Kat’a ve Nefy Cezaları
Daha önceki yazımızda “sürgün” kavramından yola çıkarak El/bacak kesme cezalarının da uygulanması gerektiği gibi bir iddia ortaya çıktı. Ancak zannediyorum bu konuda Kur’an yeterince incelenmiyor.
Öncelikle “Ceza” kelimesi “benzer karşılık” manasına gelir. Yani Ceza kelimesi, bir şey karşılığında yapılan BENZER karşılıklar için kullanılır. Ödül, ceza, karşılık anlamlarına gelir.
“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh, fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn” (bakara 191)
Sizinle savaşırlarsa / sizi öldürürlerse = Onlarla savaşın / onları öldürün
“Vellezîne kesebûs seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ….” (Yunus 27)
….Kötülüğün cezası onun dengi iledir….
“Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ,…” (Şura 49)
Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür…..
Misl : benzerlik; benzer, benzeş; müşabih, birbirine yakın; benzerlik; eşit, musavi, denk
Şimdi konumuzla ilgili olan ayetlere bakalım:
Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh vallâhu azîzun hakîm (Maide 38)
“…Kazandıkları da dahil olmak üzere ellerini kesin….”
Ve
İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm (maide 33)
Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.
Ayetleri bir bütünlük içerisinde incelemek gerekir. Kolu bacağı kesmek hırsızlık suçunun cezası değildir ve olamaz. Çünkü bunlar birbirine denk değildir. Böyle davranmak "işkence" etmekten başka bir şey değildir. Kaldı ki, Yusuf 31'de "kesmek" ifadesi kullanılırken "bıçak" ile kestiklerini anlıyoruz. Çünkü ayet bunu açıkça ifade ediyor. Şu halde bu ayetlerde de maksat kolu bacağı koparıp atmak ise mesela en azından "Pala" manasına gelecek bir kelimenin olması gerekmiyor mu?
El kol kesmek olduğunu söyleyebilmek için Şura 40 ve Yunus 27 ayetlerini de dikkate almamak gerekir. Öte yandan kavramları da yerli yerine oturtmak lazım.
“Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb” (Tebbet 1)
Ebu Leheb’in elleri kurusun, kurudu da
Acaba şöyle midir: Ebu Lehebin Mali Gücü yok olsun, Zaten yok oldu….
“Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb” (Tebbet 2)
Ne malı kurtardı onu ne kazandığı….
Demek ki Kuruyan/yok olan şey kaynaklarıymış. Mali gücüymüş.. (Gerçekte elleri değilmiş)
Şöyle bir soru sorup cevap arayalım: Acaba Kur’an da Hırsızlık suçunun cezasına ilişkin bir ifade var mı?
Yusuf suresi 72. Ve 73. Ayetleri de okuyarak su kabının kaybolması ile ilişkin olarak hırsızlığın cezası sorulur:
Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn (Yusuf 74)
dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?
Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuh, kezâlike neczîz zâlimîn (Yusuf 75)
"Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o, onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.
Demek ki hırsızlık suçuna ilişkin geçmiş uygulamalara ait tanım zaten Kur’an da varmış. (kimileri bunu israiloğullarının uygulaması olduğunu söyleyebilir. Firavunun uygulaması farklıydı Ancak unutulamalıdır ki, bizi ilgilendiren geçmiş kitapların uygulamaları olabilir ve Kur’an geçmişin ceza kavramını ağırlaştıran bir kitap değildir, yani bu ifade en yüksek cezayı anlatır. Kur’an ın bunu daha ileri seviyeye taşıyarak organ kesmeye vardırması düşünülemez, bu lafzı anlamamak olur)
Fakat buna rağmen fıkha geçen bu ceza Kur'an'da Firavun'un müslüman olan sihirbazlara uyguladığı ceza olduğu da açıkça görülmektedir :
“Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn” (A’raf 124)
“Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da sizin tümünüzü elbette asacağım.”
Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr, fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ. (Taha 71)
Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”
“Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr, fe le sevfe ta’lemûn, le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn” (Şuara 49)
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.
Şimdi soralım: Allah, Firavun’un Mü’min olanlara uyguladığı cezayı mı emretmektedir? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Elbetteki mümkün değildir ve elbetteki Allah “işkenceyi” emretmez.
Kur’an da Kat’a kavramı ile ilgili de bir iki örnek vermek de gerekmektedir.
