YAŞAR NURİ ÖZTÜRK- HALKIN YÜKSELİŞİ HAREKETİ KİTABI- KRİTİĞİ
Süleyman Karagülle
2239 Okunma
PARTİ KURULMADAN ÖNCEKİ TEBLİĞ

TEBLİĞ ÇALIŞMALARIMIZ

 

 

 

 

 

 

Muhterem

Yaşar Nuri Öztürk (Tel: (0533) 380 70 41)

ve Emin Şirin’e;  

 

Selam ve dualar…

 

Meclis’te sizlerle ayrı ayrı görüştüm.

Yaşar Nuri Öztürk, “Halkın Yükseliş Hareketi” adlı kitabını verdi. Baştan sonuna kadar okudum; değerlendirmelerimi yazdım.

Teşhisin yüzde 80’inde mutabıkız. Çok iyi bir şekilde dile getirilmiş.

İrtica, siyasi İslâm, çok hukukluluk, korsan yayın, dokunulmazlıklar, nüfus artışı, tevhidi tedrisat, ruhsat zorunluluğu, kadın hakları, Arapçacılık konularında farklı görüşteyim.

Biz aynı gemideyiz. Gemimiz batıyor. Farklı görüşler bizi birbirimizden uzaklaştırmamalı. Ayrıca farklı görüşler zamanla tartışılarak ortadan kaldırılabilir. Kalsa bile zarar vermez, yararlı olur.

İnsan duygularından kurtulamıyor. Bazen sert söylüyor. Bunu “Hakkın tevasavı kabul ederek, sabrın tevasavı içinde karşılayacağınızdan  emin olarak;

Şunları teklif ediyorum:

Bir gün üçümüz bir araya gelerek aşağıdaki konularda görüşelim.

a) Bir dergi çıkarma konusu.

b) Bir parti kurma konusu.

c) Kalkınma Kooperatifleri kurma konusu.

Cumartesi ve Pazar günleri İstanbul’da; Pazartesi, Salı ve Çarşamba Ankara’da bulunabilirim.

Perşembe ve Cuma günleri İzmir’deyim.

Telefon: (0232) 231 43 31      (Süleyman Karagülle)

(0543) 792 17 89     

d) Okuma ve Uygulama Derneği kurma.

 

Reşat Nuri Erol, sizlere bu çalışmamızın disketini ve

yazısını birer nüsha olarak takdim edecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yaşar Nuri Öztürk’ün

“HALKIN YÜKSELİŞ HAREKETİ”

 

Adlı Eserinin

 

DEĞERLENDİRİLMESİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YN- “Gönül Bereketi” (s. 1)

SK- Kişinin dünya ve âhiret saadeti için topluluk vardır. İlk topluluklar gönüldeşlerden oluşurdu.

Kur’an’dan sonra topluluklar kişilere değil, kurallara dayanır. Kurallar bütün insanlar için eşittir.

Gönül işi din işidir. Siyaset ise kural işi ve güç işidir.

 

*

 

YN- BU BİR SEFERBERLİKTİR! (s. 7)

SK- Bu bir III. bin yılın Hakkı üstün tutan uygarlığa yolculuğun seferberliğidir.

Bu yolculuğu nasıl yapacağız? Sorunumuz budur.

 

YN- “ İstirahat ölümden sonra.” (s. 7)

SK- “Dünyada rahat yoktur.” Hadis

 

YN- Bu bir demokratik halk hareketidir. Bir sosyal demokrat harekettir. (s. 7)

SK- Biz ilgili anayasa maddemizde bunu şöyle açıklıyoruz:

“Ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütün olarak dili Türkçe, bayrağı al zemin üzerinde beyaz ay yıldız, marşı “İstiklâl Marşı” ve merkezi “Ankara” olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”; insanlık camiası içinde yerinden yönetime saygılı, demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir hukuk devletidir. Hakemlerden oluşan bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın yargı denetiminde ve millî ordunun güvencesindedir.”

Anayasamızın değişmez hükümlerini gerçekleştirmek için halkın somut mekanizmaları üretme hareketidir. Birilerinin dayatması değildir.

 

YN- Halk hareketidir. (s. 7)

SK- Halkın kendi kendilerine çözümler üretmesi için kurulmuş bir görüşme yeridir.

 

YN- Çağdaş uygarlığın üstüne çıkma hareketidir. (s. 7)

SK- Dinde katılımlı lâiklik, ilimde teminatlı diploma, ekonomide faizsiz halk ekonomisi ve siyasette hakemlerden oluşan yargının denetiminde yerinden yönetim ilkelerine dayanan “Adil Düzen Hareketi”dir.

 

YN- “Türkiye Mucizesi”dir. (s. 8)

SK- Her bin yılda bir yeni uygarlık ortaya çıkar. Her uygarlık iki uygarlığın sentezinden oluşur. Her yeni uygarlığı oluşturma seçilmiş bir kavme verilir. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı oluşturma görevi Türk Milletine verilmiştir. Milletimiz bu görevi yerine getirebilmek için 200 yıldır bunun hazırlığı içindedir.

 

YN- İcazeti dışardan değil, halkından alır. (s. 8)

SK- “Adil Düzen Hareketi”; Hakimiyet-i Milliye, Kuvva-yı Milliye, Muvazene-i Kuvva ve Müsbet İlimlere dayalı olarak, muasır medeniyetin fevkinde Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’ten sonra, beşinci olarak “III. Bin Yıl Hak Uygarlığı”nı ortaya koyma hareketidir.

Biz bütün din ve rejimlere eşit uzaklıkta değil, eşit yakınlıktayız. Yeni uygarlık, uygarlıkları dışlayan değil, uygarlıkları sentez eden bir uygarlık olacaktır.

 

YN- Kuvva-yı milliye hareketidir. Herkese açıktır. (s. 8)

SK- Bu gidişe herkes varlığı ile, düşünceleri ile, inançları ile katılır. Buraya katkıda bulunur. Buradan etkilenerek olgunlaşır. Etkileme yoktur, etkileşme vardır. Parti suçluları kovalamaz, yargılama yapmaz. O devletin işidir. Siyasi yasaklılar gelip dinleyebilirler, söz söyleyebilirler; üye olamazlar, oy kullanamazlar.

 

YN- “Ayağa kalkalım!” hareketidir. (s. 8)

SK- “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı oluşturmak için görevli olan ulusumuzun göreve başlama hareketidir.

 

YN- Dinci veya ırkçı değildir. (s. 8)

SK- “İslâm”, Hz. Adem’den günümüze kadar gelen Hakkı üstün tutan barış uygarlıklarının adıdır. Bütün insanlığın ortak mirasıdır. Hıristiyanlık ve Yahudilik “İslâm düzeni” olduğu gibi; Budizm ve Brahmanizm de “İslâm düzeni”dir.

Ulus”, canları ile savundukları vatanı olan, aynı dili bilen ve birbirleri ile evlenen halkların oluşturduğu bir teşkilâttır. İnsanlık camiasında bir ailedir. Irka veya dine değil; dil, sanat, teknik ve örften oluşan kültüre dayalı bir topluluktur. Dinsizliğe karşıdır. Ama bütün dinlere eşit yakınlıktadır.

 

YN- Siyasette kadınlarınızı birkaç kata çıkaracaktır. (s. 9)

SK- İlmî, dinî ve meslekî faaliyetlerde kadınlar erkeklerle eşit görev ve yetkilere sahiptir. Siyasette ise kadınların erkeklerle eşit ehliyetleri vardır; ancak askerlik hizmeti yapmadıkça yükümlü değildirler. Yani, siyasi yükümlülükleri yoktur. Yetkiler de ona göre sınırlıdır. Yönetime siyaset hakim olmayacaktır. Siyaset sadece güvenlikle ilgilenecektir. Yasama ilmî kuruluşların, yürütme meslekî kuruluşların, eğitim dinî kuruluşların görevleridir. Buralarda kadın ile erkek eşittir.

 

YN- “Hangi parayla siyaset?” diyorlar. (s. 9)

SK- Başkasının parası ile kurulan bir parti onların sözcüsü ve esiri olur.

Partinin giderleri yoktur. Her şey imece usûlü ile çözülmektedir.

 

YN- Kanaat ve fedakârlıkla çözülecektir. (s. 9)

SK- Bir “Kooperatif” kuracağız, üye olacaklardan ayda 50 lira taksitle 1000 dolar alacağız. Bu paralarla ilçe merkezlerini oluşturacağız. Kooperatif burayı kira bedeli almadan partiye verecektir. Partiden ayrılana bu 1000 doları iade edeceğiz.

Ayrıca “Dergi” çıkaracağız. Her üyenin “Dergi” almasını zorunlu kılacağız. Kendisi alamıyorsa birisine aldırsın. Dergiden elde edilen gelir ile partinin elektrik, su, telefon gibi cari giderlerini karşılarız. Kalan işler taşıma ve imece usûlü veya nöbet usûlü ile çözülecektir.

 

YN- Rehberimiz Mustafa Kemal’dir. (s. 9)

SK- Mustafa Kemal ve arkadaşları Batı’yı bildikleri kadar İslâmiyet’i de biliyorlardı. Muasır anlayışın üstünde bir anlayışa sahip idiler. İstiklâl Savaşı’nı bu sayede kazandılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni öyle kurdular.

Biz Kur’an’ı çağın müsbet ilimleri ile anlayacağız ve yolumuzda geri giderek değil, daha ileri adımlar atarak ilerleyeceğiz. Saltanatı veya hilafeti getirmeyeceğiz. Ekseriyet sisteminden ‘nisbî sistem’e geçerek daha ileri adım atılacaktır. Meclis’imiz (TBMM) İstiklâl Savaşı yıllarında olduğu gibi demokratik ve etkin olacaktır.

 

YN-“ Millî kuvvetimiz” millî hakimiyettedir. (s. 9)

SK- Türkiye bugünkü coğrafî imkânları ile 400 (dörtyüz) milyon nüfusu besleyebilir. Ülkemizin nüfusu 12 milyondan 70 milyona çıkmıştır.

Savaşta değil, barışta ve uygarlıkta süper ülke olmak için birkaç on yıl faaliyet yeterlidir.

 

YN- Bu ilke her alanda geçerlidir. (s. 10)

SK- Bir devletin varlığı toprağa, nüfusa, orduya ve yönetime bağlıdır.

Türkiye yani ülke olarak toprağımız ideal büyüklük ve evsaftadır. Nüfusumuz da öyledir. Ordumuz dünyanın en güçlü savunma millî ordusudur.

Tek geri kaldığımız alan demokratik yönetimdir. İşte bu parti yani “Adil Düzen Partisi” onu da gerçekleştirince “III. Bin Yıl Uygarlığı” sadece bizim için değil, bütün insanlık için başlamış olacaktır.

 

YN- Yolsuzluklara son verilmelidir. (s. 10)

SK- Ülkemizde yolsuzlukların son bulması için “Adil Düzen” gelmelidir.

Bunun için yapılması gerekenler şunlardır:

  1. İşçi çalıştıran firmalar borçlandırılarak ücretler devletçe ödenecektir. Hammadde alan üreticinin hammadde parasını devlet ödeyecektir. Kredi faizsiz olacak, mamul satılınca kredi itfa edilecektir. Böylece herkes iş bulmuş olacaktır.
  2. Devlet bütün borç ve alacaklarını altına kote edip faizsiz işlem yapacaktır. Borçlarını ödeyemeyen işletmelere ortak olacak, işletmeleri asla iflas ettirmeyecektir.
  3. Genel sigorta getirilerek vergi dışında işletmelerden sigorta kesintisi istenmeyecektir. Vergiler nakit olarak değil, “mal senedi” olarak ayın’dan alınacaktır. Sermaye sömürüsüne ve mafyalara böylece son verilecektir.
  1. Yargı hakemlerden oluşacaktır. Görevliler de hakemlere muhatap olacaktır. Rüşvet yasak olmayacak, ama haksız muamele hakemlerce iptal edilecek, göreve son verilecektir. Böylece yolsuzluk ekonomik olarak ve özel hukuk yolları ile önlenecektir. Ceza hukuku ile yolsuzluk önlenemez.

 

YN- Yandaşlar kayrılmayacaktır. (s. 10)

SK- Düzen yandaşların kayrılmasına imkân vermeyecektir. Yoksa kişi kişiyi kontrol edemez.

 

YN- Mâlî gücümüz imece esasına dayanır. (s. 10)

SK- Parti “Mala-Mal Marketleri” kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını organize edecektir. Bunlar birer “Kooperatif” olacaktır. Buralarda elde edilen kazançtan bir pay parti giderlerine harcanacaktır.

Çağdaş imece usûlü kooperatifçiliktir. Dayanışma içinde üretimdir.

 

YN- 1920’leri örnek alacağız. (s. 10)

SK- 1920’lerde siyasi bağımsızlığımız elden gitmişti. Bugün ekonomik bağımsızlığımız elden gitmiştir.

O gün halkın yardımları ile devlet kuruldu. Bugün de “halk ortaklıkları” ile ekonomimiz kurtulacaktır. Halktan yardım değil, ortaklık isteyeceğiz.

 

YN- “Milletten para istemek şüpheye düşürüyor.” (s. 10)

SK- Milletimiz bize para vermeyecektir. Partinin ihtiyacını yerinde bizzat kendisi görecektir. “Oraklıklar” kuracağız. Ortaklıklar kazanç dağıtmaya başlayacak. Biz de halkımızdan katkı payımızı alacağız.

 

YN- O gün kanaatle bağımsızlık elde edildi. (s. 11)

SK- Halkımız fedakârdır. Ancak hep aldatılmıştır. Verdikleri yağma edilmiştir.

Biz halkımıza güvence sağlayacağız.

Herkesin verdiği ‘kod numarası’ ile deftere yazılacak. İnternette kodları ile yayınlanacak. Toplanan paraların harcama yerleri de internette yayınlanacak. Mevcut değerler envanterde gösterilecek. Herkes istediği zaman onu görebilecektir. Halkımıza bunu inandırdığımız gün başarıya ulaşmış oluruz.

 

YN- Bugün o günden daha fazla imkânlara sahibiz. (s. 11)

SK- Varlıklılar bize katılmayacaklardır. Çünkü onların işleri yolunda.

Bu savaş zuafanın (zayıfların), garibanların savaşıdır. Onların katkıları yeterlidir.

 

YN- Herkes gücüne göre verecek. (s. 11)

SK- Yarım asırdır halkımız hep verdi. Ama sonunda verilenler sermayeye akıtıldı. Dolayısıyla artık kimse vermeyecek, kendisi harcayacak.

Halkımızın katkılarıyla taşınmazlar alınacaktır. Halkımıza bunlar kirasız kullandırılacaktır. İstediği zaman da verdiğini alıp ayrılma hakkına sahip olacaktır.

 

YN- Sermayenin  oyuncağı demokrasi olmasın. (s. 11)

SK- Kapitalizmde ve sosyalizmde demokrasi olmaz; “halk ekonomisi”nde demokrasi olur.

Halk ekonomisinde zenginler vardır, ama zenginler tekeli yoktur, zenginlerin yönetimi yoktur.

 

YN- Millî kurtuluş millî güçle olur. (s. 11)

SK- Ekonomik kurtuluşu halkın “ortaklık işletmeleri” kurmasıyla sağlayabiliriz. Halktan iane değil, “ortaklık” istemeliyiz. Ortaklık işletmelerini kurmalarını isteyeceğiz ve organize olmalarında onlara yardımcı olacağız. Biz bilgimizle halkımıza destek vereceğiz.

 

YK- Şahsi kanaat değil, millî hissiyat esas alınmalıdır. (s. 12)

SK- Parti millî kanaatlerin tezahür ettiği bir örgüttür. Parti kendi idesini kendisi ortaya koyar. Dışarıdan empozeleri kabul etmez, ekonomik desteği de kabul etmez.

 

YN- Herkesin fikrî katkısı kadar mâlî katkısı da olacaktır. (s. 12)

SK- Sorun katkıda bulunanlar ile katkıyı kullananların ayrı kişiler olması ve bunların katkıları başka tarafa aktarmalarıdır. Bunu önleyen mekanizmalar getirilecektir.

Bu mekanizma “ortaklık sistemi” ve “ortaklıktan ayrılma sistemi”dir.

Bir taşınmaz alınacak, kira gelirleri ile parti harcama yapacaktır. Kişi partinin gidişini beğenmez veya harcamaları yerinde görmezse, katkısını alıp ayrılabilecektir. İşte bu ortakların ekonomik denetimi olacaktır. Kiralar çarçur edilse bile, ana para çarçur edilemeyecektir. Vakıf hukuku bu esasa dayanır.

 

YN- Payı olmayanın sözü de olmaz. (s. 12)

SK- Demokrasi, herkesin payı kadar sözü olmasıdır. Bu da ancak “ortaklık sistemi”nde gerçekleşir.

Ortaklar sermayelerini biriktirip bir sorumlunun yönetimine vereceklerdir. Vezne “Kooperatif”te olacaktır. Ambarın anahtarı “Kooperatif”te olacaktır. Muhasebeyi “Kooperatif” tutacaktır ve herkese açık olacaktır. Herhangi bir yolsuzluk hâlinde ortak ayrılabilecektir. Ortağı yeter sayıdan aşağı düşenin ortaklığı tasfiye edilecektir. Hakemlere her zaman gidilebilecektir.

İşletmede denetim sağlanırsa herkes payını verir, söz de söyler.

Şimdi ise pay veriliyor, ama söz hakkı yok!..

 

YN- Yoksa kamu kaynaklarını peşkeş çekerler. (s. 12)

SK- Partiler kamu mallarını yağmalama şirketlerine dönüşmüştür. 200 milyar dolar borcun yanında, ülkemizdeki 15 milyon nüfusluk işsizliğin kaynağı budur. Para kazanmak için parti kuruluyor.

Adil Düzenciler ise bir lokmayı ateş bilenlerden oluşmalıdır.

Kamuya ait deveyi kesenlerin başına gelenleri Kur’an anlatmaktadır.

 

YN- Söz ve karar, emek ve harcamaya dayanır. (s. 12)

SK- Faizli düzende kazandıkları ile gelenler bize hayırlı katkıda bulunmazlar.

Faizsiz işletmeler kurmalıyız, oralardan payımızı almalıyız. Hizmetlerde çalıştırdığımız gibi üretimde de çalıştırmalıyız.

 

YN- Parti ve seçim kanunlarını demokratikleştireceğiz. (s. 12)

SK- Parti, “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nın bir taslağını hazırlamıştır. Diğer bütün kanunlar peyderpey hazırlanacaktır. İktidara gelmeden önce parti kadrosu bunları öğrenecek, ayrıca halka da duyurulmuş ve tartışılmış olacaktır. Böylece halk bunu olgunlaştıracaktır. Kanunlar uzlaşma ile çıkarılacaktır.

Öneri sadece bilgi mahiyetinde olup, asla dayatma mahiyetinde değildir.

 

*

 

YN- 1920’DEKİ DURUMDAYIZ! (s. 13)

SK- Daha da geriyiz. 1911’lerdeyiz…

III. Dünya Savaşı çıkarılacak, duyun-u umumiye ile devletimiz yıkılacaktır.

Şimdi bunları önleme çabasındayız. Ama 1920’lere gelmek üzereyiz...

Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkacaklardır. Tek kurtuluş “Adil Düzen”dedir.

 

YN- Türkiye’de 1919 şartları içindeyiz. (s. 13)

SK- 1908’de Meşrutiyet ilân edilmiş, güya milliyetçiler iktidar olmuşlardır. Katıldıkları Balkan ve I. Dünya Savaşları’nda 1919’da Sevr’i kabul ettiler.

Şimdiki iktidarlar Meşrutiyet iktidarlarıdır. Ülkeyi saldırganlara teslim etmek için yol alıyorlar.

Balkan savaşı olmazsa Kafkas savaşı olur; o olmazsa Ortadoğu savaşı olur.

Sonra Türkiye III. Dünya Savaşı’na girer ve II. Sevr’e ulaşır.

İşte biz o zaman için şimdiden hazırlık içinde olmalıyız. Yoksa parti devletle savaşamaz.

 

YN- 1. Yönetim 1920’lerde dışa teslimiyeti başarı ve kurtuluş saymaktadır. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 6/268) (s. 13)

SK- 1908’de Meşrutiyet’ten sonra hep öyle sandı. Avrupalılar; ‘millî devlet kurarsanız sizin nezdimizde saygınlığınız olur’ dediler. Jön Türk ekolü bunu benimsedi ve Osmanlıyı yıktılar. Ama Batılılar Lozan’ı değil, Sevr’i dayattılar. Askerler o zaman uyandı.

Şimdiki iktidar hâlâ gaflettedir, maalesef ordu da onlarla beraber gaflettedir.

Avrupa Birliği ve Amerika ile stratejik ortaklık hep oyundur; uyutmadır, aldatmadır. Biraz sonra Ortadoğu Savaşı, biraz sonra III. Dünya Savaşı ve onun arkasından II. Sevr. Ordumuz ancak o gün gafletten uyanacak; dağıtılmış olacak, ama ulusun emrine girerek yeniden toparlanacaktır.

 

YN- “Türkiye’yi dahilden oyarak çökertmek istiyorlar.” (Aynı eser, 6/268) (s. 13)

SK- Türkiye’yi lâik - anti laik, Kemalist - anti Kemalist, Şii - Sünni, Kürt - Türk ayırımları ile birbirine boğuşturmak istiyorlar. Tarikatlara, Kur’an Kurslarına, İmam-Hatip Liselerine, başörtüsüne, mabet inşasına, ezana, hacca gidilmesine ve saire saldırıp ordu ile halkın arasını açıyorlar. İnanmış askerler ve devlet görevlileri tedirgin ediliyor. Türkiye’de iç savaş çıkarma ilk hedefleridir. İkincisi Türkiye’yi komşuları ile savaştırmak ve son olarak müstevlilerin işgalleri ile soykırım yapmaktır.

Parti bunlara karşı hazırlıklı olmalıdır.

 

YN- 2. Din kisvesi altında düşman gizli karargahları oluşuyor. (s. 14)

SK- Devlet eliyle PKK kurulmuş, devlet eliyle Hizbullah oluşturulmuştur. Türkiye din terörizminin merkezi hâline getirilmiştir. Dindarlara da baskı yapılmakta ve dindarlarımız da onların kucağına atılmaktadır.

Ordu bütün bunlara seyirci kalıp resepsiyon veya rakı şişeleri ile meşgul oluyor!

Korkunç akıbet adım adım bize doğru yürümektedir…  

 

YN- 3. Dışa bağımlı basın hükümete istediğini yaptırmaktadır. (s. 14)

SK- Sömürü sermayesi medyaya tamamen hakimdir.Vatandaş, Meclis, hükümet, ordu, yargı etkilenmekte ve işler onlat-r açısından istenen istikamete sürüklenmektedir.

Bundan kurtuluşun tek çaresi “millî basın”ı oluşturmaktır.

Bir “Dergi” çıkarılacaktır. Partililerin buna “abone” olmaları zorunlu hâle getirilecektir. Her partili abone bunu bir partili olmayanla okuyup paylaşacaktır.

Bir milyon tirajlı dergi çıkardığımız zaman millî basını kurmuş oluruz.

Bunlar disketlerle illere ulaştırılacak, orada basılıp dağıtılacaktır. Kendileri de ayrıca katkıda bulunabilecektir. Dağıtım parti tarafından yapılacaktır.

 

YN- 4. Düyun-u Umumiye denetimi yani IMF. (s. 14)

SK- Türkiye’nin dört büyük hastalığı vardır. Bunlar devleti komaya sokmuştur.

1) Biri “dış borç”tur. Osmanlılar öyle yıkıldı.

2) Diğeri “işsizlik”tir.

3) Üçüncüsü “bağımlı yargı”dır.

4) Dördüncüsü “dışa bağımlı basın”dır.

Bu temel sorunları halk olarak çözmeliyiz.

Mala-Mal Marketleri” kurup oluşan ortaklıklarla özelleştirmede devlete bol para verip halkın mallarını halka aldırmalıyız. Böylece hem ülkeyi dış borçlar sebebiyle dışa satmalarından koruruz, hem de dış borçları ödemelerine imkân veririz.

İşsizlik sorununu ise “Mala-Mal Marketleri” ile çözmüş olacağız. Herkes ürettiği malı getirerek karşılığında ham madde almış olacaktır.

Yargı konusunu hukukumuzda yer alan “hakemlik sistemi”ni aramızda uygulayarak çözeceğiz.

Dışa bağımlı basın sorununu ise “siyasi dergi” yoluyla çözeceğiz.

Halk olarak çözeceğiz. İktidarlar bu sorunları çözemez. Çünkü iktidar olunca alaşağı edilirsiniz.

 

YN- 5. Borç batağı. (s. 15)

SK- “Mala-Mal Marketleri” ile doları ve dolara bağlı parayı devre dışı edebiliriz. Bu takdirde borç bizim için yük olmaktan çıkar. Bugün dolarda enflasyon faizden fazladır. Yarın dolar batacaktır. Korkulacak bir şey yoktur. Ancak, partimiz şunu dünyaya ilân etmelidir:

Partimiz iktidar olunca bu tarihten evvel yani 2004’ten evvel yapılan borçlanmaları son kuruşuna kadar hemen ödeyecektir. Nasıl? a) Dış borcu iç borca çevirecektir. b) Nakit borcunu mal borcuna çevirecektir. c) Borcu iştirake çevirecektir. d) Faizli borcu para değeri korunmuş kredileşme borcuna çevirecektir.

Bunlardan hiçbirini kabul etmeyenlere o gün dolar olarak borcunu kapatacaktır.

2004’ten sonra yapılanlara devlet garantisi tanımayacaktır. Türkiye’ye borç verecekler böyle versin.

 

YN- 6. Tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlı hâle gelmiştir. (s. 15)

SK- Halk kendi aralarında kredileşmeli ve bu şekilde kalkınma hamlesini başlatmalıdır.

Mala-Mal Marketleri” kurmalı. Devletten ne kredi ne de sübvansiyon alınmalıdır.

Halk kendi tarımını kendisi kurtarmalıdır. Borçsuz harçsız kurtarmalıdır.

 

YN- Kopenhag Kriterleri Sevr’in barış yoluyla dayatılmasıdır. (s. 15)

SK- Devlet Meşrutiyet devletidir. Onu biz yıkmayız. Düşmanlar yıkar. Biz kurtarmak için çalışırız, ama başarmamız mümkün olmayabilir. Parti iktidar olmadan kurtarma yollarını aramalıdır.

