Geleceğin dünyasına dair….
Geleceğin dünyasında dengenin nerede olacağı, oluşacağı ile ilgili olarak Karagülle’nin ifade ettiği ve işaret ettiği şey doğrudur. Geleceğin dünyası, “Barış” üzerine kurulacaktır. Evrilme böyle gerçekleşecektir. Bilgi çağının kapılarının aralandığı günümüz dünyasında artık baskıcı rejimler bir bir ortadan kalkmaktadır. Sermaye sahiplerinin dünyayı istedikleri gibi yönetme güçleri de yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Bunlar yıkılmaktadır.
Fabrikalar artık robotlarla çalışmakta, insanlara daha çok zaman kalmaktadır. Zaman hızlanmıştır ve insanlar bilgiye ulaşmak için daha çok zaman harcamak ve daha hızlı hareket etmek zorundadırlar. Geleceğin dünyasında “Paraya sahip olan” değil, “Bilgiye sahip olan” güçlü olacaktır, hakim olacaktır. Bilgi erdem demektir, hak demektir. Bu yüzden geleceğin dünyası barış dünyasıdır. İnsanlar artık şiddet istememekte, savaş istememektedir.
Bu manada Karagülle’nin tesbit ettiği ortak noktalar doğrudur:
- Kuran’ı ilahi kitaptır ve bütün sonuçlar Kur’an a dayalı olmalıdır. Kur’an a dayanmayan hiçbir görüş geçerli değildir.
- Dünyada milyarlarca müntesibi bulunan bütün dinleri haktır, onların kitaplarına ve peygamberlerine de inanır ve hak kabul ederiz.
- İlahi olmayan sosyalizm ve kapitalizm düşüncelerinden de yararlanılması gerekir. Müspet ilmi ana delildir. Kuran’la müspet ilim arasında çelişki kabul edilemez. Çünkü bunların ikisi de aynı tanrının eseridir.
- Dayatma yoktur. İnsanlar arasında fitne olmamasını ve güvenliğin sağlanmasını istemekle beraber sonuna kadar özgürlükçü olmak gerekir. Dayatma asla kabul edilemez.. Başkalarına zarar vermemek şartı ile isteyen istediğini yapabilmelidir.
Bu dört temel esas “Barış”ın da esasını teşkil eder. Bundan sonraki yöntemler farklı olsa bile, “Barış düzeni” bu temel prensipler üzerine inşa edilir. Bu esaslar bütün insanlar için geçerlidir. Bizim de kabul ettiğimiz temel esaslardır. Böyle olmalıdır.
Karagülle’nin aramızda tespit ettiği farklar detaylarla ilgilidir. Bunların önemi yoktur. Olması da gereklidir. Kur’an farklı farklı şuublara kabilelere böldük diyor. O halde detaylarda da farklılıklar olacaktır. Bu zenginliktir, ayrışma için değil, özgürlük ve insanlar arasındaki hoşgörü için de olmalıdır. Bu manadaki farklılıklar da büyük farklılıklar değildir.
Bazı noktalarda aynı düşünmüyoruz: Dayatma olmaması gerektiği noktasında birleşmekle birlikte, biz ku’an ı “anayasa” olarak görüyoruz. Kur’an prensipleri ve çerçeveyi belirler. Geriye kalan alanlarda insanlar ihtiyaçlarına göre kurallar oluşturabilirler. Burada ayrışma yoktur, herkes özgürce yaşayabilmelidir. Topluluğun içindeki farklılıklar da doğal karşılanmalıdır. Seküler bir topluluk düşünülemez çünkü Kur’an bir arada yaşamayı önermektedir. Kısaca kur’an daki helalleri helal, haramları haram kabul etmeliyiz. Onun emir ve nehiylerine göre hareket etmeliyiz. İşimiz onları genişletmek değil, o prensipler çerçevesinde yaşanabilir bir dünya sistemi kurabilmektir.
Dört delil konusundaki düşüncelerimizi yazmış idik. Tümüyle reddediyor değiliz. Kur’an “asli” delildir. Akıl delildir, Müsbet ilim delildir. Sünnet ve icma yani örf sadece örnektir. Delil kabul edilemez. Kıyas’ın çerçevesi bellidir, helalleri ve haramları genişletmek için kullanılamaz.
Kur’an ın prensipleri ve onun belirlediği çerçevenin dışındaki kurallar topluluk tarafından ihtiyaca göre belirlenir. Bunun mekanizmaları da Kur’an da vardır. Kur’an asli referanstır. Ancak biz “ekseriyet” sistemini önermedik. Buna mukabil Kur’an dan anladığımız sisteme de bir isim bulamadık. Bu sebeple “çoğulculuk” dedik ama kastımız çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir dedik.
Bize göre dört delile dayalı olarak hüküm çıkarmak demek, topluluğu hareketsiz bırakmak demektir. Mahkum etmek demektir. Bunun manası, “Topluluk düşünemez, biz düşünürüz ve anlarız” demektir. Bize göre bu yanlıştır. Kitap herkes içindir, ve herkes akıl sahibidir. Gelecekteki sistemler, özgürlükçü oldukları ölçüde başarılı olacaktır. İnsanlar artık baskı ve dayatma kabul etmemektedir. Şeriatin hükümleri de geçerliliğini kaybetmiştir, kimseyi tatmin etmemektedir.
İbadetler konusunda farklı düşünüyoruz. Kur’an insanın günlük hayatını dolduran bir ibadet sistemi önermemektedir. SLT kavramı ile Namaz anlayışının aynı olmadığını anlatmıştık. Ancak Namaz kavramı ile uygulanan şeyin de farklılaşması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bu kavram “Verkeu mea’r rakiin” lafzına dayanır. Sosyal bir mana taşır. Toplantılarda uygulanması gerekir. Mescitte, yani meclistedir. Herkes için bir ibadet değil, oraya katılanlar içindir. Yani Nebi’dedir. Nebi bizim için mesciddir, meclistir.
Kimileri “Kıyas” ı hüküm çıkarmak için bir yol olarak benimsenişlerdir. Doğrudur Kıyas bir yoldur ancak kıyas sadece Kur’an ın koyduğu prensipler çerçevesinde bir yöntem olabilir. Kur’an ın haram demediğini haramlaştırmak veya tam tersini yapmak için değildir. İbadetler de böyledir, Gereksiz ve anlamsız ibadetlerle insanların hayatları doldurulmuş, kıpırdayamaz hale getirilmiştir. Klasik uygulamada kıyas yoluyla pek çok “haram” ortaya konmuş, insanlar nefes alamaz hale getirilmiştir.
Kur’an Akıl ile ulaşılacak sonuçların da doğru olacağını söyler. Kıyas buradadır. Ama bu hükümleri genişletmek manasında değildir. Mesela Kur’an hırsızlık suçu için üst limit belirler. Siz şeraitinizde bu sınırı aşamazsınız. Bu sınırın içinde hareket eder, kurallar koyarsınız.
- Batılılar, zekat ile ilgili olarak yanılmaktadırlar. Bunu daha önce açıklamıştık. Zekat vergi değil, kamunun yatırım finansmanıdır, kamu sermayesidir. Vergi ise Sadakalardadır. İkisi birbirine karıştırıldığı için İslam toplumunun sermayesi oluşmamıştır.
- Oruç insan için “periyodik bakım” mekanizmasıdır. “Self Control” sistemidir. (Bu konuyu detaylandımaya çalışacağız)
- Haccın iki anlamı vardır, uluslararıs kongredir, ekonomik ve sosyal bütünleşme anlamına gelir. İkincisi ise, “nebi” de buluşmanın en üst noktasıdır.
