Hayrettin Karamanın-ADİL DÜZEN DEĞERLENDİRMELERİ VE CEVAPLARIMIZ
Süleyman Karagülle
2510 Okunma
DEĞERLENDİRMEYE ESAS/H.KARAMAN-HATIRAT-ADİL DÜZEN KISMI

 

 

 

 

 

1992 YILI ERBAKANLA

TÜRK CUMHURİYETLERİNE

SEYAHAT VE ADİL DÜZEN

TARTIŞMALARI

Sayfa-323

 

Necmeddin Erbakan Hoca, defalarca tekrarladığı-partiye katılma- davetini kabul etmediğim için
belki kalben kırgın olsa da zahirde aramız hiç bozulmadı. Önemli istişare toplantılarına bilhassa

1980’den sonra beni de çağırırdı (Çoğuna katılmadım; çünkü hoca fikir almaya
 değil, vermeye şartlanmış idi.). 1992 yılında parti olarak  Türk Cumhuriyetlerine bir seyahat düzenlemişler ve 150 kişi civarındaki heyete çeşitli üniversitelerden bazı öğretim üyelerini

de davet etmişlerdi. Bunlar arasında ben de vardım. Hem Türk Cumhuriyetlerini görmek hem

 de Erbakan Hoca’nın adil düzeni oralarda nasıl anlatacağına ve bu düzen hakkındaki

anlayışının geldiği son duruma muttali olmak için daveti kabul ettim.

Seyahatta unutulması zor olaylar oldu, acı ve tatlı durum ve manzaralarla karşılaştık,

önemli görüşmeler cereyan etti. Bunlardan not ettiklerimi ve aklımda kalanları naklettikten

sonra adil düzen konusuna geçeyim. Önce aklımda kalanlar:

Seyahat, partinin Türkiye’den kiraladığı bir uçakla gerçekleşti. Azerbaycan, Türkmensitan,

Kırgızistan ve Kazakistan’a gidildi, Özbekistan’a da gidilecekti, fakat orası

heyeti kabul etmedi.

Erbakan Hocanın kendine mahsus davranışları bu seyahatta da görüldü. Programda

görüşülmesi kararlaştırılmış ilim, ticaret ve siyaset adamları ile görüşmeye gidilirken

 birkaç otobüse binerek hepimiz birden gidiyorduk. Hoca, görüşmeyi bütün

heyetin görmesini istiyordu, ama buna, Azerbaycan hariç hiçbir ülkenin muhatapları

 razı olmadılar. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebülfeyz Elçibey (merhum) büyük bir

salona gelerek bütün heyeti kabul etti, tek tek tanıştı. Benimle tanışırken adımı ve nerede

 görev yaptığımı söyleyince “Sizin İçtihad kitabınızı okudum, bu istikamette çalışmalarınızın

devamı bizim için çok faydalı olacak” dedi. Diğer yerlere gittiğimizde bütün heyet

kabul edilmeyince bir pazarlık başlıyordu, partinin ileri gelenleri ile profesörler

(hepimiz prof, değildik ama böyle deniyordu) gelsin diye ısrar ediliyordu, bu da

 olmazsa seçilerek bazılarımız çağırılıyorduk. Siyasilerle görüşmelerde uzun uzadıya

adil düzenden bahsediliyor, karşı tarafın isyan edeceği noktaya kadar gidiliyordu.

Günün gününe tuttuğum notlar

14.12.1992 günü saat 16.00’da İstanbul’dan hareket edileceği söylendiği halde uzun süre

 bekledik ve gece yarısından sonra saat ikide uçakla Bakü’ye hareket ettik. 2 saat kırk dakika

 sonra Bakü’ye ulaştık. 15/12, Saat 07.00-10.00 arası otelde istirahat ettikten sonra yemek ve

görüşmeler için birkaç otobüsle otelden ayrıldık.

İlk görüşme Azerbaycan başbakanı (Haşan Hasanof) ile oldu.Erbakan Hoca başbakana özetle

 şunları söyledi: “Yöneticiler size batı taklitçiliğini teklif diyorlar; bu, komünizm belasından çıkıp

kapitalizm belasına düşmek olur. Kapitalizm hakka değil, kuvvete inanır, çifte standart kullanır, sömürücüdür. Biz size adil düzeni teklif ediyoruz. Bu düzen hakka inanır, herkes emeğinin

karşılığını alır, sömürülme ve sömürme yoktur. Kendi savunma sistemimiz, ortak pazarımız,

kendi paramız (İslam dinarı), kendi sanayimiz olmalı. Böylece İslam birliği oluşmalı... Şimdilik

 iki fon kurmak istiyoruz: 1. Asya ekonomik kalkınma fonu. 2. Asya sosyal kalkınma fonu…”

Başbakan şu cevabı verdi:

“Herkes geliyor, konuşup gidiyorlar. Ortada bir iş yok.Biz söze doyduk, fiil istiyoruz. Sizin teklif

 ettiğiniz şeyler güzel, raporları inceleyelim ve gerekeni yapalım.”

Sonra ekonomi nâzırı Rauf Karayev’e gidildi. Nâzır genç yaşında, zeki, bilgili ve şuurlu bir insan.

Erbakan Hoca, Başbakana söylediklerini ona da söyledi, bakanın cevabı şu oldu:

“Bize Türkiye gerekli alakayı göstermiyor. Uzman istedim, maliye bakanı söz verdi ama

 göndermedi. IMF’den istedim hemen gönderdiler. Biz önemli teşvik kanunları çıkardık. Gelip

 yatırım yapın, size yardımcı olalım. Yeterli güven ortamı vardır. Biz Batı’yı taklit etmek de,

sömürülmek de istemiyoruz; ancak özüne sadık rehberliğe ihtiyacımız var.”

Sonra savunma nâzırına gidildi.

Nâzır matematik profesörü, mücahid, beş yara almış gazi, samimi intibaı veren, dürüst, fedâkâr

bir insan. Cepheden döndüğü için bizi geç vakit kabul edebildi; uykusuz ve yorgun idi. Erbakan

Hocanın tekrarladığı konuşmaya onun cevabı da şöyle oldu:

“Ben bir şeye inanırım, o da Hak. Hakka inanmalı, hakkı bulmalı ve onu korumalı. Bizim imanımız

 sağlam olur ve Allah'a bağlanırsak hakkı buluruz. Onu korumak içinde can dahil her şeyi fedâ

etmeye hazır olmak gerekir. Ben İslam âlemi diye bir şey tanımıyorum. Yöneticiler kendile-

rini menfaat karşılığında satmışlar, halklarına da ihanet etmişlerdir. Biz müşküllerimizi kendi

gücümüzle aşacağız.Bizim Ermenilerden eksiğimiz değil, fazlamız var, ancak onların arkasında

malum güçler duruyor, bizim arkamızda olması gerekenler ise soygun ve aldatma peşinde.

Sağ olun, gazamız mübarek olsun !”.

16. 12. saat 10 da Cumhurbaşkanı Elçibey'den randevu alınmıştı, cumhur cemaat gittik, başkanlık müsafirhanesinin büyükçe salonunda 120 kişiyi kabul etti, hoş geldiniz derken herkes ile

teker teker tokalaşarak ilgilendi, bilgiler aldı. Salon kırk kişinin oturmasına müsait olduğu için geri kalanlar ayakta durdular ve görüşme iki saat sürdü. Erbakan Hoca’nın anlattıklarını dikkat-

 le dinledikten sonra şunları söyledi:

“Biz sizi bir parti ve politikacılar olarak görmüyoruz; o konulardaki sözleriniz beni ilgilendirmiyor,

sizi kardeşler olarak kabul ediyorum. Söylediklerinizin gerçekleşmesi çok müşkildir. Bunların da

 başında İslam Birliği var. Halkın birleşme ve yardımlaşma arzularını iç ve dış yöneticiler engelliyor. Yabancı güçlerin kendi menfaatleri yönünde hareket etmelerine kızmamak gerekir; onları takdir

 ediyor ve ‘Ne akıllı, ne azimli adamlar!’ diyorum. Biz dinimizi ve aklımızı kullanmıyoruz, suçu başkalarında aramayalım.“Biz sistemimizde üç ilkeye dayanıyoruz: Müslümanlık,Türklük ve demokrasi (buna çağdaşlık da diyebiliriz).

“Müslümanlık sözle veya yalnızca namazla, niyazla olmaz. O bir bütündür; onun amaçlarını şahıs ve toplumlarımızda gerçekleştirmemiz gerekir. Dini anlamak kolay değildir. Temel İslam ilimlerini, dinler ve ilimler tarihini iyi bilmek, incelemek gerekir. Biz gerçek Müslümanlar olsak,bir yanında Türkiye, bir yanında İran bulunan Azerbaycan’ın bugünkü müşkilleri olur mu?

“Türklük: Milliyetimizi derk etmeliyiz; neyiz, tarihimiz nedir, nereden nereye geldik, öz değerlerimiz nedir, kültür ve medeniyetimiz nedir bilmeliyiz.“Demokrasi: İslam başka dinlere hayat hakkı vermiştir,

onlara dokunmaz, dileyen seçtiği dini yaşar. İslam, insan haklarına riayeti emreder. Çağın bilim ve teknolojisine de sahip olmalıyız.

“Bana siyasi liderler ve benzerleri muallim olamaz; bana ancak alimler ve uzmanlar muallim olurlar, onlardan bilmediklerimi öğrenirim.

“Avamı ideal değil, ihtiyacına cevap vermek doyurur;büyük insanlar müstesnadır.

Bir Hristiyan, bir Yahudi öldürüldüğü zaman dünya ayağa kalkıyor, burada olup bitenler ortada, İslam Alemi nerede?”

Görüşmeden sonra Gök Mescid’e gittik, orada öğle ile ikindiyi cemederek kıldık (cemetmeyenler de oldu), sonra Tezepir Camiine gittik, Şeyhülislam Allahşükür Paşazâde ve erkânı ile görüştük, akşam da bizi yolcu etmek üzere hava alanına geldi. Her zaman olduğu gibi yine gecikildi ve saat 17.00 yerine 20.00 de Bişkek’e hareket ettik. Oralarda mevsim kış ve hava yağışlı idi,görüş mesafesi uygun olmadığı için bir türlü meydana inemedik.

Üç saatten fazla havada dolaştıktan sonra, Kazakistan’ın güneyinde yer alan ve Özbekistan sınırına 80 Km. mesafede bulunan sanayi ve turizm şehri Çimken’in hava alanına indik. Burası, Ahmed Yesevî’nin türbesinin bulunduğu yere de 100 Km. mesafede imiş. İki saat kadar hava alanının salonunda bekledik, namazlarımızı kıldık, Cevat Akşit ve birkaç arkadaşı bir köseye çekilerek zikir bile yaptılar iki saat sonra hava durumu müsait hale geldiği için 45 dakika daha uçarak Kırgızistan’ın baş şehri Bişkek’e

ulaştık. Şehirde hava sıcaklığı eksi üç idi, Dostluk oteline yerleştik, tan yeri ağarmaya başladığı için otelin penceresinden, şehre yakın karlı dağların oldukça güzel manzarası göze çarpıyordu.

