Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020
2546 Okunma, 2 Yorum

NEML SÛRESİ - 11. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ (59) أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ (60) أَمَّنْ جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (61) أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (62)

 

***

 

قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ (59)

“‘Hamd Allah’ındır, selam da O’nun istifa ettiği kimseler olan ibadının üzerinedir. Allah mı hayırdır yoksa onların işrak ettikleri mi?’ diye kavlet.”

 

  1. Burada قُلْ emri kime verilir? Söyleyen kimdir?

قُلْ emri Allah tarafından Kur’an’ı bugün okuyan kimseye yani bizlere söylenir. Geçmişteki peygamberlerin kıssalarını anlattıktan sonra şimdi günümüze gelir ve bugün Kur’an’ı benimseyen kimselere söyler. Başlangıçta Muhammed’e söyler ve bu emre uyularak birinci Kur’an uygarlığı kurulur. Şimdi de bize söylenmiş olur ve biz ikinci Kur’an uygarlığını bu emre uyarak kurarız. Birinci Kur’an uygarlığını kuran Muhammed Allah tarafından görevlendirilir. Bugün ise Allah tarafından görevlendirilmiş peygamber yoktur. İnsanlardan isteyenler buna talip olurlar ve kendi kendilerini peygamberlerin vekili ilan ederler. Bu görev farzı kifayedir. İnsanlardan bir kısmı bu görevi yaparsa diğerlerinden bu sakıt olur. Kimse yapmazsa kendilerine tebliğ ulaşmış olup herkes sorumlu olur. Sizler bu tebliğe ulaşmış kimselersiniz. Başka yapan yoksa size yani bize farzdır, sorumluyuz. Bunu iyi bellememiz gerekir.

 

  1. Neden وَ veya فَ harfi getirmez?

وَ veya فَ harfleri aralarında ilişki olup birbirinin aynı olmayanlar arasına getirilir. Bundan önce anlatılanla bundan sonra anlatılanlar arasında tam beraberlik vardır, çünkü onlardan ders alınarak bundan sonra yapılacaklar ve olacaklar anlatılır. Gelecek, geçmişin bir sonucudur, tam bir beraberlik vardır. فَ harfine gerek yoktur. Diğer taraftan biri geçmiş ile ilgilidir biri gelecekle ilgilidir, biri haber diğeri inşadır. Dolayısıyla tam ayrılık vardır ve bundan dolayı وَ harfine gerek görülmez.

 

  1. حَمْد kelimesini inceleyiniz.

حَمْد cümle kapısı demektir. Beylerin, ağaların evleri belli olsun diye kapıları görkemli yapılır. Sonraları حَمْد kelimesi ‘kamu’ anlamına gelir ve topluluğa yapılan hizmetler anlamını kazanır. Kur’an hamdın Allah’a özel olduğunu baştan söyler. Emeksiz elde edilen bütün değerler Allah’a aittir. Allah da onu var ettiği insanlara karşılıksız olarak dağıtır.

 

  1. “Allah’ın hamdı” nedir?

“Hamd Allah’ındır” denir. Böylece insanlar birbirinin kölesi olmaktan kurtarılır. Herkes yaşadığı müddetçe yararlandığı şeylerden dolayı Allah’a borçlanır, sonra da çalışıp borçlarını öder. Yani çocuk anne babasına değil Allah’a (topluluğa) borçlanır. Büyüdüğü zaman da çocuklarını yetiştirir ve çocuklardan alacaklı olmaz, Allah’a olan borcunu ödemiş olur. Bir işçi fabrikada çalıştığı zaman patrondan değil işletmeden alacaklıdır. Aldığı ücreti patron değil Allah (topluluk) verir. Böylece bu ifade ortaklık sisteminin bütün kurallarını koymuş olur.

 

  1. الْحَمْدُ/Hamd ile سَلَامٌ /Selam kelimelerini karşılaştırınız.

سَلَام barış demektir. Kişilerin birbirleri ile anlaşarak hareket etmeleridir. Topluluğun kuralları dışında kişileri kimse zorlamaz. Herkes kendi içtihadına göre yorumladığı şeriatı uygular. Yorumda hata yaparlarsa kendilerinin seçtiği hakemlere giderler ve hakemlerin kararlarına taraflar uyarlar. Müslüman olmak demek bu demektir. Yani “Ben haklarımı silah zoruyla, savaşla değil barışla elde etmeyi kabul ederim.” demektir. “İdam kararı olsa da hakemlerin kararına uyarım.” demektir.

حَمْد Allah’ın/topluluğun yetkisi ve görevidir.

سَلَام ise insanların yetki ve görevidir.

 

  1. اللَّهُ ile عِبَادkelimelerini karşılaştırınız.

عِبَاد ‘kullar’ demek yani insanlar demektir. Hamd Allah’a aittir, selam ise ibada aittir. Kamu ve halk karşılaştırılır. Bunlardaki iş anlaşması anlatılır. Cumhurbaşkanı olsa da ibaddır, biz namazda tahiyyatta okurken “Muhammeden abduhu ve rasulühü” deriz. Yani önce kuldur, sonra görevlidir. İnsanlar arasında temel hak ve hürriyetlerde fark yoktur. İnsanlar birbirlerine hükmetmezler, birbirleri ile anlaşırlar.

 

  1. عَلَى ile لِ harfi cerlerini karşılaştırınız.

لِلَّهِ denmiş, عَلَى عِبَادِهِ denmiş; لِ hakları, عَلَى ise görevleri ifade eder. Kamunun üzerinde haklar vardır. Bütün görevler kamuya karşıdır. Kamu da bunu ibada ihtiyaçlarına göre bölüştürür. Kişilere düşen ise kulluktur, çalışmadır. Yani insanlar çalıştıkları için yaşamazlar, yaşadıkları için çalışırlar. Bu çok önemli bir kuraldır yani çalışsın çalışmasın herkesin yaşama hakkı vardır. Allah yani topluluk onu yaşatmalıdır. Biz bunu yeryüzünün kira hakkı olarak yorumluyoruz. Yeryüzü tüm insanlarındır. Çalışmasalar da yeryüzü kirası ile yaşama hakları vardır. Bu ayet bunu ifade etmektedir. Yani buradaki لِ ile عَلَى bunları ifade ediyor.

 

  1. الَّذِينَ ile kastedilenler kimlerdir?

İnsanların bir kısmına Allah çalışma gücünü vermiştir. Küçük olmayanlar veya yaşlı olmayanlar, sağlam olanlar, hasta ve sakat olmayanlar çalışmakla yükümlüdürler. İşte bunlar diğer insanlardan seçilmiş kimselerdir. Bunların üzerinde çalışma farzdır. Bunlar çalışmasa da yaşama hakkına sahipler ama bunlara çalışma farzdır.

Biz buradaki الَّذِينَ ile çalışma gücüne sahip insanların kastedildiğini kabul ediyoruz ve buna dayanarak diyoruz ki tüm insanlık bir topluluktur, çalışanlar işbölümü yaparak birlikte üretim yapmalıdırlar. Gümrükler bunun için yoktur. Yeryüzünün ortak geçer parası altın bonodur. Onun için Dolar şirktir diyoruz. Allah insanlar için altını para olarak var etmiştir. Ancak onun karşılığı olan senet para olabilir.

 

  1. اصْطَفَى kelimesini inceleyiniz.

مَرْو çakmak taşıdır, صَفَى ise çıplak kayalıktır. Zamanla bu kelime saf, arınmış manasında kullanılmıştır. Karışık olan bir cismi ayırıp temiz hale getirme saflaştırmadır. “Tasfiye etme” burada seçme anlamında olup çalışsın çalışmasın bütün insanların içinden çalışan kimseler tasfiye edilmektedir.

Biz bunu şöyle yapıyoruz: Kişi eğer yeryüzünü kullanarak bir üretim yapacaksa ona gerekli imkânları sağlıyoruz, araziyi verdiğimiz gibi araziyi işleyebilmek için gerekli ihtiyaçları temin etmek üzere faizsiz olarak kredi de veriyoruz. Ondan üründen pay istiyoruz. Yani arazinin kirasını bize veriyor. Çalışmayanlara ise bu aldığımız kiraları bölüştürüyoruz. Kredi alırsa arazi kira payını almaz, arazi kira payını alırsa o zaman da krediyi almaz. Böylece çalışanlarla çalışmayanlar birbirinden ayırt edilmiş olur.

Bunu yönetimler yapmaz, bunu şeriat yapar ve kişi kendisi karar verir.

İşte, buradaki اصْطَفَى bu anlamdadır. Allah istafa etmiştir, çünkü ona çalışma gücünü vermiştir. Kişi Allah’ın bir halifesi olarak çalışayım veya çalışmayım diye kararını kendisi vermektedir. O’nun halifesi olarak karar verdiği için de Allah karar vermiştir.

 

  1. صفو ile خير köklerini karşılaştırınız.

“İstafa etme” ile “ihtiyar etme” aynı manada, seçme anlamında kullanılır.

خير kökü خيل’den dönüşmüş bir köktür. خَيْل ‘At sürüsü’ demektir. Üretim araçları sermaye anlamındadır. Sermayede temel esas arz ve talep kanunlarının çalışmasıdır. Düzen kişilerin ihtiyar etmesi ile kurulur. Kişi çalışmasını istediği yerde yapar, istediği ürünü tüketir. Bu da serbest mübadele ile sağlanır.

Demek ki ihtiyar/اخْتِيَار ile arz ve talep kanunlarını ifade edilirken, istifa/اصْطِفَاء ile çalışanlarla çalışmayanlar arasındaki denge ifade edilir.

 

  1. خَيْر/Hayr ile شَرّ/Şer kelimelerini karşılaştırınız.

خَيْر üretmek, dağınık halde bulunan varlıkları düzenlemek demektir. Derede ayrı ayrı bulunan taşları yontup duvar haline getirmek üretmektir. خَيْر demek düzenlemek demektir. Fizikte bu entropinin küçültülmesi şeklinde ifade edilir. شَرّ ise düzensizlik yani düzenli olan şeyleri düzensiz hale getirmek demektir.

 

  1. Allah nasıl hayr olur?

Hayrın, kendisinde üretim yapılan varlık olduğunu söylemiştik. Sermaye demek kendi kendine çoğalan demektir. Canlı gibi çoğalan cansız topluluktur. Allah (topluluk) bir işletmedir. Zamanla işletme büyümektedir. İnsanlık nüfus olarak artmaktadır, imar olarak da büyümektedir. İmar demek bir yerde daha çok insanın yaşayabilmesini sağlamak demektir. Serbest arz ve talep kanunları ile, barış ile, hamd ile insanlık büyümekte ve gelişmektedir. Allah’ın hayr olması, halifesi olan insanlığın büyümesi ve gelişmesidir.

