KADİR GECESİ(SURESİ TEFSİRİ)
SON DÜZENLEME;ALİ BÜLENT DİLEK-13102017
إناأنزلنه في ليلة القدر(1) وما أدراك ما ليلة القدر(2) ليلة القدر خير من ألف شـهر(3)
تنزل الملآْءكة والروح فيها بإذن ربـهم من كل أمـر(4) سـلم حي حتى مطلع الفجـر(5)
EınNAv EaNZaLNAvHu FIy LaYLaTı eLQaDRı Ve MAv EaDRAyKa MAv LaYLatu eLQaDRı LeYLeTu eL QaDRı PaYRum MıN EaLFı ŞaHRın TeNezZaLu eLMaLAEıKatu Ve elRUvXu FıyHAv Bi Eı7Nı RabBıHım MıN KulLı EMRın SaLaMun HıYa XatTAy MaOLaGı eLFeCRı
(EaNZaLNAvHu MAv EaDRAyKa TaNazZaLu) :3 Fiil
(PaYRun SaLaMun) (ŞaHRın EMRın) (EeLFı KulLı) :6 Nekre
(LaYLaTı LaYLatu LeYLeTu) (RabBıHım MaOLaGı Eı7Nı) :6 Marife
(eLQaDRı eLQaDRı eLQaDRı) (eLMaLAıKatu elRUvXu eLFeCRı) :6 Harf-i tarifli
33!/(3!)^3/(6!)^4 /3^9/6^24=E-4
Arapçada 29 harf vardır. Arap dilinde bunların kullanılması nisbetinde harflerin gelmesi ihtimali vardır. Bir çekilişte gelmeyen harfleri Arapçada yok sayalım. Harf sayısı nisbetlerini de kullanılan sayıları kadar olsun. Bu var sayımlar, en çok muhtemeli vermektedir. Gerçekte ihtimaliyat çok çok daha azdır. Aşağıdaki program QB’de hazırlanmış olup, Kadir Sûresi için uygulandığında ihtimal 0.929 E-14 1/100 000 000 000 000 yani yüz trilyonda bir kadardır.
Yani Kadir Gecesi’nin ilâhi söz olmama ihtimali en çok yüz trilyonda bir kadardır. Diğer katkılar hesaba katılmamıştır. On milyar yıl önce yaratıldığına göre bir saatte Kâinatın yok olma ihtimali ne kadarsa, Kadir Sûresi’nin Allah’ın sözü olmama ihtimali de o kadardır. Kim bir saat sonra kıyamet olacak diye oturup kıyameti bekler. Bu özellik sadece Kadir Sûresi’ne ait olmayıp Kur’ân’ın tüm sûreleri için geçerlidir.
'P=n!/N^N* ki^ki/ki!
Eo=0:Ei=0 :Pt=1:Pm=1:Pq=1:Pp=1:Ps=1
FOR c=1 To 7:READ Ln:FOR k=1 To Ln:READ s :n=n+s: NEXT
Pn=1:FOR k=1 TO n:Pn=Pn*(n+1-k)/n:
10 IF Pn<0 THEN Pn=Pn*10 :E=E-1:GOTO 10
20 IF Pn>10 THEN Pn=Pn/10 :E=E+1:GOTO 20:
NEXT:
P=Pn:FOR L=1 TO Ln :Pi=1: READ ni:FOR k=1 TO ni:Pi= Pi*(ni+1-k)/ni
30 IF Pi<0 THEN Pi=Pi*10 :Ei=Ei-1:GOTO 30
40 IF Pi>10 THEN Pi=Pi/10 :Ei=Ei+1:GOTO 40:
NEXT :
Eo=E-Ei:P= P/Pi:NEXT:Pq=Pq*P:Eq=Eq+Eo
50 IF Pq<0 THEN Pq=Pq*10 :Eq=Eq-1: GOTO 50
60 IF Pn>10 THEN Pn=Pn/10 :Eq=Eq+1: GOTO 60
100 Eo=0:Ei=0:n=0:ni=0 :E=0:NEXT:PRINT Pq,Eq
DATA 7, 3,6,6,6,3,6,3, 3,6,6,6,3,6,3
DATA 6, 6,6,3,3,3,6, 6,6,3,3,3,6
DATA 4, 6,3,6,3, 6,3,6,3
DATA 2, 30,12, 30,12
DATA 3, 9,6,3, 9,6,3
DATA 2, 6,3, 6,3
DATA 3, 15,6,3, 5,10,7,3
EınNAv ‘FIyHAv’ HıYa :3 Zamir
(MıN Bı MıN ) (FıY FıyHAv XatTAy) :6 Harf-i cer
Ve Ve MAv :3 Harf
FIyHAv iki defa yazıldığından, toplam kelime sayısı 32’dir. (İkili Sistem)
MAv LaYLatu deki Mâ harftır, demektir. Hâl de soru edatıdır. Aksi takdirde Ve harfleri üçlü olmazlardı.
Hemze 7 tanedir. Ancak MıN EaLFı lâfzı MıNaLFı şeklinde okunur, böylece altı tane olur. A da 7 tanedir. Ancak, Selâm’daki A harekeden dönüşmüş olup Besmele’deki Rahmân’ın A’sı benzeridir. Harf sayılmaz.
6E + (5H+1P) + (1G+2X) + 3Q + 3K + (1C+5Y) = 27 (6+6+3+3+3+6) Boğaz Kameriyesi
(4t+1S+1Ş) + 3T + (4D+1O+17) + 3Z = 18 (6+3+6+3) Şemsiye
(19L+11R) + (8N + 4n) = 42 ( 30+12) Beyniye
9M + (4F + 2V) + 3B = 18 ( 9+6+3) Dudak Kameriyesi
(6Av) + (2Iy + 1Uv) = 9 (6+3) Med Harfleri
Toplam 114 Harf: Bu rakam sûrelerin sayısıdır. Kur’ân’ı indirme ile ilgili olarak bahseden sûredeki harf sayısının sûre sayısı olması dikkati çekmektedir.
KADİR GECESİ
Bi ب
Başına gelen ismi bir olayın başlangıcı olarak belirler. İsim olayı etkiler. Sebep olabilir. Âlet olabilir.
Benim bu yazdıklarım, Allah’ın iradesine bağlıdır ve O’nun rızasını kazanmak için yazılmıştır. Hatalar benim; doğrular ise O’nundur. O’nun bu sûrede bana bildirdikleridir. Ancak benim anlama ve ifade kabiliyetim eksik olduğu için yazdıklarımda hatalar vardır. Siz bu yazdıklarımı kendi ilminizin ve aklınızın süzgecinden geçirerek anlamalı ve öyle kabul etmelisiniz. Temel prensip olarak ilmî çalışmalarda; her söze kulak verilecek ve bu sözlerin en iyisine uyulacaktır. En iyisini ise herkes kendi ilmiyle ve aklıyla bulacaktır. İslâmiyet’in getirdiği içtihat sistemi budur. Ben size sadece Kur’ân’a ulaşma konusunda yardımcı olmaya çalışıyorum. İlmi asıl alacağınız yer Kur’ân’ın kendisidir.
İSMi اسـم
İsim varlığın görüntüsünün tamamını remzeder. İsim zatını değil etkilerini bildirir. Biz Allah’ın zatı ile değil O’nun esmasıyla yani kâinattaki tezahürü ile irtibat kurabiliriz. Bu tezahür tabiattaki görüntü ve onun kanunları şeklinde olabileceği gibi; bu tezahür diğer insanlar da olabilir. Şimdi ben bunu yazarken sizin için öyleyim. Kur’ân ise onun en açık bir şekilde doğrudan doğruya bizi kendisine götüren bir tezahür şeklidir. Kur’ân televizyona benzer. Antenleri uygun koyar ve kanal ayarlamasını iyi yaparsanız sizi yayın merkezine götürür. Kur’ân’ın lugat kurallarını öğrenir, kendinizi ona yöneltir ve frekansları ayarlarsanız; Kur’ân sizi doğrudan doğruya Allah ile konuşturur. Sorunuzu alır ve cevabını verir. Buradaki isimden kasdımız O’nun kitabıdır. Çünkü o da O’nun bir ismidir. Ben size bu görüşlerimi anlatıyorum. Siz de bu görüşlerimden yararlanarak Kur’ân okuyun ve Allah ile doğrudan doğruya görüşün. Bunu başarabilirseniz, yeni şeyler duyacak ve anlayacaksınız. Bu görüşmede her seferinde başka sahneler seyredeceksiniz. Size başka mânâlar bildirilecektir.
BiSMi باسـم
İsmi ile yani kitabı ile söylüyorum demektir. Yani benim şimdi size aktardığım şeyler Kur’ân’dan anladıklarımdır; onun bana söylediklerinden anladıklarımdır. Ben Kur’ân’ı okuyup yorumlamaya kalkışmasaydım bu sözlerimi söyleyemezdim. Bununla beraber bu sözlerim benimdir, benim söylediklerimdir. Benim anladıklarımı size hikâye ediyorum. Sizin de okumanızda size yardımcı olmadır. Bu sözlerimin içinde yanlışlar, hatalar vardır. Bundan dolayı benim dediklerimi değil, Allah’ın size doğrudan doğruya Kur’ân’da diyeceklerini esas alın. Sizin söylediklerinizde de hata olacaktır. Bu sebeple siz de başkalarına kendi anladıklarınızı Allah’ın kesin olarak kasdettikleridir diye dayatmayın. Nitekim bu sözlerimi de ben söylemiyorum. Bunlar benim Kur’ân’dan anladıklarımdır.
ElLAHi الله
Allah’ın zat ismidir. Yine de isimdir. Allah’ın ortada kendisini göstermeden önceki adı ‘Huve’dir. Tezahür etmiş haldeki adı ‘Allah’dır. Benzeri yoktur. Bu ‘Ahad’ adıyla ifade edilir. Hiçbir şeye ve hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. ‘Samed’dir. ‘Allah’ sözünün Kur’ân’da özel mânâsı vardır, bu da ‘topluluk’tur, ‘cemaat’tır, ‘kamu’dur. Allah insanı yeryüzünde kendisine halife yapmış dünyadaki haklarını topluluğa bırakmıştır. Allah’ın yükümlülüklerini de topluluk yüklenmiştir. Kur’ân’dan mânâları anlamaya çalışırken takip edeceğimiz usûlün başında çıkar paralelliği vardır. Yani Allah bize hiçbir zaman bizim aleyhimizde bir şeyi emretmez; topluluğun çıkarına olmayan bir şeyi de emretmez. Topluluğun çıkarı ile bizim çıkarımızı birleştirmiştir. Topluluğun istedikleri kişilerin istediklerinin toplamı değildir. Onun birleşiğidir. Dolayısıyla Kur’ân’dan anladıklarımız aynı zamanda topluluğun bize anlatmak sitediği şeylerdir. Çünkü topluluğa doğruları düşündüren Allah’dır. İslâmiyet’te bu icmâ müessesesi ile uygulanır hâle getirilmiştir. Allah ekseriyetin dalâlette olmasına izin verir, ama Allah kötüde ittifaka izin vermez. Ehl-i Sünnet’in dayandığı temel ilke budur; bundan dolayı ‘Ehli İcmâ’ veya ‘Ehl-i Cemaat’ da denir. Eğer Kur’ân’ın bir mânâsını hepimiz aynı şekilde anlıyorsak ve buna bütün hak ehlinin ilmi de katılıyorsa, artık bu anlayışta hata yoktur. Allah kesin olarak onu bize söylemiş olacaktır. Bunu denetleyebilmemiz için de, bizim anladıklarımızı başkalarının anladıkları ile kontrol etmemiz gerekir. İşte ben bunları bunun için yazıyorum Siz benimkini okuyacak, ben sizinkini okuyacağım ki ortak anlayışımız nedir, anlayalım.
BiSMi elLAHi باسـم الله
Konuşmaya ‘besmele’ ile başlamak demek, aynı zamanda Allah’a şu taahhütte bulunulma demektir: “Yorumlamada ve tefsirde icmânın kurallarına uyacağım. İcmâa muhalif görüşlerim olursa onları ayıklayacağım ve terkedeceğim” demektir. Siz de beni okurken icmâa aykırı hususları görürseniz, hemen kendi anlayışınıza göre onları ayıklayın. Kur’ân’ı doğru anlamak için icmânın içinde anlamak şarttır. Yoksa biz Kur’ân’ı zamanla bambaşka bir şekilde takdim edebiliriz. Hz. Peygamber’in uygulamalarına ve geçmiş âlimlerin icmâlarına kulak vermeliyiz. Zekât, ‘temizlik’ demektir; ama Kur’ân onu ‘Allah Hakkı’, ‘Kamu Hakkı’ olarak tanımlar. Bu konuda icmâ vardır. Bu mânâya muhalif mânâ Kur’ân’ı tahriftir. Konulduğu mânânın dışına çıkarmaktır.
RaXM: رحـم
Döl yatağı demektir. Mastar olarak da, annenin çocuğuna duyduğu sevgi, ona yardım duygusu ve davranışıdır. Anne bunları karşılıksız yapar. Allah’ın bize karşı benzer duyguları yoktur. Ancak bize olan görünüşü, annenin çocuğuna karşı davranışına benzerdir. Bu sûrede anlatılanlar da böyle bir merhametin ifadesidir. Bu sûreyi okuyan ve oradan alınacak emirleri uygulayanlar Allah’ın rahmetini kabul etmiş olurlar. Sûrenin başında ‘besmele’ ile başlamak ve oradaki ‘rahmet’ kökünden gelen iki kelimeyi tekrar etmekle, bu sûrenin sadece okunması için değil de ondan yararlanarak Allah’ın rahmetini kabul etmek için okunduğunu hatırlamış olmak gerekir. Yani ben ve siz bu sûreyi okurken ondan nasıl yararlanacağımızı, Allah’ın rahmetinden nasıl faydalanacağımızı isteyerek okumalıyız. Kur’ân sadece kendilerini kötülüklerden korumak isteyenlere yol gösterir. Yararlı olur. Kötülüğün içine düşmüş olup ondan kurtulmayı düşünmeyenlerin ise küfür ve nifaklarını artırır.
ElRaXMaNi الرحمـن
Fail ismidir. Rahmet eden anlamındadır. Rahmet etmek yalnız Allah’a ait olduğu için insanlara isim olarak konamaz. Bir insan diğer insana rahmet edemez. Çünkü bütün hamd Allah’ındır. O insanı da Allah yaratmıştır. Ondan görülen iyilik Allah’tan görülendir. Hatta kötülük de öyledir: Allah’ın izni olmaksızın kimse kimseye kötülük de yapamaz. Allah kötülük yapmaya, bizdeki eksikliği ve noksanı gidermek için izin verir. Rahmân sözünde bir mübâlâğa vardır. Yani Allah herkese rahmet eder. Bu sûreyi okuyup gereğini yapanlar hem kendileri rahmet içinde olurlar, hem de çevrelerini rahmet içinde bırakırlar. Mum yakıldığında ve etrafa ışık verdiğinde herkes aydınlık içinde olur. Sûrenin öğrettiklerini yerine getirirsek, bundan yalnız biz yararlanmayız, topluluk da yararlanır. Sûreyi bu şekilde anlamaya çalışmalıyız. Böyle yaparsak bizim kazancımız ne olur, topluluğumuzun ve insanlığın yararı ne olur? Sûreden bizim anladıklarımız bu esaslar içinde olacaktır. Siz de bu kuralı göz önüne alarak sûreyi okumaya ve anlamaya çalışmalısınız.
