Kaynak ve
Yatırım Yönetimi
“İnanıyorum ki bankalar sınırlarımızı tehdit eden ordulardan daha tehlikelidir [...] Fonlama adı altında gelecek kuşakların ödeyeceği harcamaları yapmak büyük çapta istikbal dolandırıcılığından başka bir şey değildir”[1]
Gerçekten de bankalar, halkın onlara emanet ettikleri birikimleri (tasarruf) “kredi” adı altında satarak toplumun tamamını borçlandırırlar. Elde ettikleri kâr bankalara aittir; ama zarar meydana gelirse bütün toplum öder. Yani kâr bankanın, zarar halkındır.
Mevcut sistem dâhilinde yapacak bir şey yoktur; çünkü halkın birikimlerini koruyabilmesi için başka bir seçenekleri mevcut değildir. Her yerde ulusal bir görev gibi tasarruf etmenin ne kadar kutsal bir görev olduğu halka anlatılır. Halk tasarruf eder; bu tasarruflarını bankaya götürür. Banka bu tasarrufları büyük bir kurnazlıkla kullanmaya başlar. Tasarruf sahibine “faiz” adı altında bir pay vereceğini söyler ama bu aslında hiçbir şey vermediği anlamına da gelir. Çünkü ödediği faiz enflasyonu bile karşılamayacaktır. Diğer yandan bankalar, borç üreterek kazanmaya devam ederler. Sürekli borçlanan halk, gelecek kuşakların bile ödeyemeyeceği ağır bir yükü miras olarak bırakırlar. Sonuçta herkes bankaların kölesi hâline gelir.
Kapitalist dünyada bankaların gücü, halkın tasarruflarından doğar. Tasarruf edilen miktar, kişi başına küçüktür ama milyonlarca insanın tasarrufları bir araya geldiğinde ortaya çıkan toplam sermaye, hayal gücünü bile zorlayacak düzeydedir. Tabii bununla yetinmezler, tasarrufların bankaya yatırılması bedava değildir. Bankaların yaptıkları işlemlerden dolayı kestikleri komisyonlar o kadar çoktur ki, aslında halkın tasarruflarına ihtiyaçları bile yoktur. Piyasalarda oynanan oyunları söylemeye bile gerek yok! Serbest piyasa iyidir; ama başıboş piyasa kötüdür. Devletler bankaların ve sermayenin kontrolü altında oldukları sürece, piyasalarda olup bitenlerden dolayı halkın kaybettiklerini geri kazandıracak bir mekanizmanın oluşmasını beklemek herhalde hayal olur.
Kısaca bu, sinsice ve kurnazca oynanan bir oyundur. Halkın sürekli kaybetmeye mahkûm edildiği, bankaların ve kapitalist sermayenin ise sürekli kazanması gereken bir oyun. Herkes tarafından bilinen bu sinsi oyunda bazı ipuçları da vardır. İktisat kitapları ne söylerse söylesin, bankalar ne tür oyunlar oynarsa oynasın gerçekte sermayenin sahibi halktır. Eğer halk tasarruflarını, emek birikimlerini bankalara vermekten vazgeçerse ne olur? Aslında cevap basit, bunu yapamaz, çünkü zaten borçludur. Ama bir şey yapabilir, tasarruflarını yönetme hakkını eline alabilir. Bankalara olan borçlarını öderken, yeni tasarruflarını kendisi için kullanabilir. Borçlanmak zorunda kalmayacağı, geleceğini ipotek etmeyeceği, tasarrufları ile de kazanmaya başlayacağı bir kanala yönelebilir.
Bu bir devrimdir. Devlet ve sermaye ortaklığına karşı, sisteme dokunmadan halkın gücünü kullanması inanılmaz bir şey olurdu. Gerçekçi olmak gerekirse bu o kadar uzak değil. Çünkü kapitalist ideolojinin önerdiği demokrasinin en büyük düşmanı, gerçekte demokrasinin kendisidir. Bütün kısıtlamalara ve yasal engellemelere rağmen halkın bilgi ile olan ilişkisi her geçen gün çoğalmakta ve insanoğlu, dünyayı daha rasyonel bir bakış açısı ile görme şansına kavuşmaktadır.
Öte yandan iktisadi kalkınma süreklilik arzeden, dinamik bir süreçtir ve bu süreç içinde toplumsal ihtiyaçlarla bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik mekanizmalar arasında karşılıklı etkileşimler söz konusu olmaktadır. İktisadi alanda faaliyet gösteren mekanizmalar zaman içinde toplumsal ihtiyaçların artmasına, dahası niteliklerinin değişmesine yol açabilir. Bu değişim beraberinde, ortaya çıkacak ihtiyaçları karşılayacak yeni bir iktisadi yapıya gereksinim doğurur. Daha önce olmayan kurum ve/veya düzenlemeler gündeme gelebilir. İktisadi alanda meydana gelen ilerlemelerle birlikte ülkenin kurumsal yapısında ve buna bağlı toplumsal anlayışta yaşanan bu değişim ihtiyacı sistemin dinamik yapısı içerisinde karşılık bulabilmelidir. Doğa yasalarında bir değişme söz konusu değildir. O halde iktisadi yapıyı oluşturan ilkeler de evrensel nitelikte olmalıdır. Ancak kurumsal mekanizmaların yapısı ve uygulamaya ilişkin esaslar gelişen ve değişen ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde yeniden düzenlenebilir esneklikte olmalıdır.
İktisadi Yönetim Sorumluluğu:
Zekât kurumu, doğal kaynakların yönetilmesi ve ekonomiye kazandırılması, bu kaynaklardan elde edilen gelirlerin yaşam hakkı için ayrılması ve ilgilililere ödenmesi, girdi girdi kaynaklarından başlamak üzere tüketim tercihleri ve beklentilerine varana kadar bütün aşamalarda istatistikî bilgilerin değerlendirilmesi ve bu değerlendirme için gerekli araştırmaların yapılması da sistemin üstlenmesi gereken sorumluluk alanları olacaktır. Aslında kurumun hareket alanını açıklamak için bu sınırlar da yeterli değildir; ihtiyaca göre bu alan genişletilebilir ve sistemin temel prensipleri çerçevesinde uygulanabilir.
Öte yandan zekât kurumu iktisadi süreçlerin tümünde etkin olacaktır. Yani sistem sadece para toplayan ve harcayan bir kurum değil; süreçlerin işletilmesine olanak sağlayan bir yapıda olacaktır. Bu nedenle çok daha geniş bir faaliyet alanı tanımlanmalıdır:
a. Varlık Güvenliği (Mevduat): Tasarruf sahiplerinin varlıklarının zekât bankası bünyesinde koruma altına alınması ve değerlendirilmesi (fon –karz- istismar etmek ve tasarrufların verimliliğini sağlamak)
b. Yatırım Yönetimi[2]: Kurumun asli görevi tasarrufların değerlendirilerek yatırıma dönüştürülmesidir. Bu sistemin hareket noktasını oluşturur. Genel olarak yatırımlar için herhangi bir alan sınırlaması yoktur. Verimli olan, ihtiyaç bulunan ve toplumun ilerlemesini sağlayabilecek tüm alanlarda yatırım yapılması ekonominin dengeli[3] seyretmesi için gereklidir. Zekat kurumunun görevi potansiyel kaynakları ekonomiye kazandırmaktır.
c. Kaynak Yönetimi: Zekât kurumu, yatırım yaptığı her alanda üretim için ihtiyaç duyulan girdilerin zamanında ve yeterli olarak sağlanabilmesi amacıyla, yatırımlardan gelen bilgiler doğrultusunda kaynak planlaması yapmak ve yönetmek zorundadır. Girdi kaynaklarının desteklenmesi de aynı şekilde kurumun görevleri arasında olmalıdır.
d. Doğal Kaynak Yönetimi: Doğal kaynakların işletilmesi ve kamuya kazandırılması için de kurum sorumluluk almalıdır. Yaşam hakkını ilgilendiren alanlarda kamu adına işletme görevini, yatırım ve işletme alanında profesyonel olması beklenen zekât kurumu tarafından yürütmeli ve kazanımlar muhafaza edilerek hak sahiplerine aktarılmalıdır.
