Osmanlı ruhu olmadan aslâ!
Yusuf Kaplan
13 Ocak 2017
Önce şunu bilelim: Bu ülkede, çoğunluğun azınlığa değil, azgın azınlığın sessiz çoğunluğa tahakkümü var.
İşte bu bitecek. Buna tahammül edemiyorlar.
Durumdan vazife çıkaran, darbe yapan, milleti hizaya getiren laik / oligarşik kurumların vesayeti bitecek.
Onca gürültünün nedeni bu!
Şunu söylüyorum: Azgın azınlığın egemenliği bitsin.
Ama hiç kimse kendini dışlanmış hissetmesin.
Bunu başarabilirsek bizi kimse durduramaz.
ALMAN RUHU, HEGEL VE WEIMAR RÖNESANSI
Türkiye, zor bir dönemeçten geçiyor. Zorlu, uzun ve yorucu bir yolculuk bizi bekliyor...
Ama şunu aslâ unutmamak gerekiyor:
Bütün zor zamanlarda, zorlu zamanlarda, toplumlar, o zorlukları aşacak bir ruh arayışına soyunurlar.
Almanlar böyle yaptılar. Ruslar, böyle yaptılar...
Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı bu darmadağın Almanya'yı birleştirecek ruhun izini sürdü. O yüzden devleti kutsadı, putlaştırdı.
Aynı şeyi, Leibnitz de, Kant da yapmıştı: Avrupa'yı toparlayacak ortak bir “dil” ve ruh arayışının izini sürmüştü bu iki düşünür de.
Kant'ın izinden giden Hegel, Almanların “volkgeist” dedikleri, “halkın ruhu”nu, bu ruhun kültürel ve tarihî köklerini araştırdı.
Sonuçta Alman ruhunun, köklü bir Alman dili, kültürü, düşüncesi ve sanatıyla inşa edilebileceğine karar verdiler Alman düşünürler ve sanatçılar.
İşte Weimar Rönesansı buradan doğdu: Almanlar, kendilerini ayağa kaldıracak ruhun yapıtaşlarını geçmişten geleceğe doğru hem Avrupa düşünce tarihinde hem de dünya kültür tarihinde yolculuk yaparak döşemeyi başardılar.
Alman ruhunun, dil ve kültür kodları bakımından birleşmiş bir Almanya ve bu birliği sağlayacak, teminat altına alacak ve Almanya'nın en azından Avrupa tarihini yapacak güçlü bir lider etrafında hayat bulacağını gördüler: Bismarck'ı çıkardılar, Fransızların Napolyon'undan yaklaşık bir asır sonra.
Weimar Rönesansı'nın hikâyesi çok heyecanlı ve zihin açıcı. Ama bu kadarla yetineyim burada.
Biz, bize gelelim, kendimize gelelim: Biz ne yapacağız peki?
BİZİM MEDENİYETİMİZİN RUH KÖKLERİ, NESEB'E DEĞİL, EDEB'E DAYANIR
………………………………..
HAYSİYET CELLATLIĞI VE CELLATLARDAN MEDET UMMAK!
Son olarak şunu söylüyorum:
Türkiye, ontolojik bir ölüm-kalım, yörüngesini bulma, ruh köklerine ulaşma mücadelesi veriyor: Tarihin kırılma anında, en azından bölgenin tarihini yeniden yapma onurlu mücadelesi bu.
Ülkenin beka mücadelesi verdiği, yok oluş mevsiminde, susmak, mevziyi terk etmek ya da “entelektüel geviş” getirmek haysiyet cellatlığıdır.
Öte yandan toplumu bölen, etnik kimlikleri kışkırtan, bu toplumun en büyük ortak paydasını, tarih yapmasını mümkün kılan İslâmî ruh köklerini kurutan laiklikten medet ummak da, prangalardan, cellatlarımızdan medet ummaktır: Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız. Mevcûdiyetinizi bile koruyamazsınız.
Şunu aslâ unutmayacaksınız: Osmanlı, üç kıtada, 72 ırkı, dini, milleti laiklikle ayakta tutmadı.
İslâm bize yeter! Herkese kol kanat gerer.
Bunu, Toynbee görüyor da, biz neden göremiyoruz acaba?
Zihnimiz prangalı olduğu için, değil mi?
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/osmanli-ruhu-olmadan-asl-2035506
yorum;
Medeniyet edebe nasıl dayanır?
Yazarımız batı medeniyeti nesebe, bizim medeniyetimizde
edebe dayanır demiş.
Acaba nesebi mi hafife alıyor yoksa edebi mi abartıyor anlayabilmiş değilim.
Çünkü kendisinin bir medeniyet tarifi yok.
Yıllardır medeniyet konusunda birçok yazılar yazmış
ve sözler söylemiştir ama maalesef medeniyeti tarif etmemiştir.
İnsanlar tariflerle anlaşır, tariflerle yaşarlar.
Din de, mezhep te, hukuk ta tariflerle insanlara yol gösterirler.
Tarifin “efradını cami ağyarını mani”olma gibi bir temel şartı vardır.
Olmazsa olmazıdır bu işin.
Maalesef bir arkadaşımızın da yazdığı gibi son 50 özellikle de 30 yılda;
Binlerce kuran meali ve tefsirler yazılmış, okunmuştur da
hala buna göre bu çağda ,burada nasıl bir sosyal hayat süreceğimiz
somut olarak örnek şözleşmelere göre ortaya konabilmiş değildir.
Değildir derken bunun bir beldede veya ilçede tamamıyla tatbik
edilmesini söz konusu ediyorum.
Ama şükürler olsun ki yine başka bir çok konuda da olduğu gibi
Sözleşmeler ve alternatif uygulamalar bazında bunu ortaya
koyan Akevler vardır sadece.
50 yıldır ayakta duran.
Ben çözüm olarak her cemaat ve topluluğun kendisini
Akevlerle kıyaslayarak bir sosyal yapı modeli
ortaya koymasının en makul hareket olacağı kanısındayım.
Karagülle hocamız bütün bunlara rağmen zaman zaman
yazı ve konuşmalarında ;daha bir Adil Düzen aşireti
olamadık diye hayıflanmaktadır.
Çünkü işin temel birliği aşiretlere dayanmaktadır.
Yani aşiretten bucağa varılmaktır hedeflenen.
Her fikir ve inanç topluluğu kuracağı bucaklarla
birer medeniyet tohumu olacak, çözümleri işe yarayanlar kalacak,
yaramayanlar yok olacaklar.
Halk kalanlara hicret ettiğinde bucak bölünüp iki bucak olacak.
Böyle böyle sağlam ve emin adımlarla üçüncü binyılın Hak
medeniyeti,5.islam,2.Kur’an medeniyeti dünyayı adalet
nurlarıyla aydınlatacaktır inşallah…
Demek ki Yusuf Kaplan hocam medeniyet hukuka-şeriate dayanır,
Edebe- sohbete değil.
Buyurun Akevler Adil Düzen çalışanlarına
Katılın; hem öğrenelim ,hem yapalım ,hem de yaparak örnek olup
öğretelim,çözelim,MEDENİYETİMİZİ kuralım inşallah……