اللهن اسمى ايله

BıSMı elLAHı elRaXMANı elRaXIyMı

Rahmân Rahîm Allah’ın ismine  /  Yaşatan Çalıştıran Allah’ın adına

Açıklama: Bu söylenenler Allah’ın sözleridir. Ben O’nun adına okuyorum demektir. Bu açıklamalar ise benim o ifadelerden şimdi yazarken anladığım manâlardır. Biraz sonra başka şeyleri anlarım. Sizler de her biriniz başka manâlar anlarsınız. Allah o anda ona başka şeyler ilham eder. Doğruların hepsi Allah’tandır. Yanlışlar ise bizim eksik anlayışımızdan ileri gelir. Bizim yorumlarımızı böyle okumanız gerekir. Size yardımcıdır. Usûlü öğretmektedir. Kendiniz için asıl anlayacak sizsiniz ve siz onunla mükellefsiniz.

لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ(1)     بو بلده قسم اتميورم

LA EuQSıMu Bı HAvÜa eLBaLaDı :

Bu belede kasem etmiyorum. / Bu kente and etmiyorum.

Açıklama: Biz Allah’a yemin ederiz. Allah nasıl gerçekse bu söylediklerim de gerçektir demiş oluruz. Eğer yalan söylüyorsak Allah’ı inkâr etmiş oluruz. Allah ise yarattıklarına yemin eder. Bu yaptıklarım nasıl gerçekse benim söylediklerim de öyle gerçektir. Kente yemin etmem demektir. Çünkü Allah kente yemin ettikten sonra o kent halkı düzelmezse hemen helâk olması gerekmektedir. Onun için yemin etmiyor. Yani insanlara mühlet veriyor demektir. Buradaki “LA” “le”den dönüş de kabul ederiz. Te’kit için uzatılmıştır. Olumsuz anlamında değildir. O zaman yemin ediyorum. Ortaya çıkar. O takdirde beled üzerine gelecek helâki haber vermiş olmaktadır. Her iki manâ da doğrudur. Yakın zaman için olumlu, uzak zaman için olumsuz manâ verilir. Yani yakın zamanda beldeyi helâk etmeyeceğim, ama ileride eğer siz hak yolda olmazsanız helâk edeceğim anlamları çıkar.

Burada beled tanımlanmıştır. Harf-i tariflidir. Kur’an nâzil olduğu zaman bu beled Mekke idi. Bizim için ise bu beled bizim yaşadığımız beleddir. İstanbul’dur, Yeni Bosna’dır. Yani şimdi içinde yaşadığın belede işaret etmektedir.

Beled beldenin merkezidir. Beled, ilçe demektir. Yaklaşık on kabilenin birleşmesinden doğar. Beled ise bu kabilelerin merkez kabilesinin oturduğu yerdir. Beled, 30 bin ile 100 bin arasında nüfusu olan yerdir. Beled ise bunun merkezidir. Nüfusu 3 bin ile 10 bin arasında nüfus olacaktır. Beldenin diğer belde kabilelerinden farkı, beldelere beldenin bütün halkı serbest olarak çıkıp girer. Oysa diğer kabilelerde yalnız kendi halkı yaşar. İzin olmadan yabancılar giremez. Demek ki bizim kuracağımız 10 000 nüfuslu kentimiz açık kent olacak ve herkes serbestçe gelip gidecektir.

وَأَنْتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ(2)    ٍسن بو بلده ده حل اكن

Va EaNTa XılLun FIy HaÜa eLBaLADı / Sen bu beldede hıl iken. / Sen bu kentte bulunur iken.

Açıklama: Sen bu kentte oturur ilken ben bu kenti helâk etmem. Bu çok önemli sevindirici bir haberdir. Eğer bir memlekette o memleketi uyaran kimse varsa, halk o kimseyi aralarında yaşatıyorsa, Allah o kenti helâk etmemektedir. Uyarıya devam edilecektir. Ama uyarıya da imkân verilmezse o zaman Allah’ın hicreti gelir ve uyarıcılar orasını terk ederler, Allah da o zaman oraya kasem edip orasını helâk eder. Yahut sen o kadar değerlisin ki bu beldeyi de değerli kılıyorsun. Bundan dolayı bu beldeye yemin ediyorum. İşte Allah’ın kitabını insanlara tebliğ etmek bu kadar şerefli bir iştir. Bunun için Kur’an’ı öğreneceğiz, yaşayacağız, birbirimize tavsiye edeceğiz ve sonra da inanmayanlara tebliğ edeceğiz. Burada “hulul” kelimesi kullanılmaktadır. Bunun anlamı, onların içine girmiş onlarla görüşmeler yapıp tebliğ yaparken demektir. Sadece orada bulunmak değil, onlara tebliğ yapmak demektir. Bu sûre beldeyi esas almıştır. Tebliğ belde sakinlerine yapılacaktır. Belde düzeldikten sonra çevreye tebliğ genişletilebilir. Yani, oluşma mikro çapta başlayacaktır. Bunun için ya bizi kabul eden bir kente hicret etmeliyiz veya kendimiz bir kent kurmalıyız. Bu kentin nüfusu 3000 ile 10 000 arasında bulunacaktır. Böyle bir beldeye ulaşabilmemiz için Mekke’de olduğu gibi ön çalışmaları yapmalıyız. Bugün bizim yaptığımız da budur.

وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ(3)   والد و وولد اتدغينه ده

Va VAaLıDın Va MAv VaLaDa/ Valid ve veld ettiğine de / Doğuran ve doğurduğuna da

Açıklama: Bundan önceki “Va” bir isim cümlesini fiil cümlesine bağlıyordu. Dolayısıyla hal cümlesi idi. Burada ise valid ve veled ettiğini belede bağlıyor. Anne ve çocuk olması nedeniyle de kasem etmem yani helâk etmem demektir. Bu âyette bize çok önemli hususu belirtiyor. Bugünkü insanlar çok kötü olabilir, kâfir olabilir, zındık olabilir. Ama anneler çocuk doğurdukça yeni çocuklar dünyaya geldikçe ileride hidayete eren nesil gelecektir. Bir taraftan tebliğ devam ederken, diğer taraftan nesil yaşarken o topluluk helâk edilmemektedir. İşte bugünkü kötü düzenin sürüp gitmesi bu sebepledir. Bu sebepledir ki devletimiz ne kadar kötü olursa olsun biz o devleti müdafaa etmek için savaşırız. Vatanımızı koruruz. Ölürsek şehit oluruz. Çünkü o ülkede ileride İslâmî düzeni kuracak ve ona göre yaşayacak insanlar olacaktır. Burada anne de tebliğ yapan bir mü’min kadar takdis edilmektedir. İşte bu sebepledir ki kadınlara cihat yapmak farz kılınmamıştır. Cihadı erkekler yapar, kadınlar çocuk yetiştir. “İnsanlık Anayasası”nın temel dayanağı kadın ve erkek arasındaki işbölümüdür. Kadınlar çocuk doğurup büyütecek, erkekler ise geçimlerini sağlayacak ve koruyacaktır.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ(4)   انسانى كبد اجنده خلق اتدك

LaQaD PaLaQNAa elEınSaNa FIy KaBaDin.

İnsanı kebed içinde halk ettik. / İnsanı karaciğer içinde yarattık.

Açıklama: Karaciğer insanın karnında sağ tarafında bir organdır. Vücudun içinde dengeleme görevi vardır. Vücutta bulunan değişik maddeleri birleştirerek öd suyunu üretip ince bağırsağa gönderir ve orada besinlerin sindirilmesini sağlar. Bağırsaklardan aldığı şekeri depolar veya vücuda göndererek kandaki şeker miktarını dengede tutar. Vücutta bulunan bozulmuş veya yaşlanmış alyuvarları alıp bunları parçalar. Demirini depo eder, sonra yeni alyuvarlar üretip kana karıştırır. Diğer taraftan vücuttaki yağları alır, katılaştırıp depolanmasını sağlar, onları çözüp vücutta kullanılmasını sağlar. Vücutta bulunan zehirli maddeleri suda eriyip idrara karışacak şekle sokar ve kanı temiz tutar. Yaralanmalar hâlinde kanın pıhtılaşması için gerekli maddeyi üretir. Kur’an insanın çevresini karaciğere benzetmiştir. Yeryüzü insan bedeni ise, insanın yaşadığı saha karaciğer gibidir. Bu canlılar âlemi olarak düşünülebildiği gibi, insanın yaşadığı yerler ciğere benzetilmiş olur. Bunun başka manâsı, insanın yeryüzü dengesinde karaciğerin yaptığı işleri yapması gerektiğini ifade eder. Atmosferde bugünkünden fazla kömür yanığı vardı. Dumanı vardı. Büyük ormanlar toprak içinde kaldı ve kömürleşti. Bir kısmı da büyük hayvanların yağı hâlinde petrol oldu. Şimdi toprak içinde yatmaktadır. Onu topraktan çıkarıp atmosfere salıyorlar. Bu sayede ileride bereketli ormanlar oluşabilecektir. Suların bir kısmı toprak altına inmiş ve depolanmıştır. İnsanlar pompalarla bunları oradan çekip su devrimine sokuyorlar. Birtakım bitki ve hayvanların çoğalması için yardımcı oluyorlar. Böylece insan yeryüzünün ciğeri içinde yer almıştır. Tabiî dengeyi korumakla yükümlüdür. “İnsanı kebed içinde yarattık” derken, böyle dengeleyici merkezde yarattık demektedir. Karada ve denizde olanları insana musahhar kıldık demektir. İnsan çevreyi bozmadan bu dengeye hizmet etmelidir.

