ADİL DÜZEN BELEDİYECİLİĞİ -M.MELİKÖZMEN
Süleyman Karagülle
33 Okunma
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKAN BAĞIMSIZ ADAYI

ADİL DÜZEN BELEDİYECİLİĞİ



İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKAN BAĞIMSIZ ADAYI M. Melik ÖZMEN(24.05.2017 TARİHLİ-ALİ BÜLENT DİLEK)

 

GİRİŞ


TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞU

M.S. 751 tarihinde Çinliler İslam ordularına karşı Türklerin yardımı ile yenilince rasyonalizmin ve İbrahim Dini’nin karşısında bir rakip kalmamıştı. Denge Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasında kuruldu. Müslümanlar rasyonalizmi, Batılılar mistisizmi temsil ettiler, aralarında kanlı savaşlar oldu. Zamanla Müslümanlar mistisizme, Batı ise ateistleşerek rasyonalizme yöneldi. Bunun sonucunda İslam dünyası geriledi, Avrupa ise ilerledi. İslamiyet’i Osmanlı İmparatorluğu temsil ediyordu. Osmanlıların çökmesi ile Batı mutlak üstünlüğü ele geçirdi.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması için şu siyaset takip edildi:

Osmanlılar, batılılaştırılarak yapısı bozulacak ama Batıya da entegre edilmeyecek. Bunun için İslam aleminden koparılacak, milliyetçilik fikirler desteklenecek ve ekonomik olarak çökertilecek. Bu nedenle Türkiye’de milli devlet fikri işlenmiş ve Osmanlı İmparatorluğu bu siyasetle yıkılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun yerine vaad edilen devlet kurulmamış, Sevr Antlaşması dayatılmıştır. Bu gelişmelerin sonunda Türkiye İstiklal Savaşı’na girişmiştir. Türk halkı Müslümandı ve din adamlarına bağlı idi; batıcı değildi. Halk harekatını başlattılar. Türk halkı iyi silah kullanıyordu ve halk silahlıydı. Bu özelliklerine dayanarak çeteler halinde işgale karşı direndi. Rum ve Ermenilerin katliamları bu direnişi hızlandırdı.

Türk esnafı kendi sermayesiyle çalışıyordu. Faiz olmadığından tekeller de yoktu. Devlet yıkılmış ama Türk ekonomisi çökmemişti. Türk esnafı din adamlarının tavsiyesine uyarak Türk çete teşkilatlarını destekledi. Tüm Anadolu direnişe geçti. Biz bu tür direnişi daha sonra Afganistan’da, Balkan’da ve Afrika’nın değişik bölgelerinde de gördük. Ancak bu tür direniş ilk defa Türkiye’de yapılmıştır.

Türk ordusu dağıtılmıştı; fakat silahların önemli bir kısmı henüz teslim edilmemişti. Osmanlı paşaları iyi asker idiler. Birlik olmanın zaruretini biliyorlardı. İlk direnişi Doğuda Kazım Karabekir Paşa başlattı. Halkı örgütleyerek direndi. İstanbul Hükümeti zahiren bu hareketi bastırmak, gerçekte desteklemek üzere Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi. Kazım Karabekir, M. Kemal Paşa’yı halk harekatının başına geçirdi, destekledi ve emrine girdi. Böylece harekat başladı. İyi bir erkanı harp mensubu (Kurmay Subay) olan İsmet İnönü, M. Kemal’in Ankara’daki harekatına katıldı. Fevzi Çakmak, İstanbul’dan subay ve cephane sevk ederek kendisi de Ankara’ya geldi ve askeri birlik ve cephe oluşturuldu.

Bir taraftan din adamları, diğer taraftan silahlı halk çeteleri, Anadolu esnafı, birlikte hareket eden komutanlarla kenetlenerek kısa zamanda devlet içinde devlet kurdular ve üç sene gibi kısa bir zamanda Anadolu’yu cumhuriyetle kurtardılar. Büyük devlet geleneği olan Türk Milleti yeni devletini kurarken kendisine has üslubunu kullanmıştır. İstiklal Savaşı demokratik yolla kazanılmıştır. Dünyada bir meclisin devlet kurduğunun başka bir örneği yoktur. Kendi hanedanını yıkarak değil; düşmanları kovarak demokratik devlet kurulmuştur.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları hızla yeni devletin yapılanması çalışmalarına girişmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğundan bugüne kadar geçen sürede Gazi Mustafa Kemal’den mevcut siyasi parti liderlerine kadar tüm liderler samimiyetle bu devletin yüksek menfaatleri için çaba göstermişlerdir. Ancak iki lideri ayrı değerlendirmekte fayda vardır. Diğerleri samimi gayretlerini mevcut sistemin devamı yönünde harcamışlardır. Oysa Gazi M. Kemal Kanun-i Esasi'nin devamı niteliğindeki 1921 Anayasası ile yani Osmanlı'dan devralınan sistem ile yeni devletin yönetilemeyeceğini görmüş ve 1924 Anayasası’nı hazırlayarak sistemi değiştirmiştir. Her ne kadar 1924 Anayasası 20. Yüzyılın ilk yarısında moda olan totaliter nitelikli bir anayasa da olsa -İtalya’da, Almanya'da, Sovyetler Birliği’nde o dönem için totaliter anayasalar vardı- bu geri kalmış bir topluluğun kısa zamanda devrim yapabilmesi için gerekli görüldü.

1924 Anayasası "Vahdet-i Kuvva (Kuvvetler Birliği)" prensibine dayanan tek siyasi parti, tek ekonomik yapı, tek bilimsel yapı ve tek dini yapıyı içeriyordu. Parlamento yargı denetimi dışında bırakılmıştı. Aksi halde mevcut yapıyı değiştirmek için gerekli olan devrimler yapılmazdı. Yani büyük önder M. Kemal, ”mevcut sistem bozuk yurttaşlar iyidir” prensibine uymuş ve gerekli radikal değişimleri gerçekleştirmiştir. Demokrasi her şeye rağmen teoride korunmuş ve M. Kemal’in zamanında parlamento hiç bir şekilde kapatılmamıştı.

1945 yılına gelindiğinde "Vahdet-i Kuvva" prensibiyle devam etmenin artık yurttaşlara yenilikler getiremeyeceğini gören ve sistemin artık bu şekilde gidemeyeceğini anlayan İsmet İnönü (M. Kemal’in diğer arkadaşlarıyla birlikte hareket ederek) de demokrasiye geçme kararı almıştır.

İnönü, mevcut yapının yurttaşlara yetmediğini görerek "çok partili siyasi hayata" geçişi sağlamıştır. Bu devre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dönüm noktalarından biri olmuştur. 1950 ile 1960 tarihleri arasında siviller anayasayı değiştiremedikleri için 1960 yılında Askeri Müdahale kaçınılmaz olmuş ve "1961 Anayasası" oluşturulmuştur.

