SLT ve CEMAAT
(Nisa 102) “Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ”
SLT yani Namazın Cemaat ile kılınması gerektiğini söyleyenler Kullanılan kelimelerin çoğul/tekil olmasından yola çıkarlar ve özellikle Nisa 102. Ayete atıfta bulunurlar.
Nisa 102. Ayet istisnai bir durumu açıklamaktadır. Savaştaki bir ordu düşünün, askerler namaz vakti geldiğinde sağa sola dağılıp tek başlarına namaz kılarlarsa ne olur? Kolay hedef olurlar. Aslında ayet, bu istisnai durum sebebiyle yapılması gerekeni açıklıyor.
Öte yandan tefsirlerde ve meallerde “namaz kıldırdığın” şeklinde tercüme edilen veya böyle anlaşılan kelime “EKAMTE” kelimesidir. Bu kelime basitçe “Yönetmek/Kurmak/ayarlamak” anlamına gelir. Ayeti incelediğimiz zaman, alışageldiğimiz şekilde bir imamet veya cemaat düzeninden de söz edilmemektedir. Yani ordunun sevk ve idaresi ile SLT kavramları karıştırılmamalıdır.
Resulullah’ın ordu komutanı olması sebebiyle de doğrudan ona hitap edilmiştir. Bir komutanın birliğinin güvenliğini düşünmesi kadar normal bir şey yoktur. Ayetin anlattığı da budur. Kaldı ki, devamında Nisa 103. Ayette “itma'nentum” kelimesi kullanılmaktadır. Yani istisnai olarak bu gibi savaş veya tehlikeli durularda namazın yani SLT’ın nasıl yerine getirileceğini açıkladıktan sonra ayet şöyle der:
“emin olduğunuzda/tatmin olduğunuzda dosdoğru kılın….” “fe izatma’nentum fe ekîmus salât”
Şimdi düşünelim: Eğer SLT’ın dosdoğru kılma şekli Nisa 102 ve Nisa 103 te açıklandığı şekilde ise, niçin emin olunca, tatmin olunca dosdoğru yerine getirilmesi isteniyor? Eğer doğru bu ise, böyle bir ifadenin olmaması gerekir. Kaldı ki, Nisa 101. Ayet bu istisnai durumları da açıklıyor. Sefere çıkıldığında, korku hasıl olduğunda namazın kısaltılmasında veya Nisa 102. Ayette tarif edilen şekilde bir arada yerine getirilmesinde veya nisa 103. Ayette tarif edilen şekilde binek üstünde oturarak veya yan yatmış olarak veya yürüyerek yerine getirilmesinde bir sakınca olmadığını söylüyor. Ancak devamında da, ne zaman şartlar uygun hale gelir, siz de o zaman SLT NORMAL olması gibi yerine getirin der. Yani bu istisnai durumların kalıcı olmadığını ve geçici tedbirler olduğunu açıkça söyler.
(İsra 110)” Kulid’ullâhe evid’ur rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ”
Eğer SLT, alışılagelmiş halde, imam/cemaat şeklinde yerine getirilebilecek bir eylem ise, şu halde isra suresi 110. Ayetin şartı nasıl yerine getirilmiş olur?
Sesli okuma emredilirken “tekil” ifadeler kullanılmaktadır. Buradan şu anlaşılmıyor mu: “SLT eden herkes ayrı ayrı okumalıdır” Açıkçası bu ayet Zekeriyya’nın SLT’ını desteklemektedir. Sesli konuşmanın eylemsel olarak bir diyaloğa dönüşmesi öngörülmektedir.
Bazıları SLT konusunda mezhepler arasında büyük oranda bir icma olduğunu söyleyerek, mevcut şeklin geçerli olduğunu düşünmektedirler. Ancak bu konuda da büyük farklılıklar vardır. Hanefi mezhebinde öğle ve ikindi hariç diğer namazlarda imam sesli okur, cemaat ise sadece dinler. Öğle ve ikindi namazlarında ise tümüyle sessiz kılınır.
Şafii’de ise, Fatiha suresi sonunda cemaat Çok yüksek sesle olmasa da duyulabilecek bir sesle “amin” der. Bunun sebebi ise, eyleme katılmak içindir. Şafii’nin endişesi Nisa 110. ayettir.
Kaldı ki şekil itibariyle de bir bütünlük yoktur. Hanefi mezhebinin önerdiği şekil ile, şafii’nin önerdiği şekil arasında farklılıklar vardır. Bunları detaylı olarak burada tekrar açıklamaya gerek görmüyorum. Zaten bilinen şeylerdir.
(Mu’minun 2) “Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn”
Burada bahsedilen Huşu nasıl sağlanacaktır. Bu kelimeden anlaşılan alçakgönüllülük aynı zamanda bir konsantrasyon gerektirir. Siz, imama kulak kabartırken nasıl konsantre olabilirsiniz?
( Bakara 45) “Vesteînû bis sabri ves salât, ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn”
Herhalde, namazdan sonra oturup dua etmek bu ayetin önerdiği şey değildir. Bu ayeti biraz açmakta yarar vardır.
"Sabır ve SLT ile dileyin/isteyin" Ne istemeliyiz? Sürekli konfeksiyon üretimi bir elbise gibi her gün aynı şeyi giyip aynı şeyleri tekrarlayarak ne isteyebiliriz? Ve niçin Sabırla? SLT kavramı eğitim gerektiren bir eylem olmasaydı eğer, "sabır" da gerekli değildi. Burada ifade edilen şey, "meleke/yetenek" kazanmak ile ilgilidir. Ne yazık ki "namaz kıldım" demekle SLT yerine getirilmiş olmuyor.