اونه بر احدن قدر اده ميغينى مى حساب اديور   أَيَحْسَبُ أَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ (5)

Ona bir ahadın kadr edemeyeceğini mi hesab ediyor? /

Ona hiç kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

Açıklama: “İnsanı kebed içinde yarattık. Ona kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?” Buradaki ahadın kadr edemeyecek olması, ona yardım edemeyeceği anlamına geldiği gibi; ‘onu kimsenin yenemeyeceğini mi sanıyor?’ anlamına da gelir. İnsan kebed içinde yaratılmıştır. Ama Allah onu korumakta, ona yardım etmektedir. Karşı gelirse de cezalanmaktadır. Allah’ın insandan istediği, onun emrettiklerini yerine getirmektir. Ondan sonrası ise Allah’a aittir. O istediğini yapar. Herkes kendisinin tanrı olmadığını bilmelidir. Biz bize düşeni yapmalıyız. Sonra olacaklara karışmamalıyız. Hayatımızda birçok korkunç ve tehlikeli günler yaşamışızdır. Ancak bunların hepsi geçmiştir ve şimdi yaşamaktayız.  

يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًا(6)    لبد مالى اهلاك اتدم ديه قول اديور

EaHLaKTu MAvLan LuBaDan / Lübed mali ilhak ettim diye kavl ediyor.

Açıklama: Lübed, katlanıp üst üste yığılmış elbise demektir. Saklanmak için dürülmüş anlamındadır. Depodaki malı boşaltıp kullandım, yahut helâk ettim demektedir. Karaciğerin işlevinde depolamanın olduğunu belirtmiştik. İnsan da bu depolama hizmetini görmektedir. Onu erittim, harcadım demektedir. İnsanın hayatında biriktirdiği malları sonra harcama vardır. Bu husus bazı hayvanlarda da vardır. Arılar, karıncalar, kemirici hayvanlar böyle depolamalar yapmaktadırlar. Ama asıl insan bu depolama işleri ile yaşamaktadır. Ekonomi hareketi bu depolama üzerine kurulmuştur. İnsanın karaciğer içinde yaratılmış olmasının anlamı budur. Gerekli malları depolar ve sonra harcayarak yaşamını sürdürür. Bu âyet bize depolama işlemlerinin birlikte yapılmasını emretmektedir. Çünkü mal kullanılmak için depolanır. Oysa insan onu harcamak istemez. Tarım döneminde insanlar kendi ürettiklerini depoluyor, sonra onu harcayarak kullanıyordu. Sanayi dönemine geçildiğinde bu depolama sistemi tüccar tarafından yapılmaya başlanmıştır. Halkın ürettiği mallar tüccara satılıyor, tüccar onu depoluyor, sonra satıyordu. Yani tüccar bir tür karaciğer görevini görüyordu. Sosyalizmde bu depolama sistemi devletçe yapıldı. Kamu ambarları doğdu. Tüccar ortadan kaldırıldı. “Adil Düzen”de bu depolama sistemi sosyalizmde olduğu gibi kamu ambarlarında yapılmaktadır. Ancak pazarlaması yine tüccar tarafından yapılmaktadır. Halk ürettiği malları kamu ambarlarına koymakta, karşılığında mal senedi almakta ve onu tüccara satmaktadır. Mal dolaşacağına senet dolaşmaktadır. Böylece taşıma ve koruma külfeti kamuya geçmekte ve asgariye inmektedir. Ama serbest rekabet sistemi de ortadan kalkmamaktadır.

أَيَحْسَبُ أَنْ لَمْ يَرَهُ أَحَدٌ(7)    اونو بر احدن رئي اتمه دغينى مى حساب اديور

Ea YaXSaBu EaN LaN YaRaHU EaPaÜun

Onu bir ehadın re’yetmediğini mi hesab ediyor? / Onu bir kimsenin görmediğini mi sanıyor?

Açıklama: Onu kimse görmüyor mu sanıyor? Ne yaptıklarını bilen yok mu sanıyor? İnsan yaratılmış ve gelişigüzel bırakılıp gözetilmediğini mi sanıyor? Oysa onu yaratan ve onu buralara getiren kimse sürekli olarak onu takip edip gözetlemektedir. Eksikliklerini gidermekte, yanlışlarını düzeltmektedir. Arabanızın direksiyonunu sağa kırarsınız, yeter derecede döndükten sonra direksiyonu düzeltirsiniz. Karaciğerin çalışması böyledir. Vücutta şeker artarsa musluğu kısar, azaldığını görünce de açar. Bütün dengeli hareketler geri dönmeli gözetleme ile olmaktadır. Topluluk içinde de düzenlemeler böyle yapılmaktadır. Piyasada para artarsa enflasyon olur, para eksilirse işsizlik olur. Enflasyonu ve işsizliği ölçen bir gözetilme olmalıdır. Enflasyon, bütün arz ve talebi karşılayan altın fiyatıdır. İşsizliğin ölçüsü ise işsizlik sigortası olmalıdır. İşsizlik sigortası yalnız sosyal güvenlik için değil, aynı zamanda işsizlik miktarını bilip ona göre piyasaya para sürmek için gereklidir. “İnsanlık Anayasası”nda işsizlik sigortası getirilmiştir. Geniş bir işyeri vardır. Oraya gelen insanlar akşama kadar orada bulunurlar. Çalışmasalar veya ne isterlerse onu yapsalar bile, onlara tahsis edilen miktar bölüştürülür. Buradaki işsizlerin artması bize işsizlerin sayısını verir, biz de ona göre piyasaya para süreriz. Toprak parasının altın parası cinsinden değerini değiştiririz. Bu sözlerimizin anlaşılması için “İnsanlık Anayasası”nı bilmiş olmamız gerekir.

أَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ(8)   اونه اكى عين جعل اتمه دك مى

EaLaM NaCGaL LeHU GaYNaYNı / Ona iki ayın ca’l etmedik mi? / Ona iki göz yapmadık mı?

Açıklama: Bize iki göz verdiğini bildirerek, bizim çevremizi görmemizi sağlayan kimsenin kendinsin kör olduğunu sanmamızın yanlışlığını sorarak hatırlatmaktadır. Gözler ne iş yapar? Çevremizi gözetleriz ve hareketlerimizi ona göre dengeleriz. Allah da yarattıklarını gözetler ve ona göre dengelemeler yapar. Gözlerde ayrıca pek çok ayarlamalar vardır. İki göz birbirine uyumlu olarak çalışır ve çift algı ile cismin görüntüsünü üç boyutluya çevirir. Göz bebeğinin uyumu ile uzağa veya yakına bakar. Bütün bunlar dengelemedeki düzeni ifade eder. Karaciğere benzeyen çevremize uyumun nasıl sağlandığına daha açık misaller vermektedir.

وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ(9)    بر لسان و ايكى شفة ده

Va LıSANan va ŞaFaTaYNı / Bir lisan ve iki şefe de / Bir dil ve iki dudak da

Açıklama: İki gözden bahsedildi. İki gözün birbirine nasıl uyumlu çalıştığı ifade edildi. İnsanın çevreyi gözetlemesi bildiriliyor. Bu âyette de bir dil ve iki dudaktan bahsetmektedir. İnsanın çevreye etkisini ifade etmektedir. Dil ile dudaklar arasındaki uyuma da işaret etmektedir. Karaciğerin içinde yaratıldığının açıklanmasına misalle devam etmektedir. Karaciğer alıyor, depoluyor ve düzenleyip veriyor. İnsan da dışarıdan bilgiler alıyor, beyninde düzenliyor, onu saklıyor ve sonra gerektiğinde kullanıyor. Konuşuyor. Sosyal düzen böyle sağlanıyor. Beled(iye) yönetimi ile başlayan sosyal yapı böyle tanımlanmaktadır.

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ(10) و اونه ايكى نجده  هداية اتديك

Va HaDaYNAvHu elNaCDaYNı / Ve ona iki necd hidayet ettik. / Ve ona iki geçit bağışladık.

Açıklama: Ona iki geçit gösterdik. İnsanı ikili yol arasında bıraktık. Kimilerinin görevi oluşu ve ilerlemeyi benimsemek, topluluğu yaşatmaktır. Diğerlerinin görevi ise yıkma ve parçalamadır. Böylece dengeleme sağlanmıştır. Arabanızı sürerken gaza basarsanız hızlanır. Çok hızlı giderse arabanız parçalanabilir. İşte bunun için arabaya fren konmuştur. Frensiz araba ile yola çıkmanız çok tehlikeli olur. Topluluğu bozmak isteyenler ile topluluğu ileri götürmek isteyenler arasında sürekli savaş vardır. Bunların ikisi de varlıklarını sürdürecektir. İnsan kişi olarak istediği tarafta yer alacaktır. Ortamda iyiler ve kötüler olacak ama insan bunlardan istediği tarafını tutacaktır.

فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ(11)    عقبه يى اقتحام ايده مدي

FaLaQTaXaMa elaQaBaTa / Akabayı iktiham edemedi. / Yokuşu tırmanamadı.

Açıklama: İnsan dünyada yokuş tırmanmaktadır. Ancak yokuşu bitirememektedir. Yeryüzünde kurulmuş denge vardır. Hayatla ölüm arasında denge vardır. İyilikle kötülük arasında denge vardır. Gelişme ile yerinde sayma veya gerileme arasında denge vardır. Bunları ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ölüme çare yoktur. Tıp bu kadar ilerlemiştir. Yeni canlı var edeceklerini hayal edenler vardır. Oysa insan ömrüne daha bir gün katamamışlardır.  Topluluklar için de aynı kader mevcuttur. Her zaman zorluklar olacaktır. Her zaman sıkıntılar olacaktır. Sonuna bakmamız gerekmektedir. Sonuç olarak bir taraftan Kâinat’ta çökme vardır. Ama buna karşılık canlılarda ve insanda evrim vardır. Bir hazineyi tüketiyoruz ama biz bu hazineyi harcayarak yükseliyoruz. Bunun sonunu elbette bir ahiret hayatı ile izah edebiliriz. Yoksa bu sıkıntıları niçin çekelim?

َومَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ(12)   عقبه نن نه اولديغى سنا ادرا ايتمه دى

  VaMAv EaDRAyKa Ma elGaRaBam  

Akabanın ne olduğu sana idrak etmedi. /Yokuşun ne olduğu sana ulaşmadı.

Açıklama: Akaba, ayağın arka tarafıdır. Yaylaya çıkmak için böyle yokuş çıkılır, en düşük yerden, belden düzlüğe gelinir. Yaylanın alt arkası olduğu için buna kaba denmektedir. İnsan bu dünyada bu yokuşu tırmanmaktadır. Düzlüğe ancak öldükten sonra varabilmektedir. Ancak o düzlüğe topluluk olarak ulaşma da yine birtakım organize olmuş işlerle mümkündür. Akabanın ne olduğunu, hangi yokuşun çıkıldığını insan bilememektedir. Biz bu dünyaya geldik, eğitiliyoruz. Acaba burada ne elde ediyoruz ki ahirette cennete gidiyoruz? İyi insan isek cennete, kötü insan isek cehenneme gidiyoruz. Yahut, iyilik yapınca topluluğumuz gelişiyor, kötülük yapınca topluluk batıyor. İnsan baştan duyguları ile bunu kavrayamaz. Onun için “bilemezsin” denmiyor da, “idrak edemezsin” deniyor. İdrak, insanın hisleri ile bildiği doğrulardır. Mesela, tütünü içerken onun kötü olduğunu hislerin söylemektedir. Oysa bazı zorluklar ve kötülükler vardır ki, onları hislerle kavramak mümkün değildir. Ancak fikirlerle öğrenilir.

فَكُّ رَقَبَةٍ(13)    رقبة نن فكى در

FakKu RaRaBaTın / Rakabanin fekkidir. / Boynun çözülmesidir.

Açıklama: Rakabanın fekkidir. Boynun çözülmesidir. İnsanı bağlayan zincirin veya ipin kırılmasıdır. Genel olarak rakaba köle olarak anlaşılmaktadır. Ancak kölenin başka isimleri de vardır. Burada kastedilen her çeşit esaret zincirinin kesilmesidir. Açlık esareti giderilmelidir. Herkese aş bulunmalı ve insanlar açlık korkusu ile başkalarına esir olmamalıdırlar. “İnsanlık Anayasası” bunu sağlamak üzere düzenlenmektedir. İnsanlar işsizlik esaretinden kurtulmalıdırlar. İşverenlerin esiri olmamalıdırlar. Ne sermayenin ne de devletin işçisi olup esir olmamalıdırlar. Demek ki rakabanın fekki demek, “halk ekonomisi”nin kurulması demektir.

أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ(14)    يا ده مسغبةلى يومده اطعامدر

EaV EıOGAMun FIy YaVMın ÜIy MaSĞaBatin

Ya da masğaba yevminde it’amdır. / Ya da kıtlık gününde doyurmaktır.

Açıklama: Burada kıtlık günlerinden bahsedilmektedir. Sadece herkese aş bulmak veya herkese iş bulmak yeterli değildir. Topluluklarda gerek ekonomik gerekse teknolojik krizler oluşur. Karaciğer nasıl depolama yapıp gerektiğinde deponun erimesini dengelemekte ise, aynı şekilde topluluk da depolama yapmalıdır. Kıtlık demek, her tarafta yiyecek yok demektir. İşte bunu karşılayacak stokların bulundurulması demektir.

يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ(15)    مقربةلى يتيمه

YaTIyMan ÜAv MaQRaBatin / Makrabalı yetime / Yakınlığı olan öksüze

Açıklama: “Doyurmaktır” dedikten sonra kimi doyurmak? Soru ayrı âyetle cevaplanmıştır. Yakınlığı olan yetimi denmektedir. Sosyal dengenin sağlanması için herkese aş ilkesi getirilmiştir. Burada iki sınıftan bahsedilmektedir. Biri çalışamayanların doyurulmasıdır. Diğeri ise çalışabildiği halde geliri yeterli olmayan kimselerdir. Kıtlık zamanında it’amı söyledikten sonra iki sınıfı ortaya koymaktadır. Yetimler yakınlar tarafından büyütülür. Kamu o yetimi it’am eder. Öksüzler evi İslâmî değildir. Çocuk öksüzlük psikolojisi ile yetişir. Hastahane de böyledir. Hasta ocağın revirinde tedavi edilmelidir. Bu sebeple makrabalı denmektedir. Yetim akrabasına verilir. Mal da ona teslim edilir. Kamu bütçesinden destek yapılır. Çocuk anne-babası varmış gibi büyümüş olur.   

أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ(16)   يا ده متربةلى مسكينه

EaV MıSKıNan ZAv MaTRaBat / Ya da metrebeli miskine / Ya da sürülü yoksulu

Açıklama: Topraklı miskine tabirini kullanmıştır. Burada topraklı denmesi ile çiftçi anlaşılır. Geçmişte insanlar tarımla geçiniyordu. Sadece beşte biri sanayi ile geçiniyordu. Şimdi ise beşte biri toprak işliyor. Ancak bütün insanlar onların ürettiği ile geçiniyor. Köylünün girdisi fazla olursa pahalıya mal eder. Sadece kendisine yetecek kadar eker. İnsanların beşte dördü aç kalır. İşte bu sebepledir ki sanayi döneminde çiftçi desteklenecektir. Sanayide ve inşaatta insanlara her zaman iş bulunabilir. Ancak çiftçilere her zaman iş bulunamaz. Verim de her zaman aynı olmaz. Kurak yıllarda verim elde edilemez. Bundan dolayı tarım ürünlerinin sigortalanması sözkonusu olmalıdır. Bunlar nasıl sağlanacaktır? Serbest arz ve talep bunları karşılamaz. Destek gerekir. Ancak bu destek öyle yapılmalıdır ki, ekonomideki rızayı yani serbest piyasayı kaldırmamalıdır. Peki, bu nasıl sağlanacaktır? Kıtlık zamanında mahsulün fiyatı yükseltilir. Böylece çiftçi desteklenmiş olur. Ama halkın onu alabilmesi için ucuz satılmalıdır. Eski stoklar ile yeni ürün birleştirilerek pahalı alınan ürün ucuza satılmalıdır. Burada kamu stoklaması sorunu ile karşı karşıya kalırız. Selem hukukunu buna göre düzenlemeliyiz.

ثُمَّ كَانَ مِنْ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ(17)

صونره ده ايمان اتمش صبرى توصيةلشمش و مرحمةى توصيةلشمش كمسه لردن اولمقدر

ÇumMa KAvNa MıNa elLaÜIyNa  EAvMaNUv Va TaVAWaV BılWaBRı  Va TaVAWaV bıLMaRXaMatı

Sonra da iman etmiş, sabrı tavsiyeleşmiş ve merhameti tavsiyeleşmiş kimselerden oldu. /

Sonra da inanmış, dayanışmayı öğütleşmiş ve esenliği öğütleşmiş kimselerden oldu.

Açıklama: Şimdiye kadar insanın tek başına kendi kendine nasıl olması gerektiğini belirtmektedir. İnşaat yaparken önce malzeme hazırlanır sonra inşaat yapılır. İnsan önce kişi olarak yetişmelidir. İyi insan olmalıdır. İnsanların esaretten kurtulması için kişi olarak çalışmalıdır. Kıtlık gününde doyurmağa çalışmalıdır. Yetimi ve yoksulu kişi olarak gözetmelidir. Hâsılı, iyi insan olmalıdır. İyi insan demek, kendi çıkarlar ile başkalarının çıkarlarını birleştiren kimse demektir. İyilik eden görür. İyilik eden Allah’a inanıyorsa karşılığını ondan alacağını da bilir. Allah öyle bir düzen oluşturmuştur ki, iyi olan iyilikle karşılaşır, kötü olan kötülükle karşılaşır

Sonra iman edenlerden oldu. Yani İslâmlıktan mü’minliğe geçti. Yukarıda sayılan hususlarda müslim ve mü’min herkes yükümlüdür. Mü’min ise dayanışma içine girmektedir. Onlara katılmaktadır. Askerliği yapmaktadır. Yönetime katılmaktadır. Sonra kelimesinin başka bir manâsı, önce müslim olunuyor, sonra mü’min olunuyor. Başka bir âyette; “İman ettik demeyin, müslim olduk deyin. Daha sizin kalbinize iman girmemiştir.” deniyor. Burada da bu tertibi “sümme/sonra” ile ifade ediyor. Görülüyor ki, Kur’an bir bütün olarak her şekilde birbirini destekleyen ifadeler kullanmaktadır..

Sabrı tavsiyeleşmektedirler. Merhameti tavsiyeleşmektedirler. Birlikte yaşayanlar sıkıntı içinde olurlar. Çünkü herkes aynı şey istemez. Aynı şeylerden hoşlanmaz. Birbirimize dayanmamız gerekecektir. Hem de tavsiyelerle. Merhamet ise yardımlaşmadır. İyilik etmedir. Bunu da birbirlerine tavsiye ederler. Mü’minin dört görevi vardır. Birincisi öğrenmek, ikincisi bildiklerini yapmak, üçüncüsü mü’minlerin tavsiyeleşmesi, dördüncüsü kâfirlere tebliğ. Mü’minlerle tavsiyeleşme sabır ve merhamet üzerinde olacaktır.

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ(18)   ميمنة اصحابى اشته اونلردر

EuLAEiKa EaWXaBu eLMaYMaNatı / Maymana ashabı işte bunlar. / Sağ ehli işte bunlar.