1961 Anayasası da aynen 1924 Anayasası gibi yeni bir anayasadır. Kuvvetler birliği yerine kuvvetler ayrılığı prensibini getirmiştir. Çoğulculuğun önünü açmıştır. Ancak askeri yönetimin sivillere iktidarı devretmelerinden sonra, 1971 yılına kadar sivil demokrasi halkın ve anayasanın gerisinde kalmış, bu durumda tekrar bir muhtıra ile askerler devreye girmişlerdir.

12 Eylül 1980 tarihine kadar siviller mevcut sistem ile problemleri çözmeye çalışmışlar ancak köklü değişimler yapamadıkları için ülke kabına sığmaz bir hal almış, sonuçta tekrar bir askeri müdahale olmuştur. Askeri müdahale sonrası yapılan 1982 Anayasası 1924 ve 1961 anayasaları gibi sitemi değiştirecek yeni bir anayasa olamamış, 1961 anayasasının bir diğer versiyonu olmuştur. Bu dönemde, sivil iktidarların bir takım köklü reform denemeleri olmuş; fakat, onlar da problemleri mevcut sistem içinde çözmeye çalıştığı ve halkın ihtiyaç duyduğu sistemi getiremedikleri için samimi gayretler ile yapılmaya çalışılan uygulamalar halkı rahatlatamamıştır. Bugün geldiğimiz noktada yeni bir toplumsal projeye ihtiyaç vardır.

İnsanlık başlangıçta maddenin gaz (göçebe) hali gibi dağınık guruplar halinde yaşarken, bundan yaklaşık on bin yıl önce maddenin katı (tarım dönemi, yerleşik hayat) hali gibi yerleşik hayata başlamıştır. Bugün dünyamız on bin yıllık katı cisim kanununa benzer hukuk kuralları ile yaşamaktadır. Teknolojideki gelişmesinin aksine hukuki gelişme olmamaktadır. Oysa, günümüzde artık yaşantı maddenin sıvı (sanayi dönemi) haline benzemektedir. Böyle olmasına rağmen yaşam katı cisim kanunları ile devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu durumda insanların rahat bir yaşantı sürmesini beklemek, mevcut sistemlerle problemleri çözmeye çalışmak doğal kanunlara aykırıdır. Doğa çelişkiyi kabul etmez, dolayısıyla insanların doğal dengeye uygun yeni bir hukuki mevzuata ihtiyaçları vardır.

Bu nedenle Türkiye'ye yeni bir toplumsal proje olan ADİL DÜZEN’i sunmak, bu projeyi gerçekleştirerek dünyaya örnek olabilmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni, Gazi M. Kemal’in vurgulayarak belirttiği ”mevcut uygarlık seviyesinin üstüne çıkarabilmek” için aday oluyoruz.

TÜRKİYE’NİN YÖNETİM YAPISI

Türkiye tarihsel gelenekleri ile yöneticisine itaatkar bir millettir. Türklerin bu karakteri, İslamiyet öncesinde olduğu gibi İslamiyet sonrasında da değişmemiştir. Bu tavır Türkleri yönetenler için büyük bir avantajdır. Çünkü halk yöneticisine itaat edince geriye, yöneticilerin itaatkar halka hizmet etmesi kalıyor. Halk işi kolaylaştırınca yöneticinin de işi kolaylaşıyor. Türk milletinin bu tavrı hiç değişmemiştir. Bir çok iç ve dış tahrike rağmen aynı itaat bugün de devam etmektedir.

Peki sorun nerede?

Halkın yönetimlere tanıdığı bu emsalsiz kredi bazı dönemlerde yöneticiler tarafından değerlendirilememiştir. Bu da sorunların birikmesine neden olmuş ve sosyal huzursuzluklar meydana gelmiştir. Türkiye son döneminde bu huzursuzlukları yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Çünkü yöneticiler biriken sorunları çözememektedirler.

Yöneticiler sorunları neden çözemiyor?

Türkiye, Orta Çağın egemen uygarlığı olan İslam Uygarlığı’nın son temsilcisi olmuş ve Orta Çağın ekonomik ve sosyal yapısını büyük ölçüde son yıllara kadar yaşatmıştır. Türkiye’nin tarım, hayvancılık, el sanatları ve küçük ticarete dayanan ekonomik yapısı, sanayileşen ve ekonomisini dış ticaretle güçlendiren Batı karşısında, askeri mağlubiyetlerle iyice çökmüş ve son yüzyılda eski durumunu bile koruyamamıştır. Bu olumsuz gelişme 1923 - 1950 arasında duraklamış, 1950’den sonra ise hızla Türkiye’nin lehine değişmeye başlamıştır.

Büyük değişim:

Anadolu onbin yıllık ekonomik yapısını sanayileşerek ve kentleşerek hızla değiştirmeye başlamıştır. Bu olumlu gelişme beraberinde bazı sorunları da getirmiştir. Çünkü ekonomik ve sosyal gelişmeler beraberinde kurumsal değişimleri de zorunlu kılmaktadır.

a) Köy Yönetimi:

442 Sayılı Köy Kanunu, eski dönemin köy toplum ilişkilerini düzenleyen bir yasadır. Oysa artık kentler ile köyler arasındaki fark büyük ölçüde kalkmıştır ve hızlı değişim devam etmektedir. Yakın bir gelecekte köyler, kentlerin sayfiye yerleri olacaktır. Bu nedenle kentlerde var olması gereken temel altyapı, köylerde de olacaktır. Kentlerde polis, köylerde jandarma ve belediye - köy ayrımı olmayacaktır. O zaman Köy Yasası yeni ekonomik ve sosyal yapıya göre yeniden düzenlenecektir.

b) İl Yönetimi:

İller Yasası da 1913 yılında, yani Osmanlının son yıllarında, savaş sırasında çıkarılmıştır. Hala çok az bir değişiklikle yürürlüktedir. Osmanlının yönetim yapısı, yeni dünyaya ayak uyduramadığı için yıkılmıştır. Bunun üzerine Türkler yeni bir devlet kurmaya çalışmış, bir çok alanda inkılaplar yapmış; fakat, bazı eski alışkanlıklarından bir türlü vazgeçememiştir. Türkiye hala eski mentalite ile yönetilmektedir.

c) Belediye Yönetimi:

1580 Sayılı Belediye Kanunu ise çöküşün durduğu ve eski düzeni değiştirme hamlelerinin yapıldığı bir dönemde çıkarılmıştır. Merkeziyetçiliğin güçlü olduğu bir Türkiye’de nüfusun arttığı, fakat göçün olmadığı 1930’lardaki statik Türkiye’nin belediye kanunudur. 1983’de 3030 Sayılı Büyükşehir Belediyeleri Yasası ile büyük şehirlerde bazı yenilikler yapılmıştır, fakat bu yasa, kentlerin yönetim sorunlarını çözen bir düzenleme olmamıştır. Çünkü merkeziyetçilik Türkiye’nin yönetim yapısındaki ağırlığını etkin bir şekilde korumaktadır.