Her türlü yer altı ve enerji kaynakları, sular ve doğal varlıkların işletilmesi, planlı bir şekilde yürütülmeli ve ekonomiye kazandırılmalıdır. Bu alandaki faaliyet gelirleri “yaşam hakkı” için ayrılması gereken bir pay olsa bile, istihdama sağlayacağı katkı da göz ardı edilmemelidir. Öte yandan doğal kaynaklar, aynı zamanda girdi kaynaklarıdır. Bu nedenle yatırımların verimli tutulabilmesi için de işletilmesi zorunludur.
e. İstatistik ve Bilgi Yönetimi: Zekât kurumu, pazar araştırması, kaynak araştırması, kaynak verimliliği, istihdam verimliliği gibi üretim ve yatırımın ihtiyaç duyduğu her alanda bilgi ve yeteneklerini geliştirmeli, yeterli ve etkili bilgi birikimine sahip olmalıdır. Bu şekilde üretim için gerekli olan girdi kaynaklarının yönetilmesi ve tüketim için uygun ürünlerin üretilebilmesine olanak sağlanmış olacaktır. Bu nedenle tüm süreçlere ait her türlü bilgi sistemin analiz yeteneğini artırmış olacaktır.
Öte yandan, bilimsel ve uygulama mekanizmaların tarafından geliştirilen bilgi ve teknoloji ile, bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen bilimsel bilgilerin değerlendirilmesi ve sisteme adaptasyonu da kurumun asli görevlerinden olacaktır.
Prensip olarak zekât kurumunun “sermaye”ye ihtiyacı yoktur. Tasarrufların bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan fon sistemin hareket noktasını oluşturur.
Mevduat Yönetimi:
Zekât bankası, bir bankadan çok halkın sermaye organizasyonudur. Bireylerin tek tek yapamayacakları yatırımları, geniş çaplı işbirliği[4] hâline getiren bir yapı ile başarmaları mümkün hâle gelir. Bu organizasyonun mevduatları ve yatırımı nasıl yöneteceği hususu önemlidir. Burada geleneksel bankacılık ve faizsiz bankacılık uygulamalarından farklı, ama etkin yöntemler söz konusu olacaktır. Evrensel prensipler, sistemin güvenliği ve sürdürülebilirliği açısından titizlikle uyulması gereken bir nokta olmaktadır.
Burada, tasarrufların mevduata dönüştürülmesi suretiyle sermaye birikiminin sağlanması, bir yöntem olarak öngörülmektedir. Mevduatların mevcut hareketliliği ve uygulamalardaki farklılıklar sebebiyle yönetilemez veya uygulanamaz olduğu zannedilebilir. Ancak, tasarruf edenler, reel ekonomiden pay alacaklarını biliyor ve bu paylar ile refaha ulaşabileceklerini hesaplayabiliyorlarsa bu bir sorun olmaktan çıkar. Kaldı ki, bireyin nakit ihtiyaçları için bankada bulundurduğu para, sistem açısından önemli değildir. Sistemin ihtiyacı olan şey, gelirden tasarruf edilen miktardır. O halde mevtuatın asli fonksuyonu şöyle tanımlanabilir:
Mevduat: Toplumdaki her bireyin tasarruflarından oluşan ve “infak” etmeye karar verdikleri satın alma gücünün (birikmiş emek) zekât bankasına “iştirak” amacıyla aktarılmasıdır. Banka, mevduat sahibi adına yatırım yapmak ve verimlilik elde etmekle yükümlü olur. İştiraklerden doğan tüm gelir sahibine aittir.
Kurum, bir yandan sisteme kaynak yaratırken diğer yandan sermaye güvenliğini sağlama yükümlülüğünü de üstlenmiş olacaktır. Bu çerçevede banka, bir “yatırım bankası” olmasına rağmen, güvenlik talep edenler için geçici mevduat da kabul edebilir. Bu uygulamalara esas olmak üzere iki ayrı fonksiyonu yerine getirecek şekilde yapılanmalıdır:
A. Kısa Vadeli Mevduat Taleplerinin Karşılanması:
· Ticari Bankacılık: Geçici mevduatlar için “ticari bankacılık” yöntemlerinden yararlanabilir ve bu uygulayabilir. Burada önemli olan husus, hizmetlerin bir bedel karşılığında yerine getirileceğinin mudi tarafından açıklıkla biliniyor olmasıdır. Bu çerçevede geçici veya kısa süreli mevduatlar için sistemde özel bir düzenlemeye ihtiyaç yoktur.
· Hizmet Bedeli: Banka, geçici mevduat kabulünde, mevduatlar için sağladığı güvenlik ve hizmetler için makul bir ücret talep edebilir. Bu tür mevduatlar, mevduat sahibi dilediğinde geri ödenir, herhangi bir sınırlama yapılmaz. Yani bütün arz ve talepleri prensipler çerçevesinde karşılamak zorundadır.
B. İnfak’a Dayalı Mevduat Yönetimi:
· Açıklık: Banka, infak eden mevduat sahibine, parasının hangi yöntemlerle, ne koşullarda ve hangi tür yatırımlarda kullanılacağını açıklıkla ifade etmelidir. Sözleşmede bu konuda herhangi bir boşluk bulunmamalıdır.
· Yasallık: Yatırım gerçekleştiğinde, mevduat sahibine yazılı olarak bildirim yapılmalı ve bu iştirake ilişkin hisse senedi kendisine verilmelidir. Mevduat sahibi yatırımının nerede kullanıldığını açıklıkla bilmelidir. Mudi, sahip olduğu iştirak payını dilediği gibi kullanabilir.
· Nitelik: İştirak sözleşmesinde süre yoktur. Çünkü infakın iştirake dönüştürülmesi, bir borç eylemi değil; bir katılımdır. İştirak sahibi işletme payını almakla iştirakinin karşılığını almış olur. Bu payı satabilir veya devredebilir; ama bir borç olarak kabul edilemez.
· Mülkiyet: Mevduatın geri ödeme taleplerinin nasıl yerine getirileceği, hangi süreçlere tabi tutulacağı açıklıkla belirtilmelidir. Ancak geri ödeme geciktirilmeden yapılmalıdır. Bu mânâda geri ödeme taleplerinin karşılanması için olası yöntemler:
a. Bankada mudi adına tutulan veya mudinin kendisine teslim edilmiş olan hisse senetlerinin satışına, banka aracılık edebilir.
b. Mudi, elinde bulunan hisse senedini bir başkasına devredebilir. Bu durumda mudinin bankaya bildirimde bulunması istenir.
c. Banka, hisse senedinin bir başka yatırımcıya devredilmesine aracılık edebilir.
· Yararlanma: Geri ödeme talebi, talep gerçekleştiği ana kadar işlemiş bulunan kâr payı da mevduata eklenerek karşılanır. Geri ödeme talebi yoksa pay sahibi iştirak payını elinde bulundurduğu sürece gelirinden yararlanır.