Bişkek düzenli ve mamur bir şehir, altyapısı tamam, yollar uçak pisti gibi ve büyük meydanları var.

Otele yakın bir yerde milli görüş teşkilatı bir binanın yarısını satın almış ve merkez yapmış. Bina lokanta ve gazino da olabilecek farklı bir üslupta yapılmış. Öğle yemeğini orada yedik. Yemekten sonra, seminer için muhteşem Devlet Flarmoni Salonuna hareket ettik. Seminere üniversite mensupları, devlet planlama yetkilileri ve bazı ekonomik kuruluşlar katıldılar. Konu “adil

düzen” idi. Devlet başkanı ve milli eğitim bakanlığı temsilcileri ve üniversite temsilcisi birer konuşma yaptılar. Erbakan Hoca adil düzenin genel hatlarını anlattı.

Saat 18.00’da oldukça güzel hazırlanmış bir konser sundular.Yerli ve yabancı müzik büyük bir ustalıkla icra edildi (Sovyetler zamanında müzik, tiyatro ve folklor eğitimine çok önem verilmiş). Kıyafetler mazbut ve enfes, sesler muhteşem. Bizimkiler helal-haram düşünceleri arasında, zaman zaman gözlerim kapayarak, ayıp olmayacak kadar alkışlayarak konseri takip ettiler.

329

18.12.1992

Kahvaltıdan sonra salona gittik, Erbakan Hoca yine adil düzeni anlattı. Cuma namazı için ayrılmak gerektiğinden soru cevap faslı olmadı. Vaktiyle bakanlık yapmış olan salon müdürü temsili bir heyeti ikram için davet etti. Sohbet sırasında onun ağzından şunları kaydetmişim: “Bize yıllarca ‘dünyanın en kaba, kötü,geçimsiz, geri, mesele çıkaran insanları Müslümanlardır’ diye anlattılar, ancak biz bunlara inanmıyor ve İslamsız hiçbir iyi sonuca ulaşamayacağımızı biliyoruz.”.

Cuma namazını Bişkek’in yegane camiinde kıldık. Cami biçimsiz, çatısı saç, harabe görünümünde bir yapı. Cami lebalep doldu, yaklaşık bin kişi vardı; cemaatin önemli bir kısmını da gençler teşkil ediyordu. Hutbede Türkçe kısım yok; Arapça dua,zikir vb. okuyup bitiriyorlar.Cumadan sonra devlet başkanı ile görüşmek üzere makamına gittik. Kendisi meclisten ayrılamadığı için bizi yardımcısı kabul

etti. Yardımcı dilci imiş, genç, zeki ve ciddi bir adam. Hoca burada da adil düzeni detaylarıyla anlatmaya başlayınca sözünü defalarca keserek özetle şunu söyledi: “Bu söylediklerinizin yeri burası değil, bunları ilim adamlarıyla seminerlerde konuşun ve tartışın. Bana, Cumhurbaşkanına arz edeceğim somut tekliflerinizi ve isteklerinizi söyleyin. Biz zaten İslam yolundan yürümek azmindeyiz, bunu anayasamıza da koyduk. Ancak buraya İslam Dünyasından yüzlerce heyet gelip gidiyor; yaptıkları ise yalnızca

konuşmak. Ne yardım var, ne de yatırım. Başkanın imzalamasını istediğiniz fonlarla ilgili anlaşmaların, açıklayıcı dokümanları yok, gözü kapalı imzalanamaz. Böyle kalabalık bir heyetle de bu konularda görüşme olmaz. Siz birkaç kişi seçin, biz de bizimkilerden bazılarını görevlendirelim; bunlar görüşsünler ve bir sonuca götürsünler.”

Hoca hem başkanın imzalaması hem de onunla görüşme ve ona bizzat anlatma konusunda ısrar etti, randevu talebinde bulundu, yardımcı da “Yarın sabah size cevap veririz.” Dedi.Oradan ayrılıp bayan olan Milli Eğitim Bakanına geldik,imanlı, şuurlu, dünyadan haberi olan, tombulca, 40 yaşlarında tipik bir Kırgız kadını. Hoş geldiniz faslını şu espriyi yaparak kısa kesti: “Yegane eksiğiniz aranızda bir bayanın olmaması.Ben de sözü kısa kesiyorum; çünkü Şark’ta kadının az konuşması gerekir.”

Hoca ona da adil düzeni anlattı, sözünü kesmeden sonuna kadar dinledi ve şu cevabi konuşmayı yaptı: “Ben söylediklerinize katılıyorum, ben imanlı bir kişiyim, müslümanım, dinimi uygulamak da isterim. Güzel bir yazlık villam vardı, 12 nüfuslu bir aileye verdim, bu kadarını yapabildim, böyleleri çok, siz de görseniz hallerine ağlarsınız. Bu yılki zelzelede birçok okul yıkıldı, şu soğuk günlerde çadırlarda ders yapılıyor, çocuklar şeker yüzü görmüyorlar, bu konularda yardım rica ediyorum. Cami, Kur’an

Kursu, Îmam-Hatip Okulu açmanız çok iyi olur, desteklerim,memnun olurum. Ben bakan olunca kendi insiyatifimle okullara din dersi koydum, başka dinden olanlar buna itiraz ettiler, şimdi Milli Eğitim

Kanunu çıktı, din dersi okullara konamadı, bu bakımdan mezkûr hizmetlere ihtiyaç var. Oş şehrinde Müslümanlar çok, orada bir İlahiyat Fakültesi açmak istiyoruz, buna da yardımcı olun....”

Gece saat 21-23 arası Süleyman Akdemir, geziye katılan iş adamlarına bilgiler verdi. Burada rüşvet var, yollarda soygun olabiliyor, enflasyon korkunç boyutlarda, güvenilir adam/ortak bulmak ve işi burada kurmak gerekli...

19.12.1292

Kahvaltıdan soma Ahıska muhacirlerinden (bunlar eski muhacirler, bağımsızlık sonrası Özbekistan’da çıkan kargaşa ve işkence sonunda diğer Türk Cumhuriyetlerine yeniden göç oldu)Binali ile Oş Pazarına gittim. Binali’nin babası Hoca imiş, Türkiye’de okuyup Ahıska’ya gelmiş, 1940 yılında Stalin tarafından

Kırgızistan’a sürülmüşler, emekli olmuş, 30 Km. uzakta bir köyde oturuyor. Oğlu Binali bizleri görmek için gelmiş, ısrarıma rağmen taksi parasını da bize verdirmedi. Pazar kalabalık, önemli bir mal yok, el işleri, mağazalardan el altından alınmış kalitesiz mallar var. Bir kürk yakalık aradım iyisini bulamadım. Satıcı alı-

cı kadar çok, çoğu satıcının elinde bir iki parça var, bir kısmı da evinden getirmiş ihtiyaç sebebiyle satıyor...

Geri dönüp teknik üniversiteye geldim.

Salona girdiğimde -Süleyman Karagülle ekibinden olan- Doç.Dr. Ali Sayı (sonradan merhum oldu) adil düzende din ve ahlakı anlatıyordu. Şu açıklamaya takıldım: “Biz laikliği aşarak dine,toplumsal bir fonksiyon tanıyoruz; bu da ahlak alanıdır. Din ahlakı etkiler ve insanları terbiye (tezkiye) eder...”

Dine toplumsal bir fonksiyon tanıyarak -bir çeşit- laikliği aşıyorlardı fakat bu fonksiyonu yalnızca ahlak alanına hasrederek yine bir çeşit laikliğe gelmiş oluyorlardı.

Tuttuğum notlarda “hayret verici” olarak nitelediğim bazı cümleleri de şöyle idi:

“Bir dinin toplum hayatına müspet tesiri (insanların verimliliği, suç oranının azalması...) ne kadar fazla ise önemi ve yeri de o kadar olur.”.

“Şarap sana faydalı ise iç, sonucunu da kendin tespit et ve ona katlan”.

Salonda adil düzen anlatıldıktan sonra bazı sorular soruldu;bunların da hayli ilgi çekici olanları vardı:

“Biz ateist olduk, dinden uzaklaştık; bizi tekrar Müslüman kılmak için sizin programınız nedir?”

“Adil düzen yeni bir din midir, yeni, bir peygamber mi geliyor?”

“Allah bir mi, fazla mı? Bir ise O, kullarını niçin birbirine düşürüyor?”

“İlim ile dinin ilişkisi ve bunlardan hangisinin daha faydalı olduğunu açıklar mısınız?”

“Bahailik hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Sayı bu soruya cevabında “Bahailiğin sapık bir İslam mezhebi olduğunu, adil düzende onun da yeri bulunduğunu” söyledi ve gürültüye sebep oldu.

Mahalli saat 13.00’da müzik okuluna geldik. 12-18 yaş gurubuna dahil çocukların ve gençlerin folklor gösterilerini izledik.Sonra otele döndük ve hazırlandıktan sonra Almatı’ya (eski adı

Almaata) gitmek üzere hava alanına hareket ettik.

Saat 17.00’de denmişti, mutad olduğu üzere 21.00’de uçtuk,35 dakikalık bir uçuştan sonra Almatı’ya indik. 18 kadı Kazakistan oteline yerleştik. Hava soğuk, eksi sekiz derecede, yerler kar ve buzla kaplı, şehir mamur gözüküyor.

20. 12.1992

Sabah saat 08.30’da Dostluk otelinin lokantasında kahvaltı yaptık. Temiz ve muhteşem bir bina, kahvaltı da zengin. Gidip gelirken görebildiğim kadarıyla şehir çok güzel planlanmış, evler 2-4 katlı, yollar çok geniş, park çok, yol kenarları da ağaçlandırılmış. Sonra Devlet İlimler Akademisi binasında adil düzen

konferansına gittik. Erbakan Hoca âdet, üzere geciktiği için Prof.Sabahaddin Zaim Hoca konuşmak mecburiyetinde kaldı (Erbakan’ın beklenmesi 9 dan ll’e kadar iki saat sürdü.)

Sebahattin Zaim Hoca “sistemler, aksayan yönleri, insana bakış farkları, İslam’ın verebilecekleri... konularını işledi. Sonra Erbakan Hoca geldi ve daha önce gidilen Cumhuriyetlerde yaptığı konuşmalarını burada da tekrarladı. Hem üşüdüğüm hem de uyku bastığı için çıkıp biraz dolaştım. Mağazalar devletin ve bomboş, bir gıda mağazasında halk kuyruk olmuş, çeşidi az ve kalitesiz malları almak için çaba sarf ediyorlar. Dışarıda birisi elma (bizde böyle elmaya dip döküntüsü denir), diğeri donmuş limon, bir başkası kabak satıyor. Şahıslara ait küçük barakalarda içki, sakız,çikolata, kırtasiye vb. satılıyor, ikindi namazı için camiye gittik(bir tane cami vardı), orta büyüklükte basit yapılı bir cami. Tahhân (geziye katılan bir Arap alim), 20 kadar Filistinli gence sohbet yapıyordu. Bu yegane caminin hemen yakınında Ali Özek ve Abdulaziz Bayındır gurubunun yaptırdıkları büyük ve sağlam cami yükseliyor.