1950’den sonra meydana gelen ekonomik ve sosyal gelişmeler karşısında, başta TBMM olmak üzere merkezi yönetim, zamanında çözüme yönelik önlemler alamamıştır. Vatandaşlar ise kredilerin belli illere verilmesi sonucu yaşadıkları yerleri terk ederek, kaynağından taşan su gibi o kentlere doğru akmışlardır. Kredilerin verildiği illerde artan nüfusun ihtiyaçları planlı bir şekilde çözülememiştir. Altyapısız, plansız ve hizmetsiz milyonu aşkın birçok kent oluşmuştur. Bu gelişmeler, hem halkımız için hem de devletimiz için yeni bir durum yaratmıştır. Çünkü Türkiye, tarihinde bu denli hızlı sanayileşmeyi ve kentleşmeyi ilk kez yaşamaktadır. Yine de batılaşma sürecindeki bir Türkiye’nin Batı’yı izlemeden kentleşmesi çok ilginç bir durumdur.

Bir ülke sanayileşince ne olur?

Türkiye bu soruyu resmen cevaplayamamıştır. Çünkü yönetim yapısını yeni duruma göre değiştirememiştir. Sanayileşmenin emek ihtiyacı, kırsal kesimde yaşayan insanlardan karşılanmıştır. Bu da doğal olarak göçleri zorunlu kılmıştır. Batı’daki benzer gelişmeyi Türkiye de yaşamıştır. Fakat Türkiye’nin bir eksiği devam etmektedir. Batı’da sanayileşme süreci sonunda köy - kent ayrımını ortadan kalkmıştır ve köyler kentlere entegre olmuştur. Türkiye bu noktaya yeni gelmiştir.

Sorunları kimler çözecek?

Ülkemizde dünyanın birçok ünlü üniversitesi ile işbirliği yapan üniversiteler var. Bu kurumların sorunlara bilimsel çözümler üretmesi gerekmektedir. Fakat bu beklentiler ”bekleme”nin ötesine geçememiştir. Çünkü üniversite ile yönetim arasındaki uyumsuzluk devam etmektedir.

Bir sorun bilimsel olarak çözülemediğinde ne oluyorsa Türkiye’de de o olmaktadır. Oysa üniversitelerin sorunları projeksiyonlarla kalıcı ve geleceği de kapsayıcı çözümler üretebilir. Her şeye rağmen yönetim ile üniversite arasındaki uyumsuzluk giderilecek ve bu sorunlar bilimsel olarak çözülecektir. Çünkü kalıcı çözümün bilimsel çözümdür.

Türkiye, yönetim yapısını yenileyip gelişmelerin insiyatifini resmen ele alamazsa sorunları halk çözecek, yöneticiler ise arkadan geleceklerdir.

Halk sorunları nasıl çözer?

Halk planlama yapılmazsa bilgi birikimine göre ve birey olarak yaşar. Genelde planlamadan yoksun toplumların bireyleri az bilgi ile yaşar. Bu durum kaynağından taşarak akan suya benzer. Su belli bir eğimde akabileceği en müsait zeminde yatak oluşturarak akar. Bazen aşırı yağışlarda yatağına sığmaz taşar veya yatak değiştirir.

Türkiye’de vatandaşlar yatak değiştirerek ve yatağından taşarak akmaktadırlar. Oysa bilimsel çözüm suya set çekmeyi, sulamada ve enerjide değerlendirmeyi gerektirmektedir.

Halkımız köylerden kentlere ucuz işçi olarak akmaktadır. Konut, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi temel kamu hizmetlerinden yararlanamadan kentlerde geleceklerini aramaktadırlar.

Yeni seçim, "yeni çözüm" olabilir mi?

Bu seçimin "yeni çözümler” getirme olasılığı oldukça yüksektir. İnandırıcılığını yitiren ve merkezden yönetilen partiler dışında, yerinden yönetilen siyasal oluşumların ortaya çıkması için önemli bir fırsat doğmuştur. İlk kez %20 oranında bilinçli seçmen, mevcut partilere oy vermeyeceğini açıkça belirtmektedir. Bu tepki okur yazar oranı yüksek seçmenden gelmektedir. Seçmenler yolsuzluk, mafya, iltimas, samimiyetsizlik bataklığına düşmüş siyasilerden hızla uzaklaşarak yeni siyasal hareketlere ve yeni çözümlere yönelmektedirler.

Bu nedenle 18 Nisan’da yapılacak seçim, yeni yönelişlerin siyasete ağırlığını koyacağı bir seçim olacaktır.

2- MERKEZİ YÖNETİM

İnsanlık binlerce yıllık bir süreçten geçerek devlet aşamasına ulaşmıştır. Artık her insan mutlaka bir devletin üyesidir. Bir devletin üyesi olmanın bireye sağladığı çok sayıda yararı vardır. Fakat, bir noktadan sonra devletin aşırı merkezileşmesi bireylerin özgürlüklerini kısıtlamaya belki de asgariye indirmeye başladığı noktada ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu konu birçok tartışmaya neden olmuştur. Sonuç:

-Her insan mutlaka bir devletin üyesi olmalıdır.

-İnsanlar öncelikle can güvenliklerini korumalıdırlar. Bunun için güvenlik hizmetine yani orduya ihtiyaç vardır, bunu merkezi yönetim oluşturabilir.

-Merkezi yönetim, güvenlik hizmetini yapabilmesi için vergi toplamalıdır.

-İş bölümünün artması ve ekonominin gelişmesi için paraya ihtiyaç vardır; parayı ancak merkezi yönetim basabilir.

Merkezi yönetimin asli görevi orduyla güvenlik hizmetini yapmasıdır; para ve vergi de bunun için gerekmektedir. Bunun dışındaki tüm kamu hizmetlerinin yerinde yapılabilmesi için ya yerel yönetimlere, ya vakıf-şirketlere ya da özel sektöre devredilmesi gerekir. Bu sistemle varılmak istenen amaç şudur:

Merkezi yönetimi asli görevinde tartışmasız bir üstünlüğe ulaştırmak ve buna bağlı olarak yurttaşını ve konuklarını ülke içinde tam bir güvenlik içinde yaşatmak ve uluslararası toplumda da insan hakları ve anlaşmalar çerçevesinde savunmaktır.


3- YERİNDEN YÖNETİM

Hücreler organları, organlar da vücudu meydana getirdiği gibi bireyler küçük yönetim birimlerini, bunlarda bir araya gelerek devleti oluşturmalıdırlar. Böyle bir sistemde her birey;

-Düşüncelerine uygun oluşan küçük ölçekli yönetim birimine taşınarak daha özgür bir yaşam sürebilir.

-Farklı düşünceler demokratik bir sistem içinde yarışarak fikir ve iş hayatını dinamik hale getirir.