Yol ve yöntemler detaylandırılarak kurallara bağlanmalı ve sistem bu kurallara göre işletilmelidir. Geleneksel faizsiz bankacılığın uyguladığı iktisadi enstrümanlar, bu sistemde yer almamalıdır. Çünkü zekât bankacılığı, bir yatırım bankacılığıdır ve mevduatlar, pazarın fonlanmasında kullanılamaz.
Fon Yönetimi ve İştirakler:
Zekât kurumu tarafından hazırlanan ve fonlanmasına karar verilen projeleri banka nasıl yönetecek ve yatırımı hangi esaslara göre yapacak? Bu soru oldukça önemlidir. Genel olarak banka, bir kredi kuruluşu değildir. Yani elinde bulunan birikimleri kredi yoluyla işletmelere veya üçüncü tarafa aktaran ve buradan gelir/faiz elde eden bir uygulama yapamaz. Fonlama/kaynak sadece doğrudan iştirak yoluyla mümkün olur. Prensiplere bağlı olarak iki aşamalı bir süreç karşımıza çıkar:
A. Proje Aşamasında:
Verimlilik Analizi: Yatırım yapılması öngörülen projenin faaliyete geçmesi ile birlikte elde edilecek olan fayda ve bu faydanın üretilebilmesi için gerekli olan nitelikli iş gücü belirlenmelidir. Üretilecek ürünün tüketim olasılıkları analiz edilmeli ve ne tür üretim araçları ile optimum verimliliğin elde edileceği tespit edilmelidir. Tesis ve personel ihtiyaçları tespit edilip bu doğrultuda planlanma yapılmalıdır. Zekât Kurumunun görevi olacaktır.
Sermaye İhtiyacının Belirlenmesi: Üretim için gerekli olan üretim araçları ve girdi ihtiyaçları (tesis, makine, girdi ihtiyaçları) belirlenerek işletmenin en verimli şekilde çalışabilmesi için ihtiyaç olan yatırım maliyeti çıkarılarak optimum kaynak/sermaye miktarı belirlenmelidir. Eksik yatırım ve yetersiz sermaye, verimsiz üretim demektir.[5] Bu da maliyetlerin yükselmesine ve rekabet olanaklarının ortadan kalkmasına neden olur. Bu amaçla:
a. Tesis ihtiyacı
b. Makine ve ekipman ihtiyacı
c. İşgücü ihtiyacı
d. Kaynak/girdi ihtiyacı
e. Pazara arz ve dolaşım için gerekli olan süreçlerin maliyetleri ile diğer olası maliyetler, optimum düzeyde belirlenmeli ve gerekli olan sermaye için kaynak oluşturulmalıdır.
Zekât kurumu ihtiyaç olan sermaye miktarını titizlikle belirler ve bankaya bildirir. Girişim finansmanı, devlet/vergi kaynaklarından sağlandığı için işletme için ayrıca bir maliyet unsuru değildir. Fikri haklar, üretime entegre edilmiş ve sürekliliği olsa bile vergi kaynaklarından karşılanması gereken bir durumdur. Bunların işletmeye maliyet etkisi yoktur.
İştiraklerin Belirlenmesi: İşletmenin üretime başlayabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için gerekli olan sermaye miktarı tespit edildikten sonra, sermayeyi karşılayacak miktarda geniş katılımlı iştirak payları tespit edilmeli ve katılım sağlanmalıdır. Böylece üretim sonrası gelirin nasıl bölüşüleceği de belirlenmiş ve mümkün olan en geniş katılım ile işletmenin oluşturulması sağlanmış olacaktır. Banka, bünyesindeki mevduat havuzu sayesinde gerekli olan katılımı gerçekleştirecektir.
İşletmenin Kurulması ve Yönetimi: İşletme, belirlenen sermaye ihtiyacına göre bir iştirak olarak kurulmalı ve faaliyete geçirilmelidir. İşletme payları iki ana kategoride değerlendirilir.
a. İştirak Payları: Tasarrufları ile işletmeye katılan iştirakçiler.
b. İşgücü Payları: Emeği ile işletmeye katılan iştirakçiler.
Böylece işletme bir kamu/halk iştiraki şeklinde yapılandırılmış olacaktır. Ancak halkın işletme yönetimi ile ilgisi yoktur. Çünkü işletmenin yönetimi profesyoneldir[6] ve halk, iş gücü olarak bu işleyişe iştirak edecektir. Personel, kriterlere göre seçilir ve bu doğrultuda görev yapar. Verimlilik denetimi zekât kurumunun görevidir.
Bu amaçla, işletmenin niteliğine göre, kimler tarafından nasıl yönetileceği, sorumluluk ve denetimin nasıl yapılacağı zekât kurumu tarafından önceden belirlenmeli ve ihtiyaç kadar personel görevlendirilmelidir. Buna göre işletme projenin uygulanmasına karar verildiği andan itibaren zekât kurumu tarafından oluşturulur. Böylece işletme sözleşmesi için gerekli olan temel prensipler ve üretim süreci ile ilgili veriler belirlenmiş, sözleşmeye göre faaliyete geçirilmiş olur. Yani bütün süreç, öngörülebilir bir yapıya kavuşur.
B. Kuruluş Aşamasından Sonra:
İşletme kuruluşu tamamlandıktan sonra fiziki olarak faaliyete geçmesi ve üretime başlayabilmesi için altyapı ihtiyaçlarının karşılanması ve işletme için optimum verimi sağlayacak fiziki yapılanmanın da tamamlanması gerekli olacaktır.
Arazi Tahsisi[7]: Üretim tesisinin kurulabilmesi için araziye ihtiyaç vardır. Uzun vadede olası ihtiyaçlar ve olanaklar çerçevesinde, uygun büyüklükteki arazi, tesis kuruluşu amacıyla kamu kaynaklarından talep edilir ve tahsis edilmesi sağlanır. İşletme, faaliyete geçtiğinde kamuya arazi/toprak kirası ödeyerek toprağın kullanma hakkını elinde bulundurmuş olacaktır.
Tesis İhtiyacının Karşılanması[8]: Üretim için gerekli olan tesis, üretimin doğasına uygun nitelikte ve büyüklükte planlanarak kurulmalıdır. Bir kampüs olarak planlanacak olan üretim tesisi, üç bileşenden oluşur:
a. Fiziki Üretim Tesisi: Planlanan üretim için gerekli olan makine parkı ve ekipmanlar ile işletmenin diğer birimlerini içine alacak uygun büyüklükte alan, fiziki üretim tesisi olarak yapılandırılmalıdır.
b. Konaklama Ünitesi: İşletmeye iş gücü ile katılanların verimli olabilmeleri için zamandan tasarruf edilmesi gerekliliği açıktır. Taşımanın en aza indirilebilmesi ve iş gücünün dinlenme ihtiyacının karşılanması için bu ünite gereklidir. Bu amaçla tesisler, bir kampüs şeklinde yapılandırılmalı ve personel için medeni koşullarda konaklama olanakları içermelidir.
c. Sosyal Tesisler: Sosyal hayatın ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanakların sağlanabilmesi ve iş gücünün boş zamanlarını rehabilite edecek nitelikleri haiz üniteler içermelidir. Böylece iş gücü, ihtiyaçlarını bulunduğu ortamda karşılayabilecektir.
