Adem’i Varlığın Oluşumu
“Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn” (hicr 28)
Varlık olarak “INSAN” yaratıldıktan sonra bu insanın hayat bulacağı bir beşerin de yaratılması gerekmektedir. Hicr 28 ayet bu açıdan önemlidir.
Bir “beşer şekillendirmek” ten söz edilirken, bu beşerin hem “salsal” hem de “hamein” den oluştuğu ve “mesnun” oduğu ifade edilmektedir. INSAN varlığının bir program ve bir çeşit mikroprocessör olduğunu ifade etmiştik. “salsal” kelimesi (Al-i İmran 59, Rahman 14), inorganik bir maddeyi, içinde yolları bulunan kuru bir maddeyi ifade eder. Bunun bir çeşit transistör olduğunu açıklamıştık. Yani INSAN bir “Central Processing Unit” olarak var edilerek belli bir programa bağlanmış idi.
Yine INSAN varlığı oluşturulduğu zaman bu prosesör kısmının Allah tarafından yapılmadığını da söyledik. Ayetlerden anlaşıldığına göre, bu processör programın gereği olarak yapıldı. Ve fonksiyonel hale getirildi.
Şimdi ise, fonksiyonel hale getirilmiş olan bu processörün ihtiyaç duyduğu, yönetmesi gereken biyolojik varlığın oluşumu açıklanmaktadır. Yani bu processörün komutlarını yerine getirecek bir varlığa ihtiyaç vardır. “Hamein” kelimesi organik maddeyi ifade etmektedir. Et gibi, bir hücresel organizmayı tarif etmektedir. Buradan da anlıyoruz ki, ikinci aşamada biyolojik varlık oluşturulmuştur.
Ancak bu biyolojik varlık da gelişigüzel değildir. Standart bir varlıktır. “mesnun” kelimesi ile bu varlığın belli koşullarda ve standartlarda üretildiği anlaşılmaktadır.
Buraya kadar özetlemek gerekirse. INSAN, bir processing unit olarak üretildi,. Daha sonra bu aygıt işlevsel hale getirildi. Sonra biyolojik varlık belli bir standartta tek bir hücre olarak üretildi ve çoğaltılarak processing unit ile bağlandı. Processing unit ile bağlanan bu organik hücrelerden bir kısmı “insan” adı verilen prosesör aracılığı ile "Ademi" türün geliştirilmesi için kullanıldı. Yani biyolojik varlığı kontrol eden processing unit, yani INSAN ve dolayısıyla Adem'i varlığın oluşabilmesi için şartlar uygun hale getirilmiş oldu.
Ancak bu yeterli değildi. Biyolojik varlığın fonksiyonel hale getirilmesi için bir işletim sistemine de ihtiyaç vardı.
“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn” (Hicr 29 Bkz. Sad 72)
سويت : Sevveytu : karar, çözülmüş, düzenlenmiş, giderilmiş
نفخت : Nefahtu : içine üflemek, solumak, nefes vermek
روحِ : Ruh : Soul, arabirim, modem
Demek ki, biyolojik varlık, düzenlenmiş olarak oluşturulduktan sonra fonksiyonel hale getirilmiş (ona program yüklenmiş, kromozomları ve/veya DNA'ları şekillendirilmiş) ve bir arabirim (Ruh-modem) ile processing unit’e bağlanmıştır. Bir çeşit wireless bir bağlantı sağlanmıştır. Böylece üç aşamalı bir varlık ortaya çıkmaktadır. Bu varlık, yaratıcının var ettiği veya takdir ettiği program çerçevesinde kendisine tanınmış yetkilere göre fonksiyonlarını yerine getirebilecek yorum yapabilecek ve gelişebilecek bir varlık haline dönüşmüştür.
Başka bir ifade ile, biyolojik varlığın da fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için bir programa ihtiyacı vardı. Bu tıpkı, bir terminalde çalışan bir işletim sistemi gibidir. Bu program organizmanın kromozomları ve/veya DNA’ları ile biyolojik varlığa aktarıldı. Böylece biyolojik varlık da işlevsel hale geldi.
