Sam Adian
IKTISAT TEORISI - DONUSUM VE YENI DUNYA DUZENI - 29
15.06.2017
2743 Okunma, 0 Yorum

Dönüşüm ve

Yeni Dünya Düzeni

 

 

 

 

 

 

 

İnsanın yeryüzündeki uzun yürüyüş serüveninin içine dalıp etrafa şöyle bir göz atarsak eğer, korkunç bir manzara ile karşılaşırız. Zaman zaman ortaya çıkan mutlu ve küçük medeniyetlerin varlığını kabul etsek bile, binlerce yıllık –belki milyonlarca yıllık- insanlık tarihi içerisinde derin acılara direnmek zorunda kalan insanın trajik hikâyesine tanık oluruz. Şiddet, kan, gözyaşı, korkular, umutsuzluklar… Kısaca iniş ve çıkışlarla dolu acı bir hikâyedir bu.   

Mütemadiyen devam eden değişim, yeni şartların ortaya çıkmasına neden olmuş; bundan problemlerin nitelikleri de etkilenmiştir. Şartlar değiştikçe, ihtiyaçlar da değişmek zorunda kalmıştır. Bugün ortaya atılan parlak bir fikir, insanın beklentilerini karşılayabilecek nitelikte olsa bile, bambaşka şartların egemen olduğu geleceğin dünyasında hiç bir işe yaramayabilir. Hatta bu parlak fikirlerin kendileri bile ciddi bir problem hâline dönüşebilir. Ne kadar mükemmel olursa olsun, şartların değişmesi, ihtiyaçları da değiştirir; dolayısıyla yeni şartlarda eski fikirler artık işe yaramaz.

Yeryüzü serüveni içerisinde dinler, insanın problemlerini çözme, insanlara mutlu bir yaşam sağlama iddiası ile ortaya çıkmış; belli ölçüde ve sınırlı da olsa ihtiyaçları karşılama başarısı göstermiştir. Ancak zaman ilerleyip şartlar değiştikçe, insanların dinlerden beklentileri de farklılaşmıştır. Dinler, dogmatik yapıları nedeniyle yeni şartlara göre tavır almayı zorlaştırmış ve hatta engellemiş; dolayısıyla kendilerinden beklenen faydayı sağlayamaz olmuştur. Aslında trajik, bir o kadar da dramatik bir süreçtir bu. Dinler, sonsuza kadar süreceği iddiasıyla ortaya çıkıp kısa sürede toplumu dönüştürme hedefine sahiplerken kendileri dönüşmek zorunda kalmış ve etkileri binlerce yıldır sürmesine rağmen umudu besleyemez olmuşlardır.

Kabul etmeliyiz ki din, insanın yeryüzü tarihinde sosyal hayatın etkin ve ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Dini inançtan doğarak yaşam pratiğinin şekillenmesinde etken olan ve bireyi sıkı sıkı saran psikolojik güdü,[1] toplumsal yaşam biçiminin yenilenmesi ve gelişmesi sürecinde, elbette ki etkili olmuştur. Fakat ilerleyen süreçte dini fikirlerin, rekabet eden fikirlere göre daha sabit ve tutucu bir tavra sahip olmaları, insanı,  sosyal hayat içerisinde bir birey olarak var olabilmek için günlük ahlakın somut baskılarına rağmen, ekonomik ve sosyolojik yaşam biçimi açısından farklılaştırmış ve nihayetinde rasyonalizmin doğmasına neden olmuştur. Bu antik Yahudilikten, kapitalizmin ruhu üzerinde somutlaşmış Protestan ahlakına kadar din, bir yandan sosyal yaşamı belirleyici olma iddiasını sürdürürken diğer yandan sosyal guruplar dinleri kullanarak var olma mücadelesi içine girmişlerdir.

Mesela tarihsel İncil’in irrasyonel tutumunun bir sonucu olarak kendini kurumsal Roma siyasetinin bir parçası olarak görmesi ve buna eklemlenmesini zorunlu hâle getirmiştir.  Böylece, tanınması veya aklanması imkânsız hâle gelen dini söylemin insan ve siyasal iktidarın etkilerini taşıyan bir görüntüye bürünmesi kaçınılmaz olmuştur. Elbette tarihte hiç bir olayın kendiliğinden ortaya çıkmadığı, determinist dogmaların veya kalıpların olası tuzaklarına rağmen, söylenebilir. Ne var ki, özellikle Hıristiyan kültürü açısından bütün sapma eğilimlerinin Pavlus nedeniyle olduğu iddiası, toplumu tanıma, açıklama ve konumlandırma açısından fazlasıyla eksik olur. Her ne kadar tarihsel dönüşüm ve kesişmelerin ortasında Pavlus olsa bile, aslında Helenistik dünya görüşü, derinlikli bir çözümlemenin ustalıkla ortaya koyabileceği gibi, Hıristiyanlığı etkilemede ve onu kontrolüne almada başarılı olmuştur.

Raymond Schwab, 19. yüzyıla gelinceye kadar Batı'nın Doğu'ya karşı tavrının, hayret dolu bir yabancılıktan yukarıdan bakan bir takdire nasıl dönüştüğünü özetler.[2] Tarihsel süreç içerisinde alt tabaka olarak görülen toplumların sömürge olmaktan çıkıp kendi dünyalarını kurma çabaları, ister istemez onları kayda değer bir konuma taşımıştır. Aslına bakılırsa, Batı kültürünün doğuya olan ilgisinin temelinde sömürgeciliğin bir ürünü olan “sahip olma ve yönetme” isteği olduğunu söylemek gerekir. Bu bağlamda oryantalist söylem ile sömürgeci söylemin birbirini tanımlayan ve destekleyen boyutları olduğunu kabul etmek gerekir. Bu işbirliğinin doğal sonucu olarak dinsel çıkarların ekonomik çıkarlarla kesiştiği 17. yüzyıldan itibaren Doğu -ki buna Müslüman toplumlar da dâhil- ana ilgi odağı hâline gelmiştir.[3]

Elbette bu, sadece sömürgecilik dürtüsü ile açıklanabilecek tek ve rasyonel bir gerçeklik değildir. Newton ve Desccartes’in mekanistik dünya görüşüne bağlanan modern Batı kültürünün dünyayı bir bunalımın eşiğine getirdiğini söylemek de gerekir. Ama bu sadece Batı kültürünün sorunu değildir. Ötekileştiren veya sömürge içgüdüsüne sahip olan sadece Batı değildir. Şartların getirdiği zorluklar ve bu zorlukları göğüslemek zorunda kalan insanlar, kendi toplumlarını bir bakıma yüceltirken başka toplumları ötekileştirme ve onlardan çıkar elde etme eğilimine sahiptir. Yani bu bunalım, sadece Batı’nın yarattığı bir sorun değil, tüm tarafların katkısı ile ortaya çıkan bir meseledir. Ne var ki mekanistik dünya görüşü, günümüzde artık modası geçmiş ve işe yaramaz hâle gelmiş; yeni ve daha tutarlı bir dünya görüşünün nasıl oluşturulacağı ve bilim-din uyumunun nasıl elde edileceği sorgulanabilir olmuştur.[4]

Aslında sorun, din ve dünya arasındaki ilişkinin somut ve tutarlı olmayan misyonuna dayanır. Doğu-Batı arasındaki etkileşim, daha çok modern dünyada bilimden elde edilen bulgulara paralel olarak yeni ve evrensel dünya görüşü arayışına dayanmaktadır. Çağdaş yaşamın pek çok yönünü ilgilendiren bu yeni dünya görüşü arayışları, iktisattan ekolojiye kadar her şeyi içine almaktadır. Bu bağlamda Capra, Batı kültürünün tüm yönleriyle bir dönüm noktasına ulaştığını söylemekte ve ihtiyacın yeni bir gerçeklik anlayışıyla düşünce, algı ve değerlerimizde kökten bir değişim olduğuna işaret eder. Ne var ki bu değişim beklentisi, dinlerin bir refleks olarak ortaya koydukları ötekileştirici bir yapıya sahip değildir. Çok daha kapsayıcı, içselleştiren, paylaşımcı ve evrensel bir dünya görüşüne olan ihtiyaç, umuda olan ihtiyaçtan daha çoktur.

Hangi din açısından bakılırsa bakılsın, bugün gelişmiş toplumların önünde duran ciddi meseleleri bir kenara bıraksak bile dünyanın büyük bir kısmına hâkim olan açlık ve fakirlik, çok daha önemli bir problem teşkil etmektedir. Hiçbir din veya yardım türünün, ne açlığı, ne de fakirliği ortadan kaldırmaya yetmediği açıktır. Milyarlarca dolar harcanarak oluşturulan milyonlarca tonluk yardımlar sadece günlük ihtiyaçlar için küçük bir pansuman olmaktan öteye geçemedi.