-Yerel yönetimlere tanınan geniş yetkiler insanları daha özgür kılacağından insanın yaratıcı yönünü harekete geçirecektir. Bunun için yerel yönetimler insanlığı aydınlatan buluşlara altyapı hizmeti sunacaklardır.

-Merkezi yönetimin fikir birliği adına kısıtladığı ve cezalandırdığı görüşler yerel yönetimler sayesinde ülkeye fayda üretmeye başlayacaklardır.

-Yerel yönetimler sayesinde yurttaşlar seçtikleri yöneticiyi tanıyabilecekler ve harcanan paralar ile yapılan hizmetleri doğrudan denetleyebileceklerdir.

Sonuç olarak yerel yönetimlerin yetkileri arttırılarak hem merkezi yönetim asli görevinde çok güçlü olacak hem de vatandaşlara sunulan kamu hizmetlerinin kalitesi artacak, zamanında yapılacak, ucuzlayacak, denetim kolaylaşacağından savurganlıklar azalacak ve bireysel özgürlükler artacaktır.

Bu nedenlerden dolayı biz apartman - sokak, site, mahalle - köy, bucak, ilçe, il ve bölge yönetimlerinin yetkilerinin arttırılmasından yanayız.

Yerel yönetim birimleri içinde yer alan belediye yönetimleri altyapı hizmeti yapan ilçe ve bölge kuruluşları olarak varlıklarını korumalıdırlar. Hizmette etkinlik, verimlilik ve yerindelik kriterlerine göre az nüfuslu yerlerde belediyelerin kurulması yararlı görülmemektedir, biz de aynı görüşteyiz.


A- HALK YÖNETİME KATILACAK

İzmir’de nelerin yapılması ve önceliklerin neler olduğunu halkımız belirleyecektir. Bu sistemin çalışması için apartman ve site yönetimleri belediye tarafından organize edilecektir. Hizmeti ise özel sektör yapacaktır. Hizmeti yapacak firmaları halk seçecek, belediye de onunla işbirliği yapacaktır.

1) APARTMAN - SOKAK YÖNETİMİ

Kat Mülkiyet Kanunu’na göre oluşan apartman yönetimine gereken önem verilmemektedir. Bu da apartman, site ve mahallenin sorunlarının çözümünü aksatmakta ve yerel demokrasinin işlemesini engellemektedir.

Oysa apartman başkanına, apartman sakinlerini kamu kuruluşlarında temsil etme yetkisi verilebilir. Böylece tüm apartmanın örneğin belediyedeki temsilcisi olarak hem işlerin takibi hem de temsilen yönetime katılma hakkı doğar.

Hizmetin yerinde yapılması kadar yerinde denetlenmesi de önemlidir. Yaşlının, yetimin, dulun, yoksulun, özürlünün ve hastanın mağduriyetinin giderilmesinde apartman başkanına imkan ve yetki verilmelidir.

Apartmanın olmadığı yerlerde ise 20 ev bir araya gelerek apartman yönetimi gibi bir sokak yönetimi oluşturmalıdırlar.

Demokrasinin ilk birimi olan apartman - sokak yönetimleri, yeni imkanlar ve yetkilerle güçlendirilmelidir.

2) SİTE YÖNETİMLERİ

Bir sokaktaki apartman yöneticileri bir araya gelerek site yönetimlerini oluşturmalıdırlar. Belediye yönetiminde site başkanları danışma kurullarının üyeleri olacaklardır.

Belediye; çevre temizlik, çevre düzenleme, altyapı işleri, ruhsat verme için on civarında firma ile sözleşme yapmalıdır, fiyat ise pazarlıkla oluşacaktır.

Site, bu firmalardan istediğini kendisi seçecektir. O sitenin işleri o firmaya verilecektir. Firmasını beğenmeyen site firmayı değiştirebilecektir. Hizmetleri belediyeden alıp başka bir tekele vermek, örneğin ruhsat hizmetini sadece Mimarlar Odası’na vermek sorunları çözmez.

Halka firmasını seçme hakkının verilmesi ve rekabet, hizmetlerin yürütülmesinde esas olacaktır. Bu konuda hiç kimsenin tecrübesi yoktur, belediye danışmanlık yapacaktır.

Ayrıca kentin rantının kentli yerine bir takım siyasi güç sahiplerinin adına hareket eden 3-5 adama dağıtımının önüne geçmek için bir çağrı yapmak ve yöntem önermek istiyoruz.

Bir apartmanın yaklaşık 30 daireden kurulu olduğu ve her bir dairede 2 seçmen bulunduğu hesabıyla seçilmiş apartman yöneticileri 60 seçmeni temsil etmektedir. 100 apartman yöneticisi 6000 seçmeni temsil eder. İşte bu 100 yönetici bir araya gelerek içlerinden 10 temsilci çıkarırsa kantonal yapının idare meclisini oluştururlar. Bu meclis içlerinden 1 temsilci seçerek bu temsilciyi belediye meclis üyeliğine bağımsız aday gösterir ve seçtirirlerse kentin rantının o bölgeye ait kısmının yine o bölgede kullanılmasını ve kendileriyle ilgili konuların bizzat birinci elden takip ve denetimini sağlarlar. İşte çoğulcu yapı budur.

3) BUCAK - KANTONAL SİSTEM

Bucak yönetimi kantonal bir sistemdir. Kantonal sistem dünyada uygulanmakta olan yerinden yönetim modellerinin en iyisidir. Çünkü bu sistem yöre halkına ekonomik olduğu kadar hukuki özgürlükler de tanımaktadır. Geniş yetkileri olan bir meclise sahiptir. Bucak insanların birbirini tanıyabildiği büyüklüktedir ve oto kontrol vardır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, yazdığı ”Medeni Bilgiler” kitabında bu sistemi övmekte; fakat, Türkiye gibi büyük ve halkının eğitimsiz olduğu bir ülkede uygulama güçlüklerinden dolayı kantonal sistemin tercih edilemeyeceğini belirtmiştir.

Bize göre, dünya merkeziyetçilikten yerinden yönetime hızla geçmektedir. Bu gidişin varacağı son nokta ise kantonal sistem olacaktır. Ayrıca bugün Türkiye’nin kültürü de bunu kavrayacak düzeye ulaşmıştır.

4- İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

İzmir nüfus olarak Türkiye’nin ikinci büyük kenti iken, üçüncü büyük kentine haline düşmüştür. Bu önemli bir durum tespitidir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 1983’ten beri 1580 ve 3030 sayılı yasalarla yönetilmektedir. Bu iki yasa genel olarak belediyeleri bir çok konuda yetkilendirse de merkezi vesayet her konuda kendini hissettirmektedir. Türkiye’nin birçok belediye başkanı bu yasalardan şikayetçi olduklarını defalarca gündeme getirmişlerdir.

