Arap Takvimi ve Aylar / Günler
Arapların Yıldızları dört guruba ayırdıkları bilinmektedir.
- Mevsimleri anlamaya yarayan yıldızlar (Nücumu’l-Enva)
- Yönlerini belirlemeye yarayan yıldızlar (Nücumü’l-ihtida)
- Gecenin vaktini belirlemeye yarayan yıldızlar (Nücumuu’s-Saati’l-Leyl)
- İyi ve kötü şans yıldızları. (Cihaz)
Çünkü Cahiliye dönemi ve öncesi Arapları birbirinden tamamen farklı ama her ikisi de aynı anda geçerli olan iki ayrı takvim kullanıyorlardı Bunların ilki “Yıldız Takvimi” diğeri ise “Ay-Güneş Takvimi” idi. Yıldız takvimine göre, bir güneş yılı, her biri 13 günlü yirmisekiz parçaya ayrılıyordu. Onlar birbiri arkasına 13 günlük veya buna yakın aralıklarla doğup batan yirmi sekiz yıldız seçmişlerdi ve bu şekilde mevsimler daima aynı yıldızın doğduğu anda başlamasından dolayı yüzde yüz güneş takvimi olarak değerlendirilebilecek bir uygulama idi. (Muhammed Hamidullah)
Çeşitli eserlerde Arapların kullandıkları yıldız isimleri sayısının 250 kadar olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre cahiliye Araplarının gökyüzü gözlemlerine fazlasıyla önem verdikleri görülmektedir. (ibn-ül Ecdabi)
Cahiliye Araplarının çeşitli doğa olaylarını muhtemelen Mezopotamya astronomi bilgilerinden derledikleri ilkel ve karma bir öğretiye de sahiptiler. Bunun adına “İlmu’l-Enva” diyorlardı. İlmu’l Enva, basit olarak yıldız veya takım yıldızlarının doğuş ve batışı ile başlayan 28 dönemlik bir güneş yılındaki meteorolojik hadiseleri takip ve tahmin etme bilgisinden ibaretti.
İlmu’l Enva’da geçen “Ayın yirmisekiz menzili” şu isimleri taşımaktadır: Şeretan, Butayn, Deberan, Hak’a, Hen’a, Ziraü’l Esed, Nesre, Tarf, Cebhe (Nev süresi ondört gün olan tek yıldız), Zübre, Sarfe, avva, Es-simakü’l a’zel (Yaz), Gafr, Zübana, İklil, Kalbü’l Akrep, Şevle, Naaim, Belde (Sonbahar), Sa’dü’z Zebih, Sa’dü Büla, Sa’dü’s Suud, Sa’dü’l Ahbiyye, El-Fer’u’l Mukaddem, El-Fer’u’l Muahher, Batnü’l Hut (Kış)
Ayrıca Necid ve Hicaz Araplarının dillerinde astronomi ile ilgili bir çok kelime, şiir, haber ve hikaye bulunması, onların ay ve güneşin hareketlerinden, yıldızlardan ve konumlarından, burçlardan ve geçegenlerden haberdar olduklarını göstermektedir. (Musa Cerullah, Nizamu’n Nesi Inde’l Arab)
Ay-Güneş takviminde ise, Ayın hareketleri esas alınmakla birlikte, güneşin hareketlerini de hesaba katıyordu. Kullanılan sene 354 günden oluşan 12 aydan müteşekkil idi. Güneş senesine eşitlemek için belli aralıklarla senenin sonuna (12 kameri ayın sonuna) 13. Bir ay eklemesi yapıyorlardı. Böylece kameri sene, güneş senesine eşitlenmiş oluyordu. (M. Hamidullah)
Yıl anlamında “sene” ve “am” kelimeleri kullanılıyordu. Sene kelimesi Samii kökenlidir ve daha çok Küzey Arapları tarafından kullanılmıştır. Bir görüşe göre “sene” güneş yılını, “am” ise kameri yılı ifade etmektedir.
Sene 4 mevsime taksim edilmişti. Her mevsim üç aydan oluşuyordu. Bunlar Şita, Rebi, Sayf ve Harif’dir. Sayf için bazı yerlerde Kayz kelimesinin kullanıldığı da olmuştur. Harif, aslında yaz sonrası havaların soğumaya başladığı dönemde yağan sonbahar yağmurlarına isimdir. Bununla birlikte Rebiülevvel ve Rebiussani hem ay hem de mevsim ismi olarak kullanılıyordu. (Cevad Ali)
Rebiülevvel kış sonrası havaların ısınmaya başladığı zamanı, Rebiussani ise meyvelerin olgunlaştığı sonbahar mevsimini ifade ediyordu. Ancak bu taksimat güneş takvimine göre yapılmıştı. Bunun sebebi ise kameri ayların güneş senesini karşılamıyor olması idi. Bu taksim İslam döneminde de devam etmiştir.