 

  1. Buradaki أَمَّا‘yı açıklayınız, أَمَّنْ ile karşılaştırınız.

أَمْ kelimesi أَ kelimesinden sonra gelir.

Allah mı hayrdır yoksa işrak ettikleriniz mi?

Daha sonraki ayetlerde أَمَّنْ gelir. Burada أَمَّا gelmiştir. İşrak edilenlerin مَنْ değil de مَا olduğu belirtilir.

Bugün işrak edilenler şuurlu varlıklar değildir; Dolardır, ekseriyet oyudur, petroldür, bilgidir. Onun için burada مَنْ değil مَا getirilir.

 

YORUM

  1. أَمَّا‘yı bugünkü şirk ile yorumlayınız.

Altın veya gümüş tabiatta mevcut olan varlıklardır. Bunlar para olarak yaratılmışlardır. Bunların karşılığı çıkarılan senetler ve altın bonosu, bunlar gerçek varlıkları temsil etmektedir. Gerçek varlıklar da Allah’ı temsil etmektedir. Her şey O’nun ismidir. Kendisi değildir ama kendisini ifade edendir.

Altın ve gümüş veya onları temsil eden senetler Allah’ın hamdıdır. Karşılıksız çıkarılan Dolar veya Dolar karşılığı çıkarılan Türk Lirası olmayan varlıklardır. Hayali varlıklardır. Bunlara gerçek varlıklar gibi değer vermek şirktir. Allah’ın var ettiklerinin yanında ikinci varlıkları ortaya koymadır. Bunu böyle izah ederiz.

Günümüzün ikinci en büyük şirki ekseriyet oyudur. Allah insanları eşit var etmiştir. Herkesin kendi dünyasında kendisi için varlığı vardır. Ekseriyetin ekalliyete tahakkümü şirktir. Ekseriyeti Tanrı yerine koymadır. Kaldı ki onların ekseriyet dediği şey de hayalidir. 4 veya 5 senede bir yapılan seçimde bir gün 4-5 yıla hükmetmektedir. Bu da şirktir. İnsanlar irade sahibidir, her zaman kararlarını değiştirirler. Onların iradelerine 4 veya 5 sene ipotek koymak, koyanların kendilerini ilah olarak görmeleri anlamındadır. 4 veya 5 senede bir yapılan seçimde iştirak yarı yarıya olmaktadır. Meclis’te oturum yarısı ile toplanmaktadır. Toplananların yarısı ile karar alınmaktadır. En iyi karar ekseriyetin değil 8’de 1 ekseriyetle alınır. Bu kararların hiçbirisi baskısız hatta hilesiz olmamaktadır. Böylece ekseriyet sisteminde Allah’a karşı düzenlenmiş kandırmaca bir güç varsayılmaktadır. Bu da şirktir.

 

  1. الْحَمْدُ لِلَّهِ ifadesinin Adil Düzen Anayasası’ndaki uygulaması nedir?

İnsanlar için kazanç üretimdeki emek payıdır. Kur’an bunu açıkça ifade eder. Marks da bunu savunur. Emeksiz değerler vardır. Örnek olarak akarsular emeksiz elde edilir. Ormanlar emeksiz yetişir. Bunlar hamd içindedir. Bunların mülkiyeti kamuya aittir. Bunları kim en iyi değerlendirirse onlara verilir ve onlar üretim yaparlar. Elde edilen ürün ikiye bölünür, yarısı üretene emeği karşılığı verilir, yarısı da muhtaç olan insanlara karşılıksız dağıtılır. Buna yarısı bedelli sistem diyoruz. Bu ayette bu sistem çok açık bir şekilde anlatılır.

 

  1. اللَّهُ خَيْرٌ ifadesinin mezkûr anayasadaki uygulaması nedir?

Biraz önce anlatılan yarısı bedava sisteminin uygulanması kamu işletmelerinin hayr olmasından ileri gelir. İşletmeler birer hayrdır. Kamuya aittir. Çünkü ortaklıktır. Kişiler oranın sahibi değil, oranın sorumlusudurlar. Bugünkü genel müdürler gibidirler. Ama onlar kişilerin genel müdürü değil kamunun genel müdürüdürler. Marks da bunu iddia ederse de yönetimi kamunun yerine koyar. Hâlbuki şeriatta işletme kamuya aittir. Genel müdür işletmenin sahibi değil yöneticisidir. Onun için Kur’an’da تَمْلِكُ الْمُلْكَ demez de تُؤْتِي الْمُلْكَ (Ali İmran 3/26) der.

 

  1. Bugün seçilen kimseler kimlerdir?

Seçilen kimseleri şeriat düzeni kuran görevliler olarak anlarsak, hangi dinden olursa olsun, Allah ve ahirete inanıyorsa ve şeriatın gelmesini istiyorsa, onlar seçilmiş kimselerdir. Kur’an ehlinden seçilmiş olan kimselerin diğer din mensuplarından daha avantajlı durumları vardır. Kur’an son kitaptır ve diğer kitaplarda olan hükümlerin tamamını içermektedir. Kur’an sözleri ile ve dili ile günümüze kadar gelmiştir ve asla bozulmamıştır. Diğer şeriatlar peygamberlerin mucizesi ile insanlığa kendilerini kabul ettirmişlerdir. Kur’an ise kendisi mucizedir. Bugün de onun icazı ile ona inanma durumundayız. Dördüncü özellik de şudur: Bugün insanlık anayasasını Kur’an sunmuş ve ortaklık düzenini getirmiştir. Diğer dinlerin bu imkânları yoktur. Kur’an ehli, Kur’an’dan yararlanarak bugünkü müspet ilmin desteği ile üçüncü binyıl uygarlığının gelmesine katkıda bulunabilirler. Yani onlar da istafa edilmiş kimseler arasındadırlar.

 

Öz Türkçe ile:

“‘Değerler O’nundur, barış arındırdığı kimseler olan kullarının üzerinedir. Allah mı daha iyidir yoksa onların ortak ettikleri mi?’ de.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“‘Hamd Allah’ındır, selam da O’nun istifa ettiği kimseler olan ibadının üzerinedir. Allah mı hayırdır yoksa onların işrak ettikleri mi?’ diye kavlet.”


قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ (59)

 

****

 

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ (60)

“Yoksa semavat ve arzı halk etmiş, semadan mai sizin için inzal edip onunla behçet zatı hedikaları inbat eden kimse mi? Sizin için onun şecerini inbat etme yok. Allah’la beraber bir ilah mı var? Evet, onlar adl eden bir kavimdir.”

 

  1. Buradaki أَمَّنْ‘in أَ‘si nerededir? Kimler kastedilir?

Buradaki أَمَّنْ‘in istifham hemzesi (أَ) آللَّهُ خَيْرٌ ifadesindeki eliftir. Önce أَمَّا gelmiş, ondan sonra da أَمَّنْ gelmiştir. أَمْ‘in kendisi harfi atıftır. أَمَّا ve أَمَّنْ‘ler ayrıca harfi atıf getirilmeden söylenir. Bu cümle yapısı وَأَمَّا ile yapılan cümle yapılarından farklıdır. Oradaki أَمَّا, أَمْ ve مَاdan oluşur. Ona وَ dâhil olur, buna olmaz.

Bundan önceki ayette onların işrak ettiklerini anlattı yani bugünkü düzene işaret etti. Bundan sonra Allah’ı anlatacaktır. Bugünkü şirk مَا‘ya dayandığı için insanı merkeze almayan, eşyayı merkeze alan sistemler karşılaştırılır.

Kapitalistler eşyayı merkeze alırlar, sosyalistler ise insanı merkeze alırlar. Kur’an da insanı merkeze alır. Bu yönüyle İslamiyet sosyalizme kapitalizmden daha yakındır.

Kapitalistler eşyayı merkeze almakla beraber insanlara özgürlük tanırlar yani onlara para kazandırsın da insan nasıl hareket ederse etsin.

Sosyalistler ise insan merkezlidir ama nasıl hareket edeceklerine merkez karar verir. Bu bakımdan da İslamiyet kapitalizme sosyalizmden daha yakındır.

 

  1. Neden الَّذِي değil de مَنْ getirilir?

Kur’an Allah’ı tanıtırken O’nu kendisini anlatarak değil, yaptıklarını anlatarak tanımlar. Bugünkü insanlara der ki “Size göre Allah ve ahiret yok, tabiat var.” Kur’an da der ki “Tamam, Allah yok tabiat var.” öyle düşünmeye başlayalım. Tabiatı tanıyalım. Sizin tabiat dediğiniz şey nedir onu inceleyelim, biz ona Allah diyoruz, siz ise tabiat diyorsunuz.

İsim önemli değil, kendisi önemli. Neden tabiat değil de Allah? Çünkü tabiat birlik içindedir. Sonradan var olmuştur. Değişendir. Değişene bir değiştiren gerekir. Biz onun için kendiliğinden olma tabiat anlayışını kabul etmiyoruz. Ama sizinle birlikte düşünelim diyoruz.

Ayetlerin başında قُلْ demiş olması bundan ileri gelir. Yani bunları Allah söylemiyor. Bize emrettiği için karşı tarafa Allah adına biz söylüyoruz. Karşı tarafın bildiği, kabul ettiği bir tavırdan bahsetmediğimizden الَّذِي değil مَنْ diyoruz.

 

  1. Semavat ve arz السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ/ neyi ifade eder?

Bir kitabı yazarken belli bir dünyayı anlatacaksınız. Kelimelere yeni manalar verirsiniz. Mesela Osmanlıları anlatırken sultan dersiniz. Artık sultan kelimesi lügatteki manası ile kullanılmıyor. Osmanlı derken, tarihçilerin veya halkın benimsediği manası ile kral veya imparator anlaşılıyor. Kur’an da kendi düzenini anlatması için Arapçaya özel manalar kazandırır. Buna ıstılahi mana denir. السَّمَوَاتِ, السَّمَاءَ ‘nın çoğuludur. Kur’an’ın başka yerlerinde 7 sema olduğu bildirilir. Arz da yerdir. السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ kelimeleri marife olarak وَ harf ile birleştiği zaman bizim Türkçede kullandığımız ‘kâinat’, ‘evren’ anlamındadır. Üç boyutlu uzayımızın adıdır. Bu üç boyutlu uzay kürsi dediğimiz dört boyutlu uzayı oluşturur. Arş dediğimiz beş boyutlu uzayın içindedir.