Aile, özel mülkiyet, hukuk ve ekonomi konularında da derin olamakla birlikte farklılıklarımız vardır.. Eşyanın tabiatı gereği böyle de olmalıdır. Kur’an ın emir ve nehiyleri, helal ve haramları bellidir. Kişi haklarını kısıtlayan, özgürlükleri sınırlandıran veya askıya alan hiçbir kural kabul edilemez. Sosyal hayatın gerektirdiği kurallar ise toplulukça tespit edilir ve karara bağlanır. Ama bunlar kur’an ın emri değildir. Kur’an ın insanlar için serbest bıraktığı alanlardaki kurallardır ve bu kurallar Kur’an ın ortaya koyduğu haklar ve hükümler çerçevesinde olmalıdır. Temel haklar ihlal edilemez.
Biz, mevcut sistemlerin “kötü” taraflarının olduğu gibi, “iyi” taraflarının da olduğunu söylüyoruz. “Barış” evrimle ile gerçekleşir. Darbe ile veya radikal devrimlerle “barış”ı tesis etmek mümkün olmaz. İnsanlar tekamül etmektedir, evrilmektedir, bilgi çoğalmaktadır. Sistemler de böyledir. Bizim yapmamız gereken, mevcut sistemlerin hatalarını ve yanlışlarını düzeltmek ve herkesin kabul edebileceği, herkesin üzerinde birleşebileceği bir sistemde buluşturmaktır. Bu mevcut sistemler ile aynı olacağı manasına gelmez. Yeni bir sistemdir ama dünyayı içine alan bir sistemdir. Özgürlükleri ortadan kadırmadan, kısıtlamadan, tam aksine, Kur’an ın öngördüğü gibi genişleterek ve insana yaşama alanı bırakarak yapmak gerekir. Zorlamadan ama ilahi nizamı hakim kılarak yapmak gerekir.
Ancak, tartışmalarımızdan edindiğimiz izlenim, Batı gurubunun da farklı görüşler içerisinde olduğudur. Elbette bu doğaldır. Herkesin aynı görüşte olması beklenemez. Ancak bazı noktalara değinmek gerektiğini de düşünüyorum.
Sayın demirci diyor ki:
Sam Adian Kuran üzerinden Adil Düzene karşı yeni bir düzen çıkarma peşindedir. Bu arayış Adil Düzeni reddeden bir anlayıştır.
Biz fikirlerimizi beyan ederken “adil düzen kötüdür veya hatalıdır” gibi bir gerekçeden hareket ederek bir eleştiri getirmemeye gayret ettik. Çünkü sizin “Adil düzen” adını verdiğiniz şey, Kur’an ın kendisi değildir. Sizin Kur’an dan anladıklarınızdır ve bu serbesttir. Ancak, başka anlayışların da aynı çerçevede olmasını beklemek doğru değildir. Farklılıkları normal görmek, başka anlayışların da olabileceğini ve bunun Kur’an üzerinde olabileceğini kabul etmek gerekir.
Biz bir “alternatif” arayışı ile değil, farklı anlayışlardan yola çıkarak “daha uyulanabilir bir sentez” ortaya çıkarmanın peşindeyiz. Bu açıdan yanılıyorsunuz. Ancak Karagüllenin ifade etitği “denge” noktası ise doğrudur. Bu iki açıdan doğrudur:
- Birincisi, dünyadaki bütün sistemler nihayetinde Allah’ın yarattığı sistemlerdir. Çünkü Aklı ve Bilgiyi yaratan Allahtır. İnsanlar Kur’an a bakmadan da sistemler oluşturabilirler, akıl yoluyla. Hataları olabilir ama onların kaynağı başka değildir.
