HAYDAR BAŞ-BTP-MİLLİ EKONOMİ MODELİ-KRİTİĞİ
Süleyman Karagülle
3497 Okunma
ADİL DÜZENE GÖRE ;HAYDAR BAŞ-BTP-MİLLİ EKONOMİ MODELİ-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ

 

“MİLLÎ EKONOMİ MODELİ”nin

 

“ADİL DÜZEN”E GÖRE

 

DEĞERLENDİRİLMESİ

 

 

 

 

 

 

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

REŞAT NURİ EROL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MİLLİ EKONOMİ MODELİ NEDİR?  

Milli Ekonomi Modeli, insanın sınırlı ihtiyaçlarının sınırsız kaynaklardan karşılanması ilmi ve ülkelerin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olması, iç ve dış harcamalarının borçlanmadan temin edebilmesinin adı ve formülüdür.

Ekonominin bu tanımı sektör veya devlet kapitalistlerinin tanımıdır. İslâmî tanım değildir. Borçsuz ekonomi olmaz. Sömürü olmayan ekonomi istenir. Yani, faizsiz karz-ı hasen ile borçlanma ekonomisi.

Ekonomi, insanların birlikte çalışarak ürettikleri ürünleri katkılarına ve sosyal dayanışmaya göre sömürü olmadan bölüşülmesi düzenidir. Fayda ile ihtiyaç arasında dönüşme dengesidir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık seviyelerinde dengelenmektedir.

 

Bu manada Milli Ekonomi Modeli ülkelerin kalkınmasının, ekonomik bağımsızlığın tek (yegane) yoludur.

Bu tür iddialar ne İslâmîdir, ne de ilmîdir.

Milli Ekonomi Modeli, ekonominin sadece bir meselesine odaklanmak yerine, bütününü kucaklayan bir modeldir

Kucaklamaya çalışıldığı bir modeldir.

 

Hedefleri, dayanakları ve işleyiş mekanizmaları ile başlı başına bir sistem olan Milli Ekonomi Modeli, hayallerden değil, var olan gerçeklerden yola çıkarak, bunlara uygun bir modeli hayata geçirmeyi amaçlamıştır (1).

İnsanı tam manası ile tarif etmeden onunla ilgili hiçbir meseleyi çözüme kavuşturamayız (2). Oysa kapitalist anlayış insanı anlamak yerine kendi sistemine uygun bir insan tarifi yapmıştır.

Kapitalistlere göre insan ekonomide sermaye ve tesis gibi bir girdidir. Kapitalizmde kâr amaçlanmaktadır. Sosyalizmde ise güç amaçlanmaktadır. İslâmiyet’te ise uzun ömürlü insan sayısı amaçlanmaktadır.

 

İnsanın fıtratından yola çıkarak ona uygun bir modeli hayata geçirmeden ona faydalı olmak mümkün değildir (3).

Amaca ulaşmak ancak tabii ve sosyal kanunları doğru bilip onlardan uygun bir şekilde yararlanmakla mümkündür.

“Kaynakların sınırsız, ihtiyaçların sınırlı ama ihtirasların sınırsız” olduğunu tespit ettiğimizde, kapitalist modellerin daha temelden meseleye yanlış yaklaştığını görmek zor olmayacaktır. Çünkü kapitalist anlayışlar, kaynakları sınırlı görürken, insan ihtiyaçlarını sınırsız görmektedirler (4).

İnsanın amacı sınırsızdır. Daha çok entropisi küçük düzen içinde daha çok hareket imkanlı hürriyet içinde sağlıklı ve daha uzun ömürlü insan onun amacıdır. Yaşayan insanların ihtiyacı ise sınırlıdır. Bir insan günde dört ekmek yiyemez. On kat elbise giyemez, iki arabaya birden binemez, iki evde birden oturamaz.

 

Oysa Milli Ekonomi Modeli “tüketim yanlısı bir model”dir. Tüketim yanlısı olmaktan kastımız, toplumu oluşturan bireylerin tamamının belli bir gelir düzeyine çıkartılmasıdır. En azından “kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettireceği seviye” asgari hedef olarak kabul edilmiştir.

Kapitalistler serveti, dolayısıyla kazancı maksimize ederler. Sosyalistler gücü, dolayısıyla yatırımı maksimize ederler. İslâm ekonomisi ise üretimi maksimize eder, geleceğin imkânını artıran imar ile daha çok insanın yetişmesini sağlayacak iaşeyi dengede tutar.  

 

Milli Ekonomi Modeli’nde ortaya koyduğumuz hedefleri yakalamada, çok önemli iki güce sahibiz. Bunlardan birincisi para, bir diğeri ise devlettir.

Ekonomide devlet ve para güç değil amaçtır. Güç ise emek ve sermayedir. Emek eşyanın faydasını artıran güçtür. Sermaye ise faydayı taşıyan insan dışı imkanlardır. Kapitalistlere göre sermayedir. Sosyalistlere göre emektir. Karmacılara göre ikisinin toplamıdır. İslâmiyet’e göre ekonomik güç, sermaye ile emeğin çarpımıdır.

 

Kapitalist anlayışlar ise devleti, global sermayenin faizle sattığı parasını koruyan ve faiz gelirlerini karşılamak için halkından vergi toplayan bir irade konumuna getirmiştir. Oysa Milli Ekonomi Modeli’mizde devlet, vatandaşının emeğini yine halkına hizmet olarak sunan iradedir. İfade ettiğimiz üzere, sadece halkından topladığı vergileri değil, aynı zamanda emisyondan elde ettiği senyöraj gelirini de halkına hizmet olarak aktaracağı için, “alan değil, veren el” konumunda bir devlet anlayışı Milli Ekonomi Modeli ile hayata geçirilmektedir.

Bu tanım sosyalistlerin tanımıdır. Sosyalistler ‘önce devlet’ diyorlar. Kapitalizm ortadan kaldırılır da düşman kalmazsa, o zaman devlete gerek kalmaz, her şey halk için olur, o da komünistliktir diyorlar. Burada sosyalistlerin söylediklerinden fazla bir şey söylenmiyor.

Kapitalistlere göre, gaye sermayedir. Devlet sermayenin mallarını koruyan bir bekçidir. Sosyalistlere göre gaye devlettir, sermaye devletin halkı yönetme aracıdır.

İslâmiyet’e göre, gaye insanlıktır. Halk ve devlet bir kumaşın iki yüzüdür. Devlet faizsiz olarak halka kredi verir, karşılığında üründen ayın olarak beşte bir alır. Onunla altyapı ve ortak işler yapar. Üreticilerden toprak kirasını alır, onunla da sosyal güvenliği karşılıksız sağlar.

 

Paranın faizle birlikte piyasalardan çekilerek stoklanması, paranın asıl vazifesini ifa etmesine engel olduğu gibi, parayı elinde tutanları piyasalara hâkim kılmaktadır. Bu sebeple faiz, Milli Ekonomi Modeli’nde bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Faiz, gelir dağılımdaki dengeyi bozduğu gibi üretim ile tüketimi de engeller (7).

Para ortak üretimde girdilere karşılık verilen belgedir. Bu belge ile halka ortak üründen payını alma imkanı sağlanmıştır. Halka satın alma gücü verilmiştir. Para gelişmiş toplumlarda hava kadar gerekli nesnedir. Parasız artık dünyanın hiçbir yerinde hayat yoktur ve olmayacaktır. Paranın kötü kullanılması başkadır, paranın meşruiyeti başkadır. Faiz, karşılıksız para üretme ve halka satın alma gücü sağlamaktır. Faizin olmadığı karşılıksız para çıkarılmadığı zaman tekel oluşmaz ve piyasaya tekeller hakim olamaz, halk da işsiz ve aşsız kalmaz. Paranın inkarı komünist görüştür.

 

Paranın, maliyetsiz ve herkesin sahip olacağı bir hale getirilmesi Milli Ekonomi Modeli’nin en önemli unsurlarındandır.

Bugün para zaten maliyetsizdir. Basit bir boyalı kağıttır. Bu Allah’ın en büyük nimetidir. Herkesin sahip olacağı tabiri ise hatalıdır. Allah yeryüzünü bütün insanlar için yaratmıştır. Orada çalışanlar emeklerinin karşılığını alırlar. Çalışmayanların ise üretimden kira payları vardır, onunla geçinirler. Paraya çalışanlar emek karşılığı, çalışmayanlar da yeryüzündeki kira payları ile sahip olurlar. Para satılmaya arz edilen mallar karşılığı halkın eline geçer, arz ile satın alma gücü eşitlenir.

 

Gelir dağılımında belli bir dengeyi sağlayamayan büyümeler, gerçek manada bir büyüme değildir. Bu sebeple hedef, toplumun bir kesiminin değil, tamamının refah düzeyini yükseltmektir. Gelir dağılımındaki dengeyi bozan “para ile para kazanma” yerine, toplumun her kesimine fayda sağlayan “üretim ile para kazanma” mantığı, modelin hâkim unsurudur.

Bu ifadeler “Adil Düzen”le tamamen çakışmaktadır. Para kötüdür ile para üretim karşılığı çıkarılmalıdır cümleleri arasında çelişki vardır.

 

Milli Ekonomi Modeli’nde toplumun hiçbir kesimi bir diğerine karşı rakip olarak algılanmamış, toplumu oluşturan bireylerin tamamına fayda sağlayacak yaklaşımların önü açılmıştır. Özellikle işçi ücretlerini asgari geçim düzeyinde konumlandıran (9) kapitalist anlayışlar yerine, gerçek ücret tanımı getiren Milli Ekonomi Modeli, hem işverenin, hem de işçinin hakkını sahibine vermektedir..

Kapitalistlerde ücret payını alır, artan değer sermayenin hakkıdır. Sosyalistlere göre sermaye kirasını alır, artan değer çalışanındır. Adil Düzene göre ise artan değer serbest piyasada girdiler arasında sermaye ve emek arasında bölüşülür. Bu da ancak tekelleşmeye karşı korunmuş serbest piyasa ile sağlanır. Serbest piyasada zararlar kârla kapatılır. İfade doğrudur, eksiktir.

 

Fiyatlar, tam esnek değildir; yerine göre kısmen esnek hatta yapışkandır. Yapılan deneye dayalı çalışmalar bunun böyle olduğunu doğrulamaktadır. Ancak fiyatların neden yapışkan olduğu hususunda gereken izah şu ana kadar ortaya tam manası ile konulmamıştır. Milli Ekonomi Modeli’nde fiyatların neden yapışkan olduğunun analizi yapılırken, genel ve kısmi yeni denge analizleri de ortaya konmuştur. Bu denge analizleri ekonomide ortaya çıkan hastalıkları çok rahat seyretmemize imkan tanımaktadır.

Milli Ekonomi Modeli, para ile GSYİH arasındaki bağıntının izahını yaparken; ekonomilerde, piyasalarda bulunması gereken parasal hacmi matematiksel olarak tarif ederek piyasalarda kurulacak dengenin rakamsal açılımını ortaya koymuştur.

Kapitalistler her sorunu piyasa şartları ile çözerler. Sosyalistler her sorunu devlet müdahalesi ile çözerler. “Adil Düzen”de rekabete müsait alanlarda sorunlar serbest fiyatla çözülür. Bu arada liberalistlerle tam uyum içindedir. Tekel önlenmiştir. Ve organize edilerek büyük sermaye ile yarışır durumdadır. Serbest piyasada pazarlıkla fiyat kurulamıyorsa, stoklara dayanılarak denge fiyatı bilgisayarlara hesaplattırılır, kamu vakıfları bunları satın alır ve satarlar. Stok yapılması mümkün olmayan hususlarda vakıflar karşılıksız olarak bu hizmetleri verirler. Yollar böyledir.

 

Milli Ekonomi Modeli, bir Rus dostumun “Sosyalizmden biz çektik, kapitalizmden ise dünya çekiyor, bizi ve dünyayı kurtaracak; gelir dağılımını düzeltecek, sürekli büyümeyi ve tam istihdamı sağlayacak ekonomi modeli nedir?” sorusuna da bir cevap niteliğindedir.

Gelir dağılımında düzeltme nasıl sağlanacaktır?

Sosyalistler gelir dağılımının adil bir şekilde olmasını isterler. Oysa “Adil Düzen”de istenen, insanın özgür iradesini en yüksek seviyede kullanabilmesi hedefidir. İnsanlar isterlerse çalışacak, isterlerse çalışmayacaklardır. Çalışmayanlar açlıktan ölme durumunda olmayacaklardır. Yeryüzündeki kira payları ile yaşayacaklardır. Çalışanlar istedikleri işi istedikleri zaman yapacaklardır. Onları kimse zorla çalıştıramayacağı gibi, şu saatte işe gel diye de zorlamayacaktır. Çalışanlar istedikleri işleri yapmakta hür olacaklardır. Sonra tüketiciler de istedikleri malları alıp tüketeceklerdir. Yani, piyasada istedikleri malları bulacaklardır. Bu da serbest arz ve talep kanunlarının çalışması demektir. Adil gelir dağılımını sağlar. Sürekli büyüme de yine serbest arz ve talep kanunları içinde olur. Herkes emeğini en verimli hâle getirmeye uğraşır, bu da büyümeyi sağlar. Bu sermayenin büyümesi değil, uzun ömürlü insanı çoğaltmadır. Tam istihdamın anlamı şudur, isteyen istediği işte çalışmalıdır veya çalışmamalıdır. İnsan aç kalacağı için değil, daha çok kazanmak için çalışmalıdır. İşverenle işçi eşit güce ulaştırılmalıdır. Bu da çalışana kredi ile sağlanacaktır.

 

MİLLİ EKONOMİ MODELİNDE İNSAN

Maalesef bilinen ekonomi modelleri, kendi sistemlerine uygun bir insan tarifi yapmışlardır. Mesela kendi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarma amacı güden homo economicus (iktisadi insan) kapitalizmin modelini üzerine inşa ettiği insandır (11). Yapılması gereken; insanın doğasından kaynaklanan, gerçek özelliklerinden yola çıkarak onu tatmin edecek bir ekonomi modelini hayata geçirmek olmalı idi. Milli Ekonomi Modeli’ni izah ederken, işe “önce insan”ı tarif ederek başlayalım.

Öyleyse ekonomiyi ilgilendiren yönüyle insan nedir? Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır.

Kapitalistler de sosyalistler de insanı bir işçi olarak tarif ederler, bir işçinin ücreti ile bir dairenin kirası aynıdır. Üretimde girdiler onlarındır. Yani, ya sermayenin ya da siyasi gücün. Oysa, “Adil Düzen”de yeryüzü insanlarındır. Bu fabrikayı var eden Allah orada kazanıp ihtiyaçlarını gidermeyi hedeflemedi. Fabrikayı insanlar için yaptı. Yönetimi onlara bıraktı, kazanç da onlara aittir. Herkes çalışma hakkına sahiptir. Emeğinin karşılığını alır. Ama herkes yaşama hakkına sahiptir, çalışmayanlar kira karşılığı yaşarlar.

 

Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür (12).

Sınırsız olan insan ihtiyacı değildir. Kişi için sınırsız olan âhiretteki makamını yüceltmedir. İnsan bunu, dünyadaki insanların uzun ömürlü sayısını artırmakla elde eder. O halde makroda insanın hedefi sınırsızdır. Yeryüzünün karalarında ne kadar uzun ömürlü insan yaşayabilecekse o kadar onu imar etmelidir. Sonra denizlere yönelmeli ve orasını da mamur hâle getirmelidir. Sonra göklere açılıp gezegenlerde güneş enerjisinden yararlanmalıdır. Daha sonra uzaya açılıp hidrojen enerjisinden yararlanıp uzun ömürlü insanları çoğaltacak çabayı göstermelidir...

 

Kapitalist ekonominin kuramcıları, -başta Malthus gibi karamsar ekonomistler olmak üzere- “ihtiyaçları sınırsız, kaynakları sınırlı” gördükleri için nüfusun belli bir oranda tutulmasına gayret göstermişler, böylece doğum kontrolleri bu ekonomi modellerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır (13).

Yine sömürgeci ülkeler de, kaynakların sınırlı olduğu yanılgısından yola çıkarak, bu kaynakların dünya insanlığına yetmeyeceği sonucuna varmış ve bunları kendi kontrollerine almak için dünyayı kana bulamışlardır. Elbette sömürgeciliğin tek sebebi bu değildir, ancak bu anlayışın kökleri kaynakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu yanılgısına dayanmaktadır.

Kapitalistler içki, kumar, fuhuş, eğlence gibi aslında ihtiyaç olmayan, hattâ zararlı olduğu için yapılması ihtiyaç olan şeyleri ihtiyaç olarak koymuşlar, böylece ihtiyaçları sonsuzlaştırmışlardır. Bir taraftan ödedikleri miktarı tekrar geri almak, günde en az sekiz saat çalıştırarak insanları hakimiyetleri altına tutma yolunu böylece seçmişlerdir.

Oysa “Adil Düzen”de insanlar günlük yaşamları için çalışmalıdırlar. Artanı yeryüzünün imarı için harcamalıdırlar. Artan zamanlarında ilimlerini geliştirmek için ibadetlerini yapmalıdırlar. İbadet birer eğitim müessesesidir. Böylece insanın içki, kumar, fuhuş ve eğlenceye harcayacak vakti kalmamaktadır.

 

BİREYİN VE TOPLUMUN ÇIKARLARLARININ BİRLEŞTİRİLMESİ

Konuya bir soruyla girelim: Bilinen ekonomi anlayışlarında mümkün olmamasına rağmen, toplumun her kesiminin çıkarları aynı anda maksimize edilebilir mi?
Eğer, bireyin çıkarlarını toplumun çıkarlarına katkı sağlayacak bir biçimde yönlendirebilirsek aynı anda hem bireyin, hem de toplumun maksimum fayda elde etmesi mümkün olacaktır. Esasen Milli Ekonomi Modeli’nde yapılmaya çalışılan da bundan ibarettir.

Kâinatta görünüşte canlılar arasında çatışma vardır. Hayat mücadeleden ibarettir, galip gelen yaşar; kapitalistlerin ilkesidir, sosyalistlerin ilkesidir. Aralarındaki ayrılık; birine göre kuvvet para ile sağlanır, sosyalistlere göre silahla sağlanır.

Oysa, “Adil Düzen”de insanlık bir vücut gibidir. Uluslar vardır, iller vardır, bucaklar vardır, ocaklar vardır. Nihayet kişiler vardır. Nasıl vücut hücreleri ve organları arasında dayanışma ve yardımlaşma varsa, insanlar arasında çıkar beraberliği içinde dayanışma ve yardımlaşma vardır. Bunun yanında mikrop insanlar da vardır. Onlar insanlara saldırmaktadırlar. Buna karşı iyi insanlar birlikte o bozguncu ve yıkıcılılarla mücadele etmektedir.

 

Milli Ekonomi Modeli’nde insanlar, hem tüketirken, hem de üretirken topluma katkıda bulunacaklardır. Gelirini arttırma gayreti içerisinde bulunan her birey, diğer bireylerin de gelirini arttıracak, tüketim yapan her birey diğer bireylerin daha fazla kazanmasını, dolayısıyla daha fazla tüketebilmesini sağlayacaktır.

Bir iş yapığınız zaman o iş öyle seçilmelidir ki diğer insanlar o işten zarar etmemelidir. Topluluk zarar etmemelidir. Çevre kirletilmemelidir. Bunların yararının da olması istenir. Ama asgari kendine yararlı olacaktır. İnsan kendisini yaratmamıştır. Herkes topluluğa borçlu olarak doğar ve yaşar. Çalışarak bu borcu ödemesi için yaşaması gerekir. Bu sebepledir ki kişi kendisine zararlı olan şeyleri de istediği gibi yapamaz.  

 

Milli Ekonomi Modeli toplumun bütün kesimlerine aynı anda fayda sağlayacak mekanizmaları devreye koymaktadır. Mesela, tarım kesimini, paranın tarifinden yola çıkarak ve belli oranlarda emisyon hacmini arttırarak desteklemek, aynı zamanda toplumun diğer kesimlerini de desteklemektir.

Devre başında tüketiciye sipariş kredisini veririz. Peşin ödeyerek mağazalara sipariş verir, mağazalar peşin ödeyerek tüccarlara sipariş verir. Tüccarlar peşin ödeyerek üreticilere sipariş verir, üreticiler peşin ödeyerek ham maddeyi sipariş verirler. İşçilerle de anlaşma yaparak avans verirler. Böylece halka verilen “selem (sipariş) kredisi” toplumun bütün gruplarına verilmiş olur. Ama piyasaya yani fiyatlara asla müdahale etmemiş olur, ve bir sınıfı diğer sınıfa hakim kılmaz. Ama krediyi mağazalara, yahut tüccara, yahut üreticiye doğrudan doğruya sipariş almadan öderseniz, kredilendirdiğiniz sınıfı diğer sınıflara hakim kılarsınız. Yani, kredi doğrudan doğruya tarıma değil sipariş veren halka ödenmelidir.

 

Özel mülkiyet insanın doğasına uygun olup Milli Ekonomi Modeli’nin unsurları arasında yer alır. Aksini kabul eden Marksist anlayışlar bu konuda insanın doğasına aykırı davranmışlardır. Burada yapılması gereken ne komünizm gibi bir insanın doğasında doğduğu günden beri var olan sahiplenme gibi duyguları reddetmek, ne de insanı topluma faydasız bir kulvarda tutmaktır.

Marx, İslâmiyet’ten örendiği birçok kurumları kendi sistemi içine yerleştirmiştir. Ancak bu iyi şeyleri yaparken hedefi insanlığa iyi şeyler öğretmek değil, insanların aile, din, devlet ve mülkiyet müesseselerini yıkarak, Yahudilerin dünya sermaye tekeline zemin hazırlamak olmuştur. Halkın elinden zorla alınan mallar şimdi özelleştirilerek sermayeye peşkeş çekilmektedir.

.....

MİLLİ EKONOMİ MODELİ'NİN KAYNAKLARA TEMEL BAKIŞ AÇISI

1) Milli Ekonomi Modelinde Kaynak

2) Kaynakların Değerlendirilmesinde İnsan

3) Sınırsız Kaynaklar ve Nüfus Artışı

4) Kaynakların İnsanlığa Ait Olduğu

 

 

1–MİLLİ EKONOMİ MODELİNDE KAYNAK

İnsanın ihtiyaçları konusunda yanılan iktisatçıların bir diğer yanılgısı da kaynakların sınırlı olduğu zannıdır. Esasen sınırsız olan ihtiyaçlar değil, kaynaklardır.

İnsanlar meyve topladılar, bu sınırlı idi. Avcılığa başladılar bu sınırlı idi. Çobanlığa geçtiler, bu da sınırlı idi. Tarıma geçtiler, bu da sınırlı idi. Mübadeleye geçip verimi artırdılar. Tüm dünyayı tek pazar hâline getirdiler. Sanayileştiler. İlmi teknolojiye uyguladılar. İmkanlar geometrik olarak büyüdü. Asrın başında 1 milyar civarında iken, şimdi on misli daha fazlayı refah içinde yaşatıyorlar. Daha henüz değerlendirilmeyen pek çok kara vardır. Denize inmedik. Göklere çıkmadık. Uzaya çıkmadık. O halde, sınırlı olan kaynak değil, bizim bilgimizdir. Kaynaklar insan için sonsuz gibidir.

 

Kaynakları sınırlı olarak gören ekonomistler, arz yanlısı modeller geliştirerek, üretime odaklanmışlardır. Çünkü bu mantığa göre ihtiyaçlar sınırsız olduğu için tüketimde her zaman fazlalık olacağından ekonominin asıl çözülmesi gereken problemi tüketim değil, üretimdir. Ancak bugün gelinen noktada ekonomilerde deflasyonun yani tüketim eksikliğinin ortaya çıkmış olması, var olan üretim hacmini bile karşılayabilecek tüketimin olmaması bu modellerin yanlış temeller üzerine oturduğunu ispatlamaktadır.

Faizli sistemde sermaye durmadan büyümek zorundadır. Reel faiz kazanmak yani artmak zorundadır. Artan sermaye kendisine yeni emek bulamadığı için yeni yatırımlara gidemez. Yeni emek bulamaz çünkü doğum kontrolünü yaparak insanların üremesini kısıtlamaktadır. Fuhuşla evliliğe ve aileye darbe vurmaktadır. Böylece halkın elinden satın alma gücü alındığı için üretilenler satılamamaktadır. Bir taraftan aç olan insanlar, diğer taraftan satılamayan mallar. Keynes buna karşılıksız para ile çare bulmuş, ne var ki bu da enflasyona sebep olmuş, fiyat ve ücret anarşisi doğduğu için ekonomi yeniden krizlere girmektedir.

“Adil Düzen”de faiz olmadığı ve sermaye vergisiyle azami sermayeyi sınırlı hâle getirdiği için sonunda devamlı üretim ve tüketim olmaktadır. Faiz paranın artmasıdır. Ticaret ise mal stoklarının artmasıdır. Artan stok nüfusu artırmakta, böylece ekonomide büyüme sürüp gitmektedir. Sonsuz kaynaklar sonsuz nüfusa götürmektedir.

.

Dünya hem sınırsız, hem de sürekli yenilenen kaynaklara sahiptir. Bu kaynakları kullanıp kullanmamak, yok edip etmemek bizim elimizde. Asıl bugün kontrol altına alınması gereken insan nüfusu değil, bu kaynaklara dünyadaki doğal dengeleri bozacak şekilde zarar verenler ve onları kendi kontrollerinde stoklayanlardır.

Maksimum kazanç paraya sahip olmayı ekonominin temel amacı olarak gördüğümüzde, mevcut olan doğal kaynakları tahrip ederek azaltmak pahalılaşmalarını sağlar ve sermaye sahiplerinin servetini artırmış olur. Faiz demek, parayı çoğaltma demektir. Kâr ise malı çoğaltma demektir. İmar da malın çoğalmasıdır. Oysa para sevdalıları çevreyi tahrip etmektedirler.

 

Kaynaklardan daha fazla istifade etmek, daha fazla işgücüne de bağlıdır. Artan nüfus yeni kaynaklar üretir.  

Artan nüfus eğer açlığa sebep olsaydı, İstanbul’dakilerin sefalet içinde yaşamaları, Artvin’dekilerin refah içinde olmaları gerekir. Oysa, aksi olmaktadır. İnsanlar Artvin’den İstanbul’a göç ediyorlar, çünkü İstanbul’da iş bulabilmektedirler.

Benim Artvin’deki bucağımın nüfusu şimdi 1000 kadardır Oysa oradan göç edenler 10 000 civarındadır. İnsanlar bugün bu refahı artan nüfusla elde etmişlerdir.

 

2– KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE İNSAN

Kaynakların verimli kullanılması, kaynakları kullanan insanın keyfiyetine bağlıdır. En mükemmel sistemler bile onu uygulayacak insan olmadığında hiçbir şey ifade etmeyecektir.

Tüm Türkiye benim olsa ne işe yarar? Türkiye 12 milyon iken sefalet içindedir. Bugün 70 milyon olmuştur ve dünyanın refah ülkeleri arasına girmektedir. Göç alan ülkeler gelişmektedir. Amerika neden ileri kıta olmuştur? Çünkü göç almıştır. Avrupa Müslüman ülkelerden göç alarak yaşayabilmiştir. Türkiye göç aldığı için komşularından daha müreffeh haldedir.