Her projenin bir “kampüs” olarak kurgulanması gereklidir.[9] Çünkü ulaşım giderleri, işletmeler için önemli bir maliyet getirmekte ve verimliliği de etkilemektedir. Bu nedenle çalışma günlerinde, çalışanların yararlanmaları için sosyal konutlar bulunmalıdır. Bu tür konutların üretimi, ulaşım giderlerine göre çok daha avantajlı ve verimlilik açısından çok daha faydalı olacaktır.
Böylece çalışanlar, her akşam evlerine gitmek zorunda kalmayarak bütün ihtiyaçlarını bulundukları kampüste giderebileceklerdir. İşçiler, mesai günlerinde çalışma dışı zamanlarını yolda harcamak yerine dinlenerek geçirebilecektir. Kampüste, her türlü ihtiyacın karşılanabileceği alışveriş, beslenme ve sosyal aktivite olanakları bulunmalıdır.
Bölüşümün Sağlanması: İşletmenin amacı, üretim yoluyla faydayı çoğaltmak[10] ve dengeli bölüşümü sağlamaktır.[11] Bölüşüm, üretime iştirak yoluyla katılanlar, üretime emekleri ile katılanlar ve kamu arasında gerçekleşir ve banka tarafından yönetilir.
a. İşgücü Payı: Kâr emeğin marjinal ürünüdür. Üretime emek ile katılanların kârdan pay almaları doğaldır. Bu nedenle iş gücü işletmeden iki şekilde yararlanır:
· Üretimde harcadıkları emek sebebiyle ücret istihkak ederek.
· Toplam üretimden elde edilen marjinal faydadan, harcadıkları emek miktarıyla orantılı olarak kâr payı alarak.
b. İştirak Payı: Üretime tasarrufları ile iştirak edenler, iştirak miktarına orantılı olarak kârdan pay alırlar.
c. Kamu/Devlet Payı: Toprak kimseye ait değildir. Dolayısıyla topraktan elde edilen faydada herkesin hakkı vardır. Bu nedenle üretimde de herkesin hakkı vardır. Bunun için iki kalemde devlet payı ödenmelidir:
· Toprak Kirası: Üretim tesisi için tahsis edilen toprağın kirası, sabit bir bedel şeklinde devlete “yaşam hakkı payı” olarak ödenecektir.
· Vergi Payı: Devletin nüfusa ve ihtiyaçlarına göre belirleyeceği miktarda vergi (sadaka), üretimden ödenecektir.
Böylece üretim nedeniyle ortaya çıkan fayda, toplumun bütün kesimleri ile dengeli bir şekilde bölüşülmüş olacaktır.
İşletme, kaynak kullanımı nedeniyle kimseye borçlu değildir. Tasarrufları ile işletmeye iştirak edenler, işletmeden iştirak paylarını peşin olarak almış; gelirinden yararlanma hakkı elde etmişlerdir. İştirakçiler, isterlerse ellerinde bulunan payları başkasına devredebilirler. Ancak bu bir borç değildir ve işletmenin kullandığı kaynağı geri ödeme yükümlülüğü yoktur.
İşletmenin tüm faaliyetleri zekât kurumu tarafından denetlenmekte ve takip edilmektedir. Dolayısıyla işletmenin tüm finansal hareketleri de zekât bankası aracılığı ile yürütülür. Böylece iştiraklerin yönetilmesi de mümkün hâle gelecektir. Bu, aynı zamanda bankanın sahip olduğu imkânlara da erişim hakkı verir. Yani işletmenin ihtiyacı olan istatistik ve analiz bilgileri, pazar olanakları gibi hayati bilgiler zamanında ve sağlıklı olarak işletmeye aktarılır[12] ve verimlilik sağlanmış olur.
Zekât sistemi, yapısal bir değişiklik öngörmekte ve ortaklık sistemini yeniden tanımlamaktadır. Buna göre tasarruf sahibi, şirketlere doğrudan değil; dolaylı olarak ortaktır/iştirakçidir. Her ne kadar işletmeye ait hisse senedine sahip olsalar bile, işletme yönetiminde söz sahibi değillerdir. İşletmeler, profesyonel bir yapıdadır ve sermayedeki ortaklık ise sadece “banka” aracılığı ile mümkündür. Yani herkes mevduatı kadar yatırımlara iştirak etmiş olmuş olur. Banka, mudileri adına yatırım yapar ve iştirakler oluşturur.
Burada da karmaşık bir durum söz konusu değildir. Çünkü banka, yatırımlara doğrudan katılmak zorundadır. Krediyi verip bekleyemez. Yani işletmede fiili olarak yer almak, yönetimine katılmak ve finansal faaliyetleri izlemek zorundadır. Dolayısıyla yapılacak ortaklık çeşidi ne olursa olsun, hiçbir şekilde faizden söz edilemez. Sözleşme serbestliği çerçevesinde, uygun olan şartlarda ortaklık tesis edilebilir ve yürütülebilir. Bu mânâda herhangi bir sınırlama getirilemez. Çünkü bütün ortaklıklar, geniş katılımlı iştirakler şeklinde olmak zorundadır. Tüm iştirakler, evrensel prensiplere uygun olmalıdır. Bu nedenle bankanın sadece işletmeyi veya projeyi fonlayıp beklemek gibi bir seçeneği yoktur. Banka, aynı zamanda yatırım verimliliğinin de tarafı olacaktır.
Kimileri, böyle bir sistem önerildiğinde “teminatsız kredinin mümkün olamayacağı” varsayımına dayanarak sistemin işlemeyeceğini zannetmektedirler. Ancak, “Teminatsız kredi/fon olur mu?” sorusuna verilecek cevap “evet”tir. Çünkü gerçekte sistem içerisinde yapılan işlem, doğrudan yatarım yapmaktan ibarettir. Geliştirilen projelerin ihtiyaç duyduğu sermaye banka kaynaklarında zaten vardır. Yani sermaye halkın birikimlerinden elde edilen bir şeydir. Banka sadece bu birikimleri üretime kanalize etmek suretiyle iştirak oluşturur. Kimseye kredi veya borç vermiş olmaz. Çünkü bütün yatırımlar, kamu/halk iştiraki şeklindedir. Yani banka, bir projeyi alır ve mevduat sahipleri adına doğrudan yatırım yapar. Çünkü zekât kurumunun proje geliştirmek için olanakları vardır. Projeyi geliştiren uzmanlar, aynı zamanda yatırım sorumluluğunu da üstlenirler. Dolayısıyla yatırıma aktarılan fonun nasıl kullanıldığı ve verimliliği de denetlenebilir hâle gelir.
Böylece bankanın yaptığı yatırımdan elde edilen gelir, sisteme geri dönmeye başlar. Banka, işletmenin kamu adına oluşmasını sağlamıştır ve gelirini de yönetmek zorundadır. Çünkü işletmenin gerçek sahibi halktır. Yani tasarruf sahibi, işletmenin gerçek sahibidir. Ne var ki halk, işletmeyi yönetemez. Bu yüzden yönetim profesyoneldir. Kaldı ki işletmeler kamu ortaklığı şeklinde yapılandırılmış olmaları sebebiyle profesyonel yönetime sahip anonim kurumlar olacaktır.[13] Dolayısıyla işletme gelirinden halk, sürekli olarak yararlanma imkânına kavuşacaktır.
Zekât bankası, esasen kimseye kredi vermemiştir. Projeyi hayata geçirmiş, ondan gelir elde etmiş, istihdam yaratmış ve yatırımı gerçekleştirmiştir. Banka, sadece iştirak gerçekleşmesi için aracılık etmiştir. Yapılan işlem budur. Dolayısıyla burada herhangi bir faiz söz konusu olmadığı gibi, üçüncü tarafa aktarılan yahut üçüncü tarafın denetimine veya tercihine bırakılan bir fon veya kredi de söz konusu değildir. Yatırımcı, zaten işletmeye aktardığı fon oranında pay almıştır. Dolayısıyla borç da yoktur.