- İkincisi ise, Prensipler çerçeveside karagülle haklıdır. Çünkü günümüz dünyasında baskıcı sistemler, dayatmacı sistemler yavaş yavaş yerini “barışa” dayalı prensip sistemlerine” terk etmektedir. İnsan aklı neticede barışa kanalize olmuştur. Bu yüzden denge sadece “anlayışlardaki farklılıklar” üzeride olacaktır. Bu sistemler ister Kur’an ı referans alan sistemler olsun, ister Kur’an dan yürütülmüş sistemler olsun. (modern sistemlerin hemen hepsi bir şekilde Kur’an dan faydalanmışlardır.) Nihayetinde sistemler de evrilmekte ve mecrasına doğru kaymaktadır.
Kendi öngörünüzü orijinal kabul edip, başka anlayışları batıl görmeniz büyük bir hatadır. Klasik anlayış da bunu yaptı. Kendi algılarının dışındaki her şeyi şirk olarak gösterdi, batıl olarak gösterdi. Kötü olduğuna inandırdı insanları. Ama sonuç itibariyle görüyoruz ki bütün bunlar doğru değil. Bu tutum özgürlükçü de değil. Başkalarının anlayışını değerli bulmuyorsak, bizim anlayışınızın da değerli olmayabileceğini düşünmemiz gerekir.
Bizi bir mezhep arayışımız yok. Ancak hukuku tespit etme çabamız vardır. Bir ifadeniz talihsizdir “Bu Adil düzen içinde herhangi ehl-i kitaptan biri olacaktır” Buna göre, Kur’an çalışmalarını kendinize uygun olmadığı noktalarda çerçevenin dışına atıyor ve ne olursa olsun sizin belirlediğiniz çerçevede geçerli kabul ediyorsunuz. Biz bütün ilahi kitapları hak kabul ederiz. Ama referansımız Kur’an dır. En az sizin kadar özgürüz. Kimseyi suçlamaya veya sizin gibi düşünmeyenlere kimlik yakıştırmaya hakkımız yoktur. İnanan veya inanmayan herkesi eşit kabul etmeliyiz.
Aramızda prensipler açısından bir fark yoktur. Farklılıklar detaylardadır ve bu da normaldir. Böyle kabul etmek gerekir. Ancak biz “siyasi” fanatizmin doğru olduğuna inanmıyoruz. Siyasetin bir yöntem olduğuna da inanmıyoruz. Bunun bir hastalık olduğunu düşünüyoruz. Siyasi angajman veya ideolojik bağımlılık insanları rasyonel düşünmekten alıkoyar. Aklı köleleştirir. Özgürlükleri ortadan kaldırır.
Bütün bunlar detaylardaki farklılıklardır. Bunların önemi yoktur ve zenginliktir. Herkes kendi anlayışına göre davranabilir. Herkesin hata yapma hakkı vardır. Başkalarına dayatma olmadığı sürece kimsenin kimseye tahakküm etme hakkı yoktur. Bizim ısrarla üzerinde durduğumuz şey “bilgi”dir. Geleceğin dünyası buna dayanır. Şeriat tartışmaları ile zaman kaybetmek yerine, bilginin peşine düşmemiz gerekir. Elbette şeriat de olmalıdır, ancak şeriat olabilmesi için bilginin de yeterli olması gerekir. Aksi halde şeriat de eksik ve hatalı olacaktır.
Sayın Kandal ise: “Kötü bir insan kötülükteki nihai eşiği aştıktan sonra artık geriye dönemez. İyi insan olma şansı artık ortadan kalkmıştır.” Demektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki, Allah insanı hür ve eşit olarak yaratmıştır. Kimilerini iyi kimilerini kötü olarak yaratmamıştır. Buna göre “Kötü insan yoktur, kötü şartlar vardır” Geçmişin feodal dünyasında insanlar kılıçla yaşarlardı. Çünkü herkesi “tehlike” olarak algılarlardı. Günümüz dünyasında ise böyle değildir. Artık insanlar özgür yaşamakta, başkalarına da saygı duyabilmektedirler.