Daha önceki yazılarımızda açıkladığımız gibi, SLT kavramı Al-i İmran 39. Ayet ile Ahzab 56. Ayette şekillenen “iki yönlü” bir iletişimdir. Bu öyle bir iletişimdir ki (A’raf 170) “Vellezîne yumessikûne bil kitâbi ve ekâmus salâte innâ lâ nudîu ecrel muslihîn” dosdoğru yerine getirilmesi halinde ödülü kaçırılmamış olacaktır. Bahsedilen bu ecir, SLT yerine getirildiğinde ulaşılacak olan bir karşılıktır. Bir sevap şeklinde değildir. Reel, gerçek bir karşılıktır. Ahirete tahakkük edilecek bir karşılıktan söz edilmiyor burada.
Hangi kitap? Bu kavramı biraz açmakta yarar olabilir:
“ba- با” şeklinde kullanılan kelime “LİSANS” anlamına gelir. “yumessikûne – يُمَسَّكُونَ” ise “tutmak basılı tutmak, hold” anlamına gelir. Buna göre ayet şunu mu söylüyor: “kitabın lisansı ile (yazılı lisans) Kurulan/yerine getirilen SLT ödülü kaçırılmayacak bir şeydir” …. Ayetin başındaki “Vellezine” kelimesini de unutmamak gerekiyor. “Kim bu şekilde yerine getirirse…” (ayette geçen “inna” kelimesini atlamıyorum. Bu Yaratıcı ile dolaylı olarak ilgili olduğunu gösterir. Ancak burada özellikle böyle ifade edilmiştir, çünkü hedef doğrudan Yaratıcı değildir.)
Genel olarak, namazın şekli konusunda Sünnete atıfla, Resulullah’ın uyguladığı şekil olarak kabul edilmektedir. Kur’an’da SLT ayetlerinin hiç birinde Rükü ve Secde geçmediği halde SLT’ın sonunda ruku ve secde etmenin bir sakıncası yok. Buna bir itirazım yoktur. Ancak, Namaz kavramı içinde değerlendirilen ve kalıplaştırılmış olan eylemler gerçekte SLT kavramı ile bize bildirilen sonuçların elde edilmesine katkı sağlayabilecek durumda değildir. Eğer illa SLT kavramını bir şekle sokmak gerekiyor ise niçin Kur’an’ın önerdiği şekli kabul etmiyoruz? Acaba Resulullah doğru yapıyordu da, onu izleyenler mi anlamadı?
(Hud 114)– “Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl, innel hasenâti yuzhibnes seyyiât, zâlike zikrâ liz zâkirîn” Eğer leyl/Nehar kelimelerini gece/gündüz şeklinde algılamak yerine, bu ifadelerde kavramlaşmış olan maddenin iki hali olarak algıladığımızda, bu ayet bize SLT’ın bu şekilde yerine getirilmesi halinde kazanılan derecelerin/bonusların kaybedilenleri gidereceğini söylemiyor mu?
SLT kavramının yerine getirilmesi veya getirilmemesi halinde ortaya konulmuş olan bir ödül veya bir tehdit yoktur. Böyle olduğu halde neden düzenli yapmak gerekiyor? Niçin zamanında yapmak gerekiyor? Niçin sabır ve ısrarla devam etmek gerekiyor? Şekledilmiş ve alışkanlık haline gelmiş olan namaz, Kur’an ın bize aktardığı kavramları içeren bir eylem değildir. Mevcut haliyle bir “Borç ödeme” anlayışı içerisinde önerilmiş ve zorunlu tutulmuştur. Böylece SLT kavramının önümüze koyduğu muhteşem fırsatlardan da yararlanma imkanı ortadan kalkmış oluyor.
Bu noktada, Namazın geleneksel tanımı çerçevesinde, Tasavvufi, dini, ilmi, siyasi namazlar şeklinde değerlendirmek veya böyle algılamak lafza uygun değildir. Çünkü, herkes kendi kişisel ihtiyacı olanı şeyi alacaktır. Zaten başka türlüsü de düşünülemez. Kur’an SLT kavramının eylemsel şeklini, içeriğini ve sonuçlarını açıkça tarif ederken, bunları görmemezlikten gelmek herhalde doğru olmaz. “mescide dahil olmak/katılmak” kavramı ile “SLT” kavramını bir araya getirmenin veya karıştırmanın imkanı yoktur. Bir tane namaz vardır o da Kur’an ın bize bildirdiği SLT’tır.
Küçük bir ayrıntıya daha dikkat çekmek istiyorum: Ben imam/cemaat ilişkisi ile SLT kavramının öngördüğü eylemin yerine getirilemeyeceğini söylerken, bir arada yerine getirilemeyeceğini söylemek istemiyorum. Aksine bir arada da yerine getirilebilir. SLT toplulukça yerine getirildiğinde, toplumun/halkın ortak ihtiyaçları/amaçları doğrultusunda yapılır. (Cuma da bunun içindir) Böyle yapıldığında herkesin aynı hedefe kilitlenmesi, aynı frekansta olması gerekir. Ancak bu haliyle bile, cemaat anlayışı içerisinde yerine getirilemez. (nasıl yapılabileceğini söylemek istemiyorum, bu yanlış anlamalara neden olabilir, bu sebeple herkes nasıl olması gerektiğine Kur’an ın ortaya koyduğu bilgiler çerçevesinde karar verebilir. Eminim sonunda herkes aynı noktada birleşecektir. Zaten örnekleri de vardır)