Hüseyin Kayahan
FATİHA ve YENİ KOMÜNİZM
4.09.2014
8177 Okunma, 4 Yorum

FATİHA SURESİ ve YENİ KOMÜNİZM

02.09.2014, İzmir

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴿١

﴾ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٢

﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٣

﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ﴿٤

﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ﴿٥

﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦

﴾ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ﴿٧﴾

 

Bu surede FeTeHa kelimesi geçmemesine rağmen, açmak, açılış manasına gelen bu isim verilmiştir. Türkçede biz buna giriş diyoruz; eskiler, mukaddime demişlerdir.

 

Kuran bu sureyi, seban min elmesânî/(el)Mesâniden yedilenen, yedilenmiş (olan) olarak adlandırmıştır. Mesânî, ikilenmiş olan demektir. Çoğul olduğu için bu ikilenme (çarpma işlemi) en az 3 defa olmalıdır. Matematik olarak gösterirsek; 2x2x2x2 dir. Bu da 16 etmektedir. Mesanî, BESMELENİN ADIDIR. Zira besmele, 16 harften oluşur.

 

Karagülle bunun açılımını çok güzel yapmıştır. Kitabından kısa bir alıntı yapıyorum. Her birinin analitik tefsiri ve matematiksel izahları için Karagüllenin Fatiha Suresinin Tefsiri kitabına bakılması gerekir. Kitap www.akevler.org sitesinde, kitaplar bölümünde mevcuttur.

Fatiha yedi besmeleden oluşur. Besmeledeki harflerin benzerleri fatihada vardır. Kuranda biz sana yedi besmeleyi ve büyük Kuran’ı verdik diyor. Besmeleyi mesani kelimesi ile ifade ediyor. elMeÇANIy kelimesinin besmeleye delalet eden delilleri sıralayalım.

1.ثنا ÇeNA =  yaka demektir. Bir şeyin ikilenmesi demek olur. Mesna masdar olursa ikinin iki defa çoğaltılması demektir ki sonuç dörttür. Mekan olursa iki demek olur. Mesani Mesnaın çoğulıudur. Üç defa iki demek olur sekizdir. Yahut üç defa ikilenmiştir. 16 dir. Besmele sekiz çeşit harf içerir ve 16 harften oluşur. Dört kelimedir. O halde Kurandan bir parça olduğuna göre bu besmeledir.

2- Besmelede harfler ikişer ikişerdir. Yarısı şemsiye yarısı kameriyedir. Kameriyenin yarısı boğaz yarısı dudak harfidir. Bu hem harfin türü hem de harfin sayısına göre böyledir. Dolayısıyla Mesani kelimesi Besmeleye delalet eder.

Fatiha da böyle yedi 'BESMELE' (ikili olarak oluşmuş)'den meydana gelir. Fatiha'nın harf sayısı 'BESMELE' harf sayısının yedi katıdır. Her çeşit harfler çoğaltılıp yerleri değiştirilerek oluşmuştur. Buna benzer bir oluşumu, canlıların hücrelerinde bulunan kromozomların oluşumunda görüyoruz.

Kur'ân, bu hususa işaret ederek: "Biz sana yedi BESMELE'yi ve BÜYÜK KUR'ÂN'ı verdik."(Hicr[15];87) demektedir. 'BESMELE'nin Kur'ân'daki adı 'MESANİ'dir. Çünkü bu Kur'ân'da 112 defa tekrar edilmektedir. Harfleri de mükerrerdir.

Kur'ân'da Fatiha suresindeki harf sayısı kadar sure vardır ve bunlar ikili sisteme göre düzenlenmiştir. Kur'ân bunu da; "Allah sözün en güzelini indirdi: MESANİ ve MÜTEŞABİH KİTABI"(Zümer[39];23]'ı demek suretiyle belirtmektedir.

Görülüyor ki; Kur'ân'ın yapısı ile kâinatın yapısı aynıdır. Her ikisi de ikili sisteme göre oluşturulmuş ve ikili sisteme göre telif edilmiştir.

4- Fatihanın yedi mesanı olduğu ifade edilmiştir. Fatiha ile besmele harfleri arasına tekabüllük vardır. Dolayısıyla mesani kelimesi besmeleyi ifade eder.

Fatiha yedi ayettir. Bu hususta icma vardır. İhtilaf, besmele ile mi besmelesiz mi  yedi ayet olduğu hususundadır. Bu araştırmalar göstermiştir ki Fatiha Besmelesiz yedi ayettir. Harfler ona göre sıralanmıştır.

Fatihanın kelimeleri de 28 olmalıdır. Gerçekten Fatiha 28 kelimedir. VaLa bir RiyYAKa iki kelime kabul edilmiştir. Kelimeler yerlerini değiştirmiştir. Aynı satırda aynı renkde olan kelimeler yerlerini değiştirmişlerdir.)

 

Seban minel Mesani; Mesaniden YEDİ verdik, onaltıdan yedi tane verdik demektir. 7x16 ise; 112 olarak çıkmaktadır. Bu da Fatiha süresinin (okunan) harflerinin sayıdır. Bu sayı aynı zamanda; Fatiha hariç, (Tevbe Suresi besmelesiz yazıldığı ve Enfal Suresinin devamı sayıldığı için) kalan surelerin sayısıdır. Fatihanın her bir harfine, Azim Kuranda bir sure denk gelmektedir.

Zira ayette “… biz sana seban min elmesânî vel Kuran el Azîmi verdik…” denmektedir.

 

Azim/Ulu Kuran, 112 sureden;

Küçük/özet Kur’an ise, 112 harften meydana gelmektedir.

Besmele 16 harften;

Fatiha, 7x16=112 harften;

Azim Kuran da 112 sureden meydana gelmektedir.

 

Fatiha; giriştir, özettir ve fihristtir/içindekilerdir. 112 harfe, 112 sure denk geldiğine göre, aynı harfe denk gelen sureler arasında bir bağlantı var mıdır, araştırılması gerekir. Bu konuda şimdiye kadar bir çalışma yapıldığını sanmıyorum.

 

Şimdi Türkçe çevirisine bir göz atalım:

Çalıştıran Yaşatan ve Allah’ın/topluluğun adına/adıyla...(1)

(el)Hamd/Bütün (artı/katma) Değerler; toplulukların yetiştiricisi olan Allah”’ındır/yerel yönetimlerindir.

Yaşatandır, Çalıştırandır.

Düzen Gününün iyesidir.

Yalnız sana ibadet ederiz/vatandaşlık yaparız/sana veririz ve yalnız senden yardım alırız/senden isteriz.

Bize doğru yolu göster.

Kendilerine iyilik ettiğin kimselerin yoluna.

Ne sapıtanların, ne de şaşıranların yoluna değil.

 

Ben bu makalede, farklı bir çıkarım yapmak istiyorum. Bir önceki makalede, Fatiha suresinin, Müminlerin ANDI olduğunu ve her Namazda ve askerlerin hazır ol vaziyetlerine benzeyen bir şekilde, ayakta ve elleri bağlı olarak, namazın her rekattinde açık veya gizli okunması gerektiğini söylemiştim.

 

Ant kelimesi nedense, başta sosyalist, komünist hatta faşist çağrışımlar yapmakta, diktatörlüğü anımsatmaktadır. 20. Yüzyılda, dünya nüfusunun nerdeyse yarısı sosyalist veya komünist rejimlerle yaşadı veya öyle bir yönetim şekli için mücadele verdi. Komünist sistem acaba gerçekten çok mu kötüdür..?

 

Temel dört yanlışını (özel mülkiyet, aile, din ve ırk yokluğu) saymazsak, adil olmasa da, eşitlikçi olduğundan, insanlar sosyalizm/komünizm fikrinden memnunlardı. Ben Orta Asyada, Sovyetler dağıldıktan sonra, hala eski günler için ağlayan insanlar gördüm. Herkesin merkezi devlete çalışıp; iş, aş, giyim, ev ve sağlık vb. güvencede olması karşılığında, benzer şeylere sahip olmayı, gelişmenin çok yavaş olmasını bir eksiklik olarak görmüyorlardı.

 

Kurandaki Cennet tasvirleri de benzerdir... Klasik anlayışa göre; oraya giren herkes; herhangi bir bedel ödemeden, istediği her şeye malik olabilecektir. Aklından ne geçerse hemen oluverecek ve bunun için her hangi bir bedel de ödemesi gerekmeyecektir. Oradaki bedel, bu dünyadan kazanılmıştır, denirse; kazançlarımızın eşit olmadığı açıktır. Kazanca göre olacaksa, o zaman da herkes farklı bir hayat yaşayacak demektir. Anlatılanları yanlış mı yorumluyoruz?

 

Klasik Cennet anlayışı size, komünal bir düzen çağrıştırmıyor mu?

 

Bana göre Cennet hayatı, tam bir komün yaşamı olmalıdır. Kişi, Cennet denilen ülkenin vatandaşı olabildiği için; hiçbir çalışma yapmadan, bir emek ve bedel vermeden ne isterse onu yiyebilir, ne isterse onu giyebilir, nerede isterse orada kalabilir ve hatta eşler de edinebilir. Duyduklarımız buna benzer tasvirler değil mi? Bundan daha iyi komün olur mu?

 

İnsanın fıtratına uygundur ki, mükafat olarak da öte dünyada böyle bir yaşam vaat edilmektedir. Demek ki, böyle bir yaşam kötü bir şey değildir. Onun için bu dünyada da böyle bir hayat talep etmektedir. Şimdilik, her iki büyük sosyalizm/komünizm uygulaması çökmüş olsa da; insanlık bu talepten, bu arayıştan vazgeçmeyecektir.

 

20. yüzyıldaki uygulamanın başlıca dört yanlışı şunlardı:

1- Ailenin yok sayılması. Senin çocuğun, benim çocuğum yok; bizim çocuklarımız var. Hâlbuki insan da dâhil her canlı kan bağı olan öncül ve ardıllarına özel önem verir.

2- Özel Mülkiyetin yok sayılması. Bu da insan fıtratına uygun değildi. Arılar ve karıncalarda kolektif mülkiyet vardı ama insanda özel mülkiyet, sahiplenme ön plandaydı. Bölüşüme ancak eğitimle ikna edilmektedir.

3- Dinin yok sayılması. Ne enternasyonal sosyalizm, ne de nasyonal sosyalizm hatta ne de kapitalizm din olgusunu yok edememiştir. Zira bu insanın doğasında vardır.

4- Etnik aidiyetin yok sayılması. Bu da yok edilememektedir.

 

Gerçekte bana göre esas yanlış şudur. Merkezi devlet ve merkezi otoritenin esas alınması yanlış olmalıydı. Herkes merkezin işçisi, herkes ona çalışacak ve karşılığını da oradan alacak Sistemi tıkayan ve 70 yılda çökmesine sebep olan neden, bana göre buydu.

 

Fatiha Suresi(Müminlerin andı), yeni bir komün hayatını tarif etmektedir. Bu eskisinden farklı olarak; tek bir merkeze bağlı ve tek tip olan bir komün değil, yerel yönetimler bazında oluşacak komünleri anlatmaktadır.

 

Allah kelimesi; Allah’ın zatını, topluluğu, devleti ve meclisi (onu temsil ve ilzam eden en küçük birimini),

 

Resul kelimesi; Peygamberleri, yürütme ve/veya yönetmenin başkanını (buna yasama ve yetiştirme erklerin başkanları da eklenebilir, henüz sistemi tam analiz etmiş değilim. Zira dört bölümlü (yasama, yürütme, yönetme, yetiştirme şeklinde) bir meclis düzeni vardır ve her bir bölümün başkanı, resul olarak adlandırılabilir. Böylece 4 resul ortaya çıkmaktadır),

 

Allah ve Resul ibaresi; geçici yargı ve yönetmeyi (burada benzer şekilde diğer erklerin oluşan tıkanıklarını onların resulleri/başkanları çözecek, sonra taraflar yargıya gidecekler demektir.)

 

Allah ve (onun) resulü” ibaresi; kesin ve kalıcı yargıyı,

 

Rab yerel yönetimlerin başkanlarını,

 

Âlemlerin Rabbi olan Allah ibaresi; yerel yönetim birimlerini (başkanlarıyla beraber, onların ayrı tüzel kişiliği yoktur) ifade eder.

 

Allah, GENEL/MERKEZİ YÖNETİMLERİ, “Âlemlerin/toplulukların Rabbi/yetiştiricisi olan Allah ise YEREL YÖNETİMLERİ” ifade eder. Allah ile Allahü rabbül âlemin aynı değildir, usul buna manidir. Farklılığı ben böyle anladım ve tasnif ettim. Bu makaleyi okuyan arkadaşlar elbette başka tasnifte bulunabilirler veya aynıdır diye de kabul edebilirler.

 

Şimdi Fatihayı bu gözle yeniden düşünelim:

 

Elhamdü lillahi rabbil âlemîn (1)

Hamd, herhangi bir karşılık düşünülmeden yapılan eylem olarak tanımlanmaktadır. Bunun düzendeki karşılığı, herhangi bir katma değer katılmadan, kendiliğinden artan değer, yani Latince olarak Rant demektir. Rantın tamamı, katma değerlerin tümü, (bunu komünal bağlamda emek de dâhil olarak düşünürüz) YEREL YÖNETİM BİRİMLERİNİNDİR. Yani, herkes merkezi hükümetin değil, yerel yönetimlerin işçisi olacak ve karşılığını oradan alacaktır. Karşılıksız ve karşılıklı olarak; katılan bütün değerler o yerel yönetimlerindir. Meydana gelen hâsıla da o yerel yönetimde yaşayan herkesindir. Böylece birimden birime farklılıklar olacak ve rekabet, gelişme, evrim bununla sağlanacaktır. Herkes merkezi yönetimin işçisi olunca her şey eşit olmakta ve rekabet ve gelişme sağlanamamaktadır. Üstat Karagülle bunu kooperatiflerle yapmak istemektedir. Bana göre bu, ancak bir yerel birimin tamamı bir kooperatif olursa olabilir ve buradaki ibareye o zaman uyar.

 

Errahman errahim (2)

Çalıştırandır, Yaşatandır. Şimdi bu yerel yönetimin temel özelliklerini anlatmaya başladı. Rahim, hiçbir karşılık olmaksızın içindeki canlıyı besleyen ve barındıran yerin adıdır. Üstada muhalif olarak, ben Rahimi yaşatan olarak alıyorum. Bundan dolayı, vatandaş olan herkesin karşılıksız olarak yaşama hakkı vardır. Yaşama hakkının içinde; yeme, içme, giyinme, barınma, öğrenme, gezme vb. vardır. Bunların asgarisi yerel yönetimler tarafından karşılanmalıdır. Bunların bütçeleri yapılır, fasılları belirlenir.

 

Rahman ise, çalıştırandır. Yani çalışma koşullarını oluşturan ve çalışan kimsenin emeğinin karşılığını da verendir. Çalışmak isteyen herkese iş ayarlanır. Komünist ülkelerde, işsizlik değil, işçi açığı vardı. Fabrikalar o kadar fazla yapılmıştı ki, işçi azlığı çekiliyordu. Planlandığı takdirde yine böyle olacaktır.

 

Maliki yevm eddîn (3)

Üstadın yorumunda yevmiddin ibaresinin ahiret gününü, hesap gününü” ifade ettiğini, bunda da icma olduğunu söylemektedir. Bu doğru ise, benim yorumum bu icmaya muhalif olur, yok olarak kabul edebilirsiniz.

Din, dini anlamda inançtır ama esas din kelimesi deyn kökünden gelir ve borç” demektir. Deyn/Borç da, bir borçlanan, bir de alacaklanan olarak iki kişi ve bunlar arasında doğan ilişki demektir. Bu ilişki geniş manada düzen demektir. Sadece, borçlu ve alacaklı değil, öğretmen ve öğrenici, davalı ve davacı, amir ve memur, vb her türlü ilişkinin oluştuğu gündür/zamandır ve o zamanın mekânıdır. Buna mesai de denmektedir. Mesai gününün malikidir, melikidir, mülküdür(yeridir). Bu da ocaklarda değil, semtlerde/beldelerde oluşur. Kıyasla; beldelerde, ilçelerde ve bölgelerde oluşur. İşte yeni bir komünal hayat, buralarda kurulabilir. Cennet seviyesine çıkana kadar komünal hayat talebi devam edecektir.

 

İsrailde halen buna benzer bir uygulama devam etmektedir. Giderek bozulmakta ama devam etmektedir. Özellikle Sovyetlerden gelenler kolhoz/kibutz/kooperatif uygulamasını devam ettirmektedirler. Bu birimin içinde herkes çalışmakta, hiçbir para almamakta, ortak lokantalardan istediğini yemekte, ortak mağazalardan istediğini karşılıksız almakta, evlerde kirasız oturmaktadır. Çocuklar anne ve baba tarafından değil, kreşlerde bakıcılar tarafından eğitilmektedir. Halen 200 üzerinde kolhoz yaşamakta ama gençler bu yaşamı devam ettirmek istememektedir. Tam olarak bilmemekle birlikte, rekabet ve yarışmanın temin edilememesi bunların sonunu getirdiğini düşünüyorum. Gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçları gençleri bilgilendirmekte ve onları uyarmaktadır. Onlar kolhoz içindeki bedava hayatın dışına çıkıp, para ile temin edilen yeni şeyleri talep etmekteler. Hâlbuki Rab, eğiten, geliştiren, evrimleştiren demektir. Öyle oluşturmalıyız ki, rab/rabvet sıfatı/özelliği tecelli etsin/ortaya çıksın ve kendini devam ettiren ama mutlaka geliştiren, kalıcı ve özgün bir yaşam oluşabilsin.

 

İyya ke nabüdü ve iyya ke nestain (4)

Burada vurgulayarak yalnızca sana ibadet ederiz/çalışırız ve yine yalnızca senden istiâne ederiz/karşılık bekleriz, denmektedir. Ke, sen demektir. Tekil kullanmaktadır. Muhatap da bir, talep edilen yer de bir tane. Ayrı ayrı işverenler yok, herkes aynı birimin işçisi olacak, İhtiyacını da ondan alacak. Tam bir komün düzeni tarif edilmektedir. Çünkü herkes onun ibadı olacaktır.

 

İbad, vatandaş; ibadet ise vatandaşlık görevlerinin yerine getirilmesidir. Dağ başında tek başına yaşayan kimsenin vatandaşlığından bahsedilemez. Vatandaşlık, topluluğa katılma ve ürettiği her türlü değeri onlara sunma, ihtiyaç duyduğu her türlü değeri de onlardan alma demektir. Çalışma, alış veriş yapma; öğrenme, öğretme; seçme, seçilme; savunma, vb. aklınıza ne gelirse; topluluğun içinde ve karşılıklı olarak oluşan tüm ilişkiler ibadettir. İbadet yalnızca Allaha, yani topluluğa yapılır. İbadet kişilere yapılmaz.

 

Karagülle bunu kısaca şöyle anlatmış:

Burada nabudu ve nesteinunun cem/çoğul olmasından üretimin kollektif olacağı ortaya çıkar. Bölüşmenin de kurallarla olacağı anlaşılır. Çalışan kişidir. İstihkak eden de kişidir. Sorun ortaklık kurma ve sonunda ürünü bölmedir. Hepimiz çalışacağız ve emeklerimizi birleştireceğiz. Sonra ürünleri bölüşeceğiz. Burada ve harfi ile atfedilmiş olması ikisinin art arda gelmesindendir.

 

İhdina essırat elmustaqîm (5)

Bize doğru yolu göster. Müstakim, marifedir; ya bir tek olur ve ona ulaştır manasındadır ya da istiğrak manasında müstakimlerin/doğruların hepsine ulaştır, demektir. Evrim olabilmesi için önce bütün doğrulara (ikinci mana); sonra da öte dünyada en doğru olana ulaştır (birinci mana), demektir. Hedy, hidayet; yol gösterme, yola götürme demektir. Tamamen zarar veya verimsizlik olmaması için en kısa, en doğru olanı göstermektir. Sırat; yol, yöntem, usul, metot demektir. Mustakim ise, istikamet olunmuş yani doğru, düz manasındadır ve bu da ancak topluluğun ittifakı ve icması demektir. Üzerinde ittifak ettiğimiz bir tek yola bizi götür, demekteyiz. Bunun nasıl tespit edileceği ise arkadan gelen cümlelerde vardır.

 

Sırat ellezine enamte aleyhim (6)

Kendilerini nimetlendirdiğin kimlerin yoluna Nimet kelimesi; yiyecek, içecek, geçimlikler, bolluk ve bereket, mutluluk, barış ve gönüllülükleri topluca ifade eder. Barış, rıza ve uyum içinde olan topluluklar her türlü nimet ile dolup, taşar. O topluluğu refah ve gelişmişlik seviyesi yüksek olur. Böyle toplulukları geçmişte yaşayanları inceleyerek görürüz. Onların usul ve metotlarından yararlanmalıyız. Onların yolunu bize göster diye dua etmekteyiz.

 

Gayril magdûbi aleyhim ve leddallîn (7)

Şaşırmışların ve üzerlerine gazap edilenlerin yoluna değil. Yukarıdaki topluluklar, barış ve uyum içinde sorunlarını çözerler ve nimetler kavuşurlarken; bu gruptaki topluluklar, sürekli çekişme, çatışma ve gerilim içindedirler. Bundan dolayı bu topluluklar çeşitli Zaralara uğrarlar ve devamlı bir şaşkınlık ve tereddüt içinde olurlar. Bu da en azından verimi düşürür ve huzuru geciktirir. Şaşkınlık içinde bocalamaları ve zararları uğramaları da kendilerinin tercih ettiği bu usul, yol ve yöntem sebebiyledir.

 

Hasılı ve kısaca; Komünizm ideali Fatiha Suresinde formüle edilmiştir. Yeni komünizm bir devlette tek bir şekilde değil, her bir yerel yönetimde ayrı, ayrı uygulanacak; böylece sosyal ve teknolojik evrim de devam edecektir. Öte dünyadaki Cennet hayatı ise ideal bir komün hayatı olacaktır. Cehennem tasvirlerinden anladığımız kadarıyla,  oranın da komünal olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlatımlardan faydalanarak biz de dünyadaki komünlerimizi geliştirmeliyiz. Sosyal düzeni/kamu düzenini bozanları, cehennem benzeri başka komünlere almalı ama orada da yine aynı usuller içinde yaşatmalıyız. Cennet de komün, cehennem de komün olacaktır. Dünyada da bu ideale doğru çaba göstermeliyiz.

 

Öte dünyadaki Huri ve Gılmanlar; erkek ve kadın görünümlü robotlar olup, üretim ve hizmet işlerini bunlar yapacaktır. Bu dünyada da giderek bu teknolojiyi geliştiriyoruz. Bir gün o seviyeye geleceğiz. Bunları şimdilik büyük kapitalistler geliştirmektedir. Doğal olarak bunlara onlar sahip olacaktır.

 

Peki normal insanlar bu robotların ürettiği değerleri nasıl satın alacaklar? Bütün bu robotlara ve onların ürettiği değerlere sahip olanlar, bunları ne ile ve kime satacaklar? İnsan emeğini satar ve karşılığındaki ederi ile ihtiyaçlarını temin eder. Tüm üretimin insan değil, robotlar tarafından üretildiği durumda, çalışmayan insanın elinde satın almasına yarayan bir araç olmayacaktır. Bu durumda, ya devletler vatandaşlarına geçim kuponları verecekler ve herkes bununla gidip ihtiyaçlarını alacaktır. Peki devlet bu kuponları ne karşılığı ve hangi kritere göre verecektir? Ya da büyük ihtilâller olacak ve tüm üretim araçları, robotlar dahil devletin, yani topluluğun ortak malı olacak ve onların ürettiği değerler de o ülkenin halkının olacaktır. Böyle bir kargaşa çok uzak da değildir. 3. Bin yılda insanlar bu sorunlarla karşılaşacaklardır. Bu sorunların çözümü için Kuran ip uçları vermekte ama henüz bu ihtiyacı idrak etmeyen müntesipleri uyumaktadırlar. Cennet ve Cehennemi bizler hazırlayacağız. O seviyeye çıkmaya çalışacağız. Kurandan yardım alacağız. Bizim seviyemiz yeterince yükseldiği zaman, işte ancak o zaman, sura üflenecek ve öte yaşam başlayacaktır. Ondan önce bizler amatörce bunu oluşturmaya çalışacağız. Gerçek olanı ise yaratan zaten hazırlamıştır

 

Saygılarımla.

H. Kayahan

 

 


YorumcuYorum
Hüseyin Kayahan
05.09.2014
16:58

Sam Adian'ın makaleye ilişkin eleştirilerini, önemli gördüğüm için, onun izniyle makalenin altında yayınlıyorum:

Sayın Kayahan FATIHA başlıklı makalenizle ilgili kısa bir not düşmek isteriz. Kısa ve özetle:

Hamd (حمد) baş beytin ikinci mısrasında birinci olan tefile, başlamak, başlangıç, iptida

El-hamd (الحمد) Bir nesneye başlamak, yenilece bir nesneye başlamak , bir nesneyi sair nesnelerden önce işlemek , başlama , başlangıç , iptida , baş , evvel , nesnenin evveli , başlangıcı , bed etmek , baş beytin ikinci mısrasında birinci olan tefile HAMD: bir şeye başlamayı ifade eden bir kavramdır. Başlangıç yapmak. Başlamak. Kur'an'da hamd, çoğul kullanım yapılmayıp hepsi Allah'a kavramına atfedilmiş edilmiş olarak 43 yerde geçmektedir. Ayrıca, 17 âyette “hamîd”, bir kez “hâmidûn” kelimesi kullanılır. Hamd kökünden türeyen “Muhammed” kelimesi, 4; “Ahmed” ise 1 yerde, “makam-ı mahmûd”, yine 1 yerde kullanılır. Dolayısıyla “hamd” kelimesi ve türevleri kitapta toplam olarak 67 yerde geçmektedir. “övgü, yüceltme” anlamı Hıristiyan amentüsünün bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Çünkü Arapçada Övgü, yüceltme anlamlarında ثناء , مدح , تسامى , gibi kelimeler zaten vardır. Eğer teşekkür anlamında olsaydı, “الشكر” da zaten Arapçada kullanılan bir kelimedir. Her ne kadar “hamd” kelimesinin anlamı daha kapsamlıdı gibi iddialar varsa da, Arapçadaki kelime zenginliği böyle bir kapsamlılığa izin vermeycek niteliktedir. Metodolojik olarak da mümkün değildir. “Ahmed”, “Muhammed” kelimelerinin de bu kökten türemiş ifadeler olduğu açıktır. Bir işe başlayan olarak “Muhammed” denmiş olması doğaldır. Hamd kelimesine “övgü, yüceltme, şükür” gibi anlamlar veren “Istılah”ın bunu Hıristiyan amentüsünden esinlenerek yaptığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, atıfta bulunmuş olduğunuz anlamlandırmanın mümkün olmadığını düşünüyoruz. “Fıtrata uygunluk” ile ilgili ifadelerinizi eleştirmek istemeyiz. Ancak burada “mükafat” olarak neyin önerildiğini sormak isteriz. Genel çerçeve itibariyle, ölüm sonrası ile ilgili her şeyin, bugün yaptıklarımızla doğrudan ilgili olduğu söylenirken bu bir mükafat değil, bir karşılık olur. Yani ne ekerseniz onu biçersiniz. 4 yanlışa ilişkin: 1. Ailenin yok edilmesi noktasında “senin çocuğun yok bizim çocuğumuz var” şeklinde özetlenebilecek bir ifade kullanarak bunun yanlış olduğunu söylemişsiniz. Lütfen bu iddianızı Kitap ile kanıtlar mısınız? Bizim görebildiğimiz kadarıyla “çocuk” aileye değil topluluğa aittir. Eğer siz başka bir kanıt buldu iseniz lütfen bizimle paylaşınız. 2. Özel mülkiyetin yok sayılmasını da bir hata olarak değerlendirmişsiniz. Lütfen bunu da kitap ile kanıtlar mısınız? Kur’an “mülkiyetsizlik” önerir. Bireysel mülkiyetin “yaşam hakkı” ile sınırlı ve paralel olduğu gerçeğini ne yapmalıyız? “Din” ve “etnik aidiyet” ile ilgili ifadeleriniz bizim ilgi alanımızın dışındadır. Çünkü bize göre “din” sadece “evrensel düzenin adıdır”, başka hiçbir şekilde din mevcut değildir. Dolayısıyla kimse “dindar” yahut “dinci” olamaz. Hepimiz zaten bu evrensel düzenin birer parçalarıyız ve zaten içindeyiz. Elbette “Hamd” kelimesini “gerçek anlamına uygun” olarak değil de, tamini veya üretilmiş anlamlandırma yöntemleri ile anlamak istediğimiz zaman, sizin de ifade etitğiniz gibi sonuçların ortaya çıkmasını makul karşılamak gerekir. Doğrusu “Hamd” kelimesi ile “Rant” kelimesini karşılaştırabiliyor olmanızı ilginç bulduk. Saygılar

Hüseyin Kayahan
05.09.2014
17:02

Kendisine, eleştiriye sevincimi belli etsin diye ve alel acele olarak sonraki cevaplara bir giriş olsun diye şu kısacık notu gönderdim:

Selam ve dua ile... Bu yorum; gerçekten yayınlanmayı hak ediyor. Ciddi ve samimi bir kritik yapmaktadır. Yazımı okuyacak olanların, bu eleştirileri mutlaka görmesi gerekir. İzin verirseniz yayınlamak isterim. Türkçe karşılıklarını çok kapsamlı olarak düşünmediğim için bazı karşılıklara olan itirazınız yerindedir. "... min emvalihim... " "... ebnâeküm ve abâeküm..." izafetleri vardır. "Küm, him" zamiri çoğuldur, dolayısıyla çocuklar da hepimizin, babalar da hepimizin, malllar da hepimizin, denebilir belki ama bunların tekil kullanıldığı ibarelerde var diye hatırlıyorum. Zaman içinde tartışırız. Zaten yazılarımı, aklıma gelenleri tartışalım, tartışamazsak bile birilerinin kulağına kar suyu kaçırıp; "Allah Allah, böyle de düşünmek olabilir mi?" hayıflanmasını sağlamaya çalışıyorum.

Saygılarımla.

H. Kayahan

Hüseyin Kayahan
05.09.2014
20:15

"El Hamdü lillah" ibaresini, "errantü lillah", yani "her türlü rant kamunundur/topluluğundur" şeklinde kabul ediyordum(k). Uzun zamandır, Akevlerdekilerin hemen hepsi bu görüşte idik. Bununla, herhangi bir emek karşılığı olmaksızın, kendiliğinden artan değerlerin; kişilere değil, topluluğa/kamuya/devlete ait olmasını kast ediyorduk. Mesela böylece arsa spekülasyonu ile kişilerin zengin olmasının önüne geçilebilirdi. 1 Liraya bir tarla al, 20-30 sene hiç bir şey yapmadan bekle, onun etrafna değer katanların katkısıyla 1000 katı, 10000 katı değere sat. Arsa spekülasyonu ile yapılan bu idi. İşte ayetin delaleti ile, bu artan değerin kişilerin değil, topluluğun/ devletin olması gerektiğini düşünüyorduk.

Fakat yıllar geçtikce ikisi de kamu kuruluşu olmakla beraber, merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin farklı olduklarını, hizmet ve fonksiyonlarının da farklı olduğunu, dünyada da anlayış ve uygulamanın böyle olduğunu fark ettik. Yerel yönetimler genel olarak belediye hizmetleri dediğimiz hizmetleri yapıyorlardı. Eğitim, sağlık, savunma vb hizmetleri ise merkezi yönetim yapmaktaydı.

Peki Kuran'da buna dayanak olacak ibare ve ifadeler var mıydı?

Son bir iki yıldır devamlı olarak, "Rab" kavramını düşünüyordum. Rab, rabvet ve Eski Türkçeden hepimizin bildiği "mürebbiye" kelimeleri ile; bu kökün anlamının öğretmek, eğitmek, yetiştirmek, geliştirmek ve evrimleştirmek şeklinde oldunu biliriz. Tam olarak araştırıp, tasnif yapmış olmasam da, "Allah" kelimesini "merkezi yönetim" ile, "Rab" kelimesini de "yerel yönetimler" ile karşıladım. Adil düzende, merkezi (bucak, il ve devlet) yönetimlerin başkanlarının tüzel kişiliği olduğu halde; yerel yönetimlerin başkanlarının tüzel kişiliği yoktu. Bundan dolayı ben de "yerel yönetim ve başkanı beraber olarak tüzel kişiliğe haizdir" kabulünü yaptım. Hasılı bütün bu yeni konu ve kabüller etrafında zihin jimnastikleri yapıyordum. Şimdi arkadaşları da bunları düşünmeye davet ediyorum.

Bu yıl, "Allahu Rabbül Alemin" ibaresinin, "Allah" ibaresinden farklı olduğunu, bunun da "yerel yönetimler" olabileceğini düşündüm. Zira üstad Karagülle "Allah ve Resulü" ibaresini uzun zamandır, "kalıcı yargı" olarak anlamaktaydı. Bu ipucu beni, farklı olan bütün ibarelere farklı fonksiyon ve karşılık bulmaya yöneltti.

Ayetin özelindeki Hamd=Rant böylece yerel yönetimlerin hakkı oluyordu. Buna benzer bir uygulama zaten hayatta vardır. Belediyeler, yaptıkları hizmetlerden dolayı, o bölgedeki taşınmazlara "ŞEREFİYE PAYI/FARKI" adı altında, vergi tahakkuk ettiriyorlar. Bu kısmen uygulanmaktadır ama maalesef esas rantın olduğu, tarla ve arsalarda bu mümkün olmamaktadır. Oralardan sadece "kamu payı" adı altında %40'a varan yer alınmaktadır. İşte Fatihadaki bu ayet, rantın tümünü yerel yönetimlere vermektedir. Bu zaten orada yaşayanlara hizmet olarak geri dönmektedir, yani tüm topluluğundur. Mesele bunun mekanizmasını ortaya koymaktır. Yuvarlak laflar ve genellemelerle çözüm çıkmamaktadır.

İyyake na'büdu ve iyyake nesa'in" ise zaten kollektif ve tek bir yere işaret ediyordu, ama buradaki "ke" zamirini, detayına inmeden "Allah, Devlet, Kamu, Yönetim,..." gibi kabul ediyordum. "Ke" yukarıya gidiyordu ama yukarıdaki "Allah'a" değil, "Alemlerin Rabbi olan Allah'a / TOPLULUKLARIN YETİŞTİRİCİSİ OLAN TOPLULUĞA/KAMUYA" gidiyordu. Allah lafzı başka eklemelerle farklı bir parenteze alınmış ve yeni bir hüviyete bürünmüştür. Bana göre bu; yerel yönetim birimleri, onları temsil ve ilzam eden "belediye genel meclisleri/belediye encümeni" gibi kurumlardır.

Bu konulara ilgilenen arkadaşların dikkatini çekmek için oldukça sert ve damdan düşercesine takdim ediyorum.

1400 sene önce Medine kentinin bir valisi, ayrı bir belediye başkanı yoktu. Diğer şehirler de böyleydi. Şimdi yönetimler ne kadar değişti ama bizim Kurandan anladıklarımız değişmedi...

Önce en basit soruyu sorarak başlayalım: Size göre, Kuran'da merkezi vali ve şehir belediye başkanının ayrı ayrı olacağına dair bir öngörü var mıdır, yoksa ikisi de aynı kişi midir? Yoksa ikisi de mi yoktur? Bir şehir, bir semt, bir bölge nasıl teşkilatlanacaktır? Buna dair ibareler var mıdır, yoksa herşey "istihsanlarla mı" yürüyecektir?

Saygılarımla.

H. K.

casim beyoğlu
24.09.2014
08:17

"ALEMİN'İN RABBİ"

Rabb sıfatı eğitme-öğretme, bilgi-uygulama, deneyimleme, yetiştirme işlemlerin daha fazlası ile bileşen bir sıfat.

ALEM-ALEMİN, bilgi, tanımısziı bilinen hale getirme, varlık, ontoloji-kozmoloji, logos bileşeni bir kavram.

O olan, herşeyin onun için olduğu, ona ait olan; bunların böyle olduğu insan tarafından bilinen varedici; varlığın, değerlerin, yaratılan her şeyin, sadece insanlar için değil, ontolojik-kozmolozik TEVHİD için olduğunu ifade ediyor.

TEVHİD/COMMUNITE/ONTOLOJİK-KOZMOLOZİK BÜTÜNLÜK Dinlerin ana varsayımıdır.

Kur'anın TEVHİD-KOMÜNİZM ANLAYIŞINI ÇOK TARTIŞMAMIZ GEREKİR. (özellikle mühendisler aceleci davranmamalı, RABB sıfatındaki süreç-gelişim,yetiştirme,eğitme,öğretme işlevini iyi değerlendirmeli; yoksa tarihte akımlara dönüşmüş MÜCESSİME, MÜŞEBBİHE ekollerinin kategorileri içine konulabilirz.)





Çok Okunan Makaleler
Hüseyin Kayahan
CANLI NEFİS ve RUH bir girizgah
24.04.2012 2986 Okunma
Hüseyin Kayahan
KUL HAKKI ve MUHASEBE
8.04.2020 2756 Okunma
Hüseyin Kayahan
METAFOR ≡ ANALOJİ (sistem benzeşimi) ≡≤ MÜTEŞÂBİHAT
15.04.2020 2742 Okunma
Hüseyin Kayahan
YENİ DİJİTAL UYGARLIK (“4'üncü ON BİN YIL UYGARLIĞI”)
12.04.2020 2635 Okunma
Hüseyin Kayahan
MUTAHHERÛN-“koş abla koş, bir metaforcu geldi!”
1.05.2020 2602 Okunma
Hüseyin Kayahan
ABDEST ve TOPLUM SAĞLIĞI
15.04.2020 2466 Okunma
Hüseyin Kayahan
BAĞIMLILIK-TUTKU
31.05.2020 2453 Okunma


© 2025 - Akevler