Kuran’da hiçbir yerde الْأَرْضَ وَالسَّمَوَاتِ şeklinde geçmez. Bunu sebebi Semavat ve Arzın ayrı ayrı anlamlandırılması değil, tek anlam olduğunda dolayıdır. Kâinat anlamındadır. (Lütfi Hocaoğlu)

 

  1. خَلَقَ ile جَعَلَ fiillerini karşılaştırınız.

Mevcut olan bir şeye bir fonksiyon yükler, bir varlığın veya oluşumun parçasını yaparsanız جَعَلَ kullanırsınız. Mevcut olan bir varlığı değil de parçalardan bir varlığı meydana getirirseniz o zaman خَلَقَ dersiniz. Yer ve gök yani kâinat yeniden yaratılmıştır. Onun için “semavat ve arzı halk eden” denmektedir. Eski münkirler kâinatın yaratılmadığını, hep var olduğunu iddia etmişler ve Kur’an’a böylece cevap vermişlerdir ama 20. yüzyılda kâinatın yaratıldığı ömrü de hesaplanarak müspet ilim tarafından tespit edilmiştir. Böylece bugün artık buradaki ayetin ifadesini inkâra kimsenin mecali yetmemektedir.

 

  1. وَأَنْزَلَ‘deki وَ neyi neye atfeder?

أَنْزَلَ‘yi خَلَقَ‘ya atfeder. Yarattı ama sadece var olsunlar diye yaratmadı. Her şeye bir görev verdi. Herkes bir görev yapmaktadır, her şey bir görev yapmaktadır. Yaratmadaki gaye insandır. Ama insan da ancak bir canlı olarak var olabilmektedir. Canlı da suyla var olmuştur. Nasıl insan vücudunda kan dolaşımı varsa yeryüzünde de su dolaşımı vardır. Burada cansız varlıkların var edilişinden sonra canlıların var edilmesine işaret edilmiştir.

 

  1. İnzal/إِنْزَال ile halk/خَلْق kavramlarını karşılaştırınız.

نَزَلَ fiili ‘Yukarıdan aşağıya indi’ anlamında olduğu gibi insanın ona ulaşabilmesi onu kullanabilmesi anlamına da gelmektedir. خَلَقَ ‘var etti’, أَنْزَلَ ise ‘bu varlıkları sonra insanın emrine verdi’ demektir.

 

  1. خَلَقَ‘da لَكُمْ demediği halde أَنْزَلَ‘de neden لَكُمْ dedi?

Kâinat var ediliyor, var edilen kâinat sonra insanın kullanımına sunulmuş oluyor. Daha insan yok, kâinat var ediliyor. Bunun için لَكُمْ kullanılmıyor ama sonra insan da var edilmiş oluyor, kâinat insanın emrine veriliyor, kullanılması emrine veriliyor. Onun değiştirilmesi insan için mümkün değildir. O sebeple خَلَقَ‘da لَكُمْ denmedi.

İnsan kâinatı kullanır ama değiştiremez.

Topluluklar da böyledir, şeriattan yararlanırsınız ama şeriatı değiştiremezsiniz. Yararlanma şekli üzerinde düşünebilirsiniz ama kendisini değiştiremezsiniz.

Kur’an değiştirilemez. Hükümleri kıyamete kadar bakidir. Ondan yararlanma ise her zaman ve her yerde farklı olacaktır.

Batılılar eskiden kullanma şeklinin de değişmeyeceğini iddia ediyorlardı. Roma hukuku buna dayanıyordu. Şimdikiler ise İslamiyet’in tesiri ile değiştirmeyi kabul ettiler ama şeriattan yararlanarak değiştirmeye değil, şeriatın kendisini de değiştirmeye kalkıştılar. Bugünkü çıkmaz burada. Osmanlılar başlangıçta şeriattan yararlanma üzerinde de değişikliği kabul etmiyorlardı, cumhuriyetçiler ise şeriatı da değiştirmeye kalkışıyorlar.

Akevler çalışmaları şeriatı değil ondan yararlanmayı değiştirme ilkesine dayanan bir çalışmadır.

 

  1. Burada السَّمَاءِ marifedir. Hangi sema kastediliyor?

السَّمَاءِ tekil gelmiştir ve marifedir. Bugün yağmurun nasıl yağdığı ilmen çok iyi bilinir, ayrıca uçaklar yağmur tabakasının üstüne çıkıp uçarlar. Dolayısıyla yalnız ilmen değil fiilen de yaşanır. Yağmur denizlerden çıkan su buharının rüzgârlar vasıtasıyla sıcak yerden soğuk yere sürüklenmesi sonunda yoğunlaşan su damlalarından oluşur. Bulutların sürüklenmesi rüzgârlarla sağlanır. Rüzgârların da yönlendirilmesi dağlarla olur. Dağların etkisi 10 km’ye kadardır ve bulutlar buralarda bulunur. 10 km’nin yukarısında bulut yok, dolayısıyla su da yoktur. Biz buna su tabakası deriz. Bugün uçaklar bunun üstüne çıkıp uçabilirler. Kur’an çok açık bir şekilde bunu beyan etmektedir.

 

  1. مَاءً nekredir, nedir?

Bu dolaşan sular farklı sular değildir ama belli sulardır. Suların bir kısmı hiç yere inmemekte, bir kısmı dağlarda veya kutuplarda hiç erimeden kar olarak kalmakta, bir kısmı toprak altına girip bir daha çıkmamakta, bir kısmı göl ve denizlerin diplerinde buharlaşmadan kalmakta, bir kısmı da bu döngüye iştirak etmektedir. İştirak edenle etmeyenler arasında da bir belirlilik yoktur. Bundan dolayı مَاءً kelimesi nekre gelmiştir. Eğer مِنَ الْمَاءِ deseydi, belirlenmiş sular dolaşımda yer alırlardı.

 

  1. فَأَنْبَتْنَا‘daki فَ harfi neyi ifade eder?

İnzal, مَاء’ın inzalı sonucu inbat olduğunu gösterir. Sebep Fa’sıdır. Bununla beraber gerçekte takip Fa’sıdır. Su inbat etmiyor. Su inbat zamanını bildirmiş oluyor. Bununla beraber canlılar birçok maddeler kullanırlar ama o maddelerden kendilerinde olmayan canlı var olabilmektedir. Ancak suyun olmadığı bir canlı yoktur. Bugünkü biyoloji kitaplarında ‘susuz hayat olmaz’ şeklinde bir ifade vardır. Aslında canlının kullandığı bütün maddeler olmazsa hayat olmaz ama su hayat için görünür bir şart olmuştur. مَاء kelimesinin başka bir manası da hidrojendir. Bütün cisimler hidrojenden oluşmaktadır. Hidrojen atomları birleşerek cisimleri meydana getirmektedir. Buradaki önemli husus şudur; cisimler öyle yaratılmıştır ki hayat mümkün olsun. Cisimler sudan yaratılmıştır. Su öyle yaratılmıştır ki bütün cisimler bütün cisimlerin taşıdığı özelliği verebilsin. Bunun anlamı şudur: Allah elemanları o kadar ince hesapla var etmiştir ki hayat mümkün olsun, zamanla ilahi müdahaleye gerek kalmasın.

 

  1. İnbat/إِنْبَات ile ihraç/إِخْرَاج kavramlarını karşılaştırınız.

Müminun Suresi’nde “Şecer turi seynadan huruç eder, dunh ve akiller için sıbh ile nebat eder.” deniyor (وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْآكِلِينَ Müminun 23/20). Ağacın bitmesini huruc ile, ağacın meyve vermesini nebat ile tanımlıyor. “Suyu, hububatı ve nebatı onunla ihraç edelim diye indiriyoruz.” diyor. Nebatı hububattan ayırıyor. Kur’an’da “Habbe 7 sümbülü inbat etti.” (حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ Bakara 2/261) diyor. “Her şeyin nebatını suyla ihraç ettik.” (فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ  Enam 6/99) diyor. İhraç ile, toprakta bulunan maddeleri topraktan çıkardı, ayırdı manası verilmektedir. Burada işaret edilen toprakta bulunan değişik maddeleri seçerek kendisine gerekli olanları almasıdır.

Bu seçicilik çok önemli bir olaydır. Toprakta birçok madde vardır. Onları önce eritip sıvı haline sokmak gerekir. Sonra da o su içilir. Bitkiler kendi bünyelerinde ürettikleri maddeleri toprağa salarak çözerler, sonra da onlardan istediklerini seçerek bünyelerine alırlar. Bunların hiçbirisi tesadüf ile olacak şey değildir.

İnbat ise, kendilerine yarayan maddeleri yerden ve havadan aldıktan sonra onları birleştirip yerli yerine koyup istenilen ürünü elde etmektir.

Piyasadan malzeme almak ihraçtır.

Sonra malzemeyi birleştirip ürün yapmak ise inbattır.

 

  1. بِهِ‘deki بِ ne Ba’sıdır?

Sebep Ba’sıdır. Suyu inzal etmesiyle inbat gerçekleşir. Aslında önce ihraç sonra inbat gerçekleşir. Ama su hem ihraç için hem inbat için gereklidir. Su ortamına girmeden ne ihraç ne de inbat yapılabilir.

 

  1. هُ zamiri (بِهِ) nereye gidiyor?

Suya gidiyor veya inzaldaki mastara da gidebilir.

 

  1. حَدَائِقَ kelimesini diğer kelimelerle karşılaştırarak inceleyiniz.

حَدَائِقَ kelimesi Kur’an’da 3 defa geçer. Biri أَعْنَابًا (üzümlere) atfeder. Cennette var olan meyveleri ifade eder. أَعْنَابًا çoğuldur, حَدَائِقَ de çoğuldur. عِنَب hem meyvenin hem de ağacının adıdır. حَدِيقَة de böyledir demektir. Bir de taneleri (حَبًّا) üzüme (عِنَبًا), üzümü yoncaya (قَضْبًا), zeytini hurma ağacına (نَخْلًا) atfeder ve غُلْبًا /gür sıfatını kullanır. Devam ederek فَاكِهَةً وَأَبًّا ifadesini de ekleyerek bunları birlikte zikreder. Tasnif ettiğimizde hububat (حَبًّا) üzüme (عِنَبًا), yoncaya (قَضْبًا) zeytine (زَيْتُونًا), yemiş (فَاكِهَةً) otlağa (أَبًّا) karşılık gelir, حَدَائِقَ ise نَخْلًا ile eşleşir. Bu tasniflerle حَدَائِقَ kelimesi bir meyveden oluşan bir bahçe anlamına geldiği gibi meyvenin kendisi de kastedilmiş olabilir veya hurmada olduğu gibi meyvesinin adı başka olabilir.