 

YN- Türkiye işgalin ve parçalanmanın eşiğindedir. (s. 15)

SK- Bu herkesin bildiği bir şeydir.

Ancak kimi Türkiye’yi Amerika’ya teslim ederek jenositten kurtulacağımızı sanıyor; kimi AB sığınmasında kurtuluş buluyor; kimi iktidar olarak düzelteceğini sanıyor; kimi ordudan medet umuyor...

Oysa, kurtuluş halkın müsbet ilmin verileri içinde ekonomik ve sosyal örgütlenmesi ile sağlanacaktır. Bunun için partilere ve partiler arası diyaloga ihtiyaç vardır.

 

YN- Halk hareketinden başka çaremiz yoktur. (s. 15)

SK- Bu ancak herkese ve her görüşe kapının açık olması ile sağlanır. “Kişi yönetimi” yerine “kural yönetimi”nin sağlandığı bir parti ile gerçekleşir.

Biz Adil Düzenciler buraya katılmaya hazırız. Kurucular, görüşlerini dayatmayacaklardır. Yöneticiler gerçek seçimle geleceklerdir. Kişinin liderliği olmamalıdır. Seçtikleri kimse gerçekten sadece imam olacak, musaytır olmayacaktır.

 

*

 

YN- İMKÂNLARIMIZ VE PROBLEMLERİMİZ

SK- Türkiye dünyanın merkezindedir ve verimli imkânlara sahiptir. Türk halkı dünyada saygınlık kazanmış bir halktır. Ordusu güçlüdür. Yönetim ise korkunç şekilde saçmalıklarla doludur. Yönetim zafiyetimizden yararlanan dış güçler hile ile bir iktidarı dayatmaktadırlar.

Çözüm halkın örgütlenmesidir. İstiklâl Savaşı da öyle kazanıldı, yine öyle kazanılır.

 

YN- “Türkiye mucizesi” yerine “Türkiye kaosu” var. (s. 16)

SK- Türkiye’de kaos yoktur. Partner görevini gören iktidarlar kaos görüntüsü içinde şimşekleri kendilerine çekmektedirler. Bundan yararlanan Türk Halkı 1920’den beri büyük gelişmeler kaydetmiştir.

Türkiye bu fırsatları değerlendirerek “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçmiştir. Saltanattan “çok partili demokrasi”ye ulaşmıştır. Türkiye demokraside dünyada en ileri demokrasiye sahiptir. Müsbet ilme dayalı dinî kuruluşları vardır. “Halk ekonomisi”nde en ileri seviyededir. İlimde “Adil Düzen”i ile dünyayı sosyal ilimlerde geçmiştir ve çok ileridedir. Halkın örgütlenerek hamle yapması dışında bir eksiği yoktur.

 

YN- Büyük devlet adamı yetiştiremedik. (s. 16)

SK- III. Selim ıslahat yaptı. II. Mahmut bugünkü ordumuzu kurdu. II. Abdülhamit Batı’nın müsbet ilmini getirdi. Kazım Karabekir Paşa İstiklâl Savaşı’nı başlattı. Mareşal Fevzi Çakmak İstanbul’dan bu hareketi destekledi. İsmet İnönü bizzat cepheleri yönetti. Mustafa Kemal devleti kurdu. Askerler Türkiye’ye demokrasiyi getirdi.

Adnan Menderes Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine geçirdi. Süleyman Demirel altyapıyı yaptı. Turgut Özal özel sektörü harekete geçirdi. Necmettin Erbakan yatırımları Anadolu’ya taşıdı. Tansu Çiller Türk sermayesini dışarıya açtı.

Bu çalışmaları yapan bu liderler bunları dış saldırılar içinde idam sehpalarını göze alarak, kimi zaman da hapishanelere ve idam sehpalarına giderek başardılar.

Türkiye’de Bediüzzaman ve Fethullah Gülen gibi büyük din adamları vardır. Türkiye’de Yimpaş ve Kombassan’ı kuranlar gibi büyük iş adamları vardır. Türkiye’de ilim adamı yoktur. Sıkıntı buradan gelmektedir.

 

YN- Türk ekonomisinin büyük problemleri vardır. (s. 16)

SK- Dünyada “tekel ekonomi”den “halk ekonomisi”ne geçilmektedir. Her kriz sonunda ekonomide daha ileri bir durum ortaya çıkmaktadır.

1950’lerde tarım döneminden sanayi dönemine geçildi. 1960’larda Anadolu’nun altyapısı alanında hamle yapıldı. 1970’lerde Anadolu’da 200 kadar fabrika kuruldu. 1980’lerde İstanbul’da özel sektör devreye girdi. 1990’lerda sermaye dışa açıldı. 2000’lerde Anadolu ekonomisi doğdu. Batı’nın uzantısı olan İstanbul sermayesinden Türkiye kurtuldu.

Bugün Türk ekonomisinin problemi yoktur, Türk devletinin problemi vardır. Halkına saldıran, halkıyla savaşan dışa bağımlı bir maliye vardır. Ne var ki, bütün bunlar Türk halkını kendi ekonomisini sağlam kurması yönünde zorlamaktadır.

 

YN- Borç sarmalı içinde dışarıya itaat ediyoruz. (s. 16)

SK- Borç sarmalından devletimizi kurtarmalıyız. “Mal-Mal Marketleri” ile 15 milyon işsiz insana iş vermeliyiz; halk kuruluşları olarak vermeliyiz. Halkın tasarrufları ile devletin taşınmaz imkânlarını satın alarak Türkiye’nin borcunu halk olarak ödemeliyiz. Özelleştirmede devletimizi zengin etmeliyiz. Halkı partiler organize edecektir. Halkın imkanları ile ülkemizi borç sarmalından kurtarmalıyız.

 

YN- 6500 ton altın rezervimiz vardır. 300 milyar dolar eder. (s. 17)

SK- Altın istihsali altın maliyeti ile sağlanmaktadır. Altın istihsali ile ekonomide gelişme sağlanamaz. Halkta bulunan altın ile dış borçlar ödenebilir.

 

YN- 15 milyar dolarlık altın ithal etmişiz. (s. 17)

SK- Yani, ülke kâğıt yerine altına sahip olmuş. Bu ülke halkının zenginleşmekte olduğunu gösterir. Altın ve dolar stoku kadar dünyadan alacaklıyız. Borcu faizsiz hâle getirdiğimiz zaman artık borçlu sayılmayız.

 

YN- Sistem dışı kaynak Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapısını elinde tutmaktadır. (s. 17)

SK- “Faiz” sömürme aracıdır. Bugün her Türk ailesi 12 bin dolar dış borca sahiptir. Her ay 150 doları yani asgari ücretini “faiz” olarak dışarıya ödüyor. Hiç borç almasak, 15 sene sonra her Türk ailesinin dış borcu 120 bin dolar olacaktır. O zaman aile başına ayda 1500 dolarfaiz” ödeyeceğiz. Yani ölmüş olacağız.

Bu sebepledir ki, önce Türk halkını “faizsiz kredileşme” ile faizli borçtan kurtaracağız. Sonra da halk olarak Türkiye’nin taşınmazlarını satın alarak devletimizi faizli borçtan kurtaracağız.

 

YN- Her yerde problemi olan ve dilenen biziz, çözümü olan ve faizli kredi veren onlar. (s. 18)

SK- Problemi onlar ortaya çıkarıyor, onlar dillendiriyor ve onlar borçlandırıyor. Halkımız kendine güvenecek, kendi sorunlarını kendisi çözecek, alan el değil veren el olacaktır. Partiye bunun için gerek vardır.

Bunu iktidarlar yapamazlar, halk yapar. Halkı partiler organize eder.

 

YN- Halkıyla kavgalı olanlar veya devletin kurumlarıyla kavgalı olanlar sorunlarını çözemezler. (s. 18)

SK- Partilerimiz halkıyla kavgalı değildir. Partilerimiz devletin kurumları ile kavgalı değildir. Partilerimiz tekel sermaye ile kavgalıdır. Tekel sermayenin basını ile kavgalıdır.

Bürokratlar sermaye tarafını tutarak, partiler halk tarafını tutarak varlıkların sürdürebilmektedir. Milletvekilleri değil, bakanlar sermaye ile işbirliği hâlindedir. Fatura milletvekillerine çıkarılmaktadır.

Çözüm, siyasi partilerin halkı ekonomik olarak örgütlemeleridir.

 

YN- “Kurtuluş felsefesi”nden “kurtuluş siyaseti”ne dönüştürmeliyiz. (s. 18)

SK- Ülkeyi ne felsefe ile ne de siyasetle kurtarabiliriz.

Ülkeyi Kuvva-yı Milliye ile kurtarabiliriz. Ekonomik çetelerle kurtarabiliriz. Vergi kaçırmak çeteciliktir. Ancak, vergi verip ölmek ve boş Türkiye’yi düşmanlara teslim etmektense, çetecilik yapmak tercih edilebilir.

Akevler” hukuki yollardan vergi saldırısına karşı koymanın yollarını bulmuştur. Halkımız vergi kaçırmamalı, ama aynı zamanda verginin altında ezilip can da vermemelidir. Bunların hepsi ilmî çalışmalarla başarılabilir.

 

*

 

YN- ZİHNİYET DEVRİMİ GERÇEKLEŞMEDİKÇE… (s. 19)

SK- Zihniyet devrimi sanıldığının aksine eğitimle gerçekleştirilemez.

Zihniyet devrimini olgunlar yapar. İdealistler bir araya gelir, düşünür, yeni sosyal proje üretirler. Bir cemiyet kurarak orada birlikte yeni zihniyeti oluştururlar. Uygulamaya başlarlar. Kendi sitelerini oluştururlar. Sonra hücrelerin çoğalması gibi siteler çoğalır, zihniyetler değişir. Eski yapı sona erer, yeni yapı başlar.

İnsanlık tarihindeki bütün değişmeler böyle olmuştur. Başka türlüsü sadece görünüşte değişme olur. Bozulma şeklinde değişme olur.

 

YN- Aynı Türk işçisi Avrupa’da 6 kat üretiyor. (s. 19)

SK- Bu zihniyetten doğan bir şey değildir. Bir teşkilâtlanmadan doğan bir şeydir. Türkler hâlâ el sanatları içinde üretim yapıyorlar. Ülkemizde henüz planlı ve projeli ilmî sanayi doğmamıştır.

Bunu biz kuracağımız “faizsiz halk işletmeleri”nde gerçekleştireceğiz.

 

YN- Cumhuriyet zihniyette devrim yapamadı. (s. 19)

SK- Devrimler köhnemiş şeyleri yıkma çabasıdır. Bu büyük ölçüde başarıldı. Ne var ki, tutucu bağnazlıktan devrimci bağnazlığa geçilmiştir. Bu da normaldir. Boşluk bir şeyle doldurulur.

Parti üretim yaptıkça bağnazlıkların yerini tercihler alır.

 

YN- Değişiklikleri okullar değil, etkin kişiler yapar. (s. 19)

SK- Önce küçük bir topluluk oluşur. Bunlar özverileri ile ileri uygarlığın projelerini yapar ve kendi küçük siteleri içinde uygularlar. Sonra bu yeniliği benimseyen düşünürler ve din önderleri ortaya çıkar, onu halka indirirler. Ondan sonra iş adamları organize olarak uygularlar. Sonra da siyaset adamları onu bir organizeye dönüştürüp okulları ile yaşatır ve sürdürürler.

Şimdilik partinin işi ileri zihniyeti üretmektir. Kollektif bir zihniyet ortaya koymaktır.

 

YN- Derslerden ve vaazlardan bir şey çıkmaz. (s. 20)

SK- Uygulaması yapılıp gösterilmeyen fikirler fikir bazında kalır.

Bunun için Parti kurulmalı. Parti halkı Kooperatifler şeklinde ekonomik olarak örgütlemeli. Örnek uygulamalarla halk yaparken eğitilmelidir. Tek başına Kooperatif gelişemez, tek başına Parti bir şey yapamaz; dayanışma içinde başarıya ulaşılır.

 

YN- Öğrenciler çöpü eğitimle değil zihniyetle toplarlar. (s. 20)

SK- Hayır işleri yaparak topluluğu geliştirmek bugün artık mümkün değildir.

Bugün herkes aldığını - verdiğini yazmalı, yaptığını - yaptırdığını yazmalıdır. Bunlar kayda geçmeli ve muhasebe edilmelidir. Kişi yaptıklarını her zaman görebilmelidir. Yaptıklarından dolayı doğacak hakları isteyebilmelidir. Öğrenciler onu Allah rızası için toplamıyorlar, bir çıkarları var da topluyorlar.

 

YN- Dürüstlük dee eğitimden önce zihniyettir. (s. 20)

SK- Dürüst başarılı oluyorsa herkes dürüst olur; dürüst başarısız oluyorsa o zihniyeti değiştiremezsiniz. Sorun dürüstleri başarıya ulaştıran bir mekanizma oluşturmadır. Vergiyi ödeyen iflas ederse, rüşvet vermeyen işini yapamazsa; tersine, vergiyi kaçıran milyarder olursa, rüşvetçinin işi tıkırında giderse, o toplulukta zihniyet nasıl değişecektir?

Çözüm, mevcut topluluğu değiştirmek değil, yeni topluluk oluşturmadır. Onun için yeni bir yapı ve yeni bir ortaklığa ihtiyacımız vardır.

 

YN- Çöp atanlarda yabancı dil bilenler vardır. (s. 20)

SK- İnsan öğrenim görmekle insanlıktan çıkmaz. İnsan sosyal baskı ile ahlâklı olur. Bu da ancak “sosyal grup oluşturma” ve “yerinden yönetim sistemi” ile başarılabilir. Günde en az bir defa aşiretinde, haftada bir defa kabilesinde bir araya gelip ibadetini yapanlar ahlâklı olmak zorunda kalırlar.

 

YN- Ülkesini dışarıda kötüleyen aydınlar vardır. (s. 20)

SK- Tüm devlet bütün kurumları ile Avrupa Birliği’ne baştan ülkeyi kötü kabul ederek koşmuyor mu?

Bundan kurtulmanın yolu karşılaştırmalı tarih bilgisidir. Tarihi bilmedir. Parti bu öğrenimi sağlamalıdır.

 

YN- Dışarıda Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren Türk lobileri var. (s. 20)

SK- Ekonomik zorluklar halkı kendi ülkeleri aleyhinde faaliyet göstermek zorunda bırakmıştır.

Halk olarak önce ekonomimizi düzeltmeliyiz. İsraftan kaçınmalıyız. Bunu başarabilmek için de örgütlenmeye ihtiyaç vardır. Parti bunun için oluşmalıdır. Siyasi örgütlenme halkımızı aynı zamanda ekonomik örgütlenemeye de götürecektir.

 

*

 

YN- GAYRET KUŞAĞINI KUŞANMALIYIZ! (s. 21)

SK- Varlığı sürdürmek sadece gayret göstermekle sağlanamaz. Bu arada ne için gayret gösterdiğimizi de bilmemiz gerekir.

Biz bu konuda çözüm olarak diyoruz ki; insanlığın barış içinde yücelmesi için yani İslâm için gayret göstermeliyiz. Hedefimiz ülkemizi insanlığa hakim kılmak olursa mağlup oluruz. Dünyayı sömürmek isteyen süper güçler mağlup olacaklardır. İnsanlığın saadeti için çalışanlar, bu arada kendileri de saadete ererler.

 

YN- Bir günlük işi bir saatte yapmalıyız. (s. 21)

SK- Bir kayayı devirmek için aylarca uğraşırız, deviremeyiz. Ama levye ile eğer usûlünü bilirsek bir saat bile sürmez. Kırk ölçüp bir biçmeliyiz. Önce ne yapacağımızı öğrenmeliyiz, ondan sonra çok süratli bir şekilde başarırız.

 

YN- Yılda 152 gün resmi tatil var. (s. 21)

SK- Çalışma günlerinde de çalışma saatlerinin yarısı boş geçiyor. Ayrıca nüfusumuzun yarısı da işsiz. Yine de yaşıyoruz. İşte burada yani tam da bu noktada kendimizi toparlamalıyız.

Günün yarısı uyku ve istirahatla geçecektir. Geri kalan günün yarısını resmî işte geçirmeliyiz. Günün kalan dörtte birinin yarısını ilimle geçirmeliyiz. Kalan dörtte birini isteyenler ilim yapıp yardımcı olacaklar, isteyenler kendi özel işlerini yapıp daha fazla vergi vereceklerdir.

Yılın sadece 4 veya 5 günü bayram olur, tatil yapılır. Kalan 360 günün her günü böyle olmalıdır. Tatil yapılacaksa, o günlerin saatleri başka günlerdeki saatlere yüklenmelidir. Çalışan herkes, yaşı ne olursa olsun çalışmaya teşvik edilmelidir. Bunun için önce herkese iş imkanı sağlamalıyız. Bu da “çalışana kredi istemi” ile sağlanmaktadır.

 

YN- Doyasıya yememek, doyasıya eğlenmemek; tasarruf etmek gerekir. (s. 21)

SK- İş ve işte başarı insanları doyasıya yaşatır. İnsanlar eğer haftanın beş gününde çekleri nasıl ödeyeceklerini düşünürlerse; onlar ne doyasıya çalışırlar, ne de doyasıya yaşarlar.

Çözüm; herkes devlete borçlanacak ve herkes devletten alacaklı olacak. Faizsiz sistemde herkese sermaye devlet tarafından sağlanacak. Devlet ne veriyor? Kâğıt parçasını. Yeter ki o kâğıt parçası enflasyon yapmasın. Krediyi üreticiye verirseniz enflasyon olmaz. Kimse de sermaye sıkıntısını çekmez. Faizsiz kredi ile insanlar vakitlerini borç ödeme tasası içinde geçirmezler.

 

YN- Çalıştığımız günde de ne kadar çalışıyoruz? (s. 21)

SK- “İşçilik sistemi”nde insanlar beşte bir çalışırlar. “Ortaklık sistemi”nde yani ortak katkıları nisbetinde paylaşma sisteminde ise insanlar en verimli şekilde çalışırlar.

Bunun için “faizsiz çalışana kredi sistemi” getirilecektir. Evlilik dışı cinsi ilişkiler yasaklanacaktır. İnsanlar hayattaki zevki çalışıp kazanmada, evde eşi ile birlikte çocuklarını yetiştirmede bulacaklardır. İnsanlar o zaman tam verimle çalışırlar.

 

YN- Türkiye aldatılanlar ülkesidir. (s. 21)

SK- Türkiye aldananlar ülkesidir. Siyasi partiler halkı aldanmaktan korumalıdırlar. Oysa şimdi partiler aldatan kurumlar hâline gelmiştir.

Bunu başarabilmemiz için iktidarda gözü olmayan, kendi düşüncelerini empoze etmeyen, halkın birbirlerini uyardığı ve geliştirdiği bir kuruma ihtiyacımız vardır.

 

YN- Sanal cennette sanal mutluluk vardır. (s. 22)

SK- Bir şeyin gerçeği ortada olmazsa sanalı ortaya çıkar. Türkiye’de gerçek olarak oluşmuş hiçbir şey yoktur. Her şey sanaldır. Parti sanaldır, din sanaldır, şirketler sanaldır, okullar sanaldır… Çünkü bunların gerçekleri yoktur. Çünkü kurumlar dışarıdakileri kopya alarak merkezden dayatmalı, öğrenilmeden ve benimsenmeden kurulmuştur.

Biz her şeyin gerçeğini kurmak zorundayız. İlmi, dini, ekonomiyi ve siyaseti gerçek dünyaya getirmek zorundayız. Bir bütün olarak faaliyet göstermek zorundayız.

 

YN- Üretmeden tüketme yapılmaktadır. (s. 22)

SK- “Faizli sistem” budur, “veresiye sistemi” budur; üretmeden tüketmedir.

Oysa “selem sistemi”nde tüketmeden üretme yapılır. Veresiye yerine “sipariş sistemi” çalışır.

Bunu gerçekleştirmek için iktidar olmamıza gerek yoktur. Kendi içimizde buna uyduğumuzda sorunlarımız kendiliğinden çözülecektir.

 

YN- DPT etkisizleştirildi. (s. 22)

SK- Türkiye’de her şey kötü çalışır. Çünkü bir şey iyi çalışmaya başladı mı ona darbe iner. KİT’lerden kâr edenler, başarılı olanlar çökertildi. Bankalar satıldı, sonra zarar ettirildi, geri alındı, zararları devlet ödedi! Yine satıldı! Ordu görevini yapmaktadır. Şimdi onu çökertmek peşindedirler.

DPT Türkiye’yi bugünkü hâle getirdi. Dindarlar var diye çökertildi.

Dindarsan mürtecisin! Milliyetçi isen ırkçısın! Solcu isen ateistsin! Demokratsan hırsızsın!..

Hâsılı, ne olursan ol, sen yok olmalısın!

Bunun içindir ki biz partimize gericileri de, faşistleri de, komünistleri de, hırsızları da alacağız. Çünkü bunların çoğu gerçek değil, iftiradır. Biz kurunun yanında yaşı da yakmayacağız.

 

YN- DPT’nin etkisiz hâle getirilmesi dış kontrolü kolaylaştırmıştır. (s. 22)

SK- Okula gideceksin, okumayacaksın! Camiye gideceksin, ibadet etmeyeceksin (hu çekmeyeceksin)! Fabrikaya gideceksin, çalışmayacaksın! Meclis’e gideceksin, ağzını açmayacaksın!..

İşte müstevliler Türkiye’yi bu hâlde tutmak istiyorlar.

İktidarda olanlar da gaflet ve dalâlet içinde onların arkalarındalar.

Bizim yapacağımız şudur; öyle bir örgüt kuralım ki başkalarının işlerine karışmasınlar, ama kendileri okumak için okula gitsinler, ibadet etmek için camiye gitsinler, çalışmak için fabrikaya gitsinler, konuşmak için milletvekili olsunlar. İşe kendimizden yani en yakınımızdan başlamalıyız.

 

YN- HYH halk hareketidir. (s. 22)

SK- Sosyalistler de “halk hareketi” diyor, sonra dikta hareketi oluyor.

Eğer partimiz gerçekten halk hareketi ise; gelen hiç kimseye kapıyı kapatmayacağız, kimseyi susturmayacağız, kendi yağımızla kavrulacağız, kendi düşünce ve görüşlerimizi oluşturacağız. CIA ajanlarının dışlamalarına kulak vermeyeceğiz. Ben sizi, siz de beni başkalarının baskısı ile dışlamayacağız. İşte gerçek “halk hareketi”nin sırrı budur.

 

YN- Halkın faizli borcu gittikçe artmaktadır. (s. 22)

SK- “Faizli borç” demek, kişinin hürriyetini satması demektir. Çalıştığı saatlerin bir kısmını faiz ödemek için çalışır, yani sermayenin kölesidir. Faiz kazancın yarısını geçince o kişi artık hür değildir.

O halde bu sorunu çözmek için aramızda “faizsiz kredileşme müessesesi”ni kurmalıyız. Bunu organize eden bir örgüte gerek vardır.

 

YN- Sanal para harcanmıştır. (s. 22)

SK- “Para” demek, mağazalarda ve ambarlarda mevcut mallardaki payı ifade eden belge demektir.

Faiz” ise başkalarının kasalarında veya banka hesaplarında olan paranın küçük parayı yutma yüzdesidir. Başka bir ifade ile üretilmeyen mal karşılığı çıkarılan paradır. Başka türlü ödenemez. Bu da enflasyondur.

 

YN- Türkiye borçlanarak çağ atlıyor! (s. 23)

SK- Yapılan hesaplarla 15 yıl sonra Türkiye’nin ömrü bitmiş olacaktır. Türkiye dış borçların gırtlağa kadar dayandığı Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna benzer bir şekilde kaçınılmaz akıbetine doğru gitmektedir.

Türk halkı parasız ekonomiyi kurmazsa yaşayamaz. Parasız ekonomi “Mala-Mal Marketleri” ve “İşletme Senetleri” ile kurulacaktır.

 

YN- Sanal cennet haram yiyicilerindir. (s. 23)

SK- Batı dünyası, benim hakkım başkasına geçmesin diye uğraşır. Biz ise başkalarının hakkı bana geçmesin diye uğraşırız. Şimdi biz ikisini de bırakmışız. Hiçbir şeyle uğraşmıyoruz.

Kendi yapımıza dönmeliyiz. Başkalarının kanı bizi yaşatmaz. Haram lokmadan kaçınmalıyız. Bunu sağlayabilmemiz için önce insanlar helal lokma bulabilmelidir. Haram yemek zorunda kalan ona alışır, sonra onu helal gibi görür, sonra da herkes yapmaya başlayınca yemeyenler acayip olur.

 

YN- Türkiye emeksiz yaşama cennetidir. (s. 23)

SK- Türkiye’yi yıkmak için borç veriyorlar. Bu halka kadar intikal ediyor ve şimdi yaşıyoruz. Bu tuzağa konan yemdir. Emeğe de iş verilmemektedir.

Adil Düzen Çalışanları” 1967’den beri bunun çarelerini üretmektedir.

Çözümler üretmeye devam etmeliyiz. Uygulama yapmalıyız.

Bizden kaçanlar, bu çareyi aramayı reddedenlerdir. Doktordan kaçan hasta misalidir.

 

YN- Türkiye’de yüzde yüz reel kazanç vardır. (s. 23)

SK- Türkiye buna rağmen yaşıyor. Türkiye’nin ne kadar zengin ülke olduğu buradan bilinmektedir. Türkiye bugüne kadar olan bu yaşamasını, kayıt dışı ekonomiye, vergi kaçakçılığına, rüşvete, kaçakçılığa borçludur. Ülkede tam vergi ödense, kaçakçılık yapılmasa, rüşvet ödenmese, her şey kayıt altına alınsa Türkiye bir-iki yıl içinde yok olur. Çünkü Türkiye’ye empoze edilen okunmadan geçirilen kanunlar böyle emrediyor. Ama bu durum da Türkiye’yi uzun süre yaşatmaz, yaşatmayacaktır.

Adil Düzen” Türkiye’yi yok olmadan kayıtlı ekonomiye geçme, rüşvetsiz, kaçakçılık yapmadan, vergi kaçırmadan nasıl yaşanır; onun çözüm yollarını aramakta ve anlatmaktadır.

İşte “Adil Düzen”e düşmanlık da buradan gelmektedir.