Bize göre 1580 ve 3030 sayılı yasalar şehirlerimizin bu halde olmasının sebebi değildir. Biz bu yasaları inceledik ve iddia ediyoruz ki, İzmir herhangi bir yasal değişikliğe gerek olmadan nazım imar planını hazırlar veya hazırlattırır, su ihtiyacını, şebeke yenilemesini ve bakımını yapar veya yaptırtır, çöpleri sorunsuz bir şekilde toplar veya toplattırır, yeşil alanlar oluşturur ve bakımını yapar veya yaptırtır, yoksulları, yaşlıları, dulları, yetimleri, yabancıları korur, gözetir... Sanat, kültür, eğitime, sağlığa çok önemli destekler sağlayabilir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, yasalarda yapması yasaklanan hizmetlerin dışındaki tüm hizmetleri biraz bürokrasi mücadelesi gerektirse de ”... yapar veya yaptırtır."

27 Mart seçimlerinden sonra merkezi yönetimin belediyelerin memur almalarını ve şirket kurmalarını önleyen kararı anayasaya aykırıdır. Bunun düzeltilmesi için her türlü hukuki mücadele verilecektir. Bu kararı alanlar seçimi kazanan partileri cezalandırırken aynı zamanda kent yaşamını ve yerel yönetimlerin gelişmesini önlemektedirler.

Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi bugün tüm dünyanın benimsediği topyekün kalite anlayışı içinde yönetilmesi gerekmektedir. Bu sebeple ISO-9000 Kalite Sisteminin her yönüyle Belediyenin hizmetlerinin kalitesini arttırıcı bir unsur olarak kurulması gerekliliğine inanıyoruz.


BELEDİYELER ARASINDA YETKİ SORUNU

İzmir’de belediyelerin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyeleri arasındaki yetki ihtilaflarıdır.

Bu sorun öncelikle seçilmiş ilçe belediyelerine yetkilerin devriyle çözülmelidir. Büyükşehir Belediyesi yetkilerini, ilçe belediyeleri, vakıf-şirketleri ve ihale ettiği özel şirketleri denetlemekte kullanmalıdır. Yani koordinasyon, yetki devri ve denetimin dışında başka bir görev aramamalıdır.

Biz, merkez ilçeler ile Büyükşehir Belediye başkan adayı olarak aramızda önceden anlaşmak suretiyle ihtilafları ve yetki sorununu çözmek istiyoruz. Bu konuda her partiden veya bağımsız adayla görüşmeye ve anlaşmaya şimdiden hazırız. Eğer yine de bir ihtilaf çıkarsa sorunu hakemler nezdinde çözmeyi ve hakemlere gitmeyi halkımıza taahhüt ediyoruz. Çünkü biz Büyükşehir Belediye başkanı olarak uzlaşma yolu ile yetki devrinden yanayız. İzmirlilere yetki ihtilafları ile işkence çektirilmeyecektir.

İzmir’in nüfusa göre ilçelere bölünüş biçimi son derece yetersizdir. Bize göre 30 bin ile 100 bin nüfusa sahip yerler ilçe olmalıdır. Buna göre Konak ilçesi on civarında ilçeye bölünmelidir. Alsancak, Yeşilyurt, Hatay - Mithatpaşa, Bozyaka, Yenişehir, Gürçeşme, Gültepe, Karabağlar ve Eski İzmir’e ilçe statüsü kazandırılmalıdır. Yine Bornova Belediyesi Altındağ, Pınarbaşı, Çamdibi, Yeşilova da bağımsız ilçe belediyesi olmalıdır. Karşıyaka’da Çanakkale yolu ve Girne Bulvarı esas olmak üzere üçe bölünmelidir. Böylece nüfusa göre gelir ve hizmet dengesi daha adaletli olur.


B- HİZMETE KATILMA

TEMİNATLI GENEL HİZMET BÜROLARI

Belediye siyasi partileri, mahalle muhtarlarını ve apartman yönetimlerini bir sistem ile yönetime katarak halkın taleplerini belirleyecektir. Bu sistemle ”halkın yönettiği belediye” kurulacaktır. Ayrıca halk temsilcileri aracılığı ile ”hizmet”e de katılacaktır.

Kısaca sistem şöyle çalışacaktır:

Genel Hizmet Büroları kurulacak; bunlar, kişilerden ve kuruluşlardan vekalet alarak onların kamu kuruluşlarındaki işlerini sonuçlandıracaklardır. Ehliyetli kişilerin çalıştığı bu bürolar belediyeler ile özel bir ”protokol” yaparak belediyedeki işlerini ”beyan"a göre yürüteceklerdir. Tetkik sonradan yapılacak, hata varsa büro aleyhine hakemlere gidilecek; zarar da bu bürolara ödetilecektir.

Genel Hizmet Bürolarının sayısı on civarında olacaktır. Her hizmet bürosunun ilçelerde ayrıca temsilcileri olacaktır. Mecliste üyesi bulunan partilerin önerdiği Genel Hizmet Büroları bir protokolle ”Teminatlı Genel Hizmet Bürosu” niteliği kazanacaktır. Ayrıca Mühendisler Odası gibi kuruluşların belediyeye gelen evraklarda imzası aranmayacaktır. Her hizmetin ilçelerde temsilcileri olacaktır.

Kişiler ve kuruluşlar vekalet akdi ile yazışma, kayıt, zimmet ve envanter muhasebesi, demirbaş kayıtları; basın, yayın, ulaştırma ve taşıma hizmetleri; planlama, sağlık, bakım ve güvenlik hizmetleri; ambar, kasa, arşiv ve tebliğ hizmetleri; tescil, tespit, tahkik ve tahkim hizmetleri; insan kaynaklarının bilimsel, mesleki, hukuki ve ahlaki eğitim ve teminatlı ehliyet hizmetleri verebileceklerdir.

İlk uygulamasını İzmir’de yapacağımız Teminatlı Genel Hizmet Büroları, ileride yaygınlaştığında Türkiye’nin bürokrasi sorununu özelleştirerek çözen örnek bir model olacaktır.

EKONOMİK POLİTİKAMIZ:

1) SERBEST REKABET

Ekonomi, kendi kurallarından olan rekabet, kar-zarar, arz-talep üçgeni içinde işler. Bu yapı içerisinde devlet, ekonomik faaliyetlere sadece genel hizmet ile katılabilir. Belediyeler de ekonomiye genel hizmet kapsamında altyapı ile katılmalıdırlar.

Kamu adalet, güvenlik, sağlık, eğitim, planlama gibi genel hizmetler dışında özel sektörün yapabileceği rekabete açık hizmetleri yapmaya başlayınca hem devletin işleyişi hem de piyasa ekonomisi bozulmaktadır.

Bizce Belediye İktisadi Teşekkülleri ve Kamu İktisadi Teşekküllerinin önemli bir kısmı zarar ettiği veya kara delik olduğu için değil, tamamen ekonominin gereği olarak özelleştirilmelidir.