“Fe kutia dâbirul kavmillezîne zalemû, vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn” (En’am 45)
Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
“Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merretin ve terektum mâ havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum fîkum şurekâ’, lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum tez’umûn” (En’am 94)
Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.
“Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata'nâ dâbirellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve mâ kânû mu'minîn” (A’raf 72)
Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.
“Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ…..” (A’raf 160)
Biz onları oniki kabileye ayırdık…..
(Kat’a kelimesi ile ilgili olarak Araf 124, Enfal 7, Tevbe 110, Yunus 27, Hud 81, Yusuf 31, Rad 4-25-31, Hicr 65, Enbiya 93, Hac 15-19, Müminun 53, Ankebut 29, Muhammed 15-22, Hasr 5, Hakka 46, ayetleri de incelenebilir)
“Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn” (En’am 160)
Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.
Allah “zulmetme yoktur” “kötülüğün cezası kötülük kadardır” diyorken, bütün bunları görmezden gelip “işkenceyi” savunmak anlaşılır bir şey değildir.
Kur’an da orantısız ceza yoktur. (ekonomik suça ekonomik ceza, kısasa kısas gibi) Bir suça iki ceza yoktur. Zina cezası emredilirken, devamında Ahiret azabı yoktur vb. gibi. Eğer bir kişi ktl suçunu işlediyse bunun cezası zaten bellidir. Bu suçu hangi sebeple işlemiş olursa olsun. Ancak böyle olması "hırsızlık" sebebiyle veya başka bir sebeple ortada ktl yokken öldürülebileceği anlamına asla gelmez.
Bahse konu meselede, teröre karşı uygulamada ve hırsızlıkta (maide 33 ve 38) dikkat çeken önemli bir nokta daha vardır. "Elleri kesmek". "kol ve bacakları çapraz kesmek, öldürmek, sürmek" ifade edilirken, arkasından "azâbun azîm " ifadesi gelmektedir. Bu cezalardan herhangi birini uygulamış olmak, çifte cezayı ortadan kaldırmaz.
Kur'an ın ceza anlayışında somut olarak öne çıkan şey şudur: Bir suçun cezası ya dünyadadır, veya ahirettedir. Her ikisi birlikte değildir. Bu durum "ceza usulu" kuramına ile de çelişmektedir. Delili Kur'an da aramak gerekir.
Ayetlerin devaında "pişmanlık" halinde cezanın düşeceği de söylenmektedir. Ancak bu hükmü başka "ceza uygulamalarında" da göremiyoruz. Mesela Zina suçunu işleyenlerin pişmanlık duyması halinde had'e muhatap olmayabileceklerine dair bir ifade yok. Aynı şey kısas hükmünde de geçerlidir. Yani Ktl suçunu işleyen birinin pişmanlık duyması halinde kısasa muhatap olmayacağına dair bir ifade de yok. Daha da önemlisi, kısas en ağır ceza olmasına rağmen, Ahirete taallük eden bir tehdit de yok.
Kur’an “Sürgün” emretmez. Bunun da delili yoktur. Bu kabil yöntemleri savunmanın Kur'an a iltifat olduğunu düşünmüyorum. Ama kime ve neye fayda sağladığını da anlamakta zorluk çekiyorum. Kur'an ın hükümleri, Kur'an da aranmalıdır. Çünkü Kur'an hükümlerini de açıklamaktadır. (Beni nadir kabilesi ile ilgili anlatılan olayda da "başkana ait bir sürgün yetkisi" çıkarmanın imkanı yoktur. Kaldı ki bu durum Kur'an a delalet etmez)
Ayetin devamını da görmek gerekir. Yakalandı ve kolu bacağı kesildi veya sürüldü, niçin tevbe etsin veya nasıl? Elbette düşünmek gerekir.
Bunlardan sonra mesela Maide 38. Ayetin manası şöyle olabilir mi:
“Hırsız erkek ve kadının kazandıklarına karşılık, Allah’tan ders olsun diye mali güçlerini kesin ve Allah izzet ve hikmet sahibidir.”
Maide 33’te ise, mali güçlerini kesmek, birbirleri ile irtibatı koparmak, izole etmek ve ayırmak, afişe etmek şeklinde tercüme edilebilir mi?
Meseleleri dağıtmamak adına ayrı ayrı gündeme getirmenin daha doğru olacağını düşünüyor idik. Ancak ne yazık ki bu mümkün görünmüyor.
Ve nihayet:
“Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemû (A’raf 28)
Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
vesselam