Yatırım güvenliği, sigorta fonu ile zaten sağlanmaktadır. Bankanın mevduat sahipleri adına iştirakler oluşturarak yatırım yapması ise, sadece bir vekâlet meselesidir. İnfak eden, mevduatı bankaya aktarmakla bu yetkiyi zaten tanımış olur. Banka, yatırımlar sebebiyle oluşturduğu iştirak paylarını ise doğrudan mevduat sahibine aktarır. Yani herhangi bir kredi konusu değildir.
Yatırım Yönetimi:
Sistem, sınırlı olmamakla birlikte Tarım, endüstri ve teknoloji alanlarında yaygın yatırım-üretim ve istihdam yaratmakla yükümlüdür. Buna göre:
1. Tarımsal Üretim: Gerek doğrudan tüketiciye ulaştırılan gerekse üretim için hammadde girdisi olan tarımsal ürünlerin üretiminin desteklenmesi ve planlanması. Bu amaçla üretime iştirakin sağlanması ve uygulanması gereklidir. Bu çerçevede:
· Tarımsal üretimi destekleme (tarım ve hayvancılık).[14]
· Tüketim ihtiyaçları belirlenerek tarımsal üretimin koordinasyonu ve bu şekilde tüketim kadar üretimin sağlanması.
· Üretim koşullarının iyileştirilmesi, ürün geliştirme ve üretim standartları gibi bilimsel araştırma sonuçlarının tarım üreticisine aktarılması.
· Tarımsal ürünlerin işlenmesi için üretim tesislerinin desteklenmesi, uygun şekilde konumlandırılması ve böylece “Tarım Sanayii” geliştirilerek istihdamın kalıcı hâle gelmesi.
· Tarım planlaması. İhtiyaç olmayan ürünlerin üretilmesine izin verilmez. Böylece üretilen her ürünün satış şansı olur ve zarar meydana gelmez.
2. Sanayi Üretimi (Endüstri): Modern dünyanın ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamı kolaylaştırmak ve teknoloji üretmek önemli konulardır. Gerek tüketici ihtiyaçlarının giderilmesi ve gerekse teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması ve üretiminin sağlanması, bu çerçevede değerlendirilmelidir.
3. Bilim ve Teknoloji: Genel olarak bilimsel faaliyetlerin tümü, vergi kaynaklarından karşılanır. Dolayısıyla bilim ve teknoloji alanlarında yapılacak olan çalışmaların (araştırma ve geliştirme dâhil) tümü, devletin sorumluluğundadır. Ancak, ortaya çıkan bilimsel gelişmeler ve yeni teknolojilerin üretime entegrasyonu, zekât kurumunun işidir. Bu nedenle üretimin ihtiyacı olan yeni teknolojilerin belirlenmesi ve bu alanlarda çalışmaların yapılabilmesine zemin hazırlanmalı, geliştirilen teknolojinin üretime hızla entegrasyonu sağlanmalıdır.
Sistemin sürdürülebilir olabilmesi, kaynak sağlanan iştiraklerin verimli faaliyet göstermesine bağlıdır. Bu nedenle kurum sadec kaynak ve bilgi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda işletmelerin faaliyetlerine de katılır. Bu katılım hem işletmelerin ihityacı olan girdi kaynaklarının yönetimi ve bilgi akışının sağlanması, hem de işletmenin aktif yönetimine katılım şeklinde olacaktır. İlkesel olarak işletme yönetimi her ne kadar işletmenin emek iştirakçileri olsalar bile, görev bakımından kurum tarafından görevlendirilmiş profesyonel kimselerden oluşur. Bu durum hem işletmenin sistem ile senkronizasyonu hem de yönetim körlüğünün oluşmasını önleyecektir. Çünkü işletme yönetimini üstlenenler, “başarı” kriterlerine göre görevlerini sürdürebileceklerdir. Aslolan üretimin sürdürülebilir olmasıdır. Bu sebeple:
Yönetimin Oluşturulması[15]: Zekât Kurumu, kaynak sağlamaya karar verdiği proje için, o iş kolunda uzman bir ekip görevlendirir. Bu ekip, yeterli sayıda ve yatırımın her aşamasını yürütebilecek yeteneği haiz olması gerekir (en az beş kişiden oluşur: yatırım, tedarik, üretim, yönetim ve pazarlama). İşletmenin yönetimini üstlenenler işletmeye aynı zamanda kurumsal bilginin de transfer edilmesini sağlayacaklardır.
İhtiyaçların Belirlenmesi[16]: Makine ve ekipmanların temini, binaların inşa edilmesi gibi her aşamada projeye uygun karar almalı ve uygulamalıdırlar. Görevlendirilen ekip, projenin sağlıklı yürütülmesinden de sorumlu olmalı, ihtiyaçları zamanında tespit ederek verimliliğin sürekliliğini sağlayacak yeterlilikte olmalıdır.
Girdi Kaynaklarının Belirlenmesi[17]: İşletme faaliyete başladıktan sonra işletmenin ihtiyacı olan hammadde tedarikçilerinin yönetilmesi sağlanmalıdır. Bunun için banka, iyi bir pazar araştırması yapmak ve kapasiteleri bilmek zorundadır. Örneğin, işletme tarımsal girdiler ile üretim yapıyorsa ihtiyacı olan hammadde miktarı, yine zekât bankanın fon sağladığı tarım üreticisine aktarılarak ihtiyaç olan hammaddenin üretilmesi sağlanır. Böylece tarım üreticisi, ürettiği bütün ürünü satabilir; yatırım çalışır ve sürdürülebilir hâle gelir. Hem tarım üreticisi ürününden zarar etmeyecek hem bu girdilerle üretim yapan işletme, ihtiyaçlarını nasıl temin edeceğini önceden biliyor olacaktır. Hammadde girdilerinin planlanabiliyor oluşu, üretim maliyetlerinin düşmesine neden olur. Bu da verimliliği artırır.
Talep Aanalizi[18]: Talebe göre üretim esastır. Ancak pazarda talebin yaratılması ve sürdürülebilir hâlde tutulması için etkin enstrümanlar kullanılmalıdır. Tüketim potansiyelinin önceden belirlenebilmesi, tüketici tercihlerinin analizi yoluyla mümkündür. Gerek fiyat esnekliği ile talebin yönetilmesi, gerekse sunum çeşitliliği ile ürünün anlatılması gibi yöntemlerle talebin dinamik kalmasını sağlamak gerekir. Bu, aynı zamanda talebe göre üretimin gerçekleşmesi için de gereklidir.
Bilgi Akışının Sağlanması[19]: Kurum, fonladığı kaynaklardan işletmeye Ar-Ge ve istatistik/analiz desteği sağlamalıdır. Yeni ürünlerin geliştirilmesi, işletmenin yenilenmesinin sağlanması ve ihtiyaçlara zamanında ve hızlı cevap vermesi için bu, önemlidir.
Dolaşım Sürecinin Yapılandırılması[20]: Üretilen ürünlerin tüketiciye ulaştırılabilmesi için dolaşıma aktarılması gerekir. Tüccar, üretim kanalının bir parçası olacağı için dolaşım süreci de üretim kanalının bir parçasıdır. Bu aynı zamanda markalaşmayı da kolaylaştıran bir sonuç doğurur. Dolaşım sürecinin doğru yönetilmesi, zaman ve mesafe maliyetlerini en aza indirerek fiyat-maliyet optimizasyonunu sağlanmış olur.
