Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020
3517 Okunma, 1 Yorum

NUR SÛRESİ- 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (58) وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (59)وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (60)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

YAvEayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv (YAv EayYuHav elLaÜIyNa EaFGaLuV

“Ey iman etmiş olanlar”

Bu surede “Ey iman etmiş olanlar” üç defa geçmektedir. Sureyi dörde ayırmaktadır. Surenin başında “Ey iman etmiş olanlar” ifadesi geçmektedir. Orada anlatılan konu yalnız Kur’an düzeninde olanları içermektedir.

Kur’an’ın getirdiği hükümlerin bir kısmı tüm beşeriyeti ilgilendirir.  Şöyle ki, dünya devletleri ikiye ayrılmaktadır; memaliki islam/barış ve memaliki harb/savaş. Memaliki islamda sorunlar barış yoluyla çözülür ve hakemlerle çözülür. Memaliki harbda ise sorunlar harbla/savaşla çözülür, silahla çözülür.

Kur’an’ın tespit ettiği bazı hükümler vardır ki onları kabul etmeyen devletler darı islam ülkesi olmaz, onlarla ya harb içinde veya terk içinde oluruz.

Bu surenin ilk bölümleri tüm islam/barış devletlerini ilgilendiren hükümleri içerir. Bundan dolayı surenin başında ey iman edenleri zikretmişti. Zinayı meşru gören devletlerle islam birliği kurulamaz. Çünkü nikâh uluslararası meşru bir müessesedir. Nikahın temeli zina yasağına dayanmaktadır. Zinayı yasaklayamayan kimselerle evlilik caiz değildir, onlara kız verilmez ve kız alınmaz, onların yemekleri de yenmez.

Bugünkü Batı uygarlığı zina uygarlığıdır; kadınlarla zina şöyle dursun, erkeklerle erkeklerin kadınlarla kadınların evliliğini bile meşrulaştırmışlardır!

Yarın Adil Düzen iktidar olursa devletleri ikiye ayıracak, barış devletleri bir olacaklardır, diğer devletlerle resmi ilişkiler olmayacaktır, oralarda elçiler bulundurulmayacaktır.  İslam devleti olmak için Kur’an’a inanma şartı getirilmeyecektir. Birinci şart hakemliği kabul etmek, ikinci şart ise evlilik dışı ilişkileri meşru saymamaktır.

Yalnız zina dediğimiz zaman bugünkü anlayıştaki zina değildir. Zina gizli yapılan cinsi ilişkidir. Zina, evlenmeleri yasaklanan kimselerle cinsi ilişkidir. Yakınlar arasında olmamak ve ikili ilişki arasında iddet geçmişse, gizli olmamak şartı ile cinsi ilişki zina değildir. Zinanın sınırları son derece daraltılmıştır ama zinaya ceza verilmiştir ve iftira da yasaklanmıştır.

Surenin birinci kısmında uluslararası yasak dile getirildiği için “ey iman etmiş olanlar” ile başlamıştı.  Ondan sonraki iki bölüm ise yalnız Kur’an ehline hitap etmektedir. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapma Kur’an ehline emredilmiştir.

لِيَسْتَأْذِنْكُمُ

LiYaSTaÜiNKuM (LiYaSTaFGıLKuM)

“Sizden isti’zan etsinler”

Kur’an doğmamış ceninleri muhatap almaz, onlara görev yüklemez. Çocuk doğduktan sonra artık bütün insanlık haklarına ve görevlerine ehildir. Buna usulde vücub ehliyeti diyoruz. Eda ehliyeti vücub ehliyetinden farklıdır.

Herkes arabaya malik olabilir. O halde herkesin arabaya malik olmada vücub ehliyeti vardır ama arabayı kullanmak için eda ehliyetine de sahip olmak gerekir.

Kur’an küçüklere ve kölelere doğrudan emretmez, kölelerin sahiplerine ve çocukların velilerine emreder, onlara emirleri onlar ulaştırır.

Kur’an vücub ehliyeti ile herkese hitap eder, eda ehliyeti ile ehil olanlara hitap eder. Edayı onların nezaretinde yaparlar. Emri gaip sigasını bunun için getirmiştir.

الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ

elLaÜIyNa MaLaKaT EaYMAvNuKuM (elLaÜIyNa FaGaLaT EaFGAvLuKuM)

“Yeminlerinizin malik olduğu kimseler”

يَمِين sağ el demektir.

İslamiyet’te cephe savaşında karşılıklı olarak birbirini katletme ve katlolunma vardır. Bunun dışında insanı öldürme yasaklanmıştır. Katil hakemlerin kararı ile kısas yoluyla öldürülebilir. Bunun dışında ölüm cezası yoktur. Savaşta esir alınanlar da artık öldürülemezler, ancak yargılanırlar. Hakem kararları ile kısasa tabi tutulabilirler.

Peki, esirler ne olacaktır?

Kur’an esirler için diyor ki; a) Mennen yani karşılıksız serbest bırakılırlar. b) Tazminat alınarak serbest bırakılırlar. c) Cizyeye bağlanarak serbest bırakılırlar. d) Köleleştirilirler.

Bunlara Kur’an عَبْد demiyor da مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ diyor. Siz malik olursunuz demiyor, çünkü insan insana malik olamaz; sağ elinizin maliki diyor. İş ortaklığı demektir.  O sizin işinizi yapar, siz de onun yaşamasını sağlarsınız demektir. مَنْ مَلَكَتْ demiyor, مَا مَلَكَتْ diyor. Çünkü bir şahsa malik olunmaz işe malik olunur.

İslamiyet’teki köleliğin bugünkü işçilikten daha üstün yeri vardır.

Önemli başka bir husus da şudur. الَّذِينَ kelimesi kullanılmaktadır. Nasıl bugün işçi sendikaları varsa, İslamiyet’te de kölelerin sendikaları vardır. Onların haklarını bu sendikalar korurlar. Kur’an’ın atladığı bir konu yoktur.

وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ

Va elLaÜIyNa LaM YaBLuĞuv eLXuLuMa MiNKuM (Va elLaÜIyNa LaM YaFGaLuv eLFuGuLa MiNKuM)

“Ve sizden huluma baliğ olmayanlar”

Eda ehliyeti olmayanların ikinci grubunu küçükler teşkil etmektedir. Doğumundan önce lehe haklar doğmaya başlar, doğumla aleyhte haklar da oluşur. Kendisinin eda edemediği işler velisi sorumluluğunda eda edilir. Bunlar da الَّذِينَile zikredilmiştir.

Bugünkü çocuk hakları kavramının bekçiliğini yapan çocukların üye olduğu sendikalar vardır. Velileri onları üye yaparlar. Bununla beraber çocukları o sendikada en yakını olan temsil ettiği sıra ile diğer yakınları da çocukların haklarını savunabilir. Hatta yakın komşular bile bu hususta söz söyleyebilir.

İslamiyet’te savcı yoktur. Onun yerine dayanışma sorumluları vardır. İnsanın yakınları vardır, hatta komşuları vardır. Demek ki buradaki الَّذِينَkelimesi gelişigüzel gelmiş değildir, bir sosyal müesseseyi belirler.

حُلُم aslında rüyadır. İki türlü rüya vardı. Biri biyolojik ve sosyolojik şarjları deşarj eden rüyalardır. Bunlara Kur’an da حُلُمdemektedir. Freud bunun ilmini yapmıştır. Kısmen haklı olan Freud bütün uykuda görülenleri bunlara yüklemiştir. Baliğ olan kimseler deşarjı uykuda olmaktadır. Buluğ bununla ifade edilmektedir. Kişinin eda ehliyetine ulaşması kızlarda hayızla, erkeklerde meninin gelmesi ile sabit olmaktadır. Erkeklerde en erken 12, kızlarda 9 yaş olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. Doktorlar bu hususu makale konusu yapmalıdırlar. Hulumun baliğ olmadığı haller de vardır. Medeni Kanunda erkekler için 18, kadınlar için 17 yaş alınmıştır. Hanefiler’de 12 yaş bugünkü bizim medeni kanundaki 18 yaştır.