ElRaXIyMı الرحـيم
‘Rahmân’ hem yapanın hem de yapılanın ismidir. Bu sebepledir ki Allah’ın sıfatı olabileceği gibi kişinin de ismi veya sıfatı olabilir. Yapılan iyi işlerin yalnız yapanlara değil çevredekilere de yararları vardır ve böyle olmalıdır. Bununla beraber iyi işler yapanlarla yapmayanlar, hatta kötü işler yapanlar elbette bir değildir. Allah iyi işler yapanlara ayrıca fazla mükâfat verecektir. Allah hiçbir çalışanın çalışmasını boşa çıkarmaz. Bu sûre okunurken bu kural da göz önünde tutulmalıdır. Yapılan işler herkesin yararına olmalıdır. Ancak çalışanların emekleri de boşa gitmemelidir. Allah’ın hem ‘rahmân’ hem de ‘rahîm’ olması devamlı olarak akılda tutulmalıdır.
elRaXMANi elRaXİyMi الرحـمن الرحـيم
Allah’ın aynı ‘rahmet’ kökünden getirilip zikredilen iki sıfatıdır. Herkese iyilik yapmak, iyilik yapanları da kat kat fazlasıyla mükâfatlandırmak demektir. Burada dikkati çeken nokta, Allah’ın kâinat düzenini oluştururken cezasız bir kâinatı ideal olarak kabul etmiş olmasıdır. Bu sebeple cezadan değil de sadece merhametten bahsedilmektedir. Âhiretteki cennet hayatı böyledir. Orada hiç kimse günah işlemeyecektir. Ama iyi işler yapanlar daha çok mükâfatlandırılacaktır. Mertebeler devamlı olarak yükselecektir. Dünyadaki ‘ceza’ ve ‘cehennem’ bu dünyadaki amellerin karşılığıdır. Allah kötüleri iyiliğe getirmek için bu kuralı uygulamaktadır. Bu da yine rahmettir. Anne ve babanın çocuğunu terbiye etmesi için dövmesi gibidir. Rahmet kökü bundan dolayı seçilmiştir. ‘Rahmet’ kökü içinde ‘ceza’ ve ‘cehennem’ de zımnen vardır. Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Hayır ve şer Allah’tandır ve Allah şerri de hayr için var etmiştir. Bu durum Millet meclisindeki muhalefet benzeridir, yahut sahnedeki karşı takım misâlidir. Karşı taraf olmazsa oyun olmaz.
BiSMi elLAHi elRaXMaNı elRaXiYMi باسـم الله الرحـمن الرحـيم
Her işin başında bu âyet tekrar edilir. Çünkü her işte bu suretle ne yapılması gerektiği anlatılır. Biz Allah’ın kâinat fabrikasında bir işçiyiz. Ne var ki, Allah kâinatı kendi kazancı için değil, sadece bize iş versin ve yaşatsın diye kurmuştur. Allah’ın halifesi olan devlet de böyle yapmalıdır. İşyerlerini halkını çalıştırıp yaşatmak için kurmalıdır ve burada kazanç amacı olmamalıdır. Devlet bir taraftan bütün halkı yaşatmalıdır; diğer taraftan çalışan herkese iş verebilmeli ve çalışanların ücretlerini eksiksiz vermelidir. Biz ‘besmele’ ile işe başlarken, işveren Allah ile sözleşme yapmış oluyoruz. Fabrikasına işçi olarak kaydolduk, demiş oluyoruz. Yahut onun oteline gelip konakladığımızı bildiğimizi hatırlamış oluyoruz. Bu Allah ile yapılan bir sözleşme akdi olduğu gibi; aynı zamanda Allah’ı temsil eden toplulukla da yapılan bir akittir. Herkese iyilik, iyilik yapanlara ise haklarını vermek ve cezaları iyilik için koymak. Cümlenin bir tarafı açık bırakılmıştır. Nasıl birisine kalemi uzatırken ‘kalemi al’ demez sadece ‘al!’ dersin; bunun gibi de ‘işim’ veya ‘okumam’ ‘Rahmân ve Rahîm Allah’ın ismiyledir’ demektir. Kur’ân’dan okunurken başında ‘besmele’ okunarak başlanır ve bunun Allah sözü olduğu belirtilmiş olur. Besmele böylece televizyonun açış anahtarı gibidir. Anlatırken besmeleyi söylemek veya yazmak ise bu yorumu Allah’ın Rahmân ve Rahîm sıfatları içinde yapıyorum; O’nun işçisiyim ve ücretimi de O’ndan istiyorum demektir. Bundan dolayıdır ki ilim para ile satılmaz.
İnNAv انا
Allah Kur’ân’da cümleleri irade ederken “yaptım”, “ettim” diye ‘ben’ zamirini kullanır. Yahut “biz yaptık” diyerek ‘biz’ zamirini kullanır. Yahut “Allah yaptı”, “O yaptı” der. Böylece ‘biz’ veya ‘ben’ derken ‘Kur’ân’ın kendi sözü olduğunu anlatmış olur, ‘Allah’ derken o ‘Ben’in veya ‘Biz’in ‘Allah’ olduğunu belirtir. “Ben geldim”, “Karagülle geldi” derseniz, hem kendinizden bahsetmiş hem de kendinizin kim olduğunuzu anlatmış olursunuz. Bu sûrede Allah “Biz” kelimesini kullanır. Sûrenin içinde ise “Rablarının izniyle” deyip ‘biz’ olanın kim olduğunu da anlatmış olur. Bununla beraber, ‘Allah’ ve ‘O’ sözü topluluğu da ifade ettiği halde, ‘Ben’ ve ‘Biz’ sözü topluluğu ifade etmez. Doğrudan Allah’ın kendisi kastedilmiş olur. Burada ‘İnNAv’ı kullanmakla ‘inzal eden’in topluluk değil de kendileri (kendisi) olduğunu da ifade etmiş olur. Böylece Kur’ân’ın ilâhi söz olduğu açıkça ifade edilmiş olur. Allah Kur’ân’da ‘Ben’ derse onu doğrudan doğruya kendisinin yaptığını ifade eder. Yani araç kullanmamış ve melekleri istihdam etmemiştir. Ama eğer ‘Biz’ derse, melek veya insanlar aracılığı ile bu işi yapmıştır, demektir. Kur’ân insanlığa Cebrail ve Resûl aracılığı ile indiği ve insanların ağızları ile okuyup elleri ile yazdıkları için de bu indirmenin zâhirî esbap ile yapıldığına işaret etmektedir. Kur’ân Allah’ın kelâmıdır. Ancak bize beşerin sesleri ile veya hatları yani harfleri ile görülür. Arapça dilini kullanır.
NEZLE نـزاـة
Konak demektir. Yolcular yollarına devam edip bir menzillik yol aldıktan sonra bir yerde yerleşip dinlenir ve gecelerini burada geçirirler. Buna ‘nezleh’ denmektedir. Konaklamak, yerleşmek anlamındadır. Ayrıca yukarıdan aşağıya inme anlamında kullanılır. Kadir gecesinde Kur’ân insanların kalplerine yerleştirildi. Kitaplara yazıldı. İnzâl, yukarıdan aşağıya inme mânâsını taşırsa da taşıması şart değildir. Bununla beraber, Kur’ân gökten gelmemiştir. Çünkü Allah göklerde değildir. Dört boyutlu, beş boyutlu uzaydan da gelmemiştir. Allah için Cebrail’e mekânsız bir yerden gelmiştir. Cebrail ise bâtın âlemden zâhir âleme gelmiştir. Hendese ilminden bilinmektedir ki, kâinat dört boyutlu uzay içinde üç boyutlu uzaydır. Bu ‘kürsü’dür. Hareket böylece sağlanmaktadır. İsteğe bağlı hareket için beş boyutlu uzaya ihtiyaç vardır, bu da ‘arş’tır. Bununla beraber her boyutun bir zâhirî bir de bâtınî tarafı vardır. Batılılar buna ‘kompleks uzay’; bâtın tarafına da ‘imajiner (hayali) uzay’ diyor. Kur’ân ise ‘batın = iç yanı’ ve ‘zâhir = dış yanı’ diyor. Bâtın zâhirden üstün kabul edildiği için kâinatımızda görüntülemeyi ‘nezleh’ kökü ile kullanıyor. Kur’ân bâtın âleminden Cebrail aracılığı ile zâhir âleme gelmiştir. Cebrail bunu Allah adına yapmıştır. İnsanın bedeni zâhir âlemde, rûhu ise bâtın âlemdedir.
İNZÂL أنزال
İndirme, yerleştirme demektir. İnsanlar için değil de eşya için kullanılır. İnsan için ise ‘irsâl’ kullanılır. ‘NezZeLna’ denmesi gerekirdi. Ama ‘onu bir gecede indirdik’ dediğinden dolayı buna da ‘Enzelnâ’ demesi daha muvafıktır. Kur’ân parça parça inmekle beraber bir küldür, bir bütündür. Nasıl bir projeyi ustalara birden değil de adım adım uygulatırsak, Allah da Kur’ân’ı insanlara adım adım uygulatmıştır. Ancak proje birden hazırlanmıştır. Cebrail’e birden öğretilmiştir. Cebrail bunu zaman zaman yine Allah’ın emrine uyarak getirmiştir. Bütünlüğü ifade etmesi yani tam bir proje olması bakımından ‘inzâl’ sigası kullanılmıştır.
EeNZeLNA أنـزلنا
Fiil mâzi siğasını kullanmıştır. Bu sûre indiği zaman Kur’ân’ın inzâli bitmemiş olduğu halde ‘indiriyoruz’ yerine ‘indirdik’ demektedir. Çünkü o zaman Cebrail’e tamamı bildirilmişti. Ayrıca Resûl’e de inmeye başlamıştı. Cebrail Kur’ân’ı Ramazan ayında almaya başladı ve ilk âyetleri Kadir Gecesi indirdi. O halde Kadir Gecesi’nde sûrenin tamamı Cebrail’e bildirilmemişti. Bâtın âlemin de zâhir âlem gibi kanunları vardır, maddeleri vardır. Meleklerin de kanatları vardır. Her maddenin iki hızı vardır. Biri kendi hızı, diğeri dalga hızıdır. Zâhir âlemde olanların kendi hızları zâhirde, dalga hızları bâtındadır. Bâtın âlemde olanların ise tersidir. Cebrail’in de Kur’ân’ı öğrenmesi için zamana ihtiyacı vardı. Onun için Kur’ân, Kur’ân’ın Ramazan ayında indirildiğini söylüyor. ‘Bi’ değil ‘Fî’ harfini kullanıyor. Tamamlanmasını ise Kadir Gecesi’ne bağlıyor. Birbirine aykırı ifadeler olursa değişik zaman veya mekânla yorumlanır. Ramazan ayında Kur’ân Cebrail’in beynine yüklenmiştir. Bu yükleme Kadir Gecesi’nde tamam olmuş ve ilk âyet Son Peygamber’e ulaşmıştır. Yirmi üç yıl içinde ise Hz. Peygamber’e gelmesi tamamlanmıştır. Eğer mânâsıyla inzâli anlayacak olursa tamamlanma kıyamete kadar devam edecektir. Yani insanlar hiçbir zaman sonuna kadar yorum yapıp bitiremeyecektir. Bu durum başka âyetlerde açıkça ifade edilmiş, burada da buna işaret edilmektedir.
Hu ه
Burada, ‘Biz Kur’ân’ı indirdik’ demiyor, ‘Onu indirdik’ diyor. Bu sûrede Kur’ân sözü de geçmiyor. Ancak başında ‘Besmele’ vardır. Bu takdirde Allah’ın ilk indirdiği âyet ‘besmele’ olmuş oluyor. Bu böyle anlaşılınca Alak Sûresi’nin başındaki ‘Besmele’ ilk inen âyettir demektir. Bununla beraber Kur’ân’ın özeti Fâtiha’dır; Fâtiha’nın özeti Besmele’dir. Besmele böylece Kur’ân’ın özetidir. Özetine işaret kendisine işarettir. Dolayısıyla Kur’ân’ın kendisine bu zamir süre içinde gidebilir. Bu takdirde “Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik” denmiş olur. Bu da Cebrail’e indirilmiş olmakla açıklanır. Besmele’ye işaret, Fâtiha’ya işarettir; Fâtiha’ya işaret Kur’ân’a işarettir; Kur’ân’a işaret, İslâm Medeniyeti’ne işarettir. İslâmiyet’in bin yıllık medeniyetini indirdik denmiş olur. Bu takdirde bir geceden kasıt bin yıllık zamandır. Bu zamir bundan önceki sûreye işaret etmiş olabilir. Bu takdirde, Alak Sûresi’ni biz Kadir Gecesi’nde indirdik denmiş olur ki, bu durumda yukarıda verdiğimiz mânâ pekişmiş olur. Biz bu mâlâların içinden “İslâm Medeniyeti’ni Biz indirdik” şeklinde anlıyoruz. Medeniyet diye iki şey anlayacağız: Biri, bin yıllık olan periyodik yıldır. Bir günden maksat budur. Kur’ân bunu açıkça ifade ediyor. Diğeri ise, kıyamete kadar sürecek olan aynı genetiğe sahip bir ömürdür. Canlılardan misâl alırsak; canlıların her birinin birer ömrü vardır, bir de nesillerin ömrü vardır. Bir tür tamamen inkıraz eder. İşte burada işaret edilen ilk İslâm Medeniyeti’dir. Ama bunun getirdiği hükümlerin otuz milyon yıl içinde gelecek 30 bin İslâm Medeniyeti’nden daha hayırlı olduğunu belirtiyor. Yani otuz bin medeniyetten fazla medeniyetler kuracak güçte olduğunu ve bunu Kur’ân’ın yapacağına işaret etmektedir.
EeNZeLNAHu أنـزلناه
Onu indirdik. Kur’ân’ı hükümleri ile, uygulaması ile indirdik, demektir. Bundan önceki ilk uygulama Birinci İslâm Medeniyeti içinde yapılmıştır. İkinci uygulama da bundan sonra gelecek İkinci İslâm Medeniyeti içinde olacaktır. Kur’ân’ı biz şimdi okuyoruz. Allah şimdi bize diyor ki, Birinci İslâm Medeniyeti’ni biz oluşturduk; yani Kur’ân’ı tüm uygulamaları ile biz bir örnek medeniyet olarakoluşturduk. Bundan sonra da bir çok medeniyetler gelecektir. Sizin önünüzdeki bin yıllık medeniyet bu medeniyettir. Siz bu birinci uygulamayı örnek alarak yeni medeniyetin tesis edilmesi için çalışınız demektir.
İnNA EeNZeLNAHu انا أنـزلناه
İsim cümlesidir. Fail başa alınır, fiil sonraya getirilirse isim cümlesi olur. İsim cümlesinde devamlılık vardır. Yani onu indirdik ama o ortadan kalkmamıştır. Gelmiştir, duruyordur, demektir. Gerek Kur’ân gerekse onun getirdiği hükümler ve medeniyetler kıyamete kadar duracak ve devam edecektir. Getirdik ama onu götürmeyeceğiz. Kimse onun hükümlerini değiştiremeyecektir. Herkes tav’an ve kerhen ona itaat edecektir. Zaman zaman fetret devirleri olacak, gündüzleri geceler kovalayacak, yazların arkasından kışlar gelecektir. Bu canlılardaki ölümler gibidir. Yeni nesillerin daha ileri bir seviyede olabilmesi için dünya ölümlü kılınmıştır. Tarihte ilk İslâm medeniyeti Mezopotamya’da İbrahim Medeniyeti olarak doğdu. İkinci İslâm medeniyeti Musa peygamber ile İbraniler’de doğdu. Üçüncü İslâm medeniyeti İsa peygamber ile Hıristiyanlar’da doğdu. Büyük örnek medeniyet İslâmiyet ile doğdu. Bunların ortalama ömürleri biner yıldır. Bundan sonra da daha otuz binden fazla medeniyetin doğacağını bu âyet müjdelemektedir. Din devri kapandı diyen August Comte ve Marx’ın yanıldığını artık herkes görmeye başlamıştır. Hiç kimse Kur’ân’dan daha ileri seviyede demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir hukuk düzeninin mekanizmasını getiremez. Bunun böyle olduğu bugün dahi görülmektedir. İsim cümlesi olması, Kur’ân Medeniyeti’ni oluşturanın Allah’ın kendisi olduğunu, başkalarının olmadığını ifade etmektedir. İbrahim Peygamber insanlığa İslâmi İlmi; Musa Peygamber İslâmi Siyaseti; Davut Peygamber İslâmi Ekonomiyi; ve İsa Peygamber İslâmî Dini Düzenleri getirdi. Bu peygamberler insanlara ayrı ayrı öğrettiler. Muhammed Peygamber ise bütün bunları bir arada birleştirerek İslâmi Düzen’i kurdu. İşte bütün bunları yapan peygamberler değil Allah’tır. Allah ‘Biz’iz diyor; çünkü böyle olmasaydı, ayrı ayrı yerlerde ve ayrı binlik yıllarda gelen bu peygamberler nereden bu birbirine uygun parçaları imal edecek ve bunlardan çok uzak bir zamanda gelip bunları nasıl birleştirip monte edecekti? İşte ‘Biz’ sözünü onun için takdim edip tekrar ediyor. Allah’a ve peygamberlere inanmak için tarihi okumak yeterlidir.
