Panik
1126 Okunma, 0 Yorum
Ahmet Altan - Taraf
Vahap Alma

Panik

Lokantalar genellikle böyle batar.

Müşteri azalmaya başlayınca elde kalan bayat yemekleri servise koyar, müşteri biraz daha azalır, böylece bir kısır döngüye girer ve kurtulamaz.

AKP’de böyle bir müşterisi azalan lokanta paniği var gibi geliyor bana.

Henüz oylarında bir azalma gözükmüyor ama Ali Atıf Bir’in dün Bugün gazetesinde yayımladığı TNS Şirketi’nin “liderlerin form grafiği”ne göre Başbakan Erdoğan ocak ayından nisan ayına kadar beş puan kaybetmiş.

Bu araştırmalar gerçeği ne kadar gösteriyor bilemem ama Erdoğan’ın böyle puan kaybettiği bir anketi çok uzun zamandır ilk kez görüyoruz.

 

“Ocak ayından” bu yana demek “Uludere’den bu yana” demek.

AKP yönetimi, Uludere sarsıntısını herkesten daha iyi hissediyordur.

Alışmadıkları bir durumla karşı karşıyalar.

 

“Mazlum” olmaktan “zalim” olmaya geçmek, “devletin ve statükonun” muhalifiyken statükonun temsilciliğine dönmek, dürüst dindarların desteğinin eksildiğini hissetmek, neredeyse hiçbir saygıdeğer aydın tarafından desteklenmemek, bütün Kürtlerin kalbini kıran bir parti olmak, Alevilerde derin kuşkular yaratmak, kadınları kızdırmak, bütün bunların birarada ortaya çıkması, AKP’nin on yıllık iktidarında hiç yaşanmadı.

Başbakan Erdoğan, kaybettiği “müşterileri” yeniden kazanmak için enerjik bir atılım yapabilecek gibi gözükmüyor şu anda, benim görebildiğim kadarıyla “Milli Görüş”ün bilmem kaç yıllık “bayat” yemeklerini sürüyor servise.

 

“Kürtaj” dediler.

 

“Sezaryen”i uluslararası komploya bağladılar.

Dün de Bekir Bozdağ, “Diyanet laiklik ilkesine göre hareket eder” diyen Anayasa maddesinden rahatsız olduklarını açıkladı.

Her saçmalık, başka bir saçmalığı doğuruyor.

AKP yöneticisine göre Diyanet “laiklik” sınırlamasına aldırmadan dini anlatabilmeliymiş.

 

     Yorum:

 

     Panik Atak

 

     Laisizm veya Laiklik (Fransızca: Laïcité), devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir. Fransızca'dan Türkçe'ye geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince "laicus" sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din adamlarına "Clerici" din adamı olmayanlara da "Laici" adı veriliyordu.

 

     Kavram

     Laik kelimesi Yunanca laos ismi ve laikos sıfatından gelir, Latincesi laicus’tur. Laos: halk, kalabalık, kitle demektir ve zıttı kleros’tur. Laikos: halka ait, ruhban olmayan demektir. Laicus: dinsel olmayan, demektir ve Osmanlıcada bu terim ladini ile karşılanmış fakat bu tutmamış, Fransızca laik kelimesi Türkçeye girmiştir. Laos/kleros karşıtlığı MÖ 3. yüzyılda, din yönetiminde iki sınıfı belirtmek üzere kullanılmıştır. Hıristiyanlığın ilk yüzyılından itibaren kilise adamlarına klerikoi (Latince clerici), bunların dışında kalanlara laikoi (Latince laici) denilmiştir. Bu adlandırma, ruhani ve cismani bir ikiliğe de işaret eder. Yeniçağda laik terimi, felsefi ve hukuki, siyasal bir anlamla genişleyerek devlet ve din ilişkilerine ait bir tarzı ifade etmeye başlamıştır . Fransa’da 3. cumhuriyette laicisme kelimesi dile girmiştir. İngilizcede, papazdan başka bütün halka lay, laity denir ve laic, secular kelimeleri de cismaniliği ifade eder. Latince saecularis’ten gelen secular, özellikle İngiliz ve Alman toplumunda kullanılır.

 

     Kavramı felsefi açıdan tanımlayanlara göre laiklik “insana, insan aklına, beşerin ebedi tekamülüne iman getirmektir.” Buna göre, laik devletin dine karşı oluşu ile tarafsız olması arasında bir fark görmeyenler, dinle ilgisi olmayan anlamının hepsini dinsizlik olarak tanımlamışlardır. Bazı düşünürler insan eylemlerini dinli, dinsiz, dindışı şeklinde üçe ayırmışlar, buna örnek olarak ibadet etmeyi dinli, dindarları hor görmeyi dinsiz, yürümek konuşmak gibi eylemleri dindışı olarak görmüşlerdir.

 

     Siyasi anlamı üzerindeki tartışmalarda ise laiklik, liberalizmin dini kaynağı sayılır ve siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Teokratik devletten demokrasiye geçerken devlet otoritesiyle din otoritesi sınırlandırılmış, laiklik klasik demokrasinin gerekliliğinin bir icabı olmuştur. Buna göre kavram, çağdaşlaşma ve insan hakları ile yakın bağlantılıdır.

 

     Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır'. Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte dinlerin düzenini bozacak davranışlarını da önlemekle yükümlüdür.

