Dağlar yürümez..
Kur’an ın anlaşılması üzerindeki israiliyat veya mitolojinin etkilerini görmek için çok bilinen hikayelere bakmak yeterli olur. Hazır mitoolojiye bulaşmışken ve üstelik etrafta bolca kıyamet söylentileri varken bunları atlamak haksızlık olur. Bunlar arasında en çarpıcı olanlardan biri de “Sura üflemek” ile ilgili olandır. Bununla birlikte yürütülen ve savrulan dağları da unutmamak gerekir. Sur dediğimiz zaman dağların savrulmasını gözardı edemeyiz. Ama tabi “Allah isterse yapar” gibi bir yaklaşım ile zaten basit gerçeği anlamak oldukça zor olur.
Sur, mitolojik ve pagan anlayışından gelen inanışla anlamlandırılarak “israfil tarafından üflenen boynuzdan yapılmış boru” olarak tanımlanmaktadır bu tamamen mitolojik bir yaklaşımdır. Kaldı ki ne israfil, ne de boru manasına gelebilecek bir ifade Kur’an da yoktur.
Galiba işin aslı biraz farklı
Sûr (الصور) Fotoğraf, resim, resimler annlamına gelir.
nufihe (نفخ) moulding, enjeksiyon, kalıplama, üfleme, üfleyerek şişirme, anlamlarına gelir.
Sur kelimesinin bir boru oluşu, mitolojideki bazı sembollere denk gelir ki, Kur’an da müddesir 8. Ayetteki ifadelerden esinlenir
“Fe izâ nukıre fîn nâkû”
Nukire (نقر), kutusuna dokun, musluk, dokunmak anlamlarındadır.
Nakuri (ناقور) Vurmalı çalgı, vurmalı çalgılar, Ritm sazcı, Perküsyonist (Marife olarak kullanılır)
Perküsyon: Bilinen en eski ritm çalgıdır. Bir ağaç silindirin iki ucuna deri geçirilerek yapılan bir çalgıdır.
Ancak bu ifade Istilahi olarak “Sur borusu” şeklinde anlaşılmaktadır ki zannediyoruz böyle bir anlamk çıkarmanın imkanı yoktur.
Sorun şudur ki, resmin içine üflemek aklın alacağı bir şey değildir. Kaldı ki bir resme üflemek hiç bir anlam ifade etmez. İşin asıl püf noktasını oluşturan ifadelerden biri de “ecdas” kelimesidir.
“Ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn” (Yasin 51, ayrıca bknz, Kamer 7, Mearic 43,)
Ayetlerde geçen “ecdâsi” kelimesine dayanarak “Kabirlerinden” şeklinde anlaşılmaktadır. Ancak “Kabir” zaten arapça bir kelimedir ve mezar demektir. Ölünün gömüldüğü yerdir. Öyleyse ayette geçen kelimenin başka bir manası olmalı.
Ecdas (الأَجداث) Su seviyesi, Arazi, Gömüt, Toprak altındaki geçit ve odalar, Taştan kesilmiş veya inşa edilmiş dikit, kilisenin avlusu, Özellikle kilise tarafından yapılmış gömü, zemin,
Yine küçük bir mitolojik yolculuğa çıkalım:
Sfenks, bazen koçbaşlı ve kanatsız olsa da genellikle kadın başlı, aslan gövdeli ve kartal kanatlı, tapınak ve mezar koruyucu mitolojik bir yaratıktır.
Sfenksin Oeidipus’la olan efsanesi en yaygın ve en bilinendir. Bu efsaneye göre sfenks, Hera ya da intikam için Ares tarafından halkına kızgın olduğu Thebai’ye gönderilir. Halk, kentin girişinde bir dağda kayalık üzerinde bekleyip gelen geçenlere Musalardan öğrendiği bilmeceleri soran canavarın korkusuyla yaşamaya başlar.
Bu kanatlı karışık yaratık, benzeri grifon gibi hem dekoratif hem de görevlerini simgelemek amaçlı Mısır, Suriye, Mezopotamya, Anadolu, Pers, Girit, Miken ve Yunan sanatlarında sık sık yer almıştır. Yeni imparatorlukta (Mısır) 1.Thutmosis zamanında Gize sfenksinin adı ‘Hor-em-akhet’ yani ‘Horus Ufukta’ ve ‘Horus Mezarlıkta’dır. Latin metinlerinde ise sfenks yeraltı dünyasının kuzeyinde uzak bir yerde durur ve Nemes krallığının sihirli peruğunun koruyucusudur.
