Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1016
Hac Suresi Tefsiri 77-78. Ayetler
1.06.2019
3224 Okunma, 1 Yorum

HAC SÛRESİ - 18. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ  

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (77)  وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv (YAv EayYuHav elLaÜIyNa EaFGaLUv)

“Ey iman etmiş olanlar”

Kur’an’da büyük dinler sayılırken, Kur’an ehline الَّذِينَآمَنُوا, Tevrat ehline الَّذِينَ هَادُواdenmekte, İncil ehline النَّصَارَى ve doğu din mensuplarına الصَّابِئِينَ denmektedir (Bakara 2/62). Bunlar hak dinlerdir.

“Ey iman etmiş olanlar” tabiri yalnız Medine surelerinde geçmektedir. Yani devlet olarak teşkilatlanmış olan topluluğa hitap etmektedir. Bu surenin 17’inci ayetinde de bu ayırımı yapmış, orada insanları dinlere göre ayırmıştı.

İnsanlar dinlere ve dillere göre sınıflanırlar. Hepsine “Ey nâs” diye hitap etmişti. Buraya gelinceye kadar tüm insanlığın birlikte nasıl yaşayacağı anlatılmıştır.

İnsanlar karyelerde yaşarlar. Karyeler aşiretlerden oluşur. Bir aşiret/ocak 10 aileden ibarettir. Aileler de en az karı, koca ve bir çocuk olmak üzere 3, en çok da karı, koca, beş çocuk, büyük anne ve büyük babalardan olmak üzere 10 kişiden oluşur.

Yani vasat aile beş kişiden oluşmaktadır; üç çocuk ve anne baba.

Karyeler birleşir ve bir kabileyi yani bucağı oluştururlar.

Yüz kabile bir şa’bı yani ili oluşturur.

Bir ilde ona yakın belde vardır.

Şa’blar birleşir ve bir kavmi oluşturur.

Kavmin içinde ona yakın medine (bölge) vardır.

İnsanlık yüze yakın kavimden oluşur. İnsanlıkta ona yakın mısr (kıta) vardır.

İnsanlığın güvenliğini sağlamakla görevli organizasyona iman denmektedir, güvene almak, güveni sağlamak anlamındadır.

Surede nâsı anlattıktan ve nâsın yıllık kongreleri olan haccı detaylandırdıktan sonra, bu düzeni, bu güvenliği sağlayacak kuruluşa geçti ve “ey iman edenler” diyerek sureyi bitirdi.

Kur’an’da meclis “ALLAH” ile, yönetim “RESUL” ile, geçici yargı “Allah ve resul” ile, yargı ise “Allah ve resulü” ile ifade edilir. Allah ve resulünün verdiği karar müminler tarafından yani emniyet güçleri tarafından infaz edilir.

Demek ki müminler insanlık içinde organize olmuş, hakemlerin aldığı kararları teyit eden, askeri gücü oluşturan topluluktur. Kur’an’dan önce bu emniyet teşkilatı yani kurumu peygamberler tarafından oluşturulurdu. Kur’an’dan sonra peygamberlik yoktur. Yeni kitap gelmeyecek, Kur’an her dönemde yeniden yorumlanacaktır. Peygamberlerin yerini de ilim adamları alacaktır. Yani sizin gibi bu seminerleri okuyup anlayan ve gereğini yapan, ayrıca bugünkü ilimleri de tedris eden kimselerdir.

Peygamberlerin halifesi olan ilim sahipleri kimlerdir?

İnanmışlarda yaygın kanaat İslam âlimleridir. Laik ilimlerin âlimleridir.

Bize göre ise ilimlerin laik olanı yoktur. İlim Müslümanların yitiğidir, nerede bulurlarsa almalıdırlar. Kur’an’da da bilmiyorsanız ehli zikre sorun diyerek onların daha âlim olduklarına işaret etmektedir (Nahl 16/43). Yani hem İslami ilimleri hem fenni ve içtimai ilimleri tahsil edenler ancak bu iman etmiş olan grup içine girmektedir. Akevler dışında her iki ilmi birden ele alan bir kuruluşun bulunmadığına Sebahattin Zaim ile Hayrettin Karaman şehadet etmektedir.

O halde bugün peygamberlerin yerini alacak ilim adamları henüz yoktur.

On bin ortaklı Ar-Ge merkezini kurduğumuz zaman, işte orada yetişenler yani yetişecek olanlar bu âlimleri oluşturmaktadırlar.

Şimdi siz bu seminerleri takip eden ve üzerinde çalışan kişilerden oluşan kimseler; bilin ki bu ayetteki muhatap sizsiniz, yalnız sizsiniz.

Bir gün birileri gelse ve “Adil Düzen’den daha ileri çalışma dünyada yapılmıştır, davet olunuyorsunuz” dese de hicret etsek ve hicret farizamızı da yerine getirsek...

Hem failler marifedir hem fiil marifedir. Yani gelişigüzel kişiler değil, belli kişiler kastediliyor. Hem kişiler hem de imanın kendisi belirlidir.

Şimdi biz kimiz?

İzmir Akevler ortakları, Millî Görüşçüler, AK Partililer, Gülenciler, Süleyman Tunahancılar (Kur’an’ı kendilerine rehber edindiler.)

Özellikle İstanbul’da dersler yapan Yenibosnalılar, Medhalciler, Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı’ndakiler, Ankara cemaati, Kırıkkale cemaati. Bursa ve Mardin’dekiler vardır. Yeniden katılmaları beklenmektedir. Hong Kong’dakiler...

Bunların özellikleri nelerdir?

Bunlar Kur’an’ı yeniden anlamak istiyorlar. Çağın sorunlarını Kur’an’la çözmek istiyorlar. Batı ilimleri ile İslam ilimlerini birleştirme çabasındadırlar.

Yalova’da Ar-Ge çalışmaları devam etmektedir.

İşte burada bu cemaat kastedilmektedir. Onlara hitap edilmektedir. Bizden başka çalışanlar varsa www.akevler.org’da kendilerini tanıtsınlar. Hong Kong’dakileri böyle tanıdık. Aramızda peygamber olmadığı için çalışmalarımız serbesttir. Herkes ne isterse onu yapar ve diğerlerini sadece haberdar eder.

ارْكَعُوا

uRKAaGUv (uFGaLUv)

“Rükû edin”

رَاكِع eğilmiş yaşlı kimsedir.

Kur’an’da ركع 13, رقي de 5 defa geçer. Toplam 18 (2*32) eder.

ر tekrarı, ك oluşumu, ع etkiyi ifade eder.

İlahi dinlerde dört eğitim hareketi vardır.

Namaz nasıl yaşayacağımızı;

Zekât nasıl çalışacağımızı;

Oruç kötülüklerden nasıl korunacağımızı:

Hac tüm insanlık içinde nasıl yer alacağımızı bize öğretir.

Namazın 24 şart ve rükunleri vardır, sekiz yüzlüyü oluştururlar.

1- Giyinme, temizlik, yer, vakit.

2- Çağrı, açılış, gündem, dağılma.

3- Divan, başkan, saf, katılma beyanı.

4- Durma, eğilme, kapanma, oturma.

5- Okuma, dinleme, anlama,  düşünme.

6- Görev (tesbih), yetki (hamd), sorumluluk (istiğfar), hak (dua).

Bu bedeni hareketlerin bir de ruhi manaları vardır. Rükû etme demek birlikte iş yapma demektir yani rükû ile birlikte hareket etmeyi öğreniyoruz.

وَاسْجُدُوا

Va üSCuDUv (Ve UFGuLUv)

“Ve secde edin”

سَاجِد meyvesinin bolluğundan dolayı dalları veya gövdesi yere eğilmiş ağaçtır. Alnı yere koymaya secde denir.

س mekânda diziyi, ج yumruk benzeri birleşmeyi, د duvarı, çevreyi ifade eder.

