Rasyonel değerlendirme ve öneriler
Karagülle-“Bizim karşımızda, “Adil Düzen”in karşısında iki grup var.
BİRİNCİ GRUP:
Bugün Müslümanlar sefil durumda, zelil durumda…
Bunun sebebi nedir?
Sebebi şeriattır!
Herkes aklına gelene haram demiş, helalleri haram yapmış... Müslümanları hareketsiz hâle getirmiş, iş yapamaz yapmış... Fakirleşmişler, yenilmişlerdir... Gereksiz ibadetlerle vakitlerini doldurmuşlar, böylece işlerini aksatmışlardır... Biz Kur’an’a tâbi olmalıyız. Kur’an’da açıkça ne varsa sadece onu yapmalı veya yapmamalıyız. Domuz eti diyorsa sadece onu yemeyelim. Birçok şeyi ne diye hâlâ yapıyoruz? Namaz duadır. Duamızı yapalım; secde, rükû isteyen yapsın. Cemaatle değil ayrı ayrı kılalım. Vakitlerinde değil istediğimizde kılalım.
Sitemizde tartışan Sam Adian, Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz bunlardandır.”
Öncelikle bazı hususları düzeltmek isterim: (benimle ilgili olarak)
- “Adil Düzen” dediğiniz şeyi tam olarak henüz bilmiyorum. Tanımlarınızdan ve siteden okuduklarımla bir sonuca ulaşmaya çalışıyorum. Bu yüzden “Karşısında olmak” veya “yanında olmak” için yeterli veriye sahip değilim Ancak, Kur’an ı referans alan her çalışmanın yanında olmak gerektiğini biliyorum.
- SLT ile ilgili yazılarımızda “namazın durumunu” değerlendirmiş idik. Detaylı tekrar etmek istemiyorum. Dileyen yeniden gözden geçirir. Ancak, SLT canı isteyenin istediği zaman yapacağı bir şey değildir. Vakit ile bağılıdır. Vakitlerinde olmalıdır. Vakitsiz SLT olmaz. Eğer birileri “canı istediğinde” yapıyor ise bu onların tercihidir. Ben böyle bir şey söylemedim.
- Zekeriya Beyaz’ı hiç bilmiyorum, (internet sitelerine düşen haberlerin dışında) Yaşar Nuri Öztürk’ü zaman zaman internette denk gelirse dinlediğim olmuştur. Ama onların hangi kulvarda koştuklarını anlamaya yetecek veya bir taraf olarak değerlendirecek pozisyonda değilim. Evet, yukarıda söylediklerinizin pek çoğu benim de savunduğum, kur’an dan anladığım şeylerdir. Ancak tanımlamanızın tümüne katılmam mümkün değil.
Bu hususların dışında tanımlamanıza büyük ölçüde katılıyorum. Ama bu bir eleştiri veya reddetme gerekçesi değil, bir durum tespiti şeklinde anlaşılmalıdır.
Yazınızda ifade ettiğiniz diğer hususlar ile ilgili:
İkinici gurubun iddiası olarak diyorsunuz ki: “Kur’an geldi. 13 sene içinde bir devlet kurdu. Peygamber uyguladı, 10 sene içinde Arabistan’ı birleştirerek ulus devlet yaptı. Fukaha geldi, içtihatlar yaptılar, bir asır gibi bir zamanda tüm dünyada etkin süper güç oldular. Bu durum bin sene sürdü…”
Evet Resulullah toplam 23 sene zarfında bir ulus devleti kurdu. Ama bu devlet 1000 yıl sürmedi. Bin yıl süren şey, onun mirasını kullananların saltanatıdır. Eğer ikinci gurubun iddiası bu ise, Hayal dünyasında yaşıyorlar demektir. Tarihi mi bilmiyorlar? Hiç sanmıyorum, biliyorlar ama onu diledikleri gibi kullanıyorlar. Resulullah’ın kurduğu bu düzen ne yazık ki bin yıl sürmedi, 4 halife ile birlikte sona erdi. Niçin?
Ebubekir Resulullah vefat ettiğinde Müslümanları mescitte toplayıp “İşte Allah’ın kitabı, onun helallerini helal, haramlarını haram kabul edin, bu size yeter” dememiş miydi? Demişti ama, Muaviye Ebu Hureyre’yi kullanarak hadis uydurmaya başlamıştı. Hz.Ömer’in susturduğu, Hz. Osman’ın tehdit ettiği Ebu Hureyre Muaviyenin dayanağı haline gelmişti. (Ebu Hureyre’nin bu hadiseri söyleyip söylemediğini bilmiyoruz elbette, ama Muaviye’nin Ebu Hureyre kaynaklı hadislere dayanarak saltanazını hakim kıldığı bir vakıadır) Ebu Hureyre’yi eleştirmek değildir amacımız. Tarihi ve süreci hepiniz biliyor olmalısınız. Burada tekrar etmekten ziyade hatırlatmak doğru olur kanaatindeyim.