 

3- SINIRSIZ KAYNAKLAR VE NÜFUS ARTIŞI

Kaynakların sınırsız olduğu gerçeğinden hareketle, şu soruya cevap arayalım; insan nüfusu arttıkça ihtiyaç duyulan tüketim miktarı ile ortaya çıkan üretim miktarı arasında nasıl bir oran söz konusudur? Kapitalist anlayışın kuramcılarından Malthus nüfusun geometrik olarak, gıda maddelerinin ise aritmetik olarak arttığını ifade etmişti.

Malthus’un bu tahmini yanlış çıkmıştır. Eğer teknolojik gelişme olmazsa, yeni kaynaklar keşfedilemezse bu ifade doğru olabilir. Oysa, nüfus arttıkça artık değer daha fazla olacaktır. Artık değer araştırmaya yatırılacağı için onun verimi üssel fonksiyon olduğu için daha çok verim elde edilmektedir. Bir arazi sulandığında on, hattâ yüz misli verim artabilmektedir. Sera ziraatıyla verim birkaç misli yükselmektedir.

 

Aşağıdaki 1. grafik incelendiğinde, para miktarı ve teknoloji yatırımları sabit tutulursa ve kaynakların sınırlı olduğu kabul edilirse, emek miktarındaki artış ile toplam ürün miktarındaki artış aynı oranda olmayacaktır.

Faizli ekonomide sermaye sahipleri malları depolayamadığı için parayı artırıp depolamak istemektedir. Alış ve satış arasındaki maksimum kâr üretimi, ayrıya düşürmektedir. Bu nüfusun yarıya düşmesi demektir. Sadece yüzde yüze yakın nakit kâr getiren kaynaklar işletilmekte, diğer kaynaklar verimsiz olduğu gerekçesiyle âtıl bırakılmaktadır. Özelleştirmenin mantığı budur. Oysa eğer üretim maksimize hedef alınsaydı her üretim kârlı olacaktır.

 

Oysa bu sübjektif görüşü bir kenara bırakıp dünyanın gerçeklerinden yola çıkarsak, 2. grafikte olduğu gibi para miktarı ve teknoloji kısıtlamaları kaldırıldığında ve kaynakların sınırsız olduğu dikkate alındığında, hem emek, üretim eğrisi, hem de eğrinin eğimi sürekli artacaktır.

Para doğal kaynaklara veya sermaye faizine göre değil de, emeğe karşı çıkarırsa o zaman tam istihdam sağlayacak kadar para çıkarılacaktır. Üretimin tamamı halkın eline geçeceği için nüfus artacak, nüfus arttıkça da büyüme sağlanacaktır.

Kredi nasıl çıkarılacaktır?

  1. Tüketiciye sipariş kredisini verirsin, üreticiye sipariş verir. Böylece dört sektöre kredi vermiş olursun. (Halk, mağaza, tüccar, üretici.)
  2. İnşaat malzemesini stok yapanlara kredi verirsin. Enflasyon olmaz. Ama emek ücretini almış olur.
  3. İnşaat işçisine ücret ödersin, hisse senetleri veya yapıları satılığa çıkarırsın, enflasyon olmaz, böylece işçiye kredi vermiş olursun.
  4. Faizsiz ama denk kredi ile kredileşme verirsin, böylece mübadele için gerekli para sağlanmış olur. Mal satılınca üretim olur. Yeni para çıkmayacağı için enflasyon olmaz.

 

Milli Ekonomi Modeli’mizde dünya nüfusu gelecek için bir tehlike değil aksine ümit ışığıdır. Bu açıdan bakıldığında; her doğan çocuk ekonomiye bir yük değildir, bilakis tüketim miktarını arttırarak üretimi de teşvik eden güce sahiptir.

Makinalaşmanın sonucu olarak üretimde verim arttığı için üretim fazlalığı mevcuttur. Biz yeni doğan çocukları toprak kirası karşılığı besleyecek olursak, stoklar eriyip insana dönüşecektir ve bu da geleceğin emeği olacaktır. Sonsuz olan uzay insanı bekliyor.

 

PARA NEDİR?

Para hakkında günümüz iktisat modelleri yanlış ve eksik tarifler yapmışlardır.

Para değer ölçüsüdür, para mübadele aracıdır, para kredileşme aracıdır, para biriktirme aracıdır. Bunlar doğru tesbitlerdir. Kapitalistlere göre para parayı kazandıran aracıdır. Faiz aracıdır. Oysa hiçbir cansız kendi kendisini üretemez ve artıramaz. Kendini, kendi benzerini üretme ve artırma yalnız canlılara aittir. Onu da insanlar var edememektedir. Para katalizördür. Kendisi ne maddedir, ne de enerji.

 

Para hakkında bilgi sahibi olmak için, paranın hangi fonksiyonları yerine getirdiğini incelemek gerekir.

Para kolektif üretimde girdiler karşılığı verilmektedir. Böylece ortak üretim sağlanmaktadır. Sonra da ortak ürünler onunla paylaşılmaktadır. Girdilerde ücret, çıktılarda fiyat bölüşümü sağlamaktadır. Kişiler ayrıca para sayesinde istediği malları istediği zaman alabilmektedir. Fiyat, ücret, kredi değeri para sayesinde oluştuğu gibi harcamayı erteleme de para sayesinde olmaktadır.

 

Bu gerçekler ışığı altında paranın dört temel özelliğini ele alarak inceleyelim.

Paranın dört temel özelliği değer ölçüsü, mübadele aracı, kredileşme aracı ve biriktirme aracı olmasıdır.  

 

PARANIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Para = Mal * Fiyat  formülü ile belirlenir. Burada para halkın elindeki satın alma gücüdür. Verdiği emek veya yeryüzündeki payının kirası karşılığı verilmektedir. Mal ise arz edilen maldır. Taşınmazların kendileri veya senetleri arz edilir.

Adil Düzende bu formülde değişiklik yapılmıştır.

Para = Kur * Senet = Fiyat * Mal dır.

Ekonomide yerel dengeleri bozmadan globallik sağlanmaktadır. Bu formül statik formüldür, hiç üretim olmasa, tüketim olmasa da denge korunur. Burada emek yoktur. Emek mal değildir. Oysa Batı emeği de mal saymıştır. Üretimi de para miktarı ile ölçmektedir. Bu yanlıştır. Oysa ücret para miktarı ile değil, paranın hareketi ile ilgilidir. Hareket arttıkça üretim artar, emek de devreye girer ve ücret onunla tahakkuk eder. Çünkü emek stok edilemez.

..

YENİ PARA DENKLEMİ

Milli Ekonomi Modeli’mizin paraya getirdiği tariflere yeniden göz attığımızda, ... iki yeni fonksiyonunun olduğunu görürüz.

Paranın Milli Ekonomi Modeli’ndeki tarifinden hareketle elde edilen “yeni para denklemine” göz atalım:

Bizde parada yapılan iki önemli yenilik vardır. Biri, mal arasında senetlerin girmesidir. Dört çeşit para devreye giriyor. Toprak, demir, buğday ve altın parası. Altın para altın karşılığı, diğer paralar da altın parasına göre çıkarılır. Senetler ise dört çeşit paraya kodlanır.

Altın Para = Altın + Buğday Parası * Kuru + Demir Parası * Kuru + Toprak Parası *Kuru + Döviz * Kuru   

Banka bunlar karşılığı altın para verir. Uluslararası merkez bankası basar.

      Buğday Parası = Selem Malları * Fiyatlar

      Demir Parası = Malzeme Malları * Fiyat

      Toprak Parası = Taşınmaz Hisse Senetleri * Değer

       

Yeni Para Denklemi dikkatle incelendiğinde görülecektir ki:

1) Para ile GSMH arasında doğrudan bir ilişki vardır. Çeşitli iktisadi görüşlerin iddia ettiği gibi “para basma, enflasyon olur” iddiasının hiçbir temeli yoktur.

Paranın miktarı milli hasıla ile ilgisi yoktur. Milli stokla ilgilidir. Milli hasıla ise paranın hareketi ile ilgilidir. Faiz paranın akışını yavaşlatır. Sermaye vergisi para harekatını hızlandırır. Milli hasıla kredi vergi istemi ile ilgilidir. Faizsiz kredi tam istihdamı sağlayarak azamı hasılayı sağlar. Faizsiz kredi sadece faizi sıfır olan kredi değildir. Borçlara cebri icra uygulanmamalıdır. İflas sadece borçlanma ehliyetinden mahrumiyet olmalıdır. Kimsenin malı ve mülkü zorla elinden alınmamalıdır.

 

Sorulması gereken kritik soru şu; “Enflasyona veya deflasyona sebep olmayan para miktarı ne kadar olmalıdır?” Yeni Para Denklemi bize piyasada dolanımdaki para miktarının ne kadar olması gerektiğini gösterir.

Tam istihdamın sağlanması için para emek karşılığı verilmelidir. Sipariş kredisi, malzeme kredisi, inşaat kredisi ve kredileşmeden doğan kredi enflasyona sebep olmadan tam istihdamı sağlar. Ülkede artan mal karşılığı para da artmış olur. Dolayısıyla fiyatlar değişmez, sadece ülke zenginleşmiş olur.

 

2) Her arz kendinden daha az bir talep oluşturur.

Faizli sistemde arz daima talepten fazladır. Fiyatların maliyetle hesaplandığı yerlerde her zaman bazı malların yokluğu sözkonusudur. Faizsiz sistemde arz talebe eşittir. Sermaye vergisi bütün karı sermaye vergisi ile alınacağı için halkın elinde daima üretileni satın alma gücü vardır. Dolayısıyla “Adil Düzen”de arz talebe her zaman eşittir.

 

3) Büyüyen ekonomilerde, formülize edilen oranlarda arz fazlasına mukabil emisyon genişletilmelidir. Aksi taktirde deflasyon kaçınılmaz bir süreçtir.

Sipariş sistemi ile günlük tüketim mallar yıl başında halk tarafından karşılandığı için arz fazlası söz konusu değildir. İnşaat malzemesinin stoklanmasında ekonomiye bir zarar yoktur. İnşaat işçiliği resmi ücretle istihdam edilir. İnşaat malzemesi resmi fiyatla kredilendiğinden inşaata ancak cari üretimden artan emek çalışır. Bu sayede üretim ile yatırım arasında denge korunur, yani milli hasılada artan kadar emisyon yapma yerine baştan emisyonu milli hasıla kadar yapmadır. Sonradan dengeleme Batı modelidir, keyfi kararları içerir.

 

Devreye konacak emisyon dar gelirli kesime sosyal hizmet kapsamında aktarılarak ihtiyaç duyulan eksik talep tamamlanmalıdır.

Artan arz üretici ve aracının kârıdır. Bunu ekonomiden alırsanız, ekonomide kârın sağladığı güç ortadan kalkar, sosyalizm olur. Sosyal güvenlik üretimden alınan doğal kaynakların kirası ile karşılanır. Arz-talep dengesi ise stokları kredilemekle sağlanır. Böylece karşılıksız para çıkmamış olur. Enflasyon dengesizlikleri ortaya çıkar. Ekonomide kamu görevlisine takdir yetkisi verilmemelidir.

 

4) İki yeni kavramı daha tarif edersek;

Devlet kredilendirme yoluyla parayı piyasaya sürer. Para faizsiz olursa ve üretilen veya üretilecek mal değer karşılığı olursa enflasyon yapmaz. Ayrıca istenen bu paranın hareket etmesidir. Bu da nakitten alınan sermaye vergisidir. Vergiyi ödemek için halk çalışmak zorunda kalacaktır. Ancak bu kişileri zorlamakla olursa zulüm olur. Sadece sermayeden kırkta birlerle sağlanır.

..........

5) Büyüyen ekonomilerde piyasa dengesini sağlamak için formülde ifade edilen miktar kadar emisyonun genişlemesi zorunludur.

Halk üretim yapan malı ambara teslim eder, karşılığında o malın senedini alır. Bunu isterse borsada satar ve nakde dönüştürür. Başkasının elindeki parayı transfer etmiştir. İsterse kamu bankasına gelir, her mal senedinin bir kredi değeri vardır, o kadar nakit olur. Senet bankada kalır. Parayı kullanır. Sonra yeter fiyat bulunca parayı getirir, senedi alır. İşte bu senet kasada kaldığı müddetçe o kadar piyasada kalmış olur. Batı ekonominin büyümesini dolarla ölçmektedir. Adil Düzende ise mal stokları ölçülmektedir. Her şey altınla değerlendirilir. Yeryüzünde artan altın stoku insanlığın büyümesidir.

.........

 

EMİSYON

Emisyon, Merkez Bankasının dolanıma çıkardığı paradır ve piyasanın talebine bağlı olarak üretilir. Emisyon ile devletlerin elde ettiği gelire ise senyoraj geliri denir. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kaydi para ve yabancı para, emisyonun yerine ikame edildiği için devletlerin senyoraj geliri elde etmesi mümkün olmamaktadır.

Batılılar, para basarlar onunla yolu yaparlar. Bu geçici olarak mümkün ise de bu ekonomiyi dengeleyemez. Enflasyona sebep olur. Topraklar devletindir. Üstüne bina yapacaklara satılır, onun geliri ile yatırım yapılır. Yapılan binanın beşte biri devletindir. Devlet bunları kiraya vererek kira gelirleri ile yatırımlar yapar ve bakımını yapar. Bunu şöyle de yapabilir. Müteahhitler çalıştırdığı işçilere ödenen para ile alınan malzeme karşılığı verilen kredinin beşte biri kadar da altyapı yatırımını yapar. Yapılan beşte birini vergi olarak alır ve onu satarak parayı geri çeker.

İslâm’da devlet payı beşte birdir. Her yıl yüzde yirmi enflasyon yapılarak, devlet hiç vergi almadan da yönetilebilir. Verginin yüzde yirmibeşi zaten kendisinin toplanması için harcanmaktadır. Bir o kadar da mükellef harcıyor. Bunun anlamı yüzde elli vergi demektir. Zaten bugün vergi nisbeti böyledir. Vergi kaçırma da ortadan kalkar. Ekonomik dengenin bu kadar enflasyon ile bozulmadığı tecrübelerle sabit olmuştur.

Bu çözüm Kur’an’a dayanmadığı için biz meşru görmüyoruz. Ama bu bir sistemdir. Aklen mümkün bir sistemdir.  

 

Kapitalist anlayış azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarını devletten bağımsız hale getirerek, devletlerin merkez bankaları üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak getirmiştir.

Kapitalist bankalar faizli kredi sistemi ile dünyayı borçlandırarak yönetmek istemektedir. Doları kredi vermekte, böylece dolar karşılığı malları dünyaya satmaktadır. İki misli fiyatla mallarını satmaktadır. Çünkü dolar ancak onun nezdinde geçmektedir. Sonu oraya varmaktadır. Ödeme gününde dolar borçluda olmadığı için onu temin etmek için yarı fiyatla onların mallarını almaktadır. Demek ki borç dolar olarak vermekle hiç faiz almasa da dünyayı bire dört sömürmektedir. Uluslararası kredi kredileşme şeklinde olmalıdır. Biz ABD’ye YTL’yi, ABD bize Doları verecektir. Faizsiz olacaktır.

Devletlerin bu sömürüden kurtulmaları için;

  1. Halk organize olarak parasız ekonomiyi kurmalıdır. Bunun için elektronik, mala mal, konsinye ve esnaf market zincirleri oluşturulmalıdır.
  2. Halk örgütlenerek devlet borcunu ödemeli, devletten taşınmazları devralmalıdır.
  3. Halk hakemlik sistemini değerlendirmeli; tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın bir uzlaşma yargısını oluşturmalıyız.
  4. Millî basını ve yayını oluşturmalıyız.

Bağımsız Türkiye Partisi bunu rahatlıkla yapar. Yeter ki bizimle beraber çalışmayı benimsesin.

 

Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bastığı “hard currency”ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir.

Karşılıksız parayı Yahudiler keşfetti. Onlar kullanıyor. Ve bugün dünyayı onunla sömürüyor. Ne var ki bir gecelik ömrü vardır. Çünkü dünyada ABD’nin belki iki katı para vardır. Dünya devletleri şunu deseler. Biz mallarımızı kendi paramızla satarız, dolarla satmayız deseler, ABD’de üç misli enflasyon olur ve ABD yıkılır. Bir gün yıkılacaktır.

Biz yeni para geliştirmeliyiz. Bu da şöyle olmaktadır.

  1. Kuyumcular kooperatifleri kuruyoruz. Bu kooperatifler bir Altın Anonim Şirketi kuruyorlar. Bu anonim şirketin hisse senedi altınla tanımlanarak kuyumculara kredi olarak veriliyor. Kuyumcular bununla altın satın alıyor. Bunun değeri bir cumhuriyet altınıdır. Halk altın yerine bunu kullanmaya başlıyor. Bunu istediği zaman altına çeviriyor.
  2. Bir imar kooperatifi kuruluyor. Kooperatif imar senedi kuruluyor, halk taşınmazları kooperatife bu senetle satıyor. Sonra o senetle taşınmazları satın alıyor. Böylece taşınmazlar alınıp satılıyor.
  3. Bir malzeme kooperatifi çıkarılıyor. Mallar onunla mağazalara alınıyor ve mağazalardan onunla mallar satın alınıyor.
  4. Kooperatif bir buğday senedi çıkarıyor. Sipariş kredisi olarak veriliyor. Selem mekanizması çalıştırılabiliyor.

Bir borsa kuruluyor, burada imar senedi, sipariş senedi, demir senedi, altın senedi ile satılıp alınıyor. Stoklara göre fiyatlandırılıyor.

Böylece halk organize olarak Kuvva-yı milliye oluşturuluyor.

 

Devletlerin senyoraj gelirinin önündeki bir diğer engel de özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyaç duyduğu para talebinin bir kısmını karşılamaktadır.

Bu sebeple merkez bankaları emisyon miktarını istenilen oranlarda arttıramamakta, sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmaktadır.

Kapitalist düzende devlet yeter sayıda para ihraç etmeyerek bilinçli bir şekilde faizin sıfırlanmasını önlemektedir. Eğer piyasa para ile doymuş olsa krediye gerek kalmaz ve dolayısıyla kimse borçlanmayacağı için faiz de kendiliğinden sıfırlanır.

Adil Düzen ekonomisinde faiz yoktur demek, piyasaya yeteri kadar para sürülmektedir demektir. Bir defa sürüldükten sonra artık onun geliri olmaz.

 

Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının ekonomilere birçok zararı vardır.

Bankaların kaydî para çıkarması, devlet içinde devlet olması demektir. Yabancı para ise bazen mal bazen para olmaktadır. Bu da fiyatların birden iki misli artması eksilmesi demektir.  

Para = Mal * Fiyat    Fiyat = (Nakit + Döviz) / Mal

Fiyat = Nakit / (Mal + Döviz)

Fiyat Farkı = (Döviz / Mal) ^2 / (1 + Döviz / Mal)

 

Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel sebebi şudur.

Bu senaryolardan yararlanarak dış borçlar tasfiye edilebilir. Faizi ülke içinde kaldırdığınızda ülke dışı faiz de bitecektir.

 

İnanılmaz rakamlara ulaşan borçların ödenebilmesi, ülkelerin borç batağından kurtarılması için her şeyden önce, maliyetli yabancı para yerine emisyonun hakim kılınması gerekmektedir.

1950’de olsaydık dış borca ihtiyacımız olabilirdi. Çünkü işçilerimizi çalıştıracak tesislerimiz yoktu. Bugün ise Türkiye’de mevcut tesislerle dört beş misli daha fazla işçi çalıştırabiliriz. Öyleyse dış borca ihtiyacımız yoktur. Dış sermayeye de ihtiyaç yoktur. Faizle iç borçlanma yapmak akıl hastalığı veya ülke ihanetiyle açıklanabilir. Sırf sermayeye faiz ödemek için bu borçlanma yapılmakta ve intihara gidilmektedir.

 

“Para basma enflasyon olur” sözünü kendilerine bir tabu yapanlar, bankacılık sisteminin gereğini anlatırken bu sistemin ekonomiye kaynak sağladığını, kaydi para ürettiğini söylerler. Bu mantığa göre Merkez Bankası emisyonu arttırınca enflasyon, aynı işi bankalar yapınca kaynak aktarımı olmaktadır.

Parayı tam istihdamı sağlayacak kadar çıkarmak asla enflasyon yapmaz. Tam istihdamdan sonra eğer para artırılırsa enflasyon yapar. Para darlığı da faizi yükselteceği için kayıtsız ekonomide enflasyona sebep olur. Türkiye böyle bir enflasyon tehlikesiyle karşı karşıyadır.

 

Günümüzde uluslararası kredi kuruluşlarının etkisinde ve yönetiminde olan ülkeler, hazinenin üzerine oturmuş dilenciler gibi yabancılar gelsin yatırım yapsın, bizi işe alsın diye bekletilmektedir. Aslında sadece ülkemizdeki şu kaynaklar, bütün insanlığa yetecek durumdadır

“Adil Düzen”de gümrük yok, vize yok. Emek, sermaye, ham madde ve bilgi harekatı tam olarak serbesttir. Devlet bu hareketi sağlamak ile görevlidir.

 

Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bastığı “hard currency”ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir.

Karşılıksız parayı Yahudiler keşfetti. Onlar kullanıyor. Ve bugün dünyayı onunla sömürüyor. Ne var ki bir gecelik ömrü vardır. Çünkü dünyada ABD’nin belki iki katı para vardır. Dünya devletleri şunu deseler. Biz mallarımızı kendi paramızla satarız. Dolarla satmayız deseler, ABD’de üç misli, enflasyon olur ve ABD yıkılır. Bir gün yıkılacaktır.

Biz yeni para geliştirmeliyiz. Bu da şöyle olmaktadır.

  1. Kuyumcular kooperatifleri kuruyoruz. Bu kooperatifler bir Altın Anonim Şirketi kuruyorlar. Bu anonim şirketin hisse senedi altınla tanımlanarak kuyumculara kredi olarak veriliyor. Kuyumcular bununla altın satın alıyor. Bunun değeri bir cumhuriyet altınıdır. Halk altın yerine bunu kullanmaya başlıyor. Bunu istediği zaman altına çeviriyor.
  2. Bir imar kooperatifi kuruluyor. Kooperatif imar senedi kuruluyor, halk taşınmazları kooperatife bu senetle satıyor. Sonra o taşınmazları o senetlerle satın alıyor. Böylece taşınmazlar alınıp satılıyor.
  3. Bir malzeme kooperatifi çıkarılıyor. Mallar onunla mağazalara alınıyor ve mağazalardan onunla mallar satın alınıyor.
  4. Kooperatif bir buğday senedi çıkarıyor. Sipariş kredisi olarak veriliyor. Selem mekanizması çalıştırılabiliyor.

Bir borsa kuruluyor, burada imar senedi, sipariş senedi, demir senedi, altın senedi ile satılıp alınıyor. Stoklara göre fiyatlandırılıyor.

Böylece halk organize olarak Kuvva-yı milliye oluşturuluyor.

 

Devletlerin senyoraj gelirinin önündeki bir diğer engel de özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyaç duyduğu para talebinin bir kısmını karşılamaktadır.

Bu sebeple merkez bankaları emisyon miktarını istenilen oranlarda arttıramamakta, sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmaktadır.

Kapitalist düzende devlet yeter sayıda para ihraç etmeyerek bilinçli bir şekilde faizin sıfırlanmasını önlemektedir. Eğer piyasa para ile doymuş olsa krediye gerek kalmaz ve dolayısıyla kimse borçlanmayacağı için faiz de kendiliğinden sıfırlanır.

Adil Düzen ekonomisinde faiz yoktur demek, piyasaya yeter kadar para sürülmektedir demektir. Bir defa sürüldükten sonra artık onun geliri olmaz.

 

Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının ekonomilere birçok zararı vardır.

Bankaların kaydî para çıkarması, devlet içinde devlet olması demektir. Yabancı para ise bazen mal bazen para olmaktadır. Bu da fiyatların birden iki misli artması eksilmesi demektir.

Para = Mal * Fiyat    

Fiyat = (Nakit +Döviz) / Mal    

Fiyat = Nakit/ (Mal + Döviz)

Fiyat Farkı = (Döviz / Mal)^2 / (1 + Döviz / Mal)

Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel sebebi şudur.

Bu senaryolardan yararlanarak dış borçlar tasfiye edilebilir. Faizi ülke içinde kaldırdığınızda ülke dışı faiz de bitecektir.

 

İnanılmaz rakamlara ulaşan borçların ödenebilmesi, ülkelerin borç batağından kurtarılması için her şeyden önce, maliyetli yabancı para yerine emisyonun hakim kılınması gerekmektedir.

1950’de olsaydık dış borca ihtiyacımız olabilirdi. Çünkü işçilerimizi çalıştıracak tesislerimiz yoktu. Bugün ise Türkiye’de mevcut tesislerle dört beş misli daha fazla işçi çalıştırabiliriz. Öyleyse dış borca ihtiyacımız yoktur. Dış sermayeye de ihtiyaç yoktur. Faizle iç borçlanma yapmak akıl hastalığı veya ülke ihanetiyle açıklanabilir. Sırf sermayeye faiz ödemek için bu borçlanma yapılmakta ve intihara gidilmektedir.

 

“Para basma enflasyon olur” sözünü kendilerine bir tabu yapanlar, bankacılık sisteminin gereğini anlatırken bu sistemin ekonomiye kaynak sağladığını, kaydi para ürettiğini söylerler. Bu mantığa göre Merkez Bankası emisyonu arttırınca enflasyon, aynı işi bankalar yapınca kaynak aktarımı olmaktadır.

Parayı tam istihdamı sağlayacak kadar çıkarmak asla enflasyon yapmaz. Tam istihdamdan sonra eğer para artırılırsa enflasyon yapar. Para darlığı da faizi yükselteceği için kayıtsız ekonomide enflasyona sebep olur. Türkiye böyle bir enflasyon tehlikesiyle karşı karşıyadır.

 

Günümüzde uluslararası kredi kuruluşlarının etkisinde ve yönetiminde olan ülkeler, hazinenin üzerine oturmuş dilenciler gibi yabancılar gelsin yatırım yapsın, bizi işe alsın diye bekletilmektedir. Aslında sadece ülkemizdeki şu kaynaklar, bütün insanlığa yetecek durumdadır

“Adil Düzen”de gümrük yok, vize yok. Emek, sermaye, ham madde ve bilgi harekatı tam olarak serbesttir. Devlet bu hareketi sağlamak ile görevlidir.

 

Liberal anlayış paranın serbest dolaşımından bahsederken, global tefecilerin ellerindeki paralarla; ülkeleri sömürmek için piyasalarla istediği gibi oynamasını kasteder.

Liberal anlayışın geçerli olması için tekel önlenmelidir. Faizin sıfırlanması ve sermaye vergisi tekeli önler. O zaman sömürme sona erer. Ama ticaret serbest olduğu için sermaye yine o kadar kazanır. Bugün kredi alınarak mal stoklanmakta, sonra iki üç kat pahalı satılmaktadır. Oysa “Adil Düzen”de kredi üreticiye verilmektedir. Tüccar peşin alıp satarak yılda belki yirmi sefer devir yaptırarak kendi parasına gene belki iki üç kat kazandırabilmektedir. Ancak tekel olmaya yaklaşınca o zaman azalan verim kanunu onu durdurmaktadır.