Buna göre Harifin başlangıcı 3 eylül, Şitanın başı 3 Aralık, Rebinin başlangıçı 5 Mart, Sayfın başı 4 Hazirandır. Bazı yerlerde senenin 2 aylık dilimlere bölündüğü de görülmektedir. Bunlar Rebiülevvel, Sayf, Kayz, Rebiuussanii, Harif ve Şitadır.
Araplara göre Ay gece ile başlardı, Ay anlamında Güney Araplarında “Verah” kelimesinin kullanıldığı bilinmektedir. Daha sonraları bunun yerini “Şehr” almıştır. Şehr kelimesi gerçekte, Dünyanın uydusu Ay’ın belli hareketleri için kullanılan bir kelimedir. Bir dönem ifade etmekle birlikte Takvimsel olarak “ay” anlamında değildi. Daha sonraları bu kelime Islam’ın etkisiyle terminolojiye “ay” olarak girmiş ve böyle kullanılmaya başlamıştır.
Islam’ın ortaya çıktığı zamanlarda (Cahiliye dönemi) kullanıldığı düşünülen Ay isimleri ise şunlardır: Muharrem (Saferülevvel), Safer (saferüssani), Rebiülevvel, Rebiulahir, Cemaziyeelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce. Bu isimlerin Kureyş zamanında kullanılmaya başlandığı rivayet edilmektedir. (Ka’b b.Lu’eyy b.Galib b.) Ancak başka bir rivayette cahiliye döneminde ay isimlerinin farklı olduğu mesela Muharrem yerine Safer isminin kullanıldığı da bir vakıadır. Ancak bu ay isimlerinin Islam ile birlikte sonradan şekillendirildiği de unutulmamalıdır.
Cahiliye Arapları, ayların isimlerini bu aylarda ortaya çıkan önemli olaylara ve havanın şartlarına göre koymuşlar idi. Ayların isimlerinin mevsimlere ve hava şartlarına işaret etmesi, bu ayların sabit kaldığını da göstermektedir.
Araplar bu isimlerden önce Aylar için şu isimleri kullanmakta idiler: Muharrem için Matik, Safer için Sakil, ardından sırasıyla Talik, Nacir, Eslah, Emyeh, Ahlek, Kesi’, Zahir, Berk, Harf, Ni’sa.
Burada dikkat edilmesi gereken şey, “Ramazan” isminin Arapların kullandıkları takvimde bir Ay ismi olarak yer almıyor oluşudur. Bu Islam ile birlikte şekillenmiş olan bir isimdir. Eski Araplarda Ramazan, sadece gündönümünden sonraki yaz aylarında ortaya çıkan kavurucu sıcaklıklar için kullanılan bir isimdi.
Bununla birlikte Cahiliye dönemi Arapları Ay’ı 3’er günlük dilimlere ayırarak isimlendiriyorlardı. Bunlar, Gürer, Semer, Zuher, Durer, Kamer (veya Biz) Dura’, Zulem, Hanadis, Devari ve Mihak’tır. Bu isimlerin her biri kamerin şekillerine göre isimlendirilmiştir.
Cahiliye Araplarının hafta mefhumu kullanıp kullanmadıkları bilinmemekle birlikte, kullandıkları gün isimleri şöyledir: Evvel (Pazar), Ehven (Pazartesi), Cubar (Salı), Dubar (Çarşamba), Mu’nis (Perşembe), Arube (Cuma), Şiyar (Cumartesi).
Araplar Ayları iki kısma ayırıyorlardı, Haram aylar ve olağan aylar. Haram Aylar, Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce’dir. Bu ayların bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi savaşın yasak oluşundan ileri gelmekte idi.
Yarımadada yaşayan Arapların belli bir tarih başlangıcı yoktu. Kendileri için önemli gördükleri olayları tarih başlangıcı olarak kabul ediyorlardı. Mesela Fil vakası İslam öncesi Bölgede tarih başlangıcı olarak kullanılıyordu. Göçebe olanlar da kendilerine başka olayları tarih başlangıcı kabul ediyorlardı. Arap şiirinden anlaşıldığına göre, genel olarak senenin başlangıcının Muharrem (Seferülevvel) ayı olduğu anlaşılmaktadır.
Hicri takvim Hz. Omer döneminde kabul edilmiş ve süreç içerisinde sistematik hale getirilmiştir. Ancak ay isimlerinin sonradan şekillendiği ve Islam’ın ilk dönemlerinde Arapların kullandıkları Ay isimlerinin farklı olduğu da açıktır. Bu isimlerin Cahiliye döneminden sonra şekillenmeye başladığı anlaşılmaktadır.