Sistemde klasik anlamda ara satıcılar, “tüccar/komisyoncu” yer almaz. Gerçekte sistem bunları ortadan kaldırmaz. Sadece dönüştürülerek sisteme entegre olmaları sağlanır. Çünkü üretilmiş olan bir mal veya hizmet, tüketici ile buluşuncaya kadar tüm süreçlerde üretimin mülkiyeti altında olacaktır.
Bu nedenle üretim, doğası gereği “tüccar” üretim kanalının bir parçası olan satış-bulundurma noktası haline gelmiş olur. Yani tüccar, nitelik açısından dönüştürülmüş olacaktır. Bu şekilde sistemin bilgi akışı[21] sağlanmış olacak, üretim-tüketim dengesi kurulabilecektir. Süreç içerisinde bu ilişki, aynı zamanda organik hâle gelecek ve üretim noktasından tüm satış noktaları kolaylıkla izlenerek talebin analizi yoluyla üretim şekillenebilecektir.
Rekabet Yönetimi:
Rekabet, piyasada, mal ve hizmetlerin, dolayısıyla işletmelerin birbirleriyle kıyasıya mücadele etmesi anlamına gelmez. Böyle bir mücadele rekabet değildir. Çünkü rekabet, başkalarının zayıf anlarını gözetleyip onlara zarar verecek, mal ve hizmetlerin fayda üretmesini engelleyecek veya başka mal ve hizmetlerin üretilemez hâle gelmesine neden olacak bir faaliyet değildir.[22] Gerçekte rekabet pozitif bir yarışmadır ve şu şekilde tanımlanabilir:
Rekabet[23] : Bir mal veya hizmetin en iyi koşullarda en uzun süre dolaşımda kalmasını sağlama, yeni ve fonksiyonel ürün ve hizmetlerin geliştirilebilmesi için fırsat yaratma işidir.
Açıkçası rekabet, fırsat yaratma işidir. Profesyonel ve kurumsal bir faaliyettir.[24] Amaç, başkalarına zarar vermek değil; yeni ve daha fonksiyonel ürün ve hizmetlerin piyasaya çıkmasını sağlamaktır. Amaç üretim sürekliliğini[25] sağlama ve yeni üretim olanakları ile üretimi sürdürülebilir hâle getirmektir. Bu nedenle rekabet, fiyat üzerinde gerçekleşmez. Fiyat üzerinde yapılan rekabet, ilkel ve vahşi bir rekabet türüdür ve yine ilkel bir yöntem olan “pazarlığa dayalı fiyat oluşturma” çabasının doğal bir sonucudur. Yani emeğin hakkını göz ardı eden, sadece tüccarı ve fırsatçıları besleyen bu yöntem kabul edilemez. .Çünkü:
· Rekabet, gözlem ve analize dayanır. Böylece tüketim ve tüketici eğilimlerini takip ve analiz etmek suretiyle ürün veya hizmetlerin hangi koşulda daha iyi pozisyon alacağını öngörmektir.
· Rekabet, fiyat üzerinde değil; üretimdedir. Tüketici eğilimleri, fiyattan çok bir malın sağlayacağı fayda ve pratik sonuçları ile ilgilenirler. Gözlenen şey de budur. Böylece tüketici taleplerine cevap verilmiş olur.
· Rekabet, fırsat yaratma işidir. Başkalarının zayıflıklarından yararlanmak veya fırsatçılık rekabet demek değildir. Rekabet, beklentileri zamanında analiz ederek fırsat yaratma işidir. Böylece üretim verimliliği ve sürdürülebilirliği korunmuş olur.
· Rekabet, tüketici beklentilerini analiz ederek zamanında ve taleplere en iyi şekilde cevap verebilecek nitelikte ürünlerin piyasaya sürülmesini sağlayan etkin bir yöntemdir.
· Rekabet, gelişmek/ilerlemek içindir. Daha iyi ve fonksiyonel ürün, daha iyi üretim koşulları ve teknoloji gerektirir. Araştırma ve geliştirmeye ihtiyaç duyar. Bu da gelişmeyi sağlar. Yani rekabet, pozitif bir yarıştır.
· Rekabet araştırma ve gözleme dayanan, buradan elde edilen bilgilerin analizi sonucunda yeni ürün veya hizmetlerin üretilmesine zemin hazırlayan bir faaliyettir. Pozitif bir süreçtir.
Rekabet, serbest piyasanın işler hâlde tutulması için de önemlidir. Yeni ürünler, yeni tercihler demektir. Yeni ihtiyaçlara cevap vermek, yeni üretim koşulları yaratmak anlamına gelir. Yani sürekli ve istikrarlı bir döngü için rekabet, kaçınılmazdır. Ancak fiyatın rekabet koşullarına etkisi yoktur. Böylece, nihai tüketiciye ulaşma aşamasında oluşan aşırı fiyat hareketleri, ortadan kaldırılmış ve fiyatlarda rahatlama sağlanmış olacaktır.
Risk Yönetimi:
Bir iktisadi faaliyet gerçekleşiyor, yatırım ve üretim söz konusu oluyorsa aksaklıkların meydana gelmesi, arızaların ortaya çıkması zarar veya hasar oluşması da olasılıklar dâhilindedir. Üretim süreçlerinin planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, olası riskleri en aza indirecektir; ancak tümüyle ortadan kaldırmayabilir. Sistemin yönetim, denetim ve verimlilik sorumluluğu zekât kurumuna aittir. Olası hasarların veya aksaklıkların giderilmesi için sigorta fonu oluşturulmuştur. Ancak süreçlerin sürekli ve etkin takibi, olası aksaklıkların önceden belirlenebilmesi ve giderilmesine de olanak sağlar. Böylece kalıcı hasarların oluşması önlenmiş olur.
Konvansiyonel uygulamalardaki kredi istismarı nedeniyle borçlunun aldığı krediyi geri ödemesine dayanan faktörel riskler veya bankacılık riskleri, bu sistemde söz konusu değildir. Çünkü sistem kimseye kredi vermez. Doğrudan yatırım yapar. Dolayısıyla işletmeler, kullandıkları kaynağı geri ödemek zorunda değildir. Bundan dolayı faktörel anlamda risk yönetimi söz konusu değildir. Bunun için neden ve şartlar yoktur.
Risk, yalnızca olası aksaklıklardan veya eksikliklerden kaynaklanabilecek verimsizliklerin ortaya çıkması ile mümkün olabilir ki, bunun için sigorta fonu ve denetim mekanizmaları önceden tedbir almışlardır. Çünkü olası aksaklıklar veya hasarlar, doğrudan zekât kurumunun sorumluluğundadır. Bu nedenle, bir yandan yatırımların etkin ve verimli yönetilmesi gerekliyken diğer yandan yatırım güvenliğinin sağlanması kaçınılmaz olacaktır.
Gerçekte bir mal üretilmiş olması sebebiyle asla zarar etmez. Pratikte bu mümkün değildir. Eğer bir mal “x” fiyatına mal oluyor ve “x+” fiyatına tüketiciye sunuluyor ise, bunun zarar etmesi mümkün değildir. Talep miktarı değişebilir ama zarar oluşmaz. Eğer borç ve pazarlığa dayalı fiyat uygulamaları ortadan kaldırılıp rasyonel bir süreç uygulamaya konulursa, böyle bir zarar olasılığı tümüyle ortadan kalkar. Bu nedenle zarar sadece fiziki hasarlar veya doğal sebeplerle ortaya çıkar ki, bunun için de risk sigortası vardır. Bu hem iştirakçilerin zarara uğramasını önlemek hem de verimliliğin sürekliliğini sağlamak için gereklidir. Sistem, riskleri analiz etmek, olasılıkları belirlemek ve müdahale edilmesini sağlamak için yapılanmış olmalıdır.