Fıy في
Harf-i cerdir. Olayı başına geldiği ismin içine sokar. Ne yerin olaya ne de olayın yere etkisi yoktur. Burada gece sadece zarftır. Yani olay onun içinde cereyan etmiştir. Yoksa gecenin bir kutsiyeti yoktur. Kutsiyet Kur’ân’ın kendisindedir. Onun ortaya çıkardığı medeniyettedir. Yoksa gece diğer gecelerden biridir. Fî, zarftır. Nasıl odanın içinde olan birinin odayı doldurması gerekmezse, Kur’ân’ın inişinin de bütün geceyi doldurması gerekmez. Gecenin her hangi bir bölümünde gelmiş olabileceği gibi, gecenin değişik zamanlarında da gelmiş olabilir. Geceyi medeniyetin bölümü şeklinde anladığımızda, bu devrelerde karanlıkların da olacağı anlaşılmaktadır.
LeYLeti ليلة
Leyleh, akar suların dağlardan aldıkları ve düzlüğe inip yavaş akmaya başladıkları zaman diplerine bıraktıkları çamur ve kum parçacıklarından oluşan tortudur. Çökermeden denize kadar götürdükleri parçacıklara ise ‘nehâr’ denmektedir. Besinlerine göre leyl kuşları vardır, nehâr kuşları vardır. Neyir kelimesi buradan gelir. Gündüz mânâsında nehâr da budur. Kur’ân ‘leyl’ ile maddeyi, ‘nehâr’ ile enerjiyi ifade eder. Işığı ifade eder. Leyl nehârı geçemez âyeti, madde ışığı geçemez şeklinde anlaşılmalıdır. ‘Yevm’ kelimesi de ‘Yemm’ kelimesinden dönüşmüştür. Yemm, tortuları taşıyan Nil gibi durgun akan nehrin adıdır. Leyl ve nehâr gece ile gündüzü, yevm de günü ifade eder. Bununla beraber ‘yevm’ devir demektir, çağ demektir. Fâtiha Sûresi’ndeki ‘yevmi’d-din’ bu anlamdadır. Kur’ân bu kelimeleri kullanmakla çağların da gece ve gündüz gibi karanlık ve aydınlık dönemleri olacağını ifade etmiş olmaktadır. Tabi ki gece de gündüz gibi rahmettir. Ama gece gündüz içindir. Kur’ân’ın gecede nâzil olmasının sebebi, gecenin kavramada ve anlamada yani idrak etmede gündüzden daha müsait olmasıdır. Gece insan zihni boştur. Nitekim bunu başka bir âyette, gece neş’et edenler birleşmede daha kuvvetlidir ve söz olarak daha sağlamdır diyor. Yeni İslâm Medeniyeti, Hak medeniyetinin çöktüğü ve kuvvet medeniyetinin zirvede olduğu zaman doğar. Kur’ân’ın gelmesi de böyle olmuş, dünyanın en azgın olduğu, insanlığın en çok sapıklık içinde bulunduğu bir zamanda ve sapıklığın en çok olduğu yer olan Arabistan’da nâzil oldu. Bugün de insanlık aynı sapıklık içindedir. Ama insanlığın bunu idrak edecek ilmi vardır, geçmişinde örnek kurtuluş medeniyeti vardır. Oysa o zaman insanlık cehalet içinde idi ve geçmişlerinde çare olacak örnek medeniyetleri yoktu. Varolan örnekler de tüm insanlığa hitap etmiyordu.
QıDR قـدر
Kazan demektir. Kazan, içine belli yiyecekleri belli ölçülerde koyup pişirmek için kullanılan kaptır. Qadr, ölçü ve tartıdır. Kader ise pişirmede zaman ölçüsüdür. Kader, plân demektir. Kadr da birim demektir. Kadran kelimesi Avrupa’da cetvel kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Kudret ise ölçülü güç demektir. Kâinatta her şey değişmektedir. Oysa enerjinin miktarı değişmemektedir. Devlet nasıl görevlilere bütçede belirlenen miktarı vererek iş yaptırmakta ise, Allah da meleklere belirli kudreti yani gücü vererek görevlendirmekte ve melekler onu bir yıl içinde harcamaktadırlar. 19. Yüzyılda Avrupa’da enerji sakımı kanunu bulunmuştur. Bunun için enerjiye ‘ölçülü’ anlamında ‘kudret’ denmektedir. Kadr, kıymetli anlamına geldiği gibi ölçülü anlamına da gelebilir. Ölçülendirme, takdir etme, plânlama anlamına gelir. Bir çiçek döllendiği andan itibaren ölçülendirilmiştir. Medeniyetler de böyledir. İlk doğarken ölçülendirilir. Sonra zamanla uygulanarak o ölçüler ortaya çıkar. Geliştikten sonra ölçüler değiştirilemez. Bir evin temeli atıldıktan sonra üstünün plânı değiştirilemez. Tarlaya ne ekersen onu biçersin. Ekildikten sonra bu durum değiştirilemez. Kadir Gecesi, böyle bir gecedir. Medeniyet tohumunun atıldığı ve tüm hayat plânının yapıldığı gecedir. Kur’ân böyle bir kitaptır. Canlının kromozomları vardır. Kromozomların genleri vardır. Tüm hayat boyunca bu genlere göre hayat düzenlenir. Kur’ân da böyle kromozomlar topluluğudur. Her sûre bir kromozomdur. Âyetler birer gendir. Bu gen Kadir Gecesi indirilmiştir. Sonra o tohum çimlenmiş, gelişmiş, ağaç olmuş, yaşlanmış ve çökmüştür. Ama tohumu yok olmamıştır. Kur’ân duruyor. Kromozomları duruyor, genleri duruyor. Yeniden çimlenecek ve yeniden Büyük İslâm Medeniyeti’ni doğuracaktır. İşte bu sebepledir ki Kur’ân Kadir Gecesi’nde indirilmiş bulunmaktadır.
LeYleti el QaDRı ليلة القـدر
Kadirli yani kıymetli gecede denmemiş, ‘leyl’ ‘kadr’ kelimesine izâfe edilmiştir. Yani, takdirin yapıldığı gece indirilmiştir, denmektedir. ‘Kadr’ kelimesi ma’rife olarak gelmiştir, yani bilinen gecede indirilmiştir. Allah kanunları koymuştur. Kâinat o kanunlara tâbidir. Bununla beraber tamamı kör kanunlardan ibaret değildir. Rahmân ve Rahîm’de anlattığımız gibi değişik yerlerde değişik tezahürleri olmaktadır. Oradaki ilâhi kanunları uygulama görevi meleklere verilmiştir. Dünyada insan cüz’î iradeye sahiptir ve bununla bu görevin bir kısmını yerine getirmektedir. Allah her yıl bütçe yapar ve onları meleklere bildirir. Melekler o yıl o bütçeye göre hareket ederler. Allah’ın halifesi olan insanlar da böyle her yıl bütçe yapmalıdırlar. Bu bütçe bir gecede bağlanmalıdır. İşte bu gece Kadir Gecesi’dir. İnsan kendi hayatı için de böyle plân yapmalıdır. “Ben bu sene inşâallah şunları yapacağım” diye plânlamalıdır. Bu plânlama istikametinde tüm yılını geçirmelidir. İşte Kadir Gecesi bundan dolayı burada ma’rifeli olarak zikredilmektedir.
QıDR قـدر
Her yıl bütçeler yapıldığı gibi; on yıllık, yüz yıllık, bin yıllık plânlar da yapılmalıdır. Yıllık plânlar yapılırken bin yıllık gelişme hedeflenmelidir. Bin yıllık plân bin yılda bir yapılır. İşte Kur’ân’ın inmediği yıllarda bu plân yapılmış ve bu güne kadar uygulanagelmiştir. Ömrünü doldurmuştur. Gelecek bin yılımızın plânını da şimdi yapmak durumundayız. Yani çağımız kadir çağıdır. Bu plân bir merkezden yapılmayacaktır. Her mü’min kendine göre plân yapacak, diğerleri haberdar edilecek, icmâ hâsıl olanlar uygulanacaktır. Bunun için Kur’ân’da, gerekli olan tüm bilgiler vardır. O halde sorunumuz, Kur’ân’ı çağımızın ilmi ışığında anlayıp uygulamaktan ibarettir. Onun için her namazda Kur’ân’ı mânâsını anlayarak okumak farz kılınmıştır. Ayrıca Kur’ân okumak farz kılınmıştır. Beşikten mezara kadar ilmin tahsil edilmesi farz kılınmıştır. Kur’ân’ı okuyup içtihat yapmak hepimize farzdır. Gücümüzün yettiği kadarıyla içtihat yapacağız. İçtihadın en ednâsı (alt mertebesi) bir çocuğun anne ve babasına tâbi olması ve onu isteyerek dinlemesidir. İkinci mertebede ise, yine tâbi olunacak ama sorular sorularak içtihat öğrenilecektir. Sonra, artık insan anne ve babasına tâbi olmayacak, kendi müçtehidini ve kendi hocasını kendisi seçecektir. Bunun için de az çok ilim gerekmektedir. Seçtiği hocaya, yedi yaşından küçük çocuğun anne ve babasına tâbi olduğu gibi tâbi olacak, hocasına sorular sormaya başlayacak ve hükümlerin delillerini öğrenecektir. Kısmî içtihada başlayacak, içtihat yapabildiği yerlerde kendisi içtihat yapacak, yapamadığı yerlerde hocasına tâbi olacaktır. Yeter seviyeye geldiğinde artık her karşılaştığı konuda kendi içtihadı ile hareket edecektir. İşte yıllık planlar yapılırken buna benzer şekilde hareket edilecek ve herkes içtihatla plânını yapacaktır. Mutabakata varılan hususlar ise topluluğun kaderi olacaktır.
Fiy LeYleTi elQaDRı في ليلة القـدر
Kadir gecesinde indirmiştir. Bu Ramazan’ın son 27ci gecesidir yahut son Cuma’sıdır. (Bu yazının yazıldığı bugün, Ramazan ayının Cuma günüdür. Cuma namazı hutbesinde imam Kadir Gecesi’nden bahsetti. Ben hatibi dinledim ve ibadet olarak da bu yazıyı yazıyorum.) Plânlama Kadir Gecesi’nden başlayıp Kadir Gecesi’nde biter. Her gün sonunda, ‘gelecek yıl bugün ne yapayım?’ diye plânlamalıyız. Bunlar her uygulamada değişir, son şekli Ramazan’da verilir ve son günlerinde sona erdirilir. İmkânlar Ramazan’ın sonunda belirlenir. Yani gelir bütçesi burada tamamlamış olur. Kurban bayramına kadar ise plânlama biter. Uygulama hac aylarından sonra başlar. Bütçe böyle yapılır. Kadir Gecesi güneş aylarına göre değil de gökteki aylara göre belirlenir. Bütçe plânlaması ve uygulaması da böyle yapılır. Böylece bütçe yıl başlarına ve mevsimlere hapsedilmiş olmaz. Bazı sektörlere zulmedilip bazı sektörler güçlendirilmez. Rezonans dolayısıyla ekonomik krizler böylece önlenir. Gerek insan sağlığı, gerekse ekonomik denge böylece sağlanır. Bununla güneş takviminin terkedileceği anlamı çıkmamalıdır. Allah her şeyi çift yaratmıştır, takvimi de şemsî ve kamerî takvim olarak çift yaratmıştır. Parayı da altın ve gümüş para olarak çift yaratmıştır.
İnNA EnzeLNAvHu FiY LeyLetil QaDRı انا أنـزلناه في ليلة القـدر
Biz onu kadır leylinde inzâl ettik. Biz onu ölçülendirme gecesinde indirdik. Hıristiyanlık henüz bin yılını doldurmamıştı. Ancak genç yaşta kuvvet medeniyetine dönüşmüştü. Bizans’ta devlet dini emrine almış, istismar ediyordu. Batı Roma’da papa mutlak hâkim haline gelmiş ve Avrupa devletleri dini bir federasyon gibi yönetiliyordu. İsa peygambere tapmaya başlamışlar ve putperest olmuşlardı. Doğuda Budizm en şâşâlı dönemini yaşıyor ve mistisizme dayanıyordu. İran’da çift tanrılı inançtan oluşan devlet zulme başlamıştı. İşte dünyanın böylesine karanlık bir döneminde yepyeni bir medeniyetin plânı olan Kur’ân insanlığa gelmiş ve insanlık aydınlatılmıştı. İslâmiyet’in gelmesiyle bir asır içinde Hıristiyanlık Afrika’dan çekilmiş, Sasani İmparatorluğu yıkılmış, Çin orduları Talas’ta yenilerek insanlık hurafelerden arındırılmıştır. Dünya aydınlığa kavuşmuştur. Haçlı Seferleri sonunda Avrupa İslâmiyet’i öğrenmiş ve aydınlanma dönemine girmiştir. Osmanlılar Viyana kapılarından geri döndüler ama İslâmiyet Avrupa’yı istila etti. Avrupa’da gerçek Hıristiyanlık doğmaya başladı. Avrupa’daki dini reformlar bunlardır. Avrupa iman etmeden İslâmlaştı. Böylece ilâhi plân tamamen gerçekleşti. Avrupa’nın ateizmi insanlığı karşı uca geçerek paganizmden kurtarmıştır. İslâmiyet için denge oluşturmuştur.
Ve و
Bir kelimeyi veya bir cümleyi birbirine ekler. Sıra, peşpeşe veya birlikte olma gibi bir özelliği yoktur. İki cümle birbirine eklendiği gibi iki kelime de eklenebilir. Eğer iki cümle birbirine eklenmişse, iki olay birlikte olmaktadır demektir. Eğer iki cümle aynı üslûbu taşımıyorsa, meselâ biri isim diğeri fiil cümlesi ise; veya biri mâzi diğeri muzari ise; yahut failler ve mef’uller değişiyorsa, genellikle hâl cümlesi olurlar. Buradaki ‘Ve’ harfi ‘bu hâl iledir’, yani ‘sen böyle iken böyle oldu’ denmiştir. Böylece Kur’ân’ın ilâhi söz olduğu beyân ediliyor. Yani olaylar büyük plânın bir parçası iken, İbrahim’den gelip kıyamete kadar gidecek bir düzenin tesisi söz konusu iken; sana vazife verdiğimden bundan habersizdin. Hâlâ da haberin yok. Çünkü neler olacağını bilmiyorsun. Bu söz bugün yaşayan bizler için de doğrudur. Biz de gelecek medeniyetlerin nasıl oluşacağını ve neler olacağını bilmiyoruz.
MAv ما
Türkçede olduğu gibi Arapçada da fiili olumsuz kılar. Ne var ki, Türkçede sondan geldiği halde Arapçada baştan gelmektedir. Mâ geldiğinde olumsuzluğu maziye taşır. Lâ ise gelecek olumsuzluk içindir. Geçmişte idrak etmiş değilsin, ama gelecekte kısmen de olsa idrak edeceksin, demektir. Hicret bundan sonra oldu. Devlet bundan sonra kuruldu. Şimdi ise İslâm Medeniyeti yaşandı. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu daha kolay idrak ediyoruz. Bununla beraber gelecek için hâlâ belirsizlik içindeyiz. Bu sebeple M”â harfini ve fiil-i maziyi kullanmıştır. Yoksa Lem veya Lâ’yı kullanırdı. Lem ise hâle delâlet eder. Geçmiştekilerin de bu durumu idrak edemedikleri anlaşılmaktadır.
DiRAYeT دراية
Beceriklilik. Ameli bilgidir. İnsanın bir iş yapma kabiliyetidir. İnsan Kadir Gecesi’ni hükmü altına alma gücüne sahip değildir. Tarihin akışını insanlar değil ilâhi kader çizmektedir. Akan bir nehre benzemektedir. Siz akan nehri durduramazsınız. Ama o nehir içinde salınızı istediğiniz şekilde yönlendirir ve hedefe ulaşırsınız. Irmak akar, ama siz ya varmak istediğiniz yere varırsınız veya bir kayaya çarpar ve parçalanırsınız. Tarih ise kendi akıntısı içinde akıp gider. Tarihin akışını değiştirmeğe kalkışanlar olmuş ama hepsi hüsrana uğramışlardır. VI. İslâm veya II. Kur’ân Medeniyeti’nin oluşmasını hiç kimse durduramayacaktır. O kendi mecrasında akıp oluşacaktır. Kişiler veya topluluklar bu akış içinde kendi yerlerini kendileri belirleyecek ve bundan yararlanacak veya zararlanacaklartır. Bunu bildirmek için sana dirayet gelmedi diyor.