 (Abese Suresi: فَأَنْبَتْنَا فِيهَا حَبًّا (27) وَعِنَبًا وَقَضْبًا (28) وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا (29) وَحَدَائِقَ غُلْبًا (30) وَفَاكِهَةً وَأَبًّا (31) )

 

  1. بَهْجَة kelimesinin anlamını inceleyiniz.

بَهْجَة kökü de Kur’an’da 3 defa geçer. “Her behiç zevcden inbat ettik” der. İki yerde bu manada geçer (Hac 22/5 ve Kaf 50/7). Bu ayette ise behçeli hadayık olarak geçer. Zevc yani çift olanlar bahçeleri değil meyveleridir, ağaçlardır. Dolayısıyla حَدَائِقَ kelimesine bahçe değil de meyve veya meyvenin ağacı anlamı vermemiz uygun olur.

 

  1. حَدَائِقَ kelimesini tek başına ama çoğul ve nekre olarak kullanılır, neden?

Bu ayette بَهْجَةٍ kelimesi tekil olarak kullanılır. Hâlbuki حَدَائِقَ kelimesine sıfat olur. Müennes olarak gelmesiyle بَهْجَةٍ kelimesi de çoğul yapılmış olur.

Zati behç olan meyvelik bahçe mi, meyve ağacı mı yoksa meyvenin kendisi midir?

Görünürde güzellik manasını verirsek, o zaman حَدَائِقَ meyvesinin ormanıdır. Onun için çoğul getirilir. بَهْجَة’den maksat görünür güzellik değil de onların taşıdığı besin olma özelliği ise o zaman meyve kastedilir. Bu hususta fazla bir şey söyleyebilmemiz için bunun hangi meyve olduğunu tespit etmemiz gerekir. Bunun için daha çok araştırma gerekiyor.

 

  1. بهج ile عبس köklerini karşılaştırınız.

بَهِيج güler yüzlü, عَبُوس ise asık suratlı demektir. O halde bu iki kelime birbirinin zıddıdır. ب’ler aynıdır. ه yerine ع gelmiştir. ه’de genişlik, ferahlık vardır. ع da baskı ve ezme vardır. س ile ج de yerlerini değiştirir. س dişleri, ezmeyi, kesmeyi ifade eder. ج ise cazibeyi, çekmeyi ifade eder. Birisinde çekicilik ve rahatlık vardır. Diğerinde ezicilik ve sıkıntı vardır.

 

  1. شَجَرَهَا‘daki هَا zamiri nereye gider?

حَدَائِقَ gider. حَدَائِقَ’dan maksat teker teker ayrı ağaçlar değil, ağaçların bir araya gelmesiyle oluşmuş ormanlıktır. Orman ağaçlardan oluşur. Onun için ağaçlar ona izafe edilir.

 

  1. هَا zamiri حَدَائِقَ‘a giderse شَجَرَ‘ye izafesi ne anlam taşır?

حَدَائِقَ’ın ağaçların toplamından ibaret olmadığını, ağaçlardan oluşan ayrı bir varlık olduğunu ifade eder. Orman bir bütündür. İçinde mevcut olan değişik bitkileri ve ağaçları içerir. Bunlar birlikte yaşarlar. Birbirlerine ihtiyaçları vardır.

Dolayısıyla tarım aslında doğayı bozar. Bir çayırlık değişik bitkilerin bir arada olmasını zorunlu kılar. Böylece varlığını sürdürür. Tarla ise yalnız buğday yetiştirir, yalnız yoncayı büyütür. Biraz sonra çoraklaşır ve artık buğday da yonca da yetişmez. Onun için çiftçiler nadasa bırakırlar veya suni gübre vermek zorunda kalırlar, bu da doğayı bozar.

Bizim geliştireceğimiz seralarda iklim ve sulama konusunda canlıları desteklememiz gerekir. Ama tek tip ürün meşrudur. Çünkü Kur’an’da تَزْرَعُونَهُ denmektedir. Bu ayet Vakıa 64. Ayettir, 63 ayette مَا olduğu için ve مَا‘ya da هُ zamiri döndüğü için tek tip ürün üretilebilmesi meşru olur. مَا olduğu için çok ürün de meşrudur.

 

  1. شَجَرَهَا‘daki هَا zamiri بَهْجَة‘ye giderse شَجَرَهَا ifadesi ne manayı taşır?

Ağaçların görüntüsünü ve canlılığını suni olarak vermek mümkün değildir. Ağaçlar özel olarak hareketlenerek canlılığı sağlarlar. Ayrıca bütün canlılar devamlı olarak çoğalırlar. Bütün bu olaylar dışarıya gördüğümüz görmediğimiz ışınları salarlar. Gördüğümüz ışınları göz görür ama vücut bütün ışınları algılar. Biz onları göremeyiz. Dolayısıyla bir ormanlık içinde veya dışında ormanı seyrederken insan başka bir ortam içinde yaşar. İşte Kur’an bu takdirde بَهْجَة‘ye işaret etmiş ve bunu ifade etmiş olur.

 

  1. Kur’an burada neyi anlatır?

“Sizin için onun ağacını inbat etmeniz mümkün değildir” ayeti bunu ifade eder. Canlıyı yaratamadığımız gibi canlının canlılığını gösteren özelliği de hiçbir zaman cansız varlığa veremeyiz.

 

  1. Burada أَئِلَهٌ‘dan önce harfi atıf (وَ veya فَ) getirilmez, neden?

Bundan önceki cümle أَمَّا ile başlasaydı burada فَ harfi gelirdi. أَمْ ile başladığı için “yoksa Allah mı?” sorusu yerine “kimse mi?” şeklinde sorulur. O kimsenin Allah olduğunu beyan eder. Başka bir söyleyişle cümleyi açıklar. Daha önceki ifadede Allah’ın ismi zikredilmeden anlatılır, şimdi “Allah ile beraber ilah mı var?” sorusu ile insanları düşünmeye sevk eder. Bugünkü müspet ilimle biliriz ki iyisiyle kötüsüyle her şey bir bütündür ve başkasından alınmış herhangi bir şey yoktur. “Böyle değil mi?” diyor ve bugün “Hayır” diyecek bir mecalleri yoktur.

 

  1. إِلَهٌ nekre ve tekildir, neden?

İnsanlar Allah’tan başka ilahları düşündükleri zaman farklı ilahlar düşünürler. Soru harfinden sonra nekre ilah gelmesiyle “herhangi bir ilah var mıdır?” anlamındadır. Bu nedenle ifade nekre ve tekil olmasına rağmen çokluk ifade etmektedir. Bugün insanlar Allah’ın yanında çok ilahı düşünürler. Onun için Kur’an da bunu sormamızı söylüyor.

 

  1. مِنْ دُونِ اللَّهِ veya غَيْرَ اللَّهِ değil de مَعَ اللَّهِ denir, neden?

مِنْ دُونِ اللَّهِ dendiği zaman Allah ile temasta ama Allah olmayan varlıklar kastedilmiş olur. غَيْرَ اللَّهِ dendiği zaman da Allah’tan başka bir şey kastedilmiş olur. مَعَ اللَّهِ dendiği zaman ise Allah’ın dışında Allah’a karşı bir ilah değil de onunla birlikte ilahlık yapanlar kastedilir.

 

25. أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ ifadesini ayetin başına getirirsek ayete nasıl mana veririz?

أَمَّنْ‘deki أَمْ‘in istifhamı buradaki أَ olmuş olur. “Allah’la beraber ilah mı var? Yoksa semavat ve arzı halk eden kimse mi?” şeklinde bir ifade yerini alır. O zaman Allah أَمَّنْ‘deki halk eden kimseden ayrı olmuş olur. Onun için bu ayette bu ifade buraya alınmış olur.

 

  1. Buradaki بَلْ neyi belirler?

بَلْ burada وَ manasındadır. Daha önce söylenen cümlenin doğru veya yanlış olduğunu bildirmeden doğru olan bir cümleyi söylemek için getirilmiş olur. Özellikle “Ahmet geldi” diyeceğine “Hasan geldi” diye ağzından çıksa بَلْ kelimesini kullanırsın. Allah için yanlış söylemesi söz konusu olmadığından Kur’an’daki بَلْ kelimelerinin biraz farklı manaları vardır. Burada ise söyleyen Allah değil, قُلْ emri ile görevlendirilen insandır. Bu sözler onun tarafından söylenir. Oysa hata etmiş olabilir. Buradaki بَلْ‘in manası “Ben hata yapıyorum siz bunları bilmediğiniz için değil bile bile adl ediyorsunuz.” demiş olur. Yani buradaki بَلْ onların bilmediklerinden dolayı değil, bilerek işrak ettiklerini ifade eder.

 

  1. “Adl etmek” ne demektir?

عَدْل kelimesi denge demektir. Çok çalışana çok ücret vermek adalettir. Büyüğe büyük, küçüğe küçük elbise dikmek adalettir. Bununla beraber terazinin bir tarafını tartması da adalettir. Burada “Onlar udul eden bir kavimdir.” manası verilebildiği gibi “Onlar Allah’a muadil ilahlar edinen bir kavimdir.” manasında da olabilir. Kur’an’da udul etme anlamında adl kelimesi geçmez. Adl eden yani ona denk birisini kabul eden manasındadır ve bu son cümleyi Allah tebliğ edene söyler veya tebliğ eden yanındakilere söyler. Ben bütün bunları anlattım ama bunları duyması söz konusu değildir.

 

YORUM

  1. Buradaki هُمْ zamiri kimlere gidiyor?

Bugün yeryüzünde iki grup vardır. Sömürenler ve sömürülenler, işverenler ve işçiler, yönetenler ve yönetilenler, asiller ve halk. İş bölümü ve uygarlık bu sınıflaşmaya dayanır. Bu sınıflaşma olmasa uygarlık olmaz, insanlık gelişmez, bugünkü seviyeye ulaşamazdık. Ancak her şey zamanla kendisi aleyhine gelişir. Gelişmesi kendisini yıkar. Yaşlanma bu demektir. Bugünkü dünya bu sınıflaşma sayesinde bugünkü seviyeye ulaşmıştır ama ömrünü doldurmuştur ve artık işe yaramaz hale gelmiştir. Bugünkü uygarlığın icat ettiği hayali varlıklar artık işe yaramaz hale gelir ama bunların varlığı da onlara dayanır. Allah bunu bize bildirir.

