USUL
Sayın Karagülle’nin “Akevler Eleştiri”sine getirdiği yorum dikkat çekicidir. Ancak peşinen ifade etmek gerekir ki, bizim öteden beri savunduğumuz ve zaten yazdığımız tanımlar, çıkarımlar ve bunlara ait delillere dayanarak eleştirmiştik. Görünen o ki, Karagülle bu metinleri okumamıs. Yine de özetle ne söylediğimizi ifade etmek, anlaşılması açısından faydalı olabilir.
Ancak her noktaya açıklıkla temas etme gereği sebebiyle makalenin uzun olacağı açıktır. Bu sebeple tek bir makaleye bütün cevapları sığdırmak yerine, satırbaşları ile birkaç makale olarak siteye koyacağım. Sabredip okuyanlar için yararlı olacağını düşünüyorum.
Karagülle:
- “Bir şey değiller ile tarif edilemez. Cinsi söylenir. Tanımlayıcı özelliği söylenir öylece tarif edilir. İçeriğinde olanlarla içeriğinde olamayacaklar sonra sıralanır. Kuran Kureyş lisanı ile indirilmiştir. O lisan da fakıhlar tarafından tespit edilmiştir. Kuran başka, beyan başkadır. Beyanı bilmeden Kuranı anlamak ancak Fakıhların bize ulaştırdığı Kuran Arapçası ile mümkündür. Bu Arapçanın dışına çıkmak kuranı tahrif etme çabasıdır. 1400 senedir muarızalar bunu yapmaya çalışıyorlar. Kuran kimsenin gücü yetemeyeceğidir. Evet, Adıyanın da gücü yetemeyecektir.”
9. Kuran Allah’ın sözüdür. Onda hata yoktur. Bizim onu anlamamızda hata olabilir. Kuranı anlama da kullanılacak usulu biz koyarız. İlimde bunlara var sayım denir. Kuranı ona göre yorumlar sistem ortaya koyarız. Sonra uygularız. Başarılı olursa demek ki varsayımlarınız doğrudur. Dört mezhebin var sayımla kendi bin yılları içinde başarılı olmuştur. Bugünkü uygarlıklar onların içtihatları ile doğmuştur. Uygulamadan kimse benimki doğrudur diyemez. Elbette ona göre o doğrudur. Uygulamadan başarısızlığı görülmeden kimse seninki yanlıştır de diyemez. Kapitalizm ve sosyalizm uygulamada başarısız olmuşlardır. Onun için yanlıştır diyoruz. Tartışırız ama yasaklayamayız.
Daha önceki tartışmalardan ve Karagülle’nin kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, Usul, Yorumcunun belirleyeceği bir yöntemdir. Yani, Yorumcu Usul’u kendisi belirler ve kendi usulune gore bir sistematik geliştirerek Kur’an ı anlamaya çalışır. Özetle Tarif böyle yapılmıştı.
Biz her fırsatta, yerleşik usul kurallarını bütünüyle reddetmesek bile, bize gore uygun olmadığını ve kendi usulumüzle anlamaya devam edeceğimizi ifade etmiştik. Bu usulün ne olduğunu da özetle beyan etmiştik. Bu konuda zaman içinde bir fikirbirliği oluştuğunu da gördük. Yani kimse kimseye usul dayatması yapma hakkına sahip olmadığı gibi, usul sorgulaması yapmak da anlamsızdır. Herkes kendi usulüne gore anlar. Önemli olan ortaya çıkan sonuçlardır. Herkes kendine gore sonuçları değerlendirir ve bunlara katılır yahut katılmaz.
Şimdi biz ne yapıyoruz? Her şeyden once “ISTILAH” denilen manalandırma yöntemini asla kullanmıyoruz ve buna itibar etmiyoruz. Buna karşılık kelimelerin gerek indiği zamandaki manası ve gerekse süreç içerisindeki mana kaymalarını dikkate alıyor ve nasıl anlaşılacağına bakıyoruz. Arapça’da bulamadığımız kelimeleri takip ediyor ve başka dillerden sorguluyoruz. Neticede bir sonuca ulaşıyoruz ve bunu da beyan ediyoruz.