 

Oysa modelimizde paranın serbest dolaşımını kastederken, paraya herkesin ulaşabildiği bir ekonomi sisteminden bahsediyoruz. Paranın belli ellerde tekelleşmesi, piyasanın birkaç insanın kontrolü altında olması ve faizle birlikte gelirlerin sayıları çok az olan bu gruba transfer edilmesi manasına gelir.

Batı sermaye deyince parayı anlamaktadır. Oysa biz sermaye dediğimiz zaman ham maddeyi anlıyoruz; “ra’sul-mal” budur. Adil Düzende nakit kredi olarak halka verildiği için o araçtır. Para üretimde girdi değildir. Teşebbüs de öyledir. Bir işletmenin kurucusu vardır, işletmecisi vardır. Müteşebbisi yoktur. Batı’da kredi müteşebbise verilir, vergi üretime katılanlardan alınır. Adil Düzende kredi halka, işçiye verili,r vergi işetmeden alınır. Müteşebbis emek payını alır. Kâr etme hakkı rizikoyu karşılayan sermayeye verilir.  Şimdi müteşebbis zarar etmekte, parası olmadığı için kamu çekmektedir.

 

TALEP

Ekonominin iki temel ayağı vardır: Biri tüketim diğeri de üretimdir. Bu makro kavramlar da arz ve talep üzerine oturur.

Büyüyen ekonomilerde ise üretim faktörlerine yapılan harcamalardan elde edilen gelir, üretimi karşıyacak yeterli tüketimi oluşturamayacağı için normal şartlarda talep arzdan eksik kalacaktır.

Faizli ekonomide kazanç para üzerinden hesaplanır. Sermaye kârını para olarak depo eder. Halkın eline daha az para geçer. Dolayısıyla arz edilen malları satın almaz.

Kâr ekonomisinde ise kazanç mal olarak depolanır. Para ise bir yerde birikmeden dolaşır. Dolayısıyla talep arza her zaman eşit olur. Sosyalistlerde ise fiyatlar maliyetle hesaplandığı için fiyat birliği sağlanamaz, bazı mallar satılmaz, bazı malların da azlığı sözkonusudur.

 

Dolayısı ile denge analizini sadece bu unsurlardan birinin mesela fiyatların değiştiğinden yola çıkarak yapmak mümkün değildir. Talep fonksiyonu aşağıdaki gibidir:

Bir malin fiyatı o malın arz ve talep eğrilerinin kesişme noktasıdır. Ancak kâr edebilmesi fiyatlar daha gerilerde oluşur. Dolayısıyla faizli ekonomide arz-talep kanunları çalışmaz. Gelir vergisi de buna manidir. Faizsiz sermaye vergisi ile dengede tutulduğunda arz-talep kanunları çalışır.

Maalesef bugünkü enflasyon hesaplama teknikleri bu iki hastalığı birbirine ekleyerek çok rahatlıkla enflasyon düşüşü olarak bunu ifade etmektedir.

Enflasyon fiyatların artmasıdır.   Fiyat = Para / Mal   olarak bakarsak, enflasyon ya paranın mal artmadan artmasıdır, yahut para eksilmeden malın eksilmesidir. Parayı azaltarak enflasyonu azaltmak sonunda üretimi yavaşlatacağı için daha fazla enflasyona sebep olabilir.

 

Dolayısı ile mallar sınıflandırılmadan ve gelirin taleb üzerindeki etkisi dikkate alınmadan bütün malları kapsayan bir enflasyon hesaplaması genellikle ekonomi hakkında çok yanlış tahlillere bizi götürebilir

Döviz ve altın piyasası tam serbest bırakılır. Vergiden muaf tutulur, geçişlerde serbestlik sağlanırsa altının para cinsinden değeri o ülkenin enflasyonudur. Başka ölçü birimi de yoktur. Metre nasıl tek uzunluk ölçüsü ise  arşın ve metrenin ortalaması ile uzunluk ölçülemezse, enflasyonun birimi de altındır. Başka bir şeyle enflasyon ölçülemez.

 

Klasik anlayışın ifade ettiği gibi fiyatların elastik olmasından dolayı piyasa dengesinin kurulabileceği iddiası doğru değildir.

Depo edilemeyen değerlerde, yatırımlarda, tekel piyasalarda arz ve talep dengesi kurulamaz. Bunlarda arz ve talebi sağlamak için selem senetleri ve hisse senetleri ikame edilir, onlar arasında denge sağlanır.

 

Diğer bir konu ise gelir düzeyidir. Bir yönüyle hane halklarının eline geçen para da diyebiliriz. Bu konu belki de ekonomistler tarafından ve politika uygulayıcıları tarafından en fazla görmezlikten gelinen unsur olmuştur.

Arz ve talep kanunlarında halkın elinde bulunan ve satılmaya çıkarılmayan mallar mal sayılmaz, halkın elinde bulunmayan para da para sayılmaz. Ticaret hesaplarındaki para ekonomide para değildir. Bunları hesaba katmadan yapılan hesaplar yanlış olur.

 

Gelir düzeyine göre bireyleri sınıflandırırsak, açlık seviyesine kadar olan seviyede bireyler piyasaya karşı adeta ölü konumundadır. Burada olmazsa olmaz ihtiyaçlar dışında piyasa onları ilgilendirmez.

Herkese aş sorununu çözmeden herkese iş sorunun çözemezsiniz. Önce halka sipariş kredisini vereceksiniz, böylece bir defa herkes karnını doyurma garantisini sağlayacaktır. Onlar sipariş verince üretimde çalışacak kimselere iş bulmuş olursunuz. Artan emeği de inşaatta çalıştırarak dengeyi sağlarsınız.

 

Gelir ve talep grafiğini incelediğimizde talep eğrisinin ilerledikçe eğiminin azaldığını göreceğiz. Dolayısıyla özellikle talep eksikliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan deflasyon sürecini önlemek için gelir dağılımını adil bir düzeye ve buna bağlı olarak bireylerin en azından gelirlerini geçim sınırına taşıma zorunluluğu vardır.

Çalışanla çalışmayanı bir tutuğumuzda kimse çalışmaz. Vasat gelir düşünelim. Vasat gelirin yarısını asgari geçim olarak belirleriz. Bu belirleme her bucakta değişiktir. İlde ve ülkede de farklıdır. Çalışmayan veya çalışamayan kimselere arzın kira karşılığı vasat gelirin yarısını vererek herkese aş sağlarız. Çalışanlar en az iki misli almış olur. Çok yüksek de alabilirler. Serbest piyasa içinde belirlenir.

 

Yıllar önce de ifade etmiştik. Ekonomideki en büyük problemlerin başında deflasyon süreci gelir. Şu ana kadar bilinen hiçbir ekonomi politikasının bunu çözmesi de mümkün değildir.

Her yıl emisyonu faiz nisbetinde artırmak zorundasınız. Yoksa faizin ödenmesi mümkün olmaz. Millî hâsıladaki artış da o seviyelerde ise ekonomi dengesini korur. Ama eğer faiz millî hâsıladaki artıştan fazla ise fazlası kadar enflasyon olur. Gelecek yıl faizi artırmak zorunda kalırsınız, yoksa reel faiz sağlamış olursunuz. Halkın eline satın alma gücü verilmezse mallar mağazalarda satılmaz, zararla mal satılmak zorunda kalınır, kimse üretmez, ekonomik kriz olur. Halkın yoksullarına haklarını verirsek stokları eritirler, ekonomi yeniden canlanır.

 

ARZ ve DENGE

Arz, firmaların herhangi bir maldan üretip satmayı planladıkları miktarları gösteren bir çeşit fonksiyondur.

Talep, halkın elinde olan satın alma gücüdür. Paradır. Arz ise satılmak üzere tüccarın elinde bulunan mal stoklarıdır. Serbest piyasa varsa fiyatlar öyle teşekkül eder ki arz talebe eşit olur. Bu her mal için ayrı ayrı geçerlidir. Fiyat, üretici ile tüketici arasında haberleşme aracıdır.

 

Kapitalist anlayış genel ve kısmi denge analizleri yaparken fiyatların esnek olduğundan yola çıkmıştır.

Haberleşme ve taşıma imkanları varsa, serbest piyasa oluşmuşsa, mal hükmen de olsa depolanabiliyorsa üretim tüketime eşit olmak üzere piyasa fiyatı ve miktarı üzerinde titreşim yapar.

 

Gerçekte arz eğrisi neye bağlıdır, eğimi ne yöndedir?

Daha önce ifade ettiğimiz üzere bazen üretim artarken fiyatlar düşer, bazen yerinde kalır, bazen de artar. Bu fiyat değişikliklerini arz miktarında meydana gelen değişikliklerle ilişkilendirmek ise mümkün değildir.

Piyasa mallarında yani arz ve talebe tabi olan mallarda fiyat önce artan miktar ile düşmeye başlar. Çünkü büyük üretimin maliyetleri düşer. Azamı bir noktaya varır, ondan sonra üretim arttıkça maliyetler yükselmeye başlar. Fiyatlar artar. Talepte durum aksidir. Klasik Batı ekonomistleri hep büyük sermayeye çalıştıkları için hep oradaki kanunları incelerler. Oysa halk ekonomisinde düşük miktarlarda çalışıldığı için o kanunlar geçersizdir. Kapitalist ekonomilerde faiz, kira, ücret ve genel hizmet üretim olsun olmasın sabit gider olarak mevcuttur. Düşük üretimde fiyatlar çok yüksektir. Oysa, Adil Düzende faiz yoktur, tesislerin kirası sabit değil, öşürlerde olduğu gibi üretimden paydır. Sabit ücret yerine, işçilik payı üründen paydır. Dolayısıyla sabit giderler yoktur. Arz talep kanunları büyük küçük bütün üretimlerde geçerli olur.

 

Burada son derece önemli bir nokta var

Serbest piyasanın ayanı arz ve talep kanunlarının geçerli olabilmesi için iki tedbirin alınması gerekir. a) Genel hizmetle sabit giderler sıfırlanmıştır. b) Mallar yerine mal senetlerinin piyasası kurulmalıdır. Bir fabrika arz ve talep kanunlarına göre alınıp satılamaz ama hisse senetleri arz ve talebe göre alınıp satılabilir. Elektrik depolanamadığı için arz ve talebe göre alınıp satılamaz ama vadeli elektrik senetleri arz ve talebe göre alınıp satılabilir.

 

Arz ve talep oranı piyasa fiyatlarını belirler, ancak piyasa fiyatları tek başına arz ve talep denge düzeyini belirleyemez.

Genel denge grafiğimiz Grafik–7 gibi olacaktır.

Arz ve talep oranı ancak piyasa mallarında ve serbest piyasada fiyatları belirleyebilir. Tamir, bakım, sağlık, hukuki müdafaa, güvenlik arz ve talep kanunları ile asla sağlanamaz.

 

9. grafikte olduğu gibi eğer çeşitli sebeplerden dolayı, mesela piyasa talebinin üreticiler tarafından tam hesaplanamaması veya gelecekteki olumlu havaya dayanılarak yapılan fazla üretim miktarı sonucu bu sefer arz sağa kayar. Ortaya çıkan yeni eğrinin 45 dereceden farkının tanjantı da bize fiyat azalmasını verir.

Arz ve talep kanunları bu anda mevcut olan arz ve talep hacmine bağlı olup, ilerdeki değişiklikler hakkında şimdi bir şey bildirmez. Bugün büyümüş piyasalarda geleceğin arz ve talebini serbest piyasa ile tesbit edemeyiz. Bunun için planlama gerekiyor. Bunun için piyasanın geçmişteki seyri ile geleceği tahmin etmek gerekiyor. Adil Düzende şu kural konmuştur, makroda planlama, mikroda ise serbest teşebbüs ele alınmıştır. Türkiye’de üretilecek pamuk makroda planlanır. Bu kadar pamuk senedi çıkarılır. Kimin nerede üreteceği ise üreticiye aittir. İsteyen bu pamuk senedini kredi olarak alır, onu piyasa fiyatıyla bugün satar, sonra onu üretir. Artık fazla veya eksik üretim olmaz, ama kamu piyasaya müdahale etmez.

 

Sistemi denge konumundan uzaklaştıran güç, sistemin kendi içinde dengelenerek absorbe edilemez. Yani tek başına bırakılan sistem kendi kendine dengeye ulaşamaz. Muhakkak bir dış müdahale ile sistem dengeye getirilmelidir.

Kamunun görevi bu dengeyi korumaktır. Başta güvenlik olmalıdır. Tekel oluşmamalıdır. Haberleşme ve ulaşım sağlanmalıdır. Bunun için Adil Düzende gerekli tedbirler alınmıştır.

  1. Halka faizsiz sipariş ve çalışma kredisi verilerek emek sömürüsü bitirilmelidir.
  2. Vergi maldan üretim miktarından ve ticaret sermayesinden alınmalıdır.
  3. Cebri icranın yerini borçlanma ehliyetinin iskatı almalıdır. Mallara el koyma ölüm zamanını erkene almadır.
  4. Kamu 25 genel hizmeti işletmelerde ortaklık şeklinde halka bedava yapmalıdır.

25 genel hizmetin adlarını sayalım:

  1. Hakemlik yapan baş sorumlu.
  2. Evrak, zimmet, envanter ve tapu kayıtları.
  3. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî eğitim ve teminatlı ehliyet.
  4. Takip, araştırma, ambar ve kasa hizmetleri.
  5. Basın, yayın, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri.  
  6. Planlama, bakım, sağlık ve güvenlik hizmetleri.
  7. Noter, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri.

Bu genel hizmetleri kamu işletmelerden aldığı genel hizmet payı karşılığı yapar. İşletmeden aldığı meblağın yarısını oraya genel hizmet verenlere bölüştürür, diğer yarısını ortak fonda toplar ve halka hizmet verenlere bölüştürür. Halk hizmetlisini kendisi seçer ama ücreti kamu tarafından ödenir.

Bir mal üretildiğinde ona taşıma payı yüklenir. Ondan sonra bucakta, ilde, ülkede veya dünyada taşınmaları bedava yapılır. Herkesin seyahat hakkı vardır. Belli kilometrelik seyahat karşılıksız parasız yapılır. Otobüs biletini ödemez.

 

DEĞER VE FİYAT

Üretilen mal ve hizmetin iki türlü değeri vardır. Birisi normal değeridir, diğeri ise piyasaların oluşturduğu değerdir. Buna piyasa fiyatı da diyebiliriz. Üretilen mal ve hizmetin normal değeri sağlayacağı fayda ve onun aranması ile ilgilidir.

Bir malın üç çeşit değeri vardır. Üretim değeri maliyet değeridir. Diğeri ise tüketim değeridir. Yararlılık değeridir. Üçüncü değer ise piyasa değeridir. Sosyalistler üretim değeri gerçek değer sayar, piyasa değerini zulüm kabul ederler. Kapitalistler gerçek değeri yararlılık değeri kabul ederler. Maliyetin üstündeki kısmı kendilerine kazanç sayarlar. Milli Kalkınma Modeli’nde sosyalist mantığı içinde adil sonuçlar aranmaktadır. Mevdudi de kapitalist mantığı içinde adil çözümler aramıştır. “Adil Düzen”de İslâm mantığı içinde adil düzen aranmıştır.

 

Üretilen mal ve hizmetlerin normal değerinin altında veya üstünde fiyat bulması ekonomilerde dengesizliklerin ve krizlerin habercisidir.

Piyasa değeri maliyet değerinin üstünde, yararlanma değerinin altında oluşursa denge vardır Bunun dışına çıktığı zaman ekonomik krizler gelecektir demektir. Bunu sağlamak için makroda planlama yapılmalıdır. Mal piyasası yerine senet piyasası oluşturulmalıdır.

 

Milli Ekonomi’de tahrik unsuru olarak da görev yapan para maliyetsizdir ve bir işlemci görevi görür. Emeği tahrik ederek üretim faktörlerini devreye koyan para, ürettiği mal ve hizmetlerin de karşılığı olur.

Para maliyeti sıfır değeri ise tüm diğer malların toplamı kadardır. Böylece para basan bu aradaki kazancı elde eder. Bu para değeri sermayenin olursa kapitalizm olur, devletin olursa sosyalizm olur, halkın olursa “adil düzen” olur. Halkın nasıl olacaktır? Bir kimse malı üretti mi onun senedini çıkarır, piyasaya sürer, onun parası olur. Devlet buna garanti verdiği için o da payını alır. Mesela üretimin beşte biri devletin olur. Ona mal senedi olarak verilir.

 

Milli Ekonomi Modeli’nin mikro analizinde para maliyetsiz olarak ele alınmaktadır.

Bugün kağıt paranın maliyeti sıfır olarak alınır. Ancak bunun güvencesi ise devlet garantisidir, maliyeti devlettir. Dolayısıyla bu devletin kredi ve vergi toplama aracıdır.

 

Kâr ise işverenin hem emeğinin, hem de yaptığı işte üstlendiği riskin sonucudur. Kâr oranı toplumun sosyal yapısına, mal ve hizmetin üretildiği sektöre bağlı olarak makul bir düzeyde konumlanması gerekir

İnsanın gerçek hakkı emeğinin karşılığıdır. Kapitalistler sermaye sahibinin de faiz hakkı olduğunu kabul ederler, sosyalistler sermayeye kâr da tanımazlar. Oysa kâr riziko karşılığıdır. Zarar ettiği zaman kim o zararı karşılıyorsa kâr da onun hakkıdır. Tekel oluşturarak arz-talep dışına çıkıldığında kâr sınırlanabilir. Bu ihtikârdır. Serbest piyasada kâr sınırlandırılamaz. Karma ekonomi olur. Sosyalistler kâr ve faizi kabul etmezler. Kapitalistler kâr ve faizi serbest bırakıp sınır getirmezler. Karmacılar, kârı da faizi de sınırlandırırlar. “Adil Düzen”de faiz, sosyalistlerde olduğu gibi yasak, kâr ise kapitalistlerde olduğu gibi sınırsızdır. Kriz zamanında serbest piyasa geçici olarak durdurulur, piyasa tedavi edilir, sonra yine serbest bırakılır. Zarara sokulmaz.

 

Üretilen malın maliyetini yatırım ve işletim giderleri belirler. Yatırım giderleri ilk başta yapıldığı için bellidir. İşletim giderleri ise üretim faktörlerinin fiyatlarına, vergi oranlarına bağlı olduğu için değişkenlik arz eder.

Üretim mallarında iki çeşit gider vardır. Biri, sabit giderlerdir; tesisin kirası, sermayenin faizi, işçinin ücreti ve sabit vergiler. Üretim arttıkça birim maliyete düşen fiyatlar gittikçe düşer. Diğeri ise; ham madde, işçilik, elektrik ve hâsıladan alınan vergi ise üretirsen maliyet biner, üretmezsen bunları harcamazsın. Adil Düzen Ekonomisi, sabit giderleri de üretim giderlerine dönüştüren bir ekonomi düzenidir.

 

Yatırımları belli bir üretim planı çerçevesinde kullanarak değer üreten ise emektir. Emek arzının maliyeti işçi ücretleridir.

İşçi ücretleri, işçiye verilecek paranın üretime direkt olarak yansıyacağı düşünülerek değerlendirilmelidir. Maliyete eklenen işçi ücretleri, işçinin yeterli tüketim talebini gerçekleştirebilir seviyede olmalıdır; emeğinin karşılığında işçi, işin niteliğine göre onurlu bir hayat yaşayabilmelidir.

Ekonomi, çalışıp yaşama mekanizmasıdır. İnsanlar çalışırlar. Bu çalışmayı tesisler içinde yaparlar. Ham maddeyi kullanırlar. Tesisler yıpranır, yenileme payı ayırmak gerekir. Ham maddenin stoklama masrafları vardır, bozulma riskleri vardır. Kâr payı verilmelidir. İşçiler ise kendi emek paylarını alıp yaşarlar ve yeni nesil yetiştirirler. Bunların bir araya gelerek işletmeye dönüşmesi için organizasyona gerek vardır. Batılılar buna “teşebbüs” diyorlar, biz “Genel Hizmet” diyoruz. Emek mal değildir. Emek satın alma gücüdür. Yani paradır. Asıl para emektir. Ücret, satın alma gücünün bölüştürülmesi aracıdır. Fiyat da mallardaki faydanın bölüştürülmesidir. Herkese aş ve herkese iş sağlarsak tam istihdamı sağlarız.

 

Tüketimin desteklendiği, talep eksenli arzın ele alındığı Milli Ekonomi’de, tam istihdam gerçekleşmiş olur. Bu şartlarda üretilen mal ve hizmet gerçek değerinden piyasalara arz edilecektir.

Herkese iş bulmak demek, istediği işi bulmak demektir. Ayrıca çalışıp çalışmama hürriyetine de sahip olmak demektir. Eğer işçi aç olduğu için çalışmak zorunda olursa, o zaman o işverenin sömürüleni olur. Gerçek herkese aş sonucuna gidebilmek için herkesin işe gitmesi gerekir. Devlet işverenle işçi arasında fiyat ve sosyal haklarda karışmayacak, serbest anlaşma ortamı sağlanacaktır. Ama işçi çalışmasa da geçimini sağlayabilmelidir. Kredi çalışana verilecek, işveren onu çalıştırdığında o krediden yararlanacaktır. Böylece emek ve halk ekonomiye hakim olmuş olacaktır. Bununla beraber işveren de varlığını koruyacaktır.

 

Normal kazancın oluşması için gerekli ekonomik dengelerin sağlanmasına rağmen, üreticiler üretilen mal ve hizmetin değerinin üstünde kazanç elde ediyor veya stoklayarak karaborsa oluşturuyorlarsa, ekonomik dengelere müdahale ediliyor demektir.

Üreticiler fazla mal stok ederlerse bunun zararı yoktur, çünkü millî zenginlikten başka bir şey değildir. Ama tüketicilerin eline bu malları alacak satın alma gücü sağlamazsanız, o zaman bu durum krizlere sebep olur. Halkın elinde satın alma gücü şartıyla üretici veya tüccarda ne kadar stok olursa, geleceğimiz o kadar garantiye alınmış olur.

 

VERİMLİLİK

Verimlilik, genel hatlarıyla üretimin kullanılan girdi miktarına oranıdır. Verimliliğin en yaygın kullanılan ölçüsü, emek saati başına üretim miktarıdır. Buna göre tek bir kaynağın verimliliği ölçülebildiği gibi tüm kaynakların da verimliliği aynı anda ölçülebilir.

Kapitalistlere göre  verim, para olarak çıkan sermayenin para olarak giren sermayeye oranıdır. Yani, verim kâr ile hesaplanmaktadır. Sosyalistler ise üretimden çıkan malın üretime giren emeğe oranıdır diyorlar. Bu tanım da  tanım sosyalistlerin tanımıdır.

“Adil Düzen”de işçi için verim sosyalistlerin tanımı gibidir. Devlet çalışana kredi verdiği için bu tanıma iştirak etmiş oluyor. İşveren için verim, yani kâr, mal olarak çıkan sermayenin mal olarak giren sermayeye oranıdır. Kapitalistlerden farkı, verimi para ile değil malla ölçmeleridir.

 

ABD ve AB ülkeleri ürettikleri tarım ve sanayi ürünlerini satabilmek için IMF’yi kullanarak azgelişmiş ülkelerin üretimlerine tahditler koymaktan çekinmedirler.

Son yıllarda firmaların üretimden ziyade pazarlama ve reklama yatırım yapmaya başlaması bu yüzdendir. Artık pazarlama çağın mesleğidir Eğer kapitalistlerin iddia ettiği gibi her arz kendi talebini yaratsaydı bu mesleklere gerek kalmazdı.

Tekelleşen her ekonomide artık arz-talep kanunları çalışmaz, dolayısıyla arz kendi talebini oluşturamaz. Aslında krediyi üreticiye verirseniz eksik talep oluşturur, kalanı para olarak stok yapar. Krediyi tüketiciye verirseniz talep arzını oluşturur. Liberalistler krediyi mağazalara, sosyalistler işyerlerine, kapitalistler tüccarlara verirler ve sonunda tekel oluşur. Çünkü kredi alan diğerlerini sömürür.

Oysa, “Adil Düzen”de kredi halka verilir, halk ise kimseyi sömüremez, diğer sektörleri istihdam eder.

 

Halbuki günümüz iktisat modellerinde para ve kaynaklarla beraber bilgi de tekelleşip tabana yayılmadığı için, bireyler çok kabiliyetli de olsa işçi veya memur olmaktan öteye geçemezler. Kapitalist anlayışlar insan emeğini, düşüncesini, teşebbüs gücünü israf etmekte ve de kabiliyetlerini yok etmektedir. Buna bir nevi kast sistemi de diyebiliriz.

Bugün para ekonomisi vardır. Kimse ürettiğini kendisi tüketmiyor, Çoğu kendi işinde çalışmıyor. Herkes ücret veya bedel karşılığı elde ettiği satın alma gücü ile para ile yaşıyor. O halde karşılıksız parayı kim basabiliyorsa patron odur. Diğerlerinin hepsi işçidir, köledir. Kapitalistte bu patron tekel sermayedir. Sosyalistlerde bu patron tekel devlettir.

“Adil Düzen”de ise “para”yı devlet üretir, halka “sipariş kredisi” olarak, tüccara “mal kredisi” olarak, üretime “çalışma kredisi” olarak, kuyumculara “altın stoku” karşılığı verir. Yani, parayı devletin garantisi ile halk mal karşılığı ihraç eder, dolaysıyla halk kendi kendisinin efendisi olur. Gerçek demokrasi böyle gerçekleşir.

 

Milli Ekonomi Modeli herkese hak tanıyarak demokratik bir sistemi temsil ederken; kapitalist anlayışlar, ekonomilerde krallık modelini ortaya koymaktadır. Çünkü üretimi ancak paraya sahip olabilen az bir zümre yapmaktadır.

“Adil Düzen”de parayı devletin kontrolü ve garantisinde halk çıkarmaktadır. Hiçbir sektör tekel oluşturmamaktadır. Böylece serbest arz ve talep piyasası oluşmaktadır. Bunun sonucu olarak ekonomik demokrasi olmaktadır. Samuel Sun buna dolar oyu diyor.

 

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların dayattığı ekonomi politikaları, talebi kısma amacı taşıdığından, yatırımları engelleyerek insanların üretme isteklerini kırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu politikaları uygulayan ülkelerdeki firmalar üretim miktarlarını hızla düşürerek verimliliğin,artmaını sağlarlar.

Batılılar tekel oluşturmak için birçok sistemler geliştirmişlerdir.

  1. Faizi serbest bırakarak sermayenin tekelleşmesini sağlamışlardır.
  2. Gelir vergisi ve işletme muhasebe mecburiyeti ile küçük girişimcileri devre dışı bırakmışlardır.
  3. Ağır vergilerle ve faizli kredilerle küçük ve orta müteşebbisleri çökertmişlerdir.
  4. Gümrük vergileriyle uluslararası ticareti tekellerine almışlardır.
  5. Sosyal güvenlik mükellefiyeti ile halk iş yapamaz olmuş, kapitalistlerin kendilerine işçi olmuştur.
  6. Grev ve lokavt müesseseleri ile serbest rekabeti ortadan kaldırmış, böylece gerektiğinde stokların erimesini sağlamışlardır.
  7. Enflasyonist politikalarla ücret ve fiyat anarşisini ortaya çıkararak küçük ve orta müteşebbisleri çökertmişlerdir.
  8. Tarım sektörünü çökertmek içim sosyalizmi icat etmiş, önce halkın elinden servetini almışlar, ondan sonra da “özelleştirme mekanizması” ile o malları tekelerine transfer etmişlerdir. Sosyalizmi bu gibi amaçlarla tepe tepe kullandılar, işleri bittiğinde de sona erdirdiler.