 

  1. ‘Adl eden kavim’ (قَوْمٌ يَعْدِلُونَ) ne demektir?

Terazinin bir kefesine bir ağırlık koyarsanız, öbür kefesine de başka bir ağırlık koyarsınız, böylece dengeye getirirsiniz. Mevcut düzende üreticiler güçlüdürler, topluluğun dengesini bozarlar. Bunu dengelemek için iktidarda olanlar karşı güç oluştururlar. Böylece üretim ve güvenlikte denge sağlanır. Halk çok olduğu için ve yöneticiler de örgütlenmiş olduklarından denge oluşur. Şirk bu dengeyi oluşturmak için, bu kuvveti meydana getirebilmek için kullanılan araçtır. Halk gerçeklerle çalışır ve yaşar, yöneticiler ise hayali varlıklar ile örgütlenerek halkı yönetirler. Şeriatın istediği halkın örgütlenmesi, yöneticilerin değil bütün insanların örgütlenmesidir. Bu örgütlenme şeriat hükümleri içinde olunca insanlar şeriatın emrinde olurlar, kişilerin emrinde olmazlar. Eğer şeriat yoksa veya şeriat adil değilse, o zaman dengeyi kurabilmek için kişilerin diğer kişilere hükmetmesi gerekir. Düzen başka türlü kurulamaz.

 

  1. Ayette anlatılanlarla adl arasında ne gibi bir ilişki vardır?

Kâinatın bir denge içinde olduğu anlatılır. Kâinattaki denge yaşlanmışsa işe yaramaz olan varlıklar ortalıktan çekilirler, yerlerine işe yarayan varlıklar gelirler. Topluluklarda durum budur. Bozulmuş örgütler ortalıktan çekilirler, yerlerine yeni örgütler oluşur. Kur’an bu yeni örgütlerin oluşması rehberidir. Allah Kur’an’ı insanlığa göndererek yeni uygarlıkları nasıl kuracaklarını öğretir.

 

  1. “Şecerini siz inbat edemezsiniz” cümlesinin ilmi yorumunu yapınız.

İnbat kelimesinden kasıt canlılarda mikro çapta organize yapmaktır. Bugün çeşitli alet ve hesaplarla maddenin en küçük parçacığına ulaşmış bulunuyoruz. O parçacıkları birlikte yönlendirme imkânımız da vardır. Ama o parçacıkların her birine ayrı ayrı ulaşmamız mümkün değildir. Çünkü o parçacıklara ulaşmak için ona etki etmemiz gerekir. O etkinin sonrasında bize bilgi gönderilirse de etkilediğimiz için yerini değiştirmiş olur, kendisini değiştirmiş olur. Dolayısıyla bilgi edinemeyiz. Heisenberg’in belirsizlik kuralı budur. Canlı ise atomlar seviyesinde düzenlemeleri gerektirir. Dolayısıyla insanın onları düzenlemesi mümkün değildir. Bugünkü biyolojide yapılan işlemler makrodaki işlemlerdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Gökleri ve yeri yaratmış, gökten sizin için su indirerek onunla yeşilli ormanları bitiren kimse mi?  Siz onların ağaçlarını bitiremezsiniz. Allah ile beraber bir Tanrı mı var? Evet, onlar denkleyen bir ulustur.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Yoksa semavat ve arzı halk etmiş, semadan mai sizin için inzal edip onunla behçet zatı hadayıkı inbat eden kimse mi? Sizin için onun şecerini inbat etme yok. Allah’la beraber bir ilah mı var? Evet, onlar adl eden bir kavimdir.”

 

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ (60)

 

****

 

أَمَّنْ جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (61)

“Yoksa arzı karar ca’l eden, hilalını enhar ca’l eden, ona revasiyi ca’l eden ve bahreyn beynini haciz ca’l eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Evet, ekserisi ilm etmiyor.”

  1. Aralarında وَ harfi getirilmedenأَمَّنْ ‘leri tekrar eder. Bunlar kaç tanedir ve neleri anlatır?

أَمَّا يُشْرِكُونَ ifadesinden sonra أَمَّنْ‘ler gelir. Allah mı hayrdır yoksa işrak ettikleri şey mi? “Yoksa” deyip مَنْ‘lerle أَمَّنْ getirir. Allah mı hayrdır yoksa bağlar mı? Buradaki أَمْ‘ler Allah’a karşı sayılmış olan أَمْ‘lerdir. Bundan önceki ayette semavat ve arzı anlatır, yağan yağmurları anlatır, canlıları anlatır. Şimdi arzı anlatır. Aslında önce arzı sonra canlıları anlatması gerekirdi. Canlılığın arza ait olmadığını bütün kâinatta var olduğunu ifade etmesi için kâinatın yaratılışıyla birlikte canlılığın da yaratılışını anlatmış oldu. Göklerin gezegenlerinde canlılar olduğu gibi göklerin yıldızlarında da canlılar vardır. Gezegenlerde molekül yapılı canlılar vardır, yıldızlarda ise atom yapılı canlılar vardır. Hatta daha ileri giderek kâinatımızın simetrisi olan sanal kâinatta da (ki sanal değil gerçektir) canlılar vardır. Bunların hepsi yukarıdaki ayette anlatılan canlılık âleminin hepsini içerir. Şimdi burada bizim yeryüzünü anlatır. Ondan sonra yeryüzünün insanlarını anlatacaktır. Ondan sonra yine أَمَّنْ‘ler gelecek ve insan üzerinde beyanlarda bulunacaktır. Ondan sonra da ikinci قُلْ gelecek. Surenin bu son bölümü قُلْ emirleri ile tamamlanacaktır. Yani üçüncü binyıl uygarlığını oluşturmamız için neler söylememiz gerektiğini anlatmış olacağız.

 

  1. Bundan önceki أَمَّنْ‘de خَلَقَ burada جَعَلَ denmiş, neden?

خَلَقَ kelimesi yeni bir varlığı ortaya çıkarır.

جَعَلَ ise var olan bir varlığı belli bir işe koyar.

Güneşin etrafında değişik gezegenler vardır ama yalnız bizim gezegende hayat vardır. Güneşin çevresindeki iki tanesi güneşe bizden daha yakındırlar. Dolayısıyla orası sıcaktır ve hayata elverişli değildir. Diğer yedisi ise güneşe bizden uzaktadırlar, oraları da soğuk olduğu için hayata elverişli değildirler. Hayata elverişli olan yer güneşten şimdi bulunduğumuz yere olan uzaklığıdır. Şu sorulabilir, bu yörünge üzerinde birden fazla yer olamaz mı?

Öncelikle yerin dolaşım düzleminin dışında başka bir yer olamaz. Bütün gezegenler aynı düzlemdedirler. Aynı yörüngede olması gerekir. Bu da hızlarını dengede tutamadıkları için sürekli olamaz. Onun için bir yıldızda hayat olması için yalnız bir yörünge seçilmelidir. Diğer gezegenler o gezegenin hareketini dengede tutmak için vardırlar. Yere canlıları barındırma görevi verildiği ve mevcut olan imkânları kullandığı için جَعَلَ der.

 

  1. قَرَارًا kelimesini inceleyiniz.

قَرَار kelimesi hareketli olan ama bir çevreden uzaklaşamayan varlıkların adıdır. ق kuvveti üzerinde devamlılığı ifade eder. Devamlı bir merkeze bağlıdır demektir. Yer karar kılınmıştır. Bunun iki manası vardır.

1) Yörüngesinde kararlıdır. 24 saatte bir döner, 365 günde bir döner. Her iki dönüşü de saniyeleri şaşırmadan tekrar eder. Bundan dolayı yer karar olarak görülür.

2) Yeryüzü canlıların karar kılması için yer yapılmıştır. Birinci manada karar haldir, ikinci manada ise mefuldür ve karar mastarı ismi meful yerine getirilmiştir.

 

  1. Ayette 4 defa جَعَلَ tekrar edilir, neden?

Her bir oluşum ayrı bir oluşumdur. Yer yaratıldığı zaman Güneşin üzerinde yerleştirildiğinde henüz hayat yoktur. Henüz yeryüzünde karalar oluşmamıştır. Yağmurlar başlamış ve yeryüzünün soğumasından sonra dağlar oluşmuştur. Bugünkü ırmaklar o dağlar içerisinde akar ama dağlar oluşmadan evvel de yeryüzüne su gelir veya seçilir. Diğer gezegenlerde su yoktur. Yalnız bu gezegende sular konulur veya bulunur.

Su başka gezegenden mi getirildi yoksa bu gezegende mi oluştu bilinmese de bu ayetin verdiği bilgiye göre sular getirilmiş ve yerleştirilmiştir. Sonra dağlar oluşmuş, sonra da denizler meydana gelmiştir. Bunların oluşması farklı zamanlarda ve farklı düzenlemelerle yapılmıştır. Kendiliğinden olmuş şeyler değildir. Yerin yerleşmesi de düzenlenmesi de belli kimselerin yapmasıyla olmuştur. Tesadüflerle olmamıştır.

Görevlendirdiği melekler farklı olduğu için جَعَلَ kelimesini de tekrar ediyor.

 

  1. خِلَال kelimesini inceleyiniz.

خَلَل dişler arasındaki açıklıktır. ل’lar sınırlamayı belirler, خ ise boşluğu ifade eder. خِلَال  arasında demektir.  Başlangıçta sıradağlar değil de düzlük ve sivri dağlar vardı. O dağların arasında sular akıyordu. Sular dağları yıpratmış, böylece toprak oluşmaya başlamış ve sıradağlar meydana gelmiştir.

 

  1. أَنْهَارًا kelimesini inceleyiniz.

Akarsular denize vardığı zaman getirdikleri toprak parçacıklarını diplerine bırakırlar, onlara لَيْل denir. Bir kısmı ise suda çözülür ve erimiş olarak kalır, bunlar denize karışırlar, bunlara da أَنْهَار denir. Akan sular nehirdir. Göller nehir değildir, onlar bahrdır. “Nehir” kelimesi de buradan gelir, çünkü ışık da su gibi akan şey demektir. Dünyanın ilk oluşmasında, daha canlılar yokken, toprak oluşmamışken de nehirler vardı demektir. Bunun için sıradağlardan önce bahseder.