Verimlilik Açısından İnsan Kaynakları Yönetimi:
Gerçekte zekât kurumu, uygulayıcı ve aracı kurumdur: Halkın tasarruflarını yatırıma kanalize eden ve bu yatırımlardan elde ettiği geliri yine halk ile paylaşan bir aracı kurum. Temelde kazanımlarını tasarruf sahipleri adına yapar ve onlar adına hareket eder. Söz sahibi olan tasarruf edenler, yani halktır. Dolayısıyla kurum kararlarını siyasete veya sermaye kuruluşlarına göre değil; halkın çıkarlarına göre vermek zorundadır.
Öyleyse sistem, dinamik personel yapısına sahip olmalıdır. Her kademe için sorumluluklar belirlenirken, uygulayıcıları açısından esnek olmalı, sınırlayıcı olmamalıdır.[26] Yetki ve sorumluluklar kullanılırken ilke ve kurallara göre bağımsız hareket etme fırsatı tanınmalıdır. Bu bakımdan personel rejimi önem taşımaktadır. İnsan kaynaklarının doğru konumlandırılması, sistemin verimliliği için hayati önem taşır. İşletmelerin faaliyetlerini yerine getirebilmeleri için ihtiyacı olan araçların var olması ve öngörülen amaçlara ulaşmasını sağlayacak nitelikte kişilerin/uzmanların istihdam edilmesi, bir işletmenin yönetim fonksiyonu açısından oldukça önemlidir. Çünkü bir işletmeye yön veren ve onu başarıya veya başarısızlığa sürükleyen insan gücü, aynı zamanda faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde vazgeçilemeyecek bir üretim faktörüdür. Şu halde:
Paydaşların Çıkarları: İşletmenin faaliyetlerinden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenebilecek kesimler ile çıkar paralelliği gözetilmelidir. Halka yönelik organize paydaşlık tesis edecek yöntemlerin geliştirilebilmesine olanak sağlanmalıdır.
Yönetim: İş kolunun gerektirdiği niteliklere haiz uzman kimselerden oluşturulmalıdır. Görev tanımları yapılmış olmalıdır.
Uygulama: Sistemin kararlarını uygulayacak olan uzmanların seçimi, nitelikli olmalıdır. Din, dil, ırk, inanç gibi faktörler göz ardı edilmeli, ehliyete göre değerlendirilmelidir.[27] Çünkü bu personel, aynı zamanda yatırımları da yönetecek ve verimliliğini sağlayacaktır.
Çalışanlar: Çalışanlar, iş kolunun nitelikleri çerçevesinde yine ehliyetlerine[28] göre istihdam edilebilir olmalıdır. Bunlar alt kademe görevlileridir. Kurallara ve kararlara göre hareket edeceklerdir ancak uzman olmalıdırlar. Giriş seviyesinde karar alabilmeli ve uygulayabilmelidirler.
Sürdürülebilirlik açısından bütün görevler, kurumsal faaliyet içerisinde her kademe için ayrı ayrı ve net olarak önceden tanımlanmalı ve prensiplere uygun kriterler belirlenmelidir. Bundan sonra, gerekli olan insan faktörünün nitelikleri öne çıkmalı, ehliyet ve yeterlilik aranmalıdır. Nitelikli istihdamın gerçekleşebilmesi, ancak nitelikli görev tanımlarına bağlı olacaktır:
Yönetim Felsefesi: Sistemin genel prensiplerine uygun kural ve uygulama niteliklerini tanımlar. Bu kurallar, personel rejiminin de belirleyicisidir. İhtiyaç duyulan iş gücü, sistemin prensiplerine ve koşullarına uyumlu hareket edebilecek yeterlilikte olmalıdır.
Strateji: Sistem, dinamik yapısı gereği her alanda strateji geliştirebilecek, ticari veya iktisadi öngörüleri olan iş gücünü tercih etmelidir. Elbette bu durum, belli bir uzmanlık ve eğitim de gerektirecektir. Sistemin her kademesi için aynı prensiplere göre değerlendirme yapılmalı ve tercihte bulunulmalıdır.
Teknoloji: Sistem, verimlilik esasına dayanır. Bu nedenle yapılacak yatırımlar zamanında ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Çünkü kaynaklar, uzun süre âtıl bırakılamaz. Bu nedenle teknoloji uygulamaları, önem taşımaktadır. İşgücünün teknoloji kullanımına yatkın ve yeterli olması beklenir.
Uyumluluk: Sistemin sağlıklı işleyişi için kurallara ve kararlara uyumluluk esastır. Herkes kendi kararlarından dolayı sorumluluk almalıdır. Gerek yasal, gerekse toplumsal çıkarlara uygunluk her kademede birinci hedef olmalıdır. Bütün kararların sistemin genel prensipleri içerisinde alınması gerekli ise de bu kararlar, yasalara veya toplumun çıkarlarına aykırı olamaz.
Çalışanların etkisi, hiçbir aşamada göz ardı edilemez. Yönetimden karar mekanizmalarına, alt kademe faaliyetlerine kadar her aşama titizlikle planlanmalı ve iş gücü uzmanlık kriterlerine göre seçilmelidir. Çünkü iş gücü, sistemin çekirdeğini oluşturacak, onu verimli veya verimsiz kılacaktır.
Çalışan Etkisi: Prensiplere ve kurallara göre belirlenmesi gerekir. Sistemi etkileyecek bir unsur olduğu unutulmamalı, yapısal dejenerasyona izin verilmemelidir.
Ödüllendirme: Her başarı ödüllendirilmelidir. Bunun için önceden belirlenmiş kurallara göre ödül sistemi geliştirilmeli ve başarılı olanlar için herhangi bir ilave himmet gerekli olmaksızın uygulanmalıdır.
Çalışma Sistemi: İşgücünün verimli çalışabileceği uygun ortamlar oluşturulmalıdır. Modern, pratik ve teknoloji ile uyumlu mekânlar olmalıdır. Çünkü çalışma ortamı ve sistemi, iş verimliliğini etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Kurallar, herkes için belirlenmiş olmalı ve esnetilmemelidir.
Ürün yönetimi açısından insan kaynaklarının etkisi ve konumu da önemlidir. Çıktılar açısından son derece dikkatli bir konumlandırma gerekmektedir. Çünkü çalışan davranışları, eylem merkezli sonuçlar üzerinde etkili olacaktır. Bu nedenle çalışanların işbirliğine açık ve istekli olmaları gereklidir. İstismar edilen kaynakların yerine konulabilmesi için doğru noktalara kanalize edilmesi ve takibi gereklidir. Bu nedenle :
İşbirliği: Bilinçli bir işbirliği geliştirilmelidir. Bu faaliyetler üzerinde etkisi olan kurumlarla olması gerektiği gibi, diğer alanlardan elde edilebilecek çıkarların gözetilmesi açısından da önemlidir. Çünkü sistem, kolektif çalışma gerektirmektedir. Bu bir bilinç ve eğitim meselesidir. Kurumsal faaliyetler açısından da önem taşımaktadır.
Taahhüt: Kurumsal taahhütlerin veya yatırım süreçlerinin zamanında ve etkin olarak yerine getirilmesi gerekir. Verimliliğin sağlanması, kaynakların atıl bırakılmaması ile mümkündür.