Burada bir terslik, bir yanlışlık olmalı. Sadece insan olarak, üzerinde yaşadığımız dünyada, üretebilmenin ve gelişmenin tek bir yolu vardır: Çalışmak. Ne var ki, dinlerin Doğudan Batıya olan yolculuğu esnasında değişen algılar sebebiyle farklıklar görülse bile, Doğunun fakirizm anlayışından bütünüyle kurtulabilmiş ve rasyonel bir düzlemde konumlanabilmiş değildir.

İslamcı bakış açısıyla –şeriat- Max Weber’in Batı Avrupa’da kapitalizmin ruhunu Protestan ahlakının belirlediği varsayımından hareketle, Hıristiyanlığın girişimci orta sınıfın dini hâline gelmesi, Protestan reformasyonuyla başladığı, Batının ekonomik gelişmeye yönelmesinin kökeninin burada olduğu fikrinden yola çıkarak İslam’ın, tarihte ilk defa kültürlü orta sınıfın dini hâline gelmeye başladığını söylemek mümkündür. Bu durum, her ne kadar Müslüman toplumların tepkisini çekse bile “Protestan, Kalvinist Müslüman” profilinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Elbette bunun bazı sonuçları ve etkileri mevcuttur. Bu etkileri bertaraf edebilmek adına kimileri “sosyalleşmiş kapitalizm”in çözüm olabileceği varsayımını ileri sürmeye başlamışlardır. “kanaatkârlık, paylaşma ve sosyal adalet” gibi umut veren argümanların korunabilmesi ve sürdürülebilir kılınabilmesi için, kapitalist dünya görüşünün pek çoklarının zannettiği gibi sınırsız bir kazanç ve sömürme hırsı anlamına gelmediği, düzenli, rasyonel-metodolojik çalışma ilkelerini hayat felsefesi hâline getirmiş, tüketim ve gösterişten çok tutumluluk ve hesaplılık tarafına yatkın bir anlayış olduğu fikrinden hareketle, İslam dünyasının kalkınabilmesinin, bu şekilde “sosyal” yönü de olan bir “Müslüman kapitalizmi”nin gelişmesiyle mümkün olacağı fikri ağırlık kazanmaya başlamıştır.

Bu süreçte ortaya çıkan gelir dağılımı eşitsizliği ise, kısmen sosyal devlet tarafından, ama ondan daha da etkili biçimde sivil toplum eliyle hafifletilir. Şeriat anlayışının büyük önem verdiği hayırseverlik, sivil girişimlerin ve yardımlaşmanın iktisadi kalkınmayı destekleyeceği varsayılmaktadır. Bu anlayışın değişen dünya şartlarına bağlı olarak, Doğu-Batı arasında zorunlu hâle gelen etkileşim ve işbirliğinin çarpıcı bir gerekliliği olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.

İster din ister felsefe penceresinden bakalım, dünyanın gelişmiş ekonomilerindeki sorunlardan ziyade, fakir bölgelerdeki ciddi problemlerin, dünyanın geleceğini önemli ölçüde belirleyeceğini görürüz. Bir yanda refah içinde yaşayan toplumlar, diğer yanda yiyecek bir lokma ekmek bulamayan insanlar... Oysa yeryüzünde bir denge olmalı. Güçlü olanın zayıfı yemesi, bir kural değildir. İhtiyaçlar herkes içindir. İşleyen bir ekonomiye sahip olan toplumlar, ekonomilerindeki hataları veya tıkanıklıkları düzeltme şansına da sahipler. Ama fakir, ezilen toplumlar ne yapmalı? İşte asıl mesele budur. Burada dinlerin nasıl bir çözüm önerip tarihsel süreçte neler yaptığını tartışmak, sadece zaman kaybı olur. Çünkü geçmişin bilgisi ve algısıyla kurgulanmış olan bir sistemin günümüz dünyasını tarif etmesi imkânsızdır.

Ekonomik sistem, bir toplumda mal ve hizmetlerin üretimini, ticaretini, dağıtımını ve kaynakların üretime tahsis edilmesini düzenleyen, kimlerin üretim yapacağına karar veren uygulama ve ilkeler bütünü şeklinde tanımlanabilir. Sosyal ve siyasal etkileri olan, ayrıca toplumu bir bütün olarak algılayan entegre bir sistem olduğu gerçeğinden başlayarak dinlerin rasyonel önerilerinden yeni bir paradigma üretmeye olan ihtiyaç, geçmişin dünyasında hayal edilemeyecek kadar gereklidir.

Ancak, ekonomik sistemleri sadece ticari amaç ve hedefler doğrultusunda ele almak doğru değildir. Mevcut ekonomik sistemlerin en belirgin özelliği, köken itibariyle politik ve ideolojik yapıda olmalarıdır. Ne var ki siyasi oluşumları şekillendiren/yönlendiren temel unsur, her zaman ekonomi olmuştur. Bu bağlamda siyaset ve ekonominin iç içe geçmiş bir yapı sergilediklerini söylemek yanlış olmaz. Buna göre dünyadaki siyasi oluşumları ekonomi temelinde sınıflandırmak da mümkün olabilir. Bu bağlamda, günümüzde veya yakın tarihte uygulanan veya etkileri devam eden bazı sistemleri şöyle sıralayabiliriz:

Sosyalizm: Devletçi bir model olarak karşımıza çıkar. Üretici gücün insan emeği, dolayısıyla halk olduğu düşüncesinden yola çıkarak geliştirilmiştir. Bütün üretime devlet hâkim unsurdur. Her ne kadar toplumun tercihlerinin esas alındığı iddia edilse de, yetkiyi kullanan ve kararları alan devlettir. Yani devlet, ticari amaçlı üretim araçlarına ve temel kurumların tamamına mutlak surette egemen ve sahiptir. Buna göre özel teşebbüsün üretim araçlarına sahip olması, mümkün değildir. Serbest piyasa ekonomisi, geçerli değildir. Bir yıl içinde tüm ülkede ne üretilip ne kadar tüketileceği devlet mekanizmaları içerisinde yerel ve ulusal düzeyde hesaplanarak uygulamaya konur. Bankacılık sistemi, etkin değildir; çünkü buna ihtiyaç duyulmaz. Faiz büyük oranda ortadan kalkmıştır. Bu bakımdan bazı İslami anlayışlar ile de örtüşen bir yapısı vardır.

Sosyalizmin temel prensipleri şöyle özetlenebilir:

·      Üretici güç emektir, dolayısıyla toplumdur.

·      Üretim araçlarının tümünde devlet mülkiyeti esastır. Yani devletçi bir ekonomidir.

·      Merkezi planlama ile neyin ne kadar üretileceği belirlenir.

·      Kamu yararı önceliklidir.

·      Tek partili siyaset anlayışı hâkimdir. Çok partili uygulamaların işçileri böldüğü, dolayısıyla toplum bütünlüğünü zedelediği iddia edilir.

Sosyalist bir sistem, çeşitli aşamalarla oluşturulur; öncelikli olarak üretim araçlarının kamulaştırılması öngörülür. Özel sektör, üretimden çıkarılır. Tüm özel işletmeler, kamu –devlet- kurumuna dönüştürülmelidir. Özel sektöre yer ve gerek yoktur. Toprak ve konutlar, devlete aittir. Özel mülkiyet kabul edilmez. Konut ve arazileri devlet karşılıksız olarak halka tahsis eder. Temel hizmetler, ücretsizdir. Zenginlik, kabul edilmez (Bu bağlamda, bazı İslamcı anlayışların da sosyalist anlayış ile örtüşen bir yaklaşım sergilediklerini ifade etmemiz gerekir.).

Kapitalizm: Bireyci bir model olarak karşımıza çıkar. Üretici gücün para ve dolayısıyla sermaye birikimi olduğu bir sistemdir. Yeterli miktarda sermayeye sahip olan herkes, üretim veya ticaret yapabilir. Kamu yararı gözetilmekle birlikte, özel hukuk ve kişi hakları da öne çıkar. Özel teşebbüsün üretim araçlarına ve ticarete hâkim olduğu bir sistemdir. Bu nedenle sermaye, az sayıda insanın elinde birikir. Serbest piyasa ekonomisi geçerlidir. Arz ve talep kanunları çerçevesinde üretim, ürün ve hizmet fiyatları serbestçe piyasada belirlenir. Yani kıt olan malların fiyatı yüksek olur; bol olan malların fiyatı düşer. Yeterli sermayesi olanlar, üretim ya da ticaret yapabilir. Piyasaya sürülen ürünün ilk fiyatını üretici belirler. Fakat nihai fiyat, rekabet ve talebe göre piyasada şekillendirilir. Talep çoksa fiyat yükseltilir, talep azsa fiyat düşer. Bu sistemde sermaye sahiplerinin piyasaları ve siyasi kurumları etkilemesi, hatta yönlendirmesi göz ardı edilemeyecek bir durumdur.