Herkesin gayet iyi bildiği gibi “ISTILAH” manayı tahrif etmekten başka bir şey değildir. Eğer Kur’an “sümme inne aleyna beyanehu” diyorsa bunun bir sebebi olmalı. Siz kelimeleri ıslah edip, manayı da çiviyle çakarsanız, bu kitabı okuyanlar ne anlayacaklar? Mutlaka bir şeyler anlaşılır ancak bu bin yıl once anlaşılan şey ile aynı olur. Dolayısıyla Ayetin hikmeti de ortadan kalkmış olur. Dileyen Islah edilmiş manayı kullanabilir, zaten kullanılıyor. Bizim söylediğimiz, bu yöntemle bir yere varılamayacağıdır. Biz böyle yapmıyoruz. Siz isterseniz buna devam edebilirsiiniz, ancak kendi yöntemlerinizle bizi eleştiremezsiniz. Bu nakısa ile meşguliyet olur. Kaldı ki, Kur'an ı "Islah" etme çabaları yeni değildir ve zaten "Tahrif"in de kendisidir. Rivayetlere, peri masallarına, onun bunun söylediklerine bağlı kalmamak ne zamandan beri tahrif sayılıyor?
“Usulleri biz koyarız” diyorsunuz. Yani herkes kendi usulüne gore hareket eder. O halde size gore olmayanları niçin Kabul etmekte zorlanıyorsunuz, yahut "tukaka" ediyorsunuz? Niçin sürekli olarak kendi usulunuzu geliştirmek yerine, dört mezhebi ve onların usullerini ileri sürüyorsunuz? Mesela Hanefi mezhebinin usulü nerede? Diğerlerinin bir icması mı var? “Usul olmalıdır” önermesi ile, belli tercihleri “usul” diye dayatmak ayrı bir şeydir. Yine siz bir seminerinizde, mevcut usul kurallarının en azından bazılarının Kur’an için yeterli ve geçerli olmadığını söylemiş idiniz. Eğer bir sıkıntınız yoksa niçin böyle bir ifade kullanıyorsunuz? Biz sizi anlamaya çalışırken hangi ifadenizi dikkate almalıyız?
Açıkça bilinmelidir ki, biz “Kur’an muarızı” değiliz. Biz paradigmanın muarızıyız. Saplantıların, ıstılahın muarızıyız. Biz Ruhçuluğa, Gayba, Yerindeliğe, mucizeye muarızız. Ama bunların hiç biri Kur’an muarızlığı değildir.
Yine karagülle, çıkarımlarının “Varsayımlara” dayandığını “Allah” kavramının ise “mutlak” olduğunu Kabul ediyor. Bize gore de “Allah mutlaktır” O’nun tanımı yoktur ve zaten bilinir de değildir. Ancak bir konuyu hatırlatmadan geçemeyeceğim: Bir seminerinde “Allah’ın mutlak olduğunu, tanımı ve tahayyülü olmadığını” ifade etmişti. “Biz Allah’ı bilmiyoruz” demiş idi. Ben kendisine sormak istiyorum, “Bilmediğiniz bir şey hakkında nasıl varsayımlarda bulunuyorsunuz?” istisnasız bütün seminerlerinizde ve makalelerinizde “Allah” lafzını her biri farklı farklı olmak üzere değişik alanlara bağlıyor ve tabir yerinde ise, “Allah yaptırır, Allah yapar vs.” gibi önermelerde bulunuyorsunuz. Bir şeyi hem “Mutlak” Kabul edeceksiniz, ama öte yandan sanki fiziksel bir varlıkmış gibi, tanınan bilinen bir şeymiş gibi ona iş gördüreceksiniz, yahut yerindelik atfederek işgörenleri buna bağlayacaksınız…. Mantık bunun neresinde?
Dünyada varsayımlara dayalı system çoktur. Bütün sistemler teorik varsayımlarla ortaya çıkmış ve çeşitli uygulamalarla Kabul görmüş, başarılı olmuş veya başarısız olmuştur. Kapitalizm yahut sosyalizm yahut diğerleri bundan farklı değildir. Ancak, “Kur’an a dayalı bir düzen iddiasında iseniz, şu halde varsayımlarla değil, Kur’an ın önerilerine gore hareket etmelisiniz” Geçmişteki “Fakih” lerin varsayımlarının sonuçları herkes tarafından bilinen şeylerdir. Bunların pek çoğunun dayanağı “Ayet” olmadığı gibi, bugün nereden yürütüldükleri yahut kopyalandıkları da ayan beyan bilinen şeylerdir. Daha açık bir ifade ile, nereye dokunsanız elinizde kalmaktadır. Bu system, böyle olmasına rağmen bir açıdan başarılı olmuştur. Bu doğrudur. Islam dünyasına baktığınız zaman, bu başarının hangi alanda kendisini gösterdiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Eğer gerçekten söylediğiniz gibi başarılı olduysa, sizin şikayetiniz nedir? Geçmişte başarılı oldu ama şimdi yahut gelecekte işimize yaramaz iddanız varsa, bunun çözümünü yine geçmişin paradigması içinde mi arıyorsunuz? Eğer böyle yapıyorsanız, “ilim” bunun neresinde?
Biz kapitalizm, yahut sosyalizmin savunucusu değiliz. Ama Kapitalizm yahut Sosyalizm’in bütünüyle başarısız olduğunu söylemek, gerçekçi olmaktan oldukça uzaktır. Evet başarısız oldukları alanlar vardır ama başarılı oldukları alanlar da vardır. Kaldı ki, mevcut şeriatin bütünüyle başarılı, doğru ve mükemmel olduğunu nasıl iddia edebiliyorsunuz? Eğer yüzyıllardır islam dünyasının canına okuyan aşiret anlayışını, diktatörlüğü, şiddeti ve gözyaşını başarı olarak Kabul ediyorsanız haklısınız. Büyük bir başarı elde etmiştir. Bu başarı, sizin “Anayasa” öngörünüze de yansımış ve kendini göstermiştir. Bunu inkar edemeyiz.
Öte yandan biz bütün bunları ifade ederken, aynı zamanda Kur’an daki karşılıklarını da ortaya koyduk. Okumamış olmanız bizim hatamız değildir. Zaman zaman çeşitli iddialar gündeme geldikçe çeşitli konulara kısaca yeniden değindiğimiz doğrudur ama söylediklerimiz, daha doğrusu Kur’an dan anladıklarımızdan vazgeçerek yapmadık bunu. Kaldı ki, biz varsayımlarınızı eleştirirken, iddialarınızdan vazgeçmeniz için yapmıyoruz. Size katılmıyoruz, varsayımlarınızın pek çoğunu onaylamıyoruz, ama sizi yasaklıyor da değiliz. Biz bunu yapıyoruz, çünkü “sükut da icmadır” iddianızın geçerliliğini ortadan kaldırmak istiyoruz. “Kimse itiraz etmemiştir, o halde burda icma vardır” dememeniz için. Çünkü bu yaklaşım gelecekte de, geçmişte olduğu gibi ve daha da büyük sıkıntılara neden olabilir.
Aynı şekilde “Allah”ı mutlak Kabul etmekle birlikte “Kur’an Allah’ın sözüdür” cümleniz de dikkat çekicidir. Daha once de bu konuda dikkatinizi çekmiş idik. Bilmediğiniz, mutlak bir varlığın konuşabildiği varsayımına nereden ulaşıyorsunuz? Hangi yöntemle olursa olsun. Kur’an “rabbinizden vahyedilen” demiyor mu? Şu halde “Allah’ın sözü” iddianızın dayanağı nerede? Yoksa bu iddianız, çalışmalarınızın yahut yöntemlerinizin kabul görmesi amacını mı taşıyor? Geçmişte “Fıkıh” kutsallaştırılmış idi fakihleriniz tarafından. Zinhar günah zinhar haramlar vardı. Bir nevi “Korku imparatorluğu” kurulmak suretiyle insanlara bunlar enjekte edilmişti. Pagan inanışlarından devşirilmiş hükümler ile. Böyle olmasının pek çok sebebi tartışılabilir, söylenebilir. Ama bugün böyle bir söyleme kimin nasıl itibar etmesini beklediğinizi doğrusu anlamakta zorlanıyoruz ve bunu ifade ediyoruz.
Bu giriş niteliğindeki bölümde bir hususu daha açıklıkla ifade etmek gerekir: Sizleri eleştirirken , bu eleştirilerin “Çalışmalarınızı küçümsemek” anlamına gelmediğini ifade etmiştim. Şimdi de aynı ifadeyi tekrarlamak istiyorum. Doğru yahut yanlış, çalışmalarınızın bir emek ve düşünce ürünü olduğu inkar edilemez. Biz buna saygılıyız. Ancak böyle olması eleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Bu yermek de değildir. Lütfen bu hususu göz ardı etmeyiniz.
Vesselam