Ve devamında ikinci gurubun iddiası olarak diyorsunuz ki: “Hangi delilinize dayanarak haram ve helallerin bizi geri bıraktığını iddia ediyorsunuz? Tam tersine şeriata uymadığımız için geri kaldık.”
İşte asıl mesele de budur, “Hangi şeriat?” Kur’an ın Şeriatı mı, Muaviye’nin şeriatı mı, Emevilerin şeriatı mı veya diğerlerinin şeriatı mı? Hangi şeriat? Ciltler dolusu helaller haramlar ortaya koydular, Takva’yı korku yaptılar. Sonuç ne oldu? Korkuyla ibadet eden “raina” topluluğu oluştu. Gerçekte kimsenin benimsemediği, özümsemediği binlerce kural karşısında boyun eğmekten başka ne yaptılar?
Muaviye ile başlayan uydurmacılık, onunla sona ermedi elbette. “Sahih Hadis” kaynaklarında bunlardan yüzlerce binlerce bulabilirsiniz.
Birinci guruba cevaben diyorsunuz ki: “Ama bunun sebebi şeriatın yanlışlığı değildir, Kur’an değildir, Sünnet değildir. Fukahanın icma ve içtihatları değildir.”
Eğer şeriat’ten kastınız Kur’an şeriatı ise, elbette bunun sebebi şeriat değildir. Ama eğer şeraitten kastınız elimizde bulunanlar ise, bu şeriatın yanlışıdır. Çünkü, Ebu Hanife’nin niçin katledildiğini hatırlar ve yerine geçen talebesinin nasıl “fetva” verdiğini düşünürseniz eğer evet “bu şeriatın yanlışıdır”
Bu vahim karmaşanın içerisinde neye güvenmemiz gerekiyor? Icma’ya veya Fukeha’ya nasıl güvenip hareket edeceğiz? Ortada Kur’an ın şeriatı yok ki.
Devamında diyorsunuz ki: “Sizden ayrıldığımız nokta şudur. Siz sorunlarımızı fıkıhla değil de Batının modaları içinde çözelim diyorsunuz. Herkes ne yapıyorsa biz de onu yapalım, biz de zengin olalım diyorsunuz. Hata ediyorsunuz. Onların zenginlikleri bizi sömürmelerinden ileri geliyor. Biz sömürülen kimseleriz. Biz sömürmek istesek bile kimi sömüreceğiz? Onların istediklerini yapmak demek sömürmek demektir. Faiz sömürme aracıdır. Biz faizle sömürülüyoruz. Biz borçluyuz. Biz onları nasıl sömüreceğiz? Onların çözümleri onlara aittir, hiç bize uyar mı?!.”
Yanılıyorsunuz, başkalarının neyi hedeflediğini veya hangi yöntemlerle meseleleri çözmeye çalıştığını bilemem. Başkaları moda gerekçeleri benimsiyor olabilirle, ancak “Meselelerin çözümü sadece Kur’an dadır. Önce Kur’an ı doğru anlamak, sonra Fıkhı yeniden oluşturmak ve böylece meseleleri çözmek gerekir.” Bu benim yöntemimdir.
Kur’an ı yeniden nasıl anlayacağız? Kur’an ı “Islah” etmeyen çalışanların Istılahını terk etmezseniz, Muaviye ile birlikte başlayan siyasi çekişmelerin etkisiyle oluşan Fıkıhtan ayrılmazsanız, Emevi sultasının gölgesinde oluşmuş Icma’ları delil kabul ederseniz kur’an ı nasıl anlayacağız? Evet haklısınız, bunları bütünüyle terk etmek gerekmez. Kur’an ı anlarken, bunları da ayıklamak ve hareket mecrası yaratmak da gerekir. Doğru olanları niçin atalım. Ancak meseleyi bu realiteden ayıklamadan bir sonuca varmaya çalışmak sadece buzlu yolda patinaj yapmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Kişisel olarak benim hedefim veya amacım, zengin olmak falan değildir. Sömürenleri beslemek veya onlar gibi sömüren olmak da değildir. Zaten onların içinde yaşıyorum. Ama “sömürülen” algısını da doğru bulmuyorum. Siz borçlusunuz ama borcunuzun sebebi “Faiz” değildir, borçlusunuz çünkü üretmiyorsunuz. Sömürülüyorsunuz çünkü bir ekonominiz yok. Ekonominiz yok çünkü her şeyi yasakladınız. Sömürenlerin karşısında durabilecek silahlarınız olmadığı için, gerçekçi bir sistem olmadığı için bugün tepki gösteriyorsunuz. (elbette bir Müslüman olarak kendimi farklı görmüyorum, ancak gerçekçi de olmak gerekir) Bu kimin yanlışı? Herhalde Kur’an ın yanlışı değildir. Yanlışı Kur’an ın dışında aramak gerekir.