Kapitalizmin temel prensipleri şöyle özetlenebilir:

·      Üretici güç sermayedir.

·      Özel sektör ve dolayısıyla üretim araçlarında özel mülkiyet vardır.

·      Serbest piyasa ekonomisi geçerlidir.

·      Kişi yararı öne çıkar.

·      Çok partili siyasi oluşumlar tercih edilir.

Buna göre üretim araçlarına özel sektörün sahip olması gereklidir. Devlet her konuda üretim ve ticaretten uzak durmalıdır. Sadece yasal düzenlemeleri yapar ve toplum düzenini sağlar. Devlet, başka bir şeye karışmaz. İdeal olan, devletin sosyal hizmetler alanından da çekilmesidir. Devlet, sadece yasama, güvenlik ve yargı hizmetlerini üstlenir. Vergiyi toplar ve para basar. Bunun dışında ekonomiye müdahalesi söz konusu değildir.

Ne var ki böyle bir model, tam olarak mevcut değildir. Devlet, hemen her yerde az veya çok ekonomiye, ticarete veya üretime müdahale etmekte veya etmek zorunda kalmaktadır. Bu nedenle, “denetimli kapitalizm” farklı şekillerde pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Bireyin esas olduğu ve özgürlüklerin savunulduğu bir sistem olarak tanımlanırsa da; fakir ve sömürülen kitlelerin azımsanamayacak düzeyde olduğu göz ardı edilemez. Buna özgürlük kısıtlamaları ve ihlallerini de eklememiz gerekir. Fırsat eşitliği, önemlidir; ancak kapitalizm, sermayeye sahip olmayanların daima ezildikleri bir sistem olarak karşımıza çıkar.

Liberalizm: Siyasal, ekonomik ve toplumsal özgürlükleri savunan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Kimi zaman kapitalizm ile eş anlamlı olarak kullanılan liberalizmin kapitalizmi de içerdiği iddia edilir. Kapitalizmin bir sonucu olarak da anlaşılır. Liberalizmin uygulamadaki en belirgin özellikleri şunlardır:

·      Serbest piyasa ekonomisi savunulur.

·      Parlamenter demokrasi esastır.

·      Çok partili rejimler tercih edilir.

Liberalist uygulamalar, bütün özgürlük iddialarına rağmen, özgürlüklerin sağlanmasındaki aksaklıklar ve gelir dağılımındaki ciddi dengesizliklere neden olmaktadır.

Öte yandan, klasik iktisat savunucularının ortaya koydukları kapitalist modellerde, farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte genel olarak şöyle bir özetleme yapılabilir:

·      Değer; malın faydasına ve üretim koşullarına bağlıdır.

·      Doğal düzenin gerektirdiği doğal kanunlar şöyledir:

a.    Kişisel çıkar yasası (homo-economicus).

b.    Serbest rekabet.

c.     Nüfus artışının sınırlandırılması.

d.    Arz-talep yasası (fiyat teorisi): Buna göre denge fiyatı, arz ve talebin kesiştiği noktada oluşur. Buna bağlı olarak iki tür fiyat vardır: Doğal fiyat (maliyet fiyatı) ve piyasa fiyatı.

·      Ücret, emek arz ve talebine bağlıdır. Emek talebi, emek (sermaye) için ödenen fondur. Emek arzı ise nüfusu (işçi sayısı) ifade etmektedir. Buna göre ortalama ücret, “ücret fonu (emek talebi, sermaye)/işçi sayısı”dır (nüfus emek arzı).

J.S.Mill, emek talebindeki artışı, ücret fonundaki artışa bağlayarak ücret oranındaki yükselişi, iş gücü veri iken sermayedeki artışa ya da sermaye veri iken iş gücündeki azalışa bağlamaktadır.

·      Rantın sadece tarım ürünlerinden değil; sanayi ürünlerinden de doğabileceği savunulmaktadır. Rant, monopolün sonucudur. “Diferansiyel rant” (toprakların farklı kalitede olmasından doğan rant) yerine “mutlak rant” (rant, tüm topraklardan oluşabilir) kabul edilir.

·      Para, ortak bir mübadele aracıdır.

·      Büyüme teorisi açısından temel sorun, “gelir düzeyi veri iken daha eşit bir bölüşümün sağlanması”dır. Böylece ekonomik büyümenin sağlanacağı savunulur. Kültürel yapı, siyasal yönetim, teknik gelişme, piyasa şartları gibi konular, büyüme için gerekli başlangıç şartlarını oluşturur.

·      Serbest dış ticaret vardır. Buna göre serbest ticarete bağlı olarak ödemelerde kendiliğinden denge sağlayan bir mekanizma mevcuttur.

Genel olarak bu şekilde özetlenebilecek klasik anlayışa ilave olarak devlet, piyasalara müdahale etmemelidir. Çünkü “her arz, kendi talebini oluşturur.” Bu varsayım, üç temel prensibe dayanır:

a.  Fiyatlar, tamamen maliyetlere eşit olmalıdır.

b.  Maliyetler, gelire eşit olmalıdır.

c.  Tüm gelirler, harcanmalıdır.

Buna göre reel açıdan; “toplam arz (üretim) = toplam talep (tüketim)” şeklinde olmalıdır. Parasal açıdan ise, “toplam giderler (maliyetler) = toplam gelir” şeklinde olmalıdır. Para, bir değişim aracıdır ve dış ticarette ödemeler kendiliğinden dengeye gelir. Say yasası, geçerlidir. Buna göre, bir malı elde etmenin maliyeti, diğer bir maldan vazgeçmeye bağlı olup bu malın maliyeti, vazgeçilmesi gereken mallarla ölçülür. Bundan başka, sosyalizm ve kapitalizmin uyumlu bir bileşeni olarak düşünülebilecek “karma sistem”lerin yanı sıra, henüz uygulama alanı bulamamış olan komünizm, çeşitli şekillerde uygulanan faşizm, emperyalizm ve anarşizm de birer model olarak sayılabilir.

Ekonomik sistemler, her ne kadar görüş ve uygulamalar açısından birbirine göre önemli farklılıklar barındırsalar da, her sistemin belli ölçülerde faşist veya emperyalist bir yönü bulunduğunu ifade etmemiz gerekir. Kimi sistemler, anarşist bir tavır ile uygulama yaparken kimileri yaygın olarak emperyalist bir yaklaşım sergilerler. Bunları tek tek ayrıştırmak mümkün olmadığı gibi, her sistemin çeşitli uygulamalarında lidere bağlı farklılıklar da gözlemlenebilir. Yani, bugün yalın bir sistem bulmak mümkün değildir. Bütün sistemler, birbirlerinin bir çeşit bileşeni gibidir.

“İktisat Teorisi/İslam İktisadı”  açısından bakıldığında ise, siyaset kurumu ve iktisat kurumunun belirgin olarak birbirinden ayrıldığı görülecektir. Bu ayrılık, aynı zamanda fonksiyon bakımından da bağımsız olmalarını gerektirir. Dolayısıyla birbirlerine müdahale eden değil; birbirlerini tamamlayan toplumsal kurumlar hâline gelirler. Devlet, iktisadi faaliyetlerin içinde yer almaz. İstatistik/analiz, güvenlik ve denetim dışında bir görevi ve yetkisi yoktur. Ekonomik faaliyetler, tümüyle devletten bağımsızdır; ama kamu iştiraki (halkın katılımı) ile gerçekleştirilir. Devlet, sadece bir hizmet organizasyonudur. İktisat ise, devletin yetkisinde ve tercihinde olmayan bir başka organizasyon ile bağımsız bir yapı oluşturur. Buna göre temel ilkeler, şu şekilde belirlenmiş olacaktır:

1.    Toprak ve doğal kaynaklar üzerinde özel mülkiyet yoktur. Dolayısıyla üretim araçları üzerinde de özel mülkiyet söz konusu değildir. Çünkü üretimin kaynağı, toprak ve insandır. Kamu ortak mülkiyeti esastır (Devlet mülkiyeti yoktur.).

2.    Kaynakları ve üretim araçlarını harekete geçiren güç, emektir. Dolayısıyla değer belirleyici tek ve rasyonel parametre, emektir. Ücret ve fiyat bu parametreye göre kendiliğinden oluşur.

3.    İktisadi yönetim sistemi, devletten ayrı ve bağımsızdır. Bu nedenle tüm süreçler, merkezi planlama ile yönetilir. Üretim kararları üretimde alınır. Tüketim kararları, bireye aittir ve müdahale yoktur.

4.    Verimlilik esasına göre çıkar paralelliği önceliklidir. Devlet veya sermaye gücü, üretimde etken değildir. Emek, mülkiyeti vardır.