“Secde” hareketlerin kurallara göre yapılmasıdır. Herkes kurala uyar. Kimse kimsenin talimatına göre hareket etmez. Rükûda herkesin başkasına uyum sağlaması istenir. Secdede ise herkes kendi içtihadı ile ve kendi sorumluluğu içinde davranmasını öğrenir. İnsan topluluk içinde yaşayan özgür bir varlıktır. Secde özgürlüğü, rükû ise topluluğu içerir. Birliği sağlamak için imama tabi olunur. Allah böylece müminlerden bir taraftan görevlilerin birlik sağlama komutlarına uyulmasını, diğer taraftan herkesin kendi işini kendisinin bizzat kendi sorumluluğunda yapmasını ister.

وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ

Va uGBuDUv RabBaKuM (Va uFGuLUv FaGLaKuM)

“Ve Rabbinize ibadet edin”

Namaz eğitim müessesesidir. Orada görev alınır. Oraya hesap verilir ama uygulamayı namazın dışında yaparlar. O halde ibadet etme ne demektir?

عَبْد aslında kapıcı demektir, عَمُود direk anlamındadır. Kapı girişinde bekleyen kimseye عَبْد denir. Patronu ne iş verirse onu yapar. عَمَل’de başkasına iş yapma vardır ancak istediği kadar iş yapar ve istediği zaman ayrılır. عَبْد’de ise başkasına iş yapmaz ve ondan ayrılmaz. Kur’an insanın insana köle olmasını yasaklamıştır. Topluluğun kölesi olur. Allah kendisinden başka kimseye ibadet edilmesini, hatta anne, babası da olsa ibadet edilemeyeceğini, onlara sadece ihsan yapılacağını emretmektedir.

“Rabbinize ibadet ediniz” diyor. Burada da büyük hikmet vardır. Allah bize ibadeti emretmiştir ama yaptığımız iş O’na değil yine bize yaramaktadır. Bizim için yapmamızı emrettiği şeyi yapmamızı emretmektedir. Toplulukta aynı kurala uyarız, kimse kendisine zararlı olan bir şey yapmakla mükellef kılınmaz.

Peki, savaşa kim gitmek ister?  

Önce gönüllüler asker olur, diğerleri cizye öderler, bedel öderler. Savaş başlayınca da ya öleceksin ya öldüreceksin. Başka seçenek yoktur. Dolayısıyla yaşaması onun çıkarınadır. Bunun dışında Allah için savaşanlar ölünce cennete giderler, o da yine onların lehinedir.

“İbadet etmek” demek, topluluk adına gerekli yükümlülüğü yerine getirmek demektir. Nöbet tutmak ve zekât vermek vardır. O halde namaz bir nevi nöbettir, askerlik hizmetidir. Kişinin tüm hayatı boyunca yapılmaktadır. Zaten Batılılar da askeri talimi namazdan öğrenmişlerdir, “Müslümanların galip gelme sebebi namaz kılmalarıdır” anlayışı içinde kendilerine göre askeri talimi düzenlemişlerdir. Bizde de seyahat etme vardır. Tesbih yüzmedir uçmadır, ibadettir.

وَافْعَلُوا الْخَيْرَ

Va uFGaLUv eLPaYRa (Va uFGaLUv eLFaGLa)

“Ve hayrı fi’ledin”

Üretim araçları bir hayırdır, sermaye bir hayırdır.

“Hayrı yapmak” demek üretim araçlarını hazırlamak demektir. İnsanlar yaşamak için çalışmak durumundadırlar. Artan zamanları olacaktır, bunu nerede değerlendireceklerdir?

Artan zamanlarını hayırda yani yardımda değerlendireceklerdir. Hayrı ifa etmek demek, inşaat yapmak, yol yapmak, makine üretmek demektir.

İbadetten farkı nedir?

“İbadet” insanın yıllık yaşamı için gerekenleri yapmaktır. Kişinin sadece kendisi için değil tüm insanların yaşamaları için yapılanlar ibadettir.

“Hayır” ise şimdi yaşayanların işine yarayan işler değildir, gelecek neslin gelecek zamanların işine yarayacaktır. Çocuklara miras bırakılacaktır.

Demek ki kamu görevleri ibadettir, kamuya ait olmayan işler ise hayırdır.

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

LaGalLaKuM TuFLiXUvNa (LaGalLaKuM TuFGiLUvNa)

“Umulur ki iflah olursunuz.”

“Felah” refah anlamındadır. Kur’an’da رفح kökü geçmemektedir, فرح kökü geçmektedir. “Ferah” bedenen refahtır. “Felah” malen refahtır.

“Hayrı işlemek” demek işletmeleri işletmek demektir. Bir malın değeri harcanan emekle ve artan fiyat ile ölçülür. Emeksiz elde ediliyorsa onun ekonomik değeri yoktur. Eğer insanın yaşaması için gerekli bir ihtiyacı karşılamıyorsa onun da ekonomik değeri yoktur.

Ürün/Saat=Ücrettir.

Gün/Ürün=Fiyattır.

Değer=Ücret*Faydadır.

Değer=Gün/Saattir.

“Felah” değerin artmasıdır, en az emekle en çok fayda elde etmedir.

“Hayrı fiil etmek” demek gün/saati artırmak demektir. Bunun topluluktaki ölçülmesi ise nüfusun yıl içinde ölenlere bölümüdür. Yani ortalama ömürdür.

Felah yani refah bunları ifade etmektedir.  

 

YORUM

Rabbinize ibadet edilecek ve hayır fiil edilecek.

Demek ki iki şeyi emretmektedir. İnsanlık içinde bizim iki görevimiz vardır. Genel hizmetleri yapmak, kamu görevi yapmak; bir de işletmede üretmek ve tüketmek, değer katmak, gün/saatimizi artırmak, uzun ömürlü insanların çoğalmasını sağlamak.

Adil düzen’e göre insanlık anayasası” kurumları hep bu ilkeye dayanarak geliştirilmiştir. Bu iki esas İslam düzenini yani Adil Düzen’i anlatmaya yeterlidir. Dayanışma içinde topluluğa hizmet edilecek, serbest rekabet içinde gün/saatimiz artırılacaktır. İnsanlığın nüfusu artmalıdır ama ortalama ömrünün artması ile artmalıdır. Çok çocuk yapar ve çocuklar genç yaşta ölürlerse nüfus artmamış olur. Bu istenen bir şey değildir. Nüfus artacak ama yaşlı nüfusla birlikte artacaktır.

Batı uygarlığında ortalama ömür uzuyor ama nüfus azalıyor ve ancak dışarıdan aldıkları göçlerle denge sağlanabiliyor. Müslüman olmuş bir Fransız profesör dünyanın nüfusu 10 milyara varacak ve duracak demişti. Bize göre ise durum şöyle olacaktır:

- Karaların nüfusu on milyarların içinde kalacaktır, 20 miyar 30 milyar olacaktır.

- Henüz deniz kentleri kurulmadı, onun nüfus kapasitesi yüz milyarlar içinde olacaktır.

- Güneş sisteminde henüz iskân olunmadı, onun nüfusu trilyonlarca olacaktır.

- İnsanlık şimdi daha yeni yeni baliğ oluyor. Henüz gençlik çağındayız.

Kıyamet yakın değildir; ahiret hayatına göre elbette çok yakındır, bir gün veya yarım gündür ama dünya hayatına göre çok uzaktır.

 

Öz Türkçe ile

“Ey inanmış olan kimseler, eğilin, kapanın, yetiştiricinize tapının ve üretim yapın. Umulur ki esenliğe erersiniz.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ey iman etmiş olan kimseler, rükû edin, secde edin, rabbinize ibadet edin ve hayrı fi’ledin. Umulur ki iflah olursunuz.”

 

YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv uRKaGUv Va üSCuDUv Va GBuDUv RabBaKuM Va UuFGuLUv eLPaYRa LaGalLaKuM TuFLiPUvNa

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (77)

 

***

 

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ

Va CAvHiDUv Fi elLAvHı (Va iFAvGıLuv Fi elLAvHı)

“Ve Allah’da cihad edin”

جِهَاد kelimesi sebilullahla geçer ve topluluk için cihad ifade edilmiş olur. Yani topluluğun düzenini değiştirmek için cihad yapılır. Yani insanları âlemlerin rabbi olan Allah’a ibadet ettirmek yerine topluluğun işlerini yaptırmak için cihad ederiz.