EiDRAy ادرائ
Dirayetli kılma, güçlü hâle getirme demektir. Bir şeyi tam kavramak, o şeye hâkim olmak, onu kullanabilir hâle gelmek demektir. Allah burada ‘bilemedin’ demiyor da ‘seni dirayet sahibi yapmadım’ şeklinde kullanmıştır. Kaderin değişmeyeceği anlatılmış oluyor. ‘Sünnetullahta bir tebdîl bir tahvîl bulamazsın’ ifadesi burada başka bir şekilde anlatılmış olmaktadır.
Ka ك
‘Sen’ demektir. Kur’ân’da ‘sen’ deyince değişik kimselere hitap eder. Bunlardan biri her insana hitap eder. “Ey İnsan! Sen idrâ etmedin yahut sana idrâ edemedi” anlamları çıkar. Çok kere ise yalnız Kur’ân’a inananlara hitap eder. Çünkü Kur’ân iman edenleri muhatap alır. İnanmayanlarla doğrudan konuşmaz. Burada bunlardan her ikisi de muhatap kabul edilir. İnsan olarak bunun dirayetine ulaşılamayacağını bildirir. Mü’min olan kimsenin de tarihin akışını değiştirmeye uğraşmaması gerektiğini söylemektedir. ‘Sen’ kelimesinin başka bir mânâsı da, Nebiyi muhatap almasıdır; burada bütün müçtehitler de hitaba dahildirler. Yahut Resûle hitap eder ki; bütün siyasi başkanlar bu hitaba dahildirler.
Va MAv EaDRAyKa وما أدراك
Seni dirayetli yapamadı veya senin dirayetine girmedi anlamındadır. Bir şeyi bilmek başka, onu yapabilmek başka bir şeydir. Biz insan olarak bir hücrenin nasıl yapıldığını biliyoruz, kâinatın nasıl oluştuğunu biliyoruz; ama onları yapamıyoruz. Kadir Gecesi’ne biz bilgi olarak ulaşırız, kaderde yani plânlamada değişiklik yapamayız. Sadece plânda bize değişik çözümler getirilmişse onlardan birini seçebiliriz. Allah bunu bildiriyor ve kaderi değişmeye kalkışmayın diyor. Yıl başında kamu bütçesi yapılır. Bu zekâtların toplanıp yerlerine dağıtılması projesidir. Plânıdır. Bunun dışında devlet bir de kredi bütçesini yapar, bunları çalışanlara ve halka yıl başında dağıtır. Kamu halka gelirlerine göre sipariş verir. Bu gelir gelecek yılda çalışarak elde edecekleri ücretleridir. Ayrıca emekli veya yoksul olanlara da maaşlarına göre kredi verir. Halk bu kredilerle mağazalarda sipariş verir. Mağazalar tüccarlara sipariş verirler. Tüccarlar da üreticilere sipariş verirler. Onlar da ham maddeleri tüccarlara sipariş verirler. Bütün bunlarda kredi halka verilmektedir. Halk mağazalara peşin ödeyerek sipariş vermektedir. Onlar da tüccarlara peşin ödeyerek sipariş vermektedir. Tüccar onlardan aldığı malların bir kısmını ihrac edip karşılığında sipariş malları ithal eder. Böylece halka verilen kredi hem esnafa hem tüccara hem de üreticiye verilmiş olur. Bakınız, burada kredi kamu tarafından halka verilmekte ve onların siparişleri ile genel plânlama yapılmaktadır. İşte burada, ‘senin plân yapmaya gücün yetmez, plânlamayı halk kollektif olarak kendisi yapar’ denilmektedir. Yeter ki kredi başlangıçta esnafa, tüccara veya üreticiye verilmesin. Bunlar halkın sipariş vermesi ile bu kredileri kullanmış olsunlar. İşte bu ma’şeri karardır, yani ilâhi karardır. Deme ki zekât bütçesinin yanında kredi bütçesi de yapılmalı ve adalet içinde halka dağıtılmalıdır. Plânlama gecesinin ne olduğunu sen bilebilirsin ama ona müdahale edemezsin. Miktarlar ve fiyatlar, serbest olarak kendiliğinden kollektif bir şekilde belirlenir. Bu yalnız ekonomide değil; ilimde, dinde ve siyasette de böyledir. Yönetim neyin üretileceğini, neyin okutulacağını, nasıl ibadet yapılacağını da kendisi belirlemez. Bunlar halk tarafından ma’şeri olarak oluşur. Yani bunun sahibi Allah’tır. Halk meşruiyet sınırları içinde serbest bırakılacaktır.
Mav ما
Buradaki Mâ idrâ edenin faili olabilir. ‘ellezi huve leyletil kadrı’ demek olur. Kadir Gecesi olan şey seni dirayetli yapamadı olur. Yahut Kadir Gecesi senin dirayetinde değildir. Her halükârda soru şeklinde de olsa, fail olan Mâ’dır. Bununla beraber Kadir Gecesi’nin ne olduğu senin dirayetine girmedi şeklinde de ifade edebiliriz. O zaman soru cümlesi olur. Bundan sonra açıklandığına göre bu mânâ doğrudur. Kadir Gecesi’nin ne olduğu senin dirayetine girmedi demek olur.
MAv LeYLetu eLQaDRı ما ليلة القـدر
‘Mâ Hiye’ denmesi gerekirken, Kadir Gecesi’ni tekrar etti, izmardan izhara (zamirden isme) gitti. Acaba bunu neden yapmıştır? Birinci Kadir Gecesi ile ikinci Kadir Gecesi kısmen farklı ise izhar edilir. Zamirle getirilmez. Birinci âyette zikredilen Kadir Gecesi Kur’ân’ın inmeye başladığı Kadir Gecesi’dir. Oysa burada zikredilen Kadir Gecesi her yıl tekerrür eden Kadir Gecesi’dir. Birincisi ahd-i haricidir, ikincisi ise cins veya istiğrak içindir. Ya bütün Kadir Geceleri demektir, yahut Kadir Gecesi’nin tarif olarak özelliğidir. Bu ikinci mânâ bize bütçe hazırlarken uyum içinde olmamızı emreder. Allah nebatları ve hayvanları periyodik düzen içinde var etmişse, bize de onu emretmektedir. Birinci âyetteki Kadir Gecesi, Kur’ân’ın indiği medeniyetin bin yıllık Kadir Gecesi’dir. İkincisi ise birincinin de içinde olduğu biner yıllık medeniyetlerdir. Bu sebepledir ki burada Kadir Gecesi’ni tekrar lâfzen söylemiştir.
Ve MAv EdeDRAyKa MAv LeYLetu eLQaDRı وما أدراك ما ليلة القـدر
Senin Kadir Gecelerine hiçbir şekilde müdahalede bulunma gücün yokken, bu Kadir Gecelerinden birinde Kur’ân’ı inzâl etti, İslâm Medeniyeti’ni inzâl etti demek olmuş olur. Böylece biner yıllık tarihi devirlerin en ilerisi Kur’ân’ın iniş tarihine kodlamış bulunmaktadır.
1) Müsbet ilimin yardımı ile Kur’ân’ı yeniden anlayıp içtihatlar yaparak VI. İslâm yani II. Kur’ân Medeniyeti’nin oluşmasında gücümüzün yettiği kadar katkıda bulunmak. Bu tarım medeniyeti ve tarım döneminden sanayi dönemine geçiş evrimidir. İşçilik döneminden ortaklık dönemine, merkezi yönetimden halk yönetimine, mucize dininden ilim dinine, deneme ilminden teminatlı ehliyet ilmine geçiş çabası olacaktır.
2) Bir asır içinde, Kur’ân her yönü ile ele alınıp büyük bir Kur’ân Ansiklopedisi hazırlanacaktır. Yeni bin yıllık medeniyetin içtihatları bu ansiklopedi üzerinde oturtulacaktır.
3) On yıl içinde Kur’ân’a göre yeni sitelerin oluşmasına başlanacaktır.
4) Bir yıl içinde Ahşap Evler Projesi tamamlanacak, bilgisayarla yeni muhasebe sistemi kurularak ve inşaat projesi faaliyete geçirilecektir. Bütün bunlar Allah’ın izni dahilinde olacaktır.
Bu bir yıl içinde:
1) Ahşap evin örnek projesi hazırlanacaktır.
2) Bir örnek ev yapılmış ve bitirilmiş olacaktır.
3) Ortaklık kurulmuş olacak; yüz ortak bulunacak; bin ortağın bulunmasına başlanacaktır.
4) İstanbul’da yerleşilecek ve muhasebe sisteminin kurulmasına başlanacaktır.
5) Yapının tescili yapılacaktır.
6) Bahşiyaş Köyü Akyapı Sitesi’nin ruhsatı alınacak ve site alt yapısı yapılacaktır.
7) Bunlar bizim azmimizdir. Muvaffakiyetin sınırı tamamen Allah’a aittir. Biz plân yaparız. Bunlar bizim elimizdedir. Kaza yani gerçekleşme ise tamamen Allah’ın iradesine bağlıdır. Ancak biz elimizden geldiği kadar bunları yapmalıyız.
Bu çalışmalara şu hususlar da eklenmelidir:
i) Haftalık dergi çıkarılmalıdır.
ii) Kur’ân Vakfı çalışmalarına başlanmalıdır.
iii) Parti kurma çalışmalarına devam edilmelidir.
LeYLetu eLQaDRı ليلة القـدر
Kadir Gecesi üçüncü defa tekrar edilmiştir. Yani zamir gönderilmemiş, doğrudan ifade edilmiştir. Çünkü burada kastedilen ikinci Kadir Gecesi olmayıp birinci Kadir Gecesi’dir. Zamir en yakına gider. Oysa harf-i tarif için böyle bir kural yoktur. O sebeple kelime üçüncüde ikinci defa tekrar edilmiştir. Bir kelimenin tekrar olarak söylenmesi ona vurgulamak içindir. “Ahmet geldi.” “Ahmet çalışkandır.” “Ahmet benim dostumdur” demek, Ahmet’in önemini belirtir. “Ahmet geldi, o çalışkandır, o dostumdur” denildiğinde Ahmet’e vurgu yoktur. Burada vurgulanan Kur’ân’ın indirildiği dönem veya gecedir. Oysa ikinci Kadir Gecesi genel Kadir Gecesi veya bin yıllık dönemdir. Allah her yaratılışta kadri en büyük olan şeyleri varetmiştir. Yapılar içinde Kâbe, insanlar içinde Son Peygamber, zaman içinde Kadir Gecesi’ni en değerli olarak varetmiştir. Bu varedilenler arasında sonsuz bir şeyin olmaması ve eşitlik ilkesinin de bulunmaması sebebiyledir. Değerlilik varlıklarda değil, Allah’ın onlara verdiği özellikten dolayıdır. Toplulukların da böyle başkanları vardır. Onlar özel kimselerdir. Bu matematikteki başlangıç noktaları gibidir. Bu gece başka bir gece de olabilirdi. Ama bu gece Kur’ân’ın nâzil olduğu Kadir Gecesi’dir. Her yıl için de Ramazan’ın son haftasındaki bir gecedir. Ramazan Bayramından önceki gecelerdir. Bayram yeni hafta içinde başlar. Son Cuma esas alınabilir. Bu deyimin üç defa tekrar edilmiş olması, bize bu sûrenin üçlü taban üzerinde oturduğunu belirtir.
إناأنزلنه في ليلة القدر(1) وما أدراك ما ليلة القدر(2) ليلة القدر خير من ألف شـهر(3)
تنزل الملآْءكة والروح فيها بإذن ربـهم من كل أمـر(4) سـلم حي حتى مطلع الفجـر(5)
EınNAv EaNZaLNAvHu FIy LaYLaTı eLQaDRı Ve MAv EaDRAyKa MAv LaYLatu eLQaDRı LeYLeTu eL QaDRı PaYRum MıN EaLFı ŞaHRın TeNezZaLu eLMaLAEıKatu Ve elRUvXu FıyHAv Bi Eı7Nı RabBıHım MıN KulLı EMRın SaLaMun HıYa XatTAy MaOLaGı eLFeCRı
(EaNZaLNAvHu MAv EaDRAyKa TaNazZaLu) :3 Fiil
(PaYRun SaLaMun) (ŞaHRın EMRın) (EeLFı KulLı) :6 Nekre
(LaYLaTı LaYLatu LeYLeTu) (RabBıHım MaOLaGı Eı7Nı) :6 Marife
(eLQaDRı eLQaDRı eLQaDRı) (eLMaLAıKatu elRUvXu eLFeCRı) :6 Harf-i tarifli
33!/(3!)^3/(6!)^4 /3^9/6^24=E-4
Arapçada 29 harf vardır. Arap dilinde bunların kullanılması nisbetinde harflerin gelmesi ihtimali vardır. Bir çekilişte gelmeyen harfleri Arapçada yok sayalım. Harf sayısı nisbetlerini de kullanılan sayıları kadar olsun. Bu var sayımlar, en çok muhtemeli vermektedir. Gerçekte ihtimaliyat çok çok daha azdır. Aşağıdaki program QB’de hazırlanmış olup, Kadir Sûresi için uygulandığında ihtimal 0.929 E-14 1/100 000 000 000 000 yani yüz trilyonda bir kadardır.
Yani Kadir Gecesi’nin ilâhi söz olmama ihtimali en çok yüz trilyonda bir kadardır. Diğer katkılar hesaba katılmamıştır. On milyar yıl önce yaratıldığına göre bir saatte Kâinatın yok olma ihtimali ne kadarsa, Kadir Sûresi’nin Allah’ın sözü olmama ihtimali de o kadardır. Kim bir saat sonra kıyamet olacak diye oturup kıyameti bekler. Bu özellik sadece Kadir Sûresi’ne ait olmayıp Kur’ân’ın tüm sûreleri için geçerlidir.
'P=n!/N^N* ki^ki/ki!
Eo=0:Ei=0 :Pt=1:Pm=1:Pq=1:Pp=1:Ps=1
FOR c=1 To 7:READ Ln:FOR k=1 To Ln:READ s :n=n+s: NEXT
Pn=1:FOR k=1 TO n:Pn=Pn*(n+1-k)/n:
10 IF Pn<0 THEN Pn=Pn*10 :E=E-1:GOTO 10
20 IF Pn>10 THEN Pn=Pn/10 :E=E+1:GOTO 20:
NEXT:
P=Pn:FOR L=1 TO Ln :Pi=1: READ ni:FOR k=1 TO ni:Pi= Pi*(ni+1-k)/ni
30 IF Pi<0 THEN Pi=Pi*10 :Ei=Ei-1:GOTO 30
40 IF Pi>10 THEN Pi=Pi/10 :Ei=Ei+1:GOTO 40:
NEXT :
Eo=E-Ei:P= P/Pi:NEXT:Pq=Pq*P:Eq=Eq+Eo
50 IF Pq<0 THEN Pq=Pq*10 :Eq=Eq-1: GOTO 50
60 IF Pn>10 THEN Pn=Pn/10 :Eq=Eq+1: GOTO 60
100 Eo=0:Ei=0:n=0:ni=0 :E=0:NEXT:PRINT Pq,Eq
DATA 7, 3,6,6,6,3,6,3, 3,6,6,6,3,6,3
DATA 6, 6,6,3,3,3,6, 6,6,3,3,3,6
DATA 4, 6,3,6,3, 6,3,6,3
DATA 2, 30,12, 30,12
DATA 3, 9,6,3, 9,6,3
DATA 2, 6,3, 6,3
DATA 3, 15,6,3, 5,10,7,3
EınNAv ‘FIyHAv’ HıYa :3 Zamir
(MıN Bı MıN ) (FıY FıyHAv XatTAy) :6 Harf-i cer
Ve Ve MAv :3 Harf
FIyHAv iki defa yazıldığından, toplam kelime sayısı 32’dir. (İkili Sistem)
MAv LaYLatu deki Mâ harftır, demektir. Hâl de soru edatıdır. Aksi takdirde Ve harfleri üçlü olmazlardı.
Hemze 7 tanedir. Ancak MıN EaLFı lâfzı MıNaLFı şeklinde okunur, böylece altı tane olur. A da 7 tanedir. Ancak, Selâm’daki A harekeden dönüşmüş olup Besmele’deki Rahmân’ın A’sı benzeridir. Harf sayılmaz.