5.    Denetimli serbest piyasa vardır. Yani ilkeler ve kurallar işler. Başıboşluk yoktur. Piyasalar doğal sisteme göre işler:

a.    Mal, toprağa aittir ve kendi değeri yoktur. Emek insana aittir ve kişinin özel mülkiyetindedir.

b.    Nitelikli rekabet geçerlidir. Fiyat üzerinde değil; mal ve hizmet fonksiyonları üzerinde rekabet vardır.

c.     Nüfus sınırlaması yoktur. Çünkü nüfus artışı, sermaye artışı demektir.

d.    Arz-talep yasası, var olan ürünlerin tüketim tercihleri ile ilgilidir ve üretim miktarını etkiler. Hangi ürünün üretileceği kararı piyasada alınamaz. Emeğe göre fiyat rejimi geçerlidir; denge fiyatı, satın alma gücü ve malın sağladığı fonksiyon/fayda’nın kesiştiği yerde kendiliğinden oluşur. Esnek fiyat aralığındadır.

6.    Para, emeği ölçen metredir ve bu nedenle ortak değiştirme aracıdır. Çünkü bütün üretimler, emek iledir.

7.    Rant, üretilmiş olan mal ve hizmetler üzerindedir. Toprak ve doğal kaynaklarda rant yoktur.

8.    Temel hak ve özgürlükler, dokunulmazdır. Devlet veya yasalar, temel hak ve özgürlükleri sınırlandıramaz. Devlet ve yasaların, iktisadi süreçler üzerinde herhangi bir icrai yetkisi yoktur.

9.    Devlet, kamu maliyesini kontrol eder ve sosyal yükümlülükler ile “yaşam hakkı” yükümlülüğünü yerine getirir.

Bu temel ilkeler çerçevesinde “İslam İktisat Teorisi”, şeriat da dâhil olmak üzere, tüm diğer sistemlerden net olarak ayrılmaktadır. “İslam İktisat Teorisi”, insan hak ve özgürlüklerine bağlı, verimlilik ve çıkar paralelliği ilkesi çerçevesinde hareket eden, tüm iktisadi süreçlerin nitelikli planlama ve uygulama yoluyla yürütüldüğü ve emeğin tek belirleyici parametre olduğu doğal bir sistem ortaya koyar. İktisat teorisinin temel parametrelerinden birini oluşturan mülkiyet, sistemin doğal dayanağıdır. Bu bağlamda iktisat teorisinin ilkesel duruşunu şu şekilde özetlemek mümkündür:

A.        Mülkiyet Açısından:

·      Toprak ve doğal kaynaklar, “yaşam hakkı” ve “üretim” amacıyla tahsis edilir, sınırlıdır. Özel mülkiyete konu edilemez. Devletin bu alanlarda sadece uygulama yetkisi vardır; mülkiyet hakkı yoktur. Çünkü doğal kaynaklar üzerinde her bireyin hakkı vardır. Bu nedenle, doğal kaynaklardan elde edilecek olan gelir ile toprağın tahsisinden elde edilecek gelirlerin tümü, doğal mecrasında, yani yaşam hakkının desteklenmesi için toplumun her bireyine eşit şekilde taksim edilir.

·      Emek yoluyla üretilmiş olması nedeniyle konutlarda özel/bireysel mülkiyet vardır; ancak bu yapının ekonomik ömrü ile sınırlıdır. Ekonomik ömrü içerisinde değer bakımından mirasa konu edilebilir. Bu durum, toprak üzerinde mülkiyet hakkı doğurmaz. Yani toprak tahsis edilerek (kira bedeli karşılığında) konutlarda özel mülkiyet kabul edilir. Ancak konutlardaki mülkiyet, dolaylı toprak mülkiyeti değildir.

·      Üretim araçlarının tümüne halk/kamu hâkimdir (Devletin üretim araçlarında herhangi bir yetkisi yoktur.). Dolayısıyla halkın çıkarları esastır. Bu nedenle bütün işletmeler, üretim araçları, kamu (halk) iştiraki niteliğindedir. Toprak ve doğal kaynaklarda mülkiyet olmadığı gibi, işletmelerde de özel mülkiyet yoktur. Toprak. Veraset yoluyla intikal etmez.

B.         Yararlanma Hakkı/Mülkiyeti Açısından:

·      Toprak ve doğal kaynaklar kimse ait değilse, üretim araçları da kimseye ait olmaz. Öte yandan şirk yoksa şirket de yoktur. Dolayısıyla işletmeler ancak kamu iştiraki şeklinde örgütlenebilir. İktisadi yönetim sistemi (zekât) bu mekanizmanın işletilmesi için vardır ve halkın tasarrufları adına iştirakleri oluşturur.

·      İşletmeler, kurallara göre profesyonel yönetime sahiptir. İşletmeyi yönetenler de işletmenin çalışanlarıdır. Sermaye tekeli veya belli bir gurubun tercihine bağlı değildir. Ancak işletmeyi yönetenler bürokrat değildir. Profesyonel yönetim mekanizması vardır ve başarıları nispetinde değerlendirilirler.

·      Özel sektör gerekli değildir, ancak müdahale etmeye de gerek yoktur. Sistem süreç içerisinde özel sektör girişimlerinin kendiliğinden dönüşmesine neden olur. Kişisel küçük işletmeler vardır ve bunlar özellikle karma satış noktaları şeklindedir. Organize olmaları tercih edilir.

·      Kâr emeğin marjinal ürünüdür. Bu nedenle emek, bilgi veya tasarruf yoluyla işletmeye iştirak etmiş olanların işletmeden pay almaları doğaldır. İşgücü, emek yoluyla üretime katılmış olması sebebiyle ücrete ilave olarak işletmeden pay alır.

·      Toprak ve doğal kaynak rantı ile işletme rantı (toprak tahsisi, doğal kaynakların işletilmesi ve işletmelere toprak tahsisi sebebiyle) yaşam hakkı içindir. Dolayısıyla toprak kirası ve vergi ihtiyaçlarının planlanması devlete ait olmakla birlikte, kaynakların işletilmesi ve faydanın çoğaltılması yani yararlanma mülkiyeti kamuya, dolayısıyla iktisadi yönetim sistemine aittir.

C.         Para ve Değer Açısından:

·      Değer, bir mal veya hizmetin üretiminde ve dolaşım süreçlerinde harcanan emek miktarının tescil edilmiş hâlidir. Kendiliğinden oluşmaz. Ekonomide “değer döngüsü” yoktur. Sadece miktar döngüsü vardır. Değer, miktarların ölçülmüş hâlidir.

·      Para, üretimde harcanan emek miktarını ölçmek içindir. Bu nedenle bir değişim aracıdır. Kendi değeri yoktur. Toplam üretilmiş olan mal ve hizmet miktarı (emek) kadar para piyasadadır. Parayı emek üretir. Dolayısıyla paranın kendi değeri yoktur.

·      Finansal kaynak, halkın emeğinin birikiminden oluşur. Sermaye, tasarrufa dayalı ve tamamen halka aittir. Bu nedenle sermaye arz ve talebi, tamamen sistemin doğal yapısı içerisinde tasarruf–üretim ilişkisi ile hareket eder. İşletmelerin ihtiyacı olan kaynak, zekât kurumu tarafından karşılanır.

D.        Ücret ve Fiyat Açısından:

·      Ücret, emeğin toplam üretimdeki payı nispetinde kendiliğinden belirlenir. Kişi başına, toplam gelirin saat başına düşen miktarına göre hesaplanır. Ücret üzerinde pazarlık yoktur. Ücreti belirleyen emektir.

·      Ücretin emek miktarına göre kendiliğinden belirleniyor oluşu, emek miktarındaki artışa paralel olarak ücretlerde de artışı beraberinde getirir. Fiyatlar, üretim miktarındaki artış sebebiyle dengede kalır.

·      Emek miktarındaki artış, nüfusa bağımlı olmakla birlikte, üretim çeşitliliği sebebiyle ortaya çıkan marjinal ürün (artık emek) sebebiyle gerçekleşir. Yaygın üretim ve istihdam, bölüşümü dengeli hâle getirirken emek, bağımlı fiyat rejimi sebebiyle büyümeye istikrar kazanır.

·      Fiyat, bir mal veya hizmetin üretiminde harcanan emek miktarı ve emeğin marjinal ürünü (kâr) toplamından oluşur. Fiyat, piyasada belirlenmez. Emeğe dayalı fiyat rejimi esastır.

·      Tek fiyat vardır ve üretim aşamasında, süreç maliyetleri de hesaplanıp tüketim fiyatı olarak belirlenir. Esnek fiyat politikası ile piyasada tüketici tercihleri yönetilir.

·      Enflasyon yoktur, çünkü piyasada fiyat değişimleri için uygun bir alan veya enstrüman yoktur. Piyasada fiyat belirlenemez.