Biz insanları mümin yapmakla uğraşmayız, insanları müslim yapmakla uğraşırız. İman ise kendilerine aittir. Bir kimse “Ben müslimim” dediği andan itibaren müslim olur. Bir yerden izin alması gerekmez. Bütün Müslimlerin haklarına ve görevlerine sahip olur.

O sebepledir ki biz hiçbir ortağı ortaklıktan çıkarmıyoruz, kendisi gelir, kendisi gider. Bir ortak sadece hakemler kararı ile uzaklaştırılabilir.

Bundan önce اللَّه kelimesi âlemlerin haliki olan Allah için zikredilmişti.

Şimdi rabbimiz olan Allah karşılığı اللَّه zikrediliyor yani topluluk kastediliyor.

Topluluk içinde “Allah” iki şekilde ortaya çıkmaktadır.

1) İnsanlığı kendisine halife kılmıştır, kişileri değil de insanlığı ve toplulukları ifade eder.

2) Kişiler ayrı ayrı Allah’ın halifesidir, içtihat yapar ve içtihadına göre hareket ederler. Aynı içtihatta olanlar bir dayanışma içinde toplanırlar.

Demek ki;  

Kur’an’da رَبّ olarak geçtiği zaman Allah’ın kişiler tarafından alınan görevleri dayanışma ortaklarının yapacaklarını ifade eder, اللَّه dediği zaman ise topluluğu ifade eder.

“Rabbiniz” (رَبَّكُمْ) dedikten sonra اللَّه kelimesini izhar etmesi bize bu hususları anlatmak içindir. Birisinde hayırda yarışıyoruz, diğerinde ise hep birlikte hareket ediyoruz. Başkanlar insanlığı, ulusu temsil ederler. Dayanışma sorumluları ise kişileri temsil ederler. Başkanlar başkanın denetiminde halka hizmet veren bir sorumluluk taşırlar. Başbakana bunun için gerek vardır. “Allah” ve “Rabbiniz” kelimeleri olduğuna göre başkan ve başbakan olacaktır.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ ifadesindeki cihadı dayanışma içinde yaparız. فِي اللَّهِifadesindeki cihadı ise devletçe yaparız. Başkanın imamlığında yaparız. Başkan tüm topluluğu temsil eder. Birliği sağlar.

Sermaye ABD’yi kendisinin yönetmesi için başkanlık sistemini koymuştur. İşler eyaletlerde görülür. ABD’de merkezi yönetim yoktur. Hem merkezi yönetim hem başkanlık sisteminin adı diktadır.

حَقَّ جِهَادِهِ

XaqQA CıHAvDıHIy (XaqQA FıGAvLıHIy)

“Cihadının hakkı”

جِهَادًا حَقَّ جِهَادِهِ anlamındadır. Yani جِهَادًا mastarı mahzuftur. حَقَّ جِهَادِهِ mahzuf olan cihadın halidir. جِهَادَالْحَقِّ denebilirdi. O zaman hakkın cihadı olurdu yani hak için cihad yapmamız gerekirdi. Aksine cihad hak için olmalıdır.

Cihad gaye değildir, hak gayedir. Cihadın haklarına riayet edilerek cihad yapılmalıdır.

Buradaki (جِهَادِهِ) هُ zamiri nereye gider?

Allah’a gider diyebiliriz ama Allah’ın içinde cihad etmeyeceğiz.

فِي اللَّهِifadesinin manası nedir? فِي سَبِيلِ اللَّهِ ifadesinin manası vardır.

لِلَّهِ olabilir ama فِي اللَّهِ ne demektir?

Topluluk içinde, insanlık içinde cihad edeceğiz. Topluluğun lehine değil, topluluğun cihadı doğru dürüst yapması için cihad edeceğiz. Daha açık ifade ederek söylersek, düzeni değiştirmek için cihad edeceğiz. Kötü insanları iyi etmek için uğraşmayacağız. Düzen değişince o düzen kötü insanları iyi yapar.

Tarikatlar düzeni değiştirmeden kişileri değiştirmeye çalışıyorlar. Millî Görüşçüler ve Gülenciler ise daha kolayını buldular, kişileri değiştirmekle işleri ve düzeni değiştireceklerdi. Namaz kılan genel müdür olunca veya bakan, başkan, başbakan olunca, namaz kılan komutan olunca işler düzelecekti. Ne yazık ki Bünyamin Demir bile bunu anlamadı, hala mevcut düzen içinde sorunları çözmekle uğraşıyor. Oysa Bünyamin Demir mevcut düzenin işlerine hiç karışmayacak, kendisi yeni düzeni kurmaya çalışacak.

Ben Kırgızistan’a neden gittim?

Çünkü Akevler artık kurulmuştu, değişemezdi. Onu kendi hâlinde bıraktım. Bundan dolayıdır ki gelişme olmadı ama elli senedir yaşıyor.

Gülen’e ve Erdoğan’a tavsiye ediyorum; istifa edin ve kalan ömrünüzü Akevler’de tamamlayın.

Cihadı kendi içimizde kendimizde yapmalıyız. Peygamber Bedir’den dönerken, ‘küçük cihadı kazandık şimdi büyük cihada gidiyoruz’ demiştir. Nedir o dedikleri? Kendimizle cihad etmek.

Evet, bu arkadaşlara tavsiye ediyorum. Oraları gençlere bırakalım. Siz Allah’ta cihada dönün. Bünyamin ve çalışma arkadaşlarına da vurgu yaparak hatırlatmak isterim. Topluluğa kazandırmak için değil, topluluğu hak yoluna getirmek için çaba göstermeliyiz. Sonra onlar kendi problemlerini kendileri çözerler. 

هُوَ اجْتَبَاكُمْ

HuVa iCTaBAvKuM (HuVa iFTaGaLaKuM)

“O sizi ictiba etti”

Söyleyeceklerim tekrarlanmasın diye kelimeler üzerinde durmuyorum. Sizler artık benden iyi bunları yapmaktasınız.

جَابِي meyve devşirmek için kullanılan sepetin adıdır. Sepeti tutan uzun bir sırık vardır. Meyveleri ona koyar toplarlar. Dallara takılmasın diye tek saplıdır. İşte bunların adıdır. Fiil olarak meyve toplamak anlamındadır, devşirmedir.

Allah bize diyor ki; o sizi devşirdi, oradan buradan topladı ve bir araya getirdi.

İzmir Akevler’i düşünün; Artvinli, Kayserili, Aksekili, Konyalı, Çorumlu, Bursalı, Vanlı...

Yenibosna’yı düşünün; kim sizleri buraya topladı? Allah topladı.

Akevler’i genel olarak kim topladı, merkezler nasıl oluştu?

Üsküdar’ın macerası bile bu ayetin manasını anlamaya yeterlidir.

Reşat Erol İzmir’de çalışırken ailevi durumu zorladı, 1980 müdahalesi sonrası siyasi görevi (MSP İzmir Merkez İlçe Başkanı) zorladı, yöneticisi olduğu Akevler’deki matbaa işletmesinin mühürlenmesi ve artık çalışamaması zorladı; Allah imkânlar hazırladı ve şartlar onu Arabistan’a gönderdi. Gayeleri onu Akevler’den koparmaktı. Arabistan’a gitti, üniversitede okudu, Arapça öğrendi, güçlü tercüman oldu ama Akevler’i bırakmadı. Aksine Akevler’e ve Millî Görüş’e hizmet etti. Süleyman Racihi ve Ahmet Tütüncü ile çalıştı. Türkiye’ye dönünce İstanbul’da İslam Medeniyeti Vakfı ile anlaştı, genel sekreter oldu, Üsküdar’daki binayı yaptılar. Ben Kırgızistan’dan döndükten sonra bu seminerlere orada başladık ama bir ara MİT’in ayarlaması ile hepimizi kovdular! Kovulan Reşat Erol en sonunda vakfın başkanı oldu. Başından beri yani bin haftadır bu seminerleri yayına hazırlıyor...

Hepimizin böyle bir geçmişi, böyle bir hikâyesi vardır.

Ethem Büyükarıkan ve Yaşar Balaban nasıl geldi?

Mete Firidin, Tayibet Erzen ve Leyla Okta nasıl geldiler?