6E + (5H+1P) + (1G+2X) + 3Q + 3K + (1C+5Y) = 27 (6+6+3+3+3+6) Boğaz Kameriyesi
(4t+1S+1Ş) + 3T + (4D+1O+17) + 3Z = 18 (6+3+6+3) Şemsiye
(19L+11R) + (8N + 4n) = 42 ( 30+12) Beyniye
9M + (4F + 2V) + 3B = 18 ( 9+6+3) Dudak Kameriyesi
(6Av) + (2Iy + 1Uv) = 9 (6+3) Med Harfleri
Toplam 114 Harf: Bu rakam sûrelerin sayısıdır. Kur’ân’ı indirme ile ilgili olarak bahseden sûredeki harf sayısının sûre sayısı olması dikkati çekmektedir.
PaYRun خـيـر
Seçkin demektir. Gelir getiren servete ‘hayır’ denmektedir. Bu malların birliği korunmak istenir ve işletme mülkiyeti mirasla değil de vasiyetle intikal eder. Bir bahçede en seçkin meyveye ‘hıyar’ denir. Türkçede ‘salatalık’ için kullanılır. Yaşlı kimselere de ‘ihtiyar’ denir. Hepsi seçkin anlamındaki ‘hayır’ kelimesinden türemektedir. ‘Şer’ kötülük anlamındadır ve ‘şerâre’den gelir. Çarpıcı alevdir. Düzgün yanan aleve ‘harlanma’ denmektedir. ‘Kor’ kelimesi de buradan türemiştir. He Ke’ye dönüşmüştür. İyilik ‘hayır’dır. Kötülük ‘şer’dir. Hayrın aslı ‘AHYER’dir. Daha iyi demektir. Daha iyidir, daha hayırlıdır anlamına gelir. Kadir Gecesi’nin insana ve insanlığa yararı bin aydan daha hayırlıdır. Yahut, bin otuz binlik yıldan daha hayırlıdır, daha bereketlidir. Burada Kur’ân’ın inişi anlatılmaktadır. İnsanlık on binlerce yıl eğitilmiş, nihayet kendi ilmiyle yaşayabilecek bir seviyeye ulaşmıştır. İçtihat ve icma müesseseleri ile insanlık için yeni dönem başlamıştır. İnsanın kendi kendini yönetme dönemi başlamıştır. Buna varabilmek için dört temel kural geliştirilmiştir. Hedef, kişilerin hak ve hürriyetleri ile topluluğun varlığı ve düzeni arasında denge kurmaktır. Bu dengeyi önceleri topluluğu yönetenler koyuyordu. Bunlar peygamberler veya hükümdarlar idi. Oysa Kadir Gecesi’nde Kur’ân gelmeye başlayınca dengeyi artık topluluğun kendisi koyacaktır. Ne Allah’tan vahiy alan peygamberler, ne de kendi güçlerine güvenen hükümdarlar düzeni koyacak ve dengeyi sağlayacaklardır. Allah insanı iradesi olan bir varlık olarak yaratmıştır. Oysa diğer varlıkların iradeleri yoktur. Bu sebeple insan ‘ahsen-i mahlukat’tır. Ancak nasıl çocuk irade sahibi değilse, onu anne babası yönetiyorsa, insanı da Kadir Gecesi’ne kadar peygamberler veya hükümdarlar yönetti. Kadir Gecesi’nde insan rüşte erdi ve kendi kendisini yönetmeye başladı. Bu sebeple bu gece bin aydan yani 30 milyon seneden daha hayırlıdır. İnsanın kendi kendisini yönetmesi için İslâmiyet aşağıdaki dört kuralı koymuştur:
1) İnsan yaşaması ve çalışması için kendisi kurallarını koyacaktır. Bu onun hak ve hürriyetlerini korumuş olacaktır. Yani cüz’i iradesini kullanacaktır. Bunun yanında kendi koyduğu kurallara uymak zorundadır. Böylece hak ve hürriyetler ile düzen arasında denge kurulmuş olur. (İçtihat)
2) İnsan diğer insanlarla serbest sözleşmeler yapacaktır. Böylece kendi iradesini kullanacaktır. Bunun yanında sözleşmelere riayet edecektir. Buna mecburdur. Bu topluluğun düzenini korur. (İcma)
3) Çıkacak nizalar tarafların seçtiği hakemlerce çözülecektir. Tarafların biri bir hakem, diğeri diğer hakemi seçecek, iki hakem baş hakemi seçecek; bunların verdiği karar kesindir. Taraflar bu şekilde hakemlerden oluşmuş tarafsız ve bağımsız yargıya uyacaklardır. Hakemleri kendileri seçmişlerdir. Buna karşılık kararlara uyma zorunluluğu vardır. (Tahkim)
4) Hakem kararlarına herkes kendisi uyar. Halk Aşiret ve Kabile halinde cemaatler oluştururlar. Aşiretlerinde ortak yaşamayı; Kabilelerinde hukuk düzenini ve ortak çalışmayı; Şa’blerinde iç güvenliği; Kavimlerinde dış savunmayı yapmak üzere teşkilâtlanırlar. Her topluluğun kendilerinin atadığı Başkanları vardır. Ortak işlerde ona itaat ederler. Mağdur olanlar hakemlere giderler. Yerinden yönetimle kişilerin hak ve hürriyetleri korunmuştur. Göç tamamen serbesttir. İtaat etme zorunluluğu ise düzeni sağlamaktadır. (İmamlık).
Bu mekanizmalarla Kur’ân halkın kendi kendilerini yönetme imkânını ortaya koymuştur. İnsan artık kendi iradesini kullanarak yaşayacaktır. Bunun için Kur’ân’ın gelmesi insan için en büyük inkılâptır. Böyle bir gün ne Kadir Gecesi’nden önce var olmuştur, ne de Kadir Gecesi’nden sonra bir daha ortaya çıkacaktır.
PaYRun خـيـر
Nekiredir. Bunun anlamı, insanlığın sadece 30 milyon yıl Kur’ân ile yaşama ilkesini ihtiva etmiyor, daha fazlasını da ihtiva ediyor.
MiN مـن
Bir oluşun başlangıcını gösterir. Bu zamanın başlangıcı olabildiği gibi bir mekânın başlangıcı da olabilir. Bir şeyin cinsini gösterebilir. Başına geldiği ismin olaya, olayın isme etkisi yoktur. Üstünlük sıfatından sonra karşılaştırmayı gösterir. Kendisinden önce gelen ismin sonra gelenden daha üstün olduğunu gösterir. Burada Kadir Gecesi’nin veya Kur’ân Çağı’nın MiN’den sonra gelen 1000 aydan daha hayırlı olduğunu gösterir. Burada ne yönden hayırlı olduğu belirtilmemiştir. Yani bu husus mücmel bırakılmıştır. Başka âyetlerle açıklanması gerekmektedir. Bu husus bütün Kur’ân’da açıkça ifade edilmiştir. İnsanlara hidayet olma bakımından 1000 aydan daha hayırlıdır. Kur’ân’ın doğrudan doğruya mucize olması, yani kendisinin Allah sözü olduğunu isbat etmesi bakımından 1000 aydan daha hayırlıdır. Kurân’dan önce peygamberler gelir, mucizeler gösterir ve Kitabın Allah sözü olduğuna öyle inandırırlardı. İsrailoğulları Tevrat’a sopanın yılan olması ile inandılar. İncil’e de Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi ile inandılar. Kur’ân’a ise Kur’ân’ın kendisi mucize olduğu için inandılar. Kur’ân’ın yıllar geçtikçe mucizeleri ortaya çıkmaktadır. Bu sûrede harflerin üçlü sistem içinde dizilmesi bir mucizedir. Bu mucize asrımızda ortaya çıkmıştır. Bu dizilişin olabilme nisbeti çok küçüktür.
MiN من
Harf-i cerdir. Olay, başına geldiği kelimeden başlar. Bu zamanda ve mekânda olabilir. Bir varlığın cinsini ifade etmek için kullanılır. Bir bölümünü almak için kullanılır. Üstünlük karşılaştırmalarında, kendisinden önce gelenin kendisinden sonra gelenden üstün olduğunu ifade eder. Burada Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Bin aya eşit denmeyip daha hayırlı olduğunu ifade etmektedir. Hayırlı olma bin ayla sınırlı değildir ve daha fazlasını ihtiva eder. Bin ay devir olarak alındığı zaman otuz milyon yıl etmektedir. İnsanın yaradılışından beri 50 veya 60 bin yıl geçtiği kabul edilirse, gelecekte daha çok uzun bir ömür olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber kâinatın yaratılığı günden bu güne kadar geçen zaman on milyar yıl olduğuna göre, otuz milyon da küçük bir bölüm teşkil eder. Bu böyle olmakla beraber, Kur’ân’da ‘daha hayırlıdır’ demekle, bu otuz milyonla da sınırlı değildir. Kur’ân’ın hayırlı olması yani otuz milyondan daha çok hükümler ihtiva etmesi, insanlığın bu kadar zamanda yaşayacağına sadece imâ eder. Daha önce de daha sonra da kıyamet olabilir.
EaLF الف
Bin demektir. Kur’ân’da onluk sayı sistemi ele alınmıştır. GaŞaRa = On, en küçük topluluğun sayısıdır, ‘aşiret’ demektir. Yüz, ‘yuva’ anlamında olan ‘MıEt’ten gelmektedir. EaLF yani bin ise ‘ülfet’ anlamını ifade eder ki, yine ‘topluluk’ demektir. Kur’ân yüzbinler’den bahsederek onbin’den sonra gelen yüzbinler’in topluluk oluşturduğunu ifade etmektedir. 24 saatlik zaman birimini bir gece olarak alsak, bin ay seksen yıla tekabül eder. Bu da insan ömrünün bâliğ olarak geçireceği ömürdür. Bir Kadir Gecesi’nde yapılacak çalışma, bir ömür boyu yapılacak olan çalışmadan daha iyidir. Plânlı ve programlı bir günlük çalışma, bütün hayat boyunca plânsız ve projesiz yapılacak çalışmadan daha hayırlı sonuç verir anlamını içerir. İnsanlık denemeler sonunda Kur’ân’ın gösterdiği yerlere ulaşmaktadır. Ancak 30 000 defa yapılan denemeler, bir defa hesap yapma ile eşdeğerdir. Daha iyidir. Bu hususu iyi anlamak ve tarih boyunca cereyan eden gelişmelere bakmak yeterlidir. İnsanlık ne zaman ilmî olarak bir iş yapmışsa sür’atle sıçrama yapmıştır. Müslümanlar hukukta ve dilde ilmî usûlü; yani takdir, usûl, metot ve hesap sistemini benimsemişlerdir. İnsanlık bugün dahi ne dilde ne de hukukta onlara yetişememiştir. Avrupa da sanayi alanında aynı ilmi ve hesap metodunu kullanmış ve iki asırlık zamanda, on binlerce yıldan beri aldığı yoldan fazlasını almıştır. Demek ki, bir gecelik plân, 30 bin gecede yapılan plânsız çalışmadan daha hayırlıdır. Takdiri ve plânlamayı iyi anlamak gerekir. Plânlama demek, tüm bilgileri bir araya getirerek hesap yapma, proje yapma demektir. Bu hesap ve proje, değişik bilgileri bir araya getirip uyuşturma ve telif etme demektir. Telif kelimesi ‘binlemek’ demektir. Medeniyetlerin ömrünün ‘bin yıl’ olması bu kelimeden de istidlâl edilebilir.
ŞaHRın شـهر
Hilâlin karşılığı anlamında açıkça görülen aydır. Kamer ise ay kitlesinin adıdır. Şehr, zaman olarak ayın tamamına delâlet eder. Şöhret de görünmek anlamındadır.
Ayın uzunluğu 29.530588 gündür.
Bir milâdi yılın uzunluğu 365.2429879 gündür.
Kameri yılın uzunluğu ise 29.530588 x 12 = 354.370056 gündür.
Veda Haccı Büyük Hac’dır. Ayların başlangıcı oradan alınabilir.
Veda Haccı 632 yılında olmuştur. Her 2 ay için bir gün, sonra her 33 ay için bir gün, 5 000 ay için bir gün, 12 000 gün için bir gün ve 500 000 ay için bir gün eklenir. Bunların toplamı 7’ye bölünür, artan gün kadar ileri sayılır ve değişme günü bulunmuş olur.
Kadir Gecesi’ni neden ay ile mukayese edip sene ile veya hafta ile mukayese etmemiştir. Çünkü Kur’ân Ramazan ayı içinde inmiştir. Cebrail’e Ramazan’ın başlangıcında öğretilmeye başlanmış ve Ramazan’ın sonlarında Kadir Gecesi’nde son bulmuştur. Kur’ân otuz cüz’e ayrılmıştır ve her gün bir cüz okunarak Ramazan’da tamamlanır. O halde Cebrail’e böyle tâlim edilmiştir. Eski mushaflarda bu bölme zihinde yapılmış ve sayfaların kenarlarına işaretlenmiştir. Osmanlılar bunu 20’şer sahife olarak düzenlemiş ve 600 sahife olarak koymuşlardır. Burada Kur’ân’ın bir mucizesi daha ortaya çıkmış ve bu düzenlemede her sahife mutlaka bir âyetin başına rastlamıştır. Şiir gibi satırlar sahifeleri tam olarak doldurmuştur. Oysa ilk yazıldığı zaman kâğıt yoktu ve yazı deri, kemik ve tahta parçaları üzerinde yazılıyordu. Bu mucize yirminci yüzyılda daha ileri gitmiş ve Kur’ân’daki Allah sözleri sahifenin belli yerlerinde yer almıştır. İşte Kur’ân burada aya işaret etmekle, Kur’ân ile 30 arasında bir ilişki olduğunu da belirtmiş olmaktadır.
EaLFı ŞaHRın ألف شهر
Bin ay ve gece tabirleri takvimin ay ve gecesi olarak anlaşılabildiği gibi bin yıllık peryodlar da anlaşılır. Çünkü Arapçada ‘yevm’ aynı zamanda ‘çağ’ demektir. ‘Tilke eyyâmün nüdâvilühâ’ âyetinde bunlar ‘çağ’lardır ve anlam olarak ‘insanlar arasında dolaştırırız’ demektir. Âhiret için ‘din günü’ diyor, oysa bunlar 24 saatlik gün değildir. Göklerin de 6 günde yaratılması bu anlamdadır. İbranice ve Arapçadan diğer dillere çevrilirken ‘yevm’ kelimesinin bu mânâsına dikkat edilmemiş ve gün olarak tercüme edilmiştir. Her gün 1000 yıl olunca, 30 000 gün 30 000 000 yil edecektir. Bununla ifade edilmek istenen, Kur’ân’ın getirdiği hükümlerin insanlığa kıyamete kadar yeterli olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan Kur’ân’ın yaptığı inkılâbın etkilerinin otuz milyon yıldan fazla süreceğini belirtmiştir. Ayrıca plânsız - projesiz işlerin, plân ve proje ile yapılan işlere orandaki bereketlerinin bu suretle yüz binler olduğunu ortaya koymuştur. Kur’ân’da kâinatın ve insanın değişmeyen fıtrî özellikleri belirlenmiştir. Bunlar kıyamete kadar değişmez. Bunun yanında değişen ve genişleyen kâinatın ve insanlığın evrimine intibakını içtihat ve icmalara bırakmıştır. O zamana kadar mevcut olmayan düzeni getirmiştir. Halkın kendi kendisini yönetme sistemini getirmiştir. Bu halkın kendi kendisini yönetmesidir. Demokrasidir. Bunun yalnız prensiplerini getirmekle kalmamış, ayrıca mekanizmaları da vazetmiştir. Bunlar içtihat, serbest sözleşme, hakemlik ve biat müesseseleridir. Bunlar yerinden yönetim ve çoklu hukuk sistemi ile dengelenir. Hukuk düzeni içinde yönetim, yaklaşık bin aileden oluşan kabile içinde temin edilir. Kişiler yönetimi beğenmeyince oradan hicret ederler. İl iç güvenliği sağlar, devlet dış savunmayı yapar. Özel hukuk ise hukuk ekolleri tarafından teşri edilir. Kim hangi hukuka tâbi olmak istiyorsa ona uyar. Bugün uluslar arasında çok hukuklu sistem vardır. Ülke içinde serbest sözleşme çok hukuklu demektir. İçtihat ve icmaya dayalı çok hukuklu yerinden yönetim sistemi her çağda yeni hukuk üretecek ve ileri düzen getirecektir. İşte ‘bir gece’ bu sebeple gelecek asırların tümüne denktir. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
NaZLat نـزلـة
Konak yeri demektir. Kervanın konakladığı yerdir. İnzâl, oraya konma demektir. Konaklarda onları konuklayan kimseler de vardır. Bunlar insanlar olmalıdırlar. İnsan ile melek ve rûhlar arasında bir ilişki mevcuttur. Bu ilişki sezi ve rüyalarda, şeytanın kötülük dürtülerinde, insanın iyilik ve kötülük istemelerinde belirli hâle gelir. Melek ve rûhların insanlar arasına gelişleri ve onlarla irtibat kurmaları olayı ilmen incelenebilir. Kişinin rüya görüp rüyanın gerçek çıkması veya insanın içine bir şey doğup da onun gerçekleşmesi bunlardandır. Keşif ve buluşlar da insanın aklına bir şeyin aniden gelivermesi gibi basit sebeplerle izah edilemez. Bu sebepledir ki bazı insanların sezilere dayanarak elde ettikleri büyük sonuçlara bakarak insanlar onları ulularlar. Velî yahut dâhi yaparlar. Hatta bu özel durumdan dolayı onları tanrılaştırır ve taparlar. En beceriksiz bir kimse bile sorumluluk mevkiine gelince harikalar yaratmaya başlar. Psikoloji ilminin inkârcı olmayan gözle ilmen tedkiki bir takım bizi sonuçlara götürebilir. İnsanlık ilmi çalışmalara yavaş yavaş intibak etmektedir. Önce Matematik ilmi doğmuştur. Sonra Fizik ve Kimya ilimleri gelişmiştir. Biyoloji ise en son gelişen ilimlerdendir. Psikoloji ve Sosyoloji henüz ilimleşememiştir. Bilgisayarın bulunması ile bir çok ruhsal olaylar aydınlanmıştır. Bugün bilgisayarlar beynimizin yaptığı işleri yapmaktadır. Ancak hiçbir bilgisayar tuşlara basan bir insan olmaksızın hiç bir iş yapamaz. Peki, beynimizdeki bilgisayarın tuşlarına kim basıyor? İşte buna ‘rûh’ diyoruz. Paralel çalışan bilgisayarlar vardır. Pekâlâ ruhlar arasında da paralellik sağlanabilir. Bu paralelliğin sağlanması için karşılıklı bağlanmaların olması gerekmektedir. İşte Kur’ân ve ibadetler insanlar arasında bu bağlantıyı sağlamaktadır. Birlikte Kur’ân okunmalı, içtihatlar yapılıp istişarelerde bulunulmalıdır. Kur’ân ile ilişkisi olmayan insanların konuşmasını dinlediğimde, kör bir insanla konuşuyorum gibi geliyor, nasıl anlatacağım diye sıkıntı çekiyorum. Oysa Kur’ân ilimleri ile meşgul olanlarla sohbet ettiğim zaman tam zıt mânâları anlatabilmekteyim. Karşı olmakla beraber eşit seviyeye geliyoruz. Bu diğer ilimlerde de böyledir. Matematik ilmini bilmeyenlere de kâinatı anlatamıyorum. Kadir Gecesi böylece Kur’ân okuyanlarla melek ve ruhlar arasında yıllık toplantı şeklinde ortaya çıkar.