 

  1. رَوَاسِيَ kelimesini inceleyiniz.

عَلَم sivri dağdır, رَوَاسِيَ ise sıra dağdır. Sıra dağlar rüzgârlara yön verirler, sivri dağlar ise rüzgârların oluşmasını sağlarlar, birer baca vazifesini görürler.

Sıradağlardan en önemlisi Himalaya dağ silsilesidir. Doğudan batıya doğru uzanır. Kuzeyden gelen soğuk rüzgârlarla, güneyden gelen sıcak rüzgârlar iki yanda çarpışır, yükselen sıcak ve soğuk rüzgâr birbirlerine karışır ve yağmur meydana gelir.

Bu dağlar gelişi güzel oluşmaz, bir planlama sonucunda yerlerini alırlar.

İkinci dağ silsilesi ise Amerika’daki Ant dağlarıdır. Kuzeyden güneye doğru uzanır. Hava tabakasının yerle beraber dönmesini sağlar. İşte böylece yeryüzüne dağlar birer görev görsün diye yerleştirilir. Daha önce bu dağların oluşması için nehirler oluşturulur.

 

  1. الْبَحْرَيْنِ kelimesini inceleyiniz.

بَحْر deniz demektir. Geniş manada gölleri ve ırmakları da içerir.

Yeryüzü öyle düzenlenmiştir ki yüzde 70’i denizlerdir, yüzde 30’u karalardır. Denizlerden çıkan sular karalara çarpar ve yağış haline gelir. Yeryüzünü yemyeşil yapar. Denizdeki suların temizlenmesi için bu döngüye ihtiyaç vardır. Karada hayat yokken hayat denizde başlamıştır. Deniz sularının temizlenmesi için dağlar suları dolaştırmış sonraları karada hayat başlamıştır.

Karadaki sularla denizdeki sular farklıdır. Karadaki sular tuzsuzdur, denizdeki sular tuzludur. Hatta denizlerin bir kısmı çok tuzlu, bir kısmı az tuzludur. Buralarda yaşayan hayvanlar da farklıdır, bitkiler de farklıdır. Bu iki deniz arası birbirine bitişiktir ama birbirine kavuşmazlar. Bu durum canlıların hücrelerinde de çok önemli rol oynar.

İnsanın vücudunda bulunan hücreler dışarda yaşayamazlar. Kanın sıcaklığı farklı bir şekilde korunur. Hatta vücudun içindeki hücreler de ayrı birer ortamdadırlar. Her hücrenin kullandığı maddeler farklıdır. Kandan bunu seçerek alır. Hücrenin içinde çekirdek vardır. Onun da derisi vardır, o da farklıdır.

Kur’an’da bu iki deniz misali 5 defa tekrar edilir. Böylece bu konuya dikkat çeker. Canlı demek seçici olmak demektir. İnbat kelimesinde de benzer işaret vardır.

 

  1. حَاجِزًا kelimesini inceleyiniz.

Kur’an’da başka ayette “Aralarında berzağ ve mehcur hicr ca’l etti.” (وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَحْجُورًا Furkan 25/22) diyor. Burada ise حَاجِزًا diyor. Bu üç kelime (حَاجِزًا, بَرْزَخًا ve حِجْرًا) iki ortam arasını ayıran engellerdir ama bunlar engel değil aynı zamanda seçicidirler. Yani iki ortam arasında fark sağlarlar. Gereksiz olanları dışarıya atarlar, gerekli olanları içeriye alırlar.

Biyolojide iki çeşit deri fonksiyonu vardır. Biri pasiftir. Delikler incedir. Büyük olan maddeler geçemez, küçük olanlar geçer, böylece iki ortam arasında farklılık doğar. Diğeri ise görevli moleküller olup bu ortamda bulunan parçaları alırlar, diğer ortama götürürler.

Birine بَرْزَخًا birine حَاجِزًا diyor. بَرْزَخًا dediğine حِجْرًا مَحْجُورًا ifadesini ekler, hacredilmiş der. حَجَر taş demektir. Örülmüş manasında kullanılır. Suların birbirine karışmaması bu iki yoldan olur ama bir de dondurulmuş, hareket edemez hale getirilmiş anlamını taşır. Bu hususta araştırmalar gerekir.

 

  1. Burada هُمْ demeyip de أَكْثَرُهُمْ der, neden?

Bundan önceki ayette “onlar adl ediyorlar” demişti. Burada “ekserisi ilm etmiyor” der. Yani onların hepsi adl eder. Ama bile bile küfrederler. İlim bakımından ise çoğu bilmez. Sokakta söylenenlere medyanın kandırmacasına bakarak inanırlar.

Bu her zaman böyledir. Kitleler zenginlerin ve iktidarda olanların yaptıklarına veya söylediklerine inanır, onu doğru kabul eder. Topluluğun bir anlayışı doğar. İnsanların çoğu bu anlayışlara düşünmeden uyarlar. Çoğu bilerek değil bilmezden inanırlar ve savunurlar.

Bu ayette bunlara işaret edilir.

 

  1. İlmetmekle yukarıda anlatılanlar بَلْ ile nasıl doğrulanır?

Allah ile beraber bir ilah yoktur. Bunun böyle olduğu yeryüzünün düzenlenmesi ve hücrelerin yapısı ile bilinir ama olay bunun böyle olması ile bitmez, bilinmesi de gerekir. Oysa çoğu bilmez. Dolayısıyla bizim önce onları bilgilendirmemiz gerekir. Ondan sonra onların ortaklık düzenine gelmesini bekleyebiliriz.

Bunu nasıl sağlayacağız?

Semt kooperatiflerini kuruyoruz, onlara iş, aş ve eş temin ediyoruz. Bilenlere fazla ücret veriyoruz. Böylece onları bilgilendirmiş oluyoruz.

Bugün spor yapmakla, spor seyretmekle, şarkı dinlemekle gününü geçiriyor. O zaman para kazanmak için öğrenmeye çalışacak, böylece herkes bilgilendirilmiş olacaktır. Bilgilendirildikten sonra onların bir kısmı yine ortaklık sistemine gelmeyecekler. Biz onları zorlamayacağız. Hicret demokrasisi kuralları içinde onları başka apartmanda yerleştireceğiz. Hatta gelenleri başka apartmana götüreceğiz.

 

YORUM

  1. Bugünkü “imar” ile “karar” kelimesini karşılaştırınız.

İnsanlar rızıklarını temin etmek için durmadan hareket etmek zorunda kalırlar. Savaşlar dâhil hep karınlarını doyurmak içindir. Bugün doğduğu yerde yaşayan insan yüzde 20’lerden azdır. Herkes hareket halindedir, kararsızdır. Türkiye’de 10 milyondan fazla mülteci var. Avrupa’da da nerde ise Avrupa nüfusu kadar mülteci mevcuttur. Hâlbuki Allah arzı karar yeri olarak yapmıştır. Semt kooperatifleri ve yüz lojmanlı apartmanlar bunu temin etmek için faaliyettedir, önerilmiştir. İnsanlar yaşadıkları yerde çalışmalıdırlar. Bilgi edinmek, insanlarla tanışmak için seyahat etmelidirler. Karınlarını doyurmak için seyahat değil hicret etmelidirler.

 

  1. Bugünkü su şebekeleri ile خِلَالَهَا أَنْهَارًا ifadesini karşılaştırınız.

Ayette dağlardan önce “Nehirleri ca’l etti” ifade edilir. Bununla bize, açıkta kendiliğinden akan suların ötesinde düzlükte suların akmasını anlatan ifade kullanılmış olur. Yani bugünkü borularla suların dağıtılması sistemine işaret vardır.

 

  1. Rasiyelerin olması ile uygarlığımız arasında ne gibi ilişkiler vardır?

Dağların oluşması sonucu yeryüzünün iklimi bugünkü düzene girmiştir. Kutuplarda soğuyan hava oralarda kar bırakır ve soğuk hava güneye doğru hareket eder. Himalaya sıra dağlarına çarparak yükselir. Bu arada güneyden gelen yağmur yüklü bulutlarla karşılaşarak bugünkü iklim oluşur. İnsanlar başlangıçta toplayıcılıkla geçinirken nüfuslarının artması ve iklimlerin değişmesi sonucu avcılığa, çobanlığa ve tarımcılığa geçerler. Bu dağlar oluşmasaydı insanların yaşamaları için gerekli alanlar bulunmayacak, iklim değişiklikleri de olmayacaktı. Bu sebeple bu dağların bu şekilde yerleştirilmesi uygarlığın oluşması için gerekli bir yapılaşma olmuştur.

 

  1. الْبَحْرَيْنِ kelimesini geniş manası ile değerlendiriniz.

بَحْر kelimesi ortam demektir, su ortamı demektir. Yeryüzünün yaşama şartlarını kazanması, su ortamlarının korunması ile mümkündür. Suyun bir kısmı havada, bir kısmı karada, bir kısmı denizdedir. Ortamları farklıdır. Birbirlerine temas ederler. Dengeli bir şekilde sularını birbirlerine aktarırlar. Denizler birden buharlaşabilir veya atmosferdeki sular birden yağabilir. Karada toprak içinde veya canlıların depoladıkları sular birden boşalabilir veya hareketsiz hale gelebilir. Dolayısıyla iki bahrdan kasıt iki ortamdır ve iki ortam arasında denge vardır. Bu denge maddenin özellikleri ve yeryüzünün, güneşin ona göre düzenlenmesi ile sağlanır. Ayrıca iki denizden kasıt hücrelerdeki ortamdır. Hayat bu ortamların dengesine dayanır.

 

  1. حَاجِز, حِجْر, بَرْزَخ kelimelerini biyolojik ve bayındırlık bakımından inceleyiniz.

بَرْزَخ maddi engeldir, aynı zamanda geçiş yeridir. Süveyş Kanalı bir berzahtır. حَاجِز ise basınç ve kimyasal ortamların sağladığı geçişlerdir. Bu geçiş yerlerinin iki görevi vardır. Biri içerde olan bazı maddelerin dışarıya çıkmasını önlemektir, aynı zamanda dışarda olan maddelerin içeriye girmesini de önler. Buna حِجْر diyoruz. Diğer ikinci görevi ise içerdeki olan maddelerin bir kısmını tutup dışarıya atar, dışarıda olan maddelerin bir kısmını da içeriye alır, yani taşımayı sağlar. Bunun da iki çeşidi vardır. Birinde enerji harcamadan yapısı ile bu taşıma gerçekleşir, diğerinde ise enerji harcayarak taşıma sağlanır. Bu üç kelime bunları ifade eder. Ekonomide de fiyat ve ücret mekanizmaları bu dengeleri oluşturur. Ulaştırma ise enerji harcayarak taşımayı sağlar. Kâinat tek varlığın eseridir ve her yerde aynı kanunlar vardır. Bir örnekle bütün bunlar anlatılır.