Hocaoğlu Ailesi nasıl geldi?

Allah Yusuf peygamberi ve Musa peygamberi seçtiği gibi sizleri de seçmiştir.

Bu seminerleri okuyanları ve değerlendirecek olanları da Allah seçmiştir.

كُمْ(اجْتَبَاكُمْ) hitabına muhatap olanlar sizsiniz, bu seminerleri okuyanlardır.

Allah onları seçtiği ve onlar belli zamanlarda yazdıkları halde, artık www.akevler.org’da yazmayan arkadaşlar, bu seminerleri takip ediyorlarsa hatırlatıyorum, artık yuvanıza dönünüz. AK Parti’den sürülmüş bütün arkadaşlarımızı çağırıyorum; Akevler’e dönünüz...

وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ

Va MAv CaGaLa GaLaYKuM Fıy eLDIyNı (Va MAv FaGaLa GaLaYKuM Fiy eLFıGLı FaGALun)

“Ve dinde size ca’letmedi”

Ve Allah düzen içinde size zorluk çıkarmadı.

Akevler 52 sene önce 1967’de resmen kuruldu.

Ondan sonrasının hikâyesini yazalım.

Ben sadece dört gün gözaltında kaldım, o da elektrik mühendisi olarak bir kazadan dolayı. Hayatımda bunun dışında bir geceyi bile nezarette geçirmedim.

Almanya’dan Millî Görüşçülerle görüşmek üzere Hollanda’ya gidiyorduk. Millî Görüşteki ajanlar haber verdiler ve girişte karakola alındık, yatsıya kadar bizi sorguya çektiler. Savcıyı çağırdılar, ifadelerimiz alındı ve Almanya tarafını göstererek oraya gidin dediler!

MİT’in görevlisi kooperatif muhasibimiz Mehmet Şen bizi ihbar etti ve İnterpol’den soruşturma için karakola gittik. Pazar günü idi. Ben Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev’den yani onunla olan görüşmelerimizden bahsedince o gün serbest bıraktılar.

Türkiye’deki maceralarımı anlatmak istemiyorum.

Kenan Evren 1980 sonrasında Millî Görüşçüleri ve Türkeşçileri (o zamanki MHP’lileri) muhakeme ettirdi. Karar günü hâkimin annesi demiş ki; ‘Oğlum, bunları mahkûm etmeyeceksin, yoksa analık hakkımı haram ederim!’ Hâkim de beraat kararı verdi.

Allah her yerde bize yardım etti.

Şimdi de AK Parti iktidardadır; bize yararı olmasa da kimse bizi rahatsız etmiyor.

İşte, Allah mevcut düzende melikin dininde bize zorluk çıkarmadı. Böylece 52 yıllık cihattan buraya kadar geldik. Devlet Bahçeli bile şaşırmış geçenlerde beyanat verdi; Fehmi Koru neden dışarıda diye! Allah koruduğu için dışarıda. 

Biz devletin kanunlarına uyarız. Çünkü Kur’an “Ya hicret edin ya da düzene uyun, düzen içinde yönetime karşı gelmeyin” diyor; “Tebliğ yapabiliyorsanız orada kalın, yoksa hicret edin” diyor.

مِنْ حَرَجٍ

MiN XaRaCın (MiN FaGaLın)

“Hiçbir harac”

حَرَج zorluk demektir, sıkıntı demektir.

Yarım asırdır kooperatifimizi etkisiz hale getirmek istediler. Devlet Güvenlik Mahkemelerine gönderdiler. Askerler bizim yanımızda oldular. Yine bizim lehimizde sırf askerler var diye mahkemeleri kapattılar. Oysa biz hep Devlet Güvenlik Mahkemelerinde muhakeme olduk. Askerler sayesinde mahkûm olmadık. Hiçbirini ne tanıyoruz ne de adları bizde yazılıdır.

Bu yalnız Türkiye’de olmadı.

Adil Düzen sayesinde dünyaya etki ettik ve zorluk içinde kalmadık. Başarısızlık bizim cihadı yapmamamızdır. Bir gün Akevler’e hizmet verenlerin listesini birileri çıkarsın. Burada çalışanlar terk edip zenginlik ve iktidar peşinde koştular. Kendi çıkarları için koşmadılar. İslamiyet’e daha çok hizmet edeceğiz diye koştular. Niyetleri iyiydi ama içtihatlarında hata vardı. Allah bunların hepsini bize vermedi mi? Allah bize kolaylıklar gösterdi.

Allah işte bunu bize söylüyor.

Allah bize “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı ihsan etti.

Allah “Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi Ana Sözleşmesi”ni ihsan etti.

Yönetimde herhangi bir sıkıntımız yok. Ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Biliyoruz da yapmıyoruz, yapamıyoruz. Dinde harac çıkarmadı demek, Adil Düzen’de bir eksiklik, bir sıkıntı yapmadı demektir. Tüm dünyada Adil Düzen’i etkili etti.

مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ

MilLaTa EaBIyKuM İBRAvHIYMa (FiGLaTa FaGLıKuM EiFGAvLıYLa)

“Ebiniz İbrahim’in milleti”

Hazreti İbrahim’i ateşte yakmak istediler ama yakamadılar. Akevler’e karşı da böyle tuzaklar kurdular. Millî Görüşe de öyle yaptılar ama başaramadılar. İbrahim milleti dünyaya hâkim oldu. Şimdi de Akevler milleti dünyaya hâkim oluyor; silahla değil, ilimle. Sabırla, örnek semtler kuracaktır. Tüm dünya Semt Kooperatifleri ile üçüncü binyıl uygarlığına geçecek. 500 sene sonra Adil Düzen’e muhalif olanların tarihi hikâyeleri kalacaktır.

İbrahim Peygamber insanlığın sosyal temelini attı. Yahudiler ve Hıristiyanlar onun İshak oğlundan geldiler. Müslümanlar onun İsmail oğlundan geldiler. Peygamber İbrahim’in ayrıca Katura isminde üçüncü bir karısı vardı, ondan da dört oğlu olmuştur. Onları Doğu’ya gönderdi. Hindistan’da Brahmanizm’i (İbrahimî dini) geliştirdiler, Budizm ortaya çıktı. Budizm doğu dinlerinin Hıristiyanlığıdır.

Biz vasat milletiz. Yahudi ve Hıristiyanlardan Hinduizm ve Budizm’in dışında İsmail’in neslinden gelen Muhammed Peygamber İbrahim milletindendir.

Burada أَبِيكُمْdemek أَبِيكُمْ فِي الدِّينِ demektir. Kur’an إِخْوَانُكُمْفِيالدِّينِ (Tevbe 9/11) diyerek sosyal akrabalığı kabul ediyor.

مِلَّةağzı dikilmiş dolu torbadır, insanlığın adıdır. Tüm insanları içine alır. Hak dinde olanlar İbrahim milletinden olurlar. Onun dışındakiler şeytanın milletindendirler. Sosyalistler tüm dinlerin canına okumak istediler ama şimdi piyasada yoklar. İbrahimî din yeryüzüne hâkim olacaktır.

-İbrahim Peygamber beşeri uygarlığı ilk olarak başlattı ve inkılabı ilimde yaptı.

-Musa Peygamber inkılabı şeriatta yaptı.

-Davud Peygamber ekonomide yaptı.

-İsa Peygamber ahlakta yaptı.

-Son Nebi Muhammed bunları birleştirdi ve beşeri uygarlığı bir bütün olarak ortaya koydu. İnsanlık henüz hazır olmadığı için birinci dönemde tam olarak uygulanmadı. Şimdi ilimde ve sanayide ulaşılan seviye ile insanlık içtihat yapacak hâle geldi.

Şimdi peygambersiz ilk medeniyeti kuruyoruz. Bunu kurma görevini de Allah bize verdi, bir de rahatlık verdi, serçe parmağımız ile işleri alıyoruz ama yine de başarıyoruz.

هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ

HuVa SamMAvKuM eLMuSLiMIyNa (HuVa FagGaLaKuM MuFGıLIyNa)

“O sizi Müslimler diye tesmiye etti”

İslam barış dinidir.

Doğada iki şekilde denge kurulur; çatışma ve dayanışma. Her ikisi de dengeyi sağlar.