Öğleden sonraki seminere katılmadım. Katılan arkadaşlardan sorup öğrendiğime göre Bişkek’te olduğu gibi konuşmalar yapılmış. Sorulan sorular arasında şunlar bana ilgi çekici geldi.

“Bu sistem daha önce bir ülkede uygulandı mı?”,

“Ondört asırdır uygulanıyor” diye cevap verilmiş.

“TV de açık saçık yayınlar ve başka dinden olanlar hakkında

ne düşünüyorsunuz, ne yapacaksınız?’

Bu soruya açık seçik bir cevap verilmemiş, geçiştirilmiş.

 

21.12.1992

Kahvaltıdan sonra Tiyanşan dağ silsilesinin bir yerine yakın bulunan turistik tesislere gittik. Bir vadinin sol yamacından ilerleyerek iyi bir yoldan menzile vardık. Dağ azametli, tesisler güzel,

bütün çevre kalın bir kar tabakasıyla örtülü. Buz hokeyi sahası ve trübünler şartlara uygun olarak yapılmış. Buraları gezerken bir yandan da rehberimiz Gülnar (32) ile konuştuk. Gülnar bir polis

ile evli, kendisi 20, kocası 15 dolar maaş alıyorlar. Geçim için en az 100 dolara ihtiyaçları varmış. Bazı şeyler pahalı; mesela bir çift bayan çizmesi 50 dolar. Ama ekmek, yakıt, aydınlanma, ulaşım,

petrol çok ucuz, ihtiyaçlarını bavul ticareti ile karşılıyorlarmış. Bu imkanı elde demeyenler perişan, tez elden çare bulunmalı; çünkü halk, komünizm dönemini hasretle anar olmuş.

Öğleden sonra çarşı pazar dolaştık. Kaliteli hiçbir şey yok,ama mağazalar boş da değil.

Akşam davet üzerine, Fethullah Hoca’nın bağlılarından Ali Kaya Bey’in (Buradaki faaliyetleri koordine ediyor) evine gittik,çay içip yapıp ettikleri hakkında bilgi aldık. Bu sene Almatı’da açtıkları koleje 60 öğrenci almışlar, öğretmenler Türkiye’den gelmişler, üç dil okutuluyor: Kazakça, Anadolu Türkçesi ve İngilizce (öğretim bu dil ile yapılıyor). Yönetim fundamantalizmden korkuyor, okula da kuşku ile yaklaşıyor, ama şimdilik idare edilebiliyormuş.

22.22. 1992

Sabah saat 06.00’da uçacağız demişlerdi, 09.30’da uçtuk, iki saat yol aldıktan sonra Türkmenistan’ın başşehri Aşkabad’a indik. Burada resmi karşılama yapıldı, bizim katılmadığımız görüşmeler de iyi geçmiş, fonlar konusunda da müspet düşündüklerini bildirmişler.

Görüşmelere katılmamız gerekli olmadığı için dört arkadaş(Ben, Prof. Mehmet Yazıcı, Abdulaziz Bayındır ve Raşid Küçük)bir araba kiraladık ve akşama kadar şehri gezdik. Şoförümüz ermeni imiş, zar zor anlaşarak konuştuk. Şehir altyapı ve şehir mimarisi bakımından düzgün, ama binaları pek mamur değil. İki
adet açık cami var (Ömer ve Aksa isimlerini vermişler). Yanlarında daha büyük ve güzel camiler yapılıyor. Kültürü görmek bakımından tercih ettiğimiz için yine bir pazara gittik, üstü kapalı Rus pazarı imiş; bu da diğerleri gibi.

Türkmenlerle anlaşmak oldukça kolay; Ahıska ve Azaebaycan Türklerinden sonra bize en yakın lehçe Türkmenlerin lehçesi.Akşam 21.30’da Türkiye’ye hareket ettik.Seyahatte tuttuğum notların sonunda, görüşmelerle ve anlatılan adil düzenle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmışım:.

Gezide yapılan görüşmelerde:

Görüşmeler planlı ve programlı olmadı.

Görüşmelerde siyasilerle gereksiz detaylara girildi ve iç politikaya inildi, bu da karşı tarafın memnuniyetsizliği sonucunu doğurdu.

Oluşturulacak ortak fonlardan söz edildi ama ortada belirlenmiş, reel, uygulamasının müzakere edileceği bir plan yoktu. Taraflar, sermaye, iştigal konulan açık değildi.

Yeni oluşan cumhuriyetlerin acil ihtiyaçlarına cevap verecek konulara hiç yer verilmedi.

Adil düzenle ilgili açıklamalarda.

Erbakan Hoca tarafından adil düzenin, “120 profesör tarafından hazırlandığı” devamlı söylendi, halbuki gerçek böyle değildi, ortada böyle bir ilim adamları gurubu  yoktu,adil düzen Süleyman Karagülle ve birkaç arkadaşı ( talebesi de denebilir) tarafından hazırlanmış ve Erbakan Hoca’ya empoze edilmişti.

Adil düzen adıyla ortaya konan sistemin din, ekonomi, yönetim, ilim, eğitim, hukuk bölümleri çok tartışma götürür fikir ve kanaatlerden oluşmaktadır. Bunların sistemli ve programlı olarak erbabınca tartışılması ve değerlendirilmesi gerekiyor.

Bu sistemin bana göre hatalı tarafları dışında bir de uygulanamazlık vasfı var.

Adil düzenden  maksat “İslami düzen" ise buna aşamalı gitmek gerekir. Bu aşamalar planlanmalı ve ilk aşama parti programı şeklinde ele alınmalıdır. Bu ise ideal ve kamil“adil düzen” olmaz, ona zemin hazırlayan bir aşama, bir geçici düzenleme olur. Bu düzenleme adil düzene geçiş amacını göz önünde tutarak mevcut şartlarda yapılabilecek şeyIer, alınacak tedbirler, oluşturulacak kurum ve kuruluşları

ihtiva eder. Bunu parti, ilmi istişareler yaparak hazırlar. Hazırlanan  program bir “parti programı” olur; bu da İslâm’ın(islami düzenin) kendisi değil, belki ona açılan bir kapı olabilir. Halka böyle takdim edildiği takdirde başarısızlığın faturası İslam’da değil, programa ve kadroya çıkarılır.

Bu düşüncelerimi Başta Sabahattin Zaim Hoca olmak üzere seyahata katılan ilim adamlarıyla da paylaştım. Bunları işitenTayyip Erdoğan, Azmi Ateş ve Feyzullah Kıyıklık bize şöyle bir teklif ile geldiler. Biz size zemin hâzırlayalım ve sekreterlik hizmeti sunalım,sizde uygun gördüğünüz ilim adamlarını toplayın

ve "adil düzeni tenkit masasına yatırın”, sonucu bir rapor haline getirin,Erbakan Hoca'ya götürelim,gereğinin yapılması için çaba sarf edelim. .

Teklifi kabul etlik, İstanbul Aksaray’daki Hanedan Lokantasının üst katındaki müstakil salonda toplantılar yaparak bir yıla yakın çalıştık.Katılanlar arasında Sabahattin Zaim,M.Akif Aydın, Mehmet Yazıcı (Muhasebe Profesörü), Ahmet Tabakoğlu,Ömer Dinçer, İrfan Gündüz, Raşid Küçük, Kerim Aytekin, Mehmet Erdoğan, Nazif Gürdoğan, Ruşen Gezici, Faruk Beşer, Abdulaziz Bayındır... vardı. Bu arkadaşların her biri, kendi ilim dalları açısından adil düzeni incelediler ve ferdi tenkit raporları hazırladılar; bu raporları müzakere ettik, sonra bir müşterek “tenkit raporu” yazıldı. Tayyip Bey ve arkadaşları “Eğer bir de teklif (alternatif düzen)raporu hazırlamazsanız Hoca bunu bir kenara atar"dediler. Biz de “İdeal bir teklif raporu bu günden yazılamaz,yazılsa faydası olmaz, mevcut şartlarda olabileceklerin en iyisi manasında bir çerçeve teklif raporu yazılabilir" dedik, “Olur”dediler, o da yazıldı. Bunlar bir üst yazı (mektup) ile Erbakan Hoca’ya iletildi. Hoca bir süre eski "adil düzen"den söz etmedi,ama sonra yine özellikle ekonomik kısmını benimseyerek anlatmaya devam etti.O günlerde raporların dışarıya sızmaması için karar aldık ve buna uyduk. Şimdi aradan yıllar geçti ve bu hatıralarda bazı münferit raporları (kısmen de olsa),ilgililerin bilgilerine sunuyorum:

Adil Düzenin değerlendirilmesi

Prof.Dr.Sebahattin Zaim

I- Müspet yönü

1-İsim güzeldir, iki yönden böyle bir ismin konulması uygundur. Kastedilen İslâm Devleti ve İslâmı nizamıdır. Fakat Türkiye’de mevzuat dine davalı bir devlet kurulmasına mani olduğu için gerek Anayasa, gerek siyasi partiler kanunu ve gerek Türk Ceza Kanunu açısından kastedilen devlet ve nizamın gerçek adı konulamaz. Kaldı ki, bu aşamada düşünülen ara modeldir.

Var olması istenen ideal İslâm Devleti ve nizamı için gerekli teorik çalışmalar bütün İslâm Dünyası’nda devam etmektedir. Dolayısıyla teorik ideal model henüz tam tekevvün etmiş değildir.

Bu sebeple devletin ve toplumun bugünkü halihazır durumundan hareketle ideal hedefe ulaşmak üzere, toplumun ve insanların içinde bulunduğu şartlar dikkate alınarak mümkün ve makbul olan bir ara modelin geliştirilmesi uygun olur. Dolayısıyla bu ara model, hem her ülke için zaman içinde, hedefe doğru yol aldıkça ve yaklaştıkça değişebilecektir, hem de ülkeden ülkeye farklı olabilecektir.

Çünkü her İslâm ülkesinin içinde bulunduğu siyasi, hukuki, sosyo-ekonomik ve kültürel yapı farklıdır. Bu farklı konulardan hareket ettiğimizde aynı hedefe gidecek olsak bile, bu arada tutulacak yol ve ara modeller daha başlangıçta farklı olabilecektir. Böyle ara modeller muhtelif İslâm ülkeleri için farklı ve değişken olabileceğinden bunlara İslâm Devlet veya İslâm Toplum Nizamı denmesi bu aşamada fazla iddialı bir terim olur.

Bu sebeple Türkiye için benimsenecek bu ara rejime Adil Düzen şeklinde isim verilmesi uygundur. Üstelik isimde hem güzeldir hem de hedefin özelliğini yansıtır mahiyettedir.

2--Adil Düzeni hazırlayan ilim heyetini tebrik etmek gerekir.Çünkü son yarım asırdan beri bütün İslâm Dünyası’nda akademik mahafilde teorik sahada çalışmalar yapılmaktadır. Bu teorik çalışmaların bir kısmı da muhtelif İslâm ülkelerinde uygulamaya konmaktadır.Bunların hiçbirisi, bugüne kadar Adil Düzen gibi toplu bir model haline getirilmemiştir. Bu sebeple Adil Düzeni hazırlayan Muhterem Süleyman Karagülle ve arkadaşlarının bu çalışması tebrik ve takdire şayandır. Sayın Süleyman Karagülle, bildiğim kadarıyla takriben otuz yıldan beri yorulmak bilmeyen bir mesai ile bu konu üzerinde çalışmaktadır. Kendisini bu yönden tebrik etmek gerekir.