·      Rekabet esastır; ancak fiyat üzerinde rekabet yoktur. Rekabet sadece mal veya hizmetin nitelikleri ile mümkündür. Pazarlık, ilkel bir yöntemdir.

·      Fiyat istikrarını etkileyecek veya kıtlık sebebiyle fiyatlar üzerinde baskı oluşturması muhtemel hiçbir faaliyete izin verilmez. Serbestlik vardır; ama sınırsız değildir. Kurallı serbestlik vardır ve denetlenebilir.

E.         Piyasa/Tüketim Açısından:

·      Serbest piyasa varsayımı, gerçekçi değildir. Denetimli serbest piyasa vardır. Piyasalara giriş çıkışlar serbesttir; ancak kurallar geçerlidir. Başıboş piyasa yoktur.

·      Tüccar, bir spekülatördür ve kurumsal olarak sistemde ancak üretim kanalının bir parçası olarak yer alabilir. Üretimin kendisine sağlayacağı iskonto ve esnek fiyat aralığında faaliyet gösterir. Piyasada belirleyici değildir.

·      Tüketimin gerçekleşebilmesi, bir malın üretim amacına uygun şekilde kullanıma sokulması ile mümkündür. Yani tüketim bireyde/hanede gerçekleşir.

·      Refah için tasarruf esastır. Gelirin planlı harcanması ile tasarruf edilen miktar, dolaşıma kazandırılarak üretim araçlarının geliştirilmesine katkıda bulunulur. Bireysel kazanımlar, özel mülkiyet kapsamındadır ve tasarrufların üretime kanalize edilmesi ile bireyin buradan pay alması sağlanır.

·      Ortak üretim, bireysel tüketim esastır. Dolayısıyla tüketime müdahale yoktur; birey, serbestçe tercih yapar.

·      Ekonomik süreçlerde evrim esastır. Ekonomi, tıpkı bir organizma gibi doğal süreç içerisinde evirilerek gelişir.

F.         Üretim ve İstihdam Açısından:

·      Planlı üretim esastır. Yerel kaynaklar ve yerel iş gücünün verimli kullanılması ile üretim alanlarının yaygınlaştırılması hedeflenir. Bu sayede tam istihdam gerçekleşmiş ve gelir dağılımındaki dengesizlikler, ortadan kalkmış olur.

·      Merkezi planlama vardır. Bu sayede girdi ihtiyaçları, üretim miktarlarına göre yönetilir. Üretim miktarı, toplam nüfusun tercihlerine bağlı olarak şekillenir ve analiz yoluyla üretim öncesi merkezi planlama tarafından belirlenerek opsiyonel olarak üretim kanalına aktarılır.

·      Üretim araçları, iş gücü miktarı ile teknolojik olanaklar (makineleşme) kadardır. Emek arz ve talebi yoktur; emek, üretimin paydaşıdır, emeksiz ve topraksız üretim olmaz. Sermaye, halkın emeğidir. Yaygın üretim, yaygın istihdam gerektirir. Böylece işsizlik ortadan kalkar, gelir dağılımı ivmesel olarak artmak suretiyle dengeli hâle gelir. Yani herkes, toplam gelirden dengeli olarak pay alır.

·      Üretim bir tercih değil; zorunluluktur. Kamu sermayesinin herhangi bir aşamada bekletilmesi veya âtıl tutulması, düşünülemez. Asıl olan üretim araçlarının yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi ile tam istihdamın gerçekleştirilmesidir.

·      Üretim kararları, talebe göre şekillenir. Halk, arz edilen mal ve hizmetler arasında tercih yapar. Üretim araçlarını kullanma ve ürün geliştirme, uzmanlık işidir ve halkın katılımı ile gerçekleşir (zekât kurumu); ancak kararlar, profesyonel olarak alınır.

·      Talep kadar üretim, esastır. Fazla arz yoktur. Nüfusa bağlı olarak şekillenir. Bu nedenle talebe dayalı üretim modeli esas alınır. Yani üretim sürekliliği vardır; stok kabul edilemez. Talebe dayalı üretim modelinde de kısmen stok gereklidir; ancak bu, sadece satış noktalarında periyodik süreçte tüketilebilecek miktar ile sınırlıdır. Dolayısıyla fiyat üzerinde bir maliyet oluşturmaz.

·      İşsizlik sorunu yoktur. Üretimin kaynağı topraktır. Kaynakların emek yoluyla harekete geçirilmesi gereklidir.

Genel itibariyle iktisadi yönetim, kamunun işidir (halk). Kendi mekanizması (zekât kurumu) içerisinde yürütülür. Devletin müdahalesi veya katılımı yoktur. Tam istihdam hedeflerine göre şekillenir. İktisadi yönetim sisteminin bir parçası olan banka, iktisadi sistem içerisinde yer alır ve tektir. Kaynak yaratma ve kaynakları işleme olanaklarının yaygınlaştırılabilmesi için, yatırımlara kanalize edilmek amacıyla faaliyet gösterir. Genel planlamaya göre, yatırımların gerçekleştirilebilmesi için kaynak sağlar.

İslam iktisadı, tamamen üretim ve tüketim arasındaki süreçlerin doğal seyri içerisinde gerçekleşen reel ekonomiden oluşur. Ekonominin doğal seyri içerisinde tolumun her kesimi, toplam gelirden pay alacak şekilde dizayn edilmiştir. Sosyal sorumluluk, devlete aittir ve devlet ekonomik faaliyetlerde yoktur. Bu nedenle devlete ait uygulamalar, şöyle değerlendirilebilir:

A.        Devlet Sorumluluğu Açısından:

·      Devlet, görevlerini yerine getirebilmek için üretimden vergi alır. Gelirden vergilendirme veya dolaylı vergiler söz konusu değildir. Vergi, gelirlerinin harcama alanları nitelikli olarak belirlenmiştir. Vergi miktarı, ihtiyaçlara göre belirlenir ve uygulanır.

·      Sosyal hizmetler, ücretsizdir ve vergilerden karşılanır. Ancak, elektrik telefon vs. gibi doğal olmayan/üretilmiş araçlardan yararlanma ücretsiz değildir. Yaşam hakkı veya üretim amacıyla toprak tahsisi ve yönetimi için prensiplere göre mekanizmaların oluşmasını destekler ve uygulamayı sağlar.

·      Doğal kaynak ve tahsis gelirleri, yaşam hakkı içindir. Bu alanların tahsisi veya işletilmesinden elde edilecek olan gelir, nüfusa paralel olarak planlanır ve buna göre bölüşüm sağlanır.

·      Eğitim olanaklarının yaygınlaştırılması ve yürütülmesi, devletin görevidir. Bu bağlamda, tüm bilimsel faaliyetler de devletin sorumluluğunda yürütülür ve desteklenir.

·      Araştırma ve geliştirme faaliyetleri, sosyal sorumluluk gereğidir ve devletçe yürütülür. Toplumun ilerleyebilmesi ve üretim araçlarının geliştirilmesi için gereklidir.

·      Toprak ve doğal kaynaklardan yararlanma hakkı, topluma aittir. Bu nedenle devlet, mülk üzerideki işleyişin dengeli ve herkes için eşit nitelikte gerçekleşmesini sağlamakla görevlidir. Toprağın sahibi değildir.

·      Toprak, halka aittir. Yani toplumun her bireyinin toprak üzerinde eşit hakkı vardır. Bu nedenle topraktan yararlanma, ancak planlı ve dengeli olmalıdır. Herkes için eşit şartlarda bölüşüm gerçekleşir. Tahsis kararlarını devlet alır.

B.         Ekonomik Faaliyetler Açısından:

·      Devlet, güvenlik, yasama ve yargı hizmetlerinin yerine getirilmesi için kurumları oluşturur ve denetimi sağlar. İktisadi faaliyetlerde yer almaz.

·      Devletin yatırım sorumluluğu yoktur. Altyapı hizmetleri vergilerden karşılanır ve iştirakler tarafından uygulanır. Devletin planlamasına bağlı olarak yürütülür. Yatırım sorumluluğu olmayan devlet mekanizması, küçülerek (yerelleşerek) etkin hâle gelecektir.

·      Devlet paranın değil, halkın bekçisidir. Kuralların işletilmesini sağlar. Bu nedenle mekanizmaları geliştirir ve denetim sistemini oluşturur. Prensipler ve kurallar esastır.

·      Devlet, iktisadi faaliyetler içerisinde yer almaması sebebiyle iktisadi süreçlere müdahalesi de söz konusu değildir. Yasal düzenlemeler, doğal prensiplere göre gerçekleştirilir. Devlet müdahalesi yoktur. İlkelere göre düzenlenir.

·      Devletin borçlanma ihtiyacı yoktur. Üretimin yaygınlaşması, vergi gelirlerinde önemli artışa neden olacaktır. Bu da devletin faaliyetlerini sürdürebilmesi için yeterlidir.