“Kur’an’ı bizim bugün anlamamız gerekmektedir.” Diyorsunuz. Ama Geçmişin yöntemleriyle anlayalım diyorsunuz. Elbette buna hakkınız vardır. Bin yıldan fazla zamandır hep böyle yapıldı. Usul size nasıl anlamanız gerektiğini söylemiyor mu? Atalarımızın doğru anladığını kabul ediyorsunuz. Eğer böyle ise, biz yeniden neyi anlayacağız? Atalarımızın anladıklarını mı anlamaya çalışacağız yoksa Kur’an ı mı anlayacağız? Nasıl yapacağız? (Kur’an 600 sayfalık bir kitaptır ama, 60 bin sayfa helal haram vardır, fazlar vacipler, sünnetler vardır. Elbette Resulullah’ı tenzih ederek söylüyorum) Bu karmaşanın içinden nasıl çıkacaksınız? Kur’an ı bunlarla anlayacaksanız eğer, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu nasıl bileceksiniz? Kur’an ile bileceğiz diyebilirsiniz ama Kur’an ı zaten bunlara göre anlıyorsanız nasıl bilebilirsiniz?
İkinci guruba cevaben diyorsunuz ki: “Siz de Kur’an’ın, Sünnetin, icma ve içtihatların ne kadar büyük başarılar kaydettiğini söylüyorsunuz. Batı uygarlığının da bu dört delilden yapılan istinbatlarla oluştuğunu söylüyorsunuz. Bunda da siz yerden göğe kadar haklısınız.”
Bu ifadenizde haklı olduğunuz bir taraf var, İcma ve İctihatlar değil belki ama, batı uygarlığının Kur’an dan büyük ölçüde yararlandığı ve oradan elde ettiği bilgilerle geliştiği doğrudur. Kur’an dan yaptıkları istinbatlarla büyük başarılar kazandılar. Ama icma ve ictihatları yapanların kendi topluluklarına olan faydası, sadece onların ezilmelerini, sömürülmelerini sağlamak oldu. Onların başardığı şey, sizin sömürülüyor olmanızı sağlamak oldu.
Diyorsunuz ki: “İslâmiyet bir bütündür. Dört delil bir masanın dört ayağıdır. Birini çıkardığımız zaman o masa artık kullanılamaz olur. Çünkü o masa dört ayak üzerinde duracak şekilde yapılmıştır. Tevrat düzeninde kıyas ayağı yoktur. O üçayak üzerinde duracak şekilde düzenlenmiştir. Kur’an her devre, her döneme uysun diye dört ayaklı yapılmıştır. O halde Kitabı, Sünneti, icmaları ve kıyası kaynak kabul ederek bugünkü dünyanın sorunlarını müsbet ilimlerle tesbit ederek yeni şeriat oluşturacağız. Bu “Adil Düzen”dir.”
Eğer vücudunuzda bir yara varsa, önce o yarayı tedavi etmeniz gerekir. Hastalığı tedavi etmeden çözüm üretmek de mümkün olmaz. İslam, yani Kur’an bir bütündür. Eğer insanlığı hedefleyen Adil bir Düzen arzuluyorsanız, yöntemleri de gözden geçirmek gerekmiyor mu? Şeriatı nasıl oluşturacaksınız, var olalar üzerinde pansuman yaparak mı yapacaksınız bunu? Resul’e itaati sünnet olarak mı algılıyorsunuz?
Yeniden anlamak, yeniden ictihat yapmak ve yeni bir sistem ortaya çıkarmak zorunludur. Bu konuda sizden farklı düşünmüyoruz. Ancak Yöntemleri de yenilemeden ve rasyonel hale getirmeden bunu başarmanın mümkün olabileceği kanaatinde değiliz. Çünkü geçmişte bu çok denendi. Sadece siz değil, İslam dünyasından pek çok alim bunu yapmak istedi. Ancak onlar da sizin şimdi takılıp kaldığınız yerlere takıldılar ve ne yazık ki başarılı olamadılar. Söyledikleri “nostaljik yorum” olmaktan ileri gidemedi. Çünkü sizin de önünüze koyduğunuz bağlayıcılık onların da geçmişi tekrar etmelerine neden oldu.