Buraya kadar “Adem” kelimesinden hiç söz edilmemektedir. Genellikle INSAN kavramı, başka biyolojik varlıklar için de kullanılan bir kavram olarak ifade edilmektedir.
Genel olarak biyolojik varlığın Ruh ile hayat bulduğu zannedilmekte idi.Oysa “insan” kavramı Kur’an da merkezi bir üniteyi anlatmaktadır. Bu sadece Adem’i insanı değil, butun canlıların da benzer koşullara tabi olduğunu göstermektedir. Farklı olan şey ise, işlenen bilginin türüdür. Yani programdır. Adem’i insan için yazılmış olan program ile diğer canlılar için yazılmış olan program aynı değildir. Dolayısıyla farklılıklar da bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Buna itirazlar olabilir ancak bu konuda Casiye 4. Ayet dikkatle incelenmelidir.
Yine Hicr 29. Ayette emredilen “secde” yaratılmış bir varlığa değildir. Oluşturulan bu varlığın fonksiyonel olabilmesi için gerekli olan ve Yaratıcı tarafından yazılan/takdir edilen programa bağlanmış olmasından ötürü secde emredilmektedir. Çünkü bu varlık yaratıcının programı gereği üretilmiştir ve fonksiyon icra etmektedir. Diğerlerinden farklıdır ve bağımsız hareket edebilmektedir.
Biyolojik varlığı oluşturan parçalar üretildikten sonra varlık da oluşmuş olur. Dolayısıyla bir tür veya türler olarak varlık yaşamaya başlamıştır artık. Bu aşamadan sonra gelişmiş bir model olarak Adem’i varlığın oluşturulduğu açıklanmaktadır.
“Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek, kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn” (Bakara 30)
Ayete dikkat edildiğinde, “Yeryüzünde Caal edilecek bir varlıktan” söz edilmektedir. Yani mevcut bir varlıktan evrilerek, geliştirilerek oluşturulmuş bir varlıktır bu. Upgrade edilen bir varlık. Meleklerin itirazına bakıldığında, bu evrimin ilk olmadığı da anlaşılmaktadır. Daha önce benzer varlıklar Caal edilmiştir ki meleklerin veritbanında bu bilgi vardır ve onlar bu bilgiye dayanarak bu varlığın nasıl bir şey olacağını tahmin etmişlerdir.
Melekler bunu iki sebepten bilmektedirler. Birincisi, “Insan” var edildiğinde buna bağlı biyolojik varlık (Yani Ademi Varlık) bağımsız hareket edebilen, karar verebilen bir varlık olarak yaratılmıştır. İkincisi ise, bu türün içerisinde başka caal edilerek upgrade ediliş türler de vardır ve bu türler bağımsız hareket etme kabiliyetleri sebebiyle bilinir hale gelmişlerdir. Dolayısıyla melekler yeryüzünde dönüştürülmesi planlanmış olan varlığın niteliklerini de tahmin edebilmişlerdir.
ARZ kelimesi, yeryüzü manasında, içinde yaşadığımız dünya olarak algılanmakta veya öyle zannedilmektedir. Oysa bu kelime, yaşam koşullarına sahip olan yer manasına gelir. Bu içinde yaşadığımız dünya olabileceği gibi başka dünyalar da olabilir. (bize göre bu başka bir arz’dır. Çünkü Adem cennetten çıkarıldığında yeryüzüne ihbit edilmiş idi)
“Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, lem yekun mines sâcidîn” (A’raf 11)
Demek ki, önce Insan oluşturuldu, sonra bu insan resmedildi. Şekillendirildi. Yani biyolojik varlığın tasarımı yapıldı. Bu tasarımı yapılan yani resmedilen varlık ise “Ademi varlık”tır. Adem kelimesinin erkek ifade ediyor olması sebebiyle, kadının başka bir varlıktan geldiği veya türediği zannedilmektedir. Oysa Insan denilen varlık oluşturulurken, kullanılan kelime de erkek bir kelimedir ama bu erkek olan varlık bölünerek bir “eş” oluşturulmuştur. "Eş" kelimesi ise kadını ifade ettiği kadar erkeği de ifade eder. Cinsiyet sadece programdaki küçük bir ayrıntıdan ibarettir. Dengenin sağlanabilmesi için gerekli olan bir durumdur ve biyolojik varlığın sürdürülebilir olması için gereklidir. Çünkü ilk hücreden/organizmadan biyolojik varlığın şekillenmesi ile, anne rahminde bir bebeğin şekillenmesi arasında fark yoktur. Her ikisi de processör tarafından kontrol edilen bir süreç içerisinde hücrelerin bölünerek çoğalması ve programa uygun hale gelmesi sürecidir. Dolayısıyla cinsiyet ifadesi bu çerçevede anlamsızdır. Her ikisinin de aynı varlık olduğu zaten ifade edilmekte ve açıklanmaktadır.