 

Öz Türkçe ile:

“Yoksa yeri yerleştiren, aralarında ırmakları koyan ve onun için sırtları yapan iki deniz arasına bir örtü koyan kimse mi? Allah ile beraber başka Tanrı mı var? Evet, çoğu bilmiyor.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Yoksa arzı karar ca’l eden, hilalını enhar ca’l eden, ona revasiyi ca’l eden ve bahreyn beynini haciz ca’l eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Evet, ekserisi ilm etmiyor.”

 

أَمَّنْ جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (61)

 

***

 

أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (62)

“Dua ettiğinde muztarra icap eden, suu keşfeden ve sizi arzın hulefası ca’l eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Kalilen tezekkür ediyorsunuz.”

  1. Muztar/الْمُضْطَرّ kelimesini inceleyiniz. Muztara cevap vermek ne demektir?

ضَرِير gözü sağlam olduğu halde görmeyen, göremeyen kataraktlı kimsedir. Zor durumda olan kimse demektir. Türkçede zarar, maddi bakımdan zarar olarak anlaşılır. Arapçada ise maddi zarar hasar/خَسْر kelimesi ile ifade edilir. الْمُضْطَرَّ İfti’al babındandır. Kendi kendine sıkıntıya düşen kimse demektir. Hastalanan muztardır. Aç kalan muztardır.

Bu açlığı ve hastalığı, başkalarının ona verdiği sıkıntı değil, kendi imkânları içinde sıkıntıya düşmüş olmasındandır. Bugün bu sıkıntıları aşabilmek için sosyal sigorta kurumu oluşturulur, yalnız çalışanların hayatı korunur. Hâlbuki şeriat düzeninde insan, insan olduğu için hayatı sigortalanır. Bu, dayanışma ortaklıklarıyla sağlanır. Bu müessese Kur’an’dan önce de Araplarca biliniyordu, bugün de bilinmektedir.

Sömürü sermayesi bu dayanışmayı kaldırmış, yerine primli sigortayı getirmiştir.

Şimdi Allah soruyor; sizin paralı sigorta mı daha iyidir yoksa dayanışma ortaklıkları mı daha iyidir? Allah bize “Bunları onlara sor” diyor. Cevap vermek demek, sıkıntıda olan kimselerin dayanışma içinde sıkıntısını giderme demektir.

 

  1. إِنْ دَعَاهُ demeyip de إِذَا دَعَاهُ der, neden?

Dayanışma ortaklıkları kurulacak ve kişiler zor duruma düştükleri zaman hemen dayanışma ortaklıklarına başvuracaklar. Bu yalnız kendilerinin hakkı değil aynı zamanda görevidir. Bir araba kaza yaptığı zaman trafik tıkanır. Eğer hemen ortadan kalkmazsa hayat felç olur. Bundan dolayıdır ki dayanışma ortaklığının o sıkıntıyı gidermesi topluluğun kendisi için gereklidir. Dolayısıyla إِنْ deseydi isterse olurdu ama إِذَا dediği için bu durumlarda bu desteği istemek zorunludur. Kişinin görevidir. Bunun için إِذَا gelmiştir.

 

  1. Davet/دَعْوَة kelimesi ile istiğas/اسْتِغَاث kelimesini karşılaştırınız.

اسْتِغَاث demek yağmur istemek anlamındadır. Yani kendi sıkıntınızı gidermek için اسْتِغَاث edersiniz.

دَعْوَة te ise konunun çözülmesi için veya görüşmenin yapılması için davet edersiniz. Zor duruma düşen insan “Yalnız ben zor duruma düştüm” demez, “Topluluk zor duruma düştü” der. “Benim arabamı kurtarın” diye çağırmaz, “Trafik tıkandı, açın.” der.

 

  1. ضرر ile سوء köklerini karşılaştırınız.

سوء‘nin kökü siyahlıktan gelir. Bir yer durulduğu zaman kararır, bu durumu teşmil ederiz, kötülük anlamına gelir. Iztırar/اضْطِرَار ise durumun sıkıntısını ifade eder. Katarakt olanın bir yeri acımazsa da sıkıntı vardır, yürüyemez. Buradan ıztırar eden dayanışma ortaklığının yardımını ister, trafik açılır ama aynı zamanda zarar gören kimsenin de zararı giderilir. Yani dayanışma içerisinde kişinin zararı da ödenir. Bu suretle topluluk içinde hayat durmadan akıp gider. Kaza yapan kimse kendisi zarar görmüş ise topluluk onu iyileştirir, böylece insanlık bir emekçiyi kaybetmez. Arabası da tamir edilir veya yenilenir. Böylece işletmeler de durmaz.

 

  1. خُلَفَاءَ kelimesini inceleyiniz.

خَلْف ense demektir. İnsan ilerlerken arkadan izini bırakır. İki manası vardır. Birisi siz ileriye giderken karşı tarafın da size doğru geriye gitmesidir. İhtilaf/اخْتِلَاف kelimesi buradan gelir. İkisi birden bir yerde bulunamıyorlarsa biri diğerinin hilafıdır. Sağ bacak sol elin hilafınadır. Ayrıca halef/خَلَف kelimesi vardır, selef/سَلَف kelimesine mukabildir. Bir görevi birisi yaparken diğerine devrederse birincisine “selef”, ikincisine “halef” denir. Erdoğan Gül’ün halefidir. Gül ise Erdoğan’ın selefidir. “Halife” ise birinin bulunmadığı yerde onu temsil eden demektir. Bugünkü vekil kelimesi anlamına yakındır.

Allah insanı yeryüzüne halife yapmıştır. Yeryüzünde Allah adına insan hareket etmektedir. İnsanlık Allah’ın haklarına sahiptir. Allah kâinatı insan için yaratmıştır. Onu kullanma da insanın hakkıdır. Aynı zamanda Allah’ın insanlara karşı vaat ettiklerini O’nun halifesi olan insanlar yapar. Dayanışma da budur.

Allah adına hareket edebilmemiz için dayanışma ortaklıkları kurmamız gerekir.

 

  1. “Sizi arzın halifeleri olarak ca’l eder.” der, açıklayınız.

“İnsanı” demeyip de “Sizi” diyor. Buradaki siz/كُمْ âdemoğullarıdır, arz/ الْأَرْضِda bizim yerimizdir. Allah adına yeryüzünü yönetme yetkilerini Allah bize vermiştir. Buradaki كُمْ bütün insanları içine alır. Ayet yalnız müminlere hitap etmez. Onun için لَا يَعْلَمُونَ der, لَا تَعْلَمُونَ demez. Burada da كُمْ bütün insanları içerir.

Herkes devlet memuru gibi görevlidir. Görevlilerin bir kısmı görevini tam olarak yerine getirir, bir kısmı da rüşvet alır, görevini kötüye kullanır ama hepsi görevlidir. Kimse, görevini kötü kullanıyor diye görevlinin görevine son veremez. Görevli şikâyet edilir, mahkemeler onun görevine son verirler. İşte tüm insanlar için durum böyledir. Herkes özgürdür, kendi içtihadına göre hareket eder. Hesabını hakemlerden oluşan mahkemelere verir.

 

  1. يَعْدِلُونَ ve يَعْلَمُونَ لَا fiillerinden sonra تَذَكَّرُونَ gelir. Burada قَلِيلًا kelimesini getirir, neden?

Bundan önceki ayetlerde “Adl ederler, ilmetmezler” denmiştir. Burada ise “Az tezekkür edersiniz” der. Orada sadece muhalifler anılır, burada ise tüm insanlar olur ve tüm insanlar halife oldukları için tüm insanlara hitap eder ama bu görevi hakkıyla anlayan ve yapan ise müminler olur. Müminler de tüm hareketlerini tam istendiği şekilde yapamazlar, bunun için قَلِيلًا kelimesi kullanılır. Bu, müminlerin az olmasından ve mümin olanların da kâmil iman ile iman etmemesinden dolayıdır. Allah insanlığı böyle yaratmıştır. ‘Niçin böyle yapar?’ sorusunu sorma yetkimiz yoktur. Çünkü إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ ayeti vardır (Hac 22/14).

 

YORUM

  1. 60. ayette semadan suyun indirildiği anlatılır, 62. ayette yeryüzünün düzenlenmesinden bahseder. Birincisinde لَكُمْ der, ikincisinde ise وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ der. Buradaki inceliği açıklayınız.

Birinci ayette insanların ve insanlığın, bütün ihtiyaçları karşılanacak bir şekilde yaratıldığını beyan eder. Onun için لِ harfini kullanır. İkinci ayette ise insan diğer varlıkların üstüne çıkarılır ve onlara Tanrı’nın yapması gereken işlemleri yapma görevi ve yetkisi verilir. Böylece “Sizi halifelik makamına yüceltti yani atadı.” diyerek insanın yaratılıştaki yerine işaret eder.

 

  1. Bundan önceki iki ayette قَوْمٌ يَعْدِلُونَ ve لَا يَعْلَمُونَ dendiği halde burada تَذَكَّرُونَ der, gaipten (3. şahıstan) muhataba (2. şahsa) geçilir, neden?

أَمَّنْ diyor أَمِ الَّذِي demez yani burada kastedilen kâinatın Rabbi olan Allah değil, O’nun yeryüzündeki halifesi olan insan ve insanlık kastedilir.

Bundan önceki ayetlerde bugünkü yeryüzüne hükmeden batılıları anlattığı halde bu ayette bu son tezekkür ifadesi ile tüm insanlığa hitap eder. Yani bundan önceki ayetler insanlığın bugünkü durumunu beyan eder. Bu ayette ise gelecekte oluşacak olan Kur’an uygarlığının içinde müminlerin yeri anlatılır. Yani bütün insanlar mümin olmaz, herkes Kur’an düzeni içinde yaşamaz, isteyenler Kur’an düzeni içinde yaşarlar.

Biz insanların Kur’an düzeni içinde huzurla yaşamalarını sağlamayı kimseden istemiyoruz. Kur’an düzeni içinde yaşamamıza engel olmasınlar bize yeter. Ama hala AK Parti iktidarında bile inanmış insanlar hapishanelere doldurulmuştur. Hala ağzımız kilitlidir.