Sayın Karagülle bu teorik çalışmasını İzmir’de uygulamaya koyarak, deneme çalışmalarına girişmiş, bir modelin uygulanabilirliğini isbat zımnında bir ömür boyu mücadele vermiştir. Bu esnada, bu fikirlerini yaymak için etrafında bir kadro yetiştirme hareketini başlatmıştır. Sayın Karagülle bir mürşid gibi çalışarak, bir ekol oluşturmuş, yetiştirdiği elemanlar, üniversitelerde öğretim görevliliği kademelerine yükselmiştir.

İşte Adil Düzen, başta sayın Süleyman Karagülle olmak üzere böyle bir kadronun ekip çalışması sonucunda hazırlanmıştır. Bu sebeple İslâm’a hizmet yolunda hem teori,hem uygulama sahasındaki bu güzel gayretlerinden dolayı Allah kendilerinden razı olsun.

Sayın Süleyman Karagülle ve arkadaşlarının hazırladığı bu model çalışmalarını, benimseyip onları teşvik etmek suretiyle bugünkü hale gelmesini sağlayan RP Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Necmeddın Erbakan’ı da tebrik etmek gerekir. İlk defa Türkiye’de bir siyasi parti, böylesine kapsamlı bir ilmi çalışmayı benimseyip desteklemiş bulunmaktadır. Sayın RP ve onun muhterem Genel Başkanı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’ı bu çalışmaya koydukları Adil Düzen adından dolayı ismin babası olarak da tebrik etmek gerekir.

3-Adil Düzenin İktisadî modeli, İslâm ekonomisi çalışmaları açısından faydalı ve yapıcıdır. Bu aşamada, ne

ideal teorik yapının bütünü, ne muhtelif bölümleri hususunda İslâm iktisatçıları ve fakihler arasında bir icma

oluşmamıştır. Çalışmalar münferit tebliğler ve konferanslar halinde devam etmektedir. Gerçi birçok konu-

larda amaca yakın bir birleşme görülüyorsa da bütün halinde bir İslâm ekonomisi teorik modeli henüz orta-

ya konamamıştır.

Uygulama safhasında İslâm ülkelerinde İslâm Devlet düzenini kurmak istek ve iradesini resmen beyan etmiş

olan Pakistan, Sudan ve Suudi Arabistan’da Adil Düzen şeklinde kendi içinde bütünlük arz eden bir model ortaya konmamıştır. Bu sebeple Türkiye için hazırlanmış olan böyle bir modelin İslâm Ekonomisi sahasındaki tartışmalar açısından faydalı bir tesiri olacağı en azından ortaya attığı konular üzerinde ilgilileri düşünmeye ve araştırmaya sevk edeceği muhakkaktır.

II- Adil Düzenin tenkide açık yönleri

1-Eğer Adil Düzen Modeli, Sayın Süleyman Karagülle tarafından 30 yıldan beri ortaya atıldığı, yayınlandığı ve tartışıldığı şekilde akademik mahafilde kalmış olsaydı,yukarıda belittiklerimiz dışında modelin üzerinde şimdiye kadar yapıldığı gibi akademik tartışmalar yapılırdı.

Tatbikat açısından da İzmir’de uygulandığı gibi belli sektörlerde belli çerçeve içinde mahalli uygulama olarak konu, yapıcı, olumlu ve müspet bir şekilde değerlendirilebilirdi.

Fakat, tartışmaya açık olan ve ancak mahalli bir uygulamada kısmi bir denemeye mazhar olan bu model, bir

ülke bazında ve İslâm iktisadi modeli temel alınarak, genel bir ara model halinde bir siyasi parti tarafından Dünyada mevcut iktisadi ve ideolojik modellere bir alternatif olarak benimsenip, resmi bir parti politikası olarak kabul edilmek ve hele Türkiye için hazırlanmış olan bu ara model diğer bütün İslâm devletleri ve bu arada yeni Türk Cumhuriyetleri için uygulanması uygun görüldüğü tavsiye edilen bir İslâm ekonomik modeli diye takdim edilince, ileri sürülen bu modelin çok dikkatli bir incelemeye tabi tutulması kaçınılmaz olur. Bugüne kadar Adil Düzen, bu konularla ilgili ilmi mahafil ve akademik çevre tarafından, ilmi ve akademik yönden bir inceleme ve tahlile tabi tutulmamıştır. Tutulmayışının sebebi de şu idi.

Bir siyasi Partinin muhterem Genel Başkam bu modeli kendisi şahsen benimsediği, partiye mal ettiği ve partinin görüşü olarak ortaya attığı için, hiçbiri, politikacı olmayan ve bir siyasi partiye kayıtlı bulunmayan akademisyen hocalar, bir partinin politika tesbiti sürecine müdahale etmek istememişlerdir.

Çünkü bir modelin tartışması, kabulünden önce yapılmak gerekir. Model parti tarafından benimsenmeden parti programı halinde resmen bastırılmadan ve bizatihi parti genel başkanı tarafından benimsenmeden, hazırlayan ekibin ismiyle, tartışmaya açılmış ve bu husustaki görüşlerin objektif olarak bildirilmesi istenmiş olsaydı model ciddi bir tahlile tabi tutulabilirdi. Böyle bir durumda parti genel başkanının, hakem durumunda kalıp modeli hazırlayanların akademik bir forumda yapacakları yazılı ve sözlü görüş, alış verişlerini düzenleyip, okuyup, kendi siyasi kadrosu içinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekirdi.

Böyle yapılmayıp model bizzat genel başkan tarafından benimsenip, büyük bir hararetle savunulunca ve akademik bir tahlil ve münakaşa ortamı da hazırlanmayınca kendisine karşı takdir, hürmet ve muhabbet duygusundan başka bir his beslemeyen akademisyenler, sukûtu tercih etmişlerdir.

2. Fakat Türkistan seyahatinden sonra bu geziye katılan hocalardan modelle ilgili fikirlerini bildirmeleri kendilerinden resmen istenince ve genel başkanın hazır bulunmadıgı bir kurulda raporlarını ve fikirlerini beyan etmeleri arzu edilince konu ciddi bir incelemeye tabi tutulmuştur.

Bu safhada davet edilen 14 ilim adamı ferdî raporlarını takdim etmişler ve modeli aralarında tartışmışlardır.

İkinci merhalede seçilen üç kişilik bir kurul, bu raporlara dayanarak müşterek bir rapor hazırlayacak ve kendile-

rinden bu raporu isteyen makama arzedecektir. Üçüncü safhada teklif raporu yazılıp takdim edilecektir.

III- Hazırlanan Adil Düzende görülen başlıca aksaklıklar şunlardır

1-Modeli hazırlayanların bugüne kadar İslâm Dünyası’nda bu sahada yapılmış yayınları, geliştirilen fikirle-

ri, üzerinde anlaşmaya varılan konuları ve bunlarla ilgili kaynakları tam olarak incelemediği anlaşılmakta-

dır. Hazırlanan model, Türkiye için hazırlanmakla beraber bütün İslâm Dünyası devletleri ve Ümmeti için

hazırlandığına ve hatta bu sahada Bişkek’te bir akademik müessese ve fakülte kurulmak istendiğine göre,

İslâm Dünyasındaki yüzlerce ilim adamının yaptığı çalışmaları ihmal ederek dünyadan ayrı tek başına bir

çalışma yapılması, hem ilmi metod olarak, hem de İslâm Dünyası’nı (Türkiye dahil) ikna etmek ve hazırla-

nan modelin ilmiliği hususunda tatmin etmek açısından eksiktir. Yani modelin hazırlayıcıları bugüne ka-

dar yapılan İslâm ekonomisi ile ilgili bibliyografik kaynakları ihmal etmişlerdir.

2-Aynı ihmal, siyasi, ilmi, dinî vs. düzen şeklindeki, İslâm toplum düzeninin muhtelif yönleri ile ilgili sahalarda da

görüldüğü için, bu konularla ilgili akademisyenlerin raporlarında belirtildiği gibi, mütearife haline gelmiş ko-

nularda dahi, metod, tutum, bakış ve muhteva hatalarına düşüldüğü görülmüştür.

İktisadi konularda bir dünya görüşünü ifade eden modelin genel ve makro seviyedeki prensiplerini ortaya koymak yerine bir modelde yer almaması gereken teferruata ve spesifik konulara dalınmıştır. Modelin bütünlüğü kaybolmuştur.

3-Modelin dayandırıldığı bazı fikirler bir takım, mücerret ve spekülatif varsayımlara dayandırılmıştır. Bu fikirler ne teorik, ne uygulamalı, ne seküler, ne şer'i ne de ekonometrik hesabı delillere dayandırılmamıştır.

4-Sanki dünyada İslâm toplumu ilk defa kuruluyor. İslâm dini vaz ediliyormuş gibi bunda mücerrett bir mo-

del geliştirilmeye çalışılmıştır. Sanki 15 asırlık İslâm’ın ve en yakın Osmanlı İslâm Devleti’nin tarihinde bu

konulardan hiçbiri ile ilgili hükümler yer almamış gibi davranılmıştır.

5-Modelin uygulamasında, sanki Türk milletini ve Türk devletini sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve hukûkî organlarıyla, örf ve adetleriyle ilgili bütün olarak bir başka mekâna kaldıracak ve burada sıfırdan başlayan yeni bir toplum kuracakmışız gibi bir yaklaşım ve anlayış içinde modelin geliştirilmesine çalışılmıştır.

6-Toplum düzenindeki sosyolojik yapı, bu yapıdaki devamlılık fikri, zaman ve mekan bağlantıları hiç dikkate

alınmamıştır.

7-İktisadî modelin İktisadî hayatın tedarik, üretim, pazarlama, satış, tüketim, bölüşüm gibi çeşitli safhaları-

na hakim olan temel prensip açıklık kazanmamıştır.Piyasa mekanizmasını ve pazar ekonomisini prensip

olarak esas alan, müslüman insan modeline dayalı ferdî hürriyet ile merkezî planlamaya dayalı dirije/gü-

dümlü bir ekonomi modeli arasında metebellir olmayan bir yapı geliştirilmiştir.

Bu karışıklık, buğday ambarları, fiyat tespit mekanizmaları vs. gibi lüzumsuz bir çok teferruatın modele ithal

edilmesinden kaynaklanmaktadır. Halbuki modelde esas prensiplerin belirtilmesi, uygulamanın, tatbikata bırakılması gerekirdi.

8-İslâm iktisadı modeli, prensip itibariyle piyasa ekonomisi esasını benimser. Fakat kapitalist sistemin iktisadi adam tipi yerine müslüman insan modelini ikame eder.