Kalite: Süreç gereksinimlerine cevap verebilme yeteneğini haiz olmalıdır. Dinamik ve zamanında yapılacak müdahaleler aksamaları önleyecek, verimliliği sağlayacaktır.
Esneklik: Kararlarda esnek olmak gerekir. Uygulama süreçlerinin proje aşamasında planlandığı gibi gelişmeyebileceği göz ardı edilmeden sistemin akışını sağlayabilecek nitelikli öngörülere ve müdahalelere ihtiyaç vardır.
Elbette iş gücünün kaynağı halktır ancak “uzmanlık” ve “prensip” kriterleri asla göz ardı edilmemelidir. Ancak sistemin sürdürülebilir oluşu, sistemin uygulayıcılarının görevlerine uygun olmaları ile mümkündür. Çünkü alınan kararların zamanında ve hızla uygulanabilmesi için verimli bir çalışma sistemine ihtiyaç vardır. Bu verimlilik, ancak sistem ile uyumlu, uzman ve yeterli insan kaynağı ile mümkün hale gelir. Buna bağlı olarak, iş gücünden talep edilen sorumluluk karşılığında, onlar için de fayda üretilmeli, kurumsal verimlilikten faydalanmaları sağlanmalıdır. Bu nedenle kademeli ücret politikası ve üretime emek yoluyla katılım nedeniyle sistemin paydaşı olmalıdırlar. İşgücünden etkin yararlanma, yalnızca çıkar paralelliği ile mümkündür. Çünkü bu verimlilik, toplumsal yarar anlamına gelecektir.
Kurumsal faaliyetlerde “istihdam” dengesinin gözetilmesi oldukça önemlidir. Kurum için insan gücü ihtiyacından genel istihdama kadar bütün görevlendirmeler, “bilgi-yetenek-ehliyet” prensiplerine göre yapılmalıdır. Özellikle kurumsal istihdam, toplumun sosyal barışının tesisi açısından büyük önem taşımaktadır. Hiçbir ayırımcılık türü kabul edilemez. Bu prensiplere göre sistemin uygulamada bağlı olacağı belirleyici kurallar şöyle özetlenebilir:
· Ehliyet: Kurumun her kademesinde uygulayıcıların uygulama alanına ilişkin ehliyet/yeterlilik sahibi olmaları şarttır. Yani herkes yetenek, bilgi ve deneyim esasına göre istihdam edilmelidir.
· Liyakat: Her kademede, işin niteliklerine uygun personel istihdam edilmeli, sorumluluklar buna göre belirlenmelidir. Uygulayıcıların alacakları sorumluluklar, uygulamanın niteliğine bağlı olacaktır.
· Sorumluluk: Her kademede sorumluluk olmalıdır. Uygulayıcılar, kendi kararlarına göre uygulama yaparlar. Bu da onları sorumlu hâle getirir. Ancak burada sorumluluğun nitelikleri belirlenmelidir. Çünkü bu nedenle personelin bürokrat gibi davranma eğilimi gösterebileceği unutulmamalıdır. Bir kimse, sorumluluğundan dolayı pozisyonunu koruyamayabilir; ama bu durum kişinin iflası anlamına gelmemelidir.
· Bilgi: Ehliyetli kimseler ayrıca bilgili de olmalıdırlar. Fakat uygulamanın gerektirdiği olasılıklara karşı da donanımlı olmaları, bu konuda eğitim almış olmaları ve uygulamanın sağlıklı yapılabilmesi için yeterli bilgiye sahip olmaları gereklidir.
· Dönemsellik: Hiç kimse bulunduğu pozisyonda kalıcı olmamalıdır. Çünkü zekât kurumu, uygulayıcı bir kurumdur. Dinamik bir personel yapısına sahip olmalıdır; zira zamanla oluşan körlükler böyle önlenebilir. Bunun için kurum içindeki sabit uzman personel, periyodik aralıklarla değiştirilmeli, sahaya çıkan personeli ise başarılarına göre değerlendirilmelidir.
· Denetim: Kurumda görev alacak olan personel, özellikle uzman ve yönetici pozisyonunda olanlar, bütün özellikleri taşıyor olmalarına rağmen kamunun denetiminde olmalıdırlar.
Zekât kurumu, bir kamu kurumu olmamakla birlikte, uygulayıcıların “görevli” olması nedeniyle bürokratik bir algıya neden olabilir. Bu çok doğru değildir. Çünkü sistem kurallara göre işleyecektir ve uygulayıcılar da bu kurallarla bağlı olacaklardır. Burada sorun, görevli olanların tâbi olacakları kuralların rasyonel bir düzlemde belirlenmesidir. Eğer her kademede görevler rasyonel anlamda tanımlanmış ve sürdürülebilir ise, görevi üstlenecek olanları atama veya görevlendirme gibi bir sorun da olmayacaktır. Çünkü standart kriterlere uygun olanlar göreve geleceklerdir. Daha basit bir ifade ile, gerçekte kimsenin atama yapması gerekmez, herkes kendisini görevlendirmiş olur. Böyle yapıldığında, kişisel tercihler ve hatalar en aza indirilmiş olacaktır.
İnsanlar farklı yeteneklere sahiptir.[29] Kimi girişimci, kimi işçidir. Kimileri bilimle uğraşır; kimileri araştırır ve buluş yapar. Kimileri de üretir. Farklılıklar olmalıdır ki, işletmeler olsun, istihdam sağlansın, buluşlar olsun ve ilerleme gerçekleşsin.
[1] Thomas Jefferson, ABD’nin 3. Başkanı.
[2] Mumin: 68, Zariyat: 1-4, Naziat: 5.
[3] Al-i İmran: 110, Maide: 33, Hicr: 19.
[4] Baqara: 253, Enam: 165, Fatır: 10, Mucadele: 11.
[5] İsra: 29, Furkan: 67, Kasas: 77.
[6] Hicr: 44, Ahzab: 36, Mu’min: 68.
[7] Hadid: 6, 7.
[8] Nur: 35, 36, 37 38, Rad: 17.
[9] Nur: 35, 36.
[10] Enfal: 29, Tevbe: 22, 72.
[11] Necm: 22, Zariyat: 4.
[12] Baqara: 188, 269.
[13] Hicr: 44, Ahzab: 36, Mu’min: 68.
[14] Nahl: 80.
[15] Baqara: 43, 83, 110, 164, 177, 277, Nisa: 77, 162, Maide: 12, 55.
[16] Yusuf: 68, Mu’min: 80, Hasr: 9.
[17] Baqara: 177, Duha: 1, Mearic: 1.
[18] Tur: 18, 22, Sad: 51, Duhan: 55, Vakıa: 20, 32.
[19] Baqara: 44, Al-i İmran: 104, 110, Maide: 54.
[20] Enam: 99, 141, Yasin: 35, Kehf: 34.
[21] Baqara: 44, 188, 269, Al-i İmran: 104, 110, Maide: 54.
[22] Taha: 94.
[23] Nisa: 92, Maide: 89, Tevbe: 8, 10, Taha: 94, Kasas: 18, 21, Mucadele: 3,Rahman: 52, Beled: 13, Kaf: 18.
[24] Nisa: 92, Tevbe: 10.
[25] Hud: 41, İnfitar: 6-8, İnşikak: 19.
[26] Âraf: 69.
[27] Kasas: 26, 27, Yusuf: 55.
[28] Kasas: 26, 27, Yusuf: 55.
[29] Nahl: 71.