C.         Özgürlükler Açısından:

·      Özgürlükler esastır. Devlet, özgürlüklerin geliştirilmesi ve korunması için vardır. Ancak sınırsız özgürlük yoktur. Haklar, hukuk ve özgürlüklerin sağladığı alanda geçerlidir.

·      Siyasal sistem, iktisadi yönetim sisteminin tercihine bağlı değildir. Halk, dilediğini tercih eder. Kurallar işleyecektir. İktisadi yönetim sistemi, devletten bağımsızdır; ancak bireyin hak ve özgürlüklerini öne çıkaran bir sistemi zorlayıcı yapısı vardır.

·      Fakirlik, özgürlüklerin ortadan kaldırılması sonucu ortaya çıkan bir bozukluktur. Devlet, sosyal sorumluluklarını yerine getirirken özgürlükleri desteklemek ve geliştirmekle yükümlü olacaktır. Fırsat eşitliği, toplumsal dengenin gereğidir.

Devlet mekanizması, iktisadi yönetim sistemi ile paralel olarak yeniden tanımlanmalı ve düzenlenmelidir. Sosyal devlet ilkelerine bağlı, özgürlükçü ve bireyin haklarını öne çıkaran bir yapı olmalıdır. Ne var ki bu iktisadın konusu değildir ve ayrıca tartışılması gereken bir meseledir.

Öte yandan iktisadi faaliyetler içerisinde “ihsan” veya “iyilik” gibi kavramlara yer yoktur. İktisat teorisi, toplumun sosyal hayatını desteklerken iktisadi gelişim sürecinin rasyonel bir düzlemde ve süreklilik esasına göre doğal seyir içerisinde gerçekleşmesini öngörür. Süreçlere müdahale yoktur; çünkü müdahale sistemin işleyişini bozma eğilimindedir. Tüm kararlar, sistemin işleyişi içerisinde bireysel çıkarlara göre alınır. Çünkü birey, toplumun bir parçasıdır. Birey için yararlı olan toplum için de yararlıdır. Bireyi desteklemek, toplumu desteklemek anlamına gelir. Bu nedenle özgürlükler ve eşitlik önemli hâle gelmektedir. Her ne kadar üretim veya ekonomi işbirliği gerektiriyor[5] olsa bile, ekonomik döngünün sağlanabilmesi için tüketim şarttır. Tüketimi gerçekleştiren ise bireydir. Yani üretimde işbirliği, tüketimde bireysellik esastır.

Kamu maliyesi (sadaka) ve kamu sermayesinin (zekât) net olarak birbirinden ayrılması ile birlikte, siyasal baskılar da ortadan kalkmış olacaktır. Devlet, kendi gelirleri (vergiler) ile faaliyetlerini yürütecektir. Halk ise, kendi sermayesini (emek) kullanarak üretim araçlarına sahip olacak ve iktisadi kalkınma gerçekleşecektir. Kendi ürettiğini tüketirken satın alma koşullarını da iyileştirmiş ve refaha ulaşmış olacaktır.

“İktisat Teorisi”, daha gerçekçi bir ifade ile “doğal İktisat” ilk bakışta fazla materyalist ve acımasız bir yapıya sahipmiş gibi görünebilir. İktisadi faaliyetler içerisinde “iyilik” kavramına yaşama şansı tanımayan, tümüyle kurallı ve ilkeli bir sistemin insanları mutlu etmekten çok sıkacağı varsayılabilir. Aslında bu doğrudur; çünkü iktisat, kendi tutarlılığı ve paradigması içerisinde iyiliğe yer olmayacak kadar sıkı ve hatta sıkıcıdır. Merhamet, duygularına yer vermeyen, katı ve keskin ilkesel tutumu, insani değerler bakımından sorunlu görülebilir. Ancak bu durum, yani insani değerlerin korunması ve desteklenmesi, iktisadın sorunu değildir.

Örneğin makineler insan hayatını kolaylaştırmak ve daha konforlu hâle getirmek için üretilirler. Ama hatalı kullanıldıklarında insan hayatını tehdit de edebilirler. Öyleyse makineler kötü müdür? Hayır, kötü olan makineler değildir. Bu bağlamda sorun, iktisatta da değildir. Toplumun maddi kazanımlarının refaha dönüştürülmesi, toplumsal mutluluk hâline getirilebilmesi, siyaset kurumunun sorunudur. İktisat kurumunun işi, faydayı çoğaltmak ve yaygınlaştırmaktır; bu faydanın sosyolojik etkilerini veya sosyal hayata olan katkılarını değerlendirmek başka bir şeydir. Sosyal ilişkilerde, bireysel ilişkilerde duygusallık vardır; ancak fırsat eşitliğine dayalı dengeli bir iktisat içerisinde manevi hazlar, duygular aramak imkânsızdır.

Ancak kabul etmeliyiz ki, toplumsal mutluluğun veya tatminin ortaya çıkabilmesi için de iktisat şarttır. Eğer kaynaklar harekete geçirilemiyor ve faydayı çoğaltmak mümkün olamıyorsa, sosyal hayatın gereksinimlerini karşılamak ve dolayısıyla insanın doğal mutluluğu için etkin kılmak da mümkün olmaz. İnsan, ekonomik faaliyetlerinde sorumluluk sahibi, düzenli ve görev bilinci ile çalışan, üreten bir varlıktır. Ama insan aynı zamanda sosyal hayatında merhametli, saygılı ve mutlu olmayı hedefleyen bir varlıktır. İnsanın bu duygularını nasıl kullanacağı veya göstereceği, özel hayatındaki parametrelere bağlıdır ve bunu kimsenin belirleme yetkisi yoktur. İktisadi kazançlar, insanın özel hayatındaki yaşam biçimini desteklemekle birlikte düzenleyen bir yapıda değildir. Dolayısıyla iktisat, kendi bağlamında değerlendirilmelidir.

Üretim İçin Kolektif Sermaye:

En ilkel toplumlarda bile, çalışma varsa gelir de vardır. Bir kazanç mutlaka vardır. Eğer bir kazanç varsa, tasarruf da vardır. Çünkü kazanmayı öğrenen insanlar, kazandıkları ile yapabileceklerinin farkına varır ve onu harcarken dikkatli olurlar. Eşyanın tabiatı böyledir. Şu hâlde, fakir toplumların da üretmek için finansman gücü var demektir. Bunun için kimseye ihtiyaçları yoktur. Gerçek sermaye toprak ve doğal kaynaklar olduğuna, bunlar da dünyanın her yerinde bolca bulunabildiğine göre, bu mânâda kimse fakir değildir. Sorun, bu sermayenin nasıl kullanılacağının bilinmemesidir. Milyonlarca küçük tasarruf, milyarlarca miktar anlamına gelir. Bu da önemli ve güçlü yatırımlar demektir. Üretim demektir. Üretim başladığında istihdam gerekir; istihdam sağlandığında gelir artar. Gelir arttıkça refah olur. Bu, tıpkı domino etkisi gibidir. Bir taşa dokunduğunuz zaman, bütün taşlar devrilir.

Parası olanlar, bu parayla yiyecek alıp muhtaç olanlara vermekle yardım etmiş olmazlar. Bu, bir iyilik değildir. Bu sadece, paraya sahip olanların kendilerini tatmin etmelerinin çirkin bir yoludur. Mutlu hissedebilmek için yaparlar bunu. Oysa onların yapmaları gereken, fakir olanların da üretmelerini sağlamak olmalı. Bunun için ise para harcamaya gerek yoktur. Herkesin parası cebinde kalabilir, hesabında durabilir, parasını herkes, dilediği gibi harcayabilir. Hiçbir önemi yok bunun. Çünkü fakirlerin ihtiyacı olan sermaye de zaten vardır. Kaynakların tahsisi sorunu giderildiğinde her birey, ihtiyacı olan geçim koşullarına zaten kavuşmuş olacaktır.

Önemli olan tek şey vardır: Üretmeye başlamak. Bunun için para değil, bilgi gerekir; yatırım gerekir. Biz, toplumsal katılımlı, doğal bir yapılanma ile nelerin yapılabileceğini göstermeye çalıştık. Bu yapının içinde güçlü sermaye yoktur. Tümüyle küçük tasarruflardan oluşan bir sistemdir. Yaptığımız şey ise basit bir alternatif sunmak.

Böyle bir sistemin hayata geçirilebilmesi için gerekli olan şey nedir? Devlet mi? Hayır! Kesinlikle devlet değil. Bırakalım devletler, siyaset arenasında politikalarını yürütsünler. Hatta bırakalım devletler, topladıkları vergilerle ülkeyi yeniden imar etsinler. Hatta onların sırtından yatırım sorumluluğunu da alalım. Devlet, tek bir çivi bile çakmasın. Buna ihtiyaç yoktur. Tam aksine, devletin yatırım yapması, doğal hizmetlerini aksatır.