Daha farklı bir ifade ile, biyolojik varlığın sahip olacağı “anatomik yapı” program tarafından resmedildi, çizildi. Organizma bu resme uygun olarak çoğaldı ve şekillendi. Yani evrildi/evrilmekte. Processif varlık bu evrim sürecini yönetti ve yönetmeye devam etmektedir.
Burada önemli bir ayrıntıyı daha vurgulamak yararlı olabilir. Mü'minun 13 ayetinde ifade edilen oluşum, başlangıçtaki tek hücrenin çoğalmasını ifade eder. Çünkü burada hücrenin dönüştürülmesi, işlevsel hale getirilmesi anlatılmaktadır. Ayrıca bu oluşumun anne rahminde olduğu gibi akışkan bir ortamda gerçekleştiği de anlaşılmaktadır. Ana rahmindeki oluşum ise Secde 8 de ifade edilmektedir. Her ikisi arasında bir fark vardır, birinde kararlı bir hücreden söz edilmektedir, diğerinde ise saldırgan hücreden söz edilmektedir. Demek ki, Biyolojik varlık oluşurken kullanılan hücre anne rahmindeki oluşuma benzer olmakla birlikte nitelik olarak farklılık göstermektedir.
Türlerin şekillenmesi merkezi işlemcinin kullandığı programa bağlıdır. Bu programa göre biyolojik varlık şekillenmektedir ve varlığını sürdürmektedir. Fonksiyon icra etmektedir. Bu biyolojik varlıklar kimi bitki olmakta, kimi hayvan olmakta kimi de Adem’i varlık olmaktadır. Hepsi çoğaltılmış olan aynı processörden beslenmekte ama farklı programlar kullanmaktadırlar. Böylece türler oluşmakta, farklı canlılar ortaya çıkmaktadır. Cinsiyet ise türlere ait programların içerisindeki küçük bir ayrıntıdan başka bir şey değildir. Adem’i varlık dendiği zaman, önceden oluşturulmuş ve bölünerek çoğaltılmış olan porcessörlerin özelliği sebebiyle hem erkek hem de dişi olması manasına gelir. Ama ikisi de aynıdır. İki kişi değil, çok kişidir. Bir topluluktur. Her tür böyledir.
Öte yandan, Adem’i varlığın “caal” edildiğini, evrildiğini görmekteyiz. Yani mevcut bir varlıktan yükseltilerek, upgrade edilerek üretilmiş bir varlık olduğunu anlamaktayız. Yani Adem’i varlık, bir evrim sonucu oluşmuştur. Demek ki biyolojik varlık gelişimini belli bir aşamaya getirdikten sonra fonksiyon icra edebilir olmuştur. Ancak evrilme süreci Adem’i varlığın ortaya çıkması ile sona ermemektedir.
Adem’i varlık, “bilgiyi yorumlama” yeteneğina sahip olarak geliştirilmiştir. Halife olması buna bağlıdır çünkü yaratıcının yeteneklerinin bazılarını kullanabiliyor olması istenmiştir.
“Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn” (Bakara 31)
Yaratıcı ortaya çıkan Adem’i varlığa bilgiyi de vermiştir. Bilgi dediğimiz şey, varlığı tanımlamaktan başka bir şey değildir. Nesnelere, eylemlere isimler vermek suretiyle onları tanımlar ve anlamlı hale getiririz. Alah’ın Adem’e “esma” yı öğretmesi demek, ona bilgiyi öğretmesi demektir. Yani bu varlığın nesneleri algılayabildiğini ve yorumlayabildiğini anlayabiliyoruz. Çünkü meleklere karşı bir üstünlük olarak ortaya konulmuştur. Melekler sadece kendilerine verilenleri bilebilen varlıklardır. Bir nevi robot gibidirler. Veya programlardır. Oysa Adem’i varlığın matematiksel işlemcisi de vardır. Yani nesneleri algılayabilmekte, yorumlayabilmekte ve ondan sonuçlar üretebilmektedir.
Bundan sonra Ademi’varlığı ifade eden biyolojik varlığın da evrilmesi / olgunlaşması gereklidir. Türlerin evrim geçirdikleri, evrildikleri doğrudur. Ancak bu evrim türden türe geçen bir evrim değildir. Türlerin kendi tekamülleri içerisindeki evrimlerdir. Bu da türlerin bilgiyi yorumlayabildikleri ölçüde gerçekleşebilmektedir. Adem’i varlık daha çok evrilmiştir çünkü bilgiyi en üst düzeyde yorumlayabilmektedir. Çünkü matematiksel işlemciye sahiptir. Hayvanlar da evrilmiştir, çünkü onlar da bilgiyi kısmen yorumlayabilmektedirler. Bitkilerin evrilmesi ise, müdahale sonucu olabilmektedir. Eğer dışarıdan biri müdahale ediyor ise evrilmektedirler. Ancak bu da programı etkilemediğinden bir kere kullanıldıktan sonra işe yaramaz hale gelmektedir. Çünkü iletişim bozulmaktadır ve programsız bırakılmaktadır.
Dolayısıyla evrimin mutasyon sonucu olması veya farklı türlerin birleştirilmesiyle meydana gelmiş olması mümkün değildir. Muhtemel de değildir. Darwinizmin ortaya attığı gibi, maymun türünden evrimleşmenin olması da mümkün görünmemektedir. Çünkü Adem’i varlık ile Maymun varlığının kullandıkları processör aynı olmakla birlikte, programları farklıdır. Bu ikisi arasında geçiş olması hem zor görünmektedir hem de gerekli değildir. Burada yapılması gereken şey, bazı processörlerin kullandıkları programda bir değişiklik yapmak ve yeni biyolojik varlığın şekillenmesini beklemektir. Bu durumda DNA’lar üzeride yapılacak değişikliklerin de yeni bir tür oluşmasına yetmeyeceği, mümkün olmayacağı açıktır. Çünkü biyolojik varlığın taşıdığı bu şifreler, processif varlıktan gelen bilgilerle şekillenmektedir.
Eğer “Adem” kelimesini bir birey olarak ele alıyorsak o zaman bireyin yine yaratılış gereği olarak “doğmuş” olması kaçınılmazdır. Ancak böyle düşünebilmek için Kur’an da bir delil yoktur. Tam aksine “Adem” kelimesi, “insan” türü içerisinde evrilmiş bir türü/kısmı ifade eder. Daha doğru bir ifade ile, Bizim anladığımız manada "insan" türünün gelişmiş versiyonudur. Ancak meleklerin itirazlarından anlıyoruz ki, bu evrilmiş tür de bir tane değil. Nev-i şahsına mühasır bir türdür sadece.
Biyolojik varlığın oluşması da yine hücresel bölünme ile olmuştur. Processif varlık tarafından kontrol edilen organizmal hücre, program gereği çoğalarak biyolojik varlığı şekillendirmeye başlamıştır. Bu durum A’raf 11 de açıklanmıştır. Biyolojik varlığın önceden resmedildiği ve organizmanın/hücrenin buna göre şekillendiği anlaşılmaktadır. (Mimari tasarımının yapıldığı) Biyolojik şekillenme belli bir aşamaya geldikten sonra fonksiyonlarını kullanabilmeye başlamıştır. Hicr 28 de bu organizmanın neye benzediği de açıklanmıştır. Bu şey komutları yorumlayabilen bir hücredir.