Yahidu efsenaleri de sizin gibi düşünmektedir. Onlar da Allah’ın dünyaya format atacağını düşünerek hareket etmektedirler. Buradan sadece kendilerinin kurtulacağını varsaymaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki, “başınıza bir musibet gelidğinde bu Allah’tandır demeyin, dönüp yaptıklarınıza bakın” denmektedir. Ve “Biz sizin başınıza bekçi değiliz” lafızları vardır. Bunlar boşuna değildir. Kimse dünyaya format atmayacak. Dünya kendini düzeltecektir. Bilgiyle olacaktır, gelişmeyle olacaktır, evrimle olacaktır.
Klasik kaderci anlayış da böyledir. Sizin gibi düşünmektedirler. Ama siz yine de 2. Nuh tufanını bekleyebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Belki bir mucize olur. Belki yeni efsaneler ortaya çıkar. Hatta belki Mehdi gelir veya gökten İsa iner, kimbilir.
Önerimiz Şudur:
Geleceğin dünyasında kimin daha çok bilgisi varsa güçlü o olacaktır. Bu ölçüde de barış düzeni gelişecektir. Bugün artık dünyada okuma yazma bilmeyen insan neredeyse kalmamıştır. İletişi gelişmiştir ve herkes akletmeye başlamıştır. Bundan sonra yapamız gereken şey, “BİLGİYİ” çoğaltmak olmalıdır. Bu nasıl olacaktır?
Dünyanın her yerinde, en ücra köşelerinde bile, her topluluğun içinde, örgütlenmemiz gerekir. Bilgi akademileri kurmamız gerekir. Bu örgütlenme bilimsel ve stratejik araştırma temeline dayanmalıdır. Bizim bilgiye ihtiyacımız vardır, bu örgütler sayesinde bize bilgi akmalıdır. Her topluluğun anlayışı farklıdır, ama her topluluğun “hak” olan uygulamaları da vardır. Bunları bilmemiz gerekmektedir.
Bu örgütler bulundukları yerlerde her türlü ilişkiyi kurmalıdır. Özellikle üniversiteler ile birlikte çalışmalıdır. Bize bilgi aktarmalıdır. Bu faaliyette görev alacak olanlar bizim gibi düşünmek zorunda da değillerdir. Bizimle aynı endişeleri paylaşıyor olmaları da gerekmez. Allah’a inanan herkes bu faaliyette yer alabilir. Hangi anlayışta, hangi dinde olursa olsun.
Bazı guruplar okullar açarak buna benzer bir yapılanma içine girmişlerdir. Ancak bu hareket “sempatik” olmaktan ileri gidememektedir. Bunların da faydası vardır ama işe yarar şeyler değildir. Çünkü hedefi yoktur. Bizim amacımız, kendi anlayışımızı veya kültürümüzü başkalarına anlatmak değil, başkalarının bilgisine sahip olmak olmalıdır. Ancak bundan sonra insanlığın düzenini tasarlamak mümkün olabilir. Sentez oluşur ve “Barış düzeni”nin temelleri atılabilir.
Bu faaliyetin kriteri sadece “saf bilgi” olmalıdır. Çünkü bizim aradığımız düzen dünyadadır. Yaratıcı onu yaratmıştır. Yapmamız gereken bu düzenin parçalarını bir araya getirip birleştirmektir. Hiçbir önkoşul olmadan, önyargısız olarak, saf akılla yapılmalıdır.
Böyle bir örgütlenmenin nasıl yapılabileceğini bilmiyoruz. Ama bize göre bu yapılmalıdır ki sistem ortaya çıksın. Bu faaliyetin kriterleri de düşünülebilir, geliştirilebilir. Önemli olan hareket noktasını doğru tesbit etmektir. Bilgi akmaya başladıktan sonra bize düşen sadece onları tahlil etmektir. Bu yaşayan gerçek bir bilgi olacaktır, gerçek bir sistem çıkacaktır.
Vesselam