 

  1. 61. ayette أَكْثَرُهُمْ diyor, 62. ayette قَلِيلًا diyor, neden?

Birinci ayette “onların ekserisi” der yani insanların çoğunun bilgiye dayanarak bilinçli bir şekilde hareket etmediğini belirtir. Oradaki ekser insanların ekseridir. Bilmeyenlerin ekseriyetidir. Burada ise bilenlerin de az düşündüklerini belirtir. Orada هُمْ zamirine karşılık burada مَا getirir. Orada onlar/هُمْ derken, burada siz/كُمْ der.

Not: Genel yorum أَمَّنْ‘ler bittiği zaman birlikte yapılacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Yoksa zorda olan çağırdığında ona karşılık veren, kötülüğü kaldıran ve sizi de yerin yetkilileri yapan kimse mi? Allah’tan başka Tanrı mı var? Ne az düşünüyorsunuz.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Dua ettiğinde muzterra icap eden, suu keşfeden ve sizi arzın hulefası ca’l eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Kalilen tezekkür ediyorsunuz.”

 

أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (62)

 

***

 

İstanbul, Yenibosna; 07 KASIM 2020

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:

Yazar REŞAT NURİ EROL

AYŞE AYDIN

Ecz. TAYİBET ERZEN

Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR

 

***

 

 

1089. SEMİNER LÜGATI

NO

Kelime

Kök/Vezin

Açıklama

  1.  

اصْطَفَى

صفو/افْتَعَلَ

İki türlü ayıklama vardır; pirinçten taşları ayırırsınız yahut taşlardan pirinci ayırırsınız. Birinde istediklerinizi alırsınız bu istifadır, diğerinde ise istediklerinizi atarsınız bu ise ihtiyar etmedir. ص dayanıklılığı, ف kopmadan ayrılmayı, و bağlantıyı ı ifade eder.

  1.  

عِبَاد

فِعَال/عبد

حَمْد cümle kapısı demektir. Sahibinin nüfuzlu ve varlıklı olduğunu gösterir.عَبْد ana kapının önündeki bekçidir. عَبْدin عَمَلden farkı, عَامِل olan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. عَبْد ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir. ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder. عبد Kur’an’da 275, عمق 1 defa geçer. Toplam 276 (22*3*23) eder.

  1.  

قُلْ

اُقْوُلْ/قول

قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanmayı kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

حَمْد

فَعْل/حمد

حَمْد/Hamd size veya başkalarına yapılmış iyiliklerdir. Şükür size verilen bir nimete karşı o nimetin yerinde kullanılmasıdır, fiildir. Hamd ise size yapılan iyiliğe karşı bir eda değil, yapılan iyi işlerin topluluğa yani Allah’a yapılmasıdır. ح hareketi, م enginliği, د çevreyi ifade eder.

  1.  

خَيْر

فَعْل/خير

خَيْل at sürüsü demektir. خَيْر servet demektir. Nisaptan fazla mal veya gelir getiren mal anlamındadır. خَيْر kelime olarak şerre karşılık tercih edilen şey anlamında da kullanılmıştır. خَيْر sürekli ve tedrici bir şekilde oluşan dengeli hareket demektir. شَرّ ise şerareye kıyasla aniden oluşan, sonra sönüp giden şeyler demektir. خ çökmeyi, ي kolaylığı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

بَهْجَة

فَعْلَة/بهج

بَهِيج  çiçekli otlak yer demektir. Güzel ve beşüş (güleç yüzlü) olmak anlamındadır. Diri yeşilliktir. Kur’an’da بهج 3, موج 7 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.  ب geçişi, ه düzlüğü, ج toplanmayı ifade eder.

  1.  

خَلَقَ

فَعَلَ/خلق

خَلَق deri veya bez parçası demektir. Mastar olarak elbise biçmek veya çamurdan bir şey yapmak demektir. رَبْوَةte tedrici oluşum vardır. خِلْقَةta ise birden oluş vardır. خلق Kuran’da 261, حرق 9 defa geçmektedir. Toplam 270 (2*5*33) eder. خ çökmeyi, ل belirliliği, ق kuvveti ifade eder.

  1.  

أَنْزَلَ

أَفْعَلَ/نزل

نَزْلَة konaklama yeri demektir. Yolculuk yapılırken her bir günlük mesafe için bir veya iki konaklama yeri yapılır ve oraya yerleşilirdi. Bu yerler genellikle suların bulunduğu daha çok düz yerler olurdu. Nezle “konmak” anlamında olduğu gibi inmek anlamında da kullanılmıştır. İnzal if’al babıdır. İndirmek veya kondurmak yani bir yere koymak anlamındadır. Türkçe’de indirmek, yukarıdan aşağı anlamı taşısa da Arapça’da daha çok, bir şeyi bir yere yerleştirmek veya yerleşmek anlamına gelir. İnsanların yararlanabilmeleri haline getirilmesine de inzal denmektedir. ن belirsizliği, ز zamanda diziyi, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

جَعَلَ

فَعَلَ/جعل

جِعَال ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılmıştır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır.

ج toplanmayı, ع etkiyi, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

حَدَائِقَ

فَعَائِلَ/حدق

Tekili حَدِيقَة‘dir. جَنَّة ağaçlı bahçe, حَدِيقَة ise ağaçsız bahçe, bostan demektir. ح hareketi, د çevreyi, ق kuvveti ifade eder.

  1.  

خِلَالَ

فِعَالَ/خلل

خَلَل iki diş arasındaki boşlukturخِلَال ise kürdandır. خ çöküntüyü, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

أَنْهَارًا

أَفْعَالًا/نهر

نَهَار gündüz demektir. Akan suya نَهِر denmektedir. Maddeye لَيْل, enerjiye نَهَار denmektedir. ن belirsizliği, ه boşluğu, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

رَوَاسِيَ

فَوَاعِلَ/رسو

Sıradağlardır. ر tekrarı, س diziyi, و bağlantıyı ifade eder.

  1.  

الْبَحْرَيْنِ

الْفَعْلَيْنِ/بحر

بَحْر deniz demektir. Türkçede büyük sulara deniz, küçük sulara göl denmektedir. Arapçada ikisinin adı aynıdır, bahrdır. ب geçişi, ح hareketi, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

حَاجِزًا

فَاعِلًا/حجز

ج harfi tek yönlü hareketi ifade eder.  زharfin tarımda kullanılan kazma veya sabana benzemektedir, kesmek manasındadır. İkisi bir arada جز tek yönlü hareketi kesme demektir. Bu kesme duraksamalı değildir ya da birden fazla adımda gerçekleşir değildir. Hareketin kesintisiz, duraksamadan yapıldığını gösterir. Başa gelen ح sınırlı hareket demektir. Başlangıçta olduğu için tek yönlü hareketin kesilmesinin amacı hareketin kısıtlanmasıdır. Üçü bir arada hareketi sınırlamak için tek yönlü hareketin kesilmesi, engellenmesini ifade eder.

  1.  

يُجِيبُ

يُفْعِلُ/جوب

جَوْبَة  içi su dolu çukurdur. Sonraları و  yerine ي  getirilerek جَيْب  ‘cep’ anlamını kazanmış. Sorunun boşluğunu dolduran cümle cevaptır. جَوَّاب  ormanlık içinde yol veren açıklıktır. Geçiş yeridir. Soruya cevap vermek insan zihnindeki soruların önünü açar. Karışıklıktan kurtarır. Kanal veya tünelleri açar. Cevap vermek sadece sözle anlatmak değil isteneni fiilen yapmaktır. جوب  Kur’an’da 43, جوف  1 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder. ج  cazibeyi, و  beraberliği, ب  geçişi ifade eder.

  1.  

الْمُضْطَرَّ

الْمُفْتَعَلَ/ضرر

ضَرِير zor, bulanık gören kişi demektir. ض katlamayı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

دَعَا

فَعَلَ/دعو

دُعَاء gel gel anlamına kalkan eller demektir. Dua davet etmek çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır. د çevreyi, ع etkiyi, و beraberliği ifade eder.

  1.  

يَكْشِفُ

يَفْعِلُ/كشف

كَشْفَاء ‘açık baş’ demektir. Açmak, örtüyü açmak, saçı kaldırıp alnı açmak anlamlarına gelir. Alnın üstündeki kalkık bağlı kâkül demektir. “Keşfetmek” örtüyü birden kaldırmak demektir. ك oluşumu, ش  birden oluşumu, ف  eklemi ifade eder.

  1.  

السُّوءَ

الْفُعْلَ/سوء

سَوَاد ‘kara’ demektir. د’ın hemzeye dönüşmesi ile سَوْءmorarmak, kararmak, bozulmak anlamlarını kazanır. Kur’an’da سوي 83, سوء 167 defa geçer. Toplam 250 (2*53) eder.

 

  1.  

خُلَفَاءَ

فُعَلَاءَ/خلف

خَلَف arka tarafı demektir. وَلِيّ sırt demektir. Birbirine dayanmak için arka arkaya gelirler. خَلْف ise birbirinden uzaklaşmak için sırtlarını çevirirler demektir. خ çökmeyi, ل belirliliği, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

  1.  

قَلِيلًا

فَعِيلًا/قلل

قَلِيل küçük su kabı bidondur. كُوز büyük su kabıdır. Su akmaktadır. كُوز kesr şeklinde çoğu ifade etmiştir. قَلِيل ise azın adı olmuştur. ق kuvveti, ل belirliliği ifade eder. Sınırlı miktardadır anlamındadır.

  1.  

قَرَارًا

فَعَالًا/قرر

 قَرَارَة küçük derelerin toplanıp durgunlaştığı küçük göldür. ق kuvveti, ر tekrarı ifade eder. قَرْيَة’ye akrabadır.

  1.  

يَعْدِلُونَ

يَفْعِلُونَ/عدل

عَدْل kelimesi denge demektir. ع etkiyi, د çevreyi, ل belirliliği ifade eder.

 

 

 

 






Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 2801 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2116 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2075 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1664 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 1929 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 1951 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 1724 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1642 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 1924 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1554 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 1872 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 1693 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 1854 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 1832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1731 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 1942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 1889 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2143 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 1964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2525 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2150 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2328 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2186 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2229 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2504 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 2641 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4549 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 2825 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2486 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3028 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 2951 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3186 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3417 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3826 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2493 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2546 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3246 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3128 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3258 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6120 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4603 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3518 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00


© 2024 - Akevler