Herhangi bir konuda serbest rekabet ve arz talep ortamı oluşturulamıyorsa orada devlet ve özel sektör tekeli oluşmasına izin verilmemeli, sorun vakıf statüsü içinde çözülmelidir. Vakıf Şirket statüsü Türkiye’de uygulanmasa da ABD ve bazı Batı ülkelerinde çok iyi bir şekilde uygulanmaktadır.

Örneğin elektrik üretimi rekabete açılabilir ama elektriğin dağıtımında rekabet mümkün değildir. Zira her aboneye her üreticinin ayrı hat çekmesi fiziken mümkün değildir. Bütün Türkiye’de enterkonnekte şebeke vardır. Öyleyse elektrik herkes tarafından serbestçe üretilebilmeli ama dağıtım şebekesi bir vakıf-şirket tarafından işletilmelidir.

Yollar da böyle olmalıdır. Her evin önüne sadece bir yol gidebilir. Bu ise rekabet ortamını yok eder ve serbest piyasa ekonomisinin işleyişini durdurur. Onun için yollar kent içinde de kent dışında da bir vakıf-şirket tarafından yapılmalı ve onarılmalı ama ulaşım tamamen özel sektör tarafından gerçekleştirilmelidir.

2) HER SEKTÖRDE REKABET

Rekabetçi sistem, zabıtadan imara, sağlıktan çevre koruma ve yeşillendirme hizmetlerine kadar her sektörde uygulanacaktır. Bu sistemin püf noktası şudur:

Her sahada tekeli önlemek için birbirleriyle rekabet edebilecek 10 firma oluşturmak ve bu firmaların en az yarısının şu anda belediye çalışanlarınca kurulmasını teşvik etmektir. Mevcut araç ve gereçler de onların kıdem tazminatları karşılığı olarak kurdukları firmalara demokratik sistemle aktarılmalı, statüleri objektif ve şeffaf kriterlerle oluşturulmalıdır.

Buradan kısaca anlaşıldığı üzere başkanlığın dışındaki tüm hizmetler de tekellerden kurtarılarak, rekabete açılacaktır. Başkan sadece bunlar arasında hakemlik yapacaktır.

3) TEKELLER OLMAYACAK

Günümüzde devlet bürokrasisi ve devlet yönetimi de en büyük tekel olarak karşımıza çıkmaktadır. Meslek kuruluşlarında olduğu gibi devletin yaptığı hizmetlerde de rekabet sağlanmalıdır. Kurumsal hizmetler, nasıl noterler, çok sayıda olmalarına rağmen devlet hizmeti veriyorlarsa devlete ait kurumsal hizmetler de aynı şekilde olmalıdır.

4) ORTAKLIKLAR TEŞVİK EDİLECEK

"Kentin rantı kente yeter” görüşündeyiz. Sermaye sahipleri, iş adamları, serbest meslek yürütücüleri, çalışanlar ve üniversiteler doğal olarak karşılıklı çıkar dengesini koruyarak hareket edeceklerdir. Belediye bu dengenin kurulmasına yardımcı olacaktır.

Belediye hizmetlerine yenilik getiren tüm kuruluşlar, belediye tarafından desteklenecektir. Çünkü belediye, İzmir’in rantından elde edeceği gelirleri bu hizmetlerin harekete geçirilmesinde kullanacaktır. Hizmeti özel sektöre yapacaktır. Hizmeti yapacak firmayı halk seçecek, belediye de onunla işbirliği yapacaktır.

İMAR:

İzmir’in nazım planı ve altyapısı 2010 yılında 15 milyon olacak şekilde planlanmalıdır. Göç ve nüfus artışı altyapısı mevcut ve imarı yapılmış yerlere geldiği takdirde, sorun olmak bir tarafa, iktisadi güç kazandırır. Böylece İzmir, bir İstanbul, bir Ankara ile yarışabilir hale gelir. Bütün sorun, belediyenin hedefini doğru tespit etmesi ve kendisine düşen görevleri yerine getirmesinden ibarettir.

Arsa ofisi ve imar yerlerinin hisse senedi uygulaması ile şehrin gelişmesi sağlanacak ve bu uygulama ile istimlaklerdeki haksızlıklar, plan uygulamalarındaki kayırmalar ve tarihsel ve doğal dokunun tahribi önlenmiş olacaktır. Yeni uydu sitelerinin oluşmasında buraya önce gelerek değer (rant) kazandıran kooperatifler ve şirketlerin bu öncülükleri bir katsayı ile teşvik edilecek. Yeni uydu sitelerin oluşmasında imar adaları siteler biçiminde organize edilecek, merkezlerinde her türlü sosyal tesis demokratik katılımı sağlayıcı ve artırıcı biçimde dizayn edilecektir. Yeni uydu siteler sadece teknolojik bir ürün değil, aynı zamanda sosyal yaşamında esas alındığı yerler olacaktır. Siteleşmek beton yığınları oluşturmak değildir.

İzmir’e bugüne kadar hep dar elbise biçilmiştir ve İzmirli bu dar elbisenin içerisinde sıkışmıştır. İzmir’in tarihsel, doğal ve coğrafi konumu bu dar anlayışla çağdaşlaşmayı yakalayamaz.

ARSA OFİSİ HAREKETE GEÇİRİLECEK VE TAŞINMAZLAR BORSASI KURULACAK

İmar düzenlemesi yapılacak alanlar seçilmeli. Bu alandaki araziler hamurlaştırılmalıdır. Hak sahiplerinin hisseleri belirlendikten sonra itirazlar hakem sistemi ile çözülmelidir. Bu hisselere ek olarak belediye hizmetleri için örneğin %20 hisse eklenmelidir. Yeni imarlı arsalar, toplamı hisse cinsinden değerlendirilmelidir. Belediye kendi hisselerini Banka aracılığı ile arz ve talebe göre satmalı, diğer hisseler serbest piyasada satılabilmelidir.

Belediye bu hisseler karşılığında altyapıyı firmalara yaptırabilir.

Sosyal demokrat düşünce bu bölgeyi ucuza istimlak ederek bakımsız belediye parkı yapmak istedi.

Liberal düşünce bu bölgeyi bankalara, villalara vererek rantı özel şahıslara aktarmaya çalışmakta. Bu yetmiyormuş gibi Belediye kasasından hizmet götürmektedir.

Adil Düzen’e göre ise özel şahıslar ile belediye arasında denge kurulmalı. Belediye ranta ortak olmalı. Hizmetleri rant gelirleri ile yapmalı. Bu ranttan önemli bir yüzdeyi o bölgeye, bir kısmını da tüm İzmir’e aktarmalıdır. Çünkü İzmir olmasaydı o bölge değerli olamazdı.

RUHSATTA BEYAN

Her türlü ruhsat beyana göre derhal verilecektir.

Biz, bırakın herhangi bir konuda o konuyla ilgili olanların fikrini almayı, o konuda inisiyatifi tamamen o kişilere bırakıyoruz. Böylece gerçekten tam katılımlı ve halkın kendi kendisinin yönettiği bir model oluşturuyoruz. Böylece tüm belediye hizmetlerinde seçme ve karar verme yetkisini hiçbir ilave hukuki düzenlemeye gerek kalmaksızın halka devrediyoruz.