Devletin fonksiyonu bir yandan bu insanın yetişme zeminini hazırlamak, bir yandan da piyasada rekabet ortamını bozacak engelleri izale etmektir:

Modelin metodolojisi açısından Almanya’daki sosyal piyasa ekonomisi modelinden esinlenilebilir. O modelde devletin fonksiyonu piyasada rekabet prensiplerini mevzuat ile korumaktan ibaret olarak vazedilmiştir.

A-Anayasal Prensipler:

a-Piyasada fiyatların rekabetle teessüsüne imkan hazırlamak,

b-Fiyatlarda ve para değerinde istikrarı sağlamak,

c-Açık piyasa prensibini korumak,

d-Özel mülkiyet hakkını korumak,

e-Akit hürriyetini korumak,

f-İktisadi siyasette devamlılığı sağlamak.

B-Mevzuatla ilgili prensipler

a-Piyasada rekabeti sağlayan düzenleyici tedbirleri almak:

b-Tekellerin oluşmasını engellemek, oluşanları menetmek,

c-Gelirin yeniden dağılımında adalet temin etmek,

d-Piyasayı bozan dış tesirleri izale etmek,

e-Arz ve talebin işleyişini bozan müdahaleleri bertaraf etmek

C-Hükümet politikası ile ilgili prensipler:

a-Menfaat gruplarının tesir ve nüfuzunu sınırlamak,

b-Belli noktalarda müdahale siyaseti yerine düzenin devam siyasetini hakim kılmak gibi,

Geliştirilecek İslâmî modelde bu kabil, makro prensipler üzerinde durulmalıdır. Belirli tercihler ortaya konmalıdır. Bunların dışında tüketicinin, satıcının, üreticinin davranışı ile ilgili mikro ve rekabet modelinin işlemesini engelleyecek makro müdahalelere yer verilmemelidir.

9-Modelde vergi vb. çeşitli politikalar ile ilgili lüzumsuz teferruata dalınmıştır. Halbuki Adil Düzen de vergide adalet prensibi ile yetinmek, teferruatı modelde değil uygulamada düzenlemek cihetine gidilmelidir.

10-Uygulanabilirlik açısından bakıldığında:

a-Bu modelin uygulanabilirliği şüphelidir. Çünkü iktidara geçecek bir partiye bu modeli uygulayabilecek bir intibak sürecine imkân vermemektedir. Parti iktidara geçtiği anda, mevcut insan, müessese ve anayasa içinde tedricen tekamül prensibinin uygulanmasına imkan vermeyecek kadar sert ve radikal hükümlerle karşılaşacaktır. Üstelik bunlar, İslâm’ın normatif prensiplerinin ve nassların icabı da değildir.

b-Türkiye için hazırlanan bu model, diğer Türk cumhuriyetleri için hiç kabil-i tatbik olmayabilir.

c-Sonuç olarak bu modelin ihracından vazgeçilmelidir.Çünkü doğruluğu ve uygulanabilirliği müsellem değildir.

d-Parti tarafından resmen kabul edilen bir program olarak benimsenmesi doğru değildir.

Parti tarafından bu model, daha geniş bir akademik mahafilin incelenmesine sunulmalıdır. Bu 12 üye ile sınırlanmamalıdır.

e-Yeni bir modelin geliştirilmesi veya bu modelin uygulanabilir hale getirilmesi için kısa ve uzun vadeli çalışmalara girişilmelidir.

f-En yakın İslâm Devleti örneği Osmanlı Devleti’dir.Devlet yönetimi ve nizamı yönünden Osmanlı üze-

rinde sistematik çalışmalar (arşivde) yapılmasını organize etmek yararlı olur.

g-Teorik çalışmalar teşvik edilmelidir.Mesela Haseki Enstitüsü tipinde bir merkez geliştirilebilir

veya İlim Yayma’daki nüve takviye edilebilir,

h-Tatbikata yönelik bazı projeler geliştirilip üzerinde çalışılabilir.

Sudan, Pakistan gibi İslâm Devleti tarzını benimseyen ülkelerle işbirliği yapılarak, hazırlanan projelerini oralarda uygulamaya koyarak denemeler yapma imkânı aranabilir.

Tabiatıyla bu sayılanlar tahdidi olmayıp misal olarak zikredilmiştir. Bu çalışmaların akademik müesseseler içinde yürütülmesi ideal olanıdır.

IV- Adil Düzende bir ara model olarak

iktisâdı Siyaset Arayışı (Teklifler)

A-GENEL PRENSİPLER:

1-Adil Düzenin iktisâdı görüşü, diğer sistemlerden tamamen bağımsızdır. Fakat Adil Düzen bir bütünlük arz ettiğinden, iktisâdı yönü, diğer yönlerine bağımlıdır. Hepsi bir bütün teşkil eder.

2-Adil Düzende iktisâdı hayat toplumun kültürel ve manevî temellerine dayalı sosyal yapısı üzerinde yükselen maddî tezahürlerdir. Bu maddî tezahürleri yönlendiren de insandır.

3-Bu sebeple Adil İktisâdî düzenin temeli âdil insandır.Adil düzene, adil, sağlam ve dürüst insanlar yetiştirilerek ulaşılır, insan iktisâdî hayatın hem mebdei, hem de gayesidir. Adil Düzen’in insanı, materyalist düzenlerin ruhsuz iktisâdî adam modeli değildir.

4-Bu sebeple iktisâdî hayatta insan, mevkiine, mesleğine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın eşrefül mahlûkât olarak ele alınır.

5-İnsan davranışlarında hürdür. Bu hürriyet başlıca üç temele dayanır:

a- İnanç, vicdan ve inancına göre yaşama hürriyeti,

b- Düşünce ve düşüncesini ifade hürriyeti,

c- İktisâdı hayatta teşebbüs hürriyeti.

Bu hürriyetleri sağlamak devletin görevidir.

6-Davranışlarında hür olan insan, bu davranışlarından hem şahsen, hem topluma ve devlete karşı sorumludur.

7-Bu sorumluluğun esası adalettir. Adil düzen adalet esasına dayalıdır. İnsanlar, hem nefsine, hem diğer insanlara karşı adil olmakla sorumludur. Devlet de insanlar arasında adaleti sağlamak ve millete karşı adil davranmakla sorumludur.

8-Diğer sistemlerde hedef her ne pahasına olursa olsun sadece serveti arttırmak iken, Adil Düzen’de hedef, insan olduğu için, gaye toplum olarak insanları, dış dünyasında refaha ve iç dünyasında huzura kavuşturmaktır. Adil Düzen’de iktisâdı davranışlar, diğer sistemlerde olduğu gibi lâahlâkî olmayıp ahlâkî prensiplere dayanır.

9-Diğer sistemler, ya kapitalizmde olduğu gibi üretime önem vererek, tüketim ve bölüşümde dengeyi kuramamış veya marksizmde olduğu gibi bölüşüme önem verirken üretimde geri kalmıştır.

Adil Düzen, üretimde hür teşebbüsü esas alırken, toplumda sosyal adaleti sağlayıcı unsurlara önem vererek, üretim-tüketim dengesini ve bölüşümde adaleti sağlamayı hedef almıştır.

10-Adil Düzen’de hudutsuz kazanç yerine, hedef helâl kazanç sağlamaktır. Bu sebeple Adil Düzen, iktisâdî hayatta rekabeti önleyici her çeşit tekelleşmeye, ihtikâr, spekülasyon, kumar, baht oyunları ve iddialara karşıdır.

Üretimin ahlâken meşru sahalarda yapılmasını ve helal ölçülerle kâr edilmesini teşvik eder. İktisâdî fayda ahlâkî ölçülerle sınırlandırılır.

B- ARA MODELDE TAKİP EDİLECEK İKTİSÂDİ SİYASET

11-Devlet iktisâdı faaliyete karışmaz. Adil düzende devletin görevi daha çok altyapı yatırımlarını yapmak, güçlü ve sağlıklı bir kontrol mekanizmasını kurmaktır.

12-Devlet, sosyo-ekonomik modelde bir yandan böyle bir kontrol mekanizmasını kurarken, bir yandan da fertle devlet arasında üçüncü sektör olarak vakıfları teşvik eder.

13-İktisadî hayatta üretimle birlikte ticaret teşvik edilir.Adil bir ticaret ortamı için faizsiz bir ekonomi modeli geliştirilir.

14-Bu amaca ulaşmak için, İktisâdi hayatta kâr-zarar ortaklığına ve emek-sermaye işbirliğine dayalı şirket modelleri geliştirilerek, ticaret üretime yöneltilir. Ayrıca kâr amacı gütmeyen kooperatif modelleri de teşvik edilir.

15-Teşvik edici ve yol gösterici makro planlama sistemi uygulanır. Bu uygulamada kaynakların dağılımında ve toplumun ihtiyaçlarının tatmininde önceliğin, ihracata yönelik olanlar dışında, zarûrî ihtiyaçları karşılayan üretim sektörlerine verilmesi teşvik edilir.

16-Adil Düzen’de istikrarlı bir para politikası ana hedeftir.Paranın aslî fonksiyonu mübadeleyi sağlamak ve alışverişi kolaylaştırmak olmalıdır. Bu sebeple para ticareti önlenir. Çünkü paranın ticareti faizi gündeme getirir.

17-Adil Düzen’de devletin aslî fonksiyonlarından biri piyasada rekabeti sağlayıcı tedbirleri almak olduğu için,faizsiz bir modelde fiyatlarda ve para değerinde istikrarı sağlayıcı tedbirlere öncelik verilir.

18-Adil Düzen’in hedefi olan toplumda refah ve huzuru sağlamak enflasyonla mümkün olmaz. Çünkü enflasyon sosyal değerleri bozar.

19-Malî siyasette vergide adalet ve vergi toplamada sürati sağlamak için vergi sayısı azaltılır ve vergiler basitleştirilir.

20-Piyasada rekabeti bozan dış tesirlerin önlenmesi, iç ve dış baskı ve menfaat gruplarının nüfuz ve tesirinin önlenmesi üzerinde önemle durulur.

21-Adil Düzen’de sosyal adaletin sağlanması temel hedeflerden biridir. Bunun için:

a-   Sosyo-ekonomik yapıda insanlara tahammülün üstünde yük yüklenmemesi,

b- işte liyakat ve işlerin ehline verilmesi,

b-  İsraftan, gösteriş tüketiminden kaçınma gayesiyle, infak ve yatırım gayesiyle tasarruf teşvik edilir.

c-   Tüketimde borçlanma zaruretler dışında teşvik edilmez.

d-  Yaygın ve tek merkezli bir sosyal güvenlik sistemi benimsenir.

f- Tam istihdamı sağlamak esastır.

Nihai hedef, yalnız ferdî menfaati değil, fertle birlikte toplumun menfaatini maksimize etmektir.

C- MÜTEFERRİK POLİTİKALAR

22-Vergide asgari geçim indirimi, enflasyon döneminde geçinme endeksine göre her yıl düzenlenir.

23-Asgari ücretler geçinme endeksine göre düzenlenir ve vergiden muaf tutulur.

24-İşçi-işveren münasebetlerinde, ferdî ve toplu ihtilâflarda sendika, toplu iş müzakeresi, ara bulma, tahkim ve iş mahkemesi safhaları esas alınarak süratle çözüme gidilecektir.