Tarihsel paradigmanın önümüze koyduğu, “sosyal yardımlaşmaya” dayalı ve daha çok hukuk penceresinden bakan bir perspektife sahip olan ve açıkçası fazlasıyla materyalist görünümdeki kurallar veya önerilerin toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeye yetmediğini artık biliyoruz. Gerçek şu ki, hangi yöntemle olursa olsun,   küçük ve sınırlı girişimler, geniş toplum kitlelerini etkilemeye yetmez. Öte yandan “Fundamentalist” anlayışla zenginin sahip olduğu sermayeyi de kimsenin elinden almaya gerek yok. Bu anlayış ne geçmişte ne de günümüzde işe yaramadı.

İhtiyaç olan şey, sadece basit bir başlangıçtır. Küçük bir kıvılcım…

Bugün yeryüzünde hiç kimse, kendi ürettiğini tüketmiyor. Dünyanın herhangi bir yerinde, üretilen bir üründen yararlanmak istiyorsak eğer, ya o ürünün üretildiği yere gitmemiz gerekir veya ürünün bizim bulunduğumuz yere nakledilmesi gerekir. Yani tarım toplumunda olduğu gibi, üretilenin üretildiği yerde tüketilmesi, artık söz konusu değildir. Geçmişte insanlar, bütün ihtiyaçlarını doğanın imkânları ile kendileri karşılarlardı. Sanayileşme sonrasının gelişen bilgi çağında her şeyde olduğu gibi üretim şartlarında da köklü değişiklikler meydana geldi. Artık ürünlerin kervanlarla değil, gemilerle, uçaklarla taşınması söz konusu. Elbette ilave maliyetler, ilave iş gücü, ilave istihdam olanakları da ortaya çıkmakta; ancak bütün bunlar, maliyetleri de etkilemektedir.

Fakat teknoloji ve bilim ne kadar gelişirse gelişsin, üretim için gerekli olan iki temel girdi hiç bir zaman değişmemiştir: Emek ve toprak. Her şey, bu ikisinin bir araya gelmesi ile üretilmektedir. Yani insan ve toprak olan her yerde, sermaye ve yaşam olanakları vardır. Değişen sadece yöntemlerdir. Hiç kimse, açlığa ve yokluğa mahkûm değildir. Basit bir kelimenin (zekât) bize açtığı geniş bir alanda büyük işler başarılabileceği gerçeğini ortaya koyduk. Yeryüzünün geleceğini kurtarmak ve daha yaşanılabilir bir dünya yaratmak için çok şeye ihtiyaç yok. Çorak olan yerde potansiyel bir verim vardır.

Üretmekle pazar küçülmez ya da yok olmaz. Üretmek demek, daha çok tüketmek demektir, refah demektir, satın alma gücü demektir. Üretim ilerledikçe daha kaliteli ürün demektir. Daha iyi yaşam demektir. Neden anlamsız yasaklar üretip insanların hayatlarını perişan edelim? Neden fakir olan toplumlara milyonlarca hatta milyarlarca dolar değerinde, tonlarca gıda malzemesi göndermek yerine, çok daha az çaba ve harcama ile onların üretmelerini sağlamayalım? Bu daha ucuz ve daha pratik bir çözümdür. Kapitalizm bunu yapmıyor mu? O zaman siz yapın.

Biz bir sistem ortaya koyduk. Bu teori, ne kapitalizmin ne sosyalizmin ne de dinlerin reddedemeyeceği nitelikte bir sistem. Din açısından sakıncalı olduğunu söyleyebilmek mümkün olmadığı gibi, kapitalist uygulamalar açısından da sorun teşkil edecek bir yapıya sahip olmayan, tamamen sosyal refahı, istihdamı ve üretimi hedefleyen basit bir sistem. Bu sistemin hayata geçirilmesi esnasında “devlet mi yapmalı” yoksa “özel sektör mü olmalı” tartışmalarına da gerek yok. İster devlet yapsın, ister özel girişim olsun, ne fark eder? Kurallar doğru işletildiği sürece sonuç değişmeyeceğine göre, kimin yaptığının ne önemi var?

Aynı şekilde, bir sistem veya teori, öngörülmüş veya varsayılmış olan prensiplerin varlığını kabul ederek ortaya çıkar. Yani, prensipler uygulamada da varmış gibi hareket etmelidir. Mesela, sosyal güvenlik bir “insan hakkı” iken ve bu prensip belirlenmiş, bunun sorumluluğu da topluluğa yüklenmiş iken “Sosyal güvenlik nasıl sağlanacak?” sorusu sorulamaz. Aynı şekilde, “mülkiyet” tanımlanmış ve sorumlulukları da belirlenmiş iken, buna rağmen “Toprak rantı ne olacak?” sorusu sorulamaz. Çünkü toprak ve doğal kaynaklar üzerindeki haklar, temel insan hakları için tahsis edilmiştir ve herkese aittir. Bunların yerine getirilmesi, topluluğun sorumluluğundadır. Bu prensipler yokmuş gibi davranılamaz; çünkü sistem oluşturulurken uzun vadede eksiklerin giderilmesi de hedeflenmiş olmalıdır. Sistemin uygulanabilirliği, eksik olan şeylerin varlığına bağlı değildir. Sistem kimi eksiklere rağmen yine de uygulanır. Zaman içinde, şartlar olgunlaştıkça eksikler de tamamlanabilir. En basit hâliyle, insanın temel hak ve özgürlüklerine saygılı, fırsat eşitliği sağlayan, kaynaklardan etkin ve eşit yararlanmayı öngören, üretime dayalı bir sistem İslami bir sistem olacaktır. Doğal olan da budur.

Mükemmel diye bir şey yoktur; her sistemin, her fikrin veya her uygulamanın mutlaka eksik ve hatalı tarafları vardır, olacaktır. Çünkü her zaman, daha iyisi mümkündür. Bu nedenle detaylarda boğulmaya, nafile zaman harcamaya da gerek yoktur. Sıradan, basit adımlarla, test ederek ilerledikçe hatalar da düzeltilebilir. Bütün sistemler, böyle gelişir. Referansları ve prensipleri belli olan bir uygulamanın detaylarında meydana gelebilecek tıkanmaları aşmak için yapılması gereken şey, sistemi yeniden dizayn etmek değildir. Hatayı düzeltmek, daha makul bir uygulama geliştirmek yeterli olur.

Tarihsel analizler, günümüz dünyasının koşullarını belirlemek veya iyileştirmek için yeterli değildir. Tarihsel uygulamalar, kendi döneminin şartlarında ve o dönemin sınırlı bilgisinde geçerlidir. Zaten uygulanmış, verimliliği ortadan kalkmış ve yok olmuştur. Buna rağmen tarihsel uygulamalardan yola çıkarak yeni bir sistem öngörüsünde bulunmaya çalışmak, herhalde çok garip bir yaklaşım olur. Bu durum, bugünkü teknolojik olanaklara rağmen, saban kullanarak tarım yapmaya çalışmak gibidir. Tarihten yenilik çıkmaz. Tarihten ancak hatalar öğrenilebilir. Doğrular ise zaten varlığını sürdürür. Bunun için tarihi tekrar etmeye ihtiyaç yoktur. Zira hiçbir şey bir önceki ile aynı değildir.

Yeryüzünde barış, ancak sosyal ve iktisadi dengelerin kurulması ile mümkün olacaktır. Yeni dünya düzeni, yeni paradigmalar ve doğal evrim sistematiği içerisinde gelişen dinamik bir toplum öngörmektedir. Bu toplum, aynı zamanda bireysel anlamda tümüyle özgür ve eşit; ama kurumsallaşmış sosyal yapısı ile de etkin ve ilkelidir. Şimdi artık yapılması gereken şey, teoriden pratiğe uyarlanan yeni bir başlangıç olmalıdır. Bir başka son değil, yeni bir başlangıç…

 

 

 

 

 

 

 

[1] Max Weber, Din Sosyolojisi, 1997, s. 85.

[2] R. Schwab, La Renaissance Orientale, Paris 1950, s. 32'den aktaran: Jale Parla, Efendilik, Sarkiyatçilik, Kölelik, İstanbul 1985, s. 9.

[3] Asaf Hüseyin, Robert. Olson, “Oryantalizmin Ideolojisi”, Oryantalistler ve Islâmiyatçilar, İnsan Yayınları, Istanbul 1989, s. 18

[4] Fritiof Capra,  “The Turning Point, Science, Society and the Rising Culture”, Flamingo, 1983, London.  

[5] Cuma: 10.