 

YN- Açıklar borçla kapatılıyor. (s. 23)

SK- Zaten bütün hesap Türkiye’yi yıkma üzerinde oturmaktadır. Türkiye Devleti de kendi aleyhinde olan bu faaliyetin arkasından gitmektedir.

Türk halkı “Adil Düzen”e göre örgütlenecek, dayanışma ortaklıklarını kuracak, faizsiz kredileşme müesseselerini kuracak, mala-mal marketlerini kuracak, çalışana kredi müessesesini kuracak, birkaç sene içinde birkaç kat zengin olacak, borçları halk tarafından kapatılacaktır.

Devletten araziler, yapılar, dinlenme yerleri alınacak; kredileşme ilkesi içinde “faiziz kredi” verilecek ve Türkiye kurtarılacaktır.

 

*

 

YN- TAM BAĞIMSIZLIĞI SAĞLAMALIYIZ! (s. 24)

SK- Tam bağımsızlık insanın hür olması ile başlar. Başkasını ilgilendirmeyen hususlarda insan istediği gibi davranabiliyorsa, bir kimse itaat edeceği başkanını kendisi seçiyorsa, yargı kendi seçtiği hakemlerden oluşuyorsa o insan hürdür. İnsan ve ailesi aşireti içinde hürdür. Aşireti kabilesi içinde hürdür (bağımsızdır), kabilesi şa’bı içinde hürdür, şa’bı kavmi içinde hürdür, kavmi de insanlık içinde hürdür.

Eğer bir kişi kişilere değil şeriata karşı sorumlu ise, o şeriatı da hakemleri yorumluyorsa o kişi hürdür. Kavmi de hürdür. Bir başka kişiye, bir başka ulusa bağlı değilse bağımsızdır.

İlimde, imanda, ekonomide ve yönetimde “yerinden yönetim” olmalıdır, Taşra kuruluşu merkez kuruluşa karşı bağımsız olmalıdır. Merkez taşranın hâkimi değil, hâdimi olmalıdır.

 

YN- Tam bağımsızlık ekonomideki bağımsızlıktır. (s. 24)

SK- Psikolojideki bağımsızlıktır. ‘Ya istiklâl ya ölüm’ diyenler bağımsızdır. Diğer bağımsızlıklar; ilmî, dinî, iktisadî ve siyasi bağımsızlıklar ruhi bağımsızlığın sonucudur.

Biz 1920’den 1950’ye kadar bağımsız idik.

1950’den beri bağımlı hâle geldik. Çünkü kendimize güvenimizi kaybettik.

Mustafa Kemal hiçbir zaman Türkiye’yi Avrupa’dan aşağı saymadı. Muasır medeniyetin icaplarını yerine getirdi. Muasır medeniyetin fevkine çıkmayı hedefledi.

İnsanlık camiası içinde yerinden yönetime saygılı devlet bağımsız devlettir.

 

YN- Temel gösterge ekonomik bağımsızlıktır. (s. 24)

SK- Sömüren devletler vardır, sömürülen devletler vardır. Alacaklılar sömüren devletlerdir, galip devletlerdir. Borçlular sömürülen devletlerdir, mağlup devletlerdir, bağımlı devletlerdir.

 

YN- Dincilik, talan, terör sıralamasında talan başta gelmektedir. (s. 24)

SK- Türkiye’de “dincilik” diye bir şey yoktur. Dine yapılan baskıya karşı dini savunanların zaferi dincilik oluyor. Dini istismar edenler, dindarlara yapılan zulmü ortadan kaldırmak istiyorlar. Hiçbir zaman dine dayalı olarak başkalarına zulüm etmiyorlar. Siyasilerin vazifesi zaten mazlumları korumaktır. Bu dindarları savunanlara iftiradır ve küfürdür.

“Terör” olayı da sadece CIA’nın tezgahıdır.

“Talan” ise yine onun baskısı ile oluşmuştur.

Namuslu insanlar devlet yönetimine gelince şeriatçı oluyorlar, komünist oluyorlar, faşist oluyorlar, yahut talancı oluyorlar. Talanı yapan başkası, suçlanan başkasıdır.

Bu teşhisler doğru konmadıkça çözüm üretilemez.

 

YN- Türkiye irtica ve terörle çökertilememiştir. (s. 24)

SK- Türkiye’de irtica yoktur.

Türkiye’de 27 sene ‘Tanrı uludur’ diyen halk sesini çıkarmadı. Ama sonra ezan serbest bırakılınca tek kişi bile onu söylemedi. Türk milleti tüm zulümleri sabırla yenmiştir.

Türkiye’de terör olayı yoktur. Olanlar sadece CIA tezgahıdır. Türkiye elbette bunlar tarafından çökertilemezdi. Çünkü halk bunlardan bütün kışkırtmalara rağmen terörden uzak durmuştur.

 

YN- Ekonomik yıkılış ile bu iş biter. (s. 24)

SK- Bir bedene ne yaparsanız yapınız hayat şansı daima vardır. Ama birkaç zaman aç ve susuz bırakınız, kimse onun yaşayacağını iddia edemez.

Bununla beraber Türk halkı ekonomik saldırılara karşı olanca gücüyle direnmektedir. 1950 yılından beri oynanan ekonomiyi çökertme çabası sonuç vermemiştir.

Şimdi de AK Parti’nin bütün gafletine rağmen Türk ekonomisi canlılığını korumaktadır.

 

YN- Türkiye IMF adlı modern Düyûn-u Umumiye’ye teslim edildi. (s. 25)

SK- Sömürü sermayesi, Osmanlılarda yaptıkları denemeyi dünya çapında genişletip tüm dünya devletlerini yıkmak üzere kurulan IMF Türkiye’de en büyük savaşı vermektedir.

Halk ekonomisi sayesinde Düyûn-u Umumiye yani IMF çökmek üzeredir, yakında çökecektir. Borçlanma dolar üzerindendir. Dolar da süratle enflasyona doğru gitmektedir. Borcumuzu ödeyeceğiz, ama batmış dolarla ödeyeceğiz. IMF yani sömürü sermayesi sonunda tuzağa kendisi düşecektir.

 

YN- Devlet İstatistik Enstitü de hızlandırılmış tren faciasına dönüşüyor. (s. 25)

SK- “Adil Düzen”e gitmeden Devlet Demir Yolları’nı canlandırdı. Hızlandırılmış tren büyük başarı olmuştur. Sabote yapıldı ve bu fırsat bilindi. Dışa bağımlı basın AK Parti’yi başarıdan uzaklaştırdı.

AK Parti bunu faizli sistemde yaptığı için bu akıbete uğradı. Ama orada tamamen mağdur ve mazlum durumdadır. Karşı olmak zalimlerin yanında olmaktır.

 

YN- Devlet İstatistik Enstitüsü hayali stoklarla millî gelirde artış hesaplamıştır. (s. 25)

SK- Batı ekonomisi yalancı para ekonomisidir. Her şeyin fiyatını ve ücretleri iki misline çıkarın, reel ekonomide hiçbir gelişme olmaz, ama millî hasıladaki artış yüzde yüze yükselir. Buradaki sakatlık ne Enstitü’de, ne de iktidardadır; faizli ekonominin muhasebe sistemindedir. Bu konuda AK Parti’yi veya Enstitü’yü suçlamak zulüm olur. Ama AKP faizli sistemi benimsediği için sorumludur. Konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir.

 

YN- Millî gelir artışı da bu hayalden doğmaktadır. (s. 25)

SK- Para artışı demek olan faizli ekonomide muhasebe hep yalandır, hep aldatmacadır. Gerçekte değil, oyunun kuralı olarak kazanma ve kaybetme sistemidir.

“Adil Düzen”e göre çözüme ulaşmak için faizli ekonomide para artışına değil, mal artışına dayanan bir ekonominin muhasebesini kurmadıkça bu tür yanılmalar ve aldanmalar olacaktır. Gerçekten olmadığını biliriz ama gerçeğin ne olduğunu bilemeyiz.

 

YN- Artan tüketim faizli banka borçları ile karşılanmıştır. Tüketim harcamaları millî geliri fazla göstermiştir. (s. 25)

SK- Millî gelirin nasıl hesaplandığını bizzat hesaplayanlar da bilmezler. Batı kaç göstermek istiyorsa kafadan atarak o rakamları tuttururlar.

Ancak, bütün bunlara rağmen bazı reel değerler vardır. Bunlarla ülkenin durumu belli olur.

  1. Altının değeri yükselmiyorsa enflasyon yoktur demektir. Uzun zaman altın enflasyon dışı değeri koruyamaz.
  2. Ülkedeki nakliye araçlarının hareket miktarı ve yolcu adedi gerçek ekonomiyi gösterir.
  3. Telefon ve haberleşmelerde ödenen miktar ekonominin seviyesini gösterir.
  4. Harcanan kw olarak elektrik de ekonominin gidişini gösterir.

İki yıldır bunlarda artış olduğunu kimse yalanlayamaz. Bu artış AK Parti’nin siyaseti olarak değil, Batı’nın batırıcı formüllerinin kayıt dışı ekonomi sebebiyle ters tepmesinden oluşan bir şeydir.

 

YN- İç ve dış borç %10 artmıştır. (s. 26)

SK- Borçlanma tamamen hesabi olup reel ekonomi ile bir ilişkisi yoktur. Türkiye 1950’den beri borçlanmaktadır. 1997’ye kadar borç miktarı 80 milyar dolar olmuştu.

Türkiye 10 000 yıllık tarım döneminden sanayi dönemine geçti. Son yedi yıldır tek çivi çakılmadı ama Türkiye bir o kadar daha borçlandı. Bu arada Cumhuriyet’in 80 yıllık, hattâ 100 yıllık KİT’leri de satıldı.

Mustafa Kemal’in de dediği gibi; bu durum artık sadece gaflet ve dalâletle izah edilemez, ancak ihanetle izah edilebilir.

 

YN- Devlet İstatistik Enstitüsü aldatıyor veya yanılıyor. (s. 26)

SK- Bu Enstitü kopya ettiği ve anlamadığı formülleri uyguluyor. Onlar ne sonuç istiyorlarsa biz de onu belirliyoruz. Nüfusu bile ona göre sayıyoruz.

Bundan kurtulmak için önce psikolojik bağımsızlığı kazanmalıyız. Kendimiz düşünüp kendimiz müesseseler kurmalıyız. Kuralları kendimiz koymalıyız ki doğruyu görelim.

Başaksının gözlerine bakanlar ne kadar görürlerse biz de o kadar görürüz.

 

YN- Borçlanan iflas ediyor demektir. (s. 26)

SK- Eğer bir borç artıyorsa, artık ödeme imkanı kalmamışsa, o iflas ediyor demektir.

Bugün Türkiye iflas etmemiştir. Ama 10 sene sonra iflas bayrağını çekecektir.

Dış borçları Türkiye bugün çok kolay ödeyebilir:

  1. Dış borcu iç borca çevirir, TL’yi basar ve öder.
  2. Döviz borcunu mal borcuna çevirir ve onu da rahatlıkla öder.
  3. Borcu iştirake çevirir ve borç rizikosu kalkar.
  4. Faizli borcu kredileşme yoluyla faizsiz borca çevirir. Tehlike biter.

Bunlardan biri bile Türkiye’nin borcunu kapatmaya bugün yeterlidir.

Ne var ki, 10-15 sene sonra borç, -o zamana kadar yeni borç almasak da- 2 (iki) trilyon doları geçecektir. O zaman artık o borcu ödeme imkanı olmaz.

 

YN- 1920’lerde Türkiye Büyük Millet Meclisi dış borcu kabul etmedi. (s. 26)

SK- O gün borç veren maldan veriyordu, çünkü ödenen altın idi. Bugün kâğıt veriyor, sonra da karşılığında senden kendi kâğıdını istiyor. Biz o kâğıdı nasıl bulacağız?

Bulamayacaksın ve başını satırın altına koyacaksın.

Tek çare vardır; halkın organize olup borcunu bir an evvel kapatmasıdır.

Devlet yani hükümet bu işi yapamaz. Çünkü bunu yapmaya kalktığı zaman 28 Şubatlar karşısına dikilir. Askerler çaresiz kalınca CIA’nın istediğini yapmak zorunda kalıyorlar.

Parti askerlere moral verecek. Biz borcu öderiz diye inanacaklar.

Onun için Türkiye’de “Adil Düzen Partisi”ne ihtiyaç vardır.

 

*

 

YN- NASIL KURTULURUZ? (s. 27)

SK- Besim Tibuk’un Liberal Demokrat Partisi’nin (LDP) programını böyle okuyup bitirdik ve kritiklerimizi yani değerlendirmelerimizi yazdık. Bir yere geldiğimizde “teşhisler” tamam da; acaba “çözümler” var mı diye heyecanla programı okumaya devam ettik. Yoktu!

Halkın Yükseliş Hareketi” isimli bu kitapçıkta da çözümler yoktur.

Var diyorsanız, tartışalım.

Çözümleri biz araya koyuyoruz. Bunun için birlikte çalışmak zorundayız. Allah böyle yaratmış ve herkese başka imkânlar vermiştir. Bunu ortaklığa koymayanlar nankörlük etmiş olurlar.

 

YN- Borçlar millete gidilerek veya dirayetli erteleme ile çözülebilir. (s. 27)

SK- Borçlar; dış borcu iç borca çevirerek (millete giderek), döviz borcunu mal borcuna çevirerek (erteleyerek), borcu iştirake çevirerek veya faizli borcu kredileşme borcuna çevirerek (dolar borcuna karşı YTL alacaklı olmak) yollarıyla ödenebilir. Bunları kabul etmeyenlere de derhal ödeme yapılmak suretiyle borç hemen kapatılmalıdır. Bir kuruş bile faiz verilmemelidir.

Bundan sonra verilen borçları “Adil Düzen Partisi” ödemeyi kabul etmeyecektir. Vermesinler; verirlerse şimdiden ödemeyeceğimizi duyuruyoruz.

 

YN- Ekonomik kurtuluşu halka anlatmak. (s. 27)

SK- Bugün her Türk ailesinin 10.000 dolar dış borcu vardır. 15 sene sonra, bu arada hiç borç almasak bile bu borç 100.000 dolar olacaktır. Oysa her ailenin ortalama mal varlığı 50.000 dolar civarındadır. Demek ki 15 sene sonra intihar etsek bile yine borçlu gideceğiz! Türkiye borcumuzun yarısını ödeyemeyecektir.

Bundan kurtulmak zorundayız. Siyasi esarette erteleme olabilir, ama ekonomik esaret açlığa benzer. Dayanılmaz. Siyasi esaret hapisliktir.

Kurtulmak için halk olarak;

  1. Dayanışma ortaklıklarını kurmalıyız.
  2. Kredileşme ortaklıklarını kurmalıyız.
  3. Mala-mal ortaklıklarını kurmalıyız.
  4. İşletmelerimizi “Adil Düzen İşletmeleri”ne çevirmeliyiz.

Parti organize edecek, halk bunları yapacaktır.

 

YN- Olağanüstü tedbirler referandumla alınabilir. (s. 27)

SK- Eğer sivil yönetim bu işi başaramıyorsa; askerlik hizmetini uzatarak ordu devreye sokulmalı, doğal kaynaklar orduya verilmeli, o işletmeli ve Türkiye borcunu ödemelidir. Sivil yönetim sorunları ancak hukuki yoldan çözer. Sivil yönetim bu sorunu çöz(e)mez. Çünkü çözmeye kalkıştığı zaman darbe ile iner.

 

YN- Ödünç ayaklarla değil, kendi ayaklarımızla yürümeliyiz. (s. 28)

SK- Kurulmuş olan Batı modeli devlet bu işi başaramaz.

Ordu dışındaki tüm devlet yapısı tamamen değişmeli ve yeniden yapılandırılmalıdır. Bürokrat yerine “teminatlı serbest hizmet erbabı” devreye girmelidir. Halk “kendi seçtiği hizmetlilere” hizmet ettirmeli, ücretlerini devlet ödemelidir. Ordu ise nöbetleşe hizmet görmeye devam edecektir.

 

YN- Millî gücü faizi ödemek için harcarsak mahvoluruz. (s. 28)

SK- Faizli düzen değişmedikçe kurtulmamız mümkün değildir. Pakistan’ı yaşatırlar, ama Türkiye’yi yaşatmazlar. “Faizsiz düzen” demek, faizi sıfırlanmış düzen demek değildir. “Faizsiz düzen” demek, faiz yerine “kredileşmeyi” ikame eden, veresiye yerine “ön ödemeyi” yapan düzendir. “Adil Düzen” budur.

Bu düzen halka öğretilmedikçe ve uygulatmadıkça gerçekleştirmemiz gerekmiyor. Bunun için iktidar olmak gerekmez, bir parti iktidar olmadan da bunu rahatlıkla yapabilir.

 

YN- Borç batağı bizi ABD’nin büyük Ortadoğu işgali ile karşı karşıya bırakabilir. (s. 28)

SK- Türkiye borç batağına bunun için sürüklenmiştir.

1950’ye kadar dış borçlar ödenmiş, yabancı sermaye Türkiye’den kovulmuştu. Tam borçsuz yaşayacak durma gelmiştik ki, yeniden borçlanmaya başladık!..

Bu millet İstiklâl Savaşı’nı borçsuz yaptı. Bu millet II. Dünya Savaşı’nı borçsuz atlattı.

Bu millet efendi iken birden yeniden köle yapıldı. Şimdi yeniden borç batağındayız.

Bu siyaset DP siyasetidir. AK Parti de bu batak siyasetin sağlam takipçisidir.

 

YN- Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) destek vermeli miyiz? (s. 28)

SK- Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye’yi yıkmak için Avrupa Birliği’ne zorlamak amacıyla ortaya atılmıştır. Gelin, ya Türkiye’yi paylaşalım, yoksa ben (ABD=Tekel Sermaye) Müslümanlarla bir olur, seni boğarız. Büyük Ortadoğu’ya ABD yani tekel sermaye kesinlikle razı olmaz.

Geleceğin dünyasıAdil Düzen”i kabul eden Müslüman ve Hıristiyan devletlerinin işbirliği ile gerçekleşecektir. Türkiye tarafsız ve bağımsız kalmalı, “Adil Düzen”i ile bütün dünyada barışçı rol oynamalıdır.

Avrupa Birliği’ne girmek ne kadar tehlikeli ise; Büyük Ortadoğu Projesi de o kadar tehlikelidir.

 

YN- Büyük Ortadoğu Projesi desteklenmezse sistem dışı kaynakla Türkiye ekonomik olarak çökertilir. (s. 29)

SK- Türk ekonomisi halk ekonomisidir. Finans oyunları ile artık Türkiye çökertilemez. Türk ekonomisi kendisini yenileyebiliyor.

Tehlike, dış borç ve siyasi baskı ile askeri mağlubiyet olmaktadır. Onun için tarafsız kalmalıyız, ordumuzu güçlendirmeliyiz. Dış borçları hemen tasfiye etmeliyiz. Ülke içinde “Adil Düzen”i kurmalıyız.

Demek ki siyasetimiz bellidir:

  1. Tarafsız Türkiye.
  2. Güçlü Ordu.
  3. Adil Düzen.
  4. Dış borçları tasfiye.

Bu hususlarda anlaşanlar iktidara talip olabilirler. Parti içinde anlaşma şartı yoktur. Kimler anlaşırsa hükümeti onlar kurar. Partilerden isteyenler katılır, istemeyenler katılmaz.

 

YN- Dinci iktidar böyle bir krizi aşamaz. (s. 29)

SK- Dinsiz iktidar ise hiç aşamaz.

Türkiye’de dini doğru anlamak ve anlatmak ayrı şeydir, din düşmanlığı veya dini terk ayrı şeydir.

“Din” demek “Allah” demektir. Allah’ın dışında hiçbir güç Türkiye’yi kurtaramaz. “Din” deyince “silm” demektir, “barış” demektir. Din Hz. Adem’den beri gelen bir inançtır ve hep o muzaffer olmuştur. Bugünkü uygarlık onun eseridir. Mikropların değil, yıkıcıların değil; yapıcıların eseridir. Dine saldıranlar ellerini ateşe sokmuş olurlar. Bâtıl da olsa dinde zorlama yoktur. İsteyen onu istismar edebilir.

Lâiklik demek, bir şey dinî olduğu için öncelik tanımaz, olmadığı için de atılmaz.

İktidarın dinci veya dinsiz olması onun iktidarına ne güç katar, ne de düşürür.

Ben dindarım ve dinciyim. Ben her şeyi Allah için yaparım. Ama karşımdakinin dindar veya dinci olup olmamamsına karışmam. Eğer birileri benim dinime karışacaksa, inançlarıma “istismar” deyip dinde baskı yapacaksa, onlara diyeceğim ki; “Senin yolun senin, benim yolum benim olsun.”

 

YN- Kendi dilleri ile ibadet hakkı vermeyenler devlet televizyonlarında çok dil boy gösterdi. (s. 29)

SK- Aşiret dili vardır, bu müşahhas konuşma dilidir. İnsanlığın ortak yazıları bu dille öğrenilir.

Dört çeşit yazı vardır. Arapça hareke yazsı, Lâtince harf yazısı, Çince hece yazısı ve trafik ile matematikte kullanılan şekil yazısı. Herkes bu dört yazıyı öğrenmelidir.

Bucaklar (kabileler.) yazı dilini kullanırlar. Seçtikleri bir yazı ile kendi dillerini yazarlar İlk öğrenim bu dille yapılır. İller (şa’bler) sanat dilini kullanırlar. Duygularını onunla ifade ederler. Orta öğrenim bu dille yapılır. Uluslar (kavimler) hukuk dilini kullanırlar. Hakemlerin yorumu ile hükümleri içerir. Yüksek öğrenim bu dille yapılır. İnsanlık (millet) ilim dilini kullanır, alimler onu tahdit edip oluştururlar.

İki ilim dili vardır, Lâtince ve Arapça.

Devlet bir şeyi öğrenmeyi zorlayabilir, ama bir şeyi öğrenmeyi yasaklayamaz. Türkçe bilmek zorunlu kılınabilir, ama başka hiçbir dilin konuşulması, yazılması yasaklanamaz.

Yayın özel sektöre bırakılamaz. Yayın çoklu sistem içinde ilmî dayanışma ortaklıklarının ve dinî dayanışma ortaklıklarının yönetiminde olmalıdır. Matbaa ve bina değil, yazar hür ve bağımsız olmalıdır. Yazarlara devlet maaş ödemeli, onlar istedikleri yayın organında veya televizyonlarda yazmalı ve konuşmalıdır.

 

YN- Devlet televizyonları ile halk televizyonları arasında fark olmamalıdır. (s. 29)

SK- Bir şeyi halk yapıyorsa onu devlet yapmamalıdır; devlet yapıyorsa onu halk yapmamalıdır.

Basın ve yayın organları kooperatifler tarafından işletilmelidir. Herkes bir kooperatife üye olabilmelidir. Devlet kooperatiflere devlet üyeleri sayısınca destek vermelidir. Kooperatifleri yazarlar yönetmelidir. Vergiden muaf olmalı, dağıtımı devlet yapmalı, yazarlara maaşı devlet vermelidir. Devlet medya organlarında beşte bir yer işgal etmeli, kendisi televizyon kurmamalı, gazete çıkarmamalıdır.

 

YN- Yarın Türkiye adını da tartışılır hâle geliriz. (s. 29)

SK- Her ocağın, her bucağın, her ilin, her ülkenin kendi dili vardır. O ülkenin siyasi haklara sahip vatandaşı olabilmek için askerlik yapmak zorunludur. Askerler de millî dil öğrenmek zorundadırlar. Türkçe bilmeyen Türkiye’de siyasi haklara sahip vatandaş olamaz. Ama devlet bir başka dili öğrenmeye mani olamaz.

Türkiye resmi dili Türkçe olan bir devletin toprağıdır. Onu Türk olanlar değil, Türkçe bilenler yönetir ve yaşatır. Midemiz bozabilir diye meyve yemekten uzak kalmayız.

 

YN- Yeni isim teklif edeceklerdir. (s. 30)

SK- “Türkiye” birleştirici isimdir. Malazgirt’i kazanan, İstanbul’u fetheden, Sakarya ve Dumlupınar’da varlığını gösteren bir siyasi oluşum Türkiye Devleti’ni kurmuştur. Onun resmi dilini Türkçe yapmıştır. “Türkiye” adını vermiştir. Bütün devletler böyle kurulmuştur.

Tarihî müktesebat kabul edilmese Amerika kıtasını beyazlar boşaltmalıdırlar.

Bir savaş olur, Türkler mağlup olur, o zaman galipler elbette başka devlet kurarlar, başka ad verebilirler. Kanla kazanılan ancak kanla kaybedilir.

Bu tür endişelerle yasaklar koyamayız, halkın istediği dille konuşmasına mâni olamayız.

 

YN - Siyasal İslâmcılar “kâfir Türkiye Cumhuriyeti” diye “Türk” kelimesini kullanmadılar. (s. 30)

SK- Her insanın köle değilse siyaset yapma hakkı vardır. Hattâ kölenin bile hür olma hakkı vardır ve dolayısıyla onun da potansiyel siyasal hakkı vardır.

Müslüman olanlara siyaset yasağını getirme gücü kimsede yoktur. Ben Müslümanım ve siyasi haklarım vardır. Seçme ve seçilme hakkına sahibim. Bu hakkın sınırı herkes için eşittir. Siyasal solculuk serbesttir, siyasal Avrupacılık serbesttir ama siyasal İslâmcılık yasaktır!

Bu sözler müstevlilere çanak tutan sözlerdir. İslâmcılık da meşrudur ve herkes İslâmcı olabilir.

 

YN- “Türk halkı” İstiklâl Savaşı’na katılanların adıdır. (s. 30)

SK- İstiklâl Savaşı’nda yanımızda yer almış, Lozan’da karşı masada oturmayıp azınlık haklarını almamış, Türkçe bilen, “Türküm” diyen ve askerliği yapan herkes “Türk”tür. Azınlıklar da Türkiye vatandaşıdır. Türkiye’de değişik halklar vardır. Bunlar Türk halklarındadır. Herkes Türk halklarından birine katılabilir, yahut ayrı halk oluşturabilir. Türk olmak için azınlık haklarından vazgeçmek gerekir, Müslüman olmak gerekmez.