Yapılacak iş, “halk sektörü”nü oluşturup her karışı ulusun kanı yani alın teri ile sulamaktır. Yani, herkes organize olmuş bir şekilde kendi savunmasını kendi yerinde verecektir.

 

İŞ GÜCÜ (EMEK)

Ekonomi politikaları için önemli olan, toplumun bütün fertlerine iş ve aş imkanı sağlamaktır. Belli bir geliri olmayan, işi olmayan bireyler için enflasyonun düşmesi de, kamu bütçesinin fazlalık vermesi de bir şey ifade etmez.

Ekonominin gayesi kapitalistlerde sermayenin arttırılmasıdır. Sosyalistlere göre ise asgari gücün arttırılmasıdır.

“Adil Düzen”e göre; uzun ömürlü, özgür ve güçlü insanın arttırılmasıdır. Sermaye ve güç amaç değil, sadece araçtır.

 

İktisat politikalarında ilk hedef olması gereken işsizlikle mücadele, son yıllarda birinci hedef olmaktan çıkmış onun yerine öncelikli hedef olarak artık enflasyon seçilmiştir.

Batı ekonomisinde uygun enflasyonla istihdamı sağlamaktır. Yıkmak istedikleri ülkelere ise enflasyonu düşürmek için üretimi durdurma olmuştur. Bu uygulama intihardır.

“Adil Düzen” isev “çalışana kredi sistemi” ile enflasyonsuz tam istihdam sağlamıştır. İşsizlik ve istihdam sorunlarını çözemeyen ekonomi, ekonomi değildir.

 

Bir başka açıdan baktığımızda, kapitalist ekonomi modellerinin hiçbiri, toplumun tamamının refah düzeyini yükseltmeyi hedeflememiştir.

Bir tarlaya su vermeseniz tarla kurur. Yeterli dereceden fazla su verirseniz ekin çürür. Bir tarafa fazla, bir tarafa eksik enerji verirseniz bir tarafında kurur, diğer tarafında çürür. Yeter miktarda ve dengeli bir şekilde dağılmış su verirseniz bire on alırsınız.

Ekonomideki para tarladaki su gibidir. Piyasaya parayı dengeli olarak sürmezseniz; fazla olursa enflasyon olur, eksik olursa işsizlik olur. Dengeli olarak sürmezseniz bir tarafta enflasyon, diğer tarafta işsizlik olur.

 

O yüzden ne gelir dağılımındaki dengesizlik, ne de belli bir düzeye kadar olan (Kapitalist anlayışlarda işsizlik, çok yükselirse ekonominin genel yapısında büyük tahribatlar yapacağı için belli oranlardan sonrası tehdit olarak görülmektedir) işsizlik oranları bir problem olarak görülmemiştir. Hatta belli oranlardaki işsizlik, emek arz fazlası manasına geleceği için işçi ücretlerinin düşmesi üretim maliyetlerinin ucuzlamasına sebep olacağına inanıldığı için desteklenmektedir.

Kapitalistlerde her zaman biraz işsizlik olmalıdır. Böylece aç olan işçiler patronların emrine girip sorun olmazlar. Bunu da piyasaya parayı yeterinden biraz az sürerek sağlarlar. Kapitalist ülkelerde işsizlik sunidir ve dengelidir.

“Adil Düzen”de “çalışana kredi” ile ne işsizlik, ne de iş açığı sözkonusu değildir. Sermaye tahakkümü son bulmuştur. Yönetici tahakkümü de önlenmiştir. Çünkü kredi hak haline getirilmiştir. Kredi bütçeleri ile istihkak sahiplerine verilmektedir. Takdiri yolla kredi yoktur.

 

Kapitalist anlayışlarda kapitali elinde tutan birkaç kişi toplumun gelirlerini kendisine transfer ederken, sosyalist modelde de proletarya milli gelire hükmetmektedir. Her halükarda çalışan kesim ne emeğinin hakkını almakta, ne de milli gelirden olması gerektiği oranlarda istifade etmektedir.

Kapitalistlerde sermaye, sosyalistlerde yöneticiler halkı sömürmektedirler.

“Adil Düzen”de sermaye vardır, yönetici de vardır. Paraya halk hakim olduğu için onların tahakkümü önlenmiştir. Görevli takdir hakkına sahip değildir. Onlar bilgisayarların hesapladığı ve haber verdiği işlemleri yaparlar. Robot gibidirler. Hakim olan halktır.

 

Oysa Milli Ekonomi Modeli'nde işveren ile işçi birbirini tamamlayan bir bünyenin iki parçası olarak görülmekte, toplumun tamamının refah düzeyini yükseltecek büyüme ekonomik büyüme olarak kabul edilmektedir.

“Adil Düzen”de İşveren “Genel Hizmet”le dengelenmektedir. İşverenden nakit olarak değil de, mahsulden vergi alınarak mallarını ucuz satma önlenmiştir. “Genel Hizmet” dayanışması ile serbest rekabet içinde yaşama şansı verilmiştir. Vasat sermayenin altında olanlar sermaye vergisinden muaf tutulmuş, sermaye yardımı yapılmıştır.

 

Milli Ekonomi Modeli'nin konuya nasıl çözüm getirdiğine şu soruları sorarak başlayalım:

Sorularla çözüm getirilemez.

“Adil Düzen”de çözümler sistematik şekilde önerilmiştir. “Alternatif Faizsiz Banka” kitabımızda bunlar anlatılmıştır.

 

Kapitalist anlayışlar için normal bir sonuç olan doğal işsizlik oranı ekonomiler için bir kader midir?

Kapitalistlerde işsizlik piyasaya hakim olmak için araç olarak kullanılmaktadır. Aslında istedikleri takdirde hemen işsizliğe son verebilirler.

 

İşçi ücretleri asgari gelir düzeyinde neden konumlanır?

Halkın artırma yaparak servet biriktirmemesi, dolayısıyla yeni rakip firmaların çıkmaması için halk karın tokluğu içinde yaşamalıdır.

 

Emek talebini belirleyen parametreler nelerdir?

Büyük küçük her üretim emek talebini belirler. Ne var ki, işletmelerin işletme sermayelerine sahip olması gerekir. “Çalışana kredi” ile bu çok basit şekilde sağlanmaktadır. İşçiye diyoruz ki; “Git iş bul, işveren borçlansın, biz sana ödeyelim.” İşverene diyoruz ki; “Önce işçi bul, sonra ham maddeyi al, işçinin ücretini ödeyelim, ham maddenin de bedelini ödeyelim. Senin işin uygun iş yapmak olacaktır. Borcu mal satıldığında ödersin. Günü gelince ödemek zorunda olmazsın, cebri icra da yoktur.”

 

Emek arzı nelere bağlıdır?

İnsanda çalışma arzusu vardır. Hiçbir ihtiyacı olmasa bile bir iş yapıp başarılı olmak arzusundadır. Yaşamak gibi çalışmak da ihtiyaçtır. Ayrıca, insan karın tokluğunun üstünde kazanç sağlamak ister. Çünkü servet onu güçlü kılar.

Demek ki insanın varlığı sosyal güvenliği olsa da yine onun arzı demektir. Çalışan insan sayısı emek arzı demektir.

 

Tam istihdam gerçek hayatta yakalanabilir mi?

Kadının çocuk yetiştirme gibi önemli işi vardır. Dolayısıyla kadınların çoğu tam olarak emeklerini arz edemezler. Ayrıca insanların bir çoğu çok çalışıp üretmek yerine öğrenmek, kitap yazmak, sanat yapmak gibi ekonomi dışı meşgaleleri vardır. Ayrıca küçüklük, sakatlık, hastalık ve yaşlılık gibi arazlar da çalışma azmini azaltmaktadır.

“Adil Düzen”de çalışanlara kredi, çalışmayanlara çocukluk veya yaşlılık payı verilir. Bakmakla mükellef kılınanlar isterlerse çocuk ve yaşlıların emeklilik paylarını alırlar, isterlerse onların kredi paylarını alırlar. Çalışmak isteyen her insan için tam istihdam çok kolay sağlanabilmektedir. Potansiyel emek için tam istihdam hiçbir zaman mümkün değildir.

 

TÜKETİM

İkibinli yıllar tüketim probleminin olduğu üretim fazlalarının verildiği yıllar olacaktır. Üretime odaklanan ekonomi modelleri gerçek manada tüketimi göz ardı etmiştir. Paranın belirli ellerde bloke edilmesi, buna bağlı olarak gelir dağılımda ortaya çıkan uçurumlar, tüketimin her geçen gün daha da azalmasına sebep olmuştur. Bir taraftan teknolojinin de ilerlemesi ile hızla artan üretim fazlaları, diğer taraftan buna cevap veremeyen tüketim azlığı ülke ekonomilerini içinden çıkılmaz problemlerle karşı karşıya getirmiştir. İşte biz tüketim ile ilgili analizimizde her şeyden önce tüketimin önündeki engellerin kaldırılması ve tüketimin olması gereken seviyeye nasıl çıkarılacağı üzerinde duracağız.

Arz ve talep kanunları işletilirse, tekel ortadan kalkar da serbest ekonomi hâsıl olursa, üretim sorunu gibi tüketim sorunu da çözülmüş olur. Piyasa fiyatı maliyet fiyatının üstünde ise üreticiler o malı üreterek piyasa fiyatını düşüreceklerdir. Maliyet fiyatı üretim fiyatının altında ise üretimi durduracak stoklar eriyerek piyasa fiyatı yükselecektir. Bunun stoklar hesabı çok kolaydır.Bu sadece bilgilendirme mahiyetinde olacaktır. Gelecekte değişiklikleri etkisiz bırakmak için anlaşmalar bugün yapılır, üretim ve teslim sonra olabilir. Selem bu işi yapmaktadır.

 

Ekonomi politikalarımızın hedefi üretim ile tüketimin arasındaki dengenin oluşturulmasıdır. Bu sebeple tüketim kesiminin desteklenmesi sürekli büyümenin sağlanması için olmazsa olmaz şarttır.

Ekonomide bir kesimin desteklenmesi değil de, dengelenmesi ile olur. Biz krediyi tüketiciye vermekle onu desteklemiş oluyoruz. Üreticiye sipariş ver demekle de üretimi iyi desteklemiş oluyoruz. O halde üretici değil de, piyasa desteklenmelidir. Artık emek dengeli bir şekilde imar veya iaşe arasında bölüşülmelidir. Yani, artan nüfus kadar da yeryüzü imar edilmelidir. İmar edildiği kadar nüfus artmalıdır.

 

Tüketim kesiminin içinde özellikle hedefimiz, belli bir gelir seviyesinin altında kaldığı için ihtiyacı olduğu halde bunu elde edemeyen hane halklarıdır. Bu kitle özellikle ülkemiz için düşünüldüğünde toplumun en az % 90’ını oluşturmaktadır.

Eğer ekonomiyi büyütmek istiyorsak tüketim kesimini desteklemek zorundayız, tüketim artmadan pazar problemi çözülmeden ekonomilerin büyümesi hiç mümkün değildir. Bugün çağımızın en büyük problemi hane halklarının büyük bir kısmının tüketebilme kabiliyetini yitirmiş olmasıdır. İşte asıl üzerinde konuşulması gereken nokta tüketebilme kabiliyetlerinin bu bireylere nasıl kazandırılacağıdır

Devlet gelirlerinin on ikide biri küçüklerin payıdır. Dengeli dağılım için devlete gelen herhangi bir gelir elliye ayrılarak gelecek haftalara dağıtılır. Böylece küçüklerin her hafta ne payları olduğu bellidir. Bunlara bakmakla mükellef olanlar isterlerse küçükler için kendileri kredi alır ve onun kazancı ile küçüklere bakarlar. İsterlerse küçüklerin payından haklarını isterler. O haftalık küçüklerin payı kredi almayan küçüklerin sayısına bölüştürülür ve dağıtılır. Benzer bölüştürme yaşlılar için olabilir. Böylece ürün bölüşüldüğü için üretim fazlası veya azlığı sözkonusu değildir.

 

Klasik denge analizindeki, gelirin çıktıya eşit olduğu görüşü grafik 13'te de gösterildiği üzere yanlıştır. Çünkü üretim, normal şartlarda üretim harcamalarından elde edilen gelirden büyüktür. Diğer taraftan elde edilen gelirin tamamının tüketime dönüştüğünü varsaysak bile, gelir en fazla kendisi kadar bir tüketim oluşturacaktır. Sonuç olarak üretim ile tüketim arasında ET kadar, yani eksik tüketim miktarı kadar bir fark ortaya çıkacaktır.

Para üzerinden hesaplanan kar yani faiz zorunlu olarak talep azlığını doğuracaktır. Kâr yatırıma dönüşecek ama orasını işletecek işçi bulunmayınca işe yaramayacaktır. Faizli sistemde sürekli olarak arz fazlası vardır.

 

Bu tespitimiz klasik denge analizlerini de boşa çıkarmakta ve yeni denge analizleri yapmayı zorunlu kılmaktadır.

“Adil Düzen”de herkes ürettiğini kendi ambarına koysa da envanter muhasebesine bilkirmektedir. Ekonomik çevrede her malın stoku bellidir. Resmi fiyatlar böyle hesaplanmaktadır. Piyasa şeffaflaşmaktadır. Bu stoklara göre malların kredi fiyatları ortaya çıkmaktadır. Mal kredisini veya sipariş kredisini alacaklar böyle alabilmektedir. Kredi fiyatı piyasa fiyatı değildir.

 

Çözüm olarak kamu harcamalarını arttırmak anlık bir çözüm getirir. Oysa asıl olması gereken bu zincirleme tüketim daralmasını tetikleyen yukarıda ifade ettiğimiz problemleri çözüme kavuşturmaktır.

Halk neyi harcamak istiyorsa o üretilmelidir. Öyle bir mekanizma getirilmelidir ki, önce talep sonra arz olmalıdır. Bunu sağlamak için uzun zaman depo edilemeyen mallar sipariş üzerine üretilmektedir. Selem sistemi budur. Taşınmazlarda inşaattan önce hisse senetleri satılmalıdır. Tüketim mallarından artan emek yatırıma, yatırımdan artan emek ilme ve eğitime harcanmalıdır.

 

Ayrıca belli bir hesap dahilinde yapılmayan, hele hele faizle alınan maliyetli para ile yapılan kamu harcamaları ekonomileri borç ve faiz batağının içine sokmaktadır.

Sipariş kredisi ekonomide ne kadar denge unsuru ise, tüketim kredisi yani veresiye o kadar dengesizlik kaynağıdır. Faiz olmasa bile veresiye satış bu sebeple meşru değildir. Kredileşme dışında verilen tüketim kredisi enflasyonun kaynağıdır. Çünkü karşılığı olmayan satın alma gücüdür.

 

Buna mukabil arttırılan vergiler sonuçta daha fazla bir tüketim daralması ve aynı zamanda maliyet enflasyonuna sebebiyet vermektedir. Bunun adı da stagflasyondur

Vergi Genel Hizmet girdisi karşılığıdır. Emek , tesis, ham madde ve genel hizmet girdileri arasında denge olmazsa üretim düşer. Hele para olarak alınan vergi yalnız tüketimi daraltmaz, para hareketini de durdurur ve üretimi düşürür. Bazı mallar satılmaz, diğer mallar da bulunmaz olur.

 

Üretim mukabili piyasada bulunması gereken beli bir para miktarı vardır. Para bahsinde bunu formülize etmiştik.

Halka, bu arada çalışanlara sipariş kredisi verilir. Bunlar yıllık ihtiyaçlarını sipariş olarak verirler. Ayrıca çalışanlara çalışma kredisi verilir. İşçiler çalışma kredilerini işverenlere aktarırlar. İşveren o nisbette sipariş alır. Malzeme kredisi de verilir. İşçinin ücreti ödenir. Milli Kalkınma Modeli’nde ne yapmayı düşündükleri anlatılmaktadır, ama bunu nasıl yapacaklarını anlatmamaktadır. Bürokratların takdiri ile bu iş olacaksa bu sosyalizmdir ve sadece rüşvet kaynağıdır.  

 

Bir ekonomi düşünün, üretilen her şeye pazar bulabiliyor, aynı zamanda yeni yatırımlar için ihtiyaç duyulan finansman ise sıfır maliyetle istenilen miktarda sağlanabiliyor, acaba bu ekonominin olabilecek en büyük hızla büyümemesi için bir engel olabilir mi?

Ekonomide büyüme ne demektir? Gaye servet artırımı ise bu kapitalistlerin görüşüdür. Gaye devletin gücünü artırmaksa, bu da sosyalistlerin büyümesidir.

“Adil Düzen”de büyüme ise düzen içinde özgür, güçlü, uzun ömürlü insan sayısını çoğaltmaktır. Pazar sorunu siparişle , finans sorunu çalışana kredi ile çözülmektedir.

 

Yatırımlar üretime dönüşünceye kadar belli bir kısa dönem için piyasada ürün az talep ise fazla olacaktır. Çünkü yatırım harcamaları talebi arttırır. Kalkınan ülkeler bu talep enflasyonuna hiç yakalanmayabilirlerdi. Ekonomi politikalarını izah ederken Milli Ekonomi Modeli’mizin buna nasıl çözüm bulduğunu açıklayacağız.

Ekonomide en önemli husus yatırımla tüketim arasında dengenin sağlanmasıdır.

“Adil Düzen”de bu, inşaattaki ücretlerle fiyatların resmi ücret ve fiyat olmasıdır. Buna göre kredilenmesi ve buna göre satılığa arz edilmesidir. Tüketimde ise ücretler ve fiyatlar serbesttir. Tamamen arz ve talep kanunlarına göre alınıp satılır. Resmi ücretten fazla ücretle iş bulanlar tüketimde çalışırlar. Bulamayanlar resmi ücretle yatırımlarda çalışırlar. Yatırımda sınırlama yoktur. İşçi olduğu müddetçe yatırım devam eder. Malzemenin resmi fiyatları yüksekse malzeme üretiminde, düşükse inşaat işçiliğinde çalışırlar. Malzeme üretimi de inşaatta serbest girişimciler tarafından yapılır. İnşaat hisse senetleri ile arz edilir. İnşaat işçi ücretleri ile hesaplanır. Resmi değeri ücretlerle yapılır.

 

Bir diğer problem de faizden kaynaklanmaktadır. Faiz, maliyetleri yukarı çekmektedir. Faiz maliyetleri yukarı çekmekle kalmaz, apayrı üretim ve tüketimden spekülatif kazançlara çeker. Lüks mallara üretim kayar. Keynes’in dediği gibi nakıs istihdamda zenginler arası döngü içinde denge oluşur. Bu sebepledir ki faiz devre dışıdır. Devletler para değerini korumak şartı ile bütün kredilerini faizsiz verir, karşılığında vergi alır.

 

ÜRETİM

Ekonomilerde gerek mal, gerekse hizmet anlamında üretim, kalkınmanın ve büyümenin tek kaynağıdır. Üretim olmadan ne insanlara istihdam sağlayabilir, ne de ihtiyacımız olan mal ve hizmetlere sahip olabiliriz.

Bütün canlılar yaşamak için çalışmak zorundadırlar.  Çok az canlılar ürettiklerini biriktirmeye ayırırlar. Hele gelecek endişeleriyle ürettiklerini ve yatırımlarını bırakma diye bir sorunları yoktur. İnsanlar ise ürettiklerini biriktirip gelecekte harcarlar. Yatırım yaparak daha kolay yaşama imkanına sahip olurlar. Gittikçe daha fazla insanın yaşayabileceği hale gelmektedirler. Bir taraftan nüfus artırırken, diğer taraftan artan nüfusu besleyecek imkanları hazırlamaktadırlar. Yeryüzü insanlığındır. Yaşayanlar atalarından devraldıkları yeryüzünü imar karşılığı onda çalışarak yaşarlar. İmar demek, daha fazla insanın yaşayabileceği hâle getirmek demektir.

 

Ekonomi politikalarının hedefi; üretmek ve bu üretilenleri halkına tükettirebilecek bir geliri oluşturmaktır.

Ekonomide gaye herkese özgürlük içinde iş ve aş temin ederek yeryüzünü mamur hâle getirerek gelecekte daha çok insanın yaşamasına imkan hazırlamaktır.

 

Milli Ekonomi Modeli’mizde hedef hem üreten, hem de tüketme kabiliyetine sahip bir toplum ortaya çıkarmaktır.

“Adil Düzen”de hedef, insanların vasat ihtiyaçlarını giderecek üretim yapmak, kalanı ile daha çok insan yetiştirmek ve yeryüzünü daha çok imar etmektir. İmar, daha çok insanı daha az emekle yaşayabilecek hâle getirmektir.

 

Üretmeden kağıt üzerinde hayali spekülatif oyunlarla kalkınmak mümkün değildir.

Üretim, eşya üzerinde emekle işlem yaparak faydasını artırmadır. Mübadele ise yerini değiştirerek insanların daha çok ihtiyaçlarını gidermektir. Para üretim ve bölüşme aracı olarak kullanıldığı zaman değeri vardır. Kumar gibi, faiz gibi, üretim ve bölüşme dışındaki kullanmada zarar vardır, yarar yoktur. Elektrikteki kısa devreye benzer.

 

Düşünün ki bir kumar masasında bulunan insanların cebinde 1000 YTL para var, günlerce kumar oynasalar bu para 1001 YTL olabilir mi?

Mal el değiştirdiği zaman faydası artar. Çünkü daha fazla ihtiyacı karşılayan yere gitmektedir. Dolayısıyla aracının bundan pay alması normaldir. Oysa para yer değiştirdikçe değeri artmaz. Çünkü satın alma gücü aynıdır. Aracının bir pay alması, başkalarının haklarını çalmasıdır.

 

İşte bu şekilde sermaye piyasalarında yapılan binlerce spekülatif hareketin reel manada ekonomiye hiçbir katkısı yoktur. Bilakis zararı vardır

Para karşılığı çıkarılan senetlerin el değiştirmesi artması mal artmadan paranın artmasıdır. Enflasyonun kaynağıdır. Bu sebepledir ki hukuki manadaki faizin ekonomideki manâsı enflasyondur. Mal artamadan satın alma gücünün artması hukukta faiz, ekonomide faizdir.

 

Sık sık yeni bir kavram ile karşılaşıyoruz; işsizliği azaltmayan büyüme... Gerçekte böyle bir büyümenin olması mümkün mü? Hem ekonomi daha fazla üretecek, hem de çalışan insan sayısı aynı kalacak veya azalacak, bu mümkün değildir.

Büyüme nakitle ifade edilirse, parayı çoğaltırsanız istediğiniz kadar büyüyebilirsiniz. TL yerine dolar hesabı yaparsınız. Paranız kıymetlenirse doların değeri düşer, ülke büyümüş görünür. Gerçekte bir büyüme yoktur. Malın çoğalması şeklinde büyüme borçlanarak yapılabilir. Sahtekarlık budur. Mal üzerinde büyüme artan borç düşülerek hesaplanmalıdır. Artan ihracat değil, ithalat düştükten sonra artan ihracat kazançtır. Eğer ithalat büyükse bu farkın küçük olması istenir. Çünkü negatif sayı ne kadar küçük olursa o kadar büyük olur.

 

Üretimi oluşturan bu parametre ve değişkenleri tek tek irdelemeye önce sermaye ile başlayalım.

Üretimde girdi dört çifttir. Altyapı ve tesisler, üretim ve bakım emeği, ham madde ve su, elektrik gibi yardımcı madde, genel ve kamu hizmeti. (Kama hizmeti = garanti = güvenlik = kredi) sermaye ilk ve ham maddedir. Batı mantığında teşebbüs dışında her şey sermayedir.

 

Özellikle 1970'li yıllardan sonra bu anlayışla yurt dışından faizli para alarak kalkınma yolunu seçen ülkeler, Global sermayeye trilyonlarca Dolar borçlu konuma gelmişlerdir. Yani kalkınmaya çalışıp ürettikçe batmışlardır.

Dıştan borçlanmaya Osmanlılar tarafından başlanmış ve bu borçla Osmanlı tarihe karışmıştır. Osmanlı cephede yenilmemiştir. Ekonomide çökmüş ve müttefikleri yenildiği için masaya mağlup olarak oturtulmak istenmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Osmanlılardan devralınan borçları ödemiş ve dış sermaye ile oluşmuş elektrik, demiryolu gibi tesisleri millileştirmiştir.

Türkiye yeniden borçlanmaya 1950’de başlamış ve bu sayede tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir. 30 milyar dolar borçlanmıştır. Menderes bu başarısını sehpada can vererek ödemiştir. Demirel, Özal, Çiller ve Erbakan borçlanmaya devam etmiş, 1997’de borç 80 milyar dolara çıkmıştır. Türkiye bu dönemde altyapısını tamamlamış ve kendisine gerekli tesislerden fazlasını kurmuştur. Ondan sonra beş senede 70 milyar dolar borçlanılmış ama ülkede bir çivi çakılmamıştır. Son üç yılda 30 veya 40 milyar dolar daha borçlanılmış, bu arada kamu İşletmeleri de dışarıya peşkeş çekilmiş, ama yiye yatırım yoktur. 1997’den sonraki borç tamamen gereksiz ve zararlı borçtur. Türkiye’yi süratle Osmanlıların akıbetine götürmektedir.

 

Enflasyon bahsinde geniş olarak bu maliyetli parayı analiz edeceğiz. Ancak kesin olan şu ki yatırımlar için tasarrufları veya yabancı sermayeyi çözüm olarak görmek hele hele bunları maliyetli olarak kullanmak asla bir çözüm değildir.

Bir ülke eğer geri ise dış sermayeyi kullanabilir. Ancak Türkiye gibi alt yapısını tamamlamış, tesislerini fazlasıyla kurmuş ülkenin dış borca asla ihtiyacı yoktur.

Dış sermaye aşağıdaki yollarla sağlanabilir.

  1. Dış sermaye mal borçlanarak sağlanabilir.
  2. Dış sermaye yatırımlara iştirak ettirilerek sağlanabilir.
  3. Dış sermaye karşılıklı kredileşme yoluyla sağlanabilir, (TL verir, karşılığında o ülkenin parasını alırız.)
  4. Dış sermaye iç borçlanma ile sağlanabilir. Doları TL ile piyasadan alır, sonra onunla ithalat yapabiliriz.

Bugün bu yollarla dış borçlarımızı iki yıl içinde tasfiye edebiliriz.

 

Devlet sıfır faizle proje mukabili isteyen herkese ama herkese sermaye desteği sağlamalıdır.

Sipariş alan veya inşaatta resmi ücretle işçi bulan herkese, o işi yapan herkese kredi verilmelidir. Mal satıldığı zaman tahsil edimelidir.

Aşağıdaki grafikte bunu daha net analiz edebiliriz:

Faizsiz Para İle Yapılan Üretim

Faizli Para İle Yapılan Üretim

Faizle yapılan üretimde mal satılmadığı zaman gittikçe pahalılaşmaktadır. Eskidiği için satılma şansını yitirmektedir. Oysa faizsiz üretimde mal ne kadar geç satılırsa satılsın değeri artmamaktadır. Hattâ yeni üretimle sübvanse edilerek zarardan kaçılmıştır. Faizli sistemde üretici ürettiği malı hemen satmak durumundadır. Pazar sıkıntısı buradan oluşmaktadır.