Açıklama: Onlar yemin halkıdır, denmektedir. Yemin, sağ kol demek olduğu gibi, ant anlamına da gelir. Onlar yemin ederek birbirine bağlanmış kimselerdir. Yemin aynı zamanda teminattır. Bir kimse konuşurken, söylerken yemin ederse onda hata olmaz, sözünden de dönmez. Bununla beraber organik maddeler ışığı sağa veya sola kırarlar. Aynı maddenin başka sola dönenini kullanmazlar. Canlıların çoğu sağı benimsemiştir. Kromozomun helisi de sağdır. İnsanın da sağ eli genellikle daha içi çalışır. Bunlar ashab-ı meymenedir. Avrupa Uygarlığı ateizmin simgesini sol yapmıştır. Bugün sol ateizmden vazgeçtiğini söylüyor, ama bu tarihi damgayı üzerlerinden zor atarlar.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ(19)  ءايتلرمزى كفر ادنلر ايسه اونلر مشئمة اصحابدر

Va elLaÜIyNa KaFaRUv Bı EAvYAvTıNAv HuM EaÖPABu elMaŞEaMatı / Âyetlerimizi küfr etmiş olanlar ise onlar meş’eme ashabıdır. / Kanıtlarımızı kapatanlar uğursuz elidir.

Açıklama: İman etmişlerin karşısında küfretmiş olanları getirmektedir. Bu mü’min olmayanlar anlamında değildir. Ayrıca müslimler vardır. Mü’minler insanların saadeti için yaşarlar. Kâfirler ise insanlığın sefaleti için uğraşırlar. Âyetlerimize küfredenler. İşte burada Kur’an’ın mucizesi ortaya çıkmaktadır. Kur’an’a uyanlar, onun emrine girenler mü’minlerdir. Bu yol Tevrat’ın yoludur, İncil’in yoludur. Tarihte bunların karşısında olanlar kâfir olmuşlardır. Sonunda hepsi yenilip gitmişlerdir. “Âyetler” ne demektir? Âyet, müsbet ilmin verileridir. Kur’an insanlardan müsbet ilimle kanıtlanmayan bir şey istememektedir. Kur’an müsbet ilmin verileridir. Kur’an’ın uymak istediği muhkemat âyete uymaktır. Muhkem âyet de ilmen doğruluğu sabit olan âyettir. Müsbet ilmin dayanak kabul edilmesi Hz. İbrahim Peygamber’den başlamıştır. Müsbet ilmi kabul edenlerle etmeyenlerin çatışması tarihin çatışmasıdır. Mü’minler müsbet ilmin verilerine uymuşlardır. Kâfirler ise müsbet ilmi görmezden gelmişlerdir.

عَلَيْهِمْ نَارٌ مُوصَدَةٌ(20)   اوزرلرنده موصدة نار واردر

GaLaYHıM NAvRun MUvÖaDatun /

Üzerlerinde musade nârı vardır. / Üzerlerinde kapatılmış od vardır.

Açıklama: Onların üzerinde kapatılmış bir ateş vardır. Fırında ateş yakarlar, ısındıktan sonra sıcak fırın içine pişecek maddeler konur. Kapısı kapatılır. Isının dağılmaması sağlanır. Kâfirlerin durumu buna benzetilir. Sovyetler’in demir kapıları arkasında hapsedilen halk zulüm içinde 70 yıl kalmıştır. 40 milyon insan kurşunlanmıştır. Buradaki ateşi kurşunlardan çıkan barut ateşi olarak düşünebiliriz. Sınırlardaki geçişleri yasaklama basit gibi görünür, ama rejimleri belirleyen çıkış ve giriş kuralıdır. Üç türlü devlet statüsü vardır.

1. Dâr-ı Harb: Giriş ve çıkışın izne tâbi olduğu ve yasaklandığı ülkelerdir. Bu ülkelerdeki halkın hukukunu korumak için o ülkelerle savaşmak meşrudur. Gücü yetenler savaşırlar ve onun içinde bulunan esirleri kurtarırlar.

2. Dar-ı Terk: Çıkışın serbest olduğu, girişin izne tâbi olduğu ülkelerdir. Bu ülkelerle savaş meşru değildir. Kendi hallerinde bırakılır. Dostluk ilişkilerine girişilmez.

3. Dâr-ı İslâm: Giriş ve çıkışın serbest olduğu ülkedir. Yeryüzü insanlığındır. Herkes girer ve çıkar. Pasaport ve vize yoktur. Gümrük barajları yoktur. Açıklık vardır. . Fıkıh kitaplarında yazılmış ve tarihte uygulanmış olan bu açıklığı biz geçmişe dayanarak kabul edip anayasamızda (“İnsanlık Anayasası”) yazdık. Çünkü icma da delildir. Böylece Kur’an’ı incelendikten sonra fıkıhçıların İslâmiyet’i ne kadar doğru anladığı ortaya çıkar. Kur’an Allah sözüdür. O’nun dediğinden başkası olmadı, olmayacaktır.