25-Ücretlerde tabanda ihtiyaç, tavanda verim esası ele alınacak, aile tazminatı uygulanacaktır.

26-Nüfus siyaseti, nüfus karşıtı ve ailenin büyümesini önleyici yönde olmayacaktır. Nüfusun azaltılması yerine nüfusun verimini arttırıcı tedbirlere yönelinecektir.

…………………………………………………

Benim ferdi tenkit raporum da şöyle idi:

(HAYRETTİN KARAMANIN)

 

Adil Düzenin değerlendirilmesi ve tenkidi

Kapsam:

Bu değerlendirme ve tenkit, âdil düzenin özet halinde anlatıldığı “Adil Ekonomik Düzen, Ankara, 1991” isimli kitapçık ile Genel, dînî, siyâsî ve İlmî” kısımlarıyla âdil düzenin özetlendiği dört adet kopi yazıya yönelik olup, gerektikçe bu kitapçıkların Karagülle ekibi tarafından oluşturulan kaynaklarına da atıflar yapılacaktır.

Sınır:

Muhterem Süleyman Karagülle ve çalışma arkadaşları tarafından uzun bir araştırma, tefekkür ve çalışma sonunda oluşturulan ve Doç. Dr. Süleyman Akdemir tarafından kaleme alılan “Sosyal Denge I ve II” isimli kitaplar ile diğer kitaplarda yer alan düşünce ve modele ait detaylı değerlendirme ve tenkiti ileriye bırakılarak burada Refah Partisi’nin sistem ve program olarak benimsediği esaslar teorik açıdan özet halinde tenkide tabi tutulacak, sonunda uygulama açısından da bir değerlen-

dirme yapılacaktır.

Tenkit ve Değerlendirme (Teorik açıdan):

I- Genel

Adil Düzenin genel prensiplerinin anlatıldığı 7 sayfalık bilgi şemalar, bir hocanın ders anlatırken kullanmak üzere yaptığı ancak kendisinin anlayıp anlatabileceği notlara benziyor. Asıl

kaynaklarına bakarak değerlendirildiğinde göze çarpan aksaklıklar şunlardır:

1-Birinci sayfada insanın yetenekleri ve bunlarla ilgili kriterler bu ayrım içinde tutarlı ve doğru değildir. “Adalet ve zulmü, iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı” ayırmada dört yetenek birlikte işlemektedir, bunları birbirinden ayırmak sun’îdir. Meselâ adalet iyidir, faydalıdır ve bunun tesbiti

 tek başına ünsiyet yeteneğine bağlı değildir Neyin adalet,neyin zulüm olduğu din, düşünce ve deney  kaynaklarına başvurularak anlaşılır. Din histen, ilim düşünceden doğmaz. İlimde gözlem ve deneyin, dinin doğuşunda ise vahyin çok önemli yerleri vardır. Yalnız başına düşünce belki felsefenin kaynağı olabilir.

2-Bugüne kadarki Adil Düzen’i gerçekleştirme çalışmalarında verilen örnekler eksiktir; meselâ Malezya, Sudan, Iran, Mısır denemeleri yoktur. Ayrıca tenkit ve değerlendirme de eksiktir.

3-Düzene nasıl ulaşılacağı konusundaki başlıklar çok önemlidir. Ancak uygulamada ne “İlmî araştırmalarla tesbit” nede “deneme” tam yapılmıştır. Benim bildiğim araştırma önce bir şahıs (S. Karagülle) sonra da bir ekip tarafından yapılmaktadır. Henüz bu çalışma çeşitli branşlardan ilim

adamlarına açılamamış, kabule mazhar olamamıştır. Deneme ise yalnızca bir kooperatif bünyesinde yapılmıştır, o da pek başarılı olamamıştır. Çok değerli düşünce ve teklifleri de ihtiva eden bu modelin uzun zaman ve geniş kadrolar içinde tartışılması ve pilot bölgelerde uygulanarak denenmesi elzemdir. Bunu da partinin bilim ve araştırma yan kuruluşları üstlenmeli, gerekli personel, ilim adamları ve diğer imkânlar seferber edilmelidir.

4-Altıncı sayfadaki çizimin altında yer alan tarifler eksiktir ve tutarsızdır. Meselâ ülkenin tarifi kavrama uygun değildir;“güvenlik içinde çalışılan planlanmış toprak parçası” yabancı ülkeler için de geçerlidir. Mülkiyet “güvenlik içinde taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde üretim yapmak” değildir, bunu mâlik olmayan da yapar.

II- Dînî düzen

Gerek partinin takdiminde ve gerekse bunun kaynaklarında dînî düzen ve dinin sahası, fonksiyonu, kaynakları üzerinde önemli hatalar, eksiklikler ve anlatım bozuklukları vardır.Dinlerin geçmişi ve bugünü, hakkı ve bâtılı birbirine karıştırılmış, tamamına bir göz ile bakılmıştır veya (anlatım bozukluğu sebebiyle) bu intiba verilmiştir. Sonuç önceden -başka kriter ve saiklerle- benimsenmiş, tasnifler ve değerlendirmeler buna göre ayarlanmıştır. Ezcümle:

1-Dinlerin “ilim, şeriât, iktisat, ahlâk ve tanzim” dinleri şeklindeki tasnifi tutarsızdır, vâkıa uygun değildir. İlim, şeriât, iktisat, ahlâk ve tanzim bütün semavî dinlerde vardır.

Metinde adları yazılı bulunan peygamberler ve kitapları bugün bir cildin içindedir, adı “Kitâb-ı Mukaddes”tir ve Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya kadar peygamberlerin getirdikleri iç içe girerek, birbirini tamamlayarak ümmetlerinin dini olmuştur. Meselâ Hz. İsa Tevrât’ı neshetmemiş, ortadan kaldırmamış, yürürlükten düşürmemiş, aksine ona atıflar yaparak kendi ümmetinin de bağlayıcı kitabı kılmıştır. Şu

halde Hz. İsa ve sonrasında “ilim, şeriât, iktisat ve ahlâk”dinin muhtevası içinde vardır.

2-İslâm için “tanzim” edicilik vasfı ve özelliği söz konusu edilmiştir. İddiâya göre bu özellik Hz. İsa ile başlamıştır; O,Kayser’in hakkını Allah’ın hakkından ayırarak bu tanzimi başlatmış, İslâm da tamamlamıştır. Tanzimden maksat sosyal müesseselerin birbirinden ayrılması, birbirine müdaha-

le etmemesidir, bu dengedir, denge ise laikliktir. Bizim bütün bu değerlendirme ve görüşlere katılmamız mümkün değildir. Çünkü:

a-Hz. İsa’nın mezkûr sözü yanlış anlaşılmış ve tek başına değerlendirilmiştir. Hz. İsa bu sözü, bir tuzağı bozmak için söylemiş, para basacak kadar iktidarı ve hâkimiyeti olan zâlim bir hükümdarın istediğini vermek durumunda olduklarını, bu arada Allah’ın hakkını da vermeleri gerektiğini ifade etmiştir. Allah’ın hakkı ve istekleri arasında zulme karşı direnme ve bunu (istibdâdı, haksız vergiyi) kaldırma da vardır. Çeşitli İncil’lerde Hz. İsa’ya izâfe edilen birçok söz, O’nun böyle bir ayrımı getirmediğini ifade etmektedir (Matta: 5/17-33, 6/9-10, 24,11/28-30,23/2; Luka:22/25,14/23-26).

Bunların başında da “Sanmayın ki ben şeriatı yıkmaya geldim, ben yıkma ya değil, fakat tamam etmeye geldim...” diye başlayan ve Tevrât’ın getirdiğini ümmeti için yürürlükte kılan sözle-

ri ve uygulamaları vardır,

b-İslâm dini diğer sosyal kurumlardan (ilim, siyaset ve ekonomiden) ayırma ve dinin bunlara müdahalesini önleme hüküm ve talimatını getirmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet kaynakları ile asırlar boyu sahabe, tâbiûn ve diğer nesillerin icmâı ile sabittir ki, İslâm’a göre düşünce, duy-

gu ve nizam sahalarında insan kendi kendine yeterli değildir, onun bir ışığa ve irşada ihtiyacı vardır; bu ışık vahiydir, vahiy sayesinde insan diğer yeteneklerini fıtrat ve amaca uygun olarak kullanabilecektir, rotasını hedeften saptırmayacaktır, içtihat ve icmâ da bu çerçeve içinde

gerçekleşecektir. Kitâb ve Sünnet -kı birincisi yalnızca Kur’ân-ı Kerîm’dir, İkincisi ise Hz.Peygamber’in sözleri ve uygulamalarıdır- ilmin kesin verileri ile çatışmaz, çelişmez, böyle bir görüntü varsa ya nakil sahih değildir, ya anlama yanlıştır, yahut da ilmin verisi kesin ve doğru değildir. Çözüm dini; sosyal hayattan, siyaset ve ekonomiden ayırmada, dinin bu sahalara müdahalesini önlemede değildir, çözüm çatışma görüntüsünü yukarıdaki şıklarda arayarak gidermekte ve dinin irşadını, ahkâm ve talimatını -bunların evrensel olanlarını- akıl ve bilim ile ortak olan; bunların da yetkili oldukları sahada, aklı ve ilmi destekleyip test etmede; aklın ve ilmin ulaşamadığı sahalarda ise doğruyu, faydalıyı, iyi ve âdili bulmada yegâne rehber olarak kullanmaktır.

c-Dinin toplum içindeki fonksiyonunu yalnızca ahlak, tezkiye ve denetlemeye hasretmek İslâm a göre değildir.Ayrıca böyle bir anlayış Batılı manada laikliğe de, gerçek manada İslâm’a da ters düştüğü için kimseyi memnun etmeyecek, taraftar bulamayacaktır. Bu ayrımdan amaç, yukarıda özetlenen mana ve mahiyette değilse anlatım da amaca uygun olmalı, yanlış anlamalara meydan verecek ifadelerden kaçınılmalıdır.

3-İslâm’ın diğer inanç mensuplarına din ve vicdan, düşünce ve beyan hürriyeti verdiği, kendi aralarındaki ve daha ziyade hususi hukuk alanına giren ihtilafları kendi din ve inançlarına göre çözme imkânı bahşettiği bilinen bir gerçektir. Ancak bu, Batılı manada bir çoğulculuk olarak yo-

rumlanamaz. İslâm’ın -varsa- çoğulculuğu yukarıdaki manadadır. Ancak İslâm Devleti’nde ve toplumunda üstün topluluk (hayırlı ümmet) müslümanlardır, hak din İslâm’dır, hedef zorlamadan dileyenlerin müslüman olmalarını (hidayete ermelerini) sağlamaktır, toplum ve eğitim düzeni müslüman çocuklarının dinden uzaklaşmalarını, başka din ve inançlara girmelerini sağlayacak

şekilde değil, müslümanların dini hayatlarını koruyup geliştirecek ve başkalarını da -zorlamadan- İslâm’a kazanacak şekilde kurulacaktır. Bu amaç da -dini, ahlaki, hukuki, ekonomik, siyasi...- düzenlerin/düzenlemelerin birbirinden, su geçirmez kaplar gibi ayrılmasına engeldir.