 

Acaba emisyon hangi şartlarda enflasyon yapar?

Emisyon dört halde enflasyona neden olur.

  1. Tam istihdamdan sonra emisyon enflasyona sebep olur.
  2. Ticari kredi enflasyona sebep olur. Tüccar malı stoklar ve sonra pahalı satar.
  3. Tüketiciye verilen kredi (veresiye) enflasyona sebep olur. Mal tüketilir, para aynı kalır.
  4. Faizin ödenmesi için yapılan emisyon enflasyona sebep olur.

 

Tarım kesiminde durum elbette daha farklıdır. Dolayısı ile tarımda emisyon ile sübvansiyon uygulaması çok rahatlıkla ve yüksek oranlarda yapılabilir ve özellikle ülkemiz için çok hızlı bir büyüme bu sayede elde edilebilir.

Sanayileşmede tekel oluşmuştur. Dolayısıyla sanayide fiyatlar maliyetin çok üstündedir. Tarımda tekel sağlanamaz. Çünkü üretim biyolojiktir, yaygındır, özeldir ve işçilikle değil mülkiyetle çözülebilir. Dolayısıyla tarım sektörü sanayi sektörü karşısında ezilmektedir. Bu tarım kredileri ve sübvansiyonla sağlanmaktadır. Bu da tarımı biraz daha çökertmektedir. Sübvanse edilen bir mal o malın işletmeleri sübvanse edilmediği zaman yok eder. Sübvanse üreticiyi tembelleştirir. Bunun yerine selem sistemi kredinin tüketiciye sipariş olarak verilmesi sayesinde serbest rekabet sürer. Üretim planlanır. Yirmi beş “Genel Hizmet” küçük işletmeleri büyük işletmeler seviyesine çıkarır. Sabit sermayenin sıfırlanması ile küçük işletmeler büyük işletmelerle yarışır olurlar. Böylece tarım sektörünün sübvanse edilmesine gerek kalmaz.

 

Daha üretici ürününü tarlaya atmadan tahmini elde edilecek ürünün karşılığının yarısı devlet tarafından bu insanlara sıfır faizle takdim edilmelidir. Mahsul alındıktan sonra kalan kısım net hesaplanarak verilmelidir.

“Adil Düzen”de tüketiciye sipariş kredisi verilir. Mağazalara sipariş yapılır, mağazalar tüccara sipariş yaparlar, tüccarlar da üreticilere sipariş yaparlar. Böylece üretici devre başında üreteceği malın tamamını almış olur. Fiyatlara müdahale edilmez. Üreticiye verilecek miktar geçmiş on sene içinde o tarlanın ödediği öşrün toplamıdır. Takdir devreye girmez.

 

Ülkemizde sanki bir ekonomi kuralı imiş gibi savunulan özelleştirmenin ne iktisadi izahı, ne de fiili uygulaması vardır.

Fransa' da devletin ekonomide ki ağırlığı % 54, Belçika'da % 54.3, İsveç'te % 62.3, İtalya'da % 50.2, Almanya'da % 49, ABD' de % 32, İngiltere'de % 41 düzeyinde iken bu oran Türkiye'de 1998 yılı itibariyle % 26'dadır (2).

Türkiye’de KİT’ler dört ana hizmeti görmüştür. 1) Sanayiyi transfer etmiştir. 2) Teknolojik eğitimi sağlamıştır. 3) Kentleşmeyi gerçekleştirmiştir. 4) Sermayenin tekelleşmesini önleyerek serbest rekabeti korumuştur.

Türkiye’de KİT’ler zarar etmemiş, zarar ettirilmiştir. 1) Enflasyon %100’lerde iken bunlar vergilendirilmiş ve devlet eliyle iflas ettirilmiştir. 2) Devlet müdahale ederek serbest fiyatla satış önlenmiştir. 3) işsizlere iş bulmak için gereksiz işçi almaslarına zorlanmıştır. 4) Hortumcu yöneticiler atanmıştır.

KİT’lerin görevleri bitmemiştir. 1) Sanayi transferi yerine sanayi üretimini sağlayacaktır. 2) Teknoloji eğitimi yerine işletme eğitimini öğretecektir. 3) Kentleşmenin yerine sanayileşmeyi kırlara ve köylere götürecektir. 4) İşletmeleri kurup pay senetleriyle halka devredecek, halk sektörünü oluşturacaktır.

KİT’lerin “özelleştirilmeye” değil, “özerkleşmeye” ihtiyacı vardır.

Türkiye'de en son yapılan özelleştirmeler sonucunda bu oran, 2005 yılı itibariyle % 20'nin altına inmiştir.

“Adil Düzen” iktidar olduğunda bu işletmeler KİT’lerden daha fazla istihdamı sağlamışsa, devlete daha fazla vergi ödemişse, spekülatif kazançlar cihetine gitmemişse, ucuz almış olsalar da ellerinde bırakılacaktır. Aksi olduğunda ise ödedikleri paradan ülke ekonomisine sağladıkları zarar düşülerek istirdad edilecektir. Karşı çıkanın bu ülkede yaşamasına imkan verilmeyecektir. Bu hususları hakemlerden oluşan adil yargı belirleyecektir.

Özerk işletmelerin yönetim kurullarını siyasi partiler aldıkları oyları nisbetinde belirleyeceklerdir. Zarar ettiren yöneticiler hakemler kararı ile yönetimden uzaklaştırılacaklardır.

 

GSMH

Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH), bir ülkede belirli bir zaman diliminde (genellikle bir yılda) üretilen mal ve hizmet biçimindeki çıktıların parasal değerlerinin toplamıdır.

Gayri Safi Milli Hâsıla para ile ölçülmektedir. Para değerindeki değişme bu sayıyı değiştirmektedir. Gerçek değeri bulmanın yolu nedir? Sonra hizmetler milli hâsıla içine girmez. Kişiyi tıraş etmişiz, bunun gayri safi milli hâsıla ile ilgisi nedir. Bu hususa biraz açıklık getirmeliyiz.

a) Bir ülkede nüfus artmış olabilir. Bunun anlamı şudur ki, o ülkede daha fazla tüketim olmuştur. Gayrı safı nüfus artışıdır. Bunun safı olanını bulmak için dış borç düşülmelidir. Bunun miktarını günlük tüketimle ölçebiliriz. Bir kimse günde kaç gram buğday tüketir. Onun bir katı katıktır. Bir o kadar da giyim ve diğer masraflardır. Biz bunu bir avuç buğday olarak alıyoruz. 500 gramdır. Dört katı iki kilo buğdaydır. Buna bir fitre diyoruz. Hanefilere göre bu dört kilo civarındadır. İşte dış borç buğdayın bu değeri ile düşmelidir.

b) Bir ülkede ortalama ömür artmış olabilir. Bunu yıllık olarak ölçmek için nüfusu o yıl ölenlere bölerseniz o yılki ortalama ömür bulunmuş olur. Bunların artışlarının çarpımı tüketim bakımından millî hasıladaki artış olarak alınabilir.

c) Tüketim mallarının değeri buğday parası ile ölçülerek milli stok buğday cinsinden, inşaat malzemesinin fiyatları demir cinsinden hesaplanarak milli stok demir cinsinden bulunur. Dövizler, dış borç ve alacaklar altın cinsinden hesaplanarak milli stok, taşınmazlar ise resmi ücret ve resmi malzeme fiyatları hesaplanarak maliyetleri ile hesaplanır, brüt milli yatırım stok bulunur. Bundan yıpranma düşülürse net imar stoku bulunmuş olur. Buğday, demir ve toprak paralarının altın değerleri ile toplamı milli stok verir. Milli stoklardaki artış imardaki artıştır.

d) İmardaki artışı başka bir şekilde buğday parasının resmi inşaat ücreti arasındaki orandır. Yani, bir kimse kaç saat çalışacak ki yaşasın.

Hasıla vergisi hesaplanırsa milli hasıla kamu paylarının katları ile ölçülebilir. Tarımdaki gelirin on misli, sanayi gelirin beş misli, taşınmazların beş misli milli hasılayı ölçer. Sermaye vergisinin kırk misli de milli stokları verir.

 

Büyüme ise; GSMH’nın belli bir dönem içersinde oransal olarak ne kadar arttığını gösteren ölçüdür.

Büyüme milli hasılada yıllık artış ile, nüfusun artışı ile ölçülebilir. Ortalama ömürde artış gelişmeyi, inşaat işçiliğinin buğday parası ile değeri de gelişmeyi belirler.

 

GSİH (Gayri Safi İç Hâsıla)’da yabancıların içeride oluşturdukları katma değer artışı da hesaba katıldığı için, ekonomilerde reel büyümeyi yansıtmaz.

Dış borç veya dış iştirakler milli hasıladan düşülmelidir. Türklerin dışarıda yatırımları varsa onun da eklenmesi gerekir. Ancak biz sadece borç ve alacağın düşülmesi gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü iştirakler ülkede yabancıların göçleri gibidir. Bizden sayılır.

 

Yabancılar elde ettikleri gelirleri o topraklarda tutmazlar. Dolayısıyla, yerli bireylerin üretimi o ülke ekonomisindeki büyümeyi daha iyi yansıtacaktır

Yabancı iştirakler o ülkede tutulmazlarsa o yıl eksilmiş olur. Dolayısıyla borç faizi gibidir. Kesin geri gidecektir. Ama iştirakte zarar da sözkonusudur. Ülkede kalabilir.

 

Milli Ekonomi Modeli’nde GSMH hesaplaması üretim yönlü yapılırken stok artışlarından arındırılarak yapılacaktır.

Arındırma yerine ayrı ayrı hesaplama sözkonusudur. Sonra birleştirilmelidir.

 

Harcamalar yönlü yapılan hesaplamalar ile üretim yönlü hesaplamalar stok artışlarından arındırıldıktan sonra hesaplanacaktır

Para değerinin artışı hâsıladaki artış değildir. İnsan sayısının artması, ortalama ömrün uzaması, milli stokların artışı, imarın gelişmesi milli hâsıladaki artıştır. İnsandaki artış tüketimdeki artıştır, imardaki artış üretimdeki artış demektir.

 

MİLLİ EKONOMİ MODELİ'NİN BAZI TEMEL PROBLEMLERE YAKLAŞIMI Enflasyon / Deflasyon

2003 yılı Ocak ayında TV kanallarında yaptığımız çeşitli açıklamalarda Alman ekonomisinin de 2003 yılında durağanlaşacağını, bunun akabinde işsizliğin artacağını ifade etmiştik. Almanya’nın Maastrich Kriterlerini askıya alıp kamu harcamalarını arttırmak zorunda kalacağını hatta çok kısa bir zaman içerisinde borç almak zorunda kalacağını söylemiştik.

Bir devletin bağımsızlığı onun kendisinin serbest para basması ile mümkündür. Ordusu ve parası olan devlettir. Bağımsız olarak para basamıyorsa, bağımsız bir ordusu yoksa, o devlet değil vilayettir.

Avrupa Birliği ortak para birimine geçmiştir. Böylece devletler bağımsızlıklarını kaybetmiştir. Ama Avrupa’nın ortak dili yok, ortak ordusu yok, devlet olamaz. Ayrıca, Avrupa para formüllerini Yahudiler düzenlediler ve onu da dolara bağladılar. Dolayısıyla Avrupa bağımsız değildir. Daima ABD’nin arkasından gitme durumundadır. Avrupa’daki krizler paranın doğru kullanılmamsından ileri gelmektedir. ABD’de kriz ise reel krizdir. Doların iflasıdır. ABD kendini silah zoru ile yaşatmaktadır. Sonu yakındır.

 

Alman ekonomisini yakından takip edenler bilir ki 2003 yılında Alman ekonomisi önce durağan bir döneme girdi. Arkasından işsizlik artmaya başladı.

Alman ekonomisi durağana girmez ve işsizlik artmaz. Bunlar istenerek yapıldığı için kendisini düzeltir. ABD’nin çökmesinden sonra süratle süper ekonomi olma durumundadır.

 

Bugün itibarı ile son 72 yılın en yüksek işsizlik oranları Almanya’nın önünde durmaktadır. 5 milyonu aşan işsizi ile Almanya, tarihinin en büyük açmazı ile karşı karşıya olduğunu kendisi ifade ediyor.

Gelişmiş ekonomilerde işsizlik suni olarak ortaya çıkarılır, böylece dünyaya satılmak üzere stoklanmış mallar eritilir. Fiyatların düşmesi önlenir. Almanya’daki işsizliğin kaynağı, düşmekte olan ABD dolarının değerini korumayı amaçlamaktadır. Dış talimat gereğidir. Başka bir ifade ile Almanya para basmayınca ekonomisini de yürütememektedir. Oysa AB devletleri merkez bankaları milli paralarını toprak karşılığı çıkarmalıdırlar. AB’nin çıkardığı euro ise altına kote edilmelidir. Millî bankalar Avrupa Merkez Bankası tarafından stok değerleri ile alınıp satılmalıdır. Böylece hem birlik sağlanır, hem de bağımsızlık korunur. Avrupa Latince’yi resmi dil kabul etmelidir. Milli ordular arası birlik yapılmalıdır.

 

2002 yılı işsizlik oranı % 8.2, 2003 yılı işsizlik oranı % 9.1, 2004 yılı işsizlik oranı % 9.6'dır (8).

Almanya işsizliği önlemek istiyorsa yapacağı iş çok basittir. Diğer uluslarla kredileşecektir. Yani, AB’den euroyu kredi olarak alacaktır. Bunu bütün dünya merkez bankalarına kredi olarak verecektir. Onların denk paralarını da Almanya’ya alacaktır. Böylece Alman müteşebbisleri ham maddeyi kolayca satın alabilirler, mamul maddelerini borçlarını ödeyebilmeleri için Almanya’ya satarlar. Böylece Almanya’daki işsizlik hemen sona erer ama ABD dişlerini gösterir.

 

Bu arada Almanya'nın Maastrich kriterlerine de uymuyor olması, AB içerisinde ciddi bir tartışma başlatmış Daha önce söylediğimiz gibi bu uygulama ile AB en geç 15 sene içerisinde dağılmak zorunda kalacaktır.

AB’nin doğal birliği vardır. Ortak toprağa sahiptirler. Ortak dine sahiptirler. Ortak gelişmiş uygarlıkları vardır. Birlik merkezi dağılsa bile Avrupa dağılmaz. Avrupa’nın varlığını koruyabilmesi için parada değil, sistemler geliştirmelidirler.

  1. AB Merkez Bankası altın para basıp kuyumculara kredi olarak vermelidir. Kuyumcularda mevcut altın kadar altın para halkın elinde dolaşmalıdır. AB merkez bankası topraklarının büyüklüğüne göre altın parayı Avrupa devlet bankalarına bölüştürüp dağıtmalıdır. Bu bankalar buna karşılık milli paralarını toprak parası olarak çıkarmalıdırlar. Paranın değerini artırıp eksilterek milli ekonomiyi yönlendirmelidirler.
  2. Avrupa Birliği Latince’yi kendilerine resmi dil olarak kabul etmelidir. İlmi faaliyetler ve resmi vesikalar bu dille kaleme alınmalıdır.
  3. Avrupa Birliği uluslararası ulaşım, haberleşme, enerji dağıtımı, ilaç ticareti, silah ticareti gibi faaliyetleri kendisi yapacaktır. Buradaki gelirler Birliğin olmalıdır.
  4. Avrupa Birliği devletlerinde askerlik ihtiyarî olacaktır. Askerlik yapmak istemeyenler bedel vereceklerdir. Avrupa Birliği milli orduların Avrupa standartlarına göre kurulmasını sağlayacaktır. Silahla destekleyecektir. Böylece birliğin güvenliği ülkelerin birliği içinde mütalaa edecektir. Yoksa AB gelişemez.

 

Gerçekten ülkemiz şartlarında bir çözüm aranıyorsa; bu gün yapılanın aksine maliyetleri aşağıya çekecek bir maliye politikası ve tüketimi tetikleyecek bir para politikasının aynı anda devreye konması gerekir.

Ülkemizin dört komalık sorunu vardır. İşsizlik, dış borç, yargı bağımsızlığı, milli olmayan medya. Bunlar birlikte hemen çözülmezse Türkiye yeniden İstiklâl Savaşını yapmak zorunda kalacaktır.

İşsizlik için;

  1. İki yıllığına sigorta mecburiyeti kaldırılmalıdır.
  2. Faizler derhal sıfırlanarak borçlar altına kote edilmeli ve cebri icralar bir avdet etmemek üzere durdurulmalıdır. Borç ve alacakları devlet üzerine almalıdır.
  3. Gümrük vergileri sıfırlanmalı, Türkiye serbest bölge hâline getirilmelidir. Yabancıların Türkiye’de çalışmaları serbest bırakılmalıdır.
  4. En önemlisi, işçilerin ücretleri devletçe ödenip işletme borçlandırılmalıdır. Ham maddeyi satın alanın parasını devlet ödemelidir. Mamul satılınca para tahsil edilmelidir. Kredi faizsiz olmalıdır.

Dış borç ise;

  1. Dış borç iç borca çevrilecektir.
  2. Nakit borç mal borcuna çevrilecektir.
  3. Borç iştirake çevrilecektir.
  4. Dolar borcu YTL borcuna çevrilecektir.

Bağımsız yargılama için;

  1. Yüksek hakemler kurulu kurulacaktır.
  2. Yüksek bilirkişi kurulu kurulmalıdır.
  3. Yüksek soruşturma kurulu kurulacaktır.
  4. Yüksek hukuki savunma kurulu kurulacaktır.

Hakemlik sistemi çalıştırılacaktır. Aksi yazılmayan sözleşmeler hakimlerin değil de hakemlerin teminatında olacaktır.

Millî basın oluşturmak için;

  1. Medya kooperatifleri oluşturulmalıdır. Okuyucular üye, yazarlar yönetici olmalıdır.
  2. Yazarlara maaş bağlanmalı ve dokunulmazlıkları olmalıdır.
  3. Dağıtım devletçe karşılıksız yapılmalıdır.
  4. Basın yayın tamamen vergiden muaf olmalıdır. Sadece beşte bir alanlarını kamuya tahsis etmelidirler.

 

Burada maliyetleri aşağıya çekecek bir maliye politikasından kastımız şudur:

Maliyetleri yükseltme sebepleri şunlardır.

  1. Ağır vergi yükü.
  2. Sosyal güvenlik yükü.
  3. Karışık muhasebe ve bürokratik zorluklar.
  4. Faiz yükü.

 

Peki, gelir dağılımında bu boyutta bir dengesizlik neden meydana gelmektedir?

Halkın elinden satın alma gücünü alan;

  1. Faiz,
  2. Gelir vergisi,
  3. Tekele kredi,
  4. Kamu borcu.

 

Deflasyondan kurtulmak için sadece bir tek düzenleme yeterli değildir. Aynı anda hem para politikası, hem maliye politikası, hem bunlara uygun dış ticaret modeli, hem de sosyal devlet anlayışını hayata geçirmek gerekir.

  1. Kredi emeğe, mala, yatırıma verilecektir. Böylece para ihraç edilmiş olacaktır.
  2. Devlet hasıladan beşte veya onda bir alacaktır. Sermayeden kırkta bir alacaktır. Giderler gelirle ayarlanacaktır. Açık bütçe veya artırmalı bütçe olmayacaktır.
  3. Tüccar aldığı siparişlere karşılık iç üretime başka malları sipariş verecek, onları satarak onun bedeli ile sipariş malları ithal edilecektir. İthalat ihracat eşit olacaktır. Devlet karışmayacaktır.
  4. Sosyal devlette altyapı hizmetleri halka bedava olacaktır. Halk elektriği, suyu, haberleşmeyi ve ısınmayı bedel ödemeden kullanacaktır. Ayrıca çalışanlara kredi, çalışmayanlara kira payı verilecektir.

 

Bu konuda şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz:

Bugün devletin elinde sonsuz para vardır. Enflasyona sebebiyet vermeden bunu kullanarak devleti çok kolay ve basit bir şekilde yönetebilir. ABD zenginliği sadece buna dayanmaktadır.

 

Ortaya koyduğumuz bu Milli Ekonomi Modeli’ni ülkeler hayatlarına geçirip kapitalist anlayışı terk etmeden bu hastalıktan kurtulamazlar. Biz bu görüşümüzü 90’lı yılların başından beri ifade ediyoruz.

İnsanlık faizli sistemden karz-ı hasenli sisteme geçmeden çözüm bulamaz.

Biz Akevler olarak faizsiz alternatif sistemi 1960’lı yıllardan beri anlatmaktayız.

“Adil Düzen” 1980’li yıllarda dünyaya duyuruldu. Biz bunları Kur’an’dan öğrendik. Doğrular O’nun, yanlışlar bizimdir. Biz sadece kötü mütercimiz.

 

FAİZ

Hemen şunu başta ifade etmek gerekir ki faiz bir hastalıktır. Ekonomilerin dengesini bozan ve sermayenin belli ellerde tekelleşmesine yol açmak sureti ile sosyal adaletin gerçekleşmesine mani olan iktisadi bir yaradır (15).

Ayrıca, günümüzde ortaya çıkan resesyon, stagflasyon, deflasyon, enflasyon, işsizlik gibi bir çok hastalığın ana kaynağı yine faizdir.

Faiz enflasyonu doğurur, enflasyon fiyat ve ücret anarşisine sebep olur. Sonunda işsizlik, arkasından açlık ortaya çıkar. Açlık borçlanmayı zorunlu kılar. Borçlanma yolsuzluğa sürükler, yolsuzluk rüşveti getirir. Rüşvet baskının kaynağı olur. Baskı isyana sürükler ve sonunda devlet yıkılır.

 

Paranın esaret altında olduğu ekonomilerde para vazifesini ifa edemediğinden dolayı ekonomileri dengeye getirecek veya dengede tutacak üretim ve tüketim mekanizmaları işleyememektedir. Dolayısı ile yukarıda isimlerini verdiğimiz birçok ekonomik hastalık ortaya çıkmaktadır.

İnsanlık evrimleşmiş ve öz tüketimin yerini mübadele tüketimi almıştır. Mübadele de para ile olmaktadır. 2000’den sonra para ekonomisi zorunlu olmuştur. Para hava gibidir, nasıl havasız yaşanamazsa parasız da yaşanmaz olmuştur. Ne var ki, Allah her ihtiyacı karşılayacak imkanları da var etmiştir. Kağıt para Allah’ın kamuya sağladığı en büyük nimettir. Onun sayesinde paralı ekonomi varlığını sürdürecektir. Bucaklar buğday, iller demir, ülkeler toprak, insanlık altın para çıkaracak ve yerinden yönetimli bir düzen rahatlıkla sürdürülebilecektir. Faiz, kamuya ait bu paraya özel sektörü ortak etmek ve onun da para çıkarmasını sağlamaktır. Bu şirktir.

 

A– FAİZSİZ ÜRETİM DENKLEMİ

Para = Fiyat * Mal

Değişen Para = Mal * Değişen Fiyat+ Fiyat * Değişen Mal

dP / P = dM / M + dF / F paradaki yüzde artış mal ve fiyatlardaki yüzde artışlara eşittir.

Faizsiz ekonomide fiyat artışları yoktur.   dF / F = 0 dir.   dM / M = dP / P

Enflasyon yoktur. Para sadece üretime gider.

 

B– FAİZLİ ÜRETİM DENKLEMİ

Faizli düzende  dF/dt > Enflasyon olmak zorundadır. Enflasyon da dF/dt den büyük olacaktır. Fiyat ve ücret anarşisi doğar ve ekonomi çöker.

 

Her yıl dünyamıza yağan yağmur aynıdır. Ama eğer bu yağmur dünyanın her yerine orantılı bir şekilde değil de, birçok yerine hiç yağmazken bazı yerlerine aşırı yağarsa dünyanın birçok yeri çöl olur, az bir yeri de sel altında kalır; aynen bu şekilde ekonomide dolaşımda olması herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir şekilde piyasada bulunması gereken para bu konumunu kaybedip esaret altına alındığında ekonomi çöl haline gelecektir.

Tarla sulamasında verdiğimiz örneğin dünyaya teşmili örneğidir. Eğer kredi tekellere verilirse, sonuç sel ve çöl demektir. Oysa halka sipariş kredisi, işçilere de çalışma kredisi verilirse yağmur her tarafta eşit şekilde yağmış olur.

 

Herhangi bir şeyin stoklanmasında olduğu gibi paranın stoklanması da onun nominal değerini hak etmediği bir şekilde yükseltmektedir. Bu yükselişin iki büyük zararı vardır.

Para stoklanmış mal karşılığıdır. Hareket etmezse tüketim olmaz, insanlar açlıktan ölür, mallar da stoklarda çürür. Sipariş verme şartı ile kredi hareketi doğurur. İşverenin yanında çalışma kredisini verme paranın hareketini doğurur. Paranın spekülatif olmayan hareketi üretim demektir, yaşama demektir.

 

Faiz olarak verilen para ise paranın zatına ait olmayıp piyasada bulunmamasından dolayı üzerine yüklenen izafi değerden kaynaklanmaktadır.

Faiz piyasada para darlığı olduğu için sıfır değildir. Oysa paranın maliyeti sıfırdır. Darlık sırf faizcileri beslemek içindir. Yani, çalışanların emek karşılığı olan haklarını sömürücülere aktarmadan ibarettir. Faizden yararlanılması amacıyla paranın piyasadan çekilmesidir.

 

Nisan 2005 yılı sonu itibariyle Türkiye Hazinesinin iç borcu 236.185 Katrilyon TL idi. Oysa fazla değil 2003 yılı başında borcu sadece 149.870 Katrilyon TL' idi. Hazinenin özel kesime olan borçları ise 2003 yılı başında sadece 70.763 Katrilyon TL iken, Nisan 2005'te bu borç 154.501 Katrilyon TL'ye çıkmıştır. 30 ay içerisinde % 120 artmıştır (17).

Acaba Hazinenin borçlu olduğu bu kesim, bu miktarda bir parayı üretim veya ticaretle mi elde etmiştir? Elbette hayır.

Devlet parayı kendisi sıfır maliyetle üretmektedir. Halktan faizle para borçlanmasının tek mantığı vardır. Sermaye sektörünü besleyerek halkı sömürtmek. Devlet şimdi faizle parayı alır, piyasadan çeker. Bu malların ucuzlamasına neden olur. Sonra faizi ile beraber piyasaya sürer. Fiyatlarda sıçrama olur. Burada bir ekonomi iki darbeyi birden yer. Ucuzlama sonra pahalılanma, ucuzken alınan pahalı satılmış olur. Böylece para tekellere aktarılmış olur. Başka bir kötülüğü de, faiz dışarıda kaldığı için sürekli emisyon yapılır ve enflasyon sürüp gider. Kapitalizmde bu mantık doğrudur. Böylece sermaye tekeli korunmuş ve beslenmiş olur. Türkiye’de ise yerli sermaye tekeli oluşmuyor. Türkiye’yi yıkmayı düşündükleri için Yahudi sermayesi de gelmiyor. Merkez Bankası’nın bu acayip tutumunu açıklamak, Türkiye bu suretle yıkılacaktır şeklinde olabilir.