 

YN- Azınlıklar yalnız Rum, Ermeni ve Musevilerdir. (s. 30)

SK- Çünkü bunlar Lozan’da dışarıdan hamilere dayandılar. Dışarıda hamileri olanlar azınlıktırlar. Aleviler veya Kürtler bir birlik oluşturur, bir savaşa gider de yeni Lozan’da oturur da onların himayesini kabul edersek azınlık olabilirler. Savaşsız barış anlaşmaları yapma kurnaz Batılıların modelidir. Tarih içinde geçerliliği yoktur. Zaten Aleviler ve Kürtler azınlık hakkı değil; sosyal grup olma hakkını istiyorlar, demokrasiyi istiyorlar, lâikliği istiyorlar, yerinden yönetimi istiyorlar. Bu konularda bizim onlarla bir sorunumuz yoktur.

 

YN- Türkiye Cumhuriyeti Devleti TC kimliğini taşıyanların devletidir. (s. 30)

SK- Bir ülkede aynı dinde olanlar veya aynı ırkta olanlar yaşamayacaktır. Devlet birlikte yaşamak için kurulmuş bir dayanışma ortaklığıdır. Hürriyetler için devlet oluşmuştur. Devletlerin hürriyetleri kısma yetkileri yoktur. Vergisini veriyorsa, askerlik yapıyor veya bedel ödüyorsa, o kimse Türk vatandaşıdır. Devlette eşitlik içinde yaşamak ve yararlanmak hakkı vardır.

Askerlik seçmelidir. İsteyenler bedenen katılırlar, isteyenler bedel öderler. Bedel ödeyenlerin devlette sadece siyasi hakları yoktur. İlmî, dinî ve meslekî hakları diğerlerinden farksız olduğu gibi; il ve bucaklar içinde de siyasi hakları vardır. Her zaman askerlik yapıp siyasi haklara sahip olurlar. Kadınlar askerlik yapmazlar, bedel ödemezler. İsteyenler siyasi haklara sahip olurlar.

Hiçbir sorun geçiştirme ile çözülemez.

 

*

 

YN- SİVİL TOPLUM GÜÇLERİ VEYA KUVAYİ MİLLİYE (s. 31)

SK- Belirsiz, tanımsız kavramları savunma veya dayanma, balık avcıları için suları bulandırmadan başka bir şey değildir. Türkiye’de sivil toplum tanımlanmamıştır.

Sivil toplum kimlerdir?

  1. Siyasi partiler Türkiye’de gerçekten sivil toplumdur, belki de yegane sivil toplumdur.
  2. Sendikalar ve odalar. Bunlar sivil toplum olamamaktadırlar. Bunun iki sebebi vardır. Biri, tekeldirler. Diğeri ise, yöneticiler demokratik şekilde oluşmuyor. Tek parti yönetiminin kalıntıları olan bu kuruluşlar meslek sahiplerine sadece yüktür. Mühendisler odası komünistlik yapar, barolar başörtülü hanımları mahkemeye girmekten alıkoyar, bir de aidat alır! Bunlar halkımızı ve milletimizi değil, dış güçleri temsil ederler.
  3. Bunun yanında TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sivil kuruluşlar vardır. Dışa entegre olan bu kuruluşların kendilerini kabul ettirme dışında hiçbir yararlı işleri yoktur. Bunlara ülkeyi teslim etmek demek, ülkeyi sermayeye satmak demektir.
  4. Türkiye’de halkımızı temsil eden sivil toplum kuruluşları vardır. Tarikatlar, Nurcular, cami dernekleri, okul aile birlikleri... Ne var ki, bunlar ya illegal kuruluşlardır, ya da yazılı gayelerinin dışında amaçları vardır.

Sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkması ve gerçekten temsil edilmeleri için onların legal bir şekilde temsil edilmeleri gerekir. Türkiye’de hâlâ siyasi partiler dışında tekli sistem devam ediyor.

Tarikatlar yasak, tevhidi tedrisat duruyor, odalar monopol. Bu sebepledir ki siyasi organizasyon ve kooperatifleşme dışında hareket imkânımız yoktur. Sivil toplum olarak siyasi partileri ve kredi almayan halk kooperatiflerini kastedebiliriz. Geri kalanlar sivil toplum güçleri değil, sömürge toplum güçleridir.

 

YN- Sevr’e karşı Kuvayi Milliye dememiz kaçınılmazdır. (s. 31)

SK- Evet, “Kuvva-yı Milliye”ye ihtiyacımız vardır. Ancak Kuvva-yı Milliye nasıl oluştu?

  1. Din adamlarımız teslimiyeti kabul etmedi. Direndi. Bugün onun yerini siyasi partiler alabilir. Çünkü bugün bağımsız din adamlarımız yoktur.
  2. Esnaf din adamlarını mâlen destekledi. Bugün onun yerini yine esnaf alacaktır. Partileri destekleyeceklerdir. Nitekim Refah Partisi’ni ve AK Parti’yi desteklediler.
  3. Çeteler, dağa çıkan eşkıyalar din adamlarının emrine girdi ve Kuvva-yı Milliye’yi oluşturdu. Bugün de kuracağımız kooperatifler ekonominin çetesi olacaklardır. Kapkaççılıktan düzene döneceklerdir.
  4. Askerler, komutanlar Kuvva-yı Milliye’nin başına geçtiler ve ülke kurtuldu. Bugün emeklilerden oluşan askerler kadrosu bu işi başaracaktır. Emekli askerler ve siviller bu partilerde ve kooperatiflerde yer alacaklardır. Dış borçları halk olarak ödediğimiz gün istiklâlimizi kazanmış olacağız.

 

YN- Başına çuval geçirilen IMF’li Türkiye Sevr’in eşiğindedir. (s. 31)

SK- Türkiye 12 yıl savaşmış ve 12 milyonla savaştan çıkmış mecalsiz bir ülke idi. Oyalama siyaseti ile bugün 80 yıldır savaş görmemiş 70 milyonluk bir Türkiye var.

Türkiye’nin bugünkü en büyük çıkmazı, kurulan dış tezgah dolayısıyla ordu ile halkın arası açık. İktidara gelenler başarılı iş yaptı mı, bizzat kendi ordusu kullanılarak iktidardan indiriliyor. Bu sebeple çuval ve IMF normal.

Son olarak yapılan 3 Kasım Seçimlerinden sonra Türk ordusu halkın seçtiklerine saygıyı öğrendi. Şimdi artık kurtuluş zamanı. Ne var ki, şimdi de iktidarda olanlar hâlâ eski yapılanlardan korkarak adım atamıyorlar. Allah’a sığınacaklarına Avrupalılara sığınıyorlar. Millete sığınmak Allah’a sığınmaktır.

Allah her canlıya kendi varlığını koruma imkânlarını vermiştir.

 

YN- Türkiye içten abluka altındadır. (s. 31)

SK- 3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye’de iç abluka sona ermiştir. Ordu darbelerden vazgeçmiştir. TÜSİAD da ABD’de umduğunu bulamadığı için gücünü kaybetmiştir. Böylece Türkiye kendisini çok kolay kurtarabilir. Ancak şimdi de iktidarı millet seçti, ama o bunun farkında değil, dışarıdan atandığını sanıyor.

 

YN- Seyirci kalamayız. (s. 31)

SK- İkinci Sevr’i yırtabilmemiz için halk olarak her türlü ayrılıklarımızı unutarak kenetlenmeliyiz.

Herkese açık parti kurmalıyız. Oraya hainleri de almalıyız. Orada teşhir edip hainliklerine izin vermemeliyiz. Hedefimiz tek olmalı; ekonomik istiklâl. Onun dışında hiçbir şeyle meşgul olmamalıyız, iktidar olmayı bile talep etmemeliyiz. İndirirler çünkü.

Kooperatif kurduk. Baştan ortak oldular. Şimdi katkıda bulunmuyorlar. Çünkü Türkiye’de başarılı firmalara darbe vuruluyor, kapatılıyor. Halk bunlardan yılmamalı. Kapanmayacak şekilde yeniden kurulmalıdır.

Millî Görüşçüler sabırla böyle siyaset yaptılar, şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar.

 

YN- Gafiller, hainler birçok şey yapıyor, biz neden yapmayalım. (s. 32)

SK- Yapalım, ancak ‘herkes bana uysun yapalım’ değil, birbirimize uyarak yapalım.

Yönetimler iki çeşittir. Birinci olarak “kişi yönetimleri” vardır, bir baş seçilir, o ne derse o yapılır. Askeri yönetim odur. Siyasi savaşlar öyle kazanılır. Diğeri ise “şeriat yönetimi”dir. Şeriat yönetiminde kurallar vardır. Herkes kurallara uyar. Kimse kimseye uymaz. Ekonomik savaş öyle kazanılır.

Biz kişileri değil, kuralları seçmeliyiz. Kuralları sağlıklı bir şekilde koyabilmemiz için ise karşılıklı tartışarak, müzakere ederek ve anlaşarak koymalıyız.

Biz bunu hep yapmak istedim. Erbakan’ın dışında kimse kabul etmedi. Ya dinletti, ya dinledi.

Besim Tibuk ile böyle bir şey yapmak istedik. Görüşmeyi kabul etti, on dakika fırsat verdi. Sonra ilgilenmedi. Şimdi işte bunun için bu kitapçığı eleştiriyorum. Tartışalım diye.

Bu değerlendirmeleri Emin Şirin’e de göndereceğiz.

 

YN- Sivil güçler her tarafı kaplamalıdır. (s. 32)

SK- Yapacaklarımız çok basittir. Sadece inanıp harekete geçmek gerekir.

  1. Bir “dergi” çıkaracağız. 32 sahifelik kapaksız bir dergi. Dergide her sayfayı bir sosyal gruba tahsis edeceğiz, onlar yazacak. Dergi kâğıt fiyatının beş misli ile satılacak. 1) Yazar, 2) Kâğıt, 3) Matbaa, 4) Dağıtım, 5) Genel hizmet. Önce dergiyi herkese okutmalıyız. Ucuz olduğu için gücü yetecek, her türlü görüşleri bulacağı için benimseyecek.
  2. Adil Düzen Partisi”ni kurmalıyız. Dergi dağıtımını parti yapacaktır. Dağıtım payı ile parti oluşmuş olacaktır.
  3. Adil Düzen İşletmeleri” kuracağız. “Mala-Mal Marketleri”nden başlayacağız. Parti ve dergi bunları organize edecek.
  4. Marketlerden elde edilen gelirlerle ilmî araştırmalar yapacak ve ülkenin ekonomisini kurtarmanın yollarını arayacağız. Ülke bağımsız hâle geldikten sonra siyasi partilerle uzlaşarak “Adil Düzen” devrimini insanlık içinde yapacağız.

İşe küçükten hemen başlamakla sonuca varabiliriz.

 

YN- Sivil toplum güçleri bugünün Kuvayi Milliye’si olmalıdır. (s. 32)

SK- Biz geçmişte sivil güçleri oluşturduk, bir parmak bal çaldılar ve karşımızda oldular. Kendilerini canla başla savunduklarımız bizi ‘kooperatifi şeriatla idare ediyorlar’ diye Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne imzalı dilekçeler verdiler. Bunlar ilâhiyat profesörleri, Akevler’de evleri olan profesörlerdi!..

Halk hareketine ihtiyacımız vardır. Yöneticilerin değil, halkın kendi kendini yönettiği harekete ihtiyaç vardır. O kadar dağınık olmalıyız ki baskıları yetmemeli.

 

YN- Kuvayi Milliye olabilmek için özel hasletler ister. (s. 32)

SK- Bir sosyal hareketi ona inanmış, ölümü göze almış küçük bir kadro başlatır. Birkaç kişi yeterlidir. Onları inanmış gördüklerinde halk onların tesiri ile o hasletleri kazanır. Halk yumuşak mıknatıstır. Eğer sabit mıknatısların etkisi olursa güçlü mıknatıs olur. Yoksa sıfır mıknatısa varır. İşte o birkaç inanmış kişiden oluşan küçük topluluk sabit mıknatıs olur. Bizim sizleri davetimiz bu sabit mıknatıs olmayadır. Sonrası bize ait değildir. Allah onların şartını hazırlamıştır.

 

YN- İnsan haklarını rahatsız etmeyecek tüm imkanları kullanacaktır. (s. 32)

SK- “İnsan hakları” diye bir şey yoktur. Bütün haklar insan haklarıdır. İnsandan başka bir hak sahibi yoktur. Şeriat bu insan haklarının sınırlarını çizer. Biz bunlara “meşru haklar” diyoruz. Bütün meşru imkanlardan yararlanma tabiri kullanılmalıdır.

Devletin hakları da gözetilmelidir. Bir iş yaparken devletimiz zarar görmemelidir. Devletin varlığını koruması için yapacağı zulümleri meşru kabul etmeliyiz. Bu zulme biz de uğrayabiliriz.

 

YN- HYH’nde haram servete, cumhuriyet düşmanlığına, dış güçlere teslimiyete karşı olunacaktır. (s. 33)

SK- Bir partinin halkına karşı iki görevi vardır. Biri, iktidar olmadan evvel halkı eğitme ve örgütlemedir. İlmî, dinî, ve meslekî örgütleri kurallarına göre kuranlara yardımcı olmadır.

Diğeri ise iktidar olduktan sonra adaleti tesis etmedir.

Parti iktidar olmadan önce kendisi, onun organizatörleri haram lokma yemezler, cumhuriyete düşmanlık yapmazlar, dışa teslim olmazlar. Ama başkalarının bunları yapmalarını önlemek iktidarın işidir.

Bizim bir parti olarak, hele Meclis’te grubu olmayan bir parti olarak bu konularda hiçbir yetkimiz yoktur, görevimiz de değildir. Her görev yetkiye dayanız. Parti iktidar olduğu zaman böyle yapacağız diye vaat edebilir. Ancak şimdi bizim gayemiz iktidar olmadığı için bunlarla meşgul olmamalıyız. Parti içinde bir grup bunları savunabilir.

 

YN- Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu değişmelidir. (s. 33)

SK- Biz yapabileceğimiz şeyleri söylemeliyiz. AK Parti’den böyle bir talepte bulunabiliriz. Ama o da ancak AB’den bir kanun tercüme edebilir, o da bize yaramaz.

Bu işlerle biz meşgul olmamalıyız. Ama partimiz demokratik olarak seçim yapmalı ve yönetilmelidir. Tüzüğümüzü istediğimiz gibi yapabiliriz Sonra onu uygulayarak halkımıza göstereceğiz.

Tek adam yönetiminden veya ekseriyet demokrasisinden vebadan kaçar gibi kaçmalıyız. Bunun için üretilmiş mekanizmalara gerek vardır. O da “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda ele alınmıştır. Onu birlikte geliştirmeli ve yaymalıyız. Partiye bunun için ihtiyacımız vardır.

 

YN- %92 ile kabul edilmiş bir anayasa %24 ile değişiyor. (s. 33)

SK- Yine bu mesele de sistem meselesidir. Ekseriyet sistemini kabul ettiğiniz zaman %92 silah zoru ile %92’dir, %24 de para zoru ile %24’tür. Kararlar ittifakla alınmalıdır. İttifak edilmeyen hususlarda herkes kendisi ne isterse o yapılmalıdır. Halkın ittifakı sağlanamaz, temsilcilerin ittifakı yeterli olmalıdır. %5’ten fazla oy alan partilerin ittifakı anayasanın tedvini için yeterli olmalıdır. Azınlığın hakları da hakemler yoluyla denetlenmelidir. Hakemler anayasa maddelerini dahi iptal edebilmelidir, hakimler değil.

 

YN- Bu demokrasinin yozlaşmasıdır. (s. 33)

SK- Ekseriyet sisteminde lâiklik olmaz. Lâiklik olmadan da demokrasi olmaz. Batı demokrasileri kandırmacadır. İslâmiyet ve lâiklik ancak nisbî sistemde, içtihat sisteminde birleşebilir. Bu sebepledir ki demokrasi ve lâiklik yalnız İslâmiyet’te vardır. Sarhoş beyinlere bunları anlatmak zor.

 

YN- Düştüğümüz yerden kalkmak zorundayız. (s. 33)

SK- İçtihat kapısını kapatarak dinin içinde düştük. İçtihat kapısını açarak dinin içinde kalkacağız.

Kur’an’ın dışında herhangi bir çıkış yolu bulunamaz. Parti dindarların da siyaset yapmasını sağlayacaktır. Böylece dincilerin katkısıyla çıkış yolu bulacağız.

Dindarları ‘dinci’ diye dışlarsak elimizde halkımızın sadece kuru kemikleri kalır.

 

*

 

YN- İNSAN GERÇEĞİNDE BİRLEŞMEK! (s. 34)

SK- Allah Kâinatı insanlar için var etti. Yeryüzüne de Adem oğullarını yerleştirdi. Güneş’in çevresini onlara ayırdı. İnsanları yetiştirmek üzere dünyaya getirdi. İnsanlığa ve insanlara hizmet ermeyi onlara görev olarak verdi.

İnsanlar kavimler olarak ayrılacak ve devletler kuracaklar. Devletler iller olarak, iller bucaklar olarak ayrılacaklardır. Bucaklar ocaklara bölünecektir. İnsan bunların içinde yaşayacaktır.

Esas olan barıştır. ‘İslâm’ budur yani ‘barış’ demektir. Ama barışı bozanlar olacaktır. Barış için savaş meşru olacaktır. İsteyenler barışın tesisi için birleşip savaşacaklardır. Bu savaş farz-ı kifayedir.

Din, ilim, ekonomi ve siyasetten oluşan medeniyette birleşeceğiz. Dil, sanat, hukuk ve teknikte ise özelleşerek bağımsızlığımızı yaşayacağız. Birlik içinde farklılıklarımız olacaktır. Uygarlık zaten budur.

 

YN- İnsan merkezli bir siyaset. (s. 34)

SK- İnsan demek özgür varlık demektir. Çoklu sosyal gruplar oluşacak, bu gruplar içinde kişi istediğini seçerek özgür olacaktır. Yerinden yönetim olacak, kişi ocağını ve bucağını seçecek, onunla istediği toplulukta yaşayacak. Ekseriyet demokrasisi yerine yerinden yönetimli çoklu sistemde topluluğu değiştirme demokrasisi. Kişi ve topluluk eşitlik içinde hedeflenmiş olur.

 

YN- Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlerin birliğidir. (s. 34)

SK- Çoklu partiler gibi; çoklu tarikatlara, çoklu ilmî gruplara imkân verilmelidir. Halk çoklu kooperatifler içinde örgütlenmelidir. Ocaklar ve bucaklar ile iller iç işlerinde bağımsız olmalıdır. İnsanlık içinde devlet ne ise; devlet içinde il, il içinde bucak da o olmalıdır. Ocak yaşama, bucak çalışma, il iç güvenlik, ülke dış güvenlik birlikleridir. İnsanlık uygarlık birliğidir. Bir canlının farklı hücreleri gibidir.

Devleti hürriyetlerimiz için, yani çeşitli yaşama imkanlarımız için kurduk. Hürriyetlerimizi daraltmak yerine; genişletmek ve korumak için kurduk ve kuruyoruz. Haklarımızı devlet değil, hakemlerden oluşan yargı belirleyecek, devlet hakem kararlarının bekçisi olacaktır. Yargı kişinin ve devletin üstündedir.

 

YN- Üniter devlet bu beraberliğin ifadesidir. (s. 34)

SK- Devlet demek, müesseseleri ile bir varlık hâline gelmiş topluluktur. İnsanın nasıl sinir sistemi, kas sistemi, kan sistemi varsa, bunlar tek ise, bir insanda iki beyin, iki kalb yoksa, iki göz nasıl tek göz gibi çalışıyorsa, devlet de bütün kurumları ile tek varlıktır. Bu farklı organların oluşmasına engel teşkil etmez, aksine onların oluşmasını gerekli kılar. Bu hücrelerin varlığını yok etmez, tam tersine hücrelerin faaliyetine imkân verir.

Dolayısıyla çeşitlilik hiçbir zaman ayrılık değildir. Tam tersine, çeşitlilik kişileri birbirine muhtaç eder ve bağlar. Benzerlik ise kişileri bağımsız kılar ve topluluk dağılır.

Tarikatların yasaklanması, tevhidi tedrisat kanunu, şirket üzerinde yargı dışındaki denetim kalkmalıdır. Çoklu sistem gelmelidir. Halk olarak partilerden ve kooperatiflerden yararlanarak çoklu sistemi getirmeliyiz. Derneklerden ve vakıflardan yararlanmalıyız.

 

YN- Bu çeşitlilikten dış düşmanlar yararlanmak istiyor. (s. 35)

SK- Türkiye’deki bütün bölücü hareketlerin kaynağı dışarıdadır. Hem de yalnız CIA’dır. Başka kaynaklar hep ona bağlıdır. Ancak biz de yasaklamalarla bunlara yardımcı oluyoruz.

MİT sadece orduya haber temin etmelidir. Olayları yönlendirmemelidir. Sivil yönetim için açık istihbarat teşkilatı kurulmalıdır. Her türlü gereksiz yasaklamalar kalkmalı, çeşitlilikten korkma yerine, güvenme gerekir. Her il bağımsız hâle gelince artık Kürt sorunu kalmaz. Bir taraftan onları böleriz, diğer taraftan onlara bağımsızlık sağlarız. Sorun kalmaz. Baskı savaş sonunda onları birleştirip böler ve onlar da yok olurlar.

Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulmalıdır. İsteyenleri mübadele etmeliyiz. Biz onlara, onlar bize karışmamalıdırlar. Onlardan bize çok gelirse toprak vermelidirler, bizden çok giden olursa biz vermeliyiz. Bu ülkemizi adil ve güçlü kılmaya zorlar.

 

YN- Ebrunun dağılmasını isteyenler dışa hizmet ediyorlar. (s. 35)

SK- Taşra bucaklar tamamen bağımsız olacaktır. İlçe merkez bucakları ise ilin birliğini sağlayacaktır. Merkez bucaklarda benzerlik ve tek düzey hakim olacak, bu güçlenme ve gelişmeyi sağlayacak, taşra bucakları ise ebruluğu koruyacaktır.

Bu durum iller için de böyledir. İller bağımsız olacak, bölge merkez illeri devlet içinde birlik ve benzerlik içinde olacaklardır. Orada yaşayanlar hürriyetlerinden fedakârlık edeceklerdir.

Bunun benzerini insanlık için de düşünebiliriz. Avrupa devletleri bağımsız olacak ama merkez bölge oluşacak, orada Avrupa normları geçerli olacaktır. Bütün Avrupa halkına normları dayatmak demek, Avrupa’yı parçalamak demektir.

 

YN- Özgürlüğe dayanmayan kalkınma sosyal yapıyı ve doğayı tahrip eder. (s. 35)

SK- Türkiye’de rekor yangınlar 1945 ve 1946’da oldu. Çünkü o tarihte ormanlar kamulaştırıldı. Hâlâ dayatılıyor. Dolayısıyla ormanlarımız tahrip ediliyor.

Ormanlar orada yaşayanlarındır. Herkes yaşadığı yerin mâlikidir. İstanbul’da bir metrekare yer bir milyar ise, köyde bir milyon bile değildir. O yer onun ise bu yer niçin bunun olmasın. Dayatmacı düzen İstanbul’u gecekondu ülkesi yapmıştır. Doğa Türkiye’de bunun için tahrip ediliyor.

Devlet kendisine topraklar ayıracaktır; ama illerin toprağına izinsiz giremeyecektir. İller kendilerine topraklar ayıracaktır; ama bucaklara izinsiz giremeyecektir. Her bucak kendi topraklarının düzenini kendisi koyacak ve koruyacaktır. Köylünün ormanına devleti ortak ederseniz o da onu yakar.

 

YN- İnsan dediğimiz zaman Malazgirt, Çanakkale ve İstiklâl savaşlarını yapanları kastediyoruz. (s. 35)

SK- Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı içinde kendi haklarını koruyan, bu devleti yıkmak için faaliyet göstermeyen herkes bu devlet içinde insan hakkına sahiptir. Yönetme hakkı olsa da insan olarak herkes insan hakkına sahiptir. Topraklarımızın içine giren herkes artık devletimizin güvencesindedir. Suçu varsa cezasını çeker. Ama hakları daima korunacaktır.

Hakemlerin kararlarını tanımayanların biz hukukunu artık korumayız. O kadar.

 

*

 

YN- BİREY VE KAMU (s. 36)

SK- “Birey” dediğimiz zaman, kişinin yanında aile de sözkonusudur. Aile bir topluluk değildir. Ancak kişi aile içinde doğar, gelişir, yaşar ve yaşlanıp ölür. Ailesiz birey hayatı yoktur.

Kamu” dediğimiz zaman da iki farklı yönü ile ortaya çıkar. Biri güvenlikle ilgilidir. Burada hakem kararlarını hakim kılma amaçlanır. Diğeri ise ortak hizmetlerdir. Bunlar vakıflarla görülür. Aile yarı cemiyettir. Vakıf yarı özeldir.

                       

                     KİŞİ                               AİLE

 

 

                     KAMU                         VAKIF

 

YN- Birey ile kamu arsında denge oluşturulmalıdır. (s. 36)

SK- Halk ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarını oluşturur. Dayanışma ortaklık sorumluları (parti başkanları) ilmî, dinî, meslekî ve siyasî şûraları oluşturur. Şûralar sıralama usûlü ile kendileriyle ilgili bakanları atarlar. Şûra üyeleri yönetimi denetlerler. Hakemlere gitme haklarına sahiptirler. Dayanışma ortaklıklarının başkanları halk ile kamu arasında dengeyi kurmuş olur. Ortaklık oluşturabilmek için beşte birinin ortak olmasını sağlamak ve korumak gerekir. Son söz hakemlere aittir. Denge böyle oluşur.

Yerinden yönetimle de halk yönetime doğrudan katılır.

Hakemlik sistemi ve hakemler karşısında kamu ile kişinin eşit olması dengeyi kurar.

Hakimlik sisteminde denge kurulamaz. Savcılığın görevini siyasi parti başkanları yüklenir.

 

YN- Bireye kamu tercih edilir. (s. 36)

SK- “Adil Düzen”de birey ile kamu eşittir. Eğer birinin mağdur edilmesi sözkonusu ise kişi mağdur edilir, ancak kamu onu tazmin eder. Bedelsiz istimlâk olmayacağı gibi, karakola dâvet edilen herkese ücreti ödenir. Zarar etmişse tazmin edilir. Soruşturmada dayak atılmışsa diyeti ödenir. Birey için kamu zarara sokulmaz, kamu için birey zarara sokulmaz.