Eğer organizma tek bir hücrenin bölünmesi ile şekillendirildi ise, biyolojik varlığı oluşturan hücrelerin her biri ayrı ayır processif unit’ten gelen sinyalleri alabilme yeteneğine sahiptir. Bu konuyu daha önce SLT konusunu açıklamaya çalışırken yazdığımız için, burada konuyu bütünleştirmek adına kısaca tekrar etmek yararlı olabilir. Demiştik ki, biyolojik varlığa yaşam fonksiyonları veren şey beyin değildir. Beyin, hücrelerden oluşmuş bir kütlenin, yani biyolojik varlığın uyum içinde faaliyetini sürdürebilmesi için gerekli olan bir dağıtım ünitesi, bir yorum ünitesidir sadece. Biyolojik varlık beyin olmadan da yaşam fonksiyonlarını yerine getirebilir. Çünkü hücreler her biri ayrı ayrı yaşamsal sinyalleri alabilecek ve onu uygulayabilecek yetenektedir. Buna itirazlar olmuştu. Şimdi oluşum süreci içerisinde hücrelerin tek tek processif unit tarafından gönderilen komutları uygulama yeteneğine sahip olduğunu görebiliyoruz. Demek ki biyolojik varlık için beyin sadece fonksiyonel açıdan gereklidir, yaşamsal sinyallerin algılanması için gerekli değildir.
Biyolojik varlığın yönetilmesi, sona ermemiştir. Varlık yaşadığı sürece kontol altındadır ve merkezi ünite ile her zaman iletişim içindedir, olmalıdır. Bu konu biyolojik varlığın sahip olduğu fonksiyonlar/aygıtlar ile sürdürüldüğü de yine kur’an tarafından açıklanmaktadır.
Toparlamak gerekirse, topraktan yapılmış bir beden veya heykeli canlandırmak şeklinde algılanabilecek bir anlayışı doğrulayan herhangi bir bilgi Kur’an da yoktur. Topraktan şekillendirilmiş hiçbir şeyden bahsedilmez.
Ayetlerden çıkarabildiğimiz bir başka sonuç, türlerin kendi içerisinde evrim geçirdiğidir. Evrim geçirmeye devam ettiğidir. Allah, butun canlıların processif unitlerinin aynı olduğunu söylemektedir. Farklı olan şey ise bunların kullandıkları programlardır. Biyolojik varlık bu programa göre şekillenmektedir. Eğer böyle ise, o halde türlerin birbirlerinden evrilmiş olmalarına da ihtiyac yoktur. Daha gelişmiş türlerin ortaya çıkması ise, yine fonksiyonların kullanımına ilişkin programda yapılan küçük bir değişiklikten başka bir şey değildir. Ve zaten yeterli de olacaktır/olmuştur. Bu manada Adem’i varlığın maymundan veya gorilden dönüştürülmüş olması da muhayyel hale gelir. Zaten gerekli de değildir. Çünkü ayetler, her birinin ayrı ayrı şekillendiğini açıkça ifade etmektedir.
Ortaya çıkan bir başka sonuç da RUH kavramı ile ilgilidir. Öteden beri tartışılan bir kavram olmakla birlikte, biyolojik varlık öldükten sonra ruh’un yaşamını sürdürdüğü inancı da böylece anlamsız hale gelmektedir. Biyolojik varlık ortadan kalktıktan sonra Ruh’un varlığını sürdürmesine zaten gerek yoktur. Kaldı ki, ruh denilen şey, bir arabirim/modem’den başka bir şey değildir. Processif unit tarafından kontrol edilecek olan bir biyolojik varlık olmadığına göre, bir modeme veya arabirime de ihtiyaç yoktur. Varlığını sürdüren şey, o biyolojik varlığa veya başka bir ifade ile bireye ait olan processif unittir. Çünkü bu processörler, günün birinde o biyolojik varlığın yansımalarını da oluşturacaklardır/oluşturmaktadırlar.
Bundan sonra Adem’i varlığın evrim süreci başlamaktadır.
Vesselam