 

Hükümet DİBS senetleri çıkararak para basmakta ancak bu para üretime değil sadece rantiyenin eline gitmektedir. Basılan bu paranın karşılığı üretim olarak ortaya çıkmadığı için piyasada bulunan para karşılıksız bir paradır. Hükümet de talep enflasyonundan çekindiği ve zaten bu borcu ödeyecek gücü olmadığı için sürekli olarak faizle bu parayı yeniden piyasadan çekmekte ve yarayı büyütmektedir.

Her yıl emisyonda bulunan paranın faiz kadar parayı basıp piyasaya sürerek emisyon yapmaktadır. Bu paranın karşılığı şimdiye kadar özel sektöre devletin ödediği paradır. Borcu borçla ödemekte ve faiz kadar borç devamlı artmaktadır. Oysa devlet herkesin parasını bugün ödüyorum dese herkes parayı akşamüstü banklara yatıracağı için devlet bütün borçlardan kurtulmuş olur. Para stoku aynen kalır. Nasıl Van Gölü’nün su seviyesi değişmiyorsa, borç ödemekle bankalarda para stoku değişmez.

 

Faizin yaptığı tahribatlardan biri de işçi ücretleri üzerinde olmaktadır.

Faiz sürekli enflasyonun kaynağıdır. İşçilerin ücreti aşınmaktadır. Batı dünyası bunu bilerek yapmaktadır. İşçileri greve götürmekte, böylece stokları eriterek mallarının dış piyasalarda zebil olmasını istememektedir.

 

Karl Marks kendi görüşlerini açıklarken "artık değer" kavramını ortaya atarak işverenin elde ettiği kârın işçinin emeğinden çalınan artık bir değer olduğunu ifade etmiştir(18). Halbuki kâr işverenin hem emeğinin hem de koyduğu sermayesinin karşılığıdır. Asıl burada artık değer olan faizdir. Faizi zararsız olarak gören Marks işverenin kârını işçinin emeğinin artık değeri görmüştür.

Ancak artık değer karşılığı olan faizin ta kendisidir. Çünkü…

Marks kârı faiz gibi görmüş ve işçiden çalınan değerdir demiştir. Faiz, işçiden çalınıp sermayeye aktarılan miktardır. Kâr ise maldan ödenmekte ve riziko karşılığı tüccara verilmektedir.

 

İlk bakışta birbirlerinden farklı iki kutupmuş gibi gözüken kapitalist ve sosyalist anlayışların her ikisi de faizi sistemlerinin merkezine oturtmaktadır. Sosyal adalet madem gelir dağılımındaki dengeyi elde etmekten geçer, bunu bozan faiz mekanizmasını da devredışı bırakmak herhalde bu yolda atılacak en ciddi adımdır.

Sosyalistler faizi meşru görmüyorlar, yerine ikame ettikleri başka bir şey bulamadıklarını yatırımda rantabl hesaplarını faizle yapmak zorunda kalıyorlar.

“Adil Düzen” ise faizi ortadan kaldırmakta ama yerine başka müesseseler getirmektedir.

  1. Halkı biriktirmeye teşvik eder. Halka faiz karşılığı ne vereceğiz ki nakdini mevduat olarak bankaya yatırsın. Karşılığında kendisine kredi verilecektir. Buzdolabı almak isteyen parasını biriktirecek, yarısını biriktirince buzdolabı parasının tamamını çekerek buzdolabını peşin alacak ve sonra taksit taksit bankaya ödeyecektir. Mevduata karşılık eşdeğer faizsiz kredi faizden daha caziptir.
  2. Faizin başka bir görevi de rantabl hesapları yapmaktır. Buna karşılık adil düzende selem farkı vardır. Faiz yerine hesaplara o girer. Faiz, önce malı alıp daha sonra fazla parayı ödemektir. Selem ise önce az parayı ödeyip sonra malı teslim almaktır. İşte yatırımlarda faiz yerine selem tenzilatı hesaba katılarak rantabilite hesapları yapılabilir.

 

Kapitalist anlayışın ekonomi teorisi adı altında söylediği faizli paranın enflasyona yol açmayacağıdır. Ancak aynı miktarda faizsiz paranın Merkez Bankası kanalı ile karşılanması durumunda ise enflasyon meydana gelir. Adeta maliyetli parayı gören enflasyon sesini çıkarmıyor ama ne hikmetse yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden ayağa kalkıyor.

Milli hâsıladaki artış kadar bir faiz enflasyona sebep olmaz. Ancak ekonominin muharrik gücü olan kazancı üretici sektörden alıp tekel sermayeye aktardığı için ekonomide durağanlık olur. Bu da işsizliği, sonuçta gecikmeli olarak faizi doğurur. Milli hâsıladaki artıştan fazla faiz kesinlikle enflasyonu doğurur.

 

Bu mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş ülkeler kalkınmaları için ihtiyaç duydukları finansmanları kendi emisyonları üzerinden sıfır maliyet ile karşılama yerine faizle bu sermayeyi elde etme yoluna gitmiştir. Netice olarak kalkınmaya çalışırken kendilerini kısa bir zaman sonra büyük bir borç batağının içinde bulmuşlardır.

Faizli sistemde borçlunun borcu gittikçe artmaktadır. Borçlu ülke de borcunu artırmaktadır. Borç ve alacak kağıt üzerinde kaydi olarak oluşmadan ülkenin borcu artar ama hayat yine devam eder. Sömürü kredisini kestiği anda ülke açlıktan helak olur. Faizden kendisini kurtaramayanlar kurbanlık koyun gibi ölümü beklemektedirler.

 

Esasında faiz, sadece faiz verene değil aynı zamanda faiz alana da zarar vermektedir.

Alınan faiz para olarak alınmaktadır. Para artmakta ama enflasyon nedeniyle satın alma gücü azalmaktadır. Dolayısıyla enflasyonist bir ülkede reel faiz elde etmek mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla faiz ekonomik kazancı sağlayamamaktadır. Sadece alacaklının alacağını artırarak ekonomik yoluyla siyasi güç sağlamaktadır. Bir gün borçlu ben ödemiyorum dediği anda o para biter ve sermaye sıfırlanır. Tarihte Avrupa’da lale senetlerinin başına böyle bir olay geçmiştir. Bir gecede milyarderler iflas etmiştir. Doları da bu akıbet beklemektedir.

 

Milli Ekonomi Modeli’miz faizi tamamı ile sistemin dışında tutmaktadır.

Faiz devre dışı yapılmakta, onun yerine kredileşme ve selem sistemi getirilmektedir.

 

 

GELİR DAĞILIMINDA DENGESİZLİK

Ekonomi politikalarının en önemli hedeflerinden birisi de gelir dağılımını adil bir şekilde yaparak, fertlerin gelirleri arasındaki farkı mümkün olan en az seviyeye indirmektir.

İnsanlar borçlu doğarlar, buluğ çağına kadar borçlanarak yaşarlar. İnsanlığa borçlanırlar. Ergin yaşa geldiklerinde evler çocuk yapar ve borçlarını öderler. Ergin yaştaki yaşlı ana babasına bakarlar, insanlıktan alacaklı olurlar. Yaşlandıkça çocukları onlara bakar ve alacaklarını tahsil ederler. Asıl borçlu ve alacaklı insanlıktır, topluluktur. Genel hâsıladan önce bütün insanların çalışsın çalışmasın bütün insanlar yaşama hakkına sahiptir. Ancak üretim için emeğe ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, çalışanlara ayrıca emeklerinin karşılığı verilmiş olacaktır. Böylece çalışanların daha refah içinde olmalarını meşru olarak görmek durumundayız. İşte herkesin asli ihtiyaçları eşitlik içinde karşılanmalıdır. Çalışmak isteyenlere sipariş kredisini veriyoruz. Çalışmayanlar veya çalışmak istemeyenlere ise yeryüzündeki payının kirasını veriyoruz. Böylece herkesin yaşamasını sağlıyoruz. Burada önemli olan husus, gerek çalışanlara verilecek ücret payı, gerekse çalışmayanlara verilen kira payı paydır. Yani, toplu üretimden düşen paydır. Sabit bir karşılık yoktur.

 

Önemli olan bireylerin gelirleri arasında toplumsal dokuyu zedeleyecek bir uçurumun oluşmamasıdır. Ancak mevcut ekonomi modellerinin yanlış uygulamaları açlık sınırının altında yaşamaya çalışan bireylerle şatafatlı bir tüketim çılgınlığı içinde olan bireylerin iç içe olduğu çarpık bir toplum modeli meydana getirmiştir. Yanlış olan budur.

Herkes yaşayacak kadar gelire sahip olacaktır. Çalışanlar ise daha fazla servete sahip olacaklar. Ancak bunlarda tekel oluşmamalıdır. Bunu sağlamak amacıyla zenginlerden alınıp fakirlere dağıtılacaktır. Tüketimi yapan kişidir. İnsan ancak bir ekmek yiyebilir, bir pantolon giyebilir. Zenginler tüketime fazla katkıda bulunamazlar. Kazançlarını kumar ve eğlencede harcarlar. Bu işyerlerinin yapamamasına götürür. İşyerlerinin iş yapamaması işsizliği dolayısıyla ekonomik krizi doğurur. O halde yoksullara verilen kira payları zenginlerin de zengin olarak yaşamalarına imkan sağlar.

 

Toplumun geniş bir kesiminin gıda, giyim, konut, sağlık, ulaşım, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının gelir dağılımındaki bozukluk sebebiyle karşılanmaması, gelirin büyük bir kısmının mutlu bir azınlık tarafından türlü şekillerle elde edilmesi, ekonomik bir sorun teşkil etmesinin yanında sosyal tahribatlara yol açmaktadır.

Zenginlerden alınıp yoksullara dağıtılması halkta zenginlerin daha çok zengin olmaları dualarına mazhar olurlar. Zenginlerin zenginliği onlara da gelir sağlayacağı için zenginlerle yoksullar arasında çıkar paralelliği ortaya çıkar. Oysa faizli borç verenlere karşı halkın nefreti doğar.

 

Küreselleşme adı altında gelişmiş ülkeler çeşitli para oyunları ve çıkarttırdıkları kanunlarla birlikte, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ve gelirlerini sömürerek kendilerine aktarmışlardır.

Dünyada Amerika’da yerleşmiş 200 aile sermaye tekelini kurmuş ve gelişmiş veya gelişmemiş ülkeleri haraca bağlamıştır. Gelişmiş ülkelerde faizli kredi sistemi ile tekelleşmeyi sağlamış, gelişmemiş ülkelere ise sosyalizm belası ile halkın elinden zorla malları alınmış, şimdi de liberalleşme aldatmacasıyla özelleştirme ile tüm varlık tekel sermayeye aktarılmaktadır. Adil Düzen buna çareyi konsinye, mala-mal, esnaf ve sipariş mağazaları ile yapacaktır. Mağazalar mal senetleri ile işleyecektir.

 

Kapitalist politikalar sonucu 1998 yılı itibari ile 973.7 milyon kişi günde 2 ABD Dolarının altında gelir elde ederken; 352.9 milyon kişi ise günde 1 ABD dolarının altında gelir elde etmektedir(24). Aynı yıl itibari ile dünya nüfusunun 5.240 milyar olduğu dikkate alındığında felaketin boyutları daha iyi anlaşılacaktır.

Bu hesap yanlıştır. Önce üretim değil de tüketim esas alınmalıdır. Kişi başına tüketilen buğday cinsinden değer hesaplanmalıdır. Kırgızistan’da asgari gelir 20 dolar, Türkiye’de 200 dolar, Avrupa’da 1000 dolar, ABD’de 2000 dolardır. Köyümde armut parasızdır. ABD’de 10 dolardır. Ancak şunu söyleyebiliriz. Dünya da şu kadar borçlu, şu kadar da alacaklıdır. Borçlular artmaktadır.

 

Çoğunlukla Afrika'da, Doğu ve Güney Asya'da ve Güney Amerika'da açlık sınırında yaşayan insanlar, kaynakları olmadığı için değil, küresel güçler tarafından sömürüldügü için bu durumu yaşamaktadır.

Gelişmiş kabul edilen ülkelerde bile gelir adaletsizliğine işaret eden Gini katsayısı son derece yüksektir.

Dağılım hesapları şöyle bulunur. Orta değer bulunur. Kareleri alınır. Kişi sayısı karesine bölünür, karekök alınır, dağlım katsayısıdır. Bu sayı büyüyorsa çökme vardır. Küçülüyorsa gelişme vardır.

 

Bu sebeple kapitalist modellerin çözemediği problemlerden biri de gelir dağılımında dengesizliktir. Zira bu problem kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Gelir dağılımında bozukluğa sebep olan etkenler incelendiğinde bu daha iyi anlaşılacaktır.

Faiz zengini daha çok zengin eden bir sistemdir. Bu da dağılımı bozanın ta kendisidir. Dağılışın bozulması yaratılışın doğasıdır. Entropi büyür. Düzene getiren etkiler olmalıdır. Bu da zenginlerden servet vergisi alınarak fakirlere dağıtılmasıdır. Böylece dağılma devamlı olarak hizaya getirme şeklinde olacaktır. Tabii faiz yasaklanmalı ve gelir vergisi uygulanmamalıdır.

 

A– GELİR DAĞILIMINI BOZAN FAKTÖRLER

Gelir dağılımda bozukluk liberal görüşün “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” ilkesinin kapitalizm adı altında ekonomik bir sistem olarak kendisine hayat imkanı bulmasıyla başlamıştır. Kapitalistler devlete ve paraya getirdikleri tarifler ve yükledikleri görevlerle beraber gelir dağılımının bozulmasına neden olmuşlardır.

Ekonomide “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesi doğrudur. Çünkü insan irade sahibi olarak yaratılmıştır. Ondan dolayı sorumludur. İnsan iradesine ve insan malına müdahale Tanrı’ya şirktir. Ancak, iradeyi kullanmanın iki şey şarttır. Biri, yapılanlar ve yapılmayanlar kurallara yani şeriata uygun olmalıdır. Diğeri ise, tekelleşme önlenmelidir. Bu arada “bırakınız” kelimesinden vazgeçilmemelidir. Bu da ancak adaletli kredi ve vergi politikaları ile sağlanır. Halka faizsiz kredi ve sermaye vergisi tekeli önler.

 

Liberal anlayışa göre devlet; güvenlik, asayiş, altyapı yatırımlar gibi işlerle uğraşmalı, ekonomiye ve ticarete kesinlikle müdahale etmemelidir.

Liberal ekonomide söylenen doğrudur. Ama tekelleşmeyi önleme devlete aittir. Müdahale yoktur, şeriat vardır. Kurallar tekeli önlemektedir. Müdahale yoluyla değil, şeriat yoluyla önlenmelidir. Vergiler anayasal olmalıdır. Krediler istihkak mahiyetinde olmalıdır. Aidatsız sosyal güvenlik sağlanmalıdır.

 

Merkez Bankaları, bağımsızlıkları savunularak, devletlerin kontrolünden çıkartılmış global sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir kurum haline getirilmiştir.

Merkez Bankaları ekonomilerin kalbidir. Hazine ise parayı üreten ciğerdir. Kalbin durması insanın ölümü olduğu gibi, gelişmiş ülkelerde bankaların aksaması kalp ağrılarıdır. Birden kalb sektesi olur.

 

TAKDİM

İnsanın tabiatı icabı, kısa ve mutlu dönemler hariç, daima ihtirasları ön plana geçmiş, bunun neticesinde toplumun her zaman hükümran bölümü ekonomik refah içinde olurken, diğer bölümleri, değişen oranlarda sefalet ve yokluğa doğru giden kaderde birleşmişlerdir. İdare edenlerle açlık çekenler arasındaki topluluk, yetenekleri nispetinde pastadan parçalar koparmaya ve bu nedenle idare edenlere yakın olmaya çalışmışlardır. Orta sınıf olarak isimlenen nüfus, devletlerin kaderleri üzerinde etkili olmuştur.

Bunun yanında insanlar birbirlerine dayanışarak, yardımlaşarak, işbölümü yaparak, kötülüklerin defi için savaşarak bugünkü uygarlığa ulaşmışlardır. İnsanlık 7 milyar nüfusa ulaşabilmişse, bu arada uzaya çıkabilmişse, bu seviyelere hep kötülüklerle varmamışlardır.

 

Toplulukların ekonomileri onları idare eden kralların veya başkanların ağzından çıkan emirlerle oluştuğu devirlerde, ekonominin herhangi bir kesin kuralı yoktu. Kurallar, baştaki sahsın huyuna, karakterine, ahlakına, aklına ve yeteneklerine bağlı olarak tamamen emir ve direktifleri ile oluşmakta idi. Bu nedenle tarih boyunca güçlü devlet olmanın en etkin şartı adaletli paylaşım olmuştur. Sömürü düzeninin kurucuları olan kapitalist ülkeler, KÜRESELLEŞME adını verdikleri, aslı sömürme olan sistemle, gelişmekte olan ülkelerin tüm kaynaklarını ele geçirme operasyonunu hızla sürdürmektedirler.

İnsanlar kabileler hâlinde yaşıyorlardı. Her kabil,e kabile reislerinin oluşturduğu kural ve kararlarla yönetiliyordu. Hazreti Nuh Peygamber zamanında peygamberler veya krallar kurallar koydular ve halk onlara uydu. Hazreti Musa’dan sonra peygamberlerin veya kralların kural koyması yerine, teşri merkezlerinin yaptıklarını uygulamaya başladılar. Kur’an içtihat ve içtihat sistemi ile demokratik, yani halkın kendi kendilerini yönetme düzenini getirmiştir. Haçlı Seferleri sonunda Avrupa’da ticari hayat başladı. Yahudi sermayesi önce parada, sonra sanayide, sonra finansta tekelleşmeye başlamıştır. Bugün bu tekellerin tepede yani zirvede olduğu dönemdir. Bu tekel de diğer tekeller gibi çökmektedir. “Adil Düzen” ve tekellerin ortadan kalktığı “halk ekonomisi” bundan sonra gelmektedir.

 

Sömürü düzeni beşeriyet ile birlikte devam edip gelmektedir. Güçlü olan daima sömürmüş, zayıf olan daima köle olup ezilmiştir. Yüzelli yıldır kapitalist düzen, harpler, ekonomik olarak borçlandırma, özelleştirmeye teşvik ve hükmetme yolu ile sürdürülmektedir. Her türlü kaynakları tükenmiş olan, çok gelişmiş kabul edilen bu ülkeleri aslında ayakta tutan gelişmemiş ülkelerin kaynaklarıdır. Bu kaynakların kısıtlanması, durumun tamamen tersine çevrilmesi demektir.

Tarihte sömürü günleri gelmiş ve geçmiştir, ama refah ve saadet günleri de daha çok var olmuştur. Sermaye tekel değilse sömürücü değildir. Yönetim adil ise halkın güvenini sağlamaktadır. Bunlar saadetin kaynağıdır. Karamsar gözlük doğru görseydi uygarlık olmazdı.

 

Son yarım asırda harp etmekten ziyade, barış ve beraberlik kandırması ile, teknolojik üstünlüklerini tüm dünya ile paylaşmak istedikleri yalanını koz olarak kullanan gelişmiş ülkeler, geri kalmış ama aslında hazineler üzerinde oturan ülkeleri, KÜRESELLEŞME taktikleriyle avlamayı başarı ile hızla sürdürmektedirler.

Uluslar, iller, bucaklar, ocaklar ve halk varlıklarını, bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini koruyacaklar, ancak insanlar yeryüzünü bir topluluk hâlinde şeriat içinde bölüşerek yaşayacaklardır. Globalleşme bu hayata bir hazırlıktır. Her ne kadar Yahudilerin sömürü sermayesi tek devlet oluşturma planı içinde bu globalleşmeyi gerçekleştirmek istemekte ise de; globalleşme olacak ama tek devlet olmayacaktır. Uluslar, kabileler ve aile müessesesi kendisini koruyacaktır.

 

Küreselleşmenin bir şartı olan ÖZELLEŞTİRME yağması ile ülkelerin gelir getiren kurumlarını, stratejik önemi olan kurumlarını ele geçirmektedirler. Ülkede söz sahibi olan büyük yerel şirketleri önce küresel, tanınmış şirketlerle ortaklık yaptırıp, daha sonra tek başına ele geçirme operasyonlarını sabırla gerçekleştirmektedirler.

Allah bütün bunlara ülkeleri ve insanları uyarmak için izin vermektedir. Allah; “Adil Düzen”i kabul etmez de şeriata göre muasır medeniyetin fevkinde bir uygarlığı getirmek yolunda çaba sarf etmezseniz, sizi böylece yok ederiz diyor.

 

Bütün bu taktik ve planlarla gelişmekte olan ülkelerin üretimlerini ele geçirerek, kalkınma ve rekabet çabalarını yok etmeğe devam etmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerin büyük çapta yeraltı kaynakları küresel güçlere ait büyük şirketlerin ellerine geçmiş veya geçmek üzeredir. Para politikaları tamamen IMF ve Dünya Bankası'na teslim edilmiş, emisyon olayına hiçbir şekilde müdahale imkanı bırakılmadığından, tüm emek ve üretimleri de küresel sömürünün elinde kalmıştır.

Doğal kaynakların uluslararası şirketlere geçmiş olması, tekel olmadıkça son derece normaldir. Çünkü yeryüzü bütün insanlara birlikte verimlidir. Mevcut olan para sistemi onların icadıdır. Onu Hazreti İsa’nın dediği gibi onlara bırakalım. Biz mal senetleri ve mal senetleri karşılığı çıkarılan “kaydî para” ile bu sorunları çözelim diye Allah onlara böyle bir görev vermiştir.

 

Senyoraj hakları dahi onlara yabancı para olarak faizli borç şeklinde verilmekte ve bu durumda tüm insanlık küresel güçlere köle durumuna düşmektedir. Buraya kadar anlatılanlar küresel veya kapitalist ekonominin yüzeysel manzarasıdır. Küresel güçlerin, en çok çekindiği ULUSAL devletler olduğundan, öncelikle hedef olarak ulusal devlete yatkın topluluklar üzerinde acil planlar üretmektedirler. Özelleştirme ve borçlandırma taktikleri, kültürlerarası işbirliği çalışmaları bu planların önde olanlarıdır.

Bugün elimizde dolaşan nakit faiz karşılığıdır. O halde bunu kullanmamız faiz batağı içinde yaşamamız demektir. Biz halk olarak mal senetlerini çıkarabiliriz ve karşılıklı parayı mevcut mevzuat içinde üretebiliriz. IMF bir hastanın sancısı gibidir. Acıtıyor, çünkü tedavi olmamız gerekiyor.

 

Milli Ekonomi Modeli bu nedenle milli devletin olmazsa olmazıdır. Ve küreselleşmenin panzehiridir.

“Adil Düzen” milletlerin ayrı ayrı kendi ekonomik sorunlarını çözdüğü gibi, tüm insanlığın uluslararası sorunlarını da çözmek durumundadır. Uluslar vardır, problemleri vardır, çözülmelidir. İnsanlık da vardır, onun da sorunları vardır. O sorunların da çözülmesi gerekir. Adil Düzene göre millî anayasanın yanında “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bunun için hazırlanmıştır.

 

Kapitalist ekonominin kolayca uygulanabilmesi için ilim adına empoze edilen ekonomik modeller vasıtası ile tüm ülkeler pembe hayaller ile uyutulmaktadır. İşte bu eser, hakikatleri gözler önüne sermekle, mevcut ekonomik teorileri, uygulama temeline dayalı net matematiksel formülleriyle yerle bir etmektedir. Bu eserden de anlaşılacağı gibi Milli Ekonomi Modeli her topluluğun eşit şartlarda ekonomik gelişimlerini düzenlemektedir.

Kapitalizm de sosyalizm de aynı kalemden çıkmıştır. Sadece ambalajı ve etiketi farklıdır. Dünyada tek tip model revaçtadır. Kitapta tahliller doğru yapılmış, hedefler doğru gösterilmiş, ama çözüm mekanizmaları ortaya konmamıştır. Dolayısıyla bir modelin varsayımları var ama modelin kendisi yoktur. Tekel modeli içinde bu kuralların uygulanacağı sanılmaktadır.

 

Milli Ekonomi Modeli tüketim yanlısı bir modeldir. Yani, toplumu oluşturan bireylerin tamamının belli bir gelir düzeyine çıkartılmasını hedef almaktadır. Bunun neticesinde küresel güçlerin küçülte küçülte ortadan kaldırmak üzere olduğu ülkeler, bu modelle tekrar büyük ve güçlü devletler haline gelecektir. Toplumda fakir, aç, işsiz kalmayacaktır. Herkesin temel ihtiyaçları karşılanacak devlet sosyal bir devlet, yani baba devlet olacaktır. Devletin her türlü kaynakları, devlet-millet işbirliği ile kullanılacaktır.

Millî ekonomik model, sosyalizm modeli içinde çözümler arayan bir öneridir. Marx, aileyi, dini, ulusu ve mülkiyeti ortadan kaldırarak bir çeşit komünizme gidecek sosyalist bir model geliştirmiştir. Burada yapılmak istenen aileyi, dini, mülkiyeti ve ulus devleti koruyan bir sosyalizmi geliştirmektir. Yani, faşizm ve nazizm modeli bir sistem ortaya konmak istenmektedir. “Adil Düzen”de ise üretimde tekelin önlendiği, serbest rekabetin revaçta olduğu, tüketimde ise sosyal bir denge içinde herkese aş ve iş temin edildiği demokratik düzendir. Devlet hâkim değil, kayyumdur. Halkın işlerini görür.

 

Milli Ekonomi Modeli, daha önce kendilerine yeter durumda olan ülkeleri yeterli oldukları dallarda politikalarına müdahale ederek, kendilerine bağımlı hale getiren kapitalist ülkelerin her türlü müdahalelerini boşa çıkaracaktır.

İster sosyalist, ister kapitalist bir model olsun, kendi modelleri içinde kendilerini yenmemiz mümkün değildir. Onların bulvarlarında mağlup olunur. Osmanlılar neden yıkıldılar? Menderes neden asıldı? Refah-Yol hükümeti ne oldu? Bağımsız Türkiye Partisi ne kadar oy aldı? Tekeli yenmek ancak halk ekonomisi ile ve Kuvva-yı Milliye ile mümkündür. Bunun için işe mala-mal mağazalarının tesis edilmesi ile işe başlamalıyız. Bağımsız Türkiye Partililer bizimle işbirliği yaparak sorunları çözmemiz gerekirken, orada halkalanmış ve çöreklenmiş CIA ajanları görüşmelerimizi bile engellemektedirler. Uzaya gitmek istiyoruz ama nasıl gideceğiz?..

 

Tarımda, ormancılıkta, hayvancılıkta ve her türlü üretimde halkı ile birlikte, vergi almak yerine faizsiz kredilerle halkına destek ve en önemlisi her kesimdeki fertlere emeklilik hakkı tanıyan, ürettikleri her mamule alım garantisi veren tam bir sosyal devlet oluşacaktır. Modelle, sömürme ve sömürülme ortadan kalkacaktır. Bunun yerini adaletli bir dayanışma ve paylaşma ortamı alacaktır.

Devlet, halka verdiği faizsiz kredi karşılığı işletmelerden vergi alacak ve altyapı hizmetlerini karşılıksız yapacaktır. Üretim ve tüketim ise tamamen liberal sistem içinde olacaktır. Sosyal devlet olduğu kadar, aynı zamanda liberal devlet olacaktır. Kapitalist olmayacak ama liberal olacak. Sosyalist olmayacak ama sosyal olacaktır.

 

Ekonomi, topluluktan topluluğa, o kimselerin kültürel yapısına göre değişim göstermesi gereken bir uygulamadır. Yıllarca Hıristiyan kültürünün ürünü olan ekonomi politikalarının uygulanması bizi çıkmazlara sürüklemiştir. Kapitalist düzenin para ve faiz uygulamaları, para ile para kazanma imkanları, paranın belli merkezlerde toplanması gerçeği kaçınılmazdır

Kapitalizm ancak Hıristiyan dininin istismarı ile yaşayabilir. Sosyalizm ise ancak ateist bir düzen içinde varlığını sürdürebilir. “Adil Düzen” ise, halk ekonomisi içinde ancak gerçek lâik düzen içinde yaşayabilir. Gerçek lâiklik İslâmiyet’te ve Kur’an’da vardır. Gerçek Hıristiyanlık da İslâm’dır. Yahudilik, Budizm ve Brahmanizm de İslâm düzenidir.

 

Milli Ekonomi Modeli'nde ise, uygulama tamamen bizim kültürümüzün bir ürünüdür. Gelir dağılımında denge, sürekli büyüme ve tam istihdam çok uyumlu biçimde gerçekleşmektedir. Sosyal devlet olmanın gerekli temel şartları da bunlardır. Faiz olmaması enflasyonun sıfırlanmasıdır.

“Adil Düzen” sadece Müslümanların düzeni değildir. “Adil Düzen” tarihte hakkı üstün tutan uygarlıkların yirminci asrı da aşan bir düzendir. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyan ve Kur’an uygarlıklarının III. bin yıldaki uygulaması olacaktır. Peygamberlerin yerini âlimlerin aldığı ve aynı zamanda mukaddes kitaplara dayalı bir düzendir.

 

Bizim kültürümüzde yalan söylemek yasaktır. Bu gerçek bilindiği halde liberal ekonominin vergi alma tekniği esnafımızın yalan söylemesini mecbur hale getirmiş, ayakta kalmak için devletine yanlış ve eksik beyanlarda bulunmuşlardır. Bu nedenle ruhsal olarak suçluluk hakimdir. Milli Ekonomi Modeli'nde, yüz milyarın altında kazanan her kim olursa olsun kendisinden vergi alınmayacak olması, halkımıza kendine güven ve inançlarına uygun hareket etmenin mutluluğunu kazandıracaktır. Ve daha fazla imkanlara sahip olmak için gelişme çabalarını sürdürmeye devam edecektir.

Bir taraftan kapitalizme karşı faiz yasağı var, hâlâ gelir vergisinden bahsedilmektedir. Oysa gelir vergisi paradan alınan vergidir. Ve özel sektörün devletle birlikte vergiyi paylaşmasıdır. “Adil Düzen”de vergi istihsalden ayın olarak alınacaktır. Gelir vergisi yerine sermaye vergisi alınacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, İslâm’ın vergi sistemi anlaşılamamış ve kavranmamıştır.

 

Şunu açıkça söylemekte yarar görüyorum. Kapitalist düzene göre ekonomi: İnsanın sınırsız ihtiyaçlarını karşılamak için sınırlı imkanların kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma dayanan ekonomi kendi toplumunun menfaati için diğerlerini ezecektir. İşte bu nedenledir ki sömürü, savaş, işkenceler ve haksızlıklar dünyaya hakim olmaktadır

“Adil Düzen”e göre ekonomi, çalışıp yaşama mekanizmasıdır. Yani, herkese özgürlük içinde aş ve iş temin etmektir. Modelde ekonomi tanımlanmamıştır.

 

Şurası muhakkak ki insanın ihtiyaçları sınırsız değil aksine yaradılışı nedeni ile bir elin parmakları sayısı kadar bile değildir. Yeme içme, giyme, aile kurma vs… Ama ona sunulan imkanlara baktığımızda, tüm ihtiyaçlarına karşılık sayılamayacak kadar çok alternatifler ve bolluk vardır. Seç, seç ye; beğen, beğen giy; seç, seç al.

Yanlışı göstermek, doğruyu söylemek değildir. Evet, sizce ekonomi nedir, onu söyleyin. Tekrar tekrar yanlışları anlatmayın.

 

Demek ki ekonomi bilimi denilen ve toplumu yanlış bir tanımın peşinde sürükleyen, uğrunda harpler yapılan, sayısını söylemede zorluk çekilen milyonlarca eserler yazılan sayısız öğrenci ve öğretmen yetiştirilen sonunda bir hiç olduğu, Prof. Dr. Haydar BAŞ tarafından cesaretle gösterilen temelsiz bilimin, beşeriyet adına tam bir SKANDAL olduğu gerçeği ile karşı karşıya gelinmiştir.

Kapitalistler sosyalizmin hiç olduğunu ispatlar, ‘kapitalizmin de kusurları vardır ama daha iyisi yoktur’ derler. Sosyalistler de aksini iddia ederler. Her ikisi de İslâm düzeninden söz etmezler, onu yok sayarak kendilerini kabul ettirmekle meşgul olurlar.

Sayın Haydar Baş’ın yaptığı, sosyalistlerin ve kapitalistlerin söylediklerini bir arada söyleyerek sistemleri çürütmedir. Ama o kitapta da İslâm düzeni, “Adil Düzen” yoktur.

 

Zaten uygulamalarda da görülmektedir ki sadece yüzde on gibi bir nüfus bu ekonomiden yarar sağlamış, geride kalanlar ise daima ezilmişlerdir. Halbuki bunun tamamen aksinin olması, hatta yüzde yüzünün hayatlarını rahatça sürdürmeleri topluluklar için idealdir.

Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey'in yazdığı ve senelerce beyan ettiği Milli Ekonomi Modeli ilk önce ekonominin tanımını düzelterek: sınırsız imkanları, insanın sınırlı olan ihtiyaçlarına kullanma ilmi olarak tanımlamıştır. Hakikat bu olduğuna göre, kapitalizm ihtiyaçların değil fakat ihtirasların peşine düşmüş demektir.

Eğer imkânlar hava gibi sonsuz ise ekonomiye ne gerek var, herkes kendisi ondan yararlanarak yaşar. Ekonomi çalışıp yaşama düzenidir. İmkânlar sonsuz olsa bile, insanlar ondan kollektif olarak yararlanabilirler. Onun için tanım -onların tanımını kopya etmeden- şöyle yapılabilir: Ekonomi, birlikte çalışıp ürünü paylaşarak özgürlük içinde yaşamayı sağlayan bir organizasyondur.

 

Bu nedenle yıllar boyu ilim adına temelde bozuk bir düzenin teorileri yapılmış tüm insanlık bunu bilim zannedip uygulamıştır. Teknolojide ileri olan topluluklar, GLOBALLLİK demagojileri ile bir türlü kalkınamayan ve global güçlerin ihtiraslarının oluşmasını sağlayan toplulukları resmen suiistimal etmiştir.

Onlar kendi zalim düzenlerini tanımları ile yaşatmaktadırlar.

Bizim sorunumuz bizim tanımlarımızdır.

 

Milli Ekonomi Modeli sınırsız imkanları halkın önüne sermiş, devleti, vergi toplayan, tefecilik yapan ve milletini global güçlere köle eden bir devlet halinden, halkına sahip çıkan, onlardan vergi alacağına, onlara maddi imkanlar tanıyan, üretime katkı sağlayacak bir tüketim topluluğu ortaya çıkaran bir sosyal devlet haline getirmiştir. Fakirlik terimini tamamen lügatten çıkartan, her ferdinin gerekli ihtiyaçlarını kimseye muhtaç olmadan temin etmesini sağlayan bir baba devletin oluşmasını sağlamıştır.

Sosyalistler de devleti böyle tarif ederler. Ama böyle bir devletin nasıl varolacağını değil, kapitalist devletin kalkması ile böyle bir devletin geleceğini sanırlar veya öyle iddia ederler. Sonuç ne olmuştur? Kırk milyon insan öldürülmüş, sonra sosyalizmin kendisi de yıkılıp gitmiştir. Tekelcilerin bir sahtekârlığı da devletle hükümeti karıştırmadır.

Devletin tarifi şöyledir: Bir ulusun edindiği ülke üzerinde mülkiyet ile kurduğu hakimiyettir. Hükümet ise halka verdiği kredi karşılığı aldığı belli orandaki vergi payı ile devletin güvenliğini sağlayandır. “Adil Düzen”de devlet, baba devlettir. Ama hükümet kayyumluk yapan bir kâhyadır.

 

Aynı zamanda parayı, sadece bir mübadele ve değer saklama aracı olmaktan çıkarmış, ona kalkınmada tahrik unsurluğu, mal ve hizmet karşılığı olma özelliği kazandırmıştır. Yani parayı para yapan gene Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey olmuştur. Bu eser bütün bu işlevleri geniş olarak dünyanın gözü önüne sunmaktadır.

Paranın dört işlevi Adam Smith tarafından tanımlandığından beri bilinmektedir. Para değer ölçer, mübadeleyi sağlar, kredileşmeyi gerçekleştirir ve biriktirme aracıdır.

Bunu Haydar Baş’ın yaptığını iddia etmek çok hatalıdır. Kaldı ki, Haydar Baş bunun için bir sistem getirmemiştir. Bankaların istediklerine kredi açmaları sistemiyle bu sorunlar çözülmez.

 

Dönüp geriye ibret ile baktığımızda, asırlar boyu insanlara ekonomi bilimi olarak anlatılan, onbinlerce makale yazılan, konferanslar düzenlenen, işin garibi, sayısız master ve doktoraların yapıldığı, yani nalıncı keseri ile yontula yontula son durumuna gelen, uğrunda milyonlarca insanın perişan olduğu yanlışa dayalı ve küreselleşmeye destek bir ekonomi modelini getirenleri, gafletleri veya gizli gayeleri ile baş başa bırakırken, ben, bunların karşısında güçlü bir model ve bir hakiki eser görmekten ilim adamı olarak mutluluk, milletim adına gurur duymaktayım.

Dünyada kapitalizm, sosyalizm ve karma ekonomiler üzerinde pek çok kitap yazılmıştır. İslâm ekonomisi üzerinde ise sadece ahlâkî ilkelere dayalı sistem anlatılmış, faize karşı çıkılmıştır. Pratik olarak halk ekonomisi başta Türkiye’de olmak üzere gelişmeye başlamıştır.

Halk ekonomisinin sistematik olarak ortaya konuşu Akevler ile başlamıştır. Daha Akevler kurulmadan önce İzmir’de “Faizsiz banka” üzerinde konferanslara verilmiştir. İlk olarak 1969’da ‘faizsiz model’ anlatılmış, sonra i970’lerin başında kitaplar yazılmaya başlanmıştır. Daha sonra Necmettin Erbakan’la birlikte genel olarak “Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen” dünyaya tanıtılmıştır.

Haydar Baş bu çalışmalara bağımsız olarak katılmıştır. Duamız, bu hususta başarılı olması, Adil Düzencilerle yarışması, hattâ başarabiliyorsa geçmesidir. Daha çok başlardadır. Bu ekolün yapması gereken şey bizimle tartışması, kendi modellerini bizimle tartışarak geliştirmesidir. Biz karşımızda oyuncu bulamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Kimse bizimle güreşmek üzere mindere çıkmıyor. Haydar Başçılar da çıkmıyor. Allah’a dua ediyoruz; bizi yenebilecek güçlere erişen rakibimizi bize gönder!

 

Kalkınamayan, global bataklıkta kalkınmak için çırpındıkça daha da batan topluluklara müjdeler olsun! Milli Ekonomi Modeli ile Sosyal Devlet Projesi'ni ortaya atan, zayıf devleti değil her işte halkı ile eşit şartlarda el ele güçlü bir devleti, yani baba devleti tanıtan bu eser kurtuluşumuza kaynak olacaktır. Şunu asla unutmayınız, bu model ekonomide bir alternatif model değildir. Zaten yukarıda anlatıldığı gibi temelden yanlış bir modelin alternatifi nasıl olur ki. Ekonomi bilimi bu temel eserle gerçek olarak başlamıştır. Bu bir tarihi olaydır. Bu eser sonsuza kadar rehber ve ders kitabı olarak anılacaktır. Bilime yaptığı bu katkıdan dolayı Sayın Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey'i tebrik ediyor, Allah'tan (c.c) başarılar ve sağlıklar diliyorum.

Haydar Baş, önce çalışarak gerçek profesör olmuştur. Necmettin Erbakan mühendislikte, Haydar Baş da İslâmî ilimlerde gerçek profesör olmuşlardır. Tebrik ederiz.

Haydar Baş, bir tarikatın yönlendiricisidir. Böylece tarikatını orta çağın anlayışından çıkararak, ekonomi ve siyasi faaliyetlerdeki yerini kazandırmıştır. Tebrik ederiz.

Haydar Baş, dergi ve gazete ile İslâmî güç olmuştur. Tebrik ederiz.

Haydar Baş, televizyon kanalına sahip olmuş ve bozulmamıştır. Çıplak kadınlar oynatmıyor. Tebrik ederiz.

Haydar Baş, parti kurmuş ve binde birler oranında oy aldığı halde varlığını heyecanla sürdürmektedir. Tebrik ederiz.

Haydar Baş, ekonomik modelini kaleme almış ve tartışmaya açmıştır. Çok çok tebrik ederiz.

Bütün bunların yanında Haydar Baş içe kapanmış, kendileri yazıp kendileri okumaktadırlar. Ortaya koydukları öneri bir model seviyesinde değildir. Biz eksikliklerini tamamlamalarında desteklemeyi har zaman arzu ettik. Ne var ki, çevresini saran CIA ajanları onu bu halde tutuyorlar. Kaleyi ayırıp kendisine ulaşmalıdırlar, Adil Düzenciler.

 

Dr. Ata SELÇUK

Fırat Üniversitesi

Sayın profesörü de katkılarından dolayı tebrik ediyoruz. İnşaallah CIA kalesini atlayarak bizimle birlikte çalışmayı kabul eder.

 

Büyüme ise; GSMH’nın belli bir dönem içersinde oransal olarak ne kadar arttığını gösteren ölçüdür.

 

 

EKONOMİLERİ KURTARACAK FELSEFE; GELECEĞİN İKTİSAT FELSEFESİ

Prof. Dr. Haydar Baş'ın 'Milli Ekonomi Modeli' yalnız Türkiye ve Müslüman dünyası için değil, günümüzün tüm medeniyetleri için mühim vakadır. Ve bunun, dünya ekonomi düşüncesi gelişiminde yeni bir dönem olduğunu esaslı şekilde söyleyebiliriz.

Tarihte insanlar Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve I. Kur’an Medeniyetlerini geçirerek bugünkü hâle gelmiştir. Şimdi yeni medeniyet peygambersiz II. Kur’an Medeniyeti/ III. Bin Yıl Medeniyeti olacaktır. Bu medeniyet için, III Bin Yıl Medeniyeti için 20nci yüzyılda dünyada ve Türkiye’de ilim adımlarının çalışmaları başlamıştır. Ekonomi ile ilgili ilk model “Adil Düzen olarak dünyaya takdim edilmiştir. 20-25 bin sahifeyi bulan bir literatür vardır. Akevler’de uygulanmaya çalışılmaktadır. İkinci bir alternatif faaliyet Bağımsız Türkiye Partisi’nce başlatılmıştır. İnşaallah tartışacağımız bir güç ortaya çıkar.

 

Rusya ve Tataristan bilim adamları, Prof. Dr. Haydar Baş'ı derin felsefi, ilahiyat ve din bilgisi yazarı olarak tanımaktadır. Bu hizmetler Peygamberimizin hayatı veya İslam'da kadın hakları gibi geniş spektrumlu meseleleri de ele almaktadır. Bizce Prof. Dr. Haydar Baş, Müslüman Şark dünyasının İbn-i Sina, Farabi, Arabi, vs. ileri gelen alimlerinin çağımızdaki temsilcisidir. Çünkü tıpkı onlar gibi hizmetlerinde ciddi bilimsellik ile maneviyat, kültür ve pratik bütünlüğü mevcuttur.

Bir tarikatın yönlendirici olması bakımından bunları bilmeye gerek vardır. Tarikatı ilmîleştirme bakımından çok önemlidir.

 

İşte bu eser O'nun yeni hizmetidir. Kitabın özelliği yenilik ve esaslık, geleneklere sahip çıkmak ve cesaret, güncel iktisadın sorunların çözüm orijinalitesidir. Bu hizmette analitiğin parlak düşüncesi ile pratiğin tecrübesi, bilim adamının cesareti ve iş adamının pragmatizmi birleşmiştir.

Tevrat yalnız düzeni getirmiştir. İncil yalnız dini (takvayı) getirmiştir. Kur’an bunları birlikte takdim etmiştir. Çağımızda İslâm dini ile meşgul olan pek çok alim vardır. İslâm düzeni ile, şeriatı ile meşgul olan olmamıştır. Hele İslâm anayasası üzerinde tarihî bakımdan çalışma yapılmıştır. Medine Sözleşmesi ile dünyayı aydınlatmıştır. Ancak İslâm anayasası üzerinde içtihadî çalışmalara sadece Akevler tarafından uygulamalı olarak başlanmıştır. Bu çalışmalar “Adil Düzen” ile sunulmuştur. Ne var ki çoklu sistem olan İslâm düzeni alternatif görüşlere ihtiyaç duymuştur. Bunu da Haydar Baş başlatmış olmaktadır. Hamdolsun.

 

Kitapta ele alınmış konular o kadar geniş ki, yalnız onların kısaca özeti ayrı bir yazı teşkil edebilir. O yüzden, Tataristan ve Rusya vatandaşları için bizce aktüel olan konularda duracağız.
Tarihi gelişim süreci açısından da, dünya ekonomisinde ve günümüzün sosyo-ekonomik süreçlerde yerini belirleme açısından da Türkiye ile Rusya'nın kaderi benzerdir. İki ülkenin önüne globalleşme süreci katı seçenek olarak konmuştur; ya sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeler arasında layıklı yeri almak, ya da ikinci sınıf ülkesi olarak, doğal kaynak ve iş gücü gibi ucuz kaynak satıcısı olmaktır. Batının ülkelerimize empoze ettiği gelişim yolu, ülkelerimizin jeopolitik, tarihi, milli ve dini gelişim özelliklerini dikkate almamaktadır. O yüzden, bağımsızlığı kaybetmeden ve kendi gelenek, değer ve prensipleri koruyarak bizi iktisadi elite dahil edecek öz modeli oluşturmak aktüellik kazanmaktadır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın çalışması, dünya tecrübesine, en iyi beynelmilel iktisadi düşünce kazançlarına dayanan, manevi ve sosyal, insani faktörleri dikkate alan ve insan için çalışan bir modeli çizmektedir.

Ne “Adil Düzen” ne de Haydar Baş’ın modeli Sovyet ülkelerini doğrudan kurtaramaz. Gerek “Adil Düzen”, gerekse Milli Ekonomi Modeli metotlarından eski Sovyet ülkeleri doğrudan yararlanamaz. Kapitalistlerden daha şanslı olarak geleceğin İslâm düzenine (barış düzenine) yardım edebilir. Bunun için eski Sovyet alimleri ve siyasileri orijinal çalışma yapmalıdırlar. Bizi öğrenmeliler ama bizi taklit etmemelidirler.

  1. Yeni uygarlık büyük dinlerin getirdikleri hukukî ve ahlâkî ilkeleri benimsemek zorundadır.
  2. Yeni uygarlık bugünkü müsbet ilmin verilerine dayanmalıdır. Ütopik hayallerle sistem oluşturulamaz.
  3. Avrupa Birliği oluşurken Sovyetlerin dağılması bir talihsizliktir. Gorbaçev’den yararlanarak eski Sovyetler Birliği “Adil Düzen” içinde birleştirilmelidir.
  4. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”na eski Sovyet uleması ve siyasi partiler katkıda bulunmalıdırlar.

 

Bizce, bu çalışma, ekonomi düşüncesinin, teorik araştırmaların ötesindedir. Kanaatimizce, bu çalışma güncel iktisat felsefesinin parlak izahıdır. Çalışma Prof. Dr. Haydar Baş'ı Smith, Ricardo, Keins, Leontyev, Fridman, Kupmens gibi iktisatçılar sırasına dahil etmektedir.

Sayılan kişilerin ilmî seviyelerini ve düşünce tarzlarını bilmiyorum. Adam Smith liberalizmi yıkmak için faizi meşru kılan ve tekelciliğe götüren teori ortaya atmıştır. Muvaffak olmuştur. Hedefine ulaşmıştır. Bunlar içinde Keynes ilmî izahlar yapmıştır. Fridman ise ülkeleri sömürme araçlarını izahsız tavsiye etmiştir.

Haydar Baş Kur’an’a dayanmaktadır. “Adil Düzen”in ortaya koyduğu ilkeleri sıralamıştır. Onlardan üstündür. Duamız, uygulamaya doğru adımlar atmasıdır.

 

Ekonomik model çalışmaların önem ve değerini, iktisat-matematik bilişiminde araştırma yapan Nobel ödülü sahip sayısına göre anlayabiliriz. İktisat üzerine Nobel ödülü 1969 yılında verilmeye başlandı. Hesaplarımıza göre bu ödüle 36 (aralarında 26'sı iktisat-matematik bilişiminde araştırma yapan) iktisatçı layık görülmüştür. Sosyal-iktisadi sistemdeki yasal ve sayısal ilişkilerin tespiti enformasyon teknolojilerin kullanımı ile kolaydır. Lakin iktisat teorisi, istatistik, matematik ve enformasyonun gerçek sentezi olan çalışmasıyla Prof. Dr. Haydar Baş'a da bir Nobel ödülü gerekecektir. Bunda milli sistemi ve modeli mühim rol oynayacaktır.

“Ekonomik Doktrinler ve İslâmiyet” adlı basılmamış bir kitabımda elektrik formülleri ile analok iktisat formüllerini geliştirdim.

Mesela, Mal=Pozitif yük, Para=negatif yük, Emek=S kutbu, Yapılar=N kutbu, Fiyat=1/Voltaj, Ambar=Kapasite, Kasa=Self  

Buna göre kurduğum elektrikî devreler ile devreleri izah ettim. Rejimleri de hukuk ile ekonomi arasında denge kurarak tanımladım.

Ekonomi^2 = (Mülkiyet - Km/Mülkiyet)^2 + (Teşebbüs - Kt/Teşebbüs)^2 + (Tasarruf - Ks/Tasarruf)^2 olarak tanımlanmakta ve İslâmiyet’te km=kt=ks=0 alınmaktadır. Diğer rejimlerde sadece birer tanesi sıfır değildir. Karma ekonomide ise hiçbirisi sıfır değildir.

Rejimler matematik olarak Kapitalizmde kt>0 dir Sosyalizmde kt<0, liberalizmde ks>0, sosyalizmde ks<0, teşebbüs kapitalizminde kt>0 ve planizmde ise kt<0 dır.

Haydar Baş’ın analizleri internette olmadığı için değerlendiremedim.

 

Günümüz iktisat teorisinde değişik ekonomik sistemler mevcuttur: Tam rekabetli serbest piyasa ekonomisi (tam kapitalizm), serbest piyasa ekonomisi, geleneksel ekonomi, idari ekonomi. Batı strateji uzmanları piyasa ekonomisi taraftarlarıdır, geleneksel ekonomi ise, onların analiz ve öngörülerinde ülkelerin gelişimini frenleyen gelişmemiş sistem olarak gösterilmektedir. Prof. Dr. Haydar Baş'ın kitabında gösterilen kapitalizmi, globalleşme taraftarları gelişmekte olan ülkelere, onları tamamen kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarlarına uydurmak için empoze etmektedirler.

 

İlim. olayların kurallarını belirlemektir. Ne yapılırsa ne sonuç vereceğini bilmektir. Ne yapılması gerektiğine ise ilim değil din karar verir. Lâik düzende de dini halk seçer. Haydar Baş neyin yapılması gerektiğini iyice ortaya koymuştur; ama nasıl yapılacağı hususu pusludur. Tartışılıp aydınlığa çıkarılması gerekir. Methiyeler varolan sorunları çözmez, çözemez.

Günümüzde dünya ekonomisinde Japon, İsveç, Amerika, Alman iktisadi modeller malum. Prof. Dr. Haydar Baş'ın çalışmasında, insan, onun ihtiyaçları, imkân ve memnuniyeti ön plana alındığı için, beynelmilel modelin çizildiğini söyleyebiliriz. Teklif edilen model İslamiyet'in ebedi prensiplerine dayanmaktadır. Bu prensipler temelinde orta çağda Müslüman camiası, her millet, sınıf ve tabakanın iktisadi ve sosyal güvencede bulunduğu gelişmiş devletler kurmuştur.

Tarihte devlet “zekât” ile sosyal olmuştur. Mülkiyette rıza arayarak liberal olmuştur. Ne var ki, o liberalizm organize ekonomi olmadığı için büyük işler yapamamaktadır. Büyük firmaların karşısında iflas etmiştir.

“Adil Düzen”de işletmelere hizmet kooperatifleri ortak olarak katılmaktadır. Devlette orta ve küçük işletmeler de büyük işletmelermiş gibi piyasaya çıkmaktadırlar. Bu saye büyük işler yapabilmekte ve faizli ekonomileri alt edebilmektedir.

 

Genel olarak, modele gerçeği daha derinden öğrenebilme amacı ile oluşturulan, hakiki objenin sembolik tasviri, şartlı şekli diye diyebiliriz. Prof. Dr. Haydar Baş'ın kitabında, tüm fertlerin refahını yükseltmeyi amaç eden devlet idaresi iktisat modeli teklif edilmektedir. Belki ütopik duyula bilinir? Belki Marks hizmetlerinde eşit ideal toplum hakkında okumuşunuzdur? Prof. Dr. Haydar Baş modelinin farkı belirgin, çünkü para tedavül kanunlarının, piyasa ve talep hareketleri vs. bilgilerinden oluşmaktadır.

Hedef İslâmî ekonomi hedefidir. Açıklamalar Karl Marks’ın açıklamalarıdır. Bir şeyin üzerinde düşünmeye başlamak ve kâfir olmamak yeterlidir. Bugün hatalar yaparsınız ama mü’min her zaman hatadan döneceği için kusurların, içtihadî hataların hiçbir zararı yoktur. Haydar Baş’ın etrafında toplanan insanlar inanmış insanlar olduğu için onlardan kötü sonuç çıkmaz. Kötü sonuç düşünmemek ve araştırmamaktan çıkar. Günümüzdeki diğer tarikatların eksiği budur. Benzer durum Nurcularda da vardır. İlme önem veriyorlar ama hâlâ bin sene önceki İslâmiyet’i ve yüz sene önceki Avrupa’yı aktarmakla yetiniyorlar. Onlar için duamız, günümüze gelmeleri ve çağımızın sorunlarını çözebilecek seviyeye çıkabilmeleridir.

 

İktisat biliminin önünde hep kıt kaynak kullanımı sorunu durmuştur. Bir çok iktisatçı optimum arayışı içinde bulunmuştur. Prof. Dr. Haydar Baş prensip itibarı ile Batı burjuva biliminden farklı olarak, kaynakların sonsuz, insan ihtiyaçların kısıtlı olduğunu söylemektedir. Sayın bilim adamının ileri sürdüğü "sonsuz kaynak" fikri çürütülmez argümanlar temelinde inşa edilmektedir. Ve en esaslı argüman Kur'an-ı Kerim'in beyanlarıdır. 'İbrahim' suresinde Allah-ü Teala insanlara hitaben diyor ki: 'Sizlere, istediğiniz tüm imkanları vermekteyim', 'Lokman' suresinde ise: 'Allah, gökyüzünde ve yeryüzünde olan her şeyi hizmetinize sunmadı mı'.

İnsan diğer canlılardan farklı olarak eksik yaratılmıştır. Mesela, diğer canlılardan farklı olarak dünyaya çıplak olarak gelmiştir. Ama Allah buna karşılık ona elbise yapma sanatını öğretmiştir. Bu sanatı insanlık on binlerce yıldır geliştirerek bugün ulaştığı seviye yani uzay elbiseleri sayesinde uzaya gitmiştir. Bugün insan ne giyeceğim diye düşünmemektedir. Yoksulların bile kat kat elbiseleri vardır. O halde kaynak adeta  sonsuzdur, ama ona ulaşma bilgi ve sanayi ile sağlanmaktadır. Kaynak eksik değildir, kaynağa ulaşmamız kıttır.

 

Prof. Dr. Haydar Baş'ın fikrini fizik, kimya, biyoteknoloji buluşları tasdik etmektedir. Bu buluşlar maddenin sınırsız imkanlarından bahsetmektedir. Mesela, 2004 yılı Nobel ödülü sahibi fizikçi J.Alferov XXI yüzyılda sanayiinin esas kaynağı olarak güneş enerjisinin olacağını söylemektedir. Artı geri dönüşüm süreci akıllı topluma maddenin tekrar kullanım imkânı vermektedir.

İnsan günümüzde karalarda yaşıyor. İnsanoğlu tarafından henüz denizin üstünden ve altından yararlanabilecek şekilde “deniz siteleri” kurulmadı. Uzaya çıktık ama henüz Ay’dan ve gezegenlerden yararlanmalar başlamamış veya olmamıştır. Uzaydaki adeta sonsuz gibi varolan hidrojenden yararlanmaya başlamamıştır.

 

Sonsuz kaynak, sınırlı ihtiyaca dayanan, Milli Ekonomi Modeli'ni teklif ederek Prof. Dr. Haydar Baş daha çok dikkati üretimde değil, üretim-tüketim denge noktasını yakalama meselesinde odaklamaktadır.
Başka bir ifade ile, onun teklif ettiği iktisadi sistem, tüketim dengesi modelidir. Buna yakın bir fikir İstikrarlı Gelişim Stratejinin temelinde de yatmaktadır. Lakin asıl fark bu modeli hayata geçirecek zihniyettedir. 2002 yılı Yohannesburg Dünya Forumu bunun ispatıdır. Sebebi ise, Globalist ülkeler, ilk olarak Amerika, Forumun birçok inisiyatifini desteklemedi, çünkü çıkarlarına ters idi.

Dünyaya sihirli değnekle hakim olup da onu istediğimiz gibi düzenleme lüksümüz yoktur.

Yapılacak iş, önce 1000 hanelik bir “Adil Düzen Sitesi”ni kurmak ve orada “Adil Düzen”i yaşamaya geçirerek örnek vermek gerekmektedir.

Akevler ilk hamleyi yapmış ama bilgisizlikten ve bazı şartlardaki eksiklikten dolayı henüz başarıya ulaşılamamıştır.

Bağımsız Türkiye Partisi, isterse Akevler ile işbirliği yaparak bu siteyi kurabilir. Orada kaynakların sonsuz olduğunu gösterebiliriz.

 

Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ekonominin para gibi mühim aracına büyük önem verilmektedir. Bu meselede de sayın bilimadamı günümüz biliminde oluşmuş katı fikirlerden daha ileri gitmektedir. Bizim iktisat teorisi kitaplarında para daha çok tedavül aracıdır.

 

Haydar Baş’ın para hakkında söylediği mucizevi söz paranın sıfır maliyeti olduğudur. Biz bunu açıklıyor ama bu kadar basit ve herkesin anlayacağı ifade ile söyleyemiyorduk.

Devlet için para sıfır maliyetlidir. Halkın ise para elde etmesi imkansızdır. Çünkü para garanti belgesidir. Mala değil güce dayanır. Bu da fertte yoktur. Parasız mal olamayacağından para gücü parayı doğurmaz. Siyasi güç parayı doğurtur. Sömürü sermayesi bunu bilmemekte, onun için uçuruma doğru gitmektedir.

Prof. Dr. Haydar Baş'ın fikrince, para, mal ve hizmet üretimi için iktisadi faaliyeti harekete getiren araçtır.

Paranın kendisi değer ölçüsü, mübadele aracı, kredileşme aracı ve biriktirme aracıdır. Ancak paranın hareketi ekonominin yaşanması demektir. Para halktan mağazalara, mağazalardan tüccarlara, tüccarlardan işyerlerine ve işlerlerinden ücret olarak halka akarken; aksi istikamette paranın sayesinde emek iş yerlerine akar ve üretim yapar, işyerindin tüccara, tüccardan mağazaya ve mağazadan halka gitmekte, orada emeğe dönüşmektedir. Para sayesinde ekonomik döngü oluşmaktadır.

 

Başka bir ifade ile para, üretim ve tüketime karşı gösterilen niyetin sebebi ve bir teşviktir. Şu ana kadar hiçbir iktisadi model paranın iktisadi birimlerin niyetini ifade etme özelliğine dikkati çekmemiştir. Milli Ekonomi Modeli'nde gerçekleşecek paranın teşvik fonksiyonu günümüzde esas fonksiyonlarından biridir.

Elektrikteki negatif yük pozitif yükü çektiği gibi ekonomide de para malı çeker, bu suretle ekonomik akış meydana gelir. Ekonomik kuruluşlar jeneratör ve motor olur, üretimi ve tüketimi yaparlar. Nasıl türbin olmadan güç elde edilemezse, pompa olmadan su basılamazsa, ekonomik kuruluşlar da mal-para harekatını sağlamaktadır. Priz ve lamba olmadan elektrikten yararlanılamaz.

 

Ülkelerimizin karşılaştığı esas problem iktisadın liberalleşmesi sonucu toplumun kutuplaşmasıdır. Prof. Dr. Haydar Baş kitabında, asgari ihtiyaçlarını bile karşılayamayan, gelirleri belli bir seviye altında olan fakir tabaka grubunu ayırt etmektedir. Türkiye ve Rusya örneğinde bu grubun yüzdesi iki ülkede de %90 civarındadır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın çalışmasında, eğer ekonominin büyümesini istiyorsak, dikkatimizi toplayarak bu tabakaya yardım göstermemiz gerekiyor denmektedir. Günümüzün en büyük problemi ise, nüfusun bu tabakası tüketim imkanını kaybetmiştir. Sayın Prof. Dr. Haydar Baş'ın teklif ettiği modelde bu tabaka ekonomik hayatta katkıda bulunmakta, sosyal ve iktisadi aktivitesini devam ettirmektedir.

Haydar Baş halka satın alma gücünü verme teklifini isabetle öneriyor, ama mekanizması yoktur. “Adil Düzen”de ise bu mekanizmalar ortaya konmuş ve tahlil edilmiştir.

 

Tekrar edersek, Prof. Dr. Haydar Baş hizmetinin açtığı ufuklar sınırsızdır. Kitap, tekrar tekrar dönülmesini istemektedir. Ve kitabın Rusça yayınlanması Rusya, Tataristan ve BDT devletleri için faydalı olacaktır.

Teoriler üretirken mutlaka uluslararası pilot siteleri oluşturulmalıdır. Orada uygulama yapılmalıdır. 25 000 dolarla mesken yapılabilmektedir. 25 000 dolarla da  iki kişinin çalışma yeri hazırlanabilmektedir. Demek ki 50 000 (elli bin) dolar gerekiyor. Demek ki 50-60 milyonluk bir sermaye böyle bir pilot bucağının kurulması sağlanabilir. Bunun için uluslararası bir dayanışmaya girişilebilir. Akevler bu konularda işbirliği yapmaya hazırdır.

 

Prof. Dr. Goulnar BALTANOVA

Kazan State Power Engineering University

 

Sayın profesörü “Adil Düzen”le de ilgilenmelerini ve çalışmalar arasını buluşturmalarını rica ederiz.

 

BU ESER SADECE TÜRKİYE İÇİN DEĞİL, TÜM DÜNYA İÇİNDİR

Bizim yaptığımız çalışmalar Kur’an’ı açıklamadan ibarettir. Hatalar bizimdir. Doğrular Kur’an’a aittir. Kur’an’a dayanılarak atılan her adım tüm beşeriyete rahmettir.

 

XX. yüzyılının ikinci yarısında iktisat biliminde, teoride kendisine zıt olan anlayışları devre dışı bırakan, Batı devletleri kontrolü altında olan ülkelerin devlet iktisat politikasını oluşturan ve bu ülke gençlerinin üniversite kitaplarında okutulan liberalmonetarist anlayışının tartışılmaz tekeli oluşmuştur. Bu anlayışa ters düşen tüm teori ve araştırmalar, problem ve sonuçlar bilim adamlarının, siyasi ve öğrencilerin dikkatlerinden değişik yollarla perde ediliyor, tali, önemi olmayan istisnalar, ya da "iktisadın" temel kanununa ek olarak gösteriliyor. Böylelikle, "bilimin temel binası", iktisat biliminin "mainstream"i, yeryüzündeki çoğunluğunun hayatı için çoktan derin problem ve tehlike haline gelmiş sosyalekonomik hayat sorunlarını ve gerçeklerini kısmen yansıtıcısı, gerçek sorunları göz ardı edicisi haline geliyor. Gerçek, liberaliktisat bilimi altından akıp gidiyor.

Batılıların kendi çıkarları doğrultusunda yaptıklarını hak göstermeleri çok normaldir.

Bizi asıl ilgilendiren bizim birbirimizi okumamızdır; görüşmemizdir.

Benim yirmi sene önce kaleme aldığım ve şu ana kadar üç defa baskı yapan “Alternatif  Faizsiz Banka/ Selem ve Kredileşme” kitabımı okuyan insana rastlamadım. Demek istediğim şudur: Bugüne kadar herhangi bir kritik almadım. Bu kitabım Haydar Baş’ın kitabındaki kitaplar listesinde de yer almamıştır! Başkalarını değil de kendimizi murakabe etmemiz gerekir.

 

Günümüzün sorunları ise, iktisadi ve siyasi merkezlerin ve taşranın, parasalmali alanın ve gerçek sektörün iletişimi, çağdaş ekonomide devletin, tekelin ve rekabetin rolü vesairedir. Şu anda değişik ülkelerde, "herkes tarafından kabul edilen gerçek" halini alan ve hakim olan teorik modellerin ve önerilerin temelinde yatan birçok ekollerin "aksiyomların" yeniden gözden geçirilmesini gerektiren daha fazla yeni yaklaşım ve çalışmalar ortaya çıkmaya başlamıştır.

Batı modelinde “müteşebbis” vardır. Kredi ona verilir. Bu devlet memuru da olabilir. O tesis kiralar, işçi alır, ham maddeyi satın alır, üretir. Satar ve kâr veya zarar eder. Krediyi faizle öder. Bu modelde müteşebbise faizsiz kredi versek de bir şey değişmez.

Oysa, “Adil Düzen”de kredi müteşebbise değil, tüketicilere verilir, çalışanlara verilir. İşi bilen müteşebbis sadece işçi bulmak ve sipariş almak durumundadır. Sermaye sorun değildir. Çünkü kira üretimden ödenmektedir. İşçiye avansı devlet vermektedir. Ham maddeyi tüccar sipariş kredisi ile sağlamaktadır. Burada sermaye faktörü çözülmüştür Ekonomiye para değil, halk ve işçi hakimdir. Sorun işçi bulmakta, sorun sipariş almakta; kalan üretebilmeye bağlıdır. Elektrik ve su gibi yardımcı maddeler, telefon ve haberleşme gibi hizmetler hep üretime bağlanmıştır.

Haydar Baş’ın modelinde bu sistem değişmesini göremiyoruz. Faizi sıfırlamak benzin motorunun yakıtını sıfırlamaktır. Yakıtsız makine çalışmaz. Faiz yerine ne getirildiği zikredilmiyor. Oysa “Adil Düzen”de kredileşme ve selem farkı konmuştur.

 

Ancak iktisat politikasında alternatif teorinin ve alternatif mefhumun oluşması için bu yeni girişimlerin bir araya getirilme ihtiyacı şiddetle hissedilmektedir. Prof. Dr. Haydar Baş'ın kitabı bu sorunun çözülmesi için ciddi bir katkıdır ve çalışmanın büyük değeri bundan kaynaklanmaktadır.

Haydar Baş’ın kitabından çok, bu kitabı benimseyen bir gücün olması ve açık oturumlarda paylaşılmasıdır. Televizyonla kısmen de olsa yayınlanmasıdır.

 

Birçok İslam takipçisinin O'nu kendi öğretmeni olarak gören, derin inanca sahip şahsın iktisat gibi, dünyevi bilim dalında parlayıvermesi tesadüf değildir. İşin aslı şu ki, çağdaş iktisat teorisi ve oluşmuş dünya ekonomisi sistemi bireyin ve toplumun hedefi olarak sadece maddi ve parasal teşvik ve amaçları ele almaktadırlar. Bu kategoriler sisteminde ise insanlığın önünde duran sorunların, özellikle de ekonomi alanında olan sorunların çözümü hiçbir şekilde yoktur.

Türkiye’de yanlış bir görüş vardır. Gazete yazı işleri müdürü her şeyi bilir(!); onun anlamadığı makaleler yazıya girmez! Televizyon yöneticisi her şeyi bilir(!), onun tasdik etmediği görüş televizyona girmez! Parti başkanı en âlim kimsedir, hata yapmaz! Tarikat şeyhi vehbî ilme sahip allameyi cihandır!..

İşte İslâm âlemini ve ülkemizi bugünkü bu hâle getiren bu düşüncedir.

Oysa gazete, televizyon, parti ve tarikat bir mağazadır. Görüşleri alıp satar. Halk üretir. Halk tüketir. Liderin mahareti en çok bilmek değil, bilenleri bulup ortaya çıkarmak ve pazarlamaktır. Erbakan’ın başarısızlığı buradan geliyor. Çünkü öğrendi ve öğretti. Oysa başkan tarafsız kalır. Kendisi fikir beyan etmez. Herkes her şeyi söyler. Başkan seçimini uygulamada yapar.

Haydar Baş’ın buradaki hatası şudur: Ekibin çalışmasını kendisi takdim etmeyecek, ekibin çalışmasını ekip takdim edecek. Kendi görüşlerini bile onlar sunacaktır. Ne Akevler, ne  Millî Görüş, ne Bağımsız Türkiye Partisi, ne de Risale-i Nur faaliyeti “Adil Düzen”i getiremez. “Adil Düzen” uygulamasını bunlar arasında birlik ve beraberlik sağlayan tarafsız ve fikirsiz biri yapabilir.

 

İnsanlığın ilkel fizyolojik ihtiyaçların gidermesini gittikçe kolaylaştıran teknik ve üretim organizasyonu gelişimi iktisadi süreçlerin ekonomi dışı unsurlara; siyasi, sosyal ve ilk önce geniş manasıyla manevi şartlara radikal olarak bağlı olduğu gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Prof. Dr. Haydar Baş "Toplumun pozitif ya da negatif durumu bu toplumu oluşturan insanların iç tabiatının doğrudan yansımasıdır" diye yazmaktadır.

“Adil Düzen”i uygulayacaklar manevi güce dayanmak zorundadır. Bu çileyi başkası çekmez. Ancak, manevi destek onun düzen olarak en ileri olması gerektiği ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Teori yetmez, onu uygulayacakların buna inanmaları ve azimlerinin tam olması gerekir.

 

Toplumun yapısı ve iktisadi ilişkiler ne kadar rasyonel gözükürse gözüksün, onların halkın refah seviyesini yükseltmesi ve etkisi, toplumun manevi beraberliğini esas almaları ve toplum fertlerinin çoğunun ve elit temsilcilerin bu ilişki ve yapının adil olduğuna inanmaları ve topluma değer vermeleri ile mümkün olmaktadır. Tarih boyunca insanlık bu kanaate varmıştır. Toplumun manevi beraberliğin temelinde dini inanç veya vatanperverlik veya mutlu topluluk kurma düşüncesi yatmaktadır.

Bir mağarada yatarsanız soğuk ve sıcaklık evdeki rahat döşekten farklı olacaktır. Ama evlerde kirlenmiş oksijensiz havayı teneffüs edersiniz. Dolayısıyla orada yani mağarada yatmak daha sıhhidir. O halde, mağarada yaşayan mağaradan hoşlanıyorsa, onu zorla ipekli karyolalara taşımamız zulümdür.

Batı her şeyi bozup karikatürize etmiş, demokrasi ile bunu yapacağını iddia etmiştir.

Oysa “Adil Düzen”de demokrasi çoklu sistemde alternatif üretmek ve halka istediğini seçme imkanını sağlamaktır.

 

Eğer toplumun manevi temelinde herhangi nedenlerle bozulma gerçekleşirse, toplumum tüm sosyal enstitülerinde ve onları destekleyen mekanizmalarda taklitçilik başlıyor. Hem ahlak, hem adliye hukuk sistemi, hem hakimiyet kurumların oluşmasındaki demokratik tarz, hem medya ülkenin ve ülke toplumunun çoğunun çıkarlarını temin etmemeye başlıyor.

Kişi maneviyatını alternatif imkanlar içinde bulmalıdır. Zorla maneviyat sağlanmaz. Bu sebepledir ki düzen maneviyatla uğraşmaz. Düzen adaletle meşgul olur.

“Adil Düzen”in gerçek demokratik düzeni, yerinden yönetim düzeni, hicret demokrasisi halkı maneviyata götürür. Peygamberler iktidara dayanarak maneviyatı getirmediler, maneviyatı getirerek iktidar oldular.

 

Mali kaynaklara sahip olan ve bu sosyal sistemin egemenliğini ele geçiren az sayıdaki sosyal grupların ve klanların elinde malzeme haline geliyor. Ülkenin manevi beraberliği önemilidir, o olmadan devlet etkisiz hale gelmektedir.

Sermayenin tahakkümünde oluşan iktidar, manâsız bir şekilde zenginliği tekellerde toplamakta ve ekonomik çöküntü olmaktadır. Sosyalizmde de aynı tekel vardır.

Halk ekonomisinde ise demokrasi vardır. Halk dindar veya dinsiz olabilmektedir. Lâik düzen gelmektedir. Bucaklardaki farklı uygulama yarışı oluşturmakta, zamanla dinsiz ve ahlâksız topluluklar çökmekte, dindar ve maneviyatlı bucaklar yaygınlaşmaktadır. Doğal ayıklama olmaktadır.

Merkezî yönetim ise iyi olsa da tekel olacağından kısa zamanda bozulmaktadır.

 

Milli Ekonomi Modeli'nin istisnai önemli ilkesi, her sosyal grubun maddi refah seviyesinden toplum ve devletin sorumlu olmasıdır. Bu ilke, devletin iktisada katkısını minimize etme liberal ideoloji yaklaşımını reddetmektedir.

Devlet, adalet içinde herekse eşit imkanlar sunacaktır. Devlet kendisi iş yapmağa kalkışırsa veya imkanları kendisi bölüştürürse, bu devletin değil iktidarın çıkarlarını hakim kılar ve sonunda çöker. Sovyet denemesi bunu açıkça göstermiştir.

 

Piyasa ve rekabet güçleri, yazarın anlattığı yapısal eşitsizlikleri (Prof. Dr. Haydar Baş'ın terimiyle, yapısal açıkları) tek başına düzeltemezler. Bunu ancak güçlü ve bağımsız devlet yapabilir.

Güçlü bağımsız devlet, il, bucak, ocak ve kişi olmazsa denge sağlanamaz. Güçlü yönetim kadar güçlü yasama, güçlü yürütme varolacak ve bunlar da halkın denetiminde olacaktır. Halk sosyal grubunu değiştirerek denetimi tekin yapacaktır. Genel hizmet de halkın denetiminde olmalıdır. Bu da halkın istediğinde kendi hizmetlisini değiştirmekle sağlanır. İnsanlık devletlerle, devletler illerle, iller bucaklarla, bucaklar da ocaklarla denetlenir. Halk bir ili boşaltırsa o il tasfiye olunur.

 

Parasal-mali kaynakların çok az sayıda olan zengin banka gruplarının, mali-siyasi klanların ve cemiyetlerin ellerinde bilinçli olarak birikmesi Dünya Ekonomisi için (ve bütün sosyal-politik alanın istikrarlığının korunması için) en büyük tehlike olduğunu Prof. Dr. Haydar Baş görmektedir.

Kur’an tekelin olmaması için zekât vazetmektedir. Tekelin kötülüğü artık bilinmektedir. Mesela, tekelden hangi mekanizmalarla kurtulmanın mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Haydar Baş’ın kitabında bu görülmemektedir. Temenni başka, tahakkuk başkadır.

 

Global problemlerle uğraşan birçok iktisatçı ve siyaset bilimcisi, önceden belirtilmiş olan postulatlara açıklama bulma amacıyla değil de, gerçekten şimdiki basit olmayan dünyada olan biten hakikatleri öğrenmek isteyenler aynı fikirde olacaklarını düşünüyorum.

Haydar Baş’ın en büyük hamlesi insanları kapitalist ve sosyalist postulatlarının dışına çıkmış olmasıdır. Bunu Adil Düzenciler başlatmışlardır. Ancak Haydar Baş’ın başarısı, onun da hegemonyasında kalmadan her şeyi baştan irdelemeye başlamış olmasıdır. “Adil Düzen”in alternatifi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu Adil Düzencileri sevindirmektedir. Çünkü artık yarışabilecekleri rakip yetişmektedir.

Akevler Adil Düzencilerin bilgi seviyesine ne Millî Görüşçüler ne de Haydar Başçılar ulaşmaları mümkün değildir. Ama Akevler’in de siyasi ve ekonomik güçte bunlara ulaşması mümkün değildir. Yapacakları iş, Akevler ile işbirliği yapmalarıdır. Yapmazlarsa, yapan birileri gelir ve onlar bunlar gibi olmazlar.

 

Prof. Dr. Haydar Baş'ın sonucuna göre: " Bugün Dünya Ekonomisinin gerçek yöneticileri üreticiler değil, global maliyecilerdir. Şu anda, onların iktisadi ve siyasi etkilerinin güçlenmesini ancak en azından düşünce açısından, yapı olarak milletin yararı ve ekonomik büyümenin doğrultusunda hareket eden devletler engelleyebilir."

Dünya bugün sermayenin sömürüsündedir. Devletler de sermayenin esiri olmuştur. Doğru dürüst parti kurarsanız ya binde bir oy alırsınız, ya da anayasa ekseriyetine ulaşırsınız. Ama sermayeye hâdim olursunuz…

Tek çıkar yol; iktidara talip olmadan parti, dernek, vakıf, tarikat, kooperatif, şirketler kuracak ve sorunları Kuvva-yı Milliye ile çözmektir.

 

Kitapta çok önemli sorun ele alınmaktadır, paranın ürün alanından direktif olarak çekilerek mali spekülasyon alanında yoğunlaşması, fazladan harcanması ve onların siyasi sorunların giderilmesi için kullanılması sorunu ve saire. Böyle paranın çekilmesi ve sermayenin yurtdışına akması sonucunda üretimin ne kadar küçük miktarlara düştüğünü ve ülkenin potansiyel ekonomisini yıktığını Rusya'nın 90. yıllarda gösterdiği bariz örnekte görmekteyiz.

Önce Sovyetler kurulmuş, halkın elinden tüm mallar alınmıştır. Devlet işletmeleri oluşturulmuştur. Sonra da Sovyetler yıkılarak devlet malları sermayeye aktarılacaktı. Devlet Planlama Teşkilatı kapatılmış ve bu sebeple tüm üretim durmuştu. Kolhozlar da kapatılmış ve sermaye bütün Sovyet imkanlarını bedava ele geçirmeyi planlamıştı.

Ne oldu? Kolhozlar kendilerini dağıtmadı. Devletin aldığı %50’ye yakın vergiden de kurtulmuştu. Dolaysıyla Sovyet köylüsünün eline iki misli imkan geçmişti. Pazar ekonomisi yavaş yavaş canlandı. Sonunda Sovyet ekonomisi düzenlidir. Böylece halk ekonomisi kapitalistleri eski Sovyet ülkelerine sokmamıştır.

Demek ki yerinden yönetim o kadar önemlidir ki, her türlü darbelere karşı direnebilmektedir. Türkiye de “halk ekonomisi” sayesinde 1997 – 2001 krizlerini atlatmıştır.


Prof. Dr. Haydar Baş'ın kitabının asıl değeri, tekrarlamak istiyorum ki, şu anda iktisat biliminde hakim olan liberal görüşe ve (çoğu zaman alternatifsiz diye sunulan) liberal teoriye alternatif olan yeni görüşün oluşmasında temel atmaktadır. Bu kitap tabii ki sadece Türkiye için değil, tüm iktisat bilimi için ve ilk sırada "Batı olmayan" tüm ülkeler için çok büyük önem taşımaktadır. Bu kitabın meşhur olması ve geniş kitle için, iktisatçılar, siyaset bilicileri ve diğer sosyal bilim uzmanları için, aynı zamanda politikacı, üniversite öğrencileri ve öğretmenleri için ulaşılır olması çok önemlidir. Hizmetin fikir ve önerileri genişçe istişare edilmeli, konuşmalı, başka uzmanların fikirleri ile mukayese edilmeli, netleştirmeli ve başka meşhur iktisatçı uzmanların fikirleri gibi geniş yayılma ve otorite bulmalıdır.

Batı sermayesi sahneye batılıları çıkarmakta, sosyalizm ile kapitalizmi, Keynes ile Fridman’ı çatıştırmaktadır. Uygarlıkların tedrisinde İslâm’ı tarihten silmekte, karanlık çağlar deyip hiç bahsetmemektedir. Bizim batılılara öğretme sorunumuz olmamalıdır. Biz kapitalist olmayan eski Sovyetler, Çin, Hint, Afrika ve Güney Amerika ülkelerini muhatap olmalıyız. Onlara anlatma yolunda ancak örnek işletmeler kurarsak başarabiliriz. Anlatmadan çok yapma yolunu benimsememiz gerekir.

 Prof. Dr. Viktor Volkonskiy

Rusya Bilimler Akademisi

 

 

Sayın Putin büyük isabetle Müslümanlarla işbirliği istemektedir. Gorabçov ve Putin insanlık için bir nimettir. Değerlendirmemiz gerekir.

 

Adil Düzen Çalışmalarımıza katkılarını bekler, sağlıklar dilerim...

 

 

 

 

 

 

 

 

 


HAYDAR BAŞ-BTP-MİLLİ EKONOMİ MODELİ-KRİTİĞİ
1-ADİL DÜZENE GÖRE ;HAYDAR BAŞ-BTP-MİLLİ EKONOMİ MODELİ-
3497 Okunma