Tabiatın kendi kendini yenileme ve tamir kabiliyeti vardır. Bu da ilahi bir düzenlemedir... İnsan vücudu da böyledir. Kendini koruma yeteneğine sahiptir. Yalnız bu koruma, belirli bir sınıra kadar yapılabilmektedir. Ondan sonra artık kendi kendini yenileme imkanı kalmamaktadır.

Bu da büyüklük sorunudur, yani merkezileşme sorunudur. Herhangi bir çevreye onun tolare edebileceğinden daha fazla insan veya eşya yığılırsa orada mutlaka çevre sorunları olur. Eğer önlem alınmazsa insanlık çevre felaketi ile yeni bir tufan yaşayacaktır.

Uzun vadeli kalıcı çözüm, tek merkezli mega oluşumlar değildir; aksine birbirine entegre olabilen, çevreye dağılmış küçük ve orta ölçekli yatırımlardır. Bu hem ekonomik, hem de sosyal kurumlar için geçerlidir. İmar planlarında da bu yöntem tercih edilecektir.

Gürültü kirliliği bizim şark kültürümüzle çok yakından ilgilidir. Arabasına binen insanın psikolojik tahlilinin iyi bilinmesi gerekir. Cezai müeyyidelerle bu sorun çözülemez; bu uzun vadeli bir eğitim sorunudur. Şimdiden bunun temellerinin atılması gerekir.

Görüntü kirliliği ise imar hizmetinin zamanında halka gitmemesi ile ilgilidir. Kentin 20 yıllık geçmişine uygun imar planlarının olması halinde böyle bir çarpık yapılaşma olmayacaktır. Yeni oluşacak yerler dışında kalan bozuk yapının ıslah planları ile düzeltilmesinden başka yapılacak bir şey yoktur. Burada halka zorla dayatma yerine alternatif cazip projeler hazırlanacaktır. Bu bölgede çift lejant uygulaması yapılacaktır. Aklın yolu birdir. Cazip ve karlı olanı herkes ister.

Teknik çözümleri tek tek saymıyoruz. Şehir merkezinde çevre dostu toplu taşım araçları, ithal kömür veya doğal gaz kullanımı, yeşil sahaların artırılması gibi konular zaten öncelikli projelerdir.

Geleceğin enerjisi elektrik enerjisidir. Şimdiden elektrikle ulaşım, elektrikle ısınma metotları üzerinde durulmalı ve belediye bu konularda yarışmalar düzenlemeli, üniversitelerle işbirliği yaparak doktora, doçentlik tezlerinde bu konuların araştırmasını bütçesinden pay ayırarak temin etmelidir.

SU SORUNU VE ÇÖZÜMÜ

Özel sektör yeraltı ve yerüstü kaynakları kullanarak su üretimi yapabilir ve bunu İZSU’ya satabilir. Suyun fiyatı da su üretim ve tüketimine göre arz ve talebe bağlı olarak ayarlanabilir. Su fiyatlarının yükselmesi özel sektöre yeni su kaynakları bulması için yeterli bir teşviktir. Bu sistem bütün hizmetlerde aynı şekilde uygulanabilir.

Adil Düzen’e göre, serbest rekabetin olabileceği bütün hizmetlerin özelleştirilecek, diğerleri de vakıf-şirket statüleriyle işletilecektir. Bu vakıflar da tek tip olmamalı, çok sayıda ve kendi içinde rekabete açık olmalıdır. Bu nedenle su dağıtımı vakıf-şirketler tarafından yapılacaktır.


ULAŞIM

Bugün toplu taşım tekellerce sağlanmaktadır. Otobüslerde belediye veya BİT’lerce, taksi ve dolmuşlarda da plaka sayısının sınırlandırılması ile tekel oluşturulmaktadır. Bunun sonucu hem hizmet yeterli olmamakta hem de hat plakaları milyarlarca TL’ye alınıp satılmaktadır. Rayicin bu kadar yüksek olmasının nedeni talebin karşılanamamasıdır.

Adil Düzen’e göre ulaştırma ve nakliye kamu hizmetidir. Bunun bütün vatandaşlara ve firmalara eşit ve ücretsiz olarak temin edilmesi ve bunun için bütçeden pay ayrılması gerekir.

Bununla beraber belediye hizmetlerinde mevcut sistem içinde ilkelerimiz doğrultusunda şu başlıklarla çözülebilir:

a) İstimlak probleminin en az olduğu toplu taşım sistemleri tercih edilecektir.

b) Metro, nüfusun taşınmak istendiği alanlara hızla uzatılarak hem ulaşım sorunu çözülecek, hem yoğunluk azalacak hem de planlı gelişme sağlanacaktır.

c) Karşıyaka - Narlıdere arasında TÜP GEÇİT yapılacaktır.

d) Üçyol, Konak, Alsancak ve Basmane’de (bunlara merkez çevre diyebiliriz) dış merkez hatlardan gelen vasıtalar yolcularını indirecek ve tekrar yolcu alarak bekleme yapmadan devam edeceklerdir.

e) Dış merkezlerle çevre merkezler arasında otobüsler, dış merkezlerin birbiri arasında dolmuşlar çalışacaktır.

f) Belediye otobüsleri, öncelikle personeline olmak üzere özel teşebbüse satılacaktır. Hatlar ise taşımayı en ucuza yapanlar verilecektir. Burada akıllı kartlar çok önemli rol oynayacaktır. Kart satışını belediye yapacak. Her araç kendisindeki bilgisayarın kaydettiği taşıma sayısı kadar ücreti belediyeden alacaktır. Belediye bu miktardan sadece genel hizmet payı karşılığı bir yüzde alacaktır. Bu anlamda şehirlerarası taşıma şirketlerine şehir içi ulaşım da verilebilir. Çünkü bu firmalar taşımacılıkta rekabet edecek kadar uzmanlaşmışlardır.

g) Akıllı kartlar bütün toplu taşım vasıtalarında geçerli olacaktır. Dolmuşlarda ve hatta taksilerde bile aynı kartlar sadece kontur katsayısı ayarlanmak suretiyle geçerli olabilecektir.

TRAFİK

İmar planlarının önceden yapılmamasından dolayı şehir içindeki yollar çok yetersiz kalmış, yol genişletme ve yeni yollar açılması ise çok büyük istimlak zorunluluğu ortaya çıkarmıştır. Buna bağlı olarak otoparkların da yetersiz olmasından dolayı yollar üzerindeki zorunlu olan kısa ve uzun süreli durmalar da trafiğin akışını olumsuz etkilemektedir.

Yollar sadece araç merkezli düşünülmekte; bisiklet ve yaya yollar, yeşil bantlar ise düşünülmemektedir. Esas olan bu her üç yol güzergahının yeşil bantlarla birbirinden ayrılacak şekilde planlanmasıdır.