Koyunlar azaldığı zaman kurtlar yem bulamaz zayıflarlar, otlar çoğalır, kuzular artar. Kuzular çoğalınca otlar azalmaya başlar, kurtlar zayıflayan kuzuları kolay avlar ve semirir. Böylece doğadaki denge çatışma üzerine kurulur. Diğer taraftan çiçekler arılara bal özü verir, tozlaşmayı gerçekleştirirler. Burada ise dayanışma vardır.

Vücut hücreleri dayanışma içindedirler, mikroplar çatışma içindedirler.

Peygamberlerin düzeni çatışmaya değil dayanışmaya dayanır.

Kâfirlerin sistemi olan şeytanın sistemi çatışmaya dayanır.

Yani iki düzen vardır; İslam/barış düzeni ve zulüm düzeni. Düzenler böyle ayrılmaktadır. Âdem’den beri bu böyledir, din olarak düzen olarak iki düzen vardır; İslam dizeni ve zulüm düzeni.

İslam düzeninde insanlar çeşitli adlar almışlardır; Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindular ve Budistler. Bunların hepsi İslam düzenindedirler. Sadece adları farklıdır. İbrahim Peygamber kendisine taraftar olanlara “müslim” yani “barışçı” adını verdi, barış siyaseti ile dünyaya İslamiyet’i hâkim kıldı.

Buradaki هُوَ İbrahim’e mi gidiyor yoksa Allah’a mı?

İlk baktığınızda İbrahim’e, biraz düşündükten sonra Allah’a gider.

Nitekim Süleyman Ateş bu zamiri Allah’a göndermiştir, çünkü İbrahim şimdi burada değildir ve bize o الْمُسْلِمِينَ diyemez.

Biz ise diyoruz ki; Allah iki defa peygamberlerine emretti Müslim adını kullanın diye. Biri İbrahim’e diğeri ise Muhammed’e. Allah’ın emri olduğu için Allah adlandırmış oluyor, peygamberler yaptığı için de peygamberler adlandırmış oluyorlar.

مِنْ قَبْلُ

MiN QABLu (MiN FaGLu)

“Min kabl”

قَبْلِكُمْ denmesi gerekirken  مِنْ قَبْلُdenmiştir.

Çünkü adlandırma bir zaman içinde oldu. İbrahim zamanında oldu, sonra onu kullanmadılar. Yani bugün büyük dinler islam oldukları halde “’Müslim” adını kullanmıyorlar.

Bir şey olmak başka, ad olarak onu kullanmak başkadır.

وَفِي هَذَا

Va FIyv HAvÜAv

“Ve bunda”

“VeLeKüm” veya “BiKüm” veya İyyaKüm” denmesi gerekirken, “Küm” kelimesini kullanmadan فِي getirdi. Yani üçüncü binyıla girerken de adınız müslim olmuştur.

Nitekim bugün “Müslüman” deyince yalnız Kur’an ehli anlaşılıyor. Herkes İslam dininde ama yalnız Kur’an ehlinin adı müslim.

Burada çok önemli bir kural konmuş olmaktadır. Kur’an’a kadar dünyada düzeni sağlamakla İsrail oğulları görevli olmuşlardır. Allah bir ırka bu görevi vermiştir. Çünkü cidal olacağı için o gün ancak onlar bu işi yapabilirlerdi. Şimdi ise artık uygarlık ve tedris imkânı geldi. Bir kavme veya bir hanedana değil tüm insanlara bu görev verilmiştir. İsteyenler bir araya gelir “müslim” olurlar ve iman ederek dünyanın güvenliğini temin ederler ve mümin olurlar.

Yirmi birinci yüzyılda dünyanın İslam ve faizli işçilik sistemini savunan batının arasında olacağı, İslam olmasalar da adlarının Müslim olacağını bildirmiştir. Bütün bunlar bizi anlatmadır.

لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ

LiYAKUvNu eLRaSUvLu ŞaHiDan GaLaYKuM (Li YaFGaLu eLFaUvLu FaGIyLan GaLaYKuM)

“Resul size şehid olsun diye”

 

“Resul” marife olarak gelirse dört manası vardır.

1) Birinci manası, Kur’an’ın kendisine nazil olmuş olduğu Abdullah’ın oğlu Muhammed’dir. Burada bu mana verilebilir. Diğer peygamberler sadece kendi kavimlerine resul oldukları gibi Muhammed Peygamber de kendi kavmine resul (başkan) olmuştur. Başkan olarak yalnız kendi kavmine başkanlık etmiştir. Ne var ki kavmi tüm insanlığa Kur’an’ı ulaştırmakla görevli kılınmış ve bugün biz onların bize aktardığı Kur’an’ı tilavet ediyoruz.

2) Marifeli “Resul” kelimesinin ikinci manası çağın Mekke beldesinin başkanıdır. Mekke’de dünyadaki üniversitelerin rektörleri buraya birer ilim adamı gönderirler. Bunlar Mekke üniversitesini kurarlar ve bunlar kendi aralarında bir imam seçerler. Bu imam o çağın resulüdür, peygamberin halifesidir. Sadece Mekke beldesinin başkanıdır. Birinci Kur’an uygulamasında bu imam makamı ilk dört halifeden sonra gasp edilmiş ve saltanata dönüşmüştür. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası ile bu yeniden tesis edilecektir. Ancak ondan sonra hac yapmak geçerli olur.

3) Marifeli “Resul” kelimesinin üçüncü manası şudur; her bucağın başkanı o bucağın resulüdür. O bucakta o bucağı kuranların halifesidir. Burada bu manayı da verebiliriz. 

4) Marifeli “Resul” kelimesinin dördüncü manası cins için olabilir. Yani başkanın ortak vasıflarını içerir. İstiğrak için olması Kur’an’da yoktur sanırım.

الرَّسُول kelimesini bu dört manası ile de manalandırdıktan sonra شَهِيد kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir.

شَهِيد ‘bilen kişi / bilirkişi’ demektir. Bir haberi veya bir görüşü doğru olarak aktaran kimsedir. Eğer görevli olursa şehid olur. O halde başkanlar şehiddirler. Olayları veya hükümleri halka aktarırlar.  Halk başkanın ağzından olayları öğrenir, onun ağzından şeriatı ve kitabı duyar.

Bugün bakanlar kurulu kararları ve yasalar resmi gazetede yayınlanırsa geçerli olur. Orada da cumhurbaşkanının imzası vardır. Cumhurbaşkanı orada karara katılmış olması gerekli değildir. Dolayısıyla sorumlu olmaz. Kararın bakanlar kurulunda alındığına şehadet eder. Kanunun meclisten gerçekten çıktığına şehadet eder.

Peygamber Muhammed sadece şehiddir. Yani Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna şehiddir. Kendisi şari değildir, müellif de değildir. Başkanlar da bucaklarında öyledirler.

وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ

Va TaKUvNUv ŞuHaDAvEa (Va TaFGuLUv FuGaLAvEa)

“Ve şehidler olasınız diye”

شُهَدَاءَkelimesi شَهِيد’in cemidir. Burada çok açık olarak görülüyor. بِأَرْبَعَةِشُهَدَاءَ (Nur 24/4) dendiği zaman dört görevli şehid yani dört soruşturmacı polis demektir. Orada açıklama yaparken bunu söylemiştik, itirazlar devam etmiştir. Bu ayet o itirazlara son verir.

Birinci Kur’an uygarlığı Kur’an’ı ve şeriatı insanlara anlatmıştır. İnsanlığa şehid olmuşlardır. Biz de uygulayarak şehid olacağız. Onlar yönetimde şehid oldular, biz iktisatta şehid olacağız. Karyeler ve teavün şirketleri bizim zamanımızda kurulacaktır. Biz de insanlığa şehid olacağız.

Nasıl olacak bu?

Önce yüzer hanelik semt kooperatifleri kurulacak. Hıristiyanlık gibi devletsiz gelişecek. Herkes Kur’an’ı kendi karyesinde yaşayacak.