Mısır mitolojisinde önemli bir rolü olan sfenks yeraltı dünyasının kapılarının da gardiyanıdır. Pasif muhafızlıktan kralın düşmanlarını yok ediciye dönüşen bu doğaüstü yaratık bir yazıtta kendini şöyle ifade eder: “Mezar şapelini korurum. Mezara ait odanın muhafızıyım. Zorla içeri gireni uzaklaştırırım. Düşmanları ve silahlarını yere fırlatırım. Mezar şapelinden hainleri kovarım. Bir yere gizlenmiş düşmanları yok ederim. Gizlenecekleri yerleri kapatırım”. Kahire Müzesi’nde bulunan 4.Thutmosis’in savaş arabası kartal başlı, kanatlı, elinde hayat sembolü ve oraklı tanrı Horus’un düşmanlarını ayakları altında çiğneyen sfenkslerle süslüdür. Mısır’da böcek şeklinde muskalar, mücevherler, duvar resimleri ve steller üzerinde de tanrısal varlıkları, gücü ve bilgiyi simgeleyen sfenksler genellikle uzanmış durumda, erkek başlı, kanatsız ve sakallı olarak tasvir edilir.
Benzer mitolojiler Asurilerde Akadlarda ve sonrakilerde de vardır. Ayetlerin ifadeleri ile fazla benzerlik gösterdikleri çok açık. Acaba ayetler ,mitolojilerin ortaya attıkları veya bir inanış olarak benimsedikleri “yeraltı dünyası ve sakinleri”nin bir projeksiyonunu mu anlatmaktadır?
Kısaca, bir boruya üflemenin söz konusu olmadığı, bir kalıplama, enjeksiyon işleminin yapılacağı ifade edilir. Bu husus yaratılış ayetlerindeki “nefhetmek” ile aynı manadadır.
Nefhetmek ile ilgili en iyi örnek Al-I İmran 49. Ayettir.
“..ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh…”
Anlaşıldığı gibi topraktan yapılan bir kuş taslağına nefhederek kuş olmasından söz edilir. Ama dikkat edilmelidir ki, burada uçmasından söz edilmiyor, bir taslaktan gerçeğine benzer bir hale getirmekten söz ediliyor Bir şeyi şekillendirdikten sonra ona enjekte etmek, yüklemek anlamına gelir. Özetle suretleri programlamak. Taslağı programlamak.
Elbette bu yaklaşımların başka dayanakları da vardır. Pagan etkileri her tarafta göze çarpar. Yeraltı dünyası ve gizemli olgular sınırlı değildir. Muhtemelen Akkadcılar bunları zaten biliyordur. Sur ve kıyamet kavramları ile birleştirilen başka ifadeler de vardır. Kur’an ın kullandığı “dağ” figürü de bunlardan biridir.
“Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ” (Taha 105)
Cebele/ cabal : Dağ, kavmin efendisi, alim, cimri, yılan, araf, musibet, yankı
Cebele: yanardağ, buz dağı, kuvvet, tabiat, ayıp, yüz veya yüzün derisi, yaratılış, yerin sertliği, kalın, kadın, ümmet, topluluk, hilkat, yaratılış
Nesefe: (نسف)Darbe, Havaya uçurmak, bir binayı veya şeyi kökünden yıkmak
Yensifu: ( يَنسِفُ) Baltalamak, zayıflatmak, Kalburlamak, otu kökünden koparmak, dağı parça parça edip savurmak,
Nesfa: (نَسْفًا) yıkım, tahrip, torpil, torpido
Cibal : (الجِبَالِ) Dağlar
Ayette Dağ marife kullanılıyor, yani özel isim. Halbuki dağ bir tane değildir, pek çok dağ vardır. Dolayısıyla özel isim olarak kullanılmaması gerekir, yani nekre olması gerekir idi. Oysa burada marife yani özel isim kullanılıyor. Demek ki belli başlı, bilinen dağlardan söz ediyor. Bütün dağlardan değil.Kimileri cümlenin yapısı gereği böyle olmalıdır diyor ama ben bu kanaatte değilim.
“Cibal” kelimesi marife kullanıldığına gore, bu herhangi bir dağ veya dağlar değildir. Aynı nitelikte üç veya daha çok dağ kastedilmektedir. Demek ki burada kastedilen şey, doğal dağlar değildir. Özellikli bir ifade olmalıdır.
Bunun ne olduğunu anlayabilmek için yine mitolojik bir yolculuğa çıkalım. Dünyanın pek çok yerinde anıt mezarlar vardır. Her yerde. Mayalardan Çin’e varana kadar. İnsan yapımı dağlar, ölümsüzlüğün ve kudretin sembolü dağlar. Tanrı dağları, dünyanın her yerine serpiştirilmiş bulutların iiçinde yaşayan tanrıların evi olan dağlar.
“Tengri, tag birle yerig basurdı”. Yani “Tanrı, dağ ile yeri bastırıp daha sağlam yaptı”. “Yeri basan, tutan dağdır; Halkı basan, tutan Handır!“ (Türk mitolojisi)
Ey dağlar ve yeryüzünün sarsılmaz temelleri, RAB’bin suçlamasını dinleyin. Çünkü RAB halkından davacı, İsrail’den şikâyetçi. Tevrat: Mika 6:2
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı, Titreyip sarsıldı dağların temelleri, Çünkü RAB öfkelenmişti. Zebur: Mezmur 18: 7
Çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup. Ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak.Yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek.Ve dağların temellerini tutuşturacak. Tevrat: Yasanın Tekrarı 32:22
Yeryüzünü temeller üzerine kurdun, Asla sarsılmasın diye. Zebur: Mezmur 104: 5
Dağların köklerine kadar battım,Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan; Ama, ya RAB, Tanrım, Canımı sen kurtardın çukurdan. Tevrat, Yunus 2: 6
Eski Çin inanışa göre dagların iki işlevi vardı. Birincisi gögü düşmesin diye tutarlardı, ikincisi ise yeri saglamlaştırırlardı. Kuran’dan 900 sene önce kaleme alınan Çin yaratılış metnine göre ana tanrıça Nugua oluşan tayfun ve sel felaketin engellemek için dagları ve taşları yer kabugu üzerinde meydana gelen çatlakları bertraf etmek için kullanmıştı. Aslıda şunu söylüyorlardı : “En büyük benim, benden büyük yok”
Arap mitolojisinde de dağlar, Kudretin ve ölümsüzlüğün sembolüydü. Gücü simgelerdi. Arap şiirine de yansımış bir figure idi.
Beşer yeryüzü tarihi boyunca kendisine pek çok “dinsel” figürler edinmişti. Inandıkları tanrıların heykellerini yapmış ve onların yüksek dağların üstünde yaşadıklarına inanmışlardı. Antik çağlardan kalma bu figürler, gizemli En eski medeniyetlerdeen bilinen en son medeniyetlere veya inanışlara varana kadar her yerde vardır.
Antik Yunan inanç sisteminde, dağın zirvesinde bulutların arasında Yunan Tanrıları yaşar. Tanrılar, dağın adından dolayı Olimposlular yada Oniki Olimposlu olarak anılır. Dağ, Titanlar Savaşında Olimposluların kalesi durumundadır.
Nemrut Dağı, Antiocos’un gücünün sembolü. Kum taşından yapılma kabartmalar I. Antiochos'un Herakles, Zeus, Kommagene ve Apollon ile selamlaşmasını sembolize eder. Tanrıların isimleri kabartmaların arkasına yazılmıştır.
Türk’lerde Büyük dağlar,… Zirveleri gökleri deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan dağlar, sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi görünmüşlerdi. Göğün direği dağ, yeri bastıran dağ ve Tanrıya giden en yakın yol da yine dağ idi. Bu sebeple, “Ortaasya’daki dağların çoğu, Tanrı ile ilgili adlar almışlardı”. Bu, yalnız Türklerde değil; Çin’de, Hint’de, İran‘da ve Sami dünyasında da böyle idi. İranlıların Elbûrz dağları, Hint mitolojisinin Himalayaları (Himavat), Çinlilerin Kuan-Iung ve Ki-lien sıra dağları ile Tûr-ı Sina, Kafkas dağları, dünya mitolojisinin ana motiflerini teşkil ederler.Büyük dağlar, Türk mitolojisinin de en önemli motifleridirler.
Aslında bu durum Kehf 47’de de göze çarpmaktadır “Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terel arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ”
Burada da Cibal kelimesi marife kullanılmaktadır. “(belli) Dağların yürütüldüğü gün”, ve “Yerde (yeryüzünde) görünüşü barizdir”
“bârizeten” kelimesi “prominent, önemli, belirgin, tanınmış, önde gelen” anlamlarına gelir.
“ve Bunlardan bir tanesini ayrı bırakmadan sıkıştırdık (Zorladık, tıktık)”
Bilindiği gibi, “haşr” kelimesi “köşeye sıkıştırmak, tıkmak, zorlamak” anlamlarına gelir.
Ayrı bırakılmayan şey yürütülen dağlardır. Çünkü ayette “kişi” olarak anlaşılabilecek bir ifade yoktur.
Aynı durum Murselat 10’da da öne çıkmaktadır. “Ve izel cibâlu nusifet” burada da kelime el-cibal şeklinde kullanılmaktadır. “Dağlar torpillendiği (patlatıldığı) zaman” Nebe 20’de de aynı durum söz konusudur.
Ancak dağlar yürümez. Kimileri bu ifadeden yola çıkarak yerkabuğu hareketi olarak algılamaktadır ama bize gore bu doğru değildir. Yerkabuğu ile ilgili hareketler zaten kitapta işaret edilmektedir. Öyleyse dağların yürümesi, gerçekte bir dağın yürümesi değil, başka bir şeyin yürümesi olmalıdır. Veya yürütülmesi…
Önemli bir noktayı atlamamak gerekir: Lafzın bir yok oluş anlayışı yoktur ve yeniden diriltme söz konusu değildir. Buna göre mezar veya kabirlerin veya mezarlarından çıkacak olanlardan sözetmenin imkanı yoktur. Bu büyük bir çelişki olur. Süreç kesintisiz devam ediyorsa ve mevt oluş sonrasında bedene ihtiyaç yoksa mezarlarından kalkacak birileri de olmayacaktır. Öyleyse bu ayetlerin anlattığı şey, daha spesifik, daha özel bir durum olmalıdır. Bir çeşit gösteri gibi.
Öte yandan, Eski zamanlarda dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanılırdı Dağlar da gökyüzünü tutmak için yere çakılan kazıklar idi. Ama şimdi böyle olmadığını biliyoruz. O halde dağlar birbirine nasıl kazık atar?
Modern zamanlarda antic çağların Tanrı figüründen uzaklaşılmış olsa bile, tanrılaşmanın farklı versiyonlarının olmadığını iddia etmek kolay değildir. Al-I İmran 49’da anlatılan, topraktan yapılmış bir figürün veya topraktan şekillendirilmiş bir şeyin kuş gibi olabileceği göz önüne alındığında, Sur’a nefhetmenin ne olduğunu anlamak zor olmayacaktır.
Genel olarak anlaşılıyor ki, Dağ, kudretin, gücün sembolu olarak kullanılmaktadır.
“Fe yezeruhâ kâan safsafâ” (Taha 106)
Yezeru : (يذر) Weatherbug, hava boceği, hava kabarcıkları, serpmek, serpinti
Kaan : (قَاعًا) Bottoming, dip, dibe
Sefen : (صَفًا) Description, tanım, açıklama, tanıtım
Es safsafü: (صفصَفًا) düz ve bitki olmayan arazi ,çöl,
Sefsafe (صَفْصَافً) : Söğüt, hallaç makinesi
safsafe: (صفصَفً) saf-saf
sef sef: (صف صف) Astarlı, çizgili, kaplı, sıralı
sef sefa: (صف صفا) Satır açıklaması, sıra tanımı
Anlaşıldığı gibi, bu dağlar bir çeşit torpilleme suretiyle dibinden havaya uçuruluyor. Üzerindeki toprak dağılıyor. Ama içndeki şeye zarar vermiyor. Yani bir şeyin kabuğunu havaya uçurmak gibi. Ayetin devamından da anlaşılacağı gibi tümüyle yok etmek veya havaya uçurmak da düşünülemez.
“Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ” (Taha 107)
Tera: (ترى) Görmek, bak, bakınız
Iveca: (عوجا) Crooked, çarpıklık, eğri büğrü, dolandırıcı
Emt : (أمت) Suçladı, suçlanacak, sorumlu tuttu, suçlanmaktadır
Mt (مت): Died, öldü, ölen, öldüğünde
Emut : (اموت): Höyük, el arabası, tümsek
emete/yemitü: oranlamak, tahmin etmek, kasteylemek, ayıplamak, ölçmek tahminlemek, birini itham etmek, yüksek yer,küçük tepe, inişlik,alçaklık,yokuşluk. yerde yumuşaklık sertlik. zayıflık. takatsizlik.şüphe .ayıp.eğrilik.
iveca kelimesi “çarpıklık, eğri büğrü” anlamına geliyor ise, “emete” kelimesinin manası başka bir şey olmalıdır. Kur’an iki kelimeyi aynı manada kullanmaz.
Buna gore, “la tera fiha ivecen” ifadesinin manası : “Onun içinde (onda) çarpıklık (sahtekarlık) göremezsin” olmalıdır. Ancak “ve la emta” ifadesi “vav” ile bağlandığına gore başka bir cümledir. Dolayısıyla kendi başına bir anlamı olmalı. Höyük antic yerleşim birimlerinin zamanla toprakla kaplanarak tepe biçimine gelmiş halidir. O halde ifadenin anlamı “onda yükseklik de yoktur” (tumulus gibi) şeklinde anlaşılmalıdır. Yani böyle bir tepe sahte bir tepedir, gerçek bir tepe veya dağ değildir.
Nebe 7. Ayette daha da ilginç bir durum vardır. “Vel cibâle evtâdâ” bu ifade “dağları da birer kazık” şeklinde anlaşılmaktadır ama burada kullanılan “evtada” kelimesi aslında “kazık, bahis” manasındadır. Yani bir oyunda karşı tarafa kazık atmak veya ticarette kazık atmak gibi. Bahse tutuşaan iki kişiden birinin karşı tarafa kazık atması…. Tur suresi (Tur 8,9,10) anlatım da dağların patlatılacağı ifadesini desteklemektedir. Bu kelimeyi yere çakılan kazık olarak anlasak bile, Taha 107 deki ifade ile karşılaştırıldığı zaman, yere çakılan dağların aslında gerçeek bir dağ olmadığı, höyük, yani yerleşim birimlerinin zamanla toprakla kaplanarak tepe haline gelmiş dağlar olduğunu da anlayabiliriz.
Mitolojide ve pagan inanışlarda Dağ kavramının iki ana unsuru vardı. Birincisi Dağlar yüksek olmaları sebebiyle Tanrı’ların isimleriyle anılırlardı, ikincisi ise, insane yapımı dağlarda Tanrılar yatardı. Pek çok figure ve heykel bu mezarların içindedir.
Anlaşılan o ki, günün birinde bu heykeller nefhedilecek ve onları kutsal-kudretli Kabul edenlerin önünde bir geçiit yapacaklardır. Elbette bu durum sadece antic figürler için geçerli değildir, modern zamanların anıt mezarları ve devleşmiş beşer figürünü herhalde bunun dışında tutamayız.
Netice itibariyle, vahiy gelidğinde orada bulunanlar “Dağ” ifadesinden bir şey anlıyorlardı. Kitap rabbin kelamı ise, Tanrılar ne oluyor diye sormuşlardı. Çünkü onlar için Tanrılar dağların dorularındaydı, bulutların arasında. Kitabı gönderen onlardan biri olabilir miydi?
Kıyamet tanımı olarak Kabul edilen bu ifadelerin aslında dünya tarihi boyunca var olan bir figure karşı kullanılmış ifadeler olduğunu anlamak zor değil. Bu ifadelere dayanarak kıyamet tanımı yapmak lafzın kendisi ile derin bir çelişki anlamına gelir. Klasik açıklamaların ortaya koyudğu tanımlamalar bütünüyle Tevrat, Zebur ve pagan mitolojilerinden devşirilen inanışlara veya figürlere dayanmaktadır. Oysa anlatılan şey çok başkadır. Basit ama çarpıcı….
Vesselam