TaNazZaLu تـنـزل
Tefaul kalıbı, peyderpey gelmek, konaklamak demektir. Birsinin görevlendirmesiyle gelmek demektir. Fiil-i muzaridir. Yani ‘inerler’ demektir, ‘indiler’ değil. Yani Allah Kur’ân’da Kadir Gecesi’nde Cebrail’e Kur’ân tâlim ederken sadece ona değil diğer meleklere ve rûha da öğretmiş olmaktadır. Kur’ân’ın Cebrail’den insana intikali daha kolay bir olaydır. Oysa Allah’ın kelâmının Cebrail’e intikali ise daha önemlidir. Çünkü orada yaratılan yaratanla diyalog kurmaktadır. İşte melek ve ruhlar da böylece bu olaya şahit tutulmuştur. Kadir Gecesi I. Kurân Medeniyeti’nin doğuş dönemini anlatıyorsa, burada yine melekler görev almışlardır. Savaşlarda meleklerin gelip yardım etmesi bu kabildendir. Mağarada tam yakalanma durumunda iken kafiledeki düşmanların geri dönmeleri gibi bir çok olaylar bu şekildedir. Kendi öz hayatımızda da bu tür korunmalara sık sık rastlarız. Bir çok olaylarda, tam mahvolacak gibi bir zamanda iken size yardım gelir. Yani melekler ve ruhlar iyi insanlara her zaman yardımcı olmaktadır. Buna karşılık şeytan da insana daima kötü vesvese vermektedir. İnsanın tam olarak kendi iradesini kullanabilmesi, sorumlu tutulup mükâfatlandırılması için ona bu imkânı sağlayacak mekanizmanın olması gerekir. Allah her şeye kâdirdir. Ancak bir şeye kâdir değildir. O Allah ikinci bir tanrıyı var edemez. Oysa insan O’nun halifesi olarak tanrı değildir ama tanrının görevini yüklenmiş bir varlıktır. Cüz’i iradesi ile iyilik veya kötülük yapmakta, bununla cezalanmakta ve mükâfat görmektedir. İşte insanın bu iradesinin sağlanması için bedende bir takım oluşumlar olduğu gibi, bâtıni âlemde de bu tür olaylar vardır. Topluluk içinde de daima iki kutup bulunur: İyiler kutbu ve kötüler kutbu. Topluluk bazen bir tarafa bazen başka tarafa gider. Kişi de bunlardan istediğinin yanına meyleder. Bâtın âleminde de böyledir. Matematik sayılarla başlar. Toplama ile tarif edilen işlemler vardır. Çarpma, aynı büyüklükteki sayıların toplamıdır. Üs alma, aynı değerdeki sayıların çarpımıdır. Çıkarma toplamanın, bölme çarpmanın ve kök alma üs almanın tersidir. Bu işlemlerin gerçekleşmesi için tam sayıların ve negatif sayıların olması gerekmektedir. Bunlar bir büyüklük itibarı ile sıralanırlar. Tek sıra oluştururlar. Oysa negatif sayının kökünü alabilmek için bâtıni sayılara gerek vardır. Bâtıni sayılar olmasa denge oluşmaz. Bütün işlemleri yapamayız. Kâinat da sayılardan oluştuğu için bâtın olmadan zâhir de olmaz. Bunu günlük hayatımızda da görürüz. İç olmadan dış olmaz. Her kumaşın mutlaka iki yüzü vardır. Fizikte de bunlar ispat edilmiştir. Görünen dalgalar vardır. Görünmeyen dalgalar vardır. Onları ölçeriz ama onlardan yararlanamayız. Bunlar ışık hızından fazla hızla giderler. Bizim bâtın âlemi göremeyişimiz, solucanın uçan kuşları göremeyişi gibidir. Ama kuşlar solucanları görüyorlar. Meleklerin ve ruhların inişi de böyledir. Biz onları göremiyoruz ama onlar bizleri görüyorlar. Eskiden biz televizyon dalgalarını da alamıyorduk, mikropları da göremiyorduk. Şimdi görebiliyoruz.
eL ال
Harf-i tariftir, meleklerin başına gelmiştir. Çoğul üzerine geldiği zaman istiğrak için olabilir. Bütün meleklerin oluşturduğu gruplar anlamında olur. Bu anlamda olduğunda Kadir Gecesi yalnız yeryüzünün değil tüm kâinatın gecesi olmuş olur. O zaman bütün meleklerin o gece görev aldıkları ve vazifeye koştukları anlamına gelir. Bu şekilde mânâ verebilmemiz için yeryüzündeki vakti tüm kâinatın birim vakti olarak düşünmemiz gerekir. Bunun böyle olduğunu kabul ettirecek her hangi bir delil yoktur Kâinatın büyüklüğü ve gezegenlerdeki gece ve gündüzün farklı olması böyle bir mânâ verilmesine mânidir. ‘Tenezzul’ kelimesi ise ‘görevlenmeleri’ mânâsında alınabilir. Zâhiri mânâ; buradaki iniş yeryüzüne iniştir ve insanlarla kuracakları irtibattır. Bu taktirde harf-i tarif, belli görevli melekler demektir. Kur’ân meleklere imânı esas yapmıştır. Melekleri ve kitapları esas almıştır. Melekleri kitaplardan önce, resûlleri kitaplardan sonra zikretmiştir. Kitap deyince, kurallar anlaşılmalıdır. Melek deyince, kuralları oluşturucu anlamındadır. Her sahada görevli melekler vardır. Yeryüzünün düzenlenmesi için melekler vardır. Onlar yeryüzüne inerler; görev yapmak için inerler; ‘yeryüzünde görevli olan melekler inerler’ anlamındadır. Bunlar çoktur ve her biri ayrı bir görev için gelmektedir.
MELEK ملك
Melke, çamurdan tuğla yapan kimselerdir. Meleke, kabiliyet kelimesi buradan gelir. Milk yani servet de buradan gelir. Mülk, hakimiyet anlamı buradan iştikak etmiştir. Göçebe hayatı yaşayan topluluklar içinde hükümdarlar yerlerinde oturur ve kendilerine kuleler yaparlardı. Bunların adı ‘melik’tir. Melek, inşaat işçisi, inşaat amelesi anlamına gelmektedir. Yani, Allah’ın kâinattaki işlerini yapan ve düzeni sağlayan varlıklar demektir. Gerçi kâinatın kanunları vardır. ‘Kütüb’ kelimesi ile ifade edilmektedir. Ancak kâinatta kör kanunlarla düzenlenemeyecek bir takım oluşlar vardır. Meselâ, yeryüzünde hayat olabilmesi, içindeki maddelerin miktarı, su miktarı, hava miktarı, tuz miktarı, altın miktarı, dönüş hızı, eksen eğikliği, güneşten uzaklığı, ayın büyüklüğü, dönüş hızı... Bunlardan her hangi biri bu miktarda olmazsa yeryüzünde hayat olmaz. Bir bina taştan ve tuğladan oluşur; ama mühendis olmadan, işçi olmadan, sadece taş ve tuğla bina olmaz. Yeryüzü hayat için en ince hesaplarla oluşturulmuştur. Bunların tesadüflerle olması elbette mümkün değildir. İşte bu görevleri yüklenen Allah’ın çalışanları vardır ki bunlara ‘melek’ denmektedir. Bunun dışında DNA zincirleri özel sıralamalarla oluşmuştur. Bu işleri de melekler yapar. İnsan beyni bir bilgisayardır. Beyni düzenleyenler de meleklerdir.
MaLAEıKatu ملآءكـة
Meleklerin çoğuludur. Demek ki Kur’ân Cebrail’e indirilirken ve sonra Hz. Peygamber’e tebliğ yapılırken yalnız bir melek inmiyor, melekler iniyor. Hz. Muhammed Kur’ân’ı işitmiştir. Kendisi okur yazar olmadığı için bir yerde kendisi yazmamıştır. Sonra da yazdıklarını okumamıştır. Kur’ân parça parça inmiştir. Vahiy 23 yılda tamamlanmıştır. Kur’ân’daki sırlar da gözetilmiştir. Bunların hafızada tutularak kitap haline gelmesi kendiliğinden olamaz. Melekler değişik kimselerin beynine girerek Kur’ân’ın eksiksiz olarak zamanımıza kadar gelmesini sağlamışlardır. Bunun dışında, tarihe baktığımız zaman insanların plânlı müdahalesi olmadan akıp gidiyor. İşte tarihi böyle kendi mecrasına götüren görevli melekler vardır. Burada şu soru sorulabilir: Allah bunları doğrudan doğruya yapamaz mı? Bu yaratıklara ne gerek vardır? Allah elbette doğrudan doğruya her şeyi yapabilir. Ancak Allah’ın bunlara ihtiyacı yoktur. Allah her şeyi insanların, cinlerin, meleklerin ve ruhların yararlanmaları için yapmıştır. Onları yüceltmek için yapmıştır. Hiçbir şeyi boşuna var etmemiştir. İsraf yapmamıştır.
ELMaLAEıKatu الملآءكـة
Bir çoğulun üzerinde harf-i tarif gelirse, bu durumda belli kimseler kastedilmiştir. Bizim onları bilmemiz gerekmektedir. Tabii kurallar dışında tesadüflerle oluşması gerekirken, eğer tesadüfün ötesinde bir mânâ taşıyorsa, işte bu görev meleklere verilmiş olmaktadır. İnsan meleklerden yararlanabilir mi? İbadetler bu yararlanmanın sağlanmasını temin eder. İbadetler insanı dış dünyadan alıp onu iç dünyaya doğru yöneltir. Ondan zevk almaya başlar ve o âlemde meleklerle daha yakın irtibat kurma imkânını elde ederiz. Melekler bunları kendi güçleri ve istekleri ile yapmamaktadırlar. Allah onları görevlendirmiş ve onlara o görevleri yapacak güç de vermiştir. Bütün dinlerde melek kavramı vardır. Halk zamanla melekleri tanrılaştırmıştır. Yaz tanrısı, kış tanrısı, iyilik tanrısı, güneş tanrısı gibi adlarla putperestliğe kaymışlardır. Oysa bunlar meleklerdir. Bunlara tercümeler de sebep olmuştur. Melek kelimesi bir dilden diğer dile aktarılırken tanrı olarak aktarılmış olmaktadır. Her toplulukta o topluluğu gözeten bir melek vardır. Kabileler arasında savaş olduğu için herkes kendi meleğini tanrı yapmış ve melek gitmiş onun yerine şeytan gelmiştir. İşte putperestliklerin kaynağı budur.
Va و
Atıf harfidir. Hâl cümlelerinin başına da gelir. Burada rûhu meleklere atfetmektedir. Rûh kelimesi tekildir. Tekil çoğula atfedilebilir. Bu takdirde gelen meleklerle beraber aynı zamanda rûhtur. Rûh meleklerden ayrı varlık olmuş olur. Çünkü atfedilen atfolunandan farklıdır. İnsan vardır, cin vardır, melek vardır. Şeytan da cinlerdendir. Kur’ân bunları böyle tasrih etmiştir. Kendi rûh olan bir varlık var mıdır, yoksa ruh sadece insan veya meleklerin varlığını oluşturmada bir cüz müdür? Bu âyetteki ve başka âyetlerdeki atıflar rûhun bağımsız bir varlık olduğunu ortaya koyar. Başka âyette rûh önce, melekler sonra yazılmıştır. Burada ise melek önce yazılmıştır. Bize göre de rûh ve melek ayrı ayrı bağımsız varlıklardır. Her şeyi çift yaratan Allah şuurlu varlıkları da çift yaratmıştır. İnsan, melek, rûh ve cin. Bunlar arasındaki farklar nelerdir? Bugünkü matematik ve fizik, âlemi dört sahaya ayırmaktadır. Önce zâhir ve bâtın âlem vardır. Her cismin iki hızı vardır. Bu hızların çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Varlıkların bir kısmı zâhir âlemde yaşar ve ışık hızından yüksek dalgaları bâtın âlemdedir. İnsan ve cin böyledir. Bazı varlıklar kendileri bâtın âlemde yaşar, ışıktan büyük olan dalga hızları ise zâhir âlemdedir. Melek ve rûh böyledir. Bunun yanında bu varlıkların bazısı düşük hızlarda yeryüzünde yaşarlar, bazı varlıklar yüksek hızdadırlar ve güneşte yaşarlar. Düşük hızda olanlarda vücut moleküllerle, yüksek hızda olanlarda vücut atomlarla oluşturulur. Rûh ve insan düşük hızda yaşarlar. Cin ve melek yüksek hızda yaşarlar. İnsan ile melek karşı karşıyadır. Cin ile ile rûh da karşı karşıyadır. İnsanın cin ve rûh ile yakınlığı vardır. Meleğin de bunlarla yakınlığı vardır.
RVX روح
Hayvanların barındığı ağıl demektir. Rıh, koku demektir. Ağıl civarından çıkan kokudur. Sonraları bütün kokular için kullanılmıştır. Rıh, aynı zamanda rüzgâr demektir. Rüzgârlar eserek çiçek kokusunu getirdikleri için bu adla adlanmış bulunmaktadır. Rahat, aynı zamanda dinlenme hâlidir. Akşamleyin hareket ‘revaha’ fiili ile yapılır. Çünkü akşama doğru hayvanlar ağıla gelmeye başlar. Nefes, boğazdan çıkan havadır. Rûh ise, insandaki şuuru taşıyan kısımdır. İnsanın rûhu olduğu gibi insandan bağımsız rûh da vardır. Rûh hem insanda hem melekte bulunur. Karşı karşıya olduğu için cinde rûh yoktur. İnsan rûh ile bedenin birleşmesinden oluşmaktadır. Cinlerin bedenleri insana, rûhları ise meleklere benzer.