Müslümanın başka bir hukuk sistemini seçme hakkı da yoktur.Hâsılı İslâm dini ilme, ekonomiye, yönetime yön verir, bunları yönlendirir, iyiden, doğrudan, faydalıdan ve adaletten sapmalarını  engeller, ancak bu fonksiyonunu yerine getirirken teokrasiye , baskıya, istismara sebebiyet vermez, usulüne göre meşrûiyet tanıma, serbest (mubah) saha, ehliyet, emanet, maslahat, zaruret, ilâhî vekâlet, içtihat, icmâ ilke ve usulleri ile dengeyi sağlar, tıkanmaları önler.

İlmî düzen ile dini düzenden bahsedilirken yer yer tekrarlanan “... ilmin verilerinin doğruluğuna inanmak hak dindir” (Akdemir, 1/188), dini aklî hale getirmek için gayret...”(s. 178), “A comte’un, pozitivizm adını taşıyan yeni bir ilim dinini ileri sürmüş  olmasına” atıfta bulunmak (Akdemir, 1/224) fahiş hatalara yol  açacak ifadelerdir. Din akla ve bilime aykırı olmaz, ama akıl ve bilimin sınırları içinde de haps olunamaz, onları aşar ve imanla tamamlanır.

III-ilim adamlarının yeterince şahsî, fikrî, malî güvencelerinin bulunmadığı, öğretimin tedrîs ve ezberciliğe dayandığı, ihtisaslaşmanın yanlış mecralara sürüklendiği ve ilmî miyopiye sebep oldu-

ğu, iyi öğreten ve ilim üreten ile bunları yapamayanların aynı sonucu (mükâfatı, ücreti, mahrumiyeti) paylaştığı... bütün bunların-nadir olanlar dışında- kemiyet ve keyfiyette yeterli ilim adamının

yetişmesini menfî etkilediği tesbitleri doğrudur. Ancak hem organizasyon, hem finansman ve program olarak -adil düzende yer alan- bu kadar dağınık bir sistemin başarılı olup olmayacağı da şüphelidir. Sistemin, eğitim uzmanlarına açılması, tartışma ve pilot denemelerle olgunlaştırılması gerekli görülmektedir.

Tablolaştırılan “tedrîs, tartışma ve deneme” safhalarının ayrımı vâkıaya uymamaktadır; gerçekte bu aşamalar arasında birliktelikler ve tedahüller vardır.

Ehliyetlerin verileceği kişilerin sayısında yalnızca ondalık sisteme göre hareket edilmesi fiilî ihtiyaç bakımından tutarlı bir hareket yöntemi ve ölçüt değildir.

VI-Siyasi düzen

1-Birinci sayfada yer alan şemada hukuk düzeni, demokrasi, içtihat düzeni ayrımları ve bu ayrımların belli dönem ve medeniyetlere münhasır kılınması tutarsızdır. Buna göre şu soruların cevabı açık kalmaktadır: Demokrasilerde hukuk yok mudur? İctihad düzeninde hukuk yok mudur...?

Gerek bu tabloda ve gerekse ikinci sayfadaki tabloda İslâm Medeniyeti’nin devrini doldurmuş olarak gösterilmesi, ondan sonra Batı medeniyetinin, daha sonra da denge düzeninin gösterilmesi -kasıt bu olmasa bile- bir yandan İslâm’ın devrini tamamladığını, diğer yandan denge düzeninin İslâm’dan başka bir şey olduğunu îma etmektedir. Çizimin bu îmayı içermeyen bir şekle getirilmesi gerekir.

Yargının siyasal düzen içine sokulması uygun değildir.Yargının yalnızca hakemliğe bırakılması, hakemliğin her grup için ayrı olan mevzuata göre yapılması uygulamada içinden çıkılamaz karışıklık, sürünceme ve istikrarsızlıklara yol açabilecektir.

Siyasî organizasyon birimlerinin ondalık sisteme göre tertiplenmesi gereksiz ve tutarsız olduğu gibi uygulanabilir de değildir. “Peygamberler ihtilal yapmamıştır” diyerek zulme karşı isyanı engellemek (Akdemir, 2/ 135), İslâm’ın cihâd, münkeri defi ve hakka itaat ilkelerine ters düşmektedir.

Tezkiye eden, teminat veren, dayanışma yapan gruplar ve toplulukların oluşması ve işleyişi çok sayıda belli ehliyet ve ahlak standartlarına ulaşmış elemanın yetişmesine bağlıdır. Adil düzen

kurulmadan bu elemanlar yetişmezse, bu elemanlar yetişmeden adil düzen kurulup işletilemezse bir kısır döngü içine düşülmüş olur. Şu halde bir geçiş dönemine ve bu döneme göre bir düze-

ne ihtiyaç vardır.

V- Ekonomik düzen

Mevcut ekonomik düzenin aksaklıkları ile ilgili tesbitler oldukça isabetlidir.

Adil ekonomik düzenin muhtevası kağıt üzerinde tutarlı ve dengeli gibi gözükse de bir çırpıda uygulamaya konması imkânsızdır. Mutlaka bir geçiş dönemine ihtiyaç vardır. Bu geçiş

dönemi mevcut şartlar ve imkânlar doğru olarak görülüp tesbit edildikten sonra planlanmalı, programda birinci plan ve ilk adım üzerinde durulmalı, halka bu vâdedilmelidir. Uygulana-

cak programın yan etkileri, muhtemel tepkiler iyi hesaplanmalıdır. Bir margarin veya benzin

kıtlığının iktidarları sona erdirdiği unutulmamalıdır.

Muhteva ile ilgili bazı düşüncelerimize gelince:

1-Bir kimsenin ürettiği kadar tüketmesinin hakkı olduğu, daha fazla tükettiği takdirde başkasının hakkını yemiş olacağı görüşü muğlaktır. Hiç üretmediği halde tüketme durumunda olanlar (mesela yaşlılar, çocuklar, sakatlar, işsizler...), miras, ticaret vb. yoluyla servet elde edip bunu harcayanlar başkalarının hakkını yemiş mi sayılacaklardır? (s. 17)

2-Ortaklıklarda hemen daima yatırım ve üretim ortaklıklarından söz edilmektedir. Ticaret yapmak üzere oluşturulacak ortaklıklar ve ticaret faaliyeti hakkında ne düşünüldüğü kapalıdır, (s. 21)

3-“Adil düzende vergi yoktur” denilmekte, devletin giderinin “katkı ve hizmet karşılığı alacağı paylar ve kendine mahsus gelir kaynaklarından temin edileceği” ifade edilmektedir. Gerek geçiş döneminde gerekse normal dönemde herhangi bir sebeple bu gelirler gideri karşılamaz ise devletin vergi alması meşrûdur ve bu âdil düzene aykırı sayılmamalıdır.

Zekât bir ibâdet-vergidir. Zekât alınacak mallar, miktarlar ve sarf yerleri ilgili nasslarla belirlenmiştir. Devletin mükelleflerden zekâtı toplaması ve yerine sarf etmesi gerekir. Zekât bütçesi ayrı tutulmalı, devlet zekâtın sarf yerlerine diğer gelirlerden harcama yaparsa bunun karşılığını zekât bütçesinden (veya fonundan) genel bütçeye aktarmalıdır. Zekât konusu âdil düzen broşüründe yer almamıştır.

4-Selem konusuna fazla ağırlık verilmiş ve ondan çok şey beklenmiştir (s. 25). Tarihte yapılan selem uygulamasında, ödeme peşin yapıldığı için fiyatlar durmadan kırılmış,üretici zarar etmiş ve bu uygulama ekonomiyi menfi olarak etkilemiştir. Fıkıh kitapları bununla ilgili şikâyetleri aktarmaktadır. Selemde iskontonun az olması halinde alıcı nakdi tercih ederek almaktan imtina eder ve bu şekliyle işe devam etmez. Ayrıca selemin getirdiği ucuzluk üretici aleyhine Ve tüccar lehine bir ucuzluktur,

mal teslim alınınca satım piyasa fiyatıyla olacak, tüketici malı yine -selem fiyatına nisbetle- pahalı alacak ve iyi kâr tüccara kalacaktır.

5-Üretilen malların satıma  arzından önce ambarlara teslim edilmesi büyük külfet ve sıkıntılara yol açacaktır. Bunun yerine üretimin mahalinde tesbiti, incelemesi ve paylaşımı yapılmalıdır.

6-Mülkiyet bahsinde toprağın, madenin, ormanların ve meraların mülkiyetinin devlete ait olduğu zikredilmektedir(s. 28). Bu dört servette özel mülkiyete yer verilmediği anlaşılmaktadır. Hem hukukî, hem dînî, hem de tatbikat bakımından bu anlayış önemli problemler getirecektir. Bizim bilgimize göre bu servet çeşitlerinde de -bazı sınırlar ve şartlar dahilinde- özel mülkiyet söz konusudur.

7-Adil düzende faizin bulunmaması tabîîdir. Ancak bu düzende faizin tanımı yapılırken kapsamı genişletilmiş, dini kaynaklara göre faiz sayılmayan gelirler de faiz olarak değerlendirilmiştir. Bu cümleden olarak veresiye satışlar ve vâde farkı faiz içinde mütâlâa edilmiştir. İslâmî kaynaklar-

da sağlam ve açık delillere dayanılarak ortaya konan faiz tariflerine göre:

a-Aynı cins iki malı biri diğerinden fazla olarak satım yoluyla mübadelede ortaya çıkan fazlalık faizdir.

b-Aynı cins iki malı, eşit olarak veresiye veya farklı ölçeklerle veresi ve satım yoluyla mübâdelede ortaya çıkan hakiki fazlalık veya hükmî fazlalık (veresi nisbetle peşinin değerinden doğan fazlalık) faizdir.

c-Tartılarak veya ölçülerek alınıp satılan iki ayrı cins malı(mesela arpa ile buğdayı) biri diğerinden fazla veya eşit olarak satım yoluyla veresiye mübadeleden doğan fazlalık faizdir.

Bu malların yenilir ve ambar edilir olmaları şartı ise tartışmalıdır.

Karzın ödünç verene sağlayacağı menfaat faizdir.

Buna karşı biri ölçülen veya tartılan yahut da yenilen mal, diğeri ise altın, gümüş ve para olması halinde bu iki değerin peşin veya veresi, eşit ağırlıkta veya farklı mübadelesinde faiz yoktur.

Buna göre âdil düzenin veresi satışa ve vâde farkına “faiz diyerek” karşı çıkması icmâa aykırıdır.

8-Emekli olabilmek için belli bir çalışma süresi ve yaş haddinin bulunmaması (s. 37) âdil değildir. Bu uygulama hem işçi sıkıntısına, hem de sigorta fonunda darlığa sebep olur.

Bu sebeple emeklilik ya yaşa, yahut da hizmet süresine,güç ve kudrete.... bağlanmalıdır.