Bu karyeler birleşerek bin dil üniversiteleri kuracaklar, mevcut üniversitelerde okuyup diploma alacaklar, Kur’an’ı bin dile bu üniversite çevirecek. Arapça bu üniversitelerde merkezi dil olacaktır. Bin dil üniversitesi yüz semtten oluşacak, her semtte on dil olacak, bu üniversiteler mala-mal marketleri ile yaşayacaklardır.

İşte bu duruma geldiğimizde Allah Mekke’yi bize verecek ve orada da bin dil üniversitesini kurmuş olacağız. Dünyada on civarında bin dil üniversitesi olacak, Mekke üniversitesi merkez olacaktır.

عَلَى النَّاسِ

GaLa eLNAvSı (GaLay eLEuFGAvLı)

“Nâs üzerine”

Bugün Müslüman dediğimiz halka, onların kurduğu devletlerin mütevelli olduğu ama bütün insanlığın ortak beldesi olan Mekke’de insanlığa ilahi düzenini anlatacağız.

Bizim işimiz kimseye hükmetme değildir. Kur’an’ı insanlar silah zoru ile öğrenmeyecekler, Kur’an’ı insanlar ilim yoluyla öğrenecekler. Sömürü sermayesi yoluyla öğrenmeyeceklerdir.

Bugün dünyanın en büyük âlimleri Akevler’dedirler. Bunlar Batı’yı da Doğu’yu da biliyorlar. Gerçek ilme bunlar sahiptirler. Matematiği ve Arapçayı birlikte tedris eden ve bunlar arasını telif eden yalnız Akevler vardır.

“Hayır, başkaları da var” diyen varsa duymak isteriz. Çünkü bizim eksikliklerimiz var, onlardan öğrenmek isteriz. Onlarla beraber olmaya her zaman hazırız, onlar imam olsunlar.

İlimleri olmadığı halde biz onları imam yaptık, âlim olurlar diye ümit ettik. Onlar âlim olmadılar. Sermaye’ye transfer olup cehaletleri içinde dünyayı hazırladılar. Takdiri ilahidir ve iyidir. Görevleri vardır, yaptılar. Şimdi sıra sizde...

فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ

Fa EaQIyMuv eLÖaLAvTa (Fa EaQIyMUv eLÖaLAvTa

“Salatı ikame edin”

الصَّلَوَاتِ denmiyor, الصَّلَاةَ deniyor. Burada kastedilen evde kılınan namaz değildir. Rüku edin secde edin dendiği yerde tarif edilmişti. Şimdi toplantılardan ibaret olan namazdan bahsetmektedir.

Bize emredilen günde beş defa apartmanlarda, yüz lojmanlı ve on katlı apartmanın her katında günlük toplantılar yapılacaktır. Ayrıca on apartman bir araya gelerek bucak semti oluşturacaklardır. Haftalık toplantı orada yapılacaktır.

Ramazan bayram namazlarını il merkez bucaklarında, Kurban bayram namazlarını devlet merkez bucağında, Hacda ise insanlığın merkez bucağında Mekke’de kılınacaktır.

وَآتُوا الزَّكَاةَ

Va EAvTuv eLZaLAvTa (Va EaFGıLuv eLFaGaLavTa)

“Ve zekâtı ita edin”

Namaz bedeni faaliyetlerimizi düzenler, bizim yaşamamızı ayarlar.

Zekât ise bizim çalışmalarımızı ayarlar. Bunun için Allah’ın bahşettiği imkânları paylaşır, üretim yaparız. Topluluğa yani Allah’a kira payını veririz. Bu zekâttır. Allah da aldığı zekât payını topluluğun işlerini yapmakta harcar.

Tüketilen kaynakların beşte biri kamuya aittir ve devlet gelirlerindendir.

Tüketilmemekle beraber toprak gibi işgal edilebilen malların payı onda birdir ve il gelirlerindendir.

Mera gibi sınırlı olmakla beraber herkese açık olan alanların kamu payı yüzde yirmidir. Üründen alınmaz, üretim araçlarından alınırsa kırkta bire iner. Bu da bucak gelirlerindendir.

Ocakların zekâtta payları yoktur. Ocak giderleri ocakta harcananlardan pay alınır.

İnsanlığın zekâtta payı yoktur. İnsanlık insanlığın işlettiği tekel vakıfların genel hizmet paylarıyla yaşar. Genel hizmet vakıfları dört adettir; silah, ilaç, enerji, elektrik. Yarısı bedava sistemi ile işletilir. Ulaşım ve haberleşmeden vergi alınmaz. 

وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ

Va iGTaÖıMUv BielLAvHı (Va iFTaGıLUv Bi elLAvHı)

“Ve Allah’a i’tisam edin”

عُصْمatın bağlandığı iptir.

عصم Kur’an’da 13,  عصب5 defa geçer. Toplam 18 (2*32) eder.

ع etkiyi, ص dayanıklılığı, م enginliği ifade eder. Menfi manası da vardır.

 عِصْمَةatı bağlamadır, اِعْتِصَام ise kendi kendini bağlamadır, tutunmadır. Bir yerde بِهِ olarak geçer, burada بِاللَّهِ olarak geçiyor. Allah’ın habline i’tisam etmek Allah’ın şeriatına i’tisam etmektir. Burada حَبْل kelimesi geçmemektedir.

“Allah’ın kendisine i’tisam etmek” demek topluluk oluşturmak demektir. Bize şimdi emredilen bir şey vardır; Allah’ın yeryüzünde halifesi olan topluluğu oluşturmak.

1960’larda Müslümanlar, Allah’ın habli olarak Risaleleri görüyordu; Süleyman Tunahan’ın Kur’an derslerini görüyordu. Necmettin Erbakan siyasi parti olarak gördü. Mehmet Zahit Kotku tarikatla bu işi götürmek istedi. Herkes Allah’ın ipine sarılıyordu.

Akevler’e göre ise önce topluluk oluşmalı, sonra O’nun ipine tutunulabilir.

Sağlam iplerle İslami topluluk oluşmadan tutunmak şeytanın ipine tutunmak anlamına gelir. Buna örnek Gülen cemaatidir, birilerinin ipine Allah’ın ipidir diye sarıldılar, sonunda Sermaye’nin ipine sarılmış oldular.

Gülen beddua etmişti, “Eğer bunları bu cemaat yapmışsa Allah bunları kahretsin, iftira ediliyorsa Allah iftira edenleri kahretsin.” demişti. Kendi arkadaşları mağlup oldular. Demek ki onlar da o işin içinde vardılar.

Burada herhangi bir ipe sarılmamız değil, İslami topluluğu oluşturmamız emrediliyor.

İran’a gitmiştik. Yeni inkılap olmuştu. Bizi bir genç karşıladı. Bize dedi ki: “Şimdi İran’dasınız, İslam düzeni içinde olduğunuzu sanıyorsunuz. Biz inkılap yaptık ama yönetim yine onlarda. Gelecekte yetişecekler, onlar şeriatı getirecekler.” Hâlâ gelmedi.

Evet…

Biz İslami topluluğu, Allah’ın halifesi olmaya layık bir topluluğu oluşturmalıyız.

Akevler’de henüz İslami topluluk oluşmamıştır. Yarım asırlık çabalamalarımıza rağmen bir ortaklık işletmesini de henüz kuramadık. Hala işçilik sistemi içinde varlığımızı sürdürüyoruz. Onun için kimseye bize gelin demiyoruz.

Hazreti İsa gibi Allah’a giden yolda bize yardım edin diyoruz.

Siz bize yardım etmeyeceksiniz, Allah’ın ensarı olacaksınız.

Kendiniz Kur’an düzeni kurmalısınız.

Ne duruyorsunuz, yarından itibaren bir Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi kurunuz; bize ortak olunuz demiyoruz, siz kurunuz diyoruz.

Bizim yardımcımız değil, Allah’ın halifesi olan topluluğun yardımcısı olunuz.

هُوَ مَوْلَاكُمْ

HuVa MaVLAvKuM (HuVa MaFGaLaKuM)

“O mevlanızdır”

مَوْلَى kelimesi ولي kökünden ismi zaman ismi mekân ve masdarı mimidir. وَلِيّ dayanak, dayanışma demektir. Sırt sırta vererek birbirini koruyan demektir.