 

     Kavramın tarihsel gelişimi Katolik Avrupa ile Anglosakson Avrupa arasında bir nüans yaratmıştır. Katolik ülkeler laik, diğerleri sekülerdir. Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altındadır; buna mukabil seküler ülkelerde din ile devlet özerk iki alandır. Protestan ve Anglikan ülkelerdeki sekülarizm, günlük hayatı belirleyen dünyevi bir yaşama tarzını ifade eder ve dünyevi işlerde dini dışarda bırakmak anlamını edinir. Bu ülkelerde milli kiliselerin Roma Kilisesinden ayrılmışlığı, Kraldan ayrı özerk kurum oluşu da kavrama etkinlik kazandırmıştır. Bu aynı zamanda uluslaşma ve burjuvazinin ortaya çıkışıyla da ilgilidir. Laikliğin Bizans sezaropapismine ve elitist hakimiyete, sekülarizmin ise Roma paganlığına ve vicdan özgürlüğüne yakın olduğu belirtilmiştir.

 

     Devlet ve din arasındaki ilişkilere bir temel sağlayan laiklik, bu ilişkiler açısından üç özellik gösterir: Devlet dine bağlıdır (teokrasi, Tibet); din devlete bağlıdır (imparatorluk, Bizans, Osmanlı, İngiltere, Rusya); ikisi de özerktir (demokrasi, ABD, Avustralya, Belçika). Laik devleti Duguit şöyle tanımlar: “Din konusunda kendisi tarafsız olup, mensupları bir dini taşımakla birlikte kendisi devlet olmakla hiçbir dini özellik göstermeyen ve hiçbir din ayini yapmayan ve kendi namına yaptırmayan devlet.” Bugün bütün dünyada, cismani ve ruhani ayrılık anlamındaki temel ilkeler kabul görmekle birlikte, her devletin toplumuna ve kültürüne has özellikler de kavrama girmiştir. Türkiye’de laik devlet ile Müslüman toplum arasında cumhuriyetin kuruluşundan beri bir gerilim vardır ve devletin özel siyasal bir kavramı olan irtica kavramı, laiklikle birlikte anılır olmuştur. Devlete göre irtica, dinin sahtesi ve taassuptur. İrtica kavramının hukuki mi ideolojik mi olduğu tartışmalıdır.Atatürk'e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”. İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir. Buna karşın irtica tanımının içeriği tam olarak doldurulamamaktadır. Türkiye laikliği, dünyada uygulanan laiklikten farklı olarak kemalist bir çizgide ilerlemektedir. Aslen Hıristiyanlık terminolojisine ait olan Ruhban sınıfı kavramının ve ruhban olmayan (laik) kesimin İslâm inancında yer almaması bu sorunun temelini oluşturmaktadır.

 

     Tarihçesi

     Eski çağlardan beri din, insanların, günlük yaşamında, toplumsal düzende ve devlet yönetiminde etkili oldu. Özellikle Hıristiyanlık Avrupa'da ortaçağ sonlarına kadar her alanda söz sahibiydi. Papalar krallara hükmedebiliyor, papaz, rahip, ya da keşiş gibi din adamları Hıristiyan dininin kurallarına göre insanların yaşamını yönlendiriyorlardı.

Zamanla değişen ve gelişen ticaret ilişkileri, kentlerin zenginleşmeye başlaması, Hıristiyan olmakla birlikte ayrı mezheplerden olanların çoğalması gibi etkenler Hıristiyan dininin dönemin yeni koşullarına göre gözden geçirilmesini gerektirdi. 16. yüzyılda dinde Reform hareketi oldu. Edebiyat, sanat ve bilimde Rönesans diye adlandırılan canlanma ve atılım dönemi de 15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleşti. Böylece Hıristiyan dünyasında din, yaşamın birçok alanında etkisini yitirmeye başladı. Özellikle eğitim ve öğretim alanında yenileşmeler oldu. Din kurallarına uygun eğitim yapan kurumların yani sıra özgür düşünceye ve inanç özgürlügüne dayanan eğitim kurumları devlet tarafından açılmaya başlandı. 1789 Fransız Devrimi'nden sonra laiklik yavaş yavaş devletin bütün kurumlarında ve toplumda kendini kabul ettirdi.

En son 2008'de Türkiye'de parti kapatma davalarıyla ilgili olarak Avrupa Birliği, jakoben laiklik yerine demokratik laiklik kavramını tercih ettiğini belirtmiştir.*

 

     ‘’AKP yöneticisine göre Diyanet “laiklik” sınırlamasına aldırmadan dini anlatabilmeliymiş.’’ Cümlesi biraz acemice olmuş. Bir kavramı diğerinden ayırırsanız her ikisini özgür bırakırsınız. Müdahale ederseniz ayırmamış olursunuz. Hem din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini söyle, hem de devletin dine karışmasını şiddetle savun. Bu ne yaman çelişki anne…  

 

 

 

* http://tr.wikipedia.org/wiki/Laiklik

 

 

 

Vahap Alma






Sayı: 156 | Tarih: 10.06.2012
Mahir Kaynak
Bu hafta yazısı yok.
Yerine
1351 Okunma
10 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Altan
Panik
Panik Atak
1126 Okunma
Vahap Alma
Ahmet Hakan
Şu sorular sorulmadan Başbakan röportajı olmaz
Cevaplar
1121 Okunma
4 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
Tarihin yükü ve gündönümü vakti
Artık "gerçek" bir önder zamanı
1046 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ruşen Çakır
“Alacaksanız beni alın”
Hoca’nın Torpillisi
1044 Okunma
Tayibet Erzen
Hüseyin Gülerce
Ya Beklenen Netice Alınamazsa?
Sermayenin Sözcülüğü
1002 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Kemâlland
Şekil Değil, Fikir Önemli
981 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler