FIKIH
Karagülle:
- Araştırma kuralı budur. Önce aklınıza gelen fikri ortaya koyarsınız onu doğru kabul ederek ona delil ararsınız. Aşağıdaki dört ilke ile yanlışlığını ispatlarsınız.
- Kendi uslunuzla ürettiğiniz sonuçlar arasında çelişki olmamalıdır.
- İcma ile sabit kesin sonuçlara aykırı sonuçlara varmamalısınız.
- Uygulanabilir hükümler olmalıdır. Ütopik temenniler olmamalıdır. Doğal kanunlarla yapılamayacak şeyler olmamalıdır.
- En önemlisi varılan sonuçlar zararlı değil yararlı olmalıdır. İstenen sonuçlara ulaşılmalıdır.
Bu yalnız usluların kabul ettiği kural değildir, bugün batının müspet ilmi hep bunlara dayanır.
- Lafzın önerilerinde ne kastettiğinizi ben bilmiyorum ama sizin de bildiğinizi sanmıyorum. Fıkıhçılarda üç mezhep vardır:
- Zahirîye mezhebi söylenen sözlerin görünen manasını kabul ederler, tevili ve mecaziyi kabul etmezler. Geçmişte böyle mezhep oluşmuş ama kısa zamanda inkıraz etmiştir.
- Bâtıniye mezhebi de tam tersine lügat tanımaz, gramer tanımaz ve usul tanımaz. Keyfe mayeşa mana verir. Tarikatın yolu budur. Keramet sahibi veliler nasıl anlarsa o öyledir.
- Ehlisünnet ise iki mezhebi de reddeder, Kuralları kuralar içinde anlar, usulü fıkıh içinde anlar. Kuraları kendisi koyabilir ama o kuralara tüm içtihatlarına uyar ve sonuçlar yukarıda ortaya koyduğumuz dört kritere çürütülmemiş olur. Biz ehlisünnetiz. Sünnet yol demektir. Yani ehli kuralız.
- Fıkıh içtihat ve icmalara dayanır. İcma birliği sağlar içtihatta özgürlüğü sağlar. Akevlerin icmaları oluşmaktadır. İçtihatları da özgürlüğünü sağlamaktadır. Bugün Akevlerin dışında bu usulü kabul eden bir topluluğu bilmiyoruz. Bundan dolayı üzgünüz. Ümmetin ihtilafı rahmettir. Bu kadar basit şeyi artık öğrenmen gerek.
Somut İddianıza dayanak, “Anayasa önerinizi” bir varsayım olarak ortaya koyduğunuzu söylüyorsunuz. Oysa makalelerinizde ve seminerlerinizde bunun “Kur’an anayasası” olduğunu ifade etmiştiniz. Bugün anlıyoruz ki, Anayasa öneriniz, sadece bir varsayımdır ve Kur’an a dayanmamaktadır. İlk örneklerini yayınladığınız zaman bunu açıkça ifade etmiştik. Oldukça belirgin bir şekilde önerilerin Kur’an a dayanmadığı zaten anlaşılmakta idi. Ancak yönteminizin doğru olduğu ön kabulunden hareket ederek:
- Öteden beri tartışılan ve dayatılan “Kur’an a istediğini söyletme” iddialarının muhatabı olmuyor musunuz?
- Eğer bütün çıkarımlarınız bu şekilde ise, kendi varsayımlarınızı Kur’an a doğrulatma gayretinden başka ne anlaşılmalıdır?
- Yeryüzünde Kur’an a dayanma iddiasında olmayan ama doğal süreçte uygulanabilir pek çok hüküm, kural ve yöntem vardır. Bu ifadenizden, bu yöntem yahut kural yahut sistemlerin “Kur’an”i olduğunu mu söylüyorsunuz? Eğer böyle ise, niçin sürekli olarak bu tür uygulamaları politize etme gayreti içindesiniz?
- “Öldürme’nin suç sayılması” hususunda “insanlık” icması vardır diyebiliriz. Aynı şekilde Hırsızlık, aşırılık, tefecilik gibi pek çok hususu sayabiliriz. Şu halde Beşeri sistemlerin ortaya koyduğu evrensel kabulleri de “icma” olarak mı kabul ediyorsunuz?
- Aynı şekilde, önce varsayıp sonra Kur’an a onaylatmaya çalıştığınız araştırma kuralınız, gerçekte geleneksel alışkanlıkları meşrulaştırmak anlamına gelmiyor mu? Yani geleneği din saymak değil midir?
Bize göre vahim, ama size göre kural olan ve zaman zaman altını çizerek ifade ettiğiniz “icma vardır” ifadelerinizin dayanağı olan hususları dikkatlice ve titizlikle araştırıyoruz. Yine sizin tanımlamalarınızdan yola çıktığımız zaman “gerçek manada icma vardır” diyebileceğimiz hemen hemen hiçbir husus yoktur. Her konuda mutlaka bir ihtilaf vardır ve yine sizin usulünüze göre böyle bir durumda icma hasıl olmaz. Şu halde hangi “icma”dan söz ediyorsunuz? “İcmayı reddediyorsunuz” diyeceksiniz ve zaten böyle ithamlarda da bulunduğunuz (siz yahut sizin gurubunuz) bilinen bir şeydir.
Ama hayır, biz aslında “icma” yı reddediyor değiliz. Daha önce de yazdık ve ifade ettik. Kur’an ın kesin hükümleri ile ilgili herhangi bir icma arayışı yahut beklentisi geçerli değildir. Çünkü Kur’an hükmünü koymuştur ve kesindir. Eğer referansınız Kur’an ise. Böyle bir alanda icma falan olmaz. İcma, ancak tali konularda, Kur’an ın açık bıraktığı ve uygulamalarının geliştirilmesini önerdiği alanlarda aranabilir ki buna zaten itirazımız yoktur. Dünyanın neresine giderseniz gidin, kırmızı ışıkta durmanız gerekir. Burada “icma” edersiniz. Ama bu “Kur’an ın konusu değildir”. Ancak “zekat” yahut “sadaka” yahut benzer konularda icma arayamazsınız. Çünkü Zaten Kur’an bunu tarif eder. Buna rağmen “Hayır biz bunlarda da icma ararız” diyorsanız o zaman Kur’an ne işe yarıyor diye sorma hakkımız doğar. Ve zaten bizim de yaptığımız budur.
Lafzın önerilerden kasdettiğimiz şey de budur. Mesela Kur’an “Salat edin” der ve bu kavramı tarif eder ama, siz usullerinize göre, “Hayır, namazda icma vardır ve biz buna uyarız” dersiniz. İşte tam da bu noktada çıkarımlarınızı sorgulamak zorunda kalıyoruz. Burada bir çelişki olmadığını söylemek herhalde uygun düşmez. Üstelik derin bir çelişki.
Aynı şekilde, Kur’an ın anlaşılabilirliğini siistematize ederek “mezhep” bataklığına bağlıyorsunuz. Bu durum, kimi görüşleri yahut yöntemleri geçmişte yapılanlara benzetmek suretiyle bir bakıma “işlevsizleştirmek” yahut “anlamsız hale getirmek” çabasından başka nedir?
Yine sizin tanımlamalarınıza göre, “biz ehli sünnet” gurubunda olmalıyız. Çünkü Kurallarımızı kendimiz koyuyoruz ve sistematize ediyoruz. Ama sizin saydığınız sınıflandırmaları kabul etmiyoruz. Yani sizin tanımlamalarınıza göre, biz “ilmi” metodolojiye göre meşru yöntemlerle haret ediyoruz. Bizim metodumuzun sizinkinden farklı olması, kuralsız olduğumuz anlamına gelmez. Yahut başkalarının kurallarının sizinkinden farklı olması onları “kötü” yapmaz. Kuralsız da yapmaz. O halde sizin farkınız nedir? Yahut bu manada bizi eleştirdiğiniz şey nedir? Metodolojik manada sizin saydığınız yöntemleri biz de kullanyoruz, mantık böyle gerektiriyor. Ama filana göre olma zorunluluğu yoktur.
Bu çerçevede Bir ifadeniz de dikkat çekicidir: “istenen sonuçları vermelidir” diyorsunuz. Bunu anlayamıyoruz. Öteden beri buna benzer ifadeleriniz vardır. Ama bunun hedefini tanımladığınızı görmedik. Kimin istediği sonuçları vermelidir? Öte yandan bizim vardığımız sonuçları nasıl “zararlı” bulduğunuzu da anlayabilmiş değiliz. Mesela, Hırsızın kolunu bacağını kesip atmayı zararlı bulmuyorsunuz, ama “hayır, bunu yapamazsınız” demeyi zararlı buluyorsunuz öyle mi? En azından biz, Kur’an dan fıkhın ulaştığı sonuçları doğrulayamıyoruz. Elbette fıkhın isabetli hükümlerini inkar etmiyoruz. Ama yüzdesel olarak ifade etmek gerekirse % 90 dan fazlası için derin çelişkiler olduğunu söylemek herhalde abartılı olmaz.
Biz, Kur’an ı anlarken, bilimsel verileri göz ardı etmeden yapmaya çalışıyoruz. Yani saçma sonuçlar üretmek bizim işimiz değildir. “İcma” kavramını olması gereken yere koyuyoruz ve diyoruz ki, “Kur’an ın hüküm koyduğu alanda icma olmaz” bunun dışındaki alanlarda icma ederseniz bunda bir sakınca yoktur ancak bunlar Allah emri de değildir. Her zaman değişebilir.
Oldukça şaşırtıcı olduğunu ifade etmek zorundayım, “ütopya” ve “Doğallık” kavramlarını karşılaştırıp. uygulanabilirliğinin doğal süreçler içerisinde mümkün olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bizim aksi bir iddiamız olmadı ancak, “uygulanabilir olmayan” iddiaları ortaya atan da biz değiliz. Açıkçası çıkarımlarınız ve vardığınız sonuçlar ile “insanlık” kavramına getirdiğiniz tanımı bağdaştırmakta zorlanıyoruz. Hem evrensel uygulanabilirliğini arayacaksınız ama öte yandan “idam” edeceksiniz vs.. Hangi delille ve hangi mantıklı çerçeve içerisinde? Bu yeteri kadar “ütopik” değil mi?
Öte yandan “Akevler icması”ndan sözediyorsunuz. Böylesine dar bir çerçeveye sıkıştırdığınız “icma” kavramı ile insanlığın problemlerini nasıl çözebileceğinizi düşündüğünüzü sormak gerekir. Yani bu ifadenizden şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: “Sizin anladığınız anlamda icma, bir gurubun kendi arasında ulaştığı mutabakattır. “ Eğer böyle ise, bütün kavramları gözden geçirmek gerek. Yani basitçe, biz böyle karar verdik demeniz yeterlidir. Kimsenin mutabakatını aramanız gerekmez. Doğal olarak böyle bir yöntemi kabul edecek başka kim vardır diye de düşünmek gerekir. Doğrusu sizin “İcma” dan ne anladığınızı çözemiyoruz.
“Ümmetin ihtilafı rahmettir.”
Eğer bu ifadenizden kasdettiğiniz şey, tarihsel süreçte ortaya çıkan ihtilafların günümüzde de bütün hızıyla devam eden kan ve gözyaşına boğulmuş, sürünen bir ümmet ise bu nasıl bir rahmettir? Muhtemelen siz buna “sermaye tekelciliği” yahut “siyonizm” yahut “kapitalizm” gibi mazeretler bulacaksınız. Bunu bir kenara bırakalım, siz kendi aranızda da ihtilaf içerisindesiniz. Tartışmalardan izleyebildiğimiz kadarıyla bu ihtilaflarınız kendi aranızda dahi zaman zaman hakarete varacak sonuçlar doğuruyor. Herhalde rahmet olan bu değildir. Ancak öyle zannediyoruz ki, “ihtilaf rahmettir” kabulünü “ütopik” olmaktan çıkarabilmek için her şeyden once “ihtilaf kültürü” geliştirmek gerekiyor. Elbette öğrenecek çok şey var.
Pratikte farklı görüşlerin ortaya çıkması, bu görüşlerin uygulanabilirliği ölçüsünde zenginliktir. Ancak bu kadar hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiğini söylemenin de imkanı yoktur. Kaldı ki fakihlerin Fıkhı nasıl ürettikleri de tarihsel süreçte bilinen bir şeydir. İktidar baskısı, siyasal yahut politik çıkarlar veya buna benzer sebeplerin etken olduğu bir fıkhı yahut fukehanın muteberliği herhalde tartışılır.
Netice itibariyle, Fıkhi usuller Fakih olanın kendisini bağlar. Anlaşılan bu konuda sizin de itirazınız yok. O halde “Fıkhi usul” yahut “usul-I Fıkıh” kavramını yeniden tanımlamak yararlı olabilir. “ihtilaf Kültürü” oluşturmaya buradan başlanabilir.
Kaldı ki, Usul-I Fıkıh ve Fıkhın değişim zorunluluğunu ifade eden sadece biz değiliz. Müesses nizama sadık olanların da yüksek sesle ifade ettikleri, etmeye başladıkları önemli bir husustur. Mesela Yusuf-El Kardavi ve benzerleri… Bu çerçevede Abdullah bin Ömer, İbn-I Abbas ‘ın da bazı yaklaşımları değerlendirilebilir. Aslında zaten geleneksel kültür içerisinde de var olan ama nedense itibar edilmeyen şeylerdir.
Bizim anlayışımız da buna benzerdir. Fıkıh çağdaş olmalıdır. Usul de öyle. (Çağdaş kelimesinden kastımız modernite değildir, güncel manasındadır) Kur’an ın ortaya koyduğu temel hükümleri “te’vil” yoluyla da olsa değiştirmek yahut esnetmek gibi bir şansımız yoktur. Ama bu hükümlerin ortaya çıkardığı alanda yapılması gerekenler varır ve zaten bunda bir sınırlama da yoktur. Mesela “Öldürmeyiniz” kuralı, ceza hukuku söz konusu olduğunda “kısas” marifetiyle “idam” şeklinde anlamaya varacak bir anlamda esnetilemez. Bu ciddi bir çelişkidir ve zaten rasyonel de değildir.
Bunlar yeterince tartışılmış ve zaten herkesin fikri anlaşılmıştır. Bu sebeple çok fazla detaylandırma gereği duymuyoruz. Ancak ifade edilen diğer bazı hususları detaylandırmak gerektiğini düşünüyoruz.
Vesselam