Askerlerin savaşta ölmesi sözleşme gereğidir. Kişi bedel vereceğine bedenen katılmayı tercih etmiştir. Bu sebepledir ki zoraki askerlik yoktur. İsteyen bedelli, isteyen nöbetli olur. Savaşta elde edilen ganimetin beşte dördü onlarındır. Devlet ancak beşte bir alır. Savaşanların çocukları imtiyazlı emeklidirler.

Adil Düzen”de adaletin karşısında imtiyazlı varlık yoktur.

 

YN- Devlet güçlü olmalıdır, taciz yapmamalıdır. (s. 36)

SK- “Devlet” güçsüzleri güçlü kılmak için oluşturulmuş bir “dayanışma ortaklığı”dır. Hakem kararlarının uygulanmasında güç kullanır. Güçlü olacak ama hakem kararları dışında gücünü kullanmayacak. Aksini yaparsa güçsüzleşir.

 

YN- Güçlü devlet musallat devlet değildir, güçlü koruyucudur. (s. 36)

SK- Devlet dışa karşı hâkim, içe karşı hâdimdir. İller eşkıyaya karşı hâkim, içe karşı hâdimdir. Bucaklarda ise hakemler vardır. Herkes hakem kararlarına kendi isteği ile uyar. Sadece hâdim devlettir. Uymayanlar il jandarmasına havale edilir.

 

YN- Devlet kamu sektöründe emredici, özel sektörde yol göstericidir. (s. 37)

SK- Kamu görevlileri aynı zamanda genel hizmetlilerdir. Kamu hizmetlilerini halk kendisi seçer, aylıkları kamuca karşılanır. Son söz hizmet alanındır. Kamu görevlilerini ise şûralar atar, yahut bakanlar atar. Son söz görevlinindir. Hakemlerin yargı denetimi her zaman vardır.

 

YN- Özelleştirme emperyalizme hizmet eden talandır. (s. 37)

SK- KİT’ler teknoloji transferini yaptı, halkı eğitti, tekelleşmeyi önledi, kentleşmeyi gerçekleştirdi.

KİT’lerin bugün de görevleri vardır. Teknolojiyi üretecek, eğitmeye devam edecek, tekeleşmeyi önleyecek ve sanayii köylere götürecek.

KİT’ler vergi kaçıramadığı için, personel alım ve çıkarılmasına müdahale edildiği için, fiyatlarına müdahale edildiği için, yetki ve sorumluluk kendilerine bırakılmadığı için zarar etmişlerdir.

Bu kurumlar vergiden muaf olmalıdır. Çünkü kamu hizmeti görüyorlar. Personeli siyasi partiler tarafından aldıkları oylara göre atanmalıdır. Fiyatlara müdahale ediliyorsa edenler karşılamalı ve işletmeler bağımsız vakıf kuruluşları hâline getirilmelidir. Başarısız yöneticiler hakemler kararı ile alınmalıdır.

Özelleştirme değil, özerkleştirme yapılmalıdır. Sermayeye değil, hisse senetleri ile halka satılmalıdır.

 

YN- Talancı olmayan özel teşebbüs ile ekonomi gelişir. (s. 37)

SK- Sosyalizm, her şeyi devletin yapmasıdır. Kapitalizm, her şeyi özel sektörün yapmasıdır.

Devletçilik, halkın serbest rekabet içinde yapabileceğini yapması, halkın yapamayacağı şeyleri ise devletin vakıflarca yapmasıdır.

Özel sektörün tekeline izin verilemez. Devlet tekeli de ancak zaruret hallerinde meşrudur.

Devletçilik halkçılıkla dengelenmiştir. Dünyaya bunu Türkiye getirdi. Devam etmeliyiz.

 

YN- Hukuk devleti insan haklarını bireye bırakmaz. (s. 37)

SK- Dayanışma ortaklıkları devleti denetlediği gibi özel sektörü de denetler. Haksızlık gördüğü zaman kamu adına hakemlere gider. “Adil Düzen”de savcı yoktur. Savcılık görevini dayanışma ortaklıkları yüklenir. Kamu yetkilisi kendisini ilgilendiren hususta kamu davası açabilir.

 

YN-Güçlü devlet çağdaş devletle çelişik değildir. (s. 37)

SK- Güçlü yönetim başkadır, güçlü devlet başkadır. Güçlü devlette güçlü ülke vardır, güçlü halk vardır; güçlü ilim vardır, güçlü ekonomi vardır, güçlü din vardır, güçlü yönetim vardır. Bunlar arasında kuvvetler ayrılığı ilkesi içinde denge sağlanmıştır. Başkanlar ve hakemler bu dengeyi sağlarlar.

Devleti zayıflatma müstevlilerin tuzağıdır.

 

YN- İnsan haklarının korunduğu kuruluştur. (s. 37)

SK- Hak başka hürriyet başkadır. Hürriyet, insanın istediği gibi davranması demektir. Hukuk ise insanın hürriyetini meşruiyet içinde fiilen kullanmasıdır. Dağda tek başına yaşayan insan sonsuz hürriyete sahiptir. Fiilen kullanmamaktadır. Oysa kente gelenin potansiyel hürriyeti daralır, ama fiili hürriyeti genişler.

Devlet, potansiyel hürriyetlerden yapılan fedakârlıklarla fiili hürriyetleri elde etme birliğidir.

Devlet potansiyel hürriyetten en az ödün vererek fiili hürriyeti azamiye çıkarma yollarını arar.

 

YN- HYH tacizci ve şekilci devlete karşıdır. (s. 38)

SK- Devlet vatandaşa hiçbir yerde hiçbir zaman izin vermez. Kendi danışmanlarına danışır, kararını verir ve uygular. Devleti haberdar eder. Görevliler, bir haksızlık varsa hakemlere giderek çözerler. İzin ve ruhsat sistemi tamamen mülga olmalıdır. Birini diğerinin iznine tâbi tutmak demek, onu ona köle yapmaktır.

 

YN- Çok hukuklu sistem merkezi otoriteyi zayıflatır, dış sömürüye götürür. (s. 38)

SK- “Çok yargılı sistem” ile “çok hukuklu sistem” tamamen farklıdır. İnsanlık bugün artık İslâm’ın öğretisi ile “çok hukuklu sistem” içindedir. Serbest sözleşme çok hukukluluk demektir. Uluslararası ilişkilerde hep çok hukukluluk vardır. Dernekler, vakıflar, partiler kendi sözleşmelerini kendileri yapıyor. Çok yargılıya gelince, kamunun yetki vermediği, maaşlarını ödemediği, özüne infaz yapan değişik yargı mercileri olmasıdır. Bu devleti parçalamış olur. Hakemler devletin yetki verdiği kimselerden oluşur, hakemleri taraflar seçer, baş hakemi hakemler seçer, hakemlerin maaşları devletçe ödenir, infaz devletin tek silahlı kuvvetlerince yapılırsa, burada bir parçalanma ve sömürme aracı olma sözkonusu değildir.

Yargı birliği ve hukuk çokluğu olmayan topluluklar demokratik ve lâik devlet sayılmazlar.

 

YN- HYH devletin küçültülmesine karşıdır. (s. 38)

SK- Devletin küçültülmesi söylenemez, yönetim küçültülebilir. Kuvvetler dengesi içinde yönetimin yetki ve görevlerini sınırlamak gerekir. Çünkü bugün yönetim ilme, dine ve ekonomiye karışmaktadır. Yönetimin görevi eskiden olduğu gibi yargı kararları içinde genel güvenliği sağlamaktır. Ama devlet ilmî, dinî ve meslekî kurumları ile ülkede bütün gücüyle varlıklarını sürdürecektir. Yönetim de küçültülmeyecektir. Güçlendirilecek ama bazı yetki ve görevleri elinden alınacaktır.

 

*

 

YN- İRTİCA NEDİR? (s. 39)

SK- İnsanlar nasıl yaşlanırlarsa ve gençleşmek mümkün değilse, topluluklar da yaşanırlar ve geri dönüş mümkün değildir. İrtica, topluluğu gençleştirmeye çalışmaktır. Dönülemeyen eskiye dönmedir. Yaşlananlar ölür, yerine yenileri gelir, ölenler diriltilemez. İrtica, ölüyü diriltme çabasıdır.

Eskilerin iyisini almak milliyetçiliktir. Eskilerin kötülerini yeni iyilerle değiştirmek de inkılâptır.

Milliyetçilikle inkılâpçılık dengede olacaktır. İnkılâpçılığı tamamen reddetmek irticadır. Milliyetçiliği tamamen reddetmek de yobazlıktır.

Bununla beraber irtica kanunlarımızda suç değildir. İnkılâpçıların irticacıları silahla yani kaba kuvvetle değil, fikir gücüyle yenmeleri gerekir. Partimiz içinde irticayı savunmak tamamen serbesttir. İrtica sürtünme kuvvetidir. Sürtünmesiz hayat olamaz.

 

YN-Dindarlığın tümü irtica değildir. (s. 39)

SK- Kur’an ilâhi kitaptır. En mükemmel kitaptır. Ancak mücmeldir. Beyan ile uygulanabilir. Onun için Allah Kur’an’ı öğrettiği gibi beyanı da öğretmiştir.

Bundan önce yapılan içtihat ve icmalar o devirler için doğru idi ve onlar büyük uygarlığı oluşturdular. Ne var ki o topluluklar yaşlandı ve öldü. Yeniden 1000 sene evvelki içtihat ve icmalara dönmek irticadır. Yeni içtihat ve yeni icmalar inkılâptır. İslâm dini bunu emretmektedir.

 

YN- İrtica, dinin ihanet aracı olarak kullanılmasıdır. (s. 39)

SK- İrtica fikren Türkiye’de her zaman olmuştur, şimdi de vardır. Ama hiçbir zaman bunu fiili irticaya dönüştürmediler. Fiili irtica Batı’nın Türkiye’deki tezgahıdır. Fiili irtica suçtur, fikri irtica ise demokrasinin vazgeçilmez aracıdır.

Dinde zorlama irticadır. Yani, irticaya karşı olmak, 1400 yıl önce getirilen dinde zorlama yoktur ilkesine karşı olmak demektir. Fiili bir zarar olmadıkça her zaman korumamız altında olacaktır. Fikir fikirle yenilmelidir.

 

YN- Haçlı emperyalist sarıklı mürteciyi yanına almıştır. (s. 39)

SK- Türkiye’de din istismar edilmiştir. Ama hiçbir zaman dini ihtilal olmamıştır. İran’da gerçekleştirilen devrim bile silahlı değildir. Humeyni asla silah kullanmadı, kullandırmadı. İran’da inkılâp şehitliği uçaktan atılan bombalarla ölen silahsız direnişçilerin bedenleri ile doludur.

Müslümanlar hep sabrettiler ve başarıya ulaştılar. Sarıklıların Haçlılarla bir ilişkisi olmamıştır. Belki Haçlılar sarıklıların kıyafetine girmişlerdir. Gerçekleri olduğu gibi görmek ve söylemek zorundayız.

 

YN- Örülen çoraplar hep irtica etrafındadır. (s. 39)

SK- Lozan’da Mustafa Kemal’e lâikliği kabul ettirdiler. Mustafa Kemal lâiklik adı altında onların dikte ettirdiği inkılâpları yapmaya başladı. Onların kışkırtmalarıyla silahlı ayaklanma başlar gibi oldu. Halk silahtan tecrit edildi. Ordu ile halkı birbirine düşman ettiler.

Ancak Türk halkı hiçbir zaman ordusuna düşman olmadı, ordusuna daima saygılı oldu. Türkiye’de bütün müdahaleler bu amaçla yaptırıldı. Ama Türk halkı ordusuna ve devletine karşı isyan etmedi. Bu sayede bugün ulusu ve ülkesi ile vardır.

Burada eğer suçlu varsa müslümanlar değil inkılâpçılardır. Ama onlar da bu dönemleri dengeli götürdüler ve bu sayede bugünkü Türkiye’ye ulaştık.

 

YN- Dindarlar ihanet etmezler, dolayısıyla onlar irtica kefesine konamaz. (s. 39)

SK- İrticayı ihanetle tanımlamak hatalıdır. Ama irtica suç değildir. Eğer suç sayılacaksa, fikrî suç olduğu için ihanet yani irtidat mahiyetinde olmalıdır. Kendisi ikrar etmelidir.

 

YN- Çıkarları uğruna dini istismar da irtica değildir. (s. 40)

SK- Çıkarları uğruna istismar edenler suç işlemiş olmaz. Herkes çıkarı için dindar olur. Bir şeyden yararlanmak suç değildir. Onu kötüye kullanmak yani başkalarının hakkını gasp etmek için kullanılırsa suç olur. O sebepledir ki anayasamızda istismar etmez ve kötüye kullanmaz diyor; istismar etmez veya kötüye kullanmaz demiyor. Tek başına istismar yasaklanmalıdır. Yoksa bütün vaizler suçlu olurdu.

 

YN- İrtica organize hıyanet olayıdır. (s. 40)

SK- Suç olan irtica değil, suç olan organize ihanettir. Bu organizasyonu din adına dışarıdan yapmış olabilirler. O zaman suçtur. Bunu yargı tesbit eder.

 

YN- İrtica parayı Müslüman’dan alır, Haçlıya hizmet eder. (s. 40)

SK- Tutucu dindarlar vardır. İslâmiyet’e hizmet edeceğiz diye İslâmiyet’e zarar veriyorlar. Ne var ki karşımızda Haçlılar yok, karşımızda ateistler var.

Haçlı Seferleri sermaye tarafından tezgahlanmış, hedefi Hıristiyanlığı yıkmak olmuş ve onu da başarmıştır. Şimdi de Haçlı Seferleri düzenleyip İslâmiyet’i yıkmak istiyor. Buna âlet olan din adamları ve tarikatlar vardır. “Adil Düzen”in yayılmamış olmasının sebebi budur. Bu da Türkiye’yi helâke götürecektir.

Bunun çözümü bizim güçlü olmamızdır. Yoksa AK Parti gibi onlara dayanarak iktidar oluruz ve biz de onlar gibi ülkeyi ölüme götürürüz.

Parti kurmalıyız, kooperatifler kurmalıyız, gerici düşünceleri düşünce ile bertaraf etmeliyiz.

 

YN-Mürteci kadrolar Atatürk’ü dine karşı göstermektedirler. (s. 40)

SK- Mustafa Kemal’e inkılâpları yaptırdılar, onu din düşmanı olarak lanse ettiler. Ama Türk milleti din düşmanı da olsa yöneticilere isyan etmeyi düşünmediği için Batı gayesine ulaşamadı.

 

YN- Dindarlıkla irtica ayrı şeydir. (s. 40)

SK- Hurafeye bağlı tutuculuk irtica sayılabilir, ama bu suç değildir. Suç ihanettir.

Bu terim tartışmasıdır, önemli değildir.

 

*

 

YN- ATATÜRK’ÜN GÖZÜNDE Hz. MUHAMMED (s. 41)

SK- Mustafa Kemal İslâmî eğitimi almıştı. Batı öğrenimini de tamamlamıştı. Zeki bir kimse idi. İslâmiyet ile Batı’yı sentez ederek bir devlet kurdu. Kendisi Müslüman mı, değil mi, bilemem; ama o gerçekleri gören biridir. Son tavsiyesi “müsbet ilim” tavsiyesidir.

Müsbet ilim ne söylerse ona uyulmalıdır. Bugün biz de bunu söylüyoruz. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu müsbet ilimle ispat ettiğimiz içindir ki ona inanıyoruz. Yoksa daha iyisini getirsinler, biz ona uymaya hazırız; çünkü Kur’an böyle söylüyor.

 

YN- Dinsizler ve mürteciler Atatürk’ü dinsiz gösteriyorlar. (s. 41)

SK- Dinsizler kendilerine bir put bulabilsinler diye onu dinsiz gösteriyorlar. Dindarlar da ona tapıldığı için dinsiz görüyorlar. Oysa Hazreti İsa’ya da tapılıyor ama biz O’nun peygamberliğine Hazreti Muhammed’in peygamberliği kadar inanıyoruz.

Mustafa Kemal dinsiz veya dindardır, onu biz bilemeyiz, bizi ilgilendirmez. Bizi yaptıkları ilgilendirir. Doğru yaptıklarından yararlanacağız, hatalı yaptıklarını düzelteceğiz. Onu bize Allah gönderdi. Ona düşmanlık, İstiklâl Savaşı’na düşmanlıktır, Allah’ın nimetine nankörlüktür. Biz Allah’a şükretmeliyiz. Şirkini de bilmediğimiz için onun için dua etmeliyiz. Kesinlikle tapmamalıyız.

 

YN- Mustafa Kemal O’nun ümmetinden olduğundan dolayı iftihar ediyordu. (s. 41)

SK- Askerler günün icabına göre konuşabilirler. Ancak Mustafa Kemal müsbet ilme inanmış bir kimsedir, Kur’an’ın da müsbet ilimin kaynağı olduğunu bilmektedir. İçtihadı çağımız dünyasında ilk kavrayan kişidir. Balıkesir nutkunda bunu açıkça belirtmiştir.

 

YN-Mustafa Kemal Müslümanları özgürlüğe kavuşturmuştur. (s. 41)

SK- Mustafa Kemal çağımızdaki Müslümanlığı oluşturan kimsedir. Kabile hayatından devlet hayatına yükseltmiştir. Mustafa Kemal şirk ile savaştı. Şirk demek, Allah’tan başka birini Allah yerine koyup ona tapmaktır. Allah’tan başkasının kölesi olmaktır.

İslâmiyet’te köleler de efendilerine ibadet etmezler, sadece işlerini görürler. Bütün hamd Allah’ın ise, yalnız O’na ibadet edilecekse, yalnız O’ndan yardım alınacaksa, artık özgürlüğü kim kısıtlayabilir.

Şeriata uymak özgürlük için gereklidir.

 

YN- İstiklal Savaşı’nda onun adı Müslümanların lideri idi. (s. 41, 42))

SK- Türkler fethettikleri her yere adalet götürdüler, hizmet götürdüler. Dolayısıyla dünyada Türk yönetimine karşı saygı uyanmıştır. En son Osmanlılar kalmıştı. Müslümanlar kurtuluşu onlardan bekliyorlardı. Bundan dolayı Osmanlıları desteklediler.

İnkılâpları istismar eden Batı dünyayı Türklerden soğuttu. Ama Erbakan bu saygınlığı yeniden tesis etti. Bugün AK Parti bu saygınlığı istismar ediyor. Büyük Ortadoğu Projesi Erbakan’ın ektiklerini biçme çabasıdır.

Adil Düzen” Türklerin saygınlığını yeniden insanlara duyuracaktır.

Osmanlılara yalnız Müslümanlar saygılı olmadı, Hıristiyanlar da hep saygılı olmuşlardır. O yönetimi bugün bile aramaktadırlar. Rusya ve İngiltere, Bismark Almanya’sı, şimdiki Avrupa Birliği hep Osmanlıların lâik yönetimi kopya edilerek gelişmektedir. Osmanlılar halkla savaşmıyordu, sadece yönetici değişiyordu.

 

 

 

YN- İSLAM’IN HIYANET ARACI YAPILMASI DURDURULMALIDIR!

Dış ajanlar ona “deccal” dedirtmektedirler. (s. 43)

SK- Kur’an İsrail oğullarının savaşlar çıkaracağını ve Allah’ın onları söndüreceğini bildiriyor. Savaşa da insanları gruplara ayırmak Ve birbirine çatıştırmakla olur. Türkiye’yi Kürt-Türk, Şii-Sünni, lâik-dindar, Kemalist-anti Kemalist gruplara ayırmakta, haberleri kendisi finanse etmekte, sonra akıncılar, ülkücüler ve dev genççiler diye savaştırmaktadır. Ucuz olsun diye bunların hepsini bir kışlada yani Filistin’de eğitmiştir.

Ne yazık ki MİT de bunlarla işbirliği içinde olmuştur.

Her türlü gizli faaliyet durdurulacaktır. Devlet istihbaratı açık istihbarat olacaktır. İtham edilen haberdar edilip savunması alınacaktır. Kimsenin gizli dosyası tutulmayacaktır.

 

YN- Avrupa “Atatürk’ten vazgeçin, alalım” diyor. (s. 43)

SK- Atatürk’ü tanrı yapıp ona tapmak İslâmî değildir.

Atatürk’ün nesinden vazgeçeceğiz? Ona tapmaktan elbette vazgeçeceğiz.

Onların gayesi orduyu yıpratmaktır. Biz Mustafa Kemal’i Başkomutan ve devlet kurucusu olarak görürüz, onda herhangi kutsi bir varlık görmeyiz. Biz onun dediklerinden yararlanırız ama biz bizim bildiklerimizi yaparız. Biz Atatürk ilkelerinin peşinde değil, müsbet ilmin ilkeleri peşinde koşarız. Yegane mürşidimiz müsbet ilimdir. Allah’tan başka tanrı yoktur.

 

YN- Mustafa Kemal’e karşı olacağız diye müsbet ilme karşı olunuyor. (s. 44)

SK- Kimin söylediğine değil, neyin söylendiğine bakılacaktır. Kimin yaptığına değil, neyin yapıldığına bakacağız. Bu düstur bizi her türlü bölücülükten kurtarır. Biz putlara bile sövmeyiz. Nerede kaldı devletimizin kurucusuna hakaret edelim. Kendilerini savunamayan gariban Müslümanların tenkitleri hakaret sayılıp hapse atılıyorlar.

 

YN- Türkiye diğer İslâm ülkelerinden çok farklıdır. (s. 44)

SK- Farklıdır ama ölüm döşeğindedir. Artık harekete geçme zamanıdır. Bir on yıl sonra bu şanslar olmaz. İkinci Cumhuriyeti kurmak zorunda kalırız.

 

YN- Siyasal İslâmcı AKP bir deneme aracıdır. (s. 44)

SK- Sermaye kimin kazanacağını keşfeder ve onun yanında olur. Devamlı korkutarak sözünü geçirebileceği kadar geçirir. Sonra bir oyunla indirir.

AK Parti iktidar olunca, AK Parti’nin iki yıllık ömrü olduğunu yazmıştım. Altı ay gözlenecek, altı ay saldırı planı hazırlanacak, bir sene sonra saldırıya geçilip bir sene içinde hesabı görülecek.

Başörtüsü krizleri, çeşitli yasama krizleri, zina krizleri hep bu planın kısımları oldular. Sermaye sorunu altı ayda çözemedi. İndirme formülünü keşfedemedi.

Şimdi Avrupa Birliği’ne sokacak, sonra dünyayı Türkiye’ye düşman edip saldıracaktır. Son planı bu. Çünkü Türkiye’nin AB’ye girmesi yalnız ABD’yi rahatsız etmez; Rusya’yı rahatsız eder, Çin’i rahatsız eder, Hindistan’ı rahatsız eder.

Sermaye tezkere krizi ile hedefe yaklaşmıştı. Türkiye’ye on binlerce asker getirecek, bütün limanlar ve pistler işgal edilecek, İran’a saldırılacak, sonra Türkiye’nin işi bitecekti.

Başaramadı. Allah korudu. Bakalım şimdi ne olacak?

 

YN- Ilımlı İslâm projesi bu gayretin sonucudur. (s. 44)

SK- Tekel Yahudi sermayesi Hıristiyanları böyle korkutup dediklerini yaptırmak istiyor. Avrupa direniyor. Amerika’da da sermaye aleyhinde gelişmeler var. Dünya da artık gerçekleri görmeye başladı.

Batı’nın bir gecelik hesabı kalmıştır; “Biz doları uluslararası para kabul etmiyoruz, kendi paramızla iş yapacağız.” dedikleri gece, ABD biter.

 

*

 

YN- DİN VE DİYANET MESELESİ (s. 45)

SK- İslâm yönetiminde diyanet işleri yoktur. Demokrasilerde de yoktur.

Diyanet İşleri Teşkilatı Bizanslılardan gelen bir gelenektir. Roma’da Papa yönetime hâkim iken, Bizans’ta kral dine hakimdi. Sonra Fatih bunu şeyhülislâma dönüştürmüştür. Dinin yerini ilme bırakmıştır. Şeyhülislâm bugünkü Anaysa Mahkemesi yerinde idi ve ilmiyeden geliyordu.

Dini temsil eden tekkeler ise yönetim dışı idi. Tam lâiklik vardı. Devlet müslim, gayri müslim bütün dinlere eşit uzaklıkta idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tek parti yönetiminin bir kalıntısıdır. Kalacaksa, bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta olarak onlara hizmet vermelidir. Milli Savunma Bakanlığı’nın ordu karşısındaki durumunda olmalıdır.

Dinî dayanışma ortaklıkları oluşmalıdır. Bunların sorumlularından dinî şûra oluşturulmalıdır. Ahlâkî eğitim, yayın, sağlık, bütçe bakanlıklarını bu şûra seçmeli, kontrol ve soruşturma bakanlıkları bunların denetiminde olmalıdır. Devlete bir din veya mezhep değil, bütün dinler ve mezhepler iştirak etmelidirler.

 

YN- İrtica ile hurafe birbirinden ayrılmalıdır. (s. 45)

SK- Dinde zorlama yoktur. Dinin içinde zorlama yoktur. Dinde de zorlama yoktur.

Din halkın ne istediğini tesbit eder. İlim bunların nasıl yapılacağını ortaya koyar: Ekonomi bunları kimlerin yapacağını belirler. Yönetim hasılanın kimlere ait olduğunu belirler, adil bölüşmeyi sağlar. Bunların her birerlerinin çoklu dayanışma ortaklıkları vardır, hepsinin birer şûrası vardır. 24 bakanlık bunlardan ilgili olanlarca oluşturulur ve denetlenir. Ahlâkî eğitim dini bakanlık tarafından sağlanır ve başbakan yardımcılarından biridir. İhanet her zaman suçtur, hurafe ise suç olmaz. Kötüdür.

 

YN- Diyanet hurafeye karşı bilgilendirici, irticaya karşı uyarıcı olmalıdır. (s. 45)

SK- Ahlâkî eğitim hurafeye karşı uyarıcı olmalıdır. Hurafeye karşı ilmî eğitim bilgilendirici olmalıdır. İrticaya karşı ise siyasi şûra ve bakanlık olmalıdır. Herkes kendi sahasında faaliyet göstermelidir.

 

YN- Diyanet hurafeyi hoş görmektedir. (s. 45)

SK- İnsanlar hurafelere de inanırlar. Dinde zorlama yoktur. Dinî dayanışma ortaklıkları yarış hâlinde olurlar. Hangi cemaat başarılı olursa onun cemaati artar, diğerlerinin cemaati zamanla yok olur. Çoklu sistem sürecek ve yarışma da devam edecektir. Merkezî bir diyanet küfürdür, demokrasiye ve lâikliğe aykırıdır. Hayat çelişkiyi kabul etmez. Merkezî bir teşkilatın hurafeci olması kadar tabiî bir şey yoktur.