Bu hususta kişinin kendi beyanı önemlidir. Ben hayız oldum, ben baliğ oldum demeleri yeterlidir. Çünkü bununla ceza ehliyetini kazanmaktadır. Ama aynı zamanda eda ehliyetine ulaşıp ehliyet kazanmaktadır.

Burada مِنْكُمْ kelimesi getirilmektedir. Demek ki o toplulukta çocuklar dayanışması olacak. Cuma cemaatini esas alacak olursak, demek ki her bucakta çocuk sendikası olacak. Yine kuralımızı hatırlatmalıyız. Kişinin sorumluluğu beş vakit namazı kılan cemaat içinde geçerlidir, sosyal sorumluluk ise Cuma namazı kılanlar arasında geçerlidir.

Buradaki كُمْ hitabı bucak halkınadır. Bir bucakta olanların ortak sendikaları olacaktır. Dayanışma sorumluları yöneteceklerdir. Ayrı kişilikleri olacaktır.

ثَلَاثَ مَرَّاتٍ

ÇaLAvÇa MarRAvTin (ÇaLAvÇa FaGLAvTin)

“Selase merre”

مَرَّة geçip gitme demektir.

كَرَّة ise ikinci defa olma ve kalma demektir.

Burada مَرَّة kullanılmıştır. Üç merre izin isti’zan etsinler. Genel olarak üç defa kapı çalsınlar, izin verilmezse geri dönsünler şeklinde anlaşılıyor. Burada bu manada olmadığını bundan sonraki selase ile anlıyoruz. O takdirde “yeste’zinu” kelimesinin iade edilmesi gerekir. Yahut ثَلَاثَمَرَّاتٍ sonra yazılması gerekirdi. O halde nasa “Üç defa izin iste” denmektedir. İzin verildikten sonra artık bir daha izin istenmeyecektir, izinsizlik hali geçmiş olacaktır.

مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْر

MiN QaBLı ÖaLAvTi eLFaCRi (MiN FaGLı ÖaLAvTi eLFaGLı)

“Fecr salatından min kabl”

قَبْلَ صَلَاةِ الْفَجْرolsaydı, namaz kılmadan bütün zamanlarda izin istemek gerekirdi. مِنْgetirilince namaz kılmadan geçen zamanın bir yerinde demektir, bu da vitir zamanıdır. O zamana kadar duhul etmek yasaklanmıştır.

ثَلَاثُ عَوْرَاتٍolan zamandır. Kapıya vurulur. Kapıyı içeridekilerden biri açar, böylece izin verilmiş olur, ondan sonra bir daha izin istenmeden girilir çıkılır.

Köleler de girip çıkarlar. Kölelerin akraba olduklarını daha önce izah etmiştik. Bir kadın, kölesi ile bir daha evlenemez. Bir erkek de akraba yaptığı bir kadın kölesiyle bir daha evlenemez. Bunlar akraba durumundadır. Hatta birbirlerine vâris olurlar. Sattıktan sonra da akrabalıkları devam edebilir.

وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ

VaXIyNa TaWaGUvNa ÇiYAvBaKuM (Va FıGLa TaFGaLUyNa FiGAvLaKuM)

“Ve siyabınızı vaz ettiğiniz hiyn”

Yatsıdan sonra fecre kadar birinci avret zamanıdır, bu zamanlarda karıkoca veya kişiler kendi odalarında soyunabilir ve çıplak gezebilirler.

Öğle zamanı da dinlenme zamanıdır, öğle uykusu zamanıdır.

لِبَاس dış elbisedir, ثِيَابise iç ve dış elbisedir. Bu üç avret zamanının özelliği çıplak olmaktır. Bu saatlerde küçükler ve köleler de odaya giremezler.

مِنَ الظَّهِيرَةِ

MiNa elJaHIyRaTi

“Zahireden”

مِنَالظَّهِيرَةِdiyor. فِيالظَّهِيرَةِdemiyor.

ظَهِيرَة güneşin en çok yüksekliğe çıktığı ve sıcaklığın olduğu zamandır.

Normal mesai şöyledir. Sabah 6’dan 12’ye kadar öğleden önceki mesaidir. 12’de öğle namazı kılınır ve herkes evine çekilir, 3 saat öğle tatilidir. İkindiden sonra öğleden sonraki mesai başlar. Bunun içinde bir veya iki saat uyku vaktidir.

O halde ظَهِيرَة öğle ile ikindi arası ise onun içinde belli bir zaman uyku veya soyunma zamanıdır. الظَّهِيرَةِmarife gelmiştir, belli bir zamanı içerir. Bunu apartman sakinleri belirler. Herkes aynı zamanda işe gider, aynı zamanda tatil eder, aynı zamanda yatar ve kalkar.

الظَّهِيرَةِkelimesi Kur’an’da bir defa geçer. Marifeli olarak geçtiğine göre belli saatleri içermektedir.

وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ

Va MiN BaGDi ÖaLAvTi eLGıŞAvEi (Va MiN BaGDi ÖaLAvTi eLGıŞAvEi)

“Ve işa salatından sonra”

عِشَاءakşam namazıdır, akşam yemeğini içerir, “maişet” buradan gelir, yatsı namazı değildir. Yatsı namazı mesadır. Yatsı namazı olmaz. Çünkü yatsı namazı sabahleyin bitecek zamanın başlangıcıdır. O halde işten dönen insanlar akşam namazını kıldıktan sonra elbiselerini değiştirmek için evlerine gidecekler, akşam yemeğini yiyecekler ve uzun gecelerde akşam dinlenmesini yaptıktan sonra namaza gelecekler. İşte bu vakit de yine soyunma zamanıdır, çıplak olma zamanıdır.

Bugün, hatta Kur’an nazil olduğu zaman öğle uykusu vardır ama akşam dinlenme yoktu. Birinci Kur’an uygulamasında bu ayet görünmemiştir. Bu daha çok uzun gecelerin olduğu tarım semtlerinde uygulanacak bir durumdur.

ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ

ÇaLAvÇu GaVRaTin LaKuM (FaGAvLu FaGLAvTin LaKuM)

“Selase avrat sizin içindir”

Buradaki كُمْ kişilerin kendileridir, aile fertlerine ayrılmış zamanlardır.

عَوْرَاتٍ burada izafetle gelmiştir. Bu üç zaman sizindir diyor.

Kişi topluluk içinde özgür yaratılmış varlıktır. Namazda tamamen beraberler. Kişi bütün davranışlarını topluluğa uyarak yapar. Diğer zamanlarda semtlerdeki işyerlerinde beraberdirler. Yaşamada aşirette beraberler. Sonunda evlerde ailece beraberler. En sonunda kişi olarak özel odasında beraberler.

Burada herkesin karı kocanın birer odaları olacağı belirtilmiştir. Evli olmayanlara da bağımsız oda verilmelidir. Bunun yanında kölelerin ve çocukların da ayrı odaları olmalıdır. 7 yaşından sonra çocukların ayrı odaları olmalıdır. İki yaşına kadar ayrı oda verilmez, 2 ile 7 yaşlarındaki çocuklara da oda verilebilir.

Bu durumda mesken problemi ancak yüz lojmanlı apartmanlarla çözülebilir. Apartmanda herkes kiracıdır. Apartmanda her çift oda bağımsızdır. Odalar ahşap bölmelerle ikişer oda yapılabilir. Demek ki 12 kadar oda üretilebilir, kattaki ortak tuvaleti kullanabilirler.

Demek ki apartmanlardaki çalışma yerleri kadar yaşama yerleri de aile yapılarına göre düzenlenmelidir. Çok çocuklu ailelerin çocuk odaları bitişik olabilir. Kölelerin odaları da ayrı katta olabilir. Bütün bunlar apartman projesi içinde çözülmelidir.

Bu ayetlerin uygulaması yapılmalıdır. Esas kabul ettiğimiz basit ve ucuz ama rahat mekânlar içinde yaşamaktır. Normal aile beş kişi kabul edilmiştir, zaruret hallerinde on kişiye çıkabilir, refah zamanlarında dörde üçe inebilir. Yüz lojmanlı işyeri apartman projesi bu esasa göre tasarlanmıştır. Metre Kur’an’ın kabul ettiği birimdir. Bir insanı iki metre alıyoruz. Dört metrelik daireler yapıyoruz, üç çift oda 96 metrekare eder yani 100 metreye yakındır, metrekare olarak mümtaz sayılar uygulanmaktadır.

Avret zaman artık tanımlanmıştır. Kişilerin kendi odalarında çıplak dolaşabildikleri zamanlardır. Zaman olarak avret günde üç vakittir, mekân olarak ise herkesin kendi odasıdır. Yüz lojmanlı apartmanlar ve dinlenme evleri buna göre projelendirilmelidir.

لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ

LaYSa GaLaYKuM Va LAv GaLaYHiM CuNAvXun BaGDaHunNa (LaYSa GaLaYKuM Va LAv GaLaYHiM CuNAvXun FaGLaHunNa)

“Onlardan sonra sizin için ve onlar için bir cünah yoktur.”

“Bunlardan sonra” diyerek bunların içine yatsı dâhil değildir. Kur’an yanlış anlaşılmalara imkân vermemek için çok açık peş peşe teyitler yapar. بَعْدَهُنَّ ile yanlış anlaşılmalarını tamamen ortadan kaldırmıştır.

جُنَاح kelimesi Türkçeye çevrilmiştir. Yine yanlış bir anlama vardır. Kişi bu dünyada baliğ olmadan önce sorumlu değildir, günah da işlemiş olmaz. Öyle değil, kişi 15 yaşına kadar da sorumludur. Sadece devlete karşı değil velisine karşı sorumludur. Cezayı o verir. Baba ve anne çocuğunu tediben dövebilir. Çocuk sendikası yerinde olup olmadığını gözetler. Allah’a karşı da insan her zaman sorumludur. Aklı erdiği sürece yaptığı işlerden sorumlu olacaktır.

جَنَاح kanat koltuk demektir. Gizli yapılan işler cunahtır. Gizliliğe ihtiyacın olduğu iş günahtır. Aslında toplu yürüyüşler isyan mahiyetinde olduğu için cunahtır. Safa ve Merve’de ise bu cunah kaldırılmıştır. Kentlerde de yürüyüş yerleri yapılır, oralarda yürümek meşrudur. Sokaklarda yürümek ise meşru değildir. Safa ve Merve’deki cunahın manasını ben şimdi anlamış bulunuyorum.

عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْdenmektedir yani siz sorumlu olduğunuz gibi onlar da sorumludurlar. Dolayısıyla Allah’a karşı sorumlu olmanın buluğa ermekle bir ilgisi yoktur. Bunun için عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ kelimeleri kullanılmıştır. Kişiler edep yerlerini göstermemekle yükümlü oldukları gibi aynı zamanda kişiler başkalarının edep yerlerine bakmamakla yükümlüdürler.

طَوَّافُونَ

OavVAvFUvNa GaLaYKuM (FagGAvKuvNa)

“Tavaf edenler”

Siz ve onlar tavaftasınızdır. Burada هُمْ وَأَنْتُمْ hazfedildiği gibi bu cümle hal de olabilir hazfedilenin başında وَ olabilir.

عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ

GaLaYKuM BaGWuKuM GaLAv BaGWın (GaLaYKuM BagDuKuM GaLAv BaGWın)

“Aleyhinizedir. Bazınız bazının aleyhinedir.”

Buradaوَالطَّوَافُ kelimesi hazf olunmuştur; tavaf size farzdır demektir.

Birbirinizi ziyaret edeceksiniz yani odalarına gidip geleceksiniz. İkili sohbetler insanlar arasındaki bağları genişletir, birçok problemlerin çözülmesine sebep olur. Bedenen de dayanışma içinde olursunuz.

Siz birbirinize gidip geleceksiniz. Siz kölelerin ve küçüklerin odalarını ziyaret edeceksiniz, onlar da sizin odalarınızı ziyaret edeceklerdir.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ

KaÜAvLiKa YuBayYiNu elLAvHu LaKuMu (KaÜAvLiKa YuBayYiNu elLAvHu LaKuMu)

“Böylece Allah sizin için tebyin ediyor”

“Tebyin etmek” açıklamak anlamındadır. Allah size beyan ediyor.

Kimdir bunlar?

Kur’an düzenini kabul edip yüz lojmanlı apartmanlarda teavün şirketlerini kuranlardır. İnandık dedikleri halde inanmayanlar değil, inançlarında sadık olanlardır. Bu seminerleri takip edip Yalova AR-GE çalışmalarına ortak olanlardır.

Diğer Kur’an üzerinde çalışanlar dâhil değil midirler?

Kur’an’ı tarih olmuş bir kitap olarak okuyanlar dâhil değildirler. Kur’an’ı okuyup da onun uygulanması için çalışmayanlar da dâhil değildirler. Onun dışında Kur’an’la ilgilenen herkes buradaki كُمْ hitabına dâhildirler. Kur’an’ı reddetmeyen Hıristiyanlar da Budistler de Hindular da Yahudiler de dâhildirler.

الْآيَاتِ

elEAvYAvTı (elEaFGAvLı)

“Ayetler”

آيَاتِهِ veya آيَاتِنَا denmeyip الْآيَاتِ denmesinin hikmeti; burada kastedilen ayat Kur’an ayetleri değildir, insanın fıtri yapısındaki sosyal kanunlardır.

Tüm saldırılara rağmen evlilik müessesesi varlığını bütün kavimlerde korumaktadır. Evet, çıplaklar kampları var ama manastırlarda hala örtülü rahibeler dolaşmaktadır. Hala herkeste utanma hissi vardır.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (58)

Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun (Va elLAhu FaGIyLun FaGIyLun)

“Ve Allah alimdir hakimdir.”

“Allah” kelimesi burada tekrar edilmiştir. Bundan önce bu sureyi inzal eden Allah’tan bahsedilmişti. Demek ki burada insanlık kastediliyor, kamu kastediliyor.

“Allah alimdir hakimdir.”

Allah’ın halifesi kimlerdir?

Tüm insanlıktır.

Bugün bizim kullandığımız araçların hepsi batı mahsulüdür. Bugün insanlığın kullandığı ilim birikimi herkesin katkısı ile olmuştur. O halde burada Allah’tan kasıt insanlıktır. İnsanlık 60 bin yıldan fazladır bu ayetleri görmekte ve yaşamaktadır. İnsanlık bugünkü bu seviyeye ulaşmıştır. Hem bilgisini artırmış hem de iktidarını güçlendirmiştir. Olanları ben-sen yapmıyoruz. Tav’an veya kerhen herkes Allah’ın görevlisi olarak uygarlık ilerlemektedir. Yani işçilikten ortaklığa geçilmektedir. Bu yürüyüş durmayacaktır, devam edecektir.

 

YORUM

Avrupa’da uygarlık Yunan ve Roma ile başlamıştır. Milattan Önce 500 yıllarına dayanır. Ne var ki Avrupa’dan kuzeye Afrika’nın etkisi ile ve daha çok Akdeniz ve Karadeniz havzasında gelişmiştir. Asıl Avrupalıları Ermeniler temsil etmektedir. Haçlı Seferleri ile Asya’ya gelenler doğuyu öğrendiler. Doğudaki uygarlığı kuranlar deniz kenarlarında yaşamaya başladılar. Buralarda yaşayan Yahudiler çok zor durumda idiler. Ziraatı bilmiyorlardı, sanayii beceremiyorlardı. Ticaret piyasası yoktu. Bir taraftan dini taassup, diğer taraftan yoksulluk Yahudileri dışlanmış yapıyordu.

Akdeniz kıyılarında ticaret canlanmaya başlayınca Yahudilerin işleri düzelmeye başladı. Bu sefer ticareti bilmeyen Avrupalılar ticareti Yahudilere bıraktılar ve Yahudiler zengin olmaya başladılar. Müslümanlardan öğrendikleri astronomi ve coğrafya, pusula ve barut sayesinde zengin olmaya başladılar. Amerika’yı da keşfettiler. Böylece Yahudiler dünyaya hâkim olmaya başladılar. Amerika’nın keşfi ile Avrupa merkez konumuna geldi. Amerika’nın bakir kaynakları Yahudilerin emrine girdi. Amerika’da bol bulunan altın para olarak kullanılmıyordu. Hint kumaşlarını bol altınla satın aldılar Avrupalılar. Başka bir üstünlükleri de, Avrupalar el sanatlarını bilemiyordu. Yahudiler dünyadan hammadde alıyor, Avrupalılara ürettiriyor, dünyaya pazarlıyorlardı. Üretimi beceremeyen Yahudiler yaptırabilmek için İslamiyet’ten öğrendikleri teknoloji ile fabrikalaşmaya başladılar.

Doğuda Kur’an’ın etkisiyle ilim gelişmiş ama teknoloji ileri safhaya ulaşmış ama saraylarda eğlence araçlarını icat etmenin dışında yaptıkları bir şey yoktu. Çünkü el sanatları ile makina üretimi yarışamıyordu. Yaşlanma böyle olur.

Kilise ile Avrupalı siyasilerin arasında başlayan savaş bin yıl kadar kanlı bir şekilde sürdü, Hıristiyanları parçalayıp birbirine düşürdüler. Yüzyıl Savaşları, Yedi Yıl Savaşları, Birinci ve İkinci Cihan Savaşları bir kıtaya uygulanan soykırım, Afrika’dan devşirilen kölelerle Batı tarihini tiksinerek okunur durumda oldular. Bugün, boğuşan Avrupa insanlık tarihinde en büyük hamleyi yapma gücüne de ulaştı.

Birinci Kur’an uygarlığı böylece Doğuda fıkıhta ve dilde, Batıda teknikte ve ilimde kimsenin hayal edemeyeceği seviyeye çıktı.

Avrupa’nın kara listesinde yalnız savaşlar yoktur. Tarihte hiçbir zaman görülmemiş büyüklükte inanç düşmanlığı ve Tanrı karşıtlığı yer alır. Dolarları ile her kesim satın alınmış, bizzat din adamlarına dinlerini yıktırmıştır. Bununla da yetinmemiş, tarihe görülmemiş büyüklükte ahlaksızlık ve iffetsizlik yayılmıştır. 

Kur’an bütün bunları bilmekte ve surelerde anlatmaktadır. Kur’an düzeni gelecektir. Ama bundan bin sene önce ömrünü ve görevini tamamladığı için çekilip giden uygarlık olmayacaktır. Kur’an bugünkü Avrupa medeniyetinin de çok üstünde yeni medeniyeti öğretmektedir.

Akevler’i ilim adamları kurmuştur (Ahmet Satoğlu, Saffet Solak, Ruşen Gezici, Ekrem Pakdemirli, Necmettin Erbakan, Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman ve diğerleri). Sonra pek çok ilim adamı yetişmiştir (Arif Ersoy, Süleyman Akdemir, Sabri Tekir, Cevat Akşit, Hira Karagülle, Ali Erişen, Remzi Fındıklı, Durmuş Günay ve diğerleri).

Bugün sizler yeni kadro ile bir taraftan ilmi çalışma yaparken diğer taraftan da Akevler uygulamasını sürdürüyorsunuz. Kur’an’ı yorumladığımda ben her seferinde birçok yenilikler öğreniyorum. Sizlere düşen benim yazdıklarımı öğrenmek değil İslam’ın ilmi araştırma sistemini öğrenmenizdir. Ben size yardımcı oluyorum. Usulü Fıkhı bilmeyenler benim söylediklerimi tam kavrayamazlar. Söylediklerim hoşlarına gidebilir. Yenibosna’daki usul derslerine devam etmeliyiz. Haftada bir defa değil herkesin konusu olmalıdır. Her hafta herkes çalışmalarını yayınlamalıdır ve birbirlerinin yazılarını okumalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ey inanmış kimseler, sizden sağ elinizde olanlar ile erginliğe ulaşmayanlar üç ara, sabah toplantısından önce, öğleyin soyunduğunuzda, akşam toplantısından sonra olur istesinler. Sizin için üç ara soyunma arasıdır. Bunlardan sonra üzerinizde ya da üzerlerinde bir sakınca yoktur. Birbirinize dolaşırsınız. Birileriniz birilerindendir. İşte böyle, Allah size kanıtları açıklamaktadır. Allah bilendir kesendir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ey iman eden kimseler, yeminleriniz malik oldukları ve sizden huluma baliğ olmamış olanlar sizden selase merre, fecr salatından önce, zahirede siyabınızı vaz ettiğiniz hin ve işa salatından sonra isti’zan etsinler. Size selase avrat vardır. Onlardan sonra ne size ne de onlara cünah vardır. Aleyhinize tavaf edenlerdir. Bazınız bazının aleyhinedir. İşte böyle, Allah size ayetleri tebyin eder ve Allah alimdir hakimdir.”

 

YAvEayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv LiYaSTaÜiNKuMu elLaÜIyNa MaLaKaT EaYMAvNuKuM Va elLaÜIyNa LaM YaBLıĞuv eLXuLuMa ÇaLAvÇa MarRAvTin MiN QaBLı ÖaLAvTi eLFaCRi Va XıYNa TaWaGvNa ÇiYAvBaKuM MiNa elJaHIyRaTi Va MiN BaGDa ÖaLAvTi eLGıŞAvEi ÇaLAvÇu GaVRaTin LaKuM LaYSa GaLaYKuM Va LAv GaLaYHiM CuNAvXun BaGDaHunNa OavVAvFUvNa GaLaYKuM BaGWuKuM GaLAv BaGWın KaÜAvLiKa YuBayYuNu elLAvHu LaKUMu elEAvYATı Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (58)

 

***

 

وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ

Va EiÜAv BaLaĞa eLEaTFAvLu MiNKuMu (Va EiÜAv FaGALa eLEeFGAvLu MiNKuMu)

“Ve sizden etfal baliğ olunca”

Bundan önceki ayetlerde velileri olan kölelerle yaşlıların davranışlarını anlattı, onların da sendikaları olacağını bildirdi. Şimdi velayet altında olmayan zenginleri anlatmaktadır.

Buluğun iki görevi vardır. Biri ona velayetin sona ermesi, diğeri ise kişinin kendisinin sorumlu olması. Tüm kişilik sorumluluğunu yüklenmesidir. ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا(Hac, 22/5) ayetinde doğumla tıflın başladığı söylenmektedir. Bu ayetle de tıflın buluğ ile bittiği anlaşılmaktadır. Demek ki طِفْل kelimesinin sınırı budur. Kur’an kelimeleri böylece tanımlar. Bunun dışında “Sabi, Sagir” de vardır, onların yaş sınırlarını da böylece Kur’an’dan tespit etmek gerekmektedir.

“Sizden” kelimesini tekrar etmektedir. Hükümler kendi çocuklarınızadır. Bu da bir semtte yaşayanların çocuklarını ifade etmiş oluyor.

Bu sure yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını anlatan suredir. Burada oturanlardan bahsetmektedir. Semt halkına hitap etmektedir. Her semtin kendi çocukları ile meşgul olması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Çocuk önce aile içinde yerini alır, ikinci derecede ocakta yerini alır, bir katta yaşayan çocukları ifade eder.

مِنْكُمْ demek evi, katı, apartmanı göstermektedir. Bundan sonrasını kıyas yoluyla genişletiyoruz. Ama hepsi yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında halledilmektedir.

الْحُلُمَ

eLXuLuMa (eLFuGuLa)

“Hulum”

Burada zamir gönderebilirdi yahut nekre olarak حُلُمًا denirdi. Hulumdan maksat özel kavramdır. Evlilik çağına ulaşmadır. Arızı olarak çocuk yapamama huluma mani değildir. Bundan dolayıdır ki 15 yaşı fıkıhçılar hulum yaşı olarak belirlemişlerdir. Buradaki hulumun marife olarak tekrarı bunun içindir.  

فَلْيَسْتَأْذِنُوا

Fa eLYaSTaEÜaNUv( Fa elYaSTaFGiLUv)

“İsti’zan etsinler”

Artık kendileri baliğ olmuşlardır. Muhatap emre göre siz baliğ olun denmesi gerekirken, etsinler sigası getirilmiştir. Bunun anlamı şudur. Baliğ olan kimseye baliğ olduğunu belirleyecek olan topluluktur. Doğum yılı kutlanmaz ama buluğ yaşı kutlanır.

Baliğ olan erkekler bıyıklarını bırakırlar. Buluğ merasimi yapılır, çocuklarının baliğ olduğunu çevreye duyururlar. Bunun anlamı artık onunla görüşmeleri gerektiğini bildirmektir. Muhasebede kişi hamile kalınca babası alacaklı annesi borçlu olarak gösterilir. Kız veya erkek olduğu belirtilmez. Çocuk doğunca anne borcunu kocasına teslim eder. Çocuk hesap sahibi yapılır. Her ikisi aile ortaklığına anne baba borçlu olur, çocuk alacaklı olur. Çocuğun kayyumluğu işe dayanır. Bazı işlerde babadır, bazı işlerde birlikte karar verirler. Bunlar evlilik sözleşmesinde yazılıdır. Karı-koca o sözleşmelerden birisini kabul ederler. Muhasebe o sözleşmedeki formüllere göre devam eder.

Demek ki muhasebede anne-baba borçlu ve alacaklı olabileceklerdir. Bağımsız borç ve alacaklılık vardır. Bir de ortaklıkları vardır ancak çift imza olursa geçerlidir. Buna şirketi mufavede denmektedir.

كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

KaMAv YaSTaEÜaNa elLaÜIyNa MiN QaBLiHiM. (KaMA iSTaFGaLa elLaÜIyNa MiN FaGLiHiM)

“Kendilerinden öncekilerin isti’zan ettiği gibi”

الَّذِينَ بَلَغُوا مِنْ قَبْلِكُمْ demektir. Yani kendilerinden önce baliğ olanlar nasıl isti’zan ediyorlarsa öyle isti’zan etsinler. İsti’zan şekli örfle teessüs edecektir.

Bir apartmanda tek tip isti’zan olacaktır, yaşayanlar o apartmanın örfüne göre isti’zan ederler. Bir semt kurulduğunda semtin örfü oluşur. Bir olayla karşılaşınca yeni semt sakinleri ile istişare eder ve içtihadına göre hareket eder. Bununla hareket istishab olur. Ondan sonra gelenler gerek görmezlerse istişare etmezler, onun içtihadına uyarak hareket ederler. Kişi ölünceye kadar muhalif çıkmazsa onun içtihadı şeriat olarak kabul edilmiş olur. O kural artık semtin kuralıdır. O semtte ondan sonra gelenler ona göre hareket ederler.

Bu bir delile dayanmayabilir. Dilin oluşması gibidir. Artık o kelimeler o manayı taşır. Bu ayet semtte oluşan kuralların ondan sonrakiler için de kural olduğudur. Semtin kurallarını beğenmeyenler semti terk ederler. Semtin sakin sayısı 50 haneye indiğinde semt tasfiye edilir.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ

KaÜAvLiKa YuBayYiNu elLAvHu LaKuM (KaÜAvLKa YuFagGıLu elLAHu LakUM)

“Böylece Allah sizin için tebyin eder”

Bundan sonraki kısım bundan önceki ayettekinin aynısıdır. Tekrar edilmiştir. Bir fark vardır, orada “ayetleri tebyin eder” diyor, burada “ayetlerini tebyin eder” diyor. Önce ilk iki ayeti yazar, sonra ikisine birden bu ifadeyi getirebilirdi. Ama ayetler ile ayetleri ayırmak için cümleyi tekrar etmelidir. Cümleyi tekrar etmiştir. İki beyan farklıdır. Biri velilere beyandır. İkincisi erginlerin halini anlatmaktadır. Bir de geçiş belirtilmiş oluyor yani devir teslimden bahsediliyor. Velayetteki yetkileri çocuğa devrediyor. Velayetin hükümleri çok farklıdır.

Ayetin aynen tekrarı ile hükümler başkadır ama sorumlulukları farklıdır demektir.

Bundan şu ifade edilmiş oluyor. Çocuğun vücub ehliyeti tamdır. Sadece eda ehliyeti kısıtlıdır. Baliğ olunca çocuk ben bunları yapmadım diyemez. Baliğ olmadan önce yapılan bütün işlemleri aynen kabul etmek zorundadır. Başka bir ifadeyle, temsilcinin (vekilin) yaptığı bütün tasarruflar kendisinin yaptığı tasarruftur. Vekil olsun veli olsun tasarruflar kendi tasarrufları gibidir. Vekil azledilebilir veli azledilmez. Bundan dolayıdır ki hakemlerin kararı kendi kararıdır. Başkanın kararı yetkili olduğu yerlerde kendi kararıdır.

آيَاتِهِ

AvYAvTıHIy (EaFGAvLiHIy)

“Ayetlerini”

Bundan önceki ayette ayetler denmiş ama burada “ayetleri” denmiş. “Allah” kelimesi tekrar edilmiştir. Muhatap değiştiği için tekrar edilmiş olabilir yahut hatip farklıdır.

Velayette köleler ve küçükler topluluğa doğrudan muhatap değildirler. Burada ise baliğ olanlar doğrudan topluluğa muhatap olmaktadır. Böylece hitabını kendisine yöneltmektedir.

Bir yönetici genelge yayınlayarak kişilere görev vermiş olur. Bu buyruk yöneticinin buyruğudur ama buyuran yönetici değil kararlardır. Oysa birisini çağırıp ona görev verdiği zaman yönetici doğrudan emretmiş olur.

Birincisinde Allah kural koyuyor ve velilere yetkiler veriyor, yapılmasını istiyor. Doğrudan çağırıp çocuğa veya köleye emretmiyor. Burada ise herkese doğrudan tebliğ ediyor. Ona göre sorumluluk doğuyor.

Demek ki buradaki zamir hukukun çok ince kısımlarını ortaya koyuyor.

Ben bunları yazıyorum. Acaba anlatabiliyor muyum bilmiyorum. Düşünmeye başlarsanız benden daha iyi anlarsınız.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(59)

Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun (Va elLAvHu GaLİyMum XaKIyMun)

“Ve Allah alimdir hakimdir.”

Ayette “Allah” tekrar edilmiştir. Tüm hükümlerde velayeten veya asaleten tasarruf arasında fark olduğunu belirtiyor. Muhasebede hep aynı şeyler geçecektir. Sadece beyan imza değişecektir. Kendisi ve velisi imzalayacaktır. Beyan edecektir.

Muhasebede iki şey görülür. Biri geçmişte olanlar kaydedilir, buna “envanter muhasebesi” diyoruz. Bu sadece varlıkları tespit eder. Resimler var apartmanların projeleri bunları gösterir. Yapılmış bir binanın projesi budur.

Bir de “zimmet muhasebesi” vardır. Bu muhasebe borç ve alacakları ifade eder yani gelecekte olması gerekenleri gösterir, yapılacak inşaatın projesi buna girmektedir.

İlim envanter muhasebesidir, hâkim ise zimmet muhasebesidir. Hem küçük ve kölelerin hem de erginlerin zimmet ve envanter muhasebesi tutulmaktadır. Bunu yaparken kişiler kendi hesapların tutmayacaklardır, kamu tutacaktır. Dolayısıyla muhasiplere ehliyeti kamu verir, ücretlerini de kamu öder.

 

YORUM

İnsanlar uygarlaşan varlıklardır. Uygarlaşmayı Batılılar şöyle tarif etmişlerdir. Birbirlerine benzeyen ama aralarında ilişki bulunmayan varlıklardan birbirine benzemeyen ama ilişkileri bulunan varlıklara geçmedir. Tarif doğru eşyada verim, insanlarda uygarlaşma vardır. Tanım doğru olmakla beraber ilmi değildir, benzerlik ve ilişki ölçülecektir.

Biz ise uygarlığı şu şekilde tarif ediyoruz, sattıklarının ürettiklerine oranıdır. Çalışma yerleri birim alınacaktır, bunlar semtlerdir. Ortak üretim yapılmaktadır. Semt halkı ürettiklerini sadece kendileri tüketmemekte, satmaktadır. Bu uygarlaşmadır. Üretimin yirminci yüzyıla gelinceye kadar uygarlaşma çabaları yapılmış, bugün ancak uygarlık seviyesine ulaşılabilmiştir. Herkesin ürettiğini satması ve ihtiyaçlarını alması gerekir. Herkesin hizmetleri alması ve hizmetini vermesi gerekir. Bu ancak ortaklık projesi ile çözülecektir. Kur’an sofrada nasıl oturup yeneceğinden tuvalete nasıl gidileceğinden yüzün nasıl yıkanacağından, evlerde nasıl dolaşılacağından, hâsılı tüm hayatı ele almaktadır. Sorumlu insandır. Cumhurbaşkanı olsa da kişi olarak yetkileri içindedir. Kimseden üstün değildir. Namazda imam ne ise işlerde de başkan odur, kimseye emredemez, kendisi namazı kılar arkadakiler de ona uyarlar.

Batı hukuku yetkileri sayar, hakları sayar, kimin yapacağını söylemez. Merkezi yönetim olduğu için yapacak olan tek kişidir. O kimi görevlendirecekse o yapar. Oysa İslam düzeninde merkezi yönetim olmadığı için herkes kendine verilen yetkileri kullanacak. Görevini yaparken kimse kendisine emredemez. Hata yaparsa hesabını merkeze değil hakemlerden oluşan yargıya verir.

Bunu iyi kavramak gerekir.  Bundan dolayıdır ki Fıkıh da kişinin davranışlarını ele alır. Her hareketi fıkıhta belirtilmiştir. Ne var ki kişi hareketleri öyle düzenlemiştir ki sonunda büyük adil sosyal yapı doğar. İlahi kitapların mucizesi buradadır. Binlerce senedir dinler bunun için varlıklarını sürdürmektedirler. Oysa ne sultanlar gelip geçti. Bugün de hala binlerce yıl önceki dinler yeryüzüne etkisini ve gücünü sürdürmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Sizden çocuklar erginliğe ulaşınca kendilerinden önce olur alanlar gibi olur alsınlar. İşte böyle Allah, kanıtlarını size açıklamaktadır. Allah bilendir kesendir.

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Sizden etfal huluma buluğ edince onlardan önce isti’zan eden kimseler gibi isti’zan etsinler. İşte böyle, Allah size ayetlerini tebyin eder. Allah alimdir hakimdir.”

Va EiÜAv BaLaĞa eLEaTFAvLu MiNKuMu eLXuLuMa FaLYaSTaEÜiNUv KaMAv YaSTaEÜaNa elLaÜIyNa MiN QaBLiHiM KaÜAvLiKa YuBayYiNu elLAvHu LaKuMu EAvYAvTıHIy Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun

وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (59)

 

***

 

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ  

Va elQaVAGıDu MiNa eLNiSAvEi (Va FaVAvgILu MiNa eLFıGAvLı)

“Ve nisadan kaid olanlar ise”

Kur’an’da oturma قعد ile ifade edilmektedir. Binanın temelidir. Temelin her duvarı bir kaidedir. Savaşa katılmayanlara da قَوَاعِد denmektedir, erkek çoğul gelmektedir.

Nisadan kaid olanlar. Bunun tekili قَاعِد‘dir, قَاعِدَة değildir. Eğer bir kelime hâiz gibi yalnız kadınların yaptığı işse o zaman onun fail olarak oluşan ismiة harfi almaz. Belli yaş ve durumda olan kadın قَاعِد‘dir.

Arapça tamlamalarda eğer marifeye izafe edilirse muzafun ileyh de marife olur. قَوَاعِدُالنِّسَاءِ denseydi ikisi de marife olurdu. O takdirde izafeti miniyye mi yoksa lamiyye mi olduğu anlaşılmazdı. İzafet iki çeşittir. Ya aidiyeti gösterir ya da sebebiyeyi gösterir.

قَلَمٌ مِنَ الْحَدِيدِdemirden yapılmış kalem demektir. قَلَمُ الرَّجُولِ demek recüle/adama ait kalem demek olur. Harfi cerle izafette her iki mana ayrılır. Harfi cersiz izafette her iki mana verilir. قَلَمُ الرَّجُولِdediğiniz zaman hem bilinen kişiye ait kalem anlamındadır hem de bilinen şeyden yapılmış anlamındadır. Eğer miniyye veya lamiyye olduğunu belirlemek istersen o zaman ikisini de ال ile zikredersiniz. Burada böyledir. İzafeti lamiyye değil miniyye olduğu için bu şekilde kullanılmaktadır. Kadınlardan bazıları denmektedir. مِنْ  eğer nekre üzerine gelirse türden birini veya bazısını ifade eder. İzafet eğer marife gelirse birinden bir parçayı ifade eder.

Burada kadınlar bir bütün olarak alınmış, onun bütünden bir parça olarak zikredilmiştir. Kadınların bir bütün olarak alınıp onun parçası olarak oturan kadınlar zikredildiğine göre demek kadınların da sendikaları olacaktır. O sendikalar bir bütün olacak. Onların içinden kaid olanlar bulunacaktır.

مِنَ النِّسَاءِ‘da قَوَاعِد olan bellidir. فِيالنِّسَاءِ olsaydı gelişigüzel kadınlar olurdu.

قَاعِدٌ erkekler için askere gitmeyenler anlamındadır. Kadınlar için ne manaya gelir? Bu ayet bize bunu anlatacaktır.

اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا

elLAvTIy LAv YaRCUvNa NiKXAn (elLAvTIy LAv YaFGaLuvNa FiGAvLan)

“Nikâhı reca etmeyenler”

Buradaki و(يَرْجُونَ) erkek çoğul vavı değildir. رجو‘deki kökün vavıdır (يَفْعُلْنَ). Bu sıla cümlesi tavsifi veya takyidi olabilir. Tavsifi ise kavaidin tanımı olmuş olur. Takyidi ise kavaidin takyidi olur. Yani ya bütün kadın kavaid nikahı reca etmez ya da kastedilen yalnız reca etmeleridir. Eğer nisaya çocukları da dahil ederseniz o zaman takyidi olur. Etmezseniz tavsifi olur.

Demek ki kadınlar arasında bir grup vardır, belirlenmiş grup vardır ki bunlar artık evlenme yaşlarını aşmışlardır.

Bu yaş nedir? Eğer yaş değil de belli hal ise bu hal nedir? Bunlar nasıl belirlenecektir?

Kur’an’da geçen kelimelerin karşılığı kurumlar vardır. Bunların oluşması ise eğer peygamber tarafından yapılmışsa örnek olarak o alınır. Uygulama yapılmamışsa bugün biz yapacağız demektir. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurulup bucaklar oluşunca bunlar hakkında orada karar verilecektir.

Genel olarak aile yapısını ele alalım. Ailede kişilere hizmet etme aile kadınlarına aittir. Nafaka ise erkeklere aittir. Fıkıhçılar yaşlı kocaya bakma karısına ait değildir demiştir. Biz buna iştirak etmiyoruz. Yaşlı erkeğe bakmak yani ona hizmet etmek karısına aittir. Belki bundan dolayı bir maddi istihkakı hak eder. Ortak bütçeden bu kadınlara ücret verilir. Karısı da bakacak durumda değilse, bakacak bir kadınla muta nikâhı yapılır, o bakar. Yaşlı erkeğe mutlaka bir eş bulunmalı ve o bakmalıdır. Yaşlı kadına ise kızları bakmakla mükelleftirler. Kızları yoksa kız yeğenleri bakmakla mükelleftirler. Yeğenleri de yoksa diğer kadın yakınları bakmakla mükelleftirler. Bakan kadınlara kamudan ücretleri verilir. Şirketi mufavada oluşturulabilir.

Bu duruma gelen erkek ve kadının en önemli özellikleri, bunlar artık kendi mameleklerine tasarruf edemezler. Mallardaki tasarruf dondurulur ve onlara bakanlara verilir, onlar tasarruf ederler.

Kavaid olan kadınlar mallarında tasarruf edemedikleri gibi bunlar artık evlenemezler. Bakıma muhtaç olan kadınlar evlenemezler. Nikâhı reca etmeyen kadınlar bunlardır. Bunların da dayanışmaları vardır.

فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ

Fa LaYSa GaLaYHinNa CuNAXun (Fa LaYSa GaLayHinNa FuGAvLun)

“Onların aleyhine bir cünah yoktur”

Asıl olan meşru olmakla beraber özel hallerde meşru hatta memurun bih olan لَاجُنَاحَ ifadesi kullanılır. لَيْسَبِجُنَاحٍ şeklinde 9 defa ve لَاجُنَاحَ da 16 defa geçer.

Kur’an’da müsbet cümle ile  لَاجُنَاحَ gelmez.

Onlar üzerinde cünah yoktur; esasta cünah var ama onlar için istisna edilmiştir.

أَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ

EaN YaWaGNa ÇiYAvBaHunNa (EaN YaFGaLNa FiGAvLaHunNa)

“Siyablarını vazetmede”

ثِيَاب kıyafet demektir.

Oda kıyafeti, ev kıyafeti, semt kıyafeti ve dış kıyafet vardır. Oda kıyafeti çocuklar ve köleler için söz konusudur. Ev kıyafeti mahremler arasında söz konusudur. Ocak kıyafeti birbirlerini tam olarak bilenler, tüm sırlarına vakıf olanlar arasındaki kıyafettir, ocak kıyafeti olarak belirtilir. Semt kıyafetinde birbirini bilmeseler de tanırlar.

Asıl sosyal hayat bunlar arasında oluşur. Fakat küçük topluluklar birbirlerini bildikleri için aralarındaki ilişki sosyal değil kişiseldir. Daha büyük topluluklar birbirlerini tanımadıkları için de aralarında sosyal yapı oluşmaz. Bunun için topluluklar bucaklar şeklinde oluşur. Sosyal hücre bucaktır. Merkezi bucaklar vardır, tek merkezli bir topluluk yoktur.

O halde siyabı vazetmek demek tamamen soyunmak anlamında olduğu gibi ev kıyafetinden ocak kıyafetine geçmek de siyabı vazdır. Ocak kıyafetinden ev kıyafetine geçmek de siyabı vazdır. Cilbabı çıkarma da siyabı vazetmek demektir.

Evlenmeme durumunda olanlar semt kıyafetini çıkarabilirler ve ocak kıyafetinde yaşayabilirler. Böylece onların sınıfı belli olmuş olur. Bütün bunların manası yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurulduktan ve ortaklık sistemi topluluklar oluşmaya başlandıktan sonra karşılaşılan sorunların çözümünde tespit edilecektir.

غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ

ĞaYRa MüTaBarRiCAvTin BiÜIyNaTin (ĞaYRa MüTaFagGıLAvTın Bı FiGLaTin)

“Ziyneti müteberricat olmaksızın”

Allah canlıları iki cins yaratmış ve çocuk doğurma veya yumurtlama gibi sıkıntılı görev vermiştir. Canlılar arasında çok yüksek dozajda cinsi arzu koymuştur. Diğer canlılarda döllenme zamanı kabaran bu hisler insanlarda tüm zamanları işgal eder. Hatta çocuk yapamayacak durumda olanlar arsındaki eşler arasında sevgi devam etmektedir.

Giyinmenin başka özelliği kadının güzelliğini eşine saklaması içindir. Örtülü yerler nemli kalır. İletken olurlar. Açıp temas edince deşarj olurlar. Bu da onlara zevk verir ve eşler arasında sevgiyi devam ettirir.

Avreti galize dediğimiz örtü bütün insanlara yasaklanmıştır. Bunu kabul etmeyen topluluklardan hicret edilir ve kendi hallerinde bırakılır. Diğer örtünmenin sınırını topluluklar kendileri koyarlar. Toplulukta kıyafetler dil gibi örfle oluşur. Her kıyafetin sınırı değişik topluklarda değişiktir. Hangi toplulukta yaşıyorsa, cinsi tahrik amacı ile yaşlı da olsa o topluluğun sınırı dışına çıkılmamalıdır.

وَأَنْ يَسْتَعْفِفْنَ

Va EaN YaSTaGFiFNa (Va EiN YaSTaFGaLNa)

“Ve isti’faf etmeleri”

عَفّhayvan sağıldıktan sonra yavrulara bırakılan süttür. İffetli olmak en zayıfla yetinmek demektir. Evlilik dışı ilişkilerde bulunmamaktır. Meşru olanın dışında kazanç elde etmemektir.

ع etkiyi, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

Semt kıyafetini çıkarmayıp semt içinde olacak kıyafeti ile dolaşmamak isti’faf olmuş oluyor. Fıkıh böyle kişinin adım adım davranışlarını ifade etmektedir. Proje de imalatın en ince noktasını belirlemektir. “Az olsun çok olsun yazın”ın anlamı budur.

خَيْرٌ لَهُنَّ

PaYRun LaHunNa (FaGLun LaHunNa)

“Onlar için hayır olur”

خَيْر kazanç demektir. Eğer o yaşta olanlar işyerlerinde çalışacaklarsa o zaman yine semt kıyafetlerini giyeceklerdir. Ocak kıyafetlerinde işyerlerinde bulunamazlar demektir.

Bu ifade aynı zamanda nikâhı reca etmeyenler de isterlerse çalışırlar anlamı vardır. Yoksa işyerlerinde bulunamazlar.

Buradan öğrendiğimiz bir şey daha vardır. İşyerlerinin özel kıyafetleri vardır. Bu kıyafetler semt kıyafetleridir. O kıyafetin dışında işyerine gelemezler.

وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (60)

Va elLAvHu SaMIyGun GaLİyMun (Va ellAvHu FaGIyLun FaGIyLun)

“Ve Allah semi’dir alimdir.”

Bundan önceki ayetlerde peş peşe عَلِيمٌحَكِيمٌ geçmiştir, burada سَمِيعٌ عَلِيمٌ geçmektedir; nekredir, haberdir, sıfatı müşebbehedir.

Alimde fıkıh proje aldık, hakimde muhasebeyi aldık.

Semi hangi kurumu göstermektedir, topluluk nasıl semi almaktadır?

Bunu da telefon dinlemeleri şeklinde anlayabiliriz.

İslamiyet’te başkanların telefon dinlemesi yoktur. Ancak kendi telefonu varsa açık bırakarak istediğini söyler ve telefondan silemez veya bu emek sisteminde kaydedilir. Ama buna kimse giremez, ancak kendi sesi ile girilebilir. Bunu istediği kimseye dinletebilir. Bugün ticari defter nasıl geçerliyse bu telefon kayıtları da hukuken geçerlidir. Saatinde ve kiminle konuştuğu belli olmaktadır. Konuşanın lehine geçerli delil olacaktır. Başkasının aleyhine delil olamaz. Ancak onun telefonu dinlenerek ortak sonuç elde edilir.

 

YORUM

Usulde bir tartışma vardır.

Basit varlıklar cüzleri olmayan varlıklardır. Kendilerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Sadece mekândaki yerleri değişebilir. Böylece diğerleri ile birleşir. Bu birleşmeden varlıklar meydana gelir. Bu varlıkların da mahiyetleri vardır. Ayrı su damlaları aynı sayıda ve aynı türde molekülleri içerir. Eğer varlık olmasaydı iki ayrı damla olmazdı.

Kişilerin topluluk içindeki durumu da budur. Kişiler parçalanmaz varlıklar oldukları için basit varlıklardır. Bunların bir araya gelmesi ile topluluk oluşur. Her topluluk da ayrı varlıktır. Topluluğu oluşturan aralardaki ilişkilerdir. Kıyafet topluluk halkını birleştirir ve başka topluluklardan da ayırır. Semt sakinlerinin kendilerine özgü kıyafetleri vardır.

Kıyafet serbest midir zorunlu mudur?

Bunu şöyle söyleyebiliriz. Serbesttir, isteyen istediği kıyafeti giyebilir. Ancak eğer bir topluluğa mensupsa o topluluğun kıyafetini giymelidir. Giymediği zaman o topluluğun ferdi olmaz ve o topluluktaki hak ve vecibeleri yerine getiremez.

خَيْر demek topluluğun imkânlarından yararlanmak demektir. O halde bir topluluğun imkânlarından yararlanacaksan o topluluğun istediği kıyafeti giymen gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kadınlardan evliliği beklemeyen kocamışlar, onların süslerini göstermemek koşuluyla soyunmalarında bir sakınca yoktur. Tutarlı olmaları onlara kazançtır. Allah işiticidir bilicidir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve nisadan nikaha reca etmeyen kavaid, onlara siyablarını gayrı ziynetli muteberricat ile vaz etmelerinde cünah yoktur ve onlara isti’faf etmeleri hayrdır. Allah semi’dir alimdir.”

 

Va elQaVAvGıDu MiNa MiNa elNiSAvEi elLAvTIy LAv YaRCUvNa NiKAvXan Fa LaYSa GaLaYHinNa CuNaXun EaN YaWaGNa ÇiYaBaHunNa ĞaYRa MüTaBarRiCAvTin BiÜIyNatin Va EaN YaSTaGFiFNa PaYRun LaHunNa Va elLAvHu SaMIyGun GaLiyMun

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(60)

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
05.01.2020
08:14

1967...1968...1969...AKEVLER 54 YILDIR ÇALIŞIYOR...2018...2019...2020

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1045

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1045. Hafta - 04 OCAK 2020 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1045. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

Kur’an ve Çin

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Ekonomik kriz mi, buhran mı, sosyal tufan mı? - 4

Ekonomik kriz mi, buhran mı, sosyal tufan mı? - 5

Aralık 1995, Refah Partisi ve ‘ADİL DÜZEN’ -1

Aralık 1995, Refah Partisi ve ‘ADİL DÜZEN’ -2

2019-20; geçen nice yıllar, 10 yıllar ve gelecek -1

Reşat Nuri EROL

 

***

 

NUR SÛRESİ- 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

سُورَةٌ أَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَأَنْزَلْنَا فِيهَا آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (1) الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (2) الزَّانِي لَا يَنْكِحُ إِلَّا زَانِيَةً أَوْ مُشْرِكَةً وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَا إِلَّا زَانٍ أَوْ مُشْرِكٌ وَحُرِّمَ ذَلِكَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ (3) وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (4) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (5) وَالَّذِينَ يَرْمُونَ أَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَاءُ إِلَّا أَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ أَحَدِهِمْ أَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ إِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ (6) وَالْخَامِسَةُ أَنَّ لَعْنَةَ اللَّهِ عَلَيْهِ إِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِبِينَ (7) وَيَدْرَأُ عَنْهَا الْعَذَابَ أَنْ تَشْهَدَ أَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ إِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (8) وَالْخَامِسَةَ أَنَّ غَضَبَ اللَّهِ عَلَيْهَا إِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِقِينَ (9) وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ حَكِيمٌ (10) إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْإِثْمِ وَالَّذِي تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظِيمٌ (11) لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُبِينٌ (12) لَوْلَا جَاءُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ فَأُولَئِكَ عِنْدَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ (13) وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (14) إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمٌ (15) وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ (16) يَعِظُكُمُ اللَّهُ أَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِهِ أَبَدًا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (17) وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (18) إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَنْ تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (19) وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ (20) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (21) وَلَا يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (22) إِنَّ الَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (23) يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ أَلْسِنَتُهُمْ وَأَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (24) يَوْمَئِذٍ يُوَفِّيهِمُ اللَّهُ دِينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُبِينُ (25) الْخَبِيثَاتُ لِلْخَبِيثِينَ وَالْخَبِيثُونَ لِلْخَبِيثَاتِ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّبِينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ أُولَئِكَ مُبَرَّءُونَ مِمَّا يَقُولُونَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (26) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (27) فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَإِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَى لَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (28) لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ (29) قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ (30) وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاءِ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (31) وَأَنْكِحُوا الْأَيَامَى مِنْكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِنْ يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ (32) وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ (33) وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ آيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِنَ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ (34) اللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (35) فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ (36) رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ (37) لِيَجْزِيَهُمُ اللَّهُ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَزِيدَهُمْ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ (38) وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاءً حَتَّى إِذَا جَاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئًا وَوَجَدَ اللَّهَ عِنْدَهُ فَوَفَّاهُ حِسَابَهُ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ (39) أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِهِ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِهِ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ إِذَا أَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرَاهَا وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ (40) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ (41) وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ (42) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُزْجِي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُصِيبُ بِهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَاءُ يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِالْأَبْصَارِ (43) يُقَلِّبُ اللَّهُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِأُولِي الْأَبْصَارِ (44) وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (45) لَقَدْ أَنْزَلْنَا آيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (46) وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُولَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ (47) وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ (48) وَإِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ (49) أَفِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (50) إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (51) وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ (52) وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِنْ أَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّ قُلْ لَا تُقْسِمُوا طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (53) قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ وَإِنْ تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (54) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (55) وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (56) لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَلَبِئْسَ الْمَصِيرُ (57)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (58) وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (59) وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (60)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

YAvEayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv (YAv EayYuHav elLaÜIyNa EaFGaLuV

“Ey iman etmiş olanlar”

Bu surede “Ey iman etmiş olanlar” üç defa geçmektedir. Sureyi dörde ayırmaktadır. Surenin başında “Ey iman etmiş olanlar” ifadesi geçmektedir. Orada anlatılan konu yalnız Kur’an düzeninde olanları içermektedir.

Kur’an’ın getirdiği hükümlerin bir kısmı tüm beşeriyeti ilgilendirir.  Şöyle ki, dünya devletleri ikiye ayrılmaktadır; memaliki islam/barış ve memaliki harb/savaş. Memaliki islamda sorunlar barış yoluyla çözülür ve hakemlerle çözülür. Memaliki harbda ise sorunlar harbla/savaşla çözülür, silahla çözülür.

Kur’an’ın tespit ettiği bazı hükümler vardır ki onları kabul etmeyen devletler darı islam ülkesi olmaz, onlarla ya harb içinde veya terk içinde oluruz.

Bu surenin ilk bölümleri tüm islam/barış devletlerini ilgilendiren hükümleri içerir. Bundan dolayı surenin başında ey iman edenleri zikretmişti. Zinayı meşru gören devletlerle islam birliği kurulamaz. Çünkü nikâh uluslararası meşru bir müessesedir. Nikahın temeli zina yasağına dayanmaktadır. Zinayı yasaklayamayan kimselerle evlilik caiz değildir, onlara kız verilmez ve kız alınmaz, onların yemekleri de yenmez.

Bugünkü Batı uygarlığı zina uygarlığıdır; kadınlarla zina şöyle dursun, erkeklerle erkeklerin kadınlarla kadınların evliliğini bile meşrulaştırmışlardır!

Yarın Adil Düzen iktidar olursa devletleri ikiye ayıracak, barış devletleri bir olacaklardır, diğer devletlerle resmi ilişkiler olmayacaktır, oralarda elçiler bulundurulmayacaktır.  İslam devleti olmak için Kur’an’a inanma şartı getirilmeyecektir. Birinci şart hakemliği kabul etmek, ikinci şart ise evlilik dışı ilişkileri meşru saymamaktır.

Yalnız zina dediğimiz zaman bugünkü anlayıştaki zina değildir. Zina gizli yapılan cinsi ilişkidir. Zina, evlenmeleri yasaklanan kimselerle cinsi ilişkidir. Yakınlar arasında olmamak ve ikili ilişki arasında iddet geçmişse, gizli olmamak şartı ile cinsi ilişki zina değildir. Zinanın sınırları son derece daraltılmıştır ama zinaya ceza verilmiştir ve iftira da yasaklanmıştır.

Surenin birinci kısmında uluslararası yasak dile getirildiği için “ey iman etmiş olanlar” ile başlamıştı.  Ondan sonraki iki bölüm ise yalnız Kur’an ehline hitap etmektedir. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapma Kur’an ehline emredilmiştir.


...







Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2077 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2046 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1639 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 1892 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 1924 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 1698 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1540 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1614 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 1936 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 1888 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 1843 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 1668 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 1828 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 1799 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1701 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 1920 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 1860 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2122 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 1939 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2501 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2124 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2295 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2201 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2366 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2466 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 2596 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4506 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 2789 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2450 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 2902 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 2603 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3146 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3387 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3781 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2470 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2520 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3206 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3090 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2253 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2413 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3225 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6056 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4554 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3480 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00