Eğer Kur’an ı yeniden anlamak’tan kastınız, bir zümrenin veya bir topluluğun çıkarı adına ise, yapılabilecek en iyi şey, geçmişin kabulleri ile oyalanmak olur. Bunu yapanlar zaten vardır. İkinci gurup olarak tanımladıklarınız bunu yapmıyorlar mı? Yok eğer Kur’an ı anlamaktan kastınız, bütün insanlık için ise, bu bizim de yolumuzdur. İşte burada uzlaşmak gerekir.
Bugün problemin ne olduğunu biliyoruz. Kur’an ı yeniden anlamak için ihtiyacımız olana her şeye sahibiz. Yeterli olmayabilir elbette ama ikiyüz yıl önce tahayyül dahi edilemeyecek olan bilgiler var elimizde şimdi.
O halde ne yapılmalı? Herşey den önce, saf akıl ile Allah’ın beyanını okumak ve anlamak gerekir. Rasyonel verilerle, bilim ve deneyimlerle anlamak gerekir.
Bu nasıl yapılabilir? Mevcut birikimimizi kullanarak, bilimden ve teknolojiden yararlanarak doğrudan Kur’an ı anlamak şeklinde olmalıdır. Siz isterseniz geçmişin algısıyla mukayese de edebilirsiniz. Ancak bu mukayeseniz sonucu etkileyecek şekilde olmamalıdır. Yani şuna veya buna göre değil, doğrudan “lafza” göre bir anlayış benimsenmelidir.
Sonra ne yapılmalıdır? Kur’an ın usulü benimsendiği zaman, Fıkıh için de gerekli zemin hazırlanmış olur. “ben, sen, o” şeklinde değil, “biz” olarak anlaşılmalı ve fıkıh da bu şekilde oluşturulmalıdır. Bunu yaparken yine geçmişin sonuçları ile mukayese etmek mümkündür. Ama kabul etmemiz gereken şey bizim ulaştığımız sonuçlar olmalıdır. Bizim ulaştığımız sonuçlar geçmişin de ulaştığı şeyler ise ne ala, değilse kendi sonuçlarımızla, kendi verilerimizle yola devam etmeliyiz.
Sömüren, sömürülen, ezen, ezilen, biz onlar. Hiçbir ayırım yapmadan, hiçbir etki altında kalmadan bütün insanlık için yapılmalıdır. Böylece kendi icmamızı, kendi kıyasımızı oluşturabilir, geleceğin dünyasını inşa etmeye başlayabiliriz. Ön kabuller olmadan, sadece Kur’an ile etkileşerek yapmak gerekir. Çünkü atalarımız bizim önümüze duvarlar ördüler. Onların yöntemleri doğru olsa bile, ördükleri duvarları aşmak veya Rasyonel bir sonuca ulaşmak mümkün olmuyor. Her veriyi değerlendirelim, her bilgiyi kullanalım, ama Kur’an ın bize anlattıklarına göre hareket edelim.
Böyle yaptığımız zaman, ne kapitalizm, ne faiz, ne sömürenler, ne sömürülenler hiç biri bir anlam taşımaz. Engel de olamaz. Olamaz çünkü ortaya çıkacak olan şey, Allah’ın bize önerdiği şey olacaktır ve bütün insanlar ondan faydalanacaktır. Sömürüldüğümüzü biliyorsak buna izin vermeyiz, kimseyi sömürmek gerekmez. Resulullah da böyle yapmadı mı? O sadece Allah’ın vahyettiklerini söylemedi mi? Niçin biz de böyle yapmayalım? O böyle uyguladı, biz de yapabiliriz. Evrensel bilgi ile deneyimlerimizi birleştirebilir ve hiçbir ideolojinin etkisinde kalmadan, siyasal tercihlerden uzak, korkulara boğulmamış bir insanlık düzeni ortaya çıkarabiliriz. Bu zaten var, yapılması gereken tek şey, onu dillendirmekten başka nedir?
Bu söylediklerimiz, “karşı olmak” anlamında değil, “self check” yapmak anlamındadır. Her şeyden önce, Kur’an a tabi olduğunu söyleyen insanların (sizler de dahil) içinde bulundukları durumu “Rasyonel” olarak tespit etmek gerekir. Kapitalistlerin, sosyalistlerin veya diğerlerinin yanlışlarını değerlendirmeden, onları eleştirmeden önce, içe dönük bir karşılaştırma yapmak ve elimizdeki tek gerçek delil olan Kur’an ile örtüşüp örtüşmediğine, ona uygun olup olmadığına “gerçekçi” bir bakış açısıyla bakmak gerekir.
Netice itibariyle, bir yol alınacak ise, bu yanlışlar üzerinden değil, doğrular üzerinden olmalıdır. Ortak aklın benimsediği şey Kur’an ın da benimsediği şey ise doğrudur. Böyle kabul etmek gerekir. Kur’an ın yöntemi bunun için zaten yeterlidir.