Buradaki هُوَ iman ettiğimiz Allah’a gitmektedir. Yani biz topluluk kuracağız. O’nun halifesi olmayı talep edeceğiz. O da bizi halife olarak görevlendirecektir.

وَلِيّ kelimesi yerine مَوْلَى kelimesini zikrediyor. Çünkü o görevlendirmeyecek. Biz talip olacağız, o bize katılacak. Sonra kullukla şirki karıştırmayacağız. Birbirimizi tanrı edinmeyeceğiz.

Bizde merkezi karar alınmaz.

Bal ortaklığını kurduk. Kimseyi katılmaya zorlamadık. İsteyenler katıldı. Bugün kırktan fazla kovanımız var ve ortaklar alıyoruz. Kovan kadar ortak alıyoruz. İsteyen ortaklıktan her zaman çıkabilir.

Akevler’in ilk sözleşmesinde yazdık. Kimseden zorunlu katkı istenmez, katkıları yok diye ortaklıktan çıkarılamaz. Biz elli senedir yaşıyoruz. Zorunluluk getirenler kapanıp gittiler.

Asıl halife olanlar kişilerin kendileridir. Kişilerin birleşmesinden oluşan topluluk onların birleşmesinden doğmuş olup Allah’ın halifesi olmaktadır.

فَنِعْمَ الْمَوْلَى

Fa NiGMa eLMaVLAv (Fa NıGMa elMAvLAy)

“Mevla ni’medir”

1960’larda İzmir’de aldığımız bir karar vardı. Biz bir kooperatif kuracağız ve kendi köyümüzde Müslüman olarak yaşayacağız. Başkalarına karışmayacağız. Devletimize sadık vatandaş olacağız, vergimizi vereceğiz. Kararlarımızdan biri bu idi.

İkincisi ise adaylıklarımızı koyacağız. Kendimize oy vereceğiz. Halkımıza diyeceğiz ki, bakınız bunlar sorunları çözemiyorlar, siz oyu kendinize veriniz.

Bizim o gün başlattığımız girişim sonucunda ne oldu?

Akevler kuruldu. Akevler’i örnek alan holdingler Türk ekonomisine hâkim olmaya başladı. Dünyada Müslümanlar girişimler yaptılar. Akevler’de başlayan Gülenciler dünyaya hâkim oldular, her tarafta okullar açtılar. AK Parti bugün süper güç olma çabasında.

Bunlar nasıl oldu?

Savaş siyaseti ile değil barış siyaseti ile oldu. Akevler başlangıçta birleştirici rol oynadı. Allah yolunda olanlar bir araya geldiler ve kendileri yaptılar.

Bugün de Allah yolunda olanların görevi barıştır, silmdir, İslam’dır. Yine ehli hak birleşecek ve Kur’an düzeni gelecektir. Herkesin yemekte/çorbada tuzu olacaktır. Yarım asırlık çabamızda Allah’ın ne kadar naim bir mevla olduğunu yaşayarak gördük. Biz, nankörlük yapmamıza hamd etmememize rağmen, Allah’ın bizi nerelere getirdiğini görüyorsunuz.

وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

Va NıGMa eLNaÖIyRu (Va FıGLa eLFaGIyLu)

“Ve nasir ni’medir.”

نَاصِر değilنَصِير demiştir. Yardım etmeyi görev alan kişidir. Burada مَوْلَى kelimesini kullanarak demokrasiye işaret etmiş, merkezi yönetimi reddetmiştir. Merkezde olan da görevli, sade bir vatandaştır. Biz onun velisi, o da bizim velimizdir.  

Ayette مَوْلَى kalıbı ile yetinmemiş, bir de نَصِير‘i atfetmiştir. O savaşmayacak biz savaşacağız, O bize yardım edecektir. Velidir ve hadim değil nasîrdir. 

Birleşmiş milletlerin görev ve yetkilerini böylece belirleyerek sureye son verdi.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Kur’an düzenini ele alan bir “danışma kurulu” kurması gerekir, bunu yapmak ona farzdır. Gülen’e de farzdır. İhvanı Müslimine de farzdır. Hamaney’e de farzdır. Bunlar inanmış Müslümanlardır.

Hiçbir imkâna sahip olmayan Akevler, Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nı ortaya koydu. Allah mevla ve nasir olacaktır.

 

YORUM

Bu sure 2019’un Kadir gecesinde bitmiş olacak. O gece sure okunduktan sonra yılımız değerlendirilecektir. 2019 yılı İsra Suresi’nde ebced hesabı ile bir inkılap yılı olarak hesaplanmıştır. Akevler’de yeni kararlar alınır inşallah.

Akevler’in perişan haline bakıp ümitsizliğe düşmeyin. Bunları biz değil Allah yapıyor. Bizi güçlü yapmıyor ki, yapanın kendisi olduğunu insanlık bilsin.

Erbakan’ın bir seneden az iktidarda kalması Allah’ın ona rahmetidir. Cenazesinde oluşan kalabalıkla da Allah’ı savunduğu adil, hak yol olduğuna mucizedir. Ev hapsinde tutulup sonunda ünlü cenaze ile uğurlandı.

15 Temmuz Allah’ın Gülen’e rahmetidir. Göreceksiniz, ona cephe alan Sermaye veya CIA da mağlup olacak, Gülen faaliyeti dünyada güçlenerek devam edecektir. Gülenciler de sonunda Kur’an düzenini öğrenmeye başlamak zorunda kalacaklardır.

Bugün Dolar almış başını yürümektedir; batacaktır demektir.

Dolar nasıl yenilecek?

Akevler’in altın bonosu ile yenilecektir. Allah’a hamd etmeliyiz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Allah’ta O’nun çabasının gerçeğiyle çabalayın. O sizi toparlamıştır. Dinde size bir güçlük yapmadı. Atanız İbrahim’in birliği. Daha önce onda sizi barışçı diye adlandırdı ki elçi size tanık olsun siz de ele tanık olasınız. Toplantıları yapın, vergileri verin, Allah’a tutunun. O yaranınızdır. Yaran gökçektir, yardımcı gökçektir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Allah’ta cihadının hakkı ile cihad ediniz. O sizi içtiba eder. Dinde size hiçbir harac ca’l etmedi. Ebiniz İbrahim’in milleti. Min kabl ve onda sizi Müslimler diye tesmiye etti ki resul size şehid olsun ve siz de nâsa şehid olasınız. Şimdi de salâtı ikame edin, zekâtı ita edin, Allah’a i’tisam edin. O mevlanızdır. Mevla ni’medir, nasir ni’medir.”

 

Va CAvHiDUv Fi elLAvHı XaqQA CıHAvDıHIy HuVa iCTaBAvKUM Va MAv CAGaLa GaLaYKuM Fıy elDIyNı MıN XaRACın MilLaTa EaBIyKuM İBRAvHIYMa HuVa SamMAvKuM eLMuSLiMIyNa MiN QaBLu Va FIy HAvÜAv LiYAKUvNa eLRaSUvLu ŞaHiyDan GaLaYKuM Va TaKUvNUv ŞuHADAEA GaLa eLNAvSı Fa EaQIyMuv eLÖaLAvTa Va EAvTuv elLZaKAvTa Va iGTaÖıMUv BielLAvHı HuVa MaVLAvKuM Fa NiGMa eLMaVLAv Va NıGMa eLNaÖIyRu

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

 

İstanbul; 01 Haziran 2019

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

resatnurierol@gmail.com

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
11.06.2019
14:35


1967...1968...1969...AKEVLER 53 YILDIR ÇALIŞIYOR...2017...2018...2019

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1016

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1016. Hafta - 01 Haziran 2019 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1016. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

Kadir Gecesi ve kararlar

***

Kadir Gecesi ve Benim takdirim

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

İslam Düzeni’siz İslam ülkeleri ne kadar İslami?