Mevcudun ıslahı için şunlar yapılmalıdır:

a) Kentin dört çıkışındaki otoyolları ve bunların çevre yolu bağlantıları tamamlanmalıdır.

b) Bu otoyollara şehir içi bağlantıları en kısa yollardan temin edilmeli ve şehir içinde ana arterler oluşturulmalıdır.

c) Kent içindeki bütün yollar (birkaç istisna dışında) TEK YÖNLÜ hale getirilmelidir. Böylece bu yolların bazı şeritlerine park etme imkanı olabilmeli. Tek yönlü trafik akışı yol çalışmalarında da kolaylıklar getirebilir. Keza bu yolların altlarına otopark yapılması kolaylaşacaktır. Alt-üst geçit uygulaması tek yönlü yollarda çok daha kolay ve ucuz olacaktır.

d) İhtiyaç duyulan yerlere köprülü kavşak (üst-alt geçit) yapılmalıdır.

e) Yeni yapılan bilgisayarlı sinyalizasyon sistemi ile tek yönlü yollarda trafik akışı sürekli ve düzenli hale getirilmelidir.

f) Kent içindeki tren yolları kaldırılmalı ama arterler kalmalıdır.

Belediye bu güne kadar 100.000’i aşkın otoparklık para topladığı halde çok az sayıda araçlık otopark yeri yapabilmiştir. Yollar ve kaldırımlar otoların zorunlu işgali altındadır.

Yap-İşlet modeliyle, arsa belediyeden yapı özel sektörden olmak üzere çözümlerde mümkün olacak şekilde şunları önermekteyiz:

a) Belediyece planlanmış katlı otoparklar acilen devreye sokulmalı. Bunu belediyeler yapabileceği gibi özel sektör de yapabilir.

b) Özel parsellerde parselinin tamamını otopark yapmak isteyenlere normal gabarinin iki, hatta dört katı gabarin verilerek otoparklar teşvik edilmelidir.

c) Tek yönlü geniş yolların altlarına, yeşil sahaların altlarına otoparklar yapılabilir. Bu otoparklar yer belediyeden, yapı özel sektörden olacak şekilde yapılabilir.

d) Toplu taşım araçlarının (hafif raylı sistem, metro, deniz ulaşımı gibi) ulaşım ihtiyacını hızlı güvenli ve konforlu olarak çözmesi halinde kent merkezlerindeki araç sayısında önemli bir azalma olacaktır. Bu da otopark ihtiyacının azalması demektir.

e) Yeni imar planlarında yol gibi, yeşil saha gibi yerlerin yanında mutlaka çevreye yeterli otopark alanları bırakılacaktır. Zira aslında otopark meskenlerin değil araçların sorunudur.

Rant kayıplarını önlemek için zemin katlar yerine çatı katlarda otopark yapılabilecektir. Bunu temin için arka bahçe mesafesi içinde araç asansörü tesis edilebilir.


NÜFUS

En değerli ekonomik ve sosyal varlık insandır. Bu nedenle bir yönetim ilk önce insan kaynaklarını en verimli bir şekilde harekete geçirmeyi düşünmelidir, ondan sonra da nüfusunu artırmayı.

Seyahat hürriyetinin tam olduğu bir ülkede, her yönetim insan kaynaklarını harekete geçirdikten sonra nüfusunu artırırken öncelikle çalışma yaşına gelmiş, genç ve meslek sahibi nüfusu beldesine çekecek politikaları uygular. Bunun için de göçenleri ağırlayıcı altyapı çalışmaları yapar. Yani göçmenleri karşılayabileceği yeni alanları hızla imara açar, yapabildiği kadar hızla altyapı ihtiyaçlarını karşılar.

Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi bu politikayı benimsemesi durumunda İzmir’e yoğun bir göç olacak ve nüfus hızla artacaktır. Bunun sonucunda İzmir’de gayrı menkullerin fiyatları artacak, esnaf daha çok mal satacak, buna bağlı olarak daha çok mal üretilecek yani daha çok iş yeri açılacak ve daha çok kişi iş bulacaktır. Bununla beraber iş arayanların da sayısı artacağından işçi ücretleri düşecek ve bir dengeye gelecektir. Bu da malın üretimini ucuzlatacağından hayat pahalılığı yavaşlayacaktır.

Bu nüfus politikasının ülke ölçeğinde şöyle bir sakıncası ortaya çıkacaktır: Göç alan yerler hızla gelişecek, göç veren yerler ise geri kalacaktır. Biz İzmir’in nüfusunun İstanbul’dan fazla olmasını istiyoruz. Bu nedenle tüm Türkiye’ye çağrı yapıp İzmir’e göç etmelerini isteyeceğiz. Eğer her belde kendi sakinini beldesinde tutmak istiyorsa o insanları memnun edici hizmetleri vermek zorunda kalacaktır. Yani tüm Türkiye genelinde insanın değeri keşfedilecek ve insana dönük hizmet yarışı başlayacaktır..

Bu nüfus politikası benimsenirse kısa süre sonra yurt dışından göç almanın tartışmaları başlayacaktır. ”Para yok!”, ”Yetki yok!” ”Bilgi yok!” diyenlerin Adil Düzen’den öğrenecekleri çok şey olacaktır.

Sonuç: Ya Türkiye’de yurttaşlarımız vatanın her yerinde insan gibi yaşayacak ya da bu ülke parçalanacaktır. Çünkü insanı fazlalık gören yönetim anlayışı Türkiye’yi yönetememektedir.

BÜTÇE

İzmir Büyükşehir Belediyesinin işlemlerini yapmak ve yaklaşık 3 milyon ikiyüzbin kişiye yeterli hizmeti ve yatırımı gerçekleştirmek ancak iyi planlanmış bir bütçe ile mümkün olur.

Son beş yılın planlanan bütçelerini ABD Dolarının serbest piyasa kuru ile değerlendirdiğimizde ortalama 400 milyon dolar civarında bir rakamla karşılaşmaktayız. Bunu kişi başına yatırıma dönüştürürsek Büyükşehir sınırları içinde yaşayan kişi başına yatırım yaklaşık 130 dolara denk gelmektedir ki, bugünkü kurla her bir İzmirlinin sosyal ve ekonomik değerinin 40 milyon TL. olduğu görülür. Demek ki hemşehrilerimizin her birinin İzmir için kıymeti 40 milyon liradır. Bu İzmirli için büyük bir ayıptır.

Ayrıca yatırımlar için alınan özellikle dış krediler sonucu doğacak her İzmirli çocuğun ne kadar borçlandığı konusu da vardır.

Burada daha fazla detaya yer verememekteyiz.

 

M. Melik ÖZMEN

 

 

 

 

 

 


ADİL DÜZEN BELEDİYECİLİĞİ -M.MELİKÖZMEN
1-İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKAN BAĞIMSIZ ADAYI
33 Okunma

© 2024 - Akevler