ElRUvH الروح
Marifedir. Tekil olarak aldığımızda, ‘bir melek indi’ mânâsı çıkar. Kadir Gecesi’nde rûh vardır şeklinde anlamak mümkündür. Rûh o gecededir. Olabilir. Melekler peyderpey inerler. Rûh da oradadır. İfade ‘Ve fîhâ errûh’ şeklinde olsaydı bu anlam kolay verilebilirdi. Oysa burada ifade ‘Ve’r-Rûhu fiyhâ’ şeklindedir. Bu bakımdan burada rûhun tekil olmasına göre mânâ verilmektedir. Biz bunu ‘rûh’ kelimesinin hem müfred (tekil) hem de cem’ (çoğul) anlamında olması şeklinde yorumluyoruz. Meselâ, ‘Fulk’ gemi demektir; aynı zamanda gemiler de demektir. FUL sigası tekil için de çoğul için de kullanılır. Burada, ‘melekler ve rûhlar birlikte inerler’ mânâsını vermeliyiz.
Rûhlar ve melekler yeryüzüne inmektedirler. Bunların farklı görevleri olmalıdır. Acaba melekler ne yaparlar, rûhlar ne yaparlar? Melekler daha çok maddi icraat için rûhlar ise insanların rûhları ile haldeşleşmek için inmiştir şeklinde sayabiliriz. Kur’ân’ın diğer âyetlerine bakarak rûhun insana melekten daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Yani bedene melek, rûhuna rûh daha yakındır. Cinlerin etkisi de daha çok bedenedir. Şeytanın etkisi de daha çok rûhadır. Kalbine vesvese veren şeytandır. Kalbi tatmin eden rûhtur. ‘Tenezzelu ve ta’rucu’dan sonra, önce melekler sonra rûh demektedir. Oysa, ‘yevme yakûmu elrûhu ve elmelekü’de ise rûhu önce söylemektedir. Başka bir âyette de, Allah meleklerini rûh ile, dilediği kullarına emrinden tenzil etmektedir, demektedir. Burada, melekler rûhu getirmektedir anlamı çıkar. O halde rûhlar arasında ilişki iki yoldan sağlanmaktadır. Biri, insanların bedenleri aracılığı ile sağlanıyor, ki konuşmamız böyledir. Diğeri ise, melekler arasında ve rûhlar arasında beden aracılığı olmaksızın irtibat sağlanabilmektedir. Kadir Gecesi’nde melekler ve rûhların inmesi de, ikisinin birlikte insana etkili olacaklarını ifade etmektedir.
Burada uygulama için şu sorular sorulacaktır: Devlet bütçesi hazırlandıktan sonra bunların uygulanması için ‘âmilîne aleyhâ’ yani ‘kamu görevlileri’ ortaya çıkacak ve bu bütçeyi uygulayacaklardır. Bu bütçenin uygulanması şu şekilde olacaktır: Bir kısmını doğrudan doğruya halk anlayacak ve kendi içtihadı ile uygulayacaktır. Bu uygulamada görevlilerin izni gerekmeyecektir. Bir kısmı ise bütçede belirtilmiş olmakla beraber, uygulama kamu görevlilerinin yetkisinde bırakılmış olacaktır. Bu tür uygulamalar ruhsata tâbi olacaktır. Meselâ, bir yerin plânı yapıldı. Orada ne tür inşaat yapılacağı belirlenmiştir. Mühendisler bir yerden izin almaksızın burada inşaata başlayabilirler. Kim önce başlarsa o yer onun olmuş olur. Başka bir anlayışa göre ise, mühendisler ancak belediyeden izin alarak burada inşaata başlayabilirler. İki tür uygulama böylece topluluk içinde gerçekleşir. Her hangi bir konuda hangi uygulamanın yapılacağı ise plânda belirtilir. Belirtilmeyen yerlerde hangisi uygulanacaktır? İşte burada ‘izin’ kelimesi kullanıldığına göre, meleklerin mâni olmak için değil onu açmak için geldiklerine göre, belirtilmeyen hususlarda kamu iznine gerek olmadığı hususu ortaya çıkar.
Bı ب
Harf-i cerdir. Olayı başına geldiği isim ile başlatmış olur. Kendisinden sonra gelen ismin olaya etkisi vardır. Ona sebep olmuştur. Eğer bir yere yerleşme için sebep ise Fî mânâsında kullanılır. ‘Ene BilMekke’ dediğinizde, ‘Ben Mekke’nin belli yerinde yerleşmiş bulunuyorum’ demektir. ‘Ene Fi’l-Mekke’ derseniz, ‘Ben Mekke’nin her hangi bir yerinde bulunuyorum’ demektir. Bu takdirde melekler ve rûh Rab’ları izin verdiği için inmektedirler. Bu anlamda, melek ve rûh devamlı iniş arzusundadırlar. Ancak onlar engellenmektedir demektir. Şeytan kötülük yapmaktan zevklenmektedir. Melek ve rûhlar iyilik yapmaktan zevk almaktadırlar. Her biri kendi görevini yapmak üzere hazır durumdadır. Yasaklar ve mâniler onları alıkoymaktadır. Şartlar müsait olunca hemen yeryüzüne koşarlar. Burada izin Allah’ın işlerini yapabilmesi için şartların hazır olması demektir. Allah izin verirse, Allah güç verirse, şartları hazırlarsa demektir. Çünkü yapan insan değil, melek değil, Allah’tır. Bi’nin başka bir mânâsı da lâzım fiili mutaaddi yapmaktır. ‘Zehebtu’, ‘gittim’ demektir. ‘Zehebtu bi’, ‘götürdüm’ demektir. Burada eğer Bi ta’diye için ise ‘Tenezzelu’nun mânâsı ‘inerler’ değil de, ‘indirirler’ olur. İndirilen şeyde Rab’larının izni olur. Yani melekler insanların yapmak istedikleri şeyleri yaptırmak için inerler demek olur.
Eu7uN اذن
Kulak demektir. Ezan, açıklamak ve duyurmak demektir. İzin ise, söylemek ve haber vermek mânâsını taşır. İzn, ruhsat mânâsına gelmektedir. Buradaki ruhsat, istenen bir şeye cevap verme demektir. Kapıyı çalarsınız; izin verilmezse yani içeriden ‘gel’ sesini duymazsanız geri dönersiniz. Aslında yapılması meşru olmayan hususları meşru hâle getirmek veya yapılmasına gücü yetirilmeyen şeylerde güç sağlamaktır. Türkçede yalnız birinci mânâda kullanılmaktadır. Oysa anahtarı çevirdiğiniz zaman elektriğe izin verirsiniz. Yol kapalı ise açarsınız ve geçmeye izin verisiniz. Olanın oluşunu serbest bırakmak izin vermektir. Melekler ve rûh Rab’larının izinlerini getirirler. Ruhsatlarını getirirler. Anahtarlarını getirirler. Bir kimse bir şeyi almak istemektedir. Parası olmadığı için alamamaktadır. Siz ona para vermekle izin vermiş olursunuz.
RabBı رب
Allah’ın sıfatıdır. Allah hem hâlıktır hem Rab’dır. Hâlık demek, varlıklara irsî özelliklerini vermesi demektir. Kâinatı var etmiş, atomu ve elektronu koymuştur. Onlara bir takım özellikler vermiştir. Işık hızı, elektronun yük büyüklüğü, enerji parçacığının büyüklüğünü sabit yapmıştır ve asla değişmemektedirler. Canlılarda da DNA’lar vardır. Bunlar değişmiyor. Ancak Allah bunun yanında evrimleştirici, geliştirendir. İnsanı cenin olarak yaratır ve onu olgunlaştırır. Kâinat da evrimleşerek buraya gelmiştir. Melekler Rab’larının izni ile inmektedirler. Allah’ın hâlıkiyet sıfatı ile yaptığını kendisi yapar. Zamanla değişiklik olmaz. Değişmez kanunlar olarak uygulanır. Oysa bir kısmı ise evrime tâbidir, değişmeye tâbidir. O her yıl yenilenir. Her çağ yenilenir. Topluluğun da kanunları vardır. Onlar devamlıdır, değişmezler. Bir de evrimleşmesi gerekenler vardır. Onlar her yıl yapılan bütçelerle sağlanır. Kur’ân hâlıkiyet sıfatı ile tezahür eder. İçtihat ise Rab sıfatı ile tezahür eder. İcma ve içtihat da ilâhi vahiydir. Ne var ki, herkes için kendisine aittir. Muvakkattır. Oysa Kur’ân çağlara göre ve yerlere göre değişmez. Meleklerin ve rûhların görevi, değişmez kanunlar üzerinde bir iş yapmak değil, değişip gelişmesi ve gerekenlerin yapılması için gönderilmekte ve inmektedirler.
HıM هـم
Onların demektir. Burada zamir meleklerle rûha gitmektedir. Bunu ifade etmekle, rûh ve meleklerin kendiliklerinden bir şey yapmadıkları, sadece görevli oldukları, tanrı olmadıkları ifade edilmiş bulunmaktadır. Bu ‘onların’ içinde insanlar da sayılmış olur. ‘Valiyi gönderiyorum, onu dinlesinler’ desen; dinleyeceklerin gönderilen halk olduğu ortaya çıkar. Burada da melekler nereye geliyorlarsa, Allah oradakilerin de Rabb’idir.
Buraya kadar okuduk 6.2.99
RabBıHıM ربـهـم
Allah’ın, melek ve rûhların da Rabb’i olduğu ifade edilmiş bulunmaktadır. Bunun mânâsı, onlarda da evrim vardır demektir. Bu ifade, cennette de evrim olacağını haber vermektedir. Cennettekiler cezalandırılmayacaklardır, ama daha çok iyi işler yapanlar daha üstün makamlara ulaşacaklardır. Melek ve rûhların evrimleşmesi bize gösteriyor ki, bâtın âlemde de belli kanunlar vardır, sebep ve sonuçlar vardır.
Bi İZNı RabBıHıM بإذن ربـهـم
Rab’larının izni ile gelmektedirler veya Rab’larının iznini getirmektedirler. Her ne suretle olursa olsun, insan melek ve rûhlar âlemi ile iç içedir. Uyuyup rüya görürken, uyanık iken, hayale dalarken, bir hülya kurarken, bir problem çözerken hep rûh, melek ve şeytan ile iç içedir. Bu sebepledir ki Kur’ân, Allah’a imanın hemen arkasında meleklere imanı zikretmiştir. İnsanın yeryüzünde kendisini başıboş ve yalnız hissetmesi onu korkulara ve azgınlıklara götürür. Çevresinde meleklerin dolu olduğunu bilmesi onu huzura ulaştırır. Bununla beraber, cinlere emretmek, ruhları çağırmak gibi fiziki ilişkiler iddiası yanlıştır. Bunlar aldatmaca ve kandırmacadan ibarettir. Kur’ân başka bir yerde bu tür haberleşmenin olamayacağını bildirmektedir.
MiN مـن
Harf-i cerdir. Kendisinden sonra gelen isim olayın başlangıcıdır. İsmin olaya olayın isme tesiri yoktur. Cinsini belirtmek veya bir cinsten bazısını belirtmek için gelir. Melekler bütün emirlerle inmez. Emirlerin hepsi değil bir kısmı gelecektir. Bu âyet hayatın yalnız yeryüzünde olmadığını, göklerde de hayat olduğunu ifade eder. Göklerde iki çeşit hayat vardır. Bunlardan bir kısmı güneş gibi sıcak cisimler içindeki hayattır. Buralardaki bedenler atomlardan oluşmaktadır. Diğeri yeryüzünde olduğu gibi soğuk yerlerde oluşan hayattır. Bunlar moleküllerden oluşmaktadır. Yeryüzünün işlerini yapmakla yükümlü melekler ve rûh yeryüzüne işlerin bir kısmını yapmak için inmektedirler.
KulLı كـل
Bütün anlamındadır. Kille, cibinlik demektir. Sineklerden korunmak için içine girilir ve vücudun tamamını kaplar. ‘Ekeltü Külle elBaırı’ dersen, ‘devenin tamamını yedim’ anlamındadır. Eğer tamlayan nekire ise o zaman ‘deve cinsinin tamamını yedim’ demek olur. Burada ‘külli’ nekireye izafe edilmiştir. Ayrıca ‘Min’ ile teb’iz edilmiş yani bir kısmı alınmıştır. Demek ki melekler yeryüzüne bütün emirlerden parçalarla inerler. Bu bize göklerdeki hayatın da yerdeki hayata benzediğini ifade eder. Bugün bütün yıldızlardan gelen ışıklar tahlil edilmekte ve oradaki maddenin tamamen yeryüzündeki maddelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Oralanın fizik ve kimya kanunları da aynıdır. Kur’ân’a göre biyolojik hayat da aynıdır. Yani ‘Min Külli’ tabiri ile yeryüzünde hayat olduğu ama bu hayatın dünyadaki hayattan farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Meleklerin, cinlerin ve rûhlar âleminin tâbi olduğu kanunların farklı olmadığı ortaya çıkar. Bununla beraber, ölümlü varlıklarla ölümsüz varlıklar elbette farklıdırlar. Ancak âhirette insan da ölümsüz hâle gelecektir.
EMR أمـر
Murur ettirmek, söz geçirmek veya bir iş yaptırmak demektir. ‘Merre’, tekrar etmek demektir. ‘Mirara’, ip demektir. Emretmek, iple çekmek anlamı da verilebilir. ‘Emr’, ‘buyruk’ anlamında olduğu gibi ‘iş’ anlamına da gelir. Maksud, bir oluşun olmasıdır. Melekler her türlü emirden yüklü olarak inerler. Bunlar Allah’ın kaderindeki buyruklardır. Bu buyrukların tebliğidir. Sopnrta bu emirlerin görülmesidir.
Devlet bütçesi yapıldıktan sonra iki türlü görevliler yola çıkacaklar. Birileri öğretici ekiptir ve bunlar bütçeyi anlatacaklar, halka kendi haklarını duyuracaklar; diğerleri ise bütçedeki plânlamayı uygulayacaklardır. Acaba bunlar nasıl örgütleneceklerdir? Kamu yetkilerini kullananlar iki çeşit kimselerdir. Bunların dayanışma ortaklıkları başkanlarıdır. Yani sosyal grup temsilcileridir. Halkı eğitmek bunların görevidir. Bütçe hazırlanır hazırlanmaz her dayanışma ortaklığı başkanı kendilerinin ortaklarına yararlanacakları kısımları ve görevlerini anlatacaktır. Yani rûhların görevini yapacaklardır. Herkesin bir dayanışma ortaklığı başkanı olacaktır. Ondan bütçe hakkında bilgi alacaktır. Kur’ân bunlara ‘müellefe-i kulûb’ demektedir. İkinci grup ise kamu hizmetlileridir. Bunlar halkın genel hizmetini gören serbest meslek erbabıdır. Bir kişinin seçtiği değişik kamu hizmetlileri vardır. Bunlar da hizmetleri ifa ederler. Birileri bilgi vermekte, diğerleri ise icra etmektedir. Bunlar da meleklerin yerindedir. ‘Emr’ bir bakıma sözlerden ibarettir, diğeri ise icraattır. Bütçede halkın doğrudan kendi içtihatları ile yapabilecekleri işler ile kamu görevlilerinin yapacakları işler belirtilmelidir. Belirtilmeyen işlerde halk işini kendi içtihadı ile yapacaktır.
MiN KulLı EMR من كل أمر
‘Her konuda’ demek olmaktadır. Buna ‘aklımızla gerekli her konuda’ diyebiliriz. Bu ifadelerle tarihin sadece tabii ve sosyal kanunlarla yürümediği, yıl yıl belirlenen kadere göre götürüldüğü ortaya çıkmaktadır. Yine bin yıllık kaderle ortaya çıkmaktadır. Bunun sebebi evrimdir. Geçmiş yıllarda geçmiş medeniyetlerde olanlardan yararlanılarak gelecek yıllarda yapılacaklar ve gelecek medeniyetlerde yapılacaklar belirtilecektir. Bütün bunlar Allah için gereksizdir. Allah ezelden beri bilmektedir. Ancak insanların ve meleklerin beyni bütün bunları birden yapamadıkları için onlara bilgi peyderpey verilmektedir. Kâinatın düzeni Yaratan tarafından düzenlenmiştir, ancak yaratılanların uygulayabileceği şekilde düzenlenmiştir. Benzer uygulama devlet tarafından da yapılmalıdır. Plân yıl yıl yapılmalıdır, dönem dönem yapılmalıdır. Devamlı olarak öğretilmelidir. Peyderpey uygulanmalıdır.