‘Dinleri var işlerimiz gibi, işleri var dinimiz gibi’

Sinan Eskicioğlu’na göre Millî Görüşçüler ve …

İsmail Râcî Fârûkî’yi Ramazan’da rahmetle anmak

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HAC SÛRESİ - 18. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ (1) يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ (2) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَرِيدٍ (3) كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَأَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ (4) يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (5) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (6) وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ (7) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ (8)ثَانِيَ عِطْفِهِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذِيقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَذَابَ الْحَرِيقِ (9) ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (10) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انْقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ (11) يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِنْ نَفْعِهِ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ (13) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ (14) مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ (15) وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يُرِيدُ (16) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (17) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ (18) هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُءُوسِهِمُ الْحَمِيمُ (19) يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ (20) وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ (21) كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ (22) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ (23) وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25) وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ (27) لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ (28) ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ (29) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ (30) حُنَفَاءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ (31) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ (32) لَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَا إِلَى الْبَيْتِ الْعَتِييقِ (33) وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتتِينَ (34) الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (35)وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (36) لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ (37) إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ (38) أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ (39) الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40) الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41) وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ (42) وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ (43) وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44) فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ (45) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ (46) وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ (47) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ (48) قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (49) فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (50) وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (51) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (52)  لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ (53) وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (54) وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً أَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ (55) الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (56) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ (57) وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58) لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ (59) ذَلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ (63) لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ (64) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (65) وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ (66) لِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا هُمْ نَاسِكُوهُ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْأَمْرِ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ إِنَّكَ لَعَلَى هُدًى مُسْتَقِيمٍ (67) وَإِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (68) اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ (69) أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّ ذَلِكَ فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ (70) وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِهِ عِلْمٌ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ (71) وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فِي وُجُوهِ الَّذِينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذِينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَلِكُمُ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (72) يَاأَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ (73) مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (74) اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (75) يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ (76)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (77) وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv (YAv EayYuHav elLaÜIyNa EaFGaLUv)

“Ey iman etmiş olanlar”

Kur’an’da büyük dinler sayılırken, Kur’an ehline الَّذِينَ آمَنُوا, Tevrat ehline الَّذِينَ هَادُوا denmekte, İncil ehline النَّصَارَى ve doğu din mensuplarına الصَّابِئِينَ denmektedir (Bakara 2/62). Bunlar hak dinlerdir.

“Ey iman etmiş olanlar” tabiri yalnız Medine surelerinde geçmektedir. Yani devlet olarak teşkilatlanmış olan topluluğa hitap etmektedir. Bu surenin 17’inci ayetinde de bu ayırımı yapmış, orada insanları dinlere göre ayırmıştı.

İnsanlar dinlere ve dillere göre sınıflanırlar. Hepsine “Ey nâs” diye hitap etmişti. Buraya gelinceye kadar tüm insanlığın birlikte nasıl yaşayacağı anlatılmıştır.

İnsanlar karyelerde yaşarlar. Karyeler aşiretlerden oluşur. Bir aşiret/ocak 10 aileden ibarettir. Aileler de en az karı, koca ve bir çocuk olmak üzere 3, en çok da karı, koca, beş çocuk, büyük anne ve büyük babalardan olmak üzere 10 kişiden oluşur.

Yani vasat aile beş kişiden oluşmaktadır; üç çocuk ve anne baba.

Karyeler birleşir ve bir kabileyi yani bucağı oluştururlar.

Yüz kabile bir şa’bı yani ili oluşturur.

Bir ilde ona yakın belde vardır.

Şa’blar birleşir ve bir kavmi oluşturur.

Kavmin içinde ona yakın medine (bölge) vardır.

İnsanlık yüze yakın kavimden oluşur. İnsanlıkta ona yakın mısr (kıta) vardır.

İnsanlığın güvenliğini sağlamakla görevli organizasyona iman denmektedir, güvene almak, güveni sağlamak anlamındadır.

Surede nâsı anlattıktan ve nâsın yıllık kongreleri olan haccı detaylandırdıktan sonra, bu düzeni, bu güvenliği sağlayacak kuruluşa geçti ve “ey iman edenler” diyerek sureyi bitirdi.

Kur’an’da meclis “ALLAH” ile, yönetim “RESUL” ile, geçici yargı “Allah ve resul” ile, yargı ise “Allah ve resulü” ile ifade edilir. Allah ve resulünün verdiği karar müminler tarafından yani emniyet güçleri tarafından infaz edilir.

Demek ki müminler insanlık içinde organize olmuş, hakemlerin aldığı kararları teyit eden, askeri gücü oluşturan topluluktur. Kur’an’dan önce bu emniyet teşkilatı yani kurumu peygamberler tarafından oluşturulurdu. Kur’an’dan sonra peygamberlik yoktur. Yeni kitap gelmeyecek, Kur’an her dönemde yeniden yorumlanacaktır. Peygamberlerin yerini de ilim adamları alacaktır. Yani sizin gibi bu seminerleri okuyup anlayan ve gereğini yapan, ayrıca bugünkü ilimleri de tedris eden kimselerdir.

Peygamberlerin halifesi olan ilim sahipleri kimlerdir?

İnanmışlarda yaygın kanaat İslam âlimleridir. Laik ilimlerin âlimleridir.

Bize göre ise ilimlerin laik olanı yoktur. İlim Müslümanların yitiğidir, nerede bulurlarsa almalıdırlar. Kur’an’da da bilmiyorsanız ehli zikre sorun diyerek onların daha âlim olduklarına işaret etmektedir (Nahl 16/43). Yani hem İslami ilimleri hem fenni ve içtimai ilimleri tahsil edenler ancak bu iman etmiş olan grup içine girmektedir. Akevler dışında her iki ilmi birden ele alan bir kuruluşun bulunmadığına Sebahattin Zaim ile Hayrettin Karaman şehadet etmektedir.

O halde bugün peygamberlerin yerini alacak ilim adamları henüz yoktur.

On bin ortaklı Ar-Ge merkezini kurduğumuz zaman, işte orada yetişenler yani yetişecek olanlar bu âlimleri oluşturmaktadırlar.

Şimdi siz bu seminerleri takip eden ve üzerinde çalışan kişilerden oluşan kimseler; bilin ki bu ayetteki muhatap sizsiniz, yalnız sizsiniz.

Bir gün birileri gelse ve “Adil Düzen’den daha ileri çalışma dünyada yapılmıştır, davet olunuyorsunuz” dese de hicret etsek ve hicret farizamızı da yerine getirsek...

Hem failler marifedir hem fiil marifedir. Yani gelişigüzel kişiler değil, belli kişiler kastediliyor. Hem kişiler hem de imanın kendisi belirlidir.

Şimdi biz kimiz?

İzmir Akevler ortakları, Millî Görüşçüler, AK Partililer, Gülenciler, Süleyman Tunahancılar (Kur’an’ı kendilerine rehber edindiler.)

Özellikle İstanbul’da dersler yapan Yenibosnalılar, Medhalciler, Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı’ndakiler, Ankara cemaati, Kırıkkale cemaati. Bursa ve Mardin’dekiler vardır. Yeniden katılmaları beklenmektedir. Hong Kong’dakiler...

Bunların özellikleri nelerdir?

Bunlar Kur’an’ı yeniden anlamak istiyorlar. Çağın sorunlarını Kur’an’la çözmek istiyorlar. Batı ilimleri ile İslam ilimlerini birleştirme çabasındadırlar.

Yalova’da Ar-Ge çalışmaları devam etmektedir.

İşte burada bu cemaat kastedilmektedir. Onlara hitap edilmektedir. Bizden başka çalışanlar varsa www.akevler.org’da kendilerini tanıtsınlar. Hong Kong’dakileri böyle tanıdık. Aramızda peygamber olmadığı için çalışmalarımız serbesttir. Herkes ne isterse onu yapar ve diğerlerini sadece haberdar eder.





Son Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4506 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3387 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3781 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3206 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3090 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3225 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6056 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4554 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3480 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 2992 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3150 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4007 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3557 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3901 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 3963 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 3994 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3821 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 2878 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3688 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3070 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4430 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3311 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4452 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4246 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3609 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4216 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4560 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4136 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 3900 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 3819 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 3745 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4533 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3461 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 2974 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4600 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3631 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4424 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3173 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3039 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4435 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4881 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 3824 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3347 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 3787 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4005 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3517 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3574 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3624 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4006 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8364 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53