İşsiz olan veya çalışmayan kimselere maaş ödeyebilmek için bunlarda ihtiyaç şartı da aranmalıdır. İşsiz olduğu veya çalışmadığı halde normal geçim imkânına sahip bulunan kimselere –emekli olmadan- maaş vermenin şer’i dayanağı yoktur.

Uygulanabilirlik Açısından:

1-Gerek partinin dağıttığı küçük kitaplarda ve metinlerde ve gerekse bunların doğrudan kaynağını teşkil eden Karagülle ekibinin eserlerinde ortaya konmuş bulunan “âdil düzen,denge düzeni” teorik bir model denemesidir. Bu metinlerde modelin deneme safhasında olduğu, pilot bölgelerde dene-nerek olgunlaştırılması gerektiği defalarca tekrarlanmıştır.Buna rağmen parti, âdil düzeni anlatan metinleri, iktidara geldiği zaman uygulayacağı program gibi takdim etmektedir.

2-Bu haliyle âdil düzenin, Türkiye şartlarında uygulanma kabiliyeti yoktur.

3-Henüz üzerinde icmâ (konsensüs) sağlanmadan bu modelin, genel, İslâm’ın amaçlarını yansıtan âdil düzen olarak takdimi âdil düzen kavramına ters düşmekte, muhalif olan müslümanları töhmet altına sokmaktadır.

4-Bu model bir geçiş dönemi modeli olarak da uygulama kabiliyetini taşımamaktadır.

5-Partinin bilimsel araştırmaya yönelik yan kuruluşları vakit geçirmeden bütün maddî ve mânevî imkânları seferber ederek belli kuruluş ve kurumda araştırmacıları toplayıp çalıştırmalı, geçiş dönemleri ve kâmil uygulama dönemleri için uygun bulunan modellerin hazırlanmasını,

tartışılarak ve pilot bölgelerde denenerek olgunlaşmasını sağlamalıdır.

6-. Parti Türkiye’de bir düzen değişikliği yapmak istiyorsa getireceği düzene geçiş aşamalarını tesbit etmeli, ülkenin ve dünyanın mevcut şartlan içinde ilk aşamayı plânlamalı,

buna uygun bir parti programı oluşturmalıdır. İşte bu program İslâmî düzenin kendisi değil, ona götüren yolun başı, ona açılan kapı olacaktır. Bunu bir kadro hazırlayacak ve İslâm diyerek değil, mevcut şartlarda ona zemin hazırlayan en uygun model diye takdim edecektir. Bu takdirde model muvaffak olursa diğer aşamalara geçilecek, olmazsa başarısızlığın faturası İslâm’a değil, belli bir kadroya ve onların hazırladığı modele çıkarılacaktır.

Ferdi raporlar müzakere edildikten sonra üzerinde ittifak hasıl olan bir ortak rapor yazıldı. Bu raporun sonuç bölümü şöyle idi:

 

Sonuç

Adil Düzen, günümüz toplum sistemi ve hayat tarzına tenkidi bir yaklaşım sunmakta ve alternatif bir sistem olma iddiası taşımaktadır. Bugünkü hayat tarzına yönelik eleştirilere ve Hakk’ı üstün tutan felsefeye katılmamak mümkün değildir. Ancak adil düzenin bir toplum sistemi olarak kabul edilmesi oldukça zordur. Bunun sebeplerini dört ana başlık altında değerlendirmek mümkündür.

 

1-Adil Düzen, İslamı bir bütün olarak değil, sadece bazı ilkeleriyle ele almaktadır.

Her şeyden önce, din kavramı İslam’ın tanımlamasından farklıdır. Bu düzende dinden maksad sadece İslam dini olmadığı gibi, materyalizm ve ateizm de din olarak algılanmaktadır. Devlet,belirli bir anayasal sistem koymaz, sadece ülkede yaşayan insanların kendilerine uygulanmasını istediği hukuku tescil eder ve uygular. Bu şeriat hukuku olabileceği gibi, başka bir hukuk sistemi de olabilir. Hukuk pluralizmi öngörülmektedir. Sosyal kurumlar arasında farklılaşma esastır. Dolayısıyla dinî-ahlakî sistem diğerlerinde ayrılır ve laik bir görünüm arzeder. Devlet başkanının farklılaştıran birimler arasında bütünleştirici ve koordine edici bir rolü vardır. Keza, faiz ve benzeri tanımlamalar da İs-

lâmî tanımlamalardan farklılaşmaktadır.

İkinci olarak, İslam’a pozitif bilimlerin perspektifinden yaklaşmakta, pozitivist bir İslam anlayışı sunmaktadır. Dinle ilgili meseleler, müsbet ilimlerin sınırları içinde ele alınmakta ve onun sınırlı imkanlarına bırakılmaktadır. Adil Düzen’in insanlara bakışı ve insanlık tarihinin doğrusal bir gelişme gösterdiğini kabul etmesi, bu tür bir anlayışın sonucudur. Başka bir ifadeyle, Adil Düzen, XIX. Yüzyıl Batısının doğrusal ilerlemeci-pozitivist zihniyeti çerçevesi içinde oluşturulmuştur. Bu zihniyet, müsbet bilimlerde eğitim gören ilim adamlarında, çoğu kez farkına varılmayan fakat dünya görüşünü biçimlendiren bir özelliğe sahiptir.

Üçüncü olarak, Adil Düzen, İslam fıkıh ekollerinin dışında,sünneti dahi ihmal eden ve dolayısıyla zorunlu olarak Kur’an-ı Kerim’i uzak yorumlamalarla ele alan bir ibahiyye mezhebi görünümü vermektedir.

Nihayet, birçok İslâmî ilkeyi göz önünde bulundurmakla beraber, beşeri bir nitelik taşımaktadır. Bu sebeplerle, İslâmî bir hayat tarzı veya günümüz insanları için İslamın devlet sistemi olarak sunmak mümkün değildir.

2- Adil Düzen, uygulanması oldukça zor bir sistemdir

Adil Düzenin ticaret anlayışı, para sistemi, devletin ekonomik fonksiyonu, düzenler arasındaki ilişkiler, her bir düzenin kendi içindeki gereksiz ve ayrıntıya yönelik düzenlemeleri,karmaşık ve uygulanamaz bir görünüm arz etmektedir. Toplum hayatının sürekliliği unutularak, mevcut insan,

yapı, kurumlar ve sistem içinde tedricen gelişme ve değişmeye imkan vermeyecek kadar sert ve radikal bir yaklaşım sunan Adil Düzen, başarılı olma yolunda da aynı oranda sert ve radikal direnişlerle karşılaşabilir. Nitekim, Adil Düzen teorisyenlerinin İzmir’deki uygulama çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanması, bu düşüncenin önemli bir delilidir. Bu açıdan Adil Düzen çalışmala-

rı, İslam Düşünce tarihi içinde, teorik ve hatta ütopik bir tanımlamayla yer alacaktır. Dolayısıyla herhangi bir parti tarafından resmen kabul edilen bir program olarak benimsenmesi doğru olmayacaktır.

3-Adil Düzen kendi içinde tutarlı ve anlaşılır değildir

Adil Düzen, bir sistem modelinin sahip olması gereken,kendi içinde tutarlılık ilkesine sahip değildir. Önceki bölümlerde (raporun ilgili bölümlerinde) belirtildiği gibi, birçok noktada tutarsızlık ve karışıklık içindedir. Gerçekte modelin pek çok gereksiz ayrıntıya yer vermiş olması; hem bazı önemli öğelerin gözden kaçmasına sebep olmakta, hem de anlaşılmaz bir görünüm vermektedir. Modeli anlatmak üzere ortaya konulan karmaşık tasnifler ve tutarsız bağlantılar, her zaman itiraz edilebilecek bir niteliktedir: Dinlerin yönetici, yönlendirici ve tanzim edici olmak üzere üç grupta tasnif edilmesi;

yine dinlerin ilim dini, şeriat dini ve ahlak dini olarak sınıflandırılması; ekonomik sistemin odak noktasında vakıf kurumların yer alması; İslami esaslar karşısında pozitif ve doğrusal gelişmeyi benimseyen tanımlamalar; insanları belirli grup ve odalara üye olmaya zorlayan yaklaşım karşısında demokratik yönetim beklentileri; her bir sosyal kurum için bağımsızlık ifadelerine karşı merkezi devlet düzenlemeleri; para konusundaki yetersiz açıklamalar ve senet uygulamaları... bazı örnekler olarak

zikredilebilir.

 

4-Adil Düzen, bilimsel bir metodolojiye sahip değildir

Adil Düzen, yeni bir toplum düzeni sunarken, birçok metodolojik yanlışlık ve eksiklik de içermektedir. Bunlar kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir. Her şeyden önce, Adil Düzen, dünyada İslam toplumu, sanki ilk defa kuruluyor ve İslam dini ilk defa vaz’ ediliyormuş gibi, tamamiyle soyut bir model geliştirmeye çalışmaktadır. On beş asırlık İslam medeniyetinin ve yakın geçmişimizdeki Osmanlı Devleti’nin tarihinde bu konulardaki herhangi bir hüküm veya uygulaması göz önünde bulundurul-

mamıştır.

İkinci olarak, Adil Düzen çalışmasında, (hem İslam dünyasındaki, hem de genel olarak) bugüne kadar bu konularda yapılan çalışmalar, yayınlanan eserler, geliştirilen fikirler ve üzerinde anlaşmaya varılan konularla ilgili kaynakların tam olarak incelenmediği anlaşılmaktadır. Türkiye için hazırlanmış olmakla birlikte, bütün İslam dünyası için uygulanma iddiasındaki bu teorinin; yapılan bütün bu çalışmaları ihmal ederek, bütün dünyadan ayrı ve tek başına yapılmış olması, hem ilmi bir metod olarak,hem de İslam dünyasını ikna etmek açısından oldukça yetersiz kalacaktır.

Üçüncü olarak, modelin dayandırıldığı bazı fikirler, metin içinde ayrıntısıyla belirtildiği gibi, bir takım soyut ve spekülatif varsayımlara dayandırılmıştır. Bu fikirler, ne teorik veya uygulmalı, ne şer’i veya seküler, ne de felsefi veya ekonometrik hesabidir. Yine bu fikirler ortaya atılırken, herkes tarafından bilinen konularda dahi metod, tutum, bakış ve muhteva hatalarına düşülmektedir. Alt sistemlere ait hususlarda, genel ve makro seviyedeki ilkeleri ortaya koymak yerine, bir modelde yer almaması

gereken ayrıntılara ve spesifik konulara yer verilmektedir. Dolayısıyla modelin bütünlüğü kaybolmuştur.

Son olarak, Adil Düzenin, mevcut Türk milletini ve bügünkü  devletin sosyal, ekonomik, hukuki-politik yapısıyla, örf ve adetleriyle, tutum ve değerleriyle mevcut kaynak ve özelliklerini, bütünüyle yok sayan bir yaklaşım sunduğu belirtilmelidir. Mevcut Türkiye Cumhuriyetini topyekün başka bir yere kaldırarak, aynı yerde sıfırdan başlayan yepyeni bir toplum kurma yaklaşımının mantıki olduğunu söylemek pek mümkün değildir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



© 2024 - Akevler