SeLM سـلم
Üstü düz kaya parçasıdır. Toplayıcılar, avcılar, çobanlar azıklarını onun üzerine koyar ve böylelikle hayvanların zarar vermesinden korurlar. Buraya çıkmak için ağaçtan merdiven yaparlar. Buna ‘sullem’ denir. ‘Silm’, barış anlamında kullanılmıştır. Yani o kişiler bulundukları topraklarda birbirleri ile kavga etmez, barış içinde yaşarlar. ‘Selâm’, bu barış anlaşmasının bir tâbiridir. Çölde iki kişi karşılaştıklarında ya kılıçlarını çeker ve birbirlerine saldırırlardı veya selâm verip barış talebinde bulunurlardı. Karşı taraf da selâmı alırsa artık aralarında kavga olmazdı. Eğer bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa iki kişiye başvurur ve sorunları onlara çözdürürlerdi. Selâmlamak demek, karşı tarafa barış istediğini bildirmek; selâm almak demek, barış talebini kabul etmek demektir. Günaydın, tünaydın gibi tâbirlerden tamamen farklı bir anlam taşımaktadır.
SeLaMun سـلام
Nekiredir. Haberdir. Mübtedası sonradır. Nekire sözü tek başına mübteda olmaz. Gece selâmdır. Yalnız gece değil başka selâmlar da vardır. Gündüz de selâmdır. Gecenin kesintisiz selâm olduğunu ifade etmek için bu söz kullanılmıştır. Kur’ân insanlığa barış getirmiştir. Onun için adı ‘İslâm’dır. Allah’ın indindeki din yani düzen İslâm’dır yani barıştır, demektir. Din kelimesini bugün kullandığımız mânâda, İslâm’ı da bugün kullandığımız mânâda anlarsak bambaşka bir mânâ çıkar. Oysa din ve İslâm kelimelerini Kur’ân’ın nâzil olduğu zamanın dili ile anlarsanız, o zaman gerçek anlamı ortaya çıkar. Bu da Allah’a göre gerçek düzen barıştır. Düzen demek barış içinde yaşama demektir. Barış içinde olma demektir. Kadir Gecesi’nde inen Kur’ân ve onu getirmek için görevlendirilen melekler yeryüzüne barış düzenini getirmişlerdir. İslâm Düzeni’ni getirmişlerdir. Bu düzen nasıl sağlanacaktır? Bunun sağlanması için herkes kurallara göre hareket edecektir. Başkaları onun ne zaman ve ne şartlarla ne yapacağını bilecek ki onlar da ona göre tedbir alsınlar, zararlarından korunsunlar, yararlarından faydalansınlar. Herkes verdiği sözde durmalıdır ki topluluğun ortak kurumları oluşsun ve çalışsın. Herkes hakemlerin kararlarına uymalıdır ki niza olmasın. Herkes başkana tâbi olmalıdır ki ortak işler yürüsün. Bununla beraber, herkes kendi uyacağı kuralları kendileri koysun. Sözleşme yapıp yapmamakta, sözleşmeleri sona erdirmekte herkes serbest olsun. Hakemini herkes kendisi seçsin, nihayet dilediği topluluğa katılabilsin veya topluluktan ayrılabilsin. Başkanını kendisi seçsin. İşte ‘barış düzeni’nin temeli bunlardır. Kur’ân insanlığa bunu getirmiştir. Aradan 1400 yıl geçtiği halde hâlâ bu barış düzeni anlaşılamamıştır. Yöreleri ve kişileri merkez yönetmekte, kararlar ekseriyet sistemi ile alınmakta, hakemlerin yerini hâkimler almakta, seyahatte hâlâ vize ve pasaport zorunluğu konmaktadır. Kadir Gecesi’nin önemini 1400 yıllık tarih çok iyi bir şekilde anlatmaktadır.
HıYa هـى
Müennese giden zamirdir. Bu gecedir. Üçüncü ‘Leyle’ye râcidir. Bu da Kur’ân’ın indirildiği gecedir ve Hz. Peygamber’in getirdiği Kurân Medeniyeti’nin selâm yani barış medeniyeti olduğunu söylemektedir. ‘Hiye Selâmun’ deneceğine ‘Selâmun Hiye’ denmiştir. Mübteda tehir edilmiştir. Buradaki ‘selâmet’ gecenin vasfı değil inen Kur’ân’ın vasfıdır. Bu sebeple mübteda takdim edilmiştir. Gecenin üstünlüğü Kur’ân’ın orada indirilmiş olmasıdır, yoksa gece üstün olduğu için Kur’ân inmemiştir. Kutsiyet olaydadır, Kutsiyet zamanda değildir. Kâbe’nin mukaddes olmasıdır. Bunların kendileri mukaddes değil oradaki işler mukaddestir. Kâbe mukaddes olduğu için ziyaret edilmemektedir, ziyaret edildiği için mukaddes olmuştur. Hz. Muhammed (s.) üstün olduğu için peygamber olmamıştır, peygamber olduğu için üstün olmuştur. Müslümanları putperestlikten koruyan budur.
Demokratik anlayış da buna dayanır. Başkan üstün adam olduğu için başkan olmuş değildir. Başkan olduğu için üstündür. Yani kişiler eşittirler. Sadece gördükleri hizmet nedeniyle yetkileri vardır. Kişi hakimiyetinin yerini şeriat hakimiyeti almaktadır. Herkes şeriata uymak zorundadır ve şeriatın takdir ettiği haklara sahiptir. Kimsenin kişilik üstünlüğü yoktur. Kur’ân’da bir ‘HiYe’ zamirinin selâmdan sonra söylenmesinin ne çeşit anlamları ifade ettiğini göz önünde tutarsak, Kur’ân’ın Allah sözü olduğu çok kolay anlaşılır.
Yapılacak bütçe selâmı içermelidir, barışı içermelidir. Herkesin görevi, yetkisi, sorumluluğu ve hakkı belirlenmelidir. Bu suretle barış olur. Kişiler gelirlerini nereden temin edeceklerini bilmezlerse, ne iş yapacaklarını bilmezlerse, kimin borçlarının ne olduğu bilinmezse, kimin alacaklarının ne olduğu bilinmezse, nasıl barış olacaktır? Nasıl selâm olacaktır? Bütün bunlar kredi ve vergi bütçelerinin net olarak Kadir Gecesi’nde belirtilmesidir.
SeLaMun HıYa سـلام هى
İsim cümlesidir. ‘Kânet Selâm’ denmemiştir. İsim cümlesini kullanmıştır. Bu da yalnız Kur’ân’ın indiği gece veya medeniyet değil de, bütün gelecek Kadir Geceleri ile hak medeniyetlerinin olması gerektiği hususunu bildirir. Kadir Geceleri barış geceleri olmalıdır. Hazırlanacak bütçeler ile herkesin hak ve görevleri, yetki ve sorumlulukları belirlenmelidir. Kişi kendi özel hayatı için plân yapacaktır. Aşiretler kendi bütçelerini kendileri hazırlayacaklardır. Kabileler, şa’blar ve kavimler kendi vergi ve kredi bütçelerini hazırlamalıdırlar. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıları ile bunları halka ulaştırmalıdırlar. Bütçedeki haksızlıklar hakemler yoluyla giderilmelidir. Hakemlerin denetimi ile adalet sağlanmalıdır. Eskiden insanlar kendi ürettiklerini tüketiyorlardı. Oysa bugün kimse kendi ürettiğini tüketmiyor. Köylülerin bile yüzde ellisinden fazlası başkalarının üretimini tüketiyorlar. Nasıl bir canlının hücresi bedeni dışında yaşayamıyorsa, artık insanlar da topluluk dışında yaşama imkânına sahip değildir. Bu da ancak yıllık yapılan vergi ve kredi bütçeleri ile sağlanacaktır. Kur’ân bunların bütün esaslarını koymuştur. Gelecek asırlarda Kur’ân’ın getirdiği bu müesseselere daha çok ihtiyaç olacaktır.
XatTAy حـتـى
Harf-i cerdir. Başına geldiği ismi olayın sonucunu yapar. Bunun iki anlamı olur: Oraya kadar varılma zorunluğu olması, oradan sonra gidilememesi. Dillerde genel anlam müsbettir. Yani cümle yapılmasını emreder, daha fazlasının yapılmayacağını emretmez. Yasaklarda ise oraya kadar yapılmamasını emreder, ondan sonrası için bir şey söylemez. Burada gecenin yahut medeniyetin, fecrin doğuşuna kadar ‘selâm’ olduğu belirtilmektedir. Ondan sonra selâmın olmayacağı anlamını taşımaz. Bununla berber gündüz olduktan sonra selâm hakkında garanti verilmiyor. Önemli iki husus belirtiliyor. Eğer Allah bir şeyi takdir etmişse o mutlaka olacaktır. Ne Hz. İbrahim’i ateşte yakabildiler, ne Hz. Musa’yı öldürebildiler, Ne Hz. İsa’yı asabildiler, ne de Hz. Muhammed’i mağarada yakalayabildiler. Allah onları korumuştur. Çünkü Allah bunların medeniyet kurmalarını irade etmiştir. Oysa medeniyet teessüs ettikten sonra bir takım sıkıntılar ve yenilgiler olmuştur. İslâmiyet güçlenince yani sabah olunca sahabeler birbirine girdiler. Çünkü o barış teminatı bitmiş idi. Oysa peygamberin ölümünde bu parçalanma olmamıştır. Sahabelerin kendi aralarındaki çatışması bile artık İslâmiyet’in gelişmesini önleyememiştir. Bu âyet Kadir Gecesi’nin selâmet içinde olduğunu ifade etmektedir. Diğer taraftan da bu selâmetin aydınlık zamanında sürmeyeceğine işaret etmektedir. Bu durum da olayların tabii halleri ile değil de Allah’ın takdiri ile yürüdüğünü belirtmektedir.
Vergi ve kredi bütçesi ilân edildiğinde kimsenin ses çıkarmaması ve niza içine girmemesi gerekir. Ancak bayramdan sonra hakemler nezdinde davalar ikame edilerek haklar istenebilir. Nizalara girilebilir. Bu hak isteme müddeti de Hac aylarının sonuna kadar sonuçlanmalıdır. Böylece bütçe Hac ayının sonunda kesinleşmelidir. Her bütçe Ramazan Bayramında bitmelidir. Nizalar ise Hac aylarında çözülmelidir. Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasındaki müddet, sosyal hayatta fecir zamanıdır. Hac ayının sonu Güneş’in doğmasına benzer. Bütçe yılı ile takvim yılının ayrı olmaması bunun için gereklidir. Gelirler Ramazan Bayramı’na kadar tesbit edilmelidir. Giderler ise Hac Bayramı’nda sona bağlanmalıdır. Ekonomik, sosyal ve biyolojik krizlerin olmaması için de bu günlerin gökteki Ay’a göre hesaplanması ve 33 yılda bir devretmesi gerekmektedir.
‘Hattâ’ ile ‘İlâ’ arasındaki fark, ‘Hattâ’da zikredilen cüz’ün özellik taşımasıdır. Fecrin doğuşu hedeflenmiştir: Gece sabah olması içindir. Kış yaz içindir. Dünya âhiret içindir. Yani periyodik olaylardaki gerileme daha ileri hamlelerin yapılması içindir. Kur’ân’ın indirilmesi ve ilk Kur’ân Medeniyeti’nin oluşturulması gelecek medeniyetler içindir. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık Medeniyetleri çökmüştür. Çünkü daha ileri medeniyetler ancak o suretle oluşmaktadır. Birinci Kur’ân Medeniyeti çökmüştür. Kur’ân’a dayanılarak daha ileri bir İslâm Medeniyeti doğacaktır. Bunun için çökmüştür. Bunu ifade etmek için ‘İlâ’ denmemiş de ‘Hattâ’ denmiştir. Hedef ‘Fecir’dir. Fecrin doğması için gece ‘selâm’ yapılmıştır. Özel olarak korunmuştur.
OaLG طـلـع
Dal demektir. Türkçedeki dal buradan gelir. Üzerlerinde meyvelerin ortaya çıkmasına benzetilerek güneşin, ayın ve yıldızın ortaya çıktığı yere ‘MaTLIG’ denmektedir. Mastar olarak ufukta yıldızın veya ayın çıkması olarak fiilleşmiştir. ‘IFTİGAL’ bâbı içinden doğma veya bilgi sahibi olma anlamına gelir. Fecrin çıkma zamanına kadar gecenin selâmet olduğu ifade edilmiştir. Gece, insanın cehalet dönemi olarak ifade edilir. Biz onu ölçülendirilecek bilgisiz bir dönemde inzâl ettik. İnsanlığın karanlıkta olduğu zaman indirdik denmiştir. Kur’ân veya Şeriat peyderpey cahil beyinlere indi. Ancak bu beyinler kıymetli idi. Çünkü onlar aydınlığı kabul edecek durumda idiler. İniş beyinlere aydınlık doğuncaya kadar devam etmiştir. İnsanlık Kur’ân’la aydınlanmıştır. Bunu anlamak bugün dünyadaki anlayış tamamen değişmiştir ve değişmeye devam edecektir. Kur’ân’a bakıldığında bu değişecek şeyleri teker tekrar haber vermiştir. Bu takdirde ‘Matla’ vakit olarak değil de mastar olarak ifade edilmiş olur.
MATLAG مـطـلـع
İsm-i zamandır. Fecir doğuncaya kadar, demektir. Mastar olarak alırsak, doğuşa kadar anlamı çıkar. Mastar olarak aldığınızda vaktin değil de oluşun sınırlı olması sonucuna varılır. Vakit olarak alırsak, sadece zaman alınmış olur. Hedefe ulaşılsın ulaşılmasın, selâm fecirle biter. Oysa mastar olarak alırsak, aydınlanmaya kadar sürer, olur. Yani sonuç elde edinceye kadar selâm devam eder demektir. Allah Kur’ân’ı gönderdi ve bu kitap insanlığı aydınlatmak için geldi. İnsanlar bunu anlamak istemezse, o zaman o nesil yok edilecek ve onların yerine ona uyan bir nesil getirilecektir. Kur’ân bu hususu açıkça ifade etmektedir. 19. asrın ateistleri, Marx da dahil olmak üzere, artık Tevrat Nizamı’nın, Kur’ân nizamının ortadan kalkacağı ve yeryüzünün ateizm kuralları içinde yönetileceğini söylemişler. Buna inanmışlar. Hattâ Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türkiye’de de bu hava doğmuştur. Asrın sonunda ise artık bütün dünya dine dönmeye ve Kur’ân Nizamı’nı benimsemeye başlamıştır. Sosyalistler de ateizmi bırakmışlardır. Böylece Kur’ân, ‘zikri biz indirdik, onu biz muhafaza edeceğiz’ diyor. On bin sene sonra, yüz bin sene sonra Kur’ân yine taptaze olacak ve insanlığı aydınlatmaya devam edecektir.
EL ال
Harf-i tariftir. ‘Fecr’ kelimesini belirler. Ahd için olur. Yani ‘bilinen fecr’ anlamında olur. Bu da Kadir Gecesi’nin fecridir. Kadir Gecesi sabaha kadar selâmdır. İnsanlığa selâmeti getirmektedir. Harf-i tarif cins için olabilir. Fecir doğuncaya kadar o selâmdır, yani aydınlık oluncaya kadar selâmdır. Cins için alındığında, her Kadir Gecesi’nin fecrine kadar selâm var mânâsındadır. Burada işaret edilen önemli husus, yetkilinin verdiği karara itiraz etmeden uyulur. İşler yürürken itiraz edilmez. İcraat bittikten sonra mağduriyet varsa hakemlere gidilerek mağduriyet giderilir. Barışın temeli burada yatmaktadır.
FaCR فـجـر
Yarık demektir. ‘Pencere’ kelimesi buradan gelmektedir. Farsçada bu ‘pencere’ olmuş, batıda ise ‘pancur’ olmuştur. Pencereden aydınlık girmektedir. Fecr de ufuktaki aydınlıktır. Sabahleyin karanlık vakitte güneş atmosfere vurur ve ışık bize kadar ulaşır, ufuk aydınlanmaya başlar. Kadir Gecesi’nde melek ve rûhun inmesi sabahlara kadar sürer ve gece selâmet içinde olur. Halk bütçeyi telakki eder, öğrenmeye çalışır. Sabah olduğunda uygulamaya başlar veya itirazlarda bulunur.
İnsanlık Kur’ân’ın öğrettiklerine uyacak olsa dünya cennet olur.