 

***

BELED SÛRESİ

Cüz no : 30
Cüz sayfa no : 13-14
Sûre adı : 1. âyette geçen "BELED" kelimesinden almaktadır.
Sure no : 90
Dönemi : Hicretten önce.
Âyet sayısı : 20

Rahmân Rahîm Allah’ın ismine

Kasem : Kasem “sad” harfi ile gövdesi kopmuş ağacın yerinde duran köküdür. Mastar olarak parçalanmak anlamına gelir. Sinli kısım, parça anlamına gelir. Bir şeyin fikren parçasına cüz, fiilen parçasına ise kısım denir. “Sin” harfi ile kısmet, bölme demektir. İksam ve mukaseme bölüşme anlamlarına gelir. “Ba” harfi getirilince yemin anlamına gelir. Yani, Allah ile veya Allah’ın hükmüne göre bölüşme olur. Buradaki “La” nefy “la”sı değil, tekid “lam”ının uzatılmasıdır. Yemini teşdid etmek için gelmiştir. Kasem, yemin demektir.
Haza :
Beled :
Ente : Dudak harfleri konuşan kimseyi; boğaz harfleri uzakta olanı veya görünmeyeni, üçüncü şahsı; orta harfler de muhatabı bildirir. Türkçedeki ben, sen, o bu kuraldan türemiştir. Hepsinin menşei tin tepe demektir. Kevn de öyledir. Hevn düzlük, beyn yarık demektir. Arapçada orta harflerden olan “te” ve “ke” muhatabı ifade eder. Türkçede de “se” ve kalemin derken oradaki ğunneli kaf seni ifade eder. “En” tek başına bir harfi ifade etmediği için “ten”in başına getirilmiştir. Fail olarak kullanılır.
Helal : Helva, olgunlaşmış tatlı meyve veya bunlardan yapılmış tatlı demektir. Ağızda çiğnemeden dağılmış olması, çözülmüş olmasından, suda tuzun erimesine mastar (hal olmak) oluşmuştur. “Vav” “Lam”a dönüşmüştür. Şehre hulul etmek, orada yerleşmek demektir. Helal yiyecek, insan vücudunda kan içinde çözülüp yararlı hale gelen besin demektir.
Veled :
Lekad :
Halk :
İnsan :
Kebed : Kumluğun veya geniş bir sahanın orta yerine veya merkezine kebed denir. İnsanın ciğerine kebed denir. Türkçe’deki göbek kelimesi bu anlamdadır. Kubad ciğerdeki hastalığa denir.
Hesab :
Len :
Kadr :
Ehad :
Kavl :
Helak : Helek, ot bitmeyen tuzlu çorak yerdir. Helak olmak, kaybolmak, yok olmak ve ölmek anlamlarına gelir.
Mal :
Lübed : Yeleden yapılan keçedir. Karışık anlamında kullanılmıştır.
Re’y :
Lisan : Dil demektir.
Şefet : Dudak demektir.
Necd : Necd, Arabistan’da yüksek yaylalık yer demektir. aynı zamanda yüksek dağ anlamına gelir. Kur’an’ın ifadesine göre ise geçit anlamına gelmektedir. Boğaz veya bel anlamlarına gelmektedir.
Kahm : Zayıf ve ince at demektir. İnce tahtalara Türkçede kahma denmektedir. İttiham etmek, zayıflamak demektir. Şişmanların zor yürümesine ve yukarıya çıkmasına mukabil zayıfların kolay yürümesidir.

Akaba: Ayağın arka tarafı yani opuk demektir. Çıkıntılı yer yokuş anlamında olup bu sûrede tepeye çıkamadı anlamında kullanılmıştır.
Fekk : Zek, çenenin alt tarafı ve görünen yerin adıdır. Fek ise çenelerin kendileridir. Çeneleri açmak anlamında mastardır. bir parçanın harekete gelmesi fek ile ifade edilir.
Rakabe : Boyundur. Hayvanın boyundan bağlanması sebebiyle rakabe bağlı anlamına gelir. Köle demektir.
Sağebe : Sağm, bir avuç su. Suyun yudum yudum içilmesine tesğim denir. Sonra “mim” “ba”ya dönüşmüş ve yağmurun yağmadığı zamanlarda azalan, kurumaya giden suyun adı olmuştur. Kıtlık yıllarına mesğabe denir.
Turab : Toprak demektir. Mertebe, dökülmüş ve parçalanmış anlamına gelir.
Yemin : Sağ yandır. Doğuya dönüldüğünde sağ tarafta kalan yerdir. Sol tarafta kalan yere de şimal denir.
Şe’m : Şam, Arabistan’ın kuzeyindeki beldenin adıdır. Yemen ise güneyindeki beldenin adıdır. Yemin sağ yan, şeim ise sol yan demektir. Şimal kelimesi şe’meleden türemiştir. Uzak şeim anlamındadır.


Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

 

 


BELED SURESİ TEFSİRİ(90.sure)
1-beled suresi 30 KASIM2002-187.SEMNER
2540 Okunma