 






Çok Yorumlanan Makaleler
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27162 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15271 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13503 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12870 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34560 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12251 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14453 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14007 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10523 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53016 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12324 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11419 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14311 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012 19561 Okunma
16 Yorum 28.05.2024 14:30
Sam Adian
SLT ve SISTEM Toplu değerlendirme ve cevaplar
19.02.2012 11354 Okunma
16 Yorum 24.02.2012 01:08
Sam Adian
RIBA VE EKONOMI
7.03.2012 12428 Okunma
15 Yorum 09.03.2012 06:04
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KARAR MEKANIZMALARI
29.03.2012 11480 Okunma
15 Yorum 31.03.2012 20:26
Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012 7605 Okunma
13 Yorum 08.08.2012 18:26
Sam Adian
RIBA'nın UNSURLARI
11.03.2012 12743 Okunma
12 Yorum 15.03.2012 16:14
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012 6902 Okunma
11 Yorum 09.04.2012 23:53
Sam Adian
CINSELLIK VE AKIT
19.07.2012 8100 Okunma
11 Yorum 30.07.2012 06:11
Sam Adian
.... VE TANRI! - 1
12.08.2012 6958 Okunma
10 Yorum 14.08.2012 07:50
Sam Adian
ORTAK REFERANSLAR ve BIR ÖNERI
11.04.2012 8606 Okunma
9 Yorum 21.06.2012 16:27
Sam Adian
Metod ve uygulama
18.03.2012 5607 Okunma
9 Yorum 21.03.2012 10:01
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - INSAN VE DEVLET
26.03.2012 9440 Okunma
9 Yorum 27.03.2012 16:28
Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012 7664 Okunma
8 Yorum 23.10.2012 03:34
Sam Adian
MÜLKIYET MESELESI ve DÜZEN
6.11.2012 7762 Okunma
7 Yorum 21.11.2012 17:28
Sam Adian
"ADIL DÜZEN"IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
20.03.2012 5406 Okunma
7 Yorum 23.03.2012 18:49
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DEVLET ve IKTIDAR
4.04.2012 9682 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 09:59
Sam Adian
ŞURA
6.04.2012 9281 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 20:27
Sam Adian
HMR HAKKINDA - 2
14.03.2012 7204 Okunma
7 Yorum 15.03.2012 08:14
Sam Adian
RIBA ve EKONOMI-1
9.03.2012 6994 Okunma
7 Yorum 10.03.2012 19:31
Sam Adian
SLT-CEMAAT ŞERHI
15.02.2012 4340 Okunma
6 Yorum 16.02.2012 17:53
Sam Adian
INSAN VE DÜZEN
1.03.2012 4802 Okunma
6 Yorum 01.03.2012 19:11
Sam Adian
.... VE TANRI! - 2
13.08.2012 7002 Okunma
6 Yorum 14.08.2012 03:44
Sam Adian
SÖYLEYECEKLERIMIZ VAR
1.03.2012 4687 Okunma
5 Yorum 10.03.2012 08:24
Sam Adian
Allah Nasıl SLT eder?
2.02.2012 4861 Okunma
5 Yorum 03.02.2012 19:11
Sam Adian
ANLAMAK.....
15.03.2012 6506 Okunma
5 Yorum 16.03.2012 18:21
Sam Adian
DÖRT DELIL
22.02.2012 5281 Okunma
4 Yorum 02.03.2012 07:45
Sam Adian
ORUCUN FAZILETLERI....
9.08.2012 7100 Okunma
4 Yorum 13.08.2012 13:58
Sam Adian
YUNUS-NUH : Mitolojiden Vahye
13.12.2012 12185 Okunma
4 Yorum 14.12.2012 14:59
Sam Adian
BIRKAÇ NOT
15.01.2014 7809 Okunma
4 Yorum 25.07.2014 16:22
Sam Adian
ADEM VE TOPLUMU - 1
4.05.2012 6998 Okunma
3 Yorum 04.05.2012 15:03
Sam Adian
KUR'AN'DA CEZA KAVRAMI
14.04.2012 16953 Okunma
3 Yorum 19.04.2012 20:21
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KURUMSALLIK
26.03.2012 6441 Okunma
3 Yorum 27.03.2012 20:01
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI FAKTORLER - 15
2.06.2017 12308 Okunma
3 Yorum 03.06.2017 14:51
Sam Adian
CRITICS
27.03.2012 5584 Okunma
2 Yorum 28.03.2012 22:17
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 1
24.03.2012 5276 Okunma
2 Yorum 24.03.2012 23:10
Sam Adian
YARATILIŞ
29.04.2012 7138 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 13:07
Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012 5604 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 20:51
Sam Adian
INSANLIK ANAYASASI HAKKINDA-1
12.03.2012 4094 Okunma
2 Yorum 12.03.2012 17:32
Sam Adian
ANLAMADA YÖNTEM
12.04.2012 6019 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 16:04
Sam Adian
MATERYALIST NIKAH
22.07.2012 5617 Okunma
2 Yorum 24.07.2012 03:40
Sam Adian
RUBUBIYET....
6.09.2012 6708 Okunma
2 Yorum 12.10.2012 11:34
Sam Adian
SLT NEDIR?
3.11.2012 9565 Okunma
2 Yorum 04.11.2012 00:19
Sam Adian
El-Lehu, Lehu ve Mülkiyet
9.12.2012 7500 Okunma
1 Yorum 12.12.2012 11:42
Sam Adian
... VE NIHAYET RAB
12.10.2012 5531 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 01:06
Sam Adian
KIYAMET GÜNÜ.....
21.12.2012 7017 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 00:43
Sam Adian
DÜZEN MESELESI ve AKEVLER
3.02.2013 6469 Okunma
1 Yorum 06.02.2013 22:28
Sam Adian
.... VE TANRI! - 3
15.08.2012 6440 Okunma
1 Yorum 15.08.2012 21:16
Sam Adian
YARATILIŞ VE SÜREÇ
2.05.2012 5592 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:38
Sam Adian
SLT ve CEMAAT -
4.02.2012 4358 Okunma
1 Yorum 05.02.2012 08:58
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 2
25.03.2012 4419 Okunma
1 Yorum 25.03.2012 05:43
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 3
25.05.2017 4990 Okunma
1 Yorum 26.05.2017 00:55
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE DOĞAL KAYNAKLAR, 18
4.06.2017 5421 Okunma
1 Yorum 05.06.2017 09:35
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - URETIM VE ISHLETME - 19
5.06.2017 4224 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - FIYAT ANALIZI / Ucret, Fiyat, Para 20
6.06.2017 6923 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TUKETIM - 21
7.06.2017 3754 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SERBEST TICARET ve PIYASALAR - 22
8.06.2017 3711 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - YAPISAL ANALIZ - MAKRO/MIKRO - 23
9.06.2017 4228 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - BUYUME VE ETKILER - 24
10.06.2017 5893 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI DENGELER/REFAH TOPLUMU 25
11.06.2017 3804 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI EVRIM - 26
12.06.2017 4240 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - UYGULAMA - 27
13.06.2017 2554 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISAT VE HUKUK - 28
14.06.2017 3085 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - DONUSUM VE YENI DUNYA DUZENI - 29
15.06.2017 2743 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAKCA - 30
15.06.2017 4352 Okunma
Sam Adian
FUNCTIONAL CONCEPTS - 1
3.10.2020 3007 Okunma
Sam Adian
AN IMPORTANT EXPLANATION
28.05.2024 278 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TARIHSEL YANILGILAR - 4
27.05.2017 4151 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - RIBA - BIR OZGURLUK DOLANDIRICILIGI 5
27.05.2017 4568 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE MULKIYET - 6
27.05.2017 4355 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SADAKA : KAMU MALIYESI - 7
27.05.2017 4715 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / A - 8
29.05.2017 6370 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / B- KOORDINASYON 9
29.05.2017 4615 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE/C - MEKANIZMALAR 10
29.05.2017 6565 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - ZEKAT - IKTISADI YONETIM SISTEMI - 11
30.05.2017 6748 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - INFAQ - TASARRUF MEVDUATI - 12
31.05.2017 4085 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KARZ-I HASEN / YATIRIM FONU - 13
31.05.2017 4408 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI PARAMETRELER - 14
2.06.2017 4614 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI YONETIM SISTEMI - BANKA - 16
3.06.2017 3794 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAK VE YATIRIM YONETIMI - 17
3.06.2017 3164 Okunma
Sam Adian
BAŞÖRTÜSÜ
23.03.2012 5584 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ - 2
30.04.2012 4345 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ KURAMI VE EVRIM
1.05.2012 5685 Okunma
Sam Adian
SLT ve MESCID
25.02.2012 4352 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ VE DÜZEN
3.06.2012 4965 Okunma
Sam Adian
RAMAZAN ve TARIH
11.08.2012 12123 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 1
7.02.2013 5474 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 2
7.02.2013 5068 Okunma


© 2024 - Akevler