 

YN -Diyanet bir mezhebin kurumu olmaktan çıkarılmalıdır. (s. 45)

SK- Diyanet bir mezhebin veya dinin temsilcisi değil, bütün din ve mezheplerin düzenleyicisi olmalıdır. Ahlâkî eğitimi yapabilmelidir, yani insanların ibadet edebilmeleri, dinlerini yayabilmeleri ve diğer kendilerine yüklenen sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerini ifa edebilmeleri için gerekli yardımda bulunmalıdır.

 

YN- İslâm dininin Diyaneti, vahye aykırı bir kurum olarak sürdürülemez. (s. 45)

SK- Demek ki Yaşar Nuri iktidar olursa milletin dininde zorlama yapacak ve İslâmiyet’i kendi anlayışına götürecek. Bizans Hıristiyanlığı anlayışını ihya edecek. Bu anlayışa göre şimdi iktidarda olanların da buna hakkı oluyor demektir. Bu yanlıştır.

Devlet halkın inanışlarına ve ibadetlerine karışamaz. Bunların neşrine hurafe da olsa mani olamaz. Hurafe sopa ile değil, ilimle bertaraf edilir.

 

YN- Diyanet meslek kuruluşu olmaktan çıkarılmalıdır. (s. 45)

SK- Halk kendi din adamını kendisi seçecektir. Ancak bu din adamı genel öğrenim görmüş olmalıdır. Bucaklarda orta, illerde yüksek, ülkede akademik öğrenimi görmüş olanlar dinî görev alabilmelidir. Devlet sayılarına göre tahsis ettiği kadrolara kendisi maaş vermelidir. Halk seçecek, devlet maaş verecek. Din zenginlerin sömürüsünden kurtarılacaktır.

 

YN- Seçilmiş Kur’an âyetlerinin Türkçe mealleri okutulmalıdır. (s. 46)

SK- Dinin diline biz karışmamalıyız. Dinî dayanışma ortaklıkları ne isterlerse onu yaparlar. Hangi ibadet etkili ise dinler o dili kullanırlar. Dinler arasında yarışma objektif kurallarla belirlenmelidir. Hangi dinin muttakileri ne kadar az suç işliyor? Hangi dinin mensupları ne kadar üretim yapıp devlete vergi veriyor? Hangi dinin tezkiye ettikleri başarılı oluyor? Böylece etkin eğitim yapamayanlar başarısız olur ve elenirler. Dinî dayanışmalar başarılarına göre devletten tahsisat alırlar.

 

YN- Kur’an ana dillerinde okunmalıdır. (s. 46)

SK- Kur’an Arapçadır. Başka dillerde Kur’an yoktur, Kur’an’ın yorumları vardır. Kur’an’ı ilim adamları ana dillerine aktarmalıdırlar. Kur’an’ın anlamı ve yorumu ana dil üzerinde olmalıdır. Ancak bunlara karar verecek olan devlet değil, dinî dayanışma ortaklıklarıdır.

Hangi mezhep daha çok cemaat buluyorsa, hangi mezhep mensupları daha ahlâklı oluyorlarsa, hangi mezhep mensupları daha çok çalışkan oluyorlarsa, başarılı oluyorlarsa; o dayanışma ortaklığına devlet bütçesinden daha fazla imkân sağlanmalıdır.

Bunun dışında yapılan her şey dinde zorlama olur, lâikliğe aykırı olur.

 

*

 

YN- MİLLET ALDATILIYOR! (s. 47)

SK- Mikrop her zaman var olacaktır; marifet hasta olmamaktır. Şeytan kıyamete kadar mezundur; marifet şeytanın tuzağına düşmemektir. Millet aldanmasın. Aldanmaması için örgütlenmesi gerekir. Bunun için partilere ihtiyaç vardır. Bunun için kooperatiflere ihtiyaç vardır. Tek başına insan kendisini savunamaz.

 

YN- Siyasal İslâmcılar Allah ile aldatıyor. (s. 47)

SK- İslâmiyet din olduğu kadar düzendir de, yani siyasettir.

“Siyasal İslâmcılar” ne demektir? Elbette Müslümanlar da siyaset yapacaklardır. Müslümanlar parya mıdır? Allah ile aldatıyor! Bir görüş elbette bir şeye dayanılarak savunulacaktır.

Siyasal lâikler de Mustafa Kemal ile aldatıyor, demokrasi ile aldatıyor. Kimseye ‘sen yalancısın’ deme yetkimiz yoktur; “Senin bu söylediğin bana göre yanlıştır.” deme hakkımız vardır.

 

YN- Başka bir aldatma da inkârcı aldatmadır. (s. 47)

SK- İnsanlar eğer inanmadıkları için inkârcı iseler bu ne aldatmadır, ne aldanmadır. Bizim inkârcıları aydınlatmamız gerekir. Ancak, bu inkârcılık bir modanın sonucu ise, sermaye emperyalizminin 500 yıllık siyasetinin bir uzantısı ise, bu bilinçle yapılıyorsa ihanettir.

Yahudiler kendi dinlerine insanları alamayınca, dünyayı dinsizleştirerek sömürmek istiyorlar. Dünyadaki bütün dinsizliğin kaynağı budur. Çaresi, müsbet ilimle bunları cevaplamaktır.

 

YN- Haçlı odaklar tarafından kotarılıyor. (s. 47)

SK- Haçlı odaklar değil. Onlar da bizim gibi mazlumdur. Hattâ Filistin’deki Yahudiler de mazlumdur.

Zalim olan Amerika’daki 200 aileden oluşan tekel sermayeye sahip Yahudi sömürücülerdir.

Şimdiye kadar görevleri vardı. Allah izin verdi. İnsanlığı hurafelerden kurtarmak için önce ateizm yapılmalıydı. Şimdi görevleri bitti. Etkileri de bitecektir.

 

YN- Sahte İslâmlarla milleti aldatıyorlar. (s. 47)

SK- 500 yıldır Hıristiyanlığı böyle bitirdiler. Darvin’in evrim nazariyesi Tevrat ve Kur’an anlayışını, yaratılış teorisini ispat ediyordu. Kiliseye cephe aldırdılar. Para ile öyle konuşturdular ve kiliseyi öyle yıktılar. Bugün de onun gayreti içindedirler. Hurafeci diyanet ve tarikatlar sayesinde İslâmiyet’i çökertmek istiyorlar. Ramak kaldı. Ama artık onların da gücü bitti.

 

YN- ABD, AB, AKP ittifakı İslâm’dan nefret kampanyasını birlikte yürütüyorlar. (s. 48)

SK- Sermaye tüm dünyayı kullanarak İslâmiyet’i hurafe dini yapma gayretinde.

Kur’an’da ilim yokmuş, Kur’an’da devlet yokmuş, din dünya işlerine karışmazmış, Kur’an’daki hükümler o devre ait imiş!.. Onlar bunları söyleyecekler, biz de cevap vereceğiz.

AKP halkın gücüyle iktidar olmuş ama cehaleti sebebiyle dışarıya teslim olmuş zavallı bir parti ve zavallı bir kuruluştur. Bizim görevimiz o partiyi ve onu destekleyen orduyu cehaletten kurtarmaktır. Bunu da ancak “Adil Düzen Partisi” ile yapabiliriz. Suçlu onlar değil; biz bildiğimiz halde onlara bildirmiyoruz.

 

YN- İmam-Hatip Okullarını siyasal İslâm mahvetmiştir. (s. 48)

SK- Diyelim ki hastayız. Kansere ilaç bir eczanede var. Düşmanlarınız oradan ilaç almamızı yasaklıyorlar. O ilacı almazsak ne olur? Ölürüz.

İnsanlığın kurtuluşu siyasal İslâm’dadır. Tek eczane orasıdır. Ona düşmanlık Allah’a düşmanlıktır.

Bize İmam-Hatip Okulları değil, gerçekler gereklidir. İmama-Hatip Okullarını Erbakan savundu, Demirel kullandı. Bütün tarikatlar ve okullar hep Erbakan’a karşı oldular. Allah da cezalarını verdi. Menfi hayat olmaz. Bunu yapma olmaz. Bunu yap olur.

İmam-Hatip Okulları orada duruyor, buyursun herkes kullansın. Köy Enstitüleri de oradaydı; onu da geçmişte olduğu gibi buyursun herkes kullansın. Lâik okullar orada, herkes kullansın. Hayır! ‘Kullandı’ demek saçmalıktır. Mağdur olan İmam-Hatip Okullarını savunmak neden suç ve kullanma olsun.

Demokrasiyi iyi kavramalıyız. Biz Fransa tipi lâikliği Kur’an’ın üstüne çıkarmak mecburiyetinde miyiz? Hakemimiz müsbet ilim olsun, sömürü sermayesinin Fransa ateizmi değil. Bu anlayışlar hurafedir. Sen ezeceksin, ben savunamayacağım! Buna da ‘siyasal İslâm’ diye takacaksın! Hangi yasada siyasal İslâm yasaktır? Ne İslâmiyet ne de siyaset yasaktır. Yasak olan dinin siyasette istismarıdır. İslâm din olduğu kadar siyasettir.

Biz İslâm’ın siyasetini savunuyoruz. Yoksa kimseyi oruç tutmaya, namaz kılmaya zorlamıyoruz. Namaz kılmak serbest olsun diyoruz. Diyanet’in istediği namaz değil, herkesin kendi istediği namaz serbest olsun. Dindarların siyaset yapması yasaklanırsa o ülkede siyaset olmaz. Çünkü din insanlar için her zaman her konuda etkin bir kuruluştur. Nasıl duygusuz yaşamak mümkün değilse, hissiz de yaşanamaz.

 

YN- İmam-Hatip ve türban ile tüm Müslümanlar aldatılıyor. (s. 48)

SK- Kimse İslâmiyet’i sizin anladığınız şekilde anlamak zorunda değildir. Kimse sizin istediğiniz gibi giyinmek zorunda değildir. Sizin gibi düşünmeyenler için aldanıyor veya aldatıyor diyemezsiniz. Varsa, ilmî delilinizi getiriniz. Yoksa, bu ifadelerle sizin tabirinizle Haçlılara hizmet etmiyor musunuz?

 

YN- Siyasal İslâm İmam-Hatipleri mahvetmiştir. (s. 48)

SK- Siyasal İslâm değil, siyasal lâiklik İmam-Hatipleri mahvetmiştir. Bunları kuran Demirel’dir, kullanan Demirel’dir. Fatura Erbakan’a çıkmıştır. Demirel istismar için kurmuştur. Erbakan samimi olarak savunmuştur. Onlar Erbakan’a cephe aldılar ve akıbete uğradılar.

Erbakan’dan sonra Devlet Bahçeli onları kurtaracaktı, kurtaramadı. Tayyip kurtaracaktı, kurtaramadı.

Adil Düzenciler herkese din ve giyinme hürriyetini kesin olarak sağlayacaktır. Bunu vaat etmeyen parti bir CIA ajanlığı teşkilâtıdır. Sadece birilerine özgürlük, özgürlük değildir. Müsbet ilimle bir şeyin kötülüğü ispatlanırsa elbette onu derhal yaparız. Başı açma değil, başı da keseriz, yeter ki ilmî olsun. Kimsenin heva ve hevesine veya müstevlilerin siyasi emelleri için insan haklarını çiğneyemeyiz.

İnsan hakkını savunmak ne zamandan beri siyasal oldu?!.

 

YN- Siyasal İslâm okullardan ilmi çıkarıp kendilerine sadakati koymuştur. (s. 48)

SK- Erbakan 11 ay başbakanlık yaptı. Ne güç imiş ki İmam-Hatipleri kendisine sâdık hâle getirdi. Siz zulmederseniz elbette onu birileri savunacaktır. Savunanı da uzak tutmak için biz sizin savunmanızdan dolayı zulüm ediyoruz diyeceksiniz. Dersiniz ama buna kimse inanmaz. Allah ise asla kanmaz.

 

YN- İmam-Hatipleri millet açtı. Siyasal İslâm istismar etti. (s. 48)

SK- Millet açmadı, siyasal İslâm açtı. Siyasi baskı olmasaydı millet nasıl açacaktı? İslâm’ın siyaseti kutsaldır. Barışın siyaseti demektir, adaletin siyaseti demektir. Onun istismarı bile tebcile şayandır. İyilik yap, ücretini de al. Yahut iyilik için ücretini al. Kötülük yapma.

İslâm iyi midir? O halde onun istismarı da iyidir. İyi şeyleri yapanların ücrete müstahak olmayacakları hangi kanunda, hangi şeriatta vardır? Kim yazmış bunu?!.

 

YN- Kızlarına elini sıktırmayanlar, kâfirlerin yanaklarından öptürdüler. (s. 49)

SK- Kız yaşında olanlarla evlenmek haram değildir. İsteyen sıktırmaz. İsteyen de yanağından öptürür.

Bu konu siyasilerin konusu değildir. Dini konudur. Siyasiler bunun birini yapanların değil, bunlardan isteyenin istediğini yapabilmeyi sağlama amacındadır. Dinler bunlara karşı çıkabilirler, ama zorlayamazlar. Dinde zorlama yoktur. İşte siyaset bunun bekçiliğini yapar; taraf olmaz. Yasakları ne din ne de siyasiler koyar, yasakları ilim koyar.

 

YN- Ülkeye yaşattığınız eski tablolar nenin nesiydi? (s. 49)

SK- İnsan hakkı idi. Kimi böyle yapar, kimi öyle yapar. Bazen böyle yaparsın, bazen şöyle yaparsın.

Topluluğa zararı kesin olarak ilmen sabit olmadıkça kimse kimsenin ne yaptığına karışamaz.

Zorla baş örttürenler ile zorla baş açtıranlar aynı derecede suçludurlar.

 

YN- Nikah ve düğün törenleriyle İslâmiyet’ten ne kadar uzak olduğunu gösterir. (s. 49)

SK- Herkesin kendi İslâm anlayışı vardır. Siyasetini kritik edebiliriz, ama kimsenin dinine karışamayız. Siyasetçi olarak karışamayız. Ama dindar olarak her zaman tebliğimizi yapabiliriz.

 

YN- Müslüman vicdanı böyle mi olur? (s. 49)

SK- Vicdan görünmez bir şeydir. Allah ile kedisi arasındadır. Biz hareketleri kritik edebiliriz.

AK Parti yöneticileri kendi anladıkları İslâm’ı yaşıyorlar. Ama İslâm düzeni ile bir ilgileri yoktur.

Oysa insanlık her kaynağa baş vurarak barış düzenini tesis etmek zorundadır. Bunun siyasetini yapmak zorundayız. Hak ne ise, ilmen doğru ne ise onu bulacak parti kuruyoruz ve asla görüş ve davranış sansürünü koymuyoruz. Görüş zaten sansür edilemez, davranış sansürü de bizim yetkimizin dışındadır.

Devlet vardır, yargı vardır.

 

*

 

 

YN- TÜRKİYE NEREDEN YÖNETİLMELİ? (s. 50)

SK- Türkiye yerinden yönetilmelidir. Bunun anlamı şudur. Türkiye dışarıdan yönetilmemeli, dışarıyı da Türkiye yönetmemeli. Türkiye taşradan yönetilmemeli, taşrayı da Türkiye yönetmemelidir.

Türkiye yerinden yönetilmeli, Türkiye insanlığın, illerin, ocakların ve bucakların iç işlerine karışmamalıdır. Türkiye Türk halkının temsilcileri tarafından Anakara’dan yönetilmelidir.

Devletin yegane işi dış savunmadır. Onun için gerekli bütün tedbirleri alır. Her şeyi dış savunma için yapar. Ordu insanlık içinde en güçlü kuruluştur. Millî orduların üstünde bir ordu yoktur. Ordunun görevi bağımsız, tarafsız , yansız ve etkin yargının, hakemlerden oluşmuş yargının kararlarını yurt içinde ve yurt dışında geçerli kılmaktır.

 

YN- Her ülke başkentinden yönetilir. (s. 50)

SK- Evet, her ülke başkentinden yönetilir. Bu doğrudur. Yalnız ülke içinde iller buna dahil değildir, İller kendi kendilerini yönetirler. Ülkenin merkez illeri olan Ankara, Samsun, Trakya, Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Konya, Kayseri ve Afyon illeri merkezi illerdir. Bölge merkezleridir.

Karayolları ve karayolları çevresindeki kasabalar merkezi yönetime tâbidir. Ankara’dan yönetilirler. Burada millî ordu yerleşir. O bölgeden olmayan askerlerden oluşur.

Diğer iller taşra illerdir. Onlar kendilerini yönetirler. Kendi halkından jandarma birlikleri vardır. Kendi meclisleri vardır. Kendi orta öğretimleri vardır. Kendi dilleri vardır. Devlet onların iç işlerine karışmaz.

 

YN- Dışarıdan yönetilmemeli, merkezi idare zaafa uğratılmamalı. (s. 50)

SK- Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye ile Vahdet-i Kuvva’sı bu ilkeleri kapsıyor.

Devlet güçlü olmalı ama illerin iç işlerine karışmamalıdır. Hukuk devleti demek zaten bu demektir. Güçlü ama yargıya saygılı, mevzuata saygılı.

Devleti küçültmek ve orduyu zayıflatmak, Türkiye’yi yıkmayı hedeflemektedir.

 

YN- Daha çok demokrasi sloganıyla süper güç millî gücü çökertmek istiyor. (s. 50)

SK- Ordular yalnız millî ordular olacaktır. Uluslararası ordu olmayacaktır. Uluslararası sorunlar hakemlerden oluşan yargı tarafından çözülecektir. Birleşmiş Milletler’in ekseriyet kararıyla veya Güvenlik Konseyi tarafından çözülmeyecektir. Hakem kararlarına uymayan ülkelere karşı isteyen devletler gönüllülerden oluşan geçici askeri birlik hazırlayıp o ülkeye saldırabilir ve o ülkeyi yıkıp yağmalayabilirler. Yaptırım budur.

Tek devlet fikri hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşse bile genel denge bozulmuş olur.

 

YN- Yerel yönetim güçlendirilmeli. (s. 50)

SK- Önce yerel yönetim 1.000.000 nüfustan az kuruluşlar hâline getirilmeli. Bölge illeri merkeze bağlanıp orada millî ordular bulundurulmalı. %1 kadar olacak yerel kuruluşlar hiçbir zaman bölücü olamazlar. Bu illerin merkezlerinde o bölgeden olmayan millî ordular yerleştirilince devleti zaafa uğratma gibi bir sorun sözkonusu olmayacaktır. Bölgedeki merkez iller bu taşra illere hizmet vermeli ve onlar bağımsızlıkları içinde güçlü kılınmalıdır. Ekonomi merkezi sistemle, siyasal yapı yerinden sistemle çalışmalıdır.

Eşyanın hürriyeti olmaz. Kime elektrik verileceğini yerel yönetim karar vermeli ama nasıl elektrik verileceği ise merkezi yönetime ait olmalı.

 

YN- AK Parti küresel sömürüye yol açmak için devleti zayıflatıyor. (s. 51)

SK- Bir şeyin ne maksatla yapıldığı bilinemez. Onun için biz zahire göre hükmederiz. Yapılan şey iyi ise iyidir, kötü ise kötüdür.

Yukarıda saydığımız 12 il dışında AK Parti’nin yaptığı doğrudur. Bir de büyük iller küçültülmelidir. Onların merkez illeri merkezi yönetime tâbi tutulmalıdır.

AK Parti’nin yaptığı eksiktir, ama doğrudur. Niyetini yalnız Allah bilir.

 

YN- “Çok hukukluluk” devleti tahrip eder. (s. 51)

SK- “Çok hukukluluk” demokrasinin ve lâikliğin, liberalizmin, hattâ sosyalliğin vazgeçilmez öğesidir. Artık tek hukuklu sistem tarih olmuştur. Çok yargılı sistem olmayacaktır. Bugün Türkiye’de çok yargılı sistem vardır.

İlçelerde yüksek öğrenim görmüş hakemler olacak, bölgelerde akademik kariyer yapmış hakemler olacak. Halk ilçe hakemleri tarafından, bölge hakemleri tarafından yargılanacaktır.

Bir de Meclis’in içinden hakemler seçilecektir. Bunlar milletvekillerini ve akademik kariyer yapanları yargılayacaklardır. Dokunulmazlık kalkacaktır.

Tek yargılama olacak, ama herkes kendi özel hukuku ile, her bucak kendi özel kamu hukuku ile yargılanacaktır.

Kötü olan her şey zararlıdır. İyi olan bir şey zararlı olmaz. “Çok hukuklu” sistem iyidir. Birileri istismar ediyor diye ondan vazgeçemeyiz. Sahte para basılıyor diye paradan feragat edemeyiz.

 

YN- Kamu reformu tasarısı da tehlikelidir. (s. 51)

SK- Parça parça reform olmaz. Önce tüm reform birlikte planlanır. Ondan sonra o parça parça sistematik bir şekilde gerçekleştirilir.

Türkiye’deki reformlar Batı’nın Türkiye’yi yıkmak için hazırladığı reformlardır. Hazırlayan sömürü sermayesidir. Avrupa’yı da batırmak için onlara empoze etmiştir. Avrupa müktesebatıdır diye tartışılmıyor. Allah’ın varlığı tartışılıyor ama Avrupa müktesebatı tartışılamıyor. Türkiye’de AK Parti’nin CHP’nin müsadesi ile geçirdiği bütün kanunların hedefi Türkiye’yi yıkmaktır.

Ne var ki Türkiye hukuki devlet olmadığı için şimdilik yıkamıyor.

Adil Düzen Partisi”ne bunun için ihtiyaç vardır. Reform kanunları çıkmalıdır. Ama “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” doğrultusunda çıkmalıdır. O anayasayı da oluşturup millete anlatmalıyız.

 

YN- Kamu Reformu Kanunu Tasarısı devleti tahrip edecektir. (s. 51)

SK- Kanunu madde madde ele alıp incelemeliyiz. Okumadan onu kabul edenler kadar, okumadan reddedenler de yanlış yoldalar. Alternatifini koymalıyız. Bunun için “Adil Düzen Partisi”ne ihtiyacımız vardır.

 

YN- Yerel yönetim devlet aleyhine ve çok hukukluluk lehine güçlendirilemez. (s. 51)

SK- Yerel yönetim güçlenecek, yerel yargı da bağımsız olacak. Yargı bağımsız olacak. Yargıtay değil, yargı hakimi bağımsız olacak. Yoksa devlet içinde devlet kurmuş oluruz. Çoklu hukuk sürecek. Ancak devlet çok daha güçlü olacak. Taşra devlete asker verecek, taşra devlete vergi verecek, taşra devlete temsilcilerini gönderecek, devlet merkez illere sahip olacak. Ulusal mahkemelerin kararlarını üst kuruluşlar bozmayacak. Yargı bağımsız olacak.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şiddetle karşıyız. O uluslararası davalara bakabilir. Ulusal yargının üstünde olamaz.

 

YN- Kamu Reformu Kanunu Tasarısı ile devlet çökmeye gider. (s. 51)

SK- Her oluşun iyi ve kötü yanları vardır. Reform zorunlu ise -ki öyledir- bu kanun zorunludur. Kanuna karşı gelmek tutuculuktur. Sonunda mağlup olunur.

CHP birçok kanunu engelledi. Ama er geç CHP mağlup olacaktır. Seçimde mağlup olacaktır.

Reformcular her zaman kazanır. Yapacağımız daha iyi reform tasarısıdır. Başka türlü önleyemeyiz. Bunun için “Adil Düzen Partisi”ne ihtiyaç vardır. Halkın yükselişi bu yolla sağlanır.

 

YN- Zayıf devletin sıkıntıları dünyada şikayet konusu. (s. 52)

SK- Güçlü devlet yok ediliyor, anarşi destekleniyor. Sermaye böylece kendisi yönetecek. Para verip adam öldürecek ama biz onu öldüremeyeceğiz. Katili lüks otellerde (hapishanelerde) yaşatacağız. Bizim paramız olmadığı için öldürtemeyeceğiz. Böylece sermaye ordusuz, polissiz, mahkemesiz dünyayı yönetecektir.

Bunun ilacı yalnız yerinden yönetimli hakemlerden oluşmuş yargı sistemidir.

Kur’an’ın gösterdiği yol dışında bir yol yoktur.

 

YN- Günümüzün sorunları devletin zayıflığından gelmektedir. (s. 52)

SK- Adil olmayan her devlet zayıftır. Zayıf olan devlette de her türlü hastalıklar ortaya çıkar.

Adil devlet demek, tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın bir yargının varlığı demektir.

Adil devlet demek, haklıyı kuvvetli kılan devlet demektir.

Adil devlet demek, yerinden yönetime ve insan haklarına saygılı olan devlet demektir.

Hâsılı, adil devlet, adil olan devlettir. Devlet gücünü adaletten alır. Halk onun için ona itaat eder.

Güçsüz devlet çok hukukluluktan veya yerinden yönetimden gelmemektedir. Tek hukuk ile merkezi yönetimle zalim devlet hâline geldiği için zayıflamıştır. Sovyetler ile Hitler yönetimi bunun örnekleridir.

 

YN- Devletin güçsüzlüğü insanlığa ağır fatura ödüyor. (s. 52)

SK- Devlet güçsüz değildir. Atom bombaları, füzeleri vardır. Ama adil olmadığı için faturalar ödüyoruz. Adil devlet etkin olur, sorunları çözer. Devleti güçlendireceğiz, ama adaletiyle güçlendireceğiz.

Zulmüyle güçlenen devlet halkıyla beraber kendisini yıkar. “Adil Düzen”e bunun için gerek vardır.

Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devletini kurmalıyız. Gerçekten hukuk devletini kurmalıyız.

Doğu Almanya’nın demokratikliği gibi sadece adı hukuk devleti olan devlet değil.

 

YN- 11 Eylül güçlü devlet olma uyarısıdır. (s. 52)

SK- 11 Eylül adil devlet olma uyarısıdır. CIA yıllarca dünyada kuleler yıktı. Dışarıda bir şey yapamayınca kendi kulelerini yıktı. Zulüm payidar olamaz.

Bunları bugün yalnız biz biliyoruz. İslâmiyet’i, “Adil Düzen”i yalnız biz biliyoruz. Harekete geçmek bize farzdır. Kimseden şikayet etmeye de hakkımız yoktur.