Arapların takvim için kullandıkları ilave bir yöntem de Nesi dir. Bu kimilerine göre haram ayları geciktirmek maksadıyla olduğu düşünülse de genel olarak Kameri ayların güneş takvimine göre sabitlenmesi için yapılan bir uygulama idi. Zamanı ertelemek manasında olan Nesi Arap takviminde uygulanmakta idi. Bu konuda iki önemli tanım yapılmaktadır: Araya sokuşturulmuş, ilave edilmiş ay (Intercalary) ve Kameri yılı şemsi yıla eşitlemek için eklenen gün sayısı. Görüldüğü gibi, Arapların Islam öncesi kullandıkları takvim Kamerin hareketlerine göre olmakla birlikte, Güneş’e sabitlenmiş bir takvim idi. Dolayısıyla mevsimler ve aylar yer değiştirmiyordu.
Fakat bütün tartışmalar bir yana, temelde Araplar Nesi’yi, kameri ayları sabitleyerek mevsimler arasında yer değişmeyi önlemek ve haram ayları arasına fasıla koymak amacıyla kullanıyorlardı. Bunun senenin sonunda yapılıyor olması hem seneyi şemsi seneye eşitlemiş hem de haram ayları arasına fasıla koymuş oluyordu.
Öte yandan, Ramazan ayının Şubat ayına denk geldiği de tartışmalıdır. Bunun için tarihi bir delil yoktur. Matematiksel hesaplamalar ile böyle bir sonuca ulaşılmakla birlikte, aradan geçen uzun zaman dikkate alındığında meydana gelmesi muhtemel kaymaların bu ayın dönemini de değiştirmiş ve yıl içinde kaydırmış olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
Eski Arapların kullandıkları takvim ve kelimenin etimolojik anlamları da birbiri ile örtüşmektedir. Ayrıca Kur’an da “Ramazan” kelimesi dışında hiçbir “takvimsel Ay” adı kullanılmaz. Ramazan kelimesinin de etimolojik olarak bakıldığında Bir “ay” anlamında değil, yılın belli bir dönemini anlatmak için kullanıldığı da görülecektir. Ayetler dikkatle incelendiğinde, öncelikli olarak Güneş’e atıf olduğu açıkça görülebilir. (A’raf 54, Yunus 5, Rad 2, Ibrahim 33, Nahl 12, Embiya 33, Lokman 29, Fatır 13, Yasin 39, 40, Zumer 5, Fussilet 37, Rahman 5, Nuh 16)
Bütün bunlarla birlikte, Oruç yani Sawm emrinden sonra, bu emrin mahiyetini sorgulamak daha büyük önem taşımaktadır. Şöyle ki: Kur’an da “ketebe” edildiği söylenen bu eylemin mahiyeti itibariyle, yine Kur’an ın bilgilerine göre farklı bir amaca yönelik olduğu, Sosyolojik olayların bertaraf edilebilmesi için bir alışkanlık kazanımı şeklinde öngörüldüğü açıkça anlaşılmaktadır. Gerek mana ve gerekse nitelik olarak atıf yapılan uygulamalar bunun dışında herhangi bir sonuca işaret etmemektedir.
Sawm, ne sadece “mü’min” olanlara yüklenebilecek bir eylemdir, ne de terminolojik olarak tarif edilen (müesses manada) bir eylemdir. Bu herkesi kapsayan bir davranış alışkanlığının geliştirilmesinden başka bir şey değildir. Zorunlu olmamakla birlikte önemlidir. Yine ayetlerden Sawm’ın toplumsal bir hareket veya eğitim biçimi olmadığını, bunun bireysel bir davranış biçimi olduğunu da görüyoruz. (Meryem’in Sawmı)
Öte yandan, sünnet ve hadislerde zikredilen oruç ile, bugün uygulanan oruç anlayışının farklı olduğu da bir vakıadır. Müesses fıkhın bu konudaki görüşlerinin dikkate alınmadığı ve uygulamanın sadece gelenekselleşmiş haliyle sürdürülme çabası olduğu kanaatindeyim.
Sawm, gerçekte “iyi insan” yani “amel-i Salih” insan projesinin bir parçasıdır ve bir davranış biçimini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu elbette benim görüşümdür. Başkaları başka türlü düşünebilir eğer Kur’an dan delilleri varsa. Ancak araştırmacıların da bu konuda söyleyecek "objektif" sözleri olmalı diye düşünüyorum.
Vesselam
(Diğer Alıntılar: Musa carullah, Cansazani, A.Moberg, İbn Manzur ve diğer kaynaklar)