 

*

 

YN- TÜRKİYE-BATI İLİŞKİLERİ VE AVRASYA GERÇEĞİ (s. 53)

SK- Tarihte daima iki uygarlık peş peşe gelişerek bugünkü seviyeye ulaşıldı.

İlk uygarlık MÖ 3000’de Mezopotamya’da doğdu. Ve 500 sene sonra onun etkisiyle Mısır uygarlığı doğdu. 500 sene sonra İbraniler bu iki uygarlığı birleştirerek Tevrat uygarlığını oluşturdular. Bu uygarlık batıya etki etti ve Greko-Romen uygarlığı doğdu. Sonra bu iki uygarlık sentez edilerek Hıristiyan uygarlık ortaya çıktı. Batıda Bizans uygarlığı olarak varlığını 1500’lere kadar sürdürdü. Müslümanlar bu iki uygarlığı sentez ederek MS 1000 yıllarında İslâm uygarlığını oluşturdular. 500 sene sonra İslâmiyet’in etkisiyle Avrupa’da bugünkü Batı uygarlığı doğdu. Şimdi III. Bin Yıl Uygarlığı oluşacak; bu da İslâm uygarlığı ile Batı uygarlığının senteziyle olacaktır. Bunu yapacak olan da Türkiye’dir. İki şeyi aklımızdan çıkarmamalıyız:

  1. III. Bin Yıl Uygarlığı, İslâm Uygarlığı ile Batı Uygarlığı’nın sentezinden oluşacaktır.
  2. Bu sentezi yapacak olan ülke de Türkiye’dir.

 

YN- Avrupa Birliği aldatmakta ve oyalamaktadır. Türkiye’nin birçok şeyi elinden alınmıştır. (s. 53)

SK- Avrupa Türkiye’yi AB’ye alamaz; Türkiye’yi başka bir şey yapmasın diye oyalıyor. Türkiye de Avrupa Birliği’ne giremez; Avrupa saldırmasın diye onu oyalıyor. O halde Türkiye’nin sorunu AB sorunu değildir. Türkiye “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı nasıl oluşturacağı sorunuyla karşı karşıyadır.

İktidarlar Avrupa’yı oyalamaya devam etsinler, biz işimize bakalım.

 

YN- Batı tercihi diğer ufuklara bakmaya mani değildir. (s. 53)

SK- “Adil Düzen”e göre gelecekte ulusal devletler olacaktır. Kıta devletleri olmayacaktır. Kıtalarda ekonomik birlikler olacaktır. Siyasi birlik ise insanlık olarak tek olacaktır. Onun da kendi ordusu olmayacak, Adil Düzen devletlerinin ordularından yararlanacaktır.

Dünya Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, İç Asya, Çin, Hint ve Okyanusya olmak üzere sekiz kıtaya ayrılacak ve bunlar da ekonomik topluluklar oluşturacaktır.

Rusya, Çin, Hint ve ABD ekonomik topluluklara dönüşmedikçe dünyaya “Adil Düzen” gelemez.

AB de ekonomik topluluk olarak kalmalıdır.

Türkiye şimdilik tarafsız kalıp barışı sağlamakla uğraşmalıdır.

 

YN- Avrasya Birliği önemlidir. (s. 53)

SK- Avrasya’dan kastedilen Amerika dışında bir birlik ise bu dengesizdir.

İki türlü birliğe ihtiyacımız vardır. Rusya, Türkiye, İran, Kafkas ülkelerinden oluşmuş bir Ortadoğu Birliği. ABD saldırısından korunmamız için bu birliğe ihtiyacımız vardır. Rusların silahı var. Bizim de inançlı ordumuz var. Kimse saldıramaz.

Bunun dışında dünyaya “Adil Düzen”i anlatmamız gerekir. Müslümanlarla ora halklarını barıştırıp birlik kurmalarını sağlamalıyız. Rusya’da birlik olmalı, Çin’de birlik olmalı, Hindistan’da birlik olmalı, Afrika’da birlik olmalı. Bizim buralara büyük etkimiz olur.

Ayrıca Güney Amerika devletlerini de birliğe teşvik etmemiz gerekir.

Bu topluluklar ekonomik topluluklardır. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı böyle kurabiliriz.

İsrail’e Tevrat’ta vaat edilen toprakları vermeliyiz. Ondan sonra sınırlarını garanti edip İsrail’in saldırılarını durdurmalıyız.

 

YN- Batı Avrasya projesini önlüyor. (s. 54)

SK- Hıristiyanlar bugün dünyaya hakimler, iktidarı paylaşmak istemezler. Ancak bizim diğer ülkeleri birleştirebilmemiz için içte “Adil Düzen”i tesis etmemiz gerekir. Komşularımızla gümrük birliğini ve serbest dolaşımı sağlamalıyız. Konuk vatandaşlık statüsünü getirip Asya halkalarının ülkemize gelmesi ve çalışması imkânlarını sağlamalıyız. Bu hem bizi zengin eder, hem de dostluğumuzu geliştirir.

 

YN- Çok boyutlu politika izlenmelidir. (s. 54)

SK- Türkiye tarafsız olmalıdır. Gümrükleri ve vizeleri kaldırmalıdır. Türkiye serbest bölge olmalıdır. Ekonomide ve sosyal faaliyetlerde merkez olmalıdır. İstanbul dünyadaki bütün dinlerin birer bucağı olan bir kent olmalıdır. Vatikan bile buraya taşınmayı düşünmelidir. Bu Türkiye’yi kısa zamanda uygarlığın merkezi hâline getirir. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne teslim etmek Türkiye’ye de, Avrupa Birliği’ne de zarar verir.

 

YN- Avrasya şemsiyesi altında Şanghay İşbirliği Örgütü kurulabilir. (s. 54)

SK- Türkiye Çin’in Japonya, Kore ve Vietnam gibi ülkelerle işbirliği içine girmesini desteklemelidir.

Altına karşılık çıkarılan bir parayı uluslararası para hâline getirmeliyiz. Ulusal paralar bu altın para ile konvertibl hâle gelmelidir. Altın kuyumcularda alınıp satılmalıdır. Altın para ona karşılık çıkartılmalıdır. Böylece dünyadaki sermaye tekeli sona erer.

 

YN- Türkiye coğrafyası gereği çok kutuplu olmak zorundadır. (s. 54)

SK- Türkiye coğrafyası, tarihi ve bugünkü durumu gereği tarafsız olmak zorundadır. Bu devlet bu ilkeye dayanarak kurulmuştur. “Yurtta sulh, cihanda sulh” şiarımızdır. Bunu değiştirirsek varlığımızın sebebi ortadan kalkar.

 

YN- Tek kutba yaslanan Türkiye bağımsızlığını kaybeder. (s. 54)

SK- Türkiye ABD’ye yaslanırsa dünya devletleri birleşip Türkiye’yi yok ederler.

Türkiye AB’ye yaslanırsa yine aynı şey olur.

Türkiye herkesle iyi ilişkiler kuran, herkese eşit mesafede duran bir ülke olmak zorundadır.

 

YN- Türkiye ne doğulu ne de batılıdır. Bir tarafın olamaz. (s. 54)

SK- Türkiye tarih boyunca medeniyetlere köprü olmuştur.

Şimdi ise köprü olmanın ötesinde, yeni medeniyetin sentezcisi olacaktır.

 

YN- Tek kutuplu dünyada adil düzen kurulmaz. (s. 55)

SK- Her yerde çokluğa ihtiyaç vardır. Dünyada 100 kadar devlet olacaktır. 8 topluluk olacaktır. Kutuplaşma devletler arasında değil; ilimde, dinde, ekonomide ve siyasette olacaktır. Çok partili sistem, çok dinli sistem, çok ekollü sistem ve tekelsiz ekonomi “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı oluşturacaktır.

 

YN- 11 Eylül hepimizin lanetlediği tepkidir. (s. 55)

SK- 11 Eylül Batı müktesebatının iflas ettiğinin bir ilanıdır. Bunu Bin Ladin yapmışsa ve yaşıyorsa Batı’nın iflasıdır. Yok kendileri yapıp Bin Ladin’e yükledilerse, içten çökmüşlerdir demektir.

11 Eylül Batı dünyasının iflas ettiğini gösterdi.

Irak Savaşı da ABD’yi tek süper güç olma tahtından indirdi.

 

YN- Irak’ın işgali tepkiyi pekiştirdi. (s. 55)

SK- Irak olayında sermaye Birleşmiş Milletler’e hâkim olamadı. Türkiye’den tezkereyi çıkaramadı. Avrupa Birliği’ni yanına alamadı. Rusya ve Çin karşı çıktı. Artık ABD’nin süper güçlüğü bitti.

 

YN- Birleşmiş Milletler’i devre dışı bıraktı. (s. 56)

SK- Birleşmiş Milletler sermayenin göstermelik meclisi durumunda idi. Tek partili devletlerde parti ne ise dünyada Birleşmiş Milletler de o idi. Irak Savaşı’nda BM bağımsızlığını ilan etti. Ama yaşayacak mı, bilemiyoruz. Sermaye kuralları kendisi koyar, yenilmeye doğru gidince kurallarını değiştirir. Dünyadaki demokrasi de şimdilik budur. Buna göre millî devlet de budur. İşine yarıyorsa o iyidir.

Bunun çözümü Kur’an’ın ve ilmin dediklerine bakmak ve ona göre doğru ve yanlışı tesbit emektir. Bunlar bizim dayanağımız olmalıdır. Bunlar sayesinde sermayenin güdümündeki basın ve yayının zehrine karşı her zaman panzehirimiz olacaktır.

 

YN- Küreselleşme açlık ve terördür. (s. 56)

SK- Bir şey büyürse dışa karşı güç kazanır ama içte çöker. Küçükken dışa karsı zayıftır ama içte güçlüdür. “Adil Düzen” bunu dengede tutar. Sosyal yapıda özerklik, ekonomik yapıda bütünlük. Merkezi yönetim yapıyı güçlü kılar, yerinden yönetim adil bölüşümü sağlar. Dengeli olarak her ikisi var olmalıdır.

 

YN- Avrasya tek kutupluluğa denge oluşturabilir. (s. 56)

SK- Tek kutupluluk “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” ile önlenecektir. Güçle tek kutupluluğun önlenmesi savaşları getirir. Türkiye’nin önemi buradadır.

Türkiye küçük devlet olduğu için önerileri kimseyi rahatsız etmez.

Denge ancak kıtalarda oluşacak ekonomik topluluklarla sağlanacaktır. Siyasi topluluk olurlarsa savaş çıkar. Güçle tek kutupluluk önlenemez.

 

YN- ABD ve AB Türkiye’yi oyalıyorlar. (s. 56)

SK- Biz de onları oyalayıp zaman kazanmalıyız. Ama uygarlıkta artık başa çıkmalıyız.

 

YN- Türkiye’yi Kıbrıs’tan çıkarmak, Kuzey Irak’ta Kürt devletini kurmak istiyorlar. (s. 56)

SK- Kıbrıs’tan çıkmalıyız. ABD’ye orada yer verip İncirlik’ten çıkarmalıyız. Kıbrıs halkını Türkiye’ye getirmeliyiz.

Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulmasına izin vermeliyiz. O devletle anlaşıp isteyenleri mübadele etmeliyiz. Göçün fazla olduğu taraf toprak versin.

Kıbrıs’ı başımıza İngilizler musallat etti; kendileri orada kalsın diye. Komşumuzla bizi kötü etti.

Şimdi de Irak’ı Amerikalılar bize musallat ediyor. Bize ne! Bizim olmayan kimin olursa olsun. Küçük devlet olursa daha iyi, ileride kolay alırız, yahut küçüklüğü sebebiyle bize saldıramaz.

 

YN- Türkiye’nin çevresinde yeni harita yaratılıyor. (s. 56)

SK- Bu harita yüz sene evvel çizildi. Bu plan kısaca şöyledir: Gürcistan ve Ermenistan’ın birleşmesiyle Kuzey Anadolu’da Pontus imparatorluğunu ihya etmek, Bulgaristan ve Yunan’ı birleştirerek batıda bir Bizans imparatorluğunu ihya etmek ve diğer Ortadoğu devletlerini on milyondan az silahsız küçük devletler hâline getirip atom silahları ile donatılmış İsrail’in hakim olduğu bir Ortadoğu devletler birliğini oluşturmak.

Bunu önleyecek olan “Adil Düzen”dir. Ortadoğu devletleri “Adil Düzen”e kavuşurlarsa, Kafkas ve Balkan devletleri “Adil Düzen”e kavuşurlarsa bu oyunlar gerçekleşemez.

 

YN- Türkiye Türkiye’yi çökertme projesine var gücüyle destek veriyor. (s. 57)

SK- Destek vermesin de ne yapsın? Ekonomi darboğazı orduya bunu yapma zorunluluğunu veriyor. İktidarda olanlar darbe korkusuyla bunu yapıyorlar. Yani, Türk ordusu Türkiye’yi koruyacağına, zorunlu olarak onların istediğini yapıyor.

Çare ve çözüm; “Kooperatifler” kurarak halkın ekonomik gücünü yükseltmektir, o zaman devletin de ekonomik gücü yükselecektir. Ordu artık müdahale etme zorunda bırakılmayacaktır. Bu sebepledir ki daha fazla geç kalmadan hemen harekete geçmemiz gerekiyor.

 

YN- Siyasal İslâmcıların Batı’ya teslimiyeti bir cinnettir. (s. 57)

SK- Cinnet değil cehalettir. Denize düşen yılana sarılır. Bilgisizlik ve imansızlık onları bu durma düşürmüştür. İnsanlar bilseler korkmazlar ve teslim olmazlar.

Adil Düzen Partisi” onlara ve herkese bunu öğretecektir.

 

YN- Atatürk’e nefretleri onlara Allah’ı da unutturdu. (s. 57)

SK- Türkiye 12 milyonluk nüfusu ile mağlup olduğu 10 yıllık savaştan sonra hiçbir şeyi yokken korkmadı, savaştı ve yendi de; şimdi 70 milyon nüfusu ile gelişmiş Türkiye güçlü ordusuyla nasıl korkuyor? Akıl almaz. Aslında onlardan korkmuyorlar, Türk ordusundan korkuyorlar.

Bu korkuyu atabilmek için Türk ordusunun kalkınması gerekir, zayıflatılması değil.

 

YN- Türkiye kendi gücüyle yaşayabilir. (s. 57)

SK- Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye, Kuvva-yı Milliye, Vahdet-i Kuvva (millî koalisyon), Müsbet İlim ilkeleri ile; milliyetçilikle inkılâpçılığın, halkçılıkla devletçiliğin ve cumhuriyetçilikle lâikliğin dengelendiği bir Türkiye’ye ihtiyacımız vardır.

 

YN- Türkiye gerektiğinde “Hayır!” diyebiliyorsa bu tehlikeyi aşar. (s. 57)

SK- Bunun denemesi Irak tezkeresinde görüldü. Dışa bağımlı basın bunun Müslümanların jenosidine sebep olacağını savundu, ama bu tezkere ABD’yi süper güç olma tahtından indirdi. Türkiye Avrupa Birliği’ne o tezkere sayesinde girme şansını yakalamaktadır.

 

YN- Türk siyaseti yeni dengeler üzerinde oturmalıdır. (s. 58)

SK- Yeni denge AB ile ABD arasında oluşmaktadır. Yeni denge Hint-Çin ile İslâm-Hıristiyan üzerinde oluşmaktadır. Türkiye bunlardan Avrupa ve Amerika arasında tarafsız olacaktır. Hint-Çin ile de dost olacaktır. Bunu oradaki Müslüman halkları devletlerine sadık kılmakla sağlar.

Bunu partimiz de organize edebilir. Bunu gerçekleştirebilmek için Erbakan’ı yanımıza almalıyız.

 

YN- Türkiye denge oluşturmazsa parçalanır. (s. 58)

SK- Türkiye’nin parçalanması planı 100 seneliktir. İki dünya savaşı bunun için çıkarıldı. Türkiye’de ateist devlet bunun için kuruldu. Irak’a bunun için saldırıldı.

Yerimiz bizi ya güçlü kılar, ya yok eder. Bu topraklar zayıfların yurdu olamaz.

 

YN- Ortadoğu dayatmasını Rusya, Çin, İran, Arap ülkeleri ve Hindistan görmektedirler. (s. 58)

SK- ABD’nin bu projeden maksadı dünyayı Türkiye’yi yıkmaya ikna etmektir. ABD; ya Türkiye’yi parçalarız, ya da Ortadoğu belası gelir diyor. Türkiye Ortadoğu’da tarafsız olmalıdır.

Türkiye “Ortadoğu Birliği”ni tarafsızlık ilkesi etrafında gerçekleştirmelidir.

 

YN- Fransa ve Almanya ABD den çekindikleri için ses çıkarmıyorlar. (s. 58)

SK- Perde araksında hep Türkiye pazarlığı vardır; Türkiye’yi bölüşme pazarlığı vardır.

Türkiye o kadar güçlüdür ki, tüm dünya süper güçleri birleşse ve saldırsa Türk ordusu onların tümünü yener. Bunun dört sebebi vardır:

  1. Çünkü bir yerde daha çok asker yığamazsınız. Onun için Türk ordusu kendine denk ordu ile savaşma durumunda olacaktır.
  2. Savunma saldırıdan daha kolaydır. Dolayısıyla denk kuvvetlerde savunan galip gelir.
  3. Türkler vatanları için savaşacaklar, onlar zorla savaştırılacaklar. Çoğu yanımıza geçip savaşırlar.
  4. Türkler çekilip İstanbul’u birilerine bırakırsa, onların kendi aralarında anlaşmazlık çıkar İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi gevşerler. Bu da yenilmelerine sebep olur. Devletimizi yıkabilirler ama istiklâlimizi elimizden alamazlar.

 

YN- Rusya Avrasya’yı organize ediyor. Çin; Hindistan ve İran yanlarında görünüyor. (s. 58)

SK- Türkiye tarafsız olacak, her ikisi ile müzakerelerde olacak. On sene sonra ne tarafa gideceğine karar verecek. Şimdilik siyasetimiz böyle olmalıdır.

 

*

 

YN- HARAM LOKMA VE SİYASETİN ÇÖKÜŞÜ (s. 59)

SK- İktidarda olanlar bir taraftan çok büyük imkanlara sahip olmakta, diğer taraftan ihtiyaçları da büyümektedir. Orada kalabilmek ve düştükten sonra yok olmamak için maddî imkânlara gerek vardır. Batı çalmayanları iktidar etmemektedir. Çalanlar iktidar olsun ki istediğim zaman indireyim diyor. Üst bürokratlar bile böyle atanmaktadır. Yolsuzluk yapmak, ahlâksızlık yapmak müstevlilere verilen teminattır.

Bundan kurtulmanın tek yolu “Adil Düzen”dir. Ne yapacağız?

  1. Bir “dergi” çıkaracağız, ona abone olanlar partimize üye olmuş olacaktır. Dergi gelirlerinin yarısı parti giderlerine harcanacaktır. Böylece kimseye gebe olmadan partimizi yaşatacağız.
  2. Partinin üyeleri giriş aidatlarını vereceklerdir. Bununla ortak bir ev veya dükkan satın alınacak, parti binası burası olacaktır. Bina kurulacak bir kooperatife tapulanacaktır. Partiden ayrılan parasını alıp ortaklıktan çıkmış olacaktır. Böylece parti sürekli olarak üyeler tarafından denetlenmiş olacaktır.
  3. Her ilçede bir mala-mal marketi kurulacaktır. Köylerde temsilcileri olacaktır. Bölge merkezlerinde dağıtım merkezleri olacaktır. İstanbul’da yönetimin merkezi olacaktır. Bu marketlerdeki cirodan partiye bir pay ayrılacak, bu payla parti kendisini güçlü kılacaktır.
  4. Partide fahri başkanlık devam edecektir. Başkanlık değiştikten sonra eski başkan onur başkanı olarak kalacak, ihtiyaçları parti tarafından karşılanacaktır.

İşte böyle bir parti kurarsak o parti devletten ve milletten hortumlama ihtiyacını duymaz. Böyle bir partimiz olunca iktidar olmamıza da gerek kalmaz.

 

YN- Kamu kaynaklarından yararlanma haram lokmadır. (s. 59)

SK- Kamu mallarının sahibi yoktur, onu yağmalamak kolaydır.

Salih peygamberin devesi kamu devesi idi. Kestiler. Allah bunun üzerine onları yerle bir etti.

Kamu malına dokunmak helâk olmanın başlıca sebebidir. Bu sebepledir ki kendimiz kazanıp onunla siyaset yapmak zorundayız.

 

YN- Türkiye’deki sıkıntı haram lokma kaynağıdır. (s. 59)

SK- İnsanlar helal lokma bulamadılar mı, zaruretten haram lokmaya yönelirler. Sonra da alışır ve onu helal zannederler. Tüm dünya bugün böyledir ve bu durumdadır. Onun için insanlık helâkin eşiğindedir.

Kurtuluş “Adil Düzen”dedir. Küçükten ve kendi içimizden başlayacağız. Helal lokmayı kazanma yollarını bulacağız, ondan sora haram lokmaya tevbe edeceğiz. Bizim “Kooperatifler” şeklinde organize olma gayemizin hedefi budur.

 

YN- Emeğe ve alın terine ihanet haram lokmayı doğurur. (s. 59)

SK- “Faizli sistem” emeği sermayeye sömürtme sistemidir. Faizli sistemdeki rekabet haram lokmayı kendiliğinden çağırır. Faiz enflasyonu, enflasyon işsizliği, işsizlik açlığı, açlık borçlanmayı, borçlanma yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet isyanı, isyan işkenceyi, işkence terörü getirir ve devlet tarih olur.

Faizsiz kredileşme sistemi”ni kurmadıkça bunları önlememiz mümkün değildir.

 

YN- Bütçede de kaçak kullanım vardır. (s. 59)

SK- Batı’da her şey projelenmiştir. Çünkü orada her şey planlıdır ve ilmîdir. Bizde ise yapılan plan ve proje uygulanamıyor. O zaman da kaçak kullanım doğuyor. Ondan sonra sorumlu bulunamıyor.

O sebepledir ki yetkiler yerel yönetime devredilecektir. Her türlü harcama kayda geçecektir. Bilgi reel değilse yalan beyan suç olmalıdır. Ama içtihattaki hatadan sorumlu olmamalıdır. Ancak kasdi izrar varsa sadece tazmin ettirilir. Hırsızlıkta etkin unsur gizliliktir.

 

YN- Elektrik kaçak kullanılıyor. (s. 60)

SK- Elektriğin kaçak kullanımını önlemek için dağıtımda satış sistemi geliştirilmelidir. Trafo girişine sayaç konmalı, kaçakları o trafonun sorumluları ödemelidir. Sorunları sistem çözmelidir. Sistem elektrik çalınsın diye oluşturulmuş. Oysa elektronik saat koyarsın ki kartı şarj ettirir. Tahsilat sorunu biter. Onun dışında da elektrik hiçbir nedenden kesilmemelidir. Elektrik ne polistir, ne de hakim.

 

YN- Yatırımın üçte biri rüşvet oluyor. (s. 60)

SK- İhale kanunu gayrimeşrudur. Müşteriler artırmayacak. İhaleye çıkan eksiltecek. Yahut aksi olacak. Kabul heyeti tarafların hakemlerinden oluşacak. Böylelikle rüşvet kendiliğinden biter.

Bütün bu hortumlamaların sebebi mevzuattır. Öyle mevzuat hazırlıyorlar ki rüşvet vermeyen iş yapamasın. Projeye yapılmayan şey koyuyorlar, kendi adamları alırsa görmüyorlar, başkası alırsa onu mahvediyorlar.

Adil ihale sistemi ve hakemlik bu sorunları hemen çözer.

 

YN- İnşaatlar yarım kalıyor. (s. 60)

SK- İnşaatlar yarım kalıyor, çünkü rüşvetle doymayanlar mahkemeye gidiyor ve artık senelerce yarım kalıyor.

Oysa mülki amirlere yetki verilmelidir. Zilyetlik hukuku içinde işyeri durdurulmalı, gerekirse müteahhit değiştirilmeli yahut yerine müdür atanmalı. Bu sorunların tamamı mevzuat ve yargı sistemindendir. Mülki amirlerin yetkilerini kullanmamasından ileri gelmektedir. İşletmeleri durdurulmayacak, işletenleri değiştirilecek.

Yapılara ceza veriliyor. Mağara devri insanlarında bile eşyaya ceza verme yoktur.

 

YN- Korsan satışlar vardır. (s. 60)

SK- Fikir mal değildir. İlim ibadettir. Herkes öğrendiğini öğretecek. Telif hakkı yoktur. Dolayısıyla burada haramlık sözkonusu değildir.

 

YN- Türkiye korsan kazanç cennetidir. (s. 60)

SK- Batı halkı cahil bırakmak için yazarlara ve basına büyük ücret ödetiyor. Böylece halkın kültürsüz kalmasını sağlıyor. Korsan yayın ve basın meşrudur. İlim mü’minin yitiğidir, nerede bulursan alırsın.

Erbakan’ın deyimiyle; Batı sadece ondalık sayıların patent hakkını bize verse, karşılığını Avrupa ile ödeyemez. Fikrin mülkiyeti olmaz. Malları dahi mülk saymayan sosyalizm ile sözleri de mülk sayan Batı zihniyeti bugünkü dünyayı oluşturdu. Mucitlerin ve yazarların haklarını devlet ödeyecektir.

 

YN- İş hayatı korsanlarla doludur. (s. 60)

SK- Bunları korsan saymak zulümdür. Yeryüzü hepimizindir. Hepimizin konuşma hakkı vardır. Hiçbir buluş başarı değildir. Amerika’yı İspanyollar keşfetti diye kimse kıtayı onlara vermez. Keşfeden olanı buluyor. Yaratan Allah’tır. Allah onların hepsini bizim için var etti.

 

YN- Emeğe ihanet ediliyor. Yeniden ele alınmalıdır. (s. 61)

SK- Öğretmek bir emek işi ise öğrenmek de emek işidir. Okulda öğrendiklerini kimse satamaz.

En çok yeni fikirler Adil Düzencilerde vardır. Ama hepsini Kur’an’dan öğrendiler. Ne hakları var bunlar karşılığında para almaya.

 

YN- Türkiye ekonomisinin üçte ikisi kayıt dışı ekonomidir. (s. 61)

SK- Çünkü her kayıt onu çökertiyor. Kayıt ekonomisine gidebilmemiz için;

  1. Gelir vergisi yerine sermaye vergisi konmalıdır.
  2. Kayıtlar devletçe parasız tutulacak.  
  3. Kişinin kayıtları aleyhine kullanılamayacak, lehine kullanılacak.
  4. Kayıtlara göre kredi verilecek, ona göre altyapı hizmetleri yapılacak. Kayıtlara göre mallar sigortalı olacak. Kayıtlara göre istimlâk bedeli ödenecek.

Bütün bunların sorumlusu faizli sistemdir.

Küçük ve orta müteşebbisi yok etmek için geliştirilen bürokratik engellerdir.

 

YN- Hak duygusu öldürülmüştür. (s. 61)

SK- Kapitalizm ve sosyalizm halkı mülkiyetten etmiştir. Sosyal güvenlik sosyal dayanışmayı yok etmiştir. Bütün bu hastalıkların kaynağı faizli sistemdir, zina serbestliğidir.

Halkımız bunlara rağmen kendisini koruyabilmektedir.

 

YN- Haram yiyicilikten ülkemizi kurtarmalıyız. (s. 62)

SK- Bunun için haramları azaltmalıyız.. Helal kazancı getirmeliyiz. Yerinden yönetimde yöneticilere sürgün etme hakkını vermeliyiz.

 

YN- Haram lokma insanın hak duygusunu öldürmüştür. (s. 62)

SK- Helal lokma faizsiz kazançtır. Elimizdeki TL’nin karşılığı bundan önceki faizlerin karşılığıdır. Bu para ile helal lokma elde edilemez.

Faiz karşılığı olmayan, mal karşılığı olan para çıkarmalıyız. Hiç olmazsa kendi aramızda “kaydî para”yı kullanmalıyız. Günlük işlemleri TL ile yapacağız, ancak akşam üstü ortak hesaba yatırmalıyız. Cebimizde Türk Lirasını, Doları, Euroyu bulundurmamalıyız. Kendi hesabımıza değil, ortak hesaba yatırmalıyız.

Faiz emeksiz ve rizikosuz kazançtır. Onun için haramdır.

 

YN- Hak duygusunun yokluğu Türkiye için en tehlikeli olandır. (s. 62)

SK- Faiz dünya için en tehlikeli olan şeydir. Faiz dünyayı yok edecektir.

Faizsiz banka değil, faizsiz düzen gereklidir. Bu da ancak “Adil Düzen”de vardır.

Selem senetleri, mal senetleri, hisse senetleri ve altın parası. Dünya bunlarla kurtulacaktır.

 

YN- İnsanımızın Hak duygusunu geri döndürmemiz gerekir. (s. 62)

SK- Hakka inanan insanlar bir araya gelip bir aşiret kurmalıdırlar. Oraya hicret etmelidirler. Eşleri gelmeyebilir, çocukları gelmeyebilir, kardeşleri gelmeyebilir, anne ve babaları gelmeyebilir. Ona rağmen gelen varsa Allah onu onlara nasip eder. Bir apartman halkı yeterlidir. İşte onlar dünyayı değiştireceklerdir.

Kendimizde Hak duygusu gelmezse başkasına nasıl gelecektir?

 

YN- Milletin bir lokmasını yiyen domuz. (s. 62)

SK- Daha da beter. Ama bunun sınırı olmalıdır. Enflasyonun vergisini bile alan devlete karşı vatandaş bunu nereden ödeyecektir? Bu durumda haram yemek zorunda kalmaz mı? Bu kanunları yapan ve uygulayanlar insan da, onlar mı domuz?!

Biz kendimiz için bir site kuralım. Orada helal lokma yiyelim. Bizi “Akevler”de bunu denedik. Siteyi kurduk, ama helal lokmayı getiremedik. Çünkü bilgimiz azdı. Şimdi de yaşlandık. Kimse bizi dinlemiyor.

 

YN- 1980’de haram lokma helal sayıldı. (s. 62)

SK- 1960’da beni DP’lisin diye işten attılar. Bir yıl köyümde kaldım. Bir Hareketçi arkadaşımdan şöyle bir mektup aldım: “DPT kuruluyor. Özal arkadaşları alıyor. Senin imzanı attım ve başvurdum. Sürpriz yapacaktım. ‘Biz proje yapacağız. O mani olur!’ demişler. Olmayacaksan alalım.” diyordu. Cevap verdim ve; “Ben yapmam, kimseye de mani olmam.” diye yazdım. Yine almadılar!

Özal ile tanışıyorduk. İşsiz olduğumu da biliyordu.

Bu iş 1950’den beri başladı. Demirel’in resmî felsefesidir. Onlar da alsınlar, ne olur?! Bu CIA felsefesidir. Bugün artık en yüksek kademedekiler bile rüşvet alacak hâle geldi. Kapitalizmin felsefesidir. Sosyalistlerde halkın felsefesidir.

Ancak “Adil Düzen” bu anlayışı reddeder. Rüşvet vermeyen kazanır, rüşvet veren çökerse, o zaman helal lokmaya gidebiliriz. Bunun için rüşvet serbest olmalıdır. Haksızlık yapan cezalandırılmalıdır. Alsın, almasın; o onların bileceği iştir. Ama iş yapmayan, yahut haksızlık yapan bürokrat derhal cezalandırılmalıdır. Rüşvet almak serbest olmalıdır.

 

YN- Milletvekili dokunulmazlığı sınırlanmalıdır. (s. 62)

SK- Şaşılacak şey, milletvekilinin ne yetkisi var ki sınırlıyoruz?!.

Buradaki gaye, milletvekillerini her gün mahkeme kapılarında süründürüp bıktırmaktır.

Ben Akevler başkanı idim. Her gün karakolda ve mahkemede idim. Sonunda hepsinden beraat ettim, ama bıktım. 63 yaşına geldim, istifa ettim, Kırgızistan’a gittim de rahatladım. Orada bile aradılar. Devlet başkanı ile tanışmıştık da o sayede postumuzu kurtardık. Ne için biliyor musunuz? Biri şikâyette bulunmuş, adreste bulamamışlar. İnterpol arama izni çıkarılmış. Şikayet konusu da, kendisine kooperatifte haksızlık yapmışız. Ben karakolda dayak yemedim. Dört gün birisinin ölümüne sebebiyet verdim diye göz altında kaldım. Ama hayatımda hep polis, jandarma, hapishane korkusunu yaşadım. Suçsuzdum ama güvende değildim.

Allah bir daha bu milleti o günlere düşürmesin.

Allah milletvekillerimizi Meclis düşmanlarından korusun.

 

YN- Dokunulmazlık tümüyle kaldırılmaz ama sınırlandırılır. (s. 62)

SK- Yanlış. Bir defa polise, savcıya, hakime o yetkiyi verdin mi o artık yakasını kurtaramaz. Tezkereye hayır dedi diye CIA Amerika’da dilekçeler çoğaltır. Yüz dolar karşılığı savcılar şikayet yağmuruna uğratılır. Artık o milletvekili intihar etmezse şükredelim.

Masa başında ahkam kesilemez.

Yapılacak iş nedir?

Yüce divan Meclis’teki hakemlerden oluşacaktır. Hakemleri taraflar seçecek, baş hakemi hakemler seçecek. Davayı savcı değil, siyasi parti grubu açabilecek. Yüksek bürokratlar da ancak bu mahkemede bu usulle muhakeme edilecek. Böylece bu sorun biter. “Adil Düzen”siz hiçbir çözüm üretilemez.

 

*

 

YN- YOKSULLUK VE İŞSİZLİK SORUNU (s. 63)

SK- Türkiye’de kadınların yarısı çalışmamaktadır. Bu nüfusumuzun %25’i eder. Ülkemizde %50 nüfusumuz 15 ile 65 yaş arası çalışabilmektedir. Bunun ilk 10 senesi askerlik ve okuma ile geçer. Son 10 senesi de emeklilik ile geçer. Böylece erkek çalışanların %50 işsizdir; bu da % 25 eder. 70 milyon nüfusumuzun beşte üçü olan 28  milyon işçimizin % 50 = 14 milyon işsiz var demektir. Buna resmi işsizleri de eklerseniz 17 milyon eder. Gizli işsizliği yanı verimsiz çalışmayı da eklerseniz 20 milyon işsiz  var demektir.

Demek ki, bu durumda Türkiye’de ancak üç kişiden biri çalışmaktadır.

Bununla beraber ülkemizin çok verimli olması, halkın kanaatkar olması, her yıl borçlanmamız, dışarıda çalışanların desteği ile yaşamaya devam ediyoruz.

Türkiye’nin bir numaralı ve komalık hâle getiren sorunu işsizliktir. Biz bunu şöyle hallediyoruz:

  1. Mala-Mal Marketleri kuruyoruz. Herkes malını mağazasına mağaza senetleri ile satıyor. Karşılığında mağazalardan istediğini alıyor. Böylece hem açlık giderilmiş, hem de herkes iş bulmuş oluyor. Çünkü ürettiğine para veriyor. Yani, mağaza senetleri para oluyor, herkes iş buluyor. Parti bu organizasyonu kooperatifler şeklinde yapacaktır.
  2. Halk tezgahları ve ham maddeyi üretecekleri mal karşılığı kredi olarak alıyor ve üretiyor. Mağaza senedi ile satıyor, sonra istediğini alıyor. Böylece herkes iş bulmuş oluyor.
  3. Kooperatifler halka devre başında TL nakdi olarak sipariş kredisini veriyor. Herkes serbest pazarlık yaparak mağazalara malı sipariş veriyor. Mağaza aldığı siparişe karşılık nakit kredi istiyor, sipariş ver oraya ödeyelim diyor kooperatif . Mağaza tüccara sipariş veriyor; ona da sipariş ver ödeyelim diyor. Tüccar işyerlerine sipariş veriyor. İşyerleri para istiyor; ham maddeyi sipariş ver, biz ödeyelim diyor. Ham ve mamul maddeleri sipariş alanlara; işçiyi çalıştır ücretlerini biz ödeyelim diyor. İşçilere de sipariş ettikleri mamulü ödeyerek ödeme yapıyor. Kooperatiflerin kasasından bir kuruş çıkmadan yıl başında herkes işini bulmuş ve siparişini almış oluyor. İhracat ve ithalat yapan tüccarlar sipariş aldıklarına karşılık başka malları sipariş paraları ile ürettirirler. Onu ihraç ederler. Karşılığında ithal ettikleri mallarla kapatırlar. Buna “selem sistemi” diyoruz. Sadece kaydî değerlerle bunu yapıyoruz;
    1. Siparişler yıl başında peşin fiyatlarla sipariş verdikleri için enflasyonun etkisi olmaz. Kayıtlı ekonomiye de geçmiş oluruz.
    2. Yıl başında halka, mağazaya, tüccara, üreticiye ve işçiye nakit kredi verilmiş olup faizli krediye gerek kalmaz, faiz sıfır olur. Vergiler gerçek değerler üzerinden ödenir. İşsiz kimse kalmaz.
    3. Her şey siparişle üretildiği için halk makroda dengeli planlama yapar ve işsiz insan yahut aç insan kalmaz. Halk ödeme yaptıktan sonra mal teslim edileceğinden kredi rizikosu da yoktur.
    4. Tüccar ihracat kadar ithalat yapacağı için dış ticaret açığı sıfırlanır. Fiyatlar o şekilde oluşur.
  4. Kuyumcular kooperatifleri kurulur. Kooperatif kuyumculara “altın senedi”ni verir, halktan karşılığında altın alır. Böylece kuyumculardaki altın kadar da halkta “altın senedi” dolaşır. Bu senetle halk istediği kuyumcudan altın alabilecektir. Halk atına karşı altın senedini tercih edecektir;
    1. Çünkü taşıması kolay olacaktır.
    2. Bozdurması kolay olacaktır.
    3. Değiştirmesi bedelsiz olacaktır.
    4. Kredileşmede altını değil, altın senedini tercih edecektir.

Ayrıca kredi kanunlarından biliyoruz ki, kuyumcularda beşte bir altının olması yeterlidir. Kuyumcular kooperatifleri dört misli daha altın senedi çıkartırlar. Bunların karşılığı;

  1. Kooperatiflerin aldıkları taşınmazlar olacaktır. Yani, piyasaya altın senedi sürecek, pazarlıkla taşınmazlar alınıp satılacaktır. Taşınmazlar altın gibi likidite kazanacaktır.
  2. Mamul veya ham maddeleri olan üreticiye bu malı rehin alarak altın senedi verir. Halk bu senetlerle üretime devam eder. Ürünleri satınca borcunu öder. İcra takibine tâbi tutulmaz, kendisinden faiz istenmez.
  3. Döviz karşılığı bu senetleri kredi olarak verir veya satın alır. Böylece dövizin yerini altın senetleri alır, devlete verir, devlet faizden kurtulmuş olur.
  4. Altın senedini Türk Lirası ile alıp satarak, Türk Lirasının değerini altına kote etmiş olur.

Böylece devletin müdahalesine gerek kalmadan, kredisine ihtiyaç duyulmadan millî ekonomiyi halk düzenlemiş olur. Demokrasi de böyle gelir. Samuel Sun buna dolar oyu diyor.

 

YN- Bolluk ülkesinde kırk milyon insan açlık sınırında. (s. 63)

SK- Bu konu tam böyle değildir. Kayıt dışı ekonomi var, dolar ile fiyatlandırma var, herkesin kendi gecekondusunda oturması var, sosyal dayanışma var. (Dışarıdan gelen akraba yardımı var.)

Bütün bunlar açlık sınırını daha düşük tutuyor. Ama Türk halkının üçte biri işsizdir.

 

YN- İstihdam ve iş yaratmalıyız. (s. 63)

SK- Bu da mala-mal marketleriyle, selem siparişleriyle, kooperatif kredileşmesi sitemiyle, altın senetleriyle kredilendirerek sağlanacaktır. Bunu devlet değil, “Adil Düzen Partisi” organize edecektir.

 

YN- Halk aş ve işini dilenerek değil, çalışarak elde edecektir. (s. 63)

SK- Faizli kredilerle ülkede gelişme olacağına inananlar, ilmi ve Kur’an’ı inkâr etmiş olurlar. Faizli krediler zengini daha çok zengin yapar, fakiri de daha çok fakirleştirir. Kredi veren ülkeler için faiz iyi olabilir; ki sonunda onlar için de iyi olmaz. Ama kredi alan ülkeler daha baştan iflas etmiş demektir.

Türkiye kredi alan ülkedir. O halde faizli kredi intihardır. Çaresi kredileşme ilkesidir. Dış kredilerde bile faizsiz kredileşme olmalıdır. YTL’yi verip Riyali almak gibi. Kim verirse onunla alış veriş yapmak.

 

YN- HYH’ne göre temel olumsuzluk işsizliktir. (s. 63)

SK- Başarılı siyasetin ne olduğunu söylesek, kimse bize inanmaz. “Adil Düzen”e bunun için ihtiyaç vardır. Bunu halka anlatacağımız için iktidar olmadan da hedefe ulaşmış olacağız.

Siviller uygulamazsa; bir gün müdahale zorunda kalırlarsa askerler uygularlar.

 

YN- Nüfus artış hızının azaltılması gerekir. (s. 63)

SK- Türkiye’de nüfus sıklığı 100 civarındadır. Oysa Hollanda’da 400’den fazladır.

Türkiye Hollanda’dan çok daha zengindir.

  1. Türkiye’de toprağı boş komşu dost ülkeler var. Ortaklaşa onların topraklarından yararlanabiliriz.
  2. Türkiye’de her çeşit üretim imkanı vardır. Çeşitli iklim ve yeraltı zenginliklerine sahiptir.
  3. Türkiye dünyanın merkezindedir ve ticaret imkanları çok fazladır.
  4. Türk halkı daha çalışkan ve daha kanaatkârdır.

O halde Türkiye 1 (bir) milyar insanı besleyebilir. Nüfus olarak daha onda birlerdeyiz.

Türkiye’nin sorunu nüfus çokluğu değil, nüfus azlığıdır. Türkiye doğumla nüfus artışını bekleyemez. Türkiye “konuk vatandaşlığı sistemi”ni getirip Avrasya’dan işçi ithal etmelidir. Türkçe öğrenen ve askerliği yapan vatandaş yapılmalıdır. Korkunun ecele faydası ve çaresi yoktur. Güçlenmenin çaresi vardır.

 

YN- Yoksulluk sorunların kaynağı olmuştur. (s. 64)

SK- İşsizlik açlığı ve ondan sonra bütün kötülükleri getirir. Kooperatifler mala-mal marketlerinden, selem kredilerinden, mala karşı kredilerden, altın senedi kredilerinden elde ettikleri hizmet paylarından çalışamayanlara sosyal yardım yapmalı ve aç insan kalmamalıdır. Bu da herkese iş bulduktan sonra mümkündür.

 

YN- Yoksulluk anarşiyi, şiddeti ve sömürüyü getirir. (s. 64)

SK- Din sömürüsü demek, diğer sömürüleri kamufle etmek demektir. Milletimiz dinin verdiği dayanışma ve yardımlaşma duyguları ile krizleri atlattı. Onu da elinden alıp öldürmek isteyenlere çanak tutmamalıyız. Sermaye krizler yaratıyor ve sömürüyor. Dindar olan krizi istismar ediyor. Yani, biri yıkarak, biri yaparken istismar ediyor. Kötü ile iyi bir kefede tutulamaz.

 

YN- Yoksulluk din ile terörü birleştirmektedir. (s. 64)

SK- Türkiye’de terör dış güçlerin işsizleri ayartması ile oluşuyor. Dini istismardan korkuyorlar. Güvenmiyorlar. Onun için dini dışarıdaki müstevli güçler bile kullanamıyor.

Türkiye’de terörü destekleyen bir dindar yoktur. ‘Hizbullah’ adını MİT takmıştır. Onlar bunu din adına yapmamışlardı, devlet adına yapmışlardı.

Gerçeği gerçek olarak ve olduğu gibi görmezsek, bizi yel değirmenleriyle savaştırırlar.

 

YN- Yoksullukla insan direncini kırarak sömürüye teslim oluyor. (s. 64)

SK- Zaten suni yoksulluk bunun için ortaya çıkarılıyor. Yani, direncini kıralım ki II. Sevr’e karşı çıkmasınlar diye yapılıyor. Kuvva-yı Milliye oluşmuştur. Halk direniyor. Ekonominin generalleri bekleniyor. “Adil Düzen” bu generalleri ortaya çıkarmak için partiyi kurmak istiyor.

 

YN- Devlet halka aşını sağlamak için vardır. (s. 64)

SK- Eğer adil vergi sistemi yoksa, kredi adil bir şekilde dağıtılmıyorsa, devlet intihar ediyor demektir.

Vergi bütçesi gibi “kredi bütçesi” olmalıdır, herkese kurallara göre “faizsiz kredi” verilmelidir. Bu da “Adil Düzen”in getirdiği yeni atılımdır; “kredileşme bütçesi”. Ödenen vergi karşılığı kredi. Kişiye kredi. Çalışana kredi. Kredileşme kredisi.

Banka müdürlerinin takdiri ile kredi olamaz. Bu uygulama devleti sermayeye teslim etmekle eşdeğerdir. Çünkü kredi devletin garantisi ile oluşuyor.

 

YN- Millî gelirin %80’i %5’e bölüştürülmüştür. (s. 65)

SK- Millî gelirin %80’i azınlıkların elindedir. Devlet kredileri onlara veya onların paravan şirketlerine veriyor ve onları zengin ediyor. Devlet krediyi halka, işçiye ve tüketiciye vermelidir. Sipariş kredisi tüketiciye, çalışma kredisi çalışana veriliyor. Zenginler de bu kredilerden dolaylı olarak yararlanıyorlar; ama tekel oluşturamıyorlar. Fiyatları ve ücretleri onlar değil, halk serbestlik içinde seçiyor. Hâsılı, faiz sömürüsü yok edilecektir.

 

YN- Siyasetin esası sosyal adalettir. (s. 65)

SK- Adalet zaten sosyaldir. Sosyal sıfatı zaittir. Batı’da “adalet” kelimesi olmadığı için iki kelime ile yani “sosyal eşitlik ile ifade edilmektedir. “Adil Düzen” sosyal eşitliği getiren bir düzendir.

 

YN- Yoksulluğu işsizlik getiriyor. (s. 65)

SK- Bu sebepledir ki biz yoksulluğu ayrı sorun kabul etmiyoruz. Yoksulluk işsizliğin bir yüzüdür. Tek sebebi yeter paranın piyasaya uygun bir şekilde sürülmemesidir. Batı bunu çok yi biliyor. Kendi ekonomilerinin temel düzenleyicisi budur. Türkiye’yi batırmak için enflasyonu düşürmek bahanesiyle parayı çekiyor. Oysa tam istihdama kadar para enflasyon yapmaz. Aksine parasızlık işsizliği doğurur, o da ileride enflasyon yapar.

Şimdi Batı bu patlamayı bekliyor. Ama patlamayacaktır. Çünkü halk kendi parasını zaten kendisi kesiyor. Bankadan geçmeyen “bono ve çekler” birer paradır. “Taksitli satışlar” birer paradır. Bakkalların “cari hesabı” birer paradır. “Hatır senetleri” birer karşılıksız paradır.

Parti halkın bu kuralsız ve kayıtsız para kesmesini kayıtlı hâle getirmelidir. Böylece devlet anarşiden ve senet mafyasından kurtulur.

 

YN- İnsan hakları ihlal edilmemelidir. (s. 65)

SK- Bunu ancak halkı örgütlersek, halkın hukukunu kooperatif avukatlarına bedelsiz savundurursak o zaman başarırız. Yoksa ‘durdurulmalı’ demekle bu ihlaller durmaz. Avukatları kooperatifler finanse edecek. Mafyaya karşı hukuki örgüt oluşturulacak. Polisin ve hakimin hayatı garanti altına alınacak. Halk alacak.

 

YN- İsrafın durdurulması. (s. 65)

SK- İsrafın durması için bedava kazanca son verilmelidir. Halk artırdığını yatırıma dönüştürmelidir. Bunun için de kooperatif edindiği arsaları imar ederken halkı ona katarak bu sorunu çözüyor. Halk yatırımlara hisse senetleri ile iştirak ediyor.

Dört çeşit ortaklık birbirinden ayrılıyor. Yatırımlar zarara karıştırılmıyor.

      1. Mülk ortaklığı, cirodan kira payını alır, zararlara karışmaz.
      2. Mal ortaklığı, kâr veya zarar eden bu ortaklıktır. Buna tüccarlar ortak olur.
      3. Emek ortaklığı. İş ortaklığı yaparlar, ücretleri az gelir. Başkaca bir zarar etmezler.
      4. Dayanışma ortaklığı. Bu aidatsız sigorta ortaklığıdır.

Halk mülk ortaklığına hisse senedi alarak katılır. Zarar etmez, az kira elde eder. İsraf yerine yatırımı tercih eder. İsraftan kaçınmak için zina yasağı getirilmelidir. Halk evliliğe zorlanmalıdır. O zaman israf yapmaz.

 

YN- Paylaşım geliştirilmelidir. (s. 65)

SK- Paylaşım sosyal dayanışma, dengeli fiyat, dengeli ücret ve adil kredi sayesinde adil paylaşma ile olur. “Adil Düzen”de bunlar kooperatif payları ve kooperatif kredileri ile sağlanmalıdır.

 

YN- Küresel sömürü durdurulmalıdır. (s. 65)

SK- Küresel sömürü karşılıksız para ile yapılmaktadır. Mal senetleri bu sömürüyü durduracaktır. Yine para olacak ama senet karşılığı olacak. Senet de mal karşılığı olacak. Karşılıksız para kalkacak ve sömürü bitecek. Ama yine büyük sermaye olacak ve bu sermaye artık faizle değil, ticaretle kazanacak.

Adil Düzen” herkese karşı adildir.

 

YN- Nüfus artışı azaltılmalıdır. (s. 65)

SK- Bugün yeryüzünde 10 milyara yaklaşan nüfus var. Karalar bile daha 100 milyarı besleyebilir. Denizler 1 trilyonu besleyebilir. Gezgenler katrilyonu besleyebilir. Uzayda hidrojen vardır. Sonsuz insanı besleyebilir. Kur’an, “semada rızkınız var” diyor. Kur’an, “arzda belli zamana kadar kalın” diyor.

Nüfusun azaltılması görüşü Kur’an’a ve ilme tamamen aykırıdır. İntihardır. Cinayettir.

 

YN- Ahlâksal kirlenme ile mücadele edilmelidir. (s. 65)

SK- Ahlâk ancak sosyal baskı ile sağlanabilir. Bu baskı da 10 000 nüfuslu birbirini tanıyan halkın oluşturduğu bucaklarda sağlanabilir. Bunlar birer sosyal hücrelerdir. Bunun için yerinden yönetime gerek vardır. Bunun için günlük ve haftalık ibadetler buralarda yapılmaktadır.

 

*

 

YN- DİL VE KÜLTÜR YARASI (s. 66)

SK- Her dilin kendisine özgü yapısı vardır, düşünüş biçimi vardır. Ona başka dilden karıştırdığınız zaman o yapısını kaybeder. Halkın bilincine girmez. Kur’an’ın etkin oluşunun nedeni saf Arapça olmasıdır. Topluluk kimi sözleri ya da kuralları bir süre sonra alır, sindirir, onun yapısına uyarlar.

Türkçemizin Arapça dışında diğer dillerde bulunmayan kaynağı vardır; Kaşgarlı’nın Lügati. Dilimizi ona dayanarak geliştirmeliyiz. Arapçada olduğu gibi dilimize özgü grameri oluşturmalıyız.

Kültür dil, teknik, sanat ve hukuktan oluşur. Tercüme yasaların yerine ulusun yasalarını ortaya koymalıyız. Bunun için okul gerek, akçe gerek... Yani, parti gerek, kooperatif gerek...

 

YN- Türkiye kültür savaşında mağlup olmaktadır. (s. 66)

SK- Kendi kültürümüzü oluşturabilmemiz için kendi topluluklarımız olmalıdır. Kendi basın ve yayınımız olmalıdır. Bunu “dergi” ve “parti” ile başaracağız.

 

YN- Arap kültür emperyalizminden Batı kültür emperyalizmine geçtik. (s. 66)

SK- İnsanlıkta uygarlık daima tektir. Bundan böyle de insanlar ya Lâtince uygarlığında ya da Arapça uygarlığında olacaklardır. Her ulusun kendi dili olacaktır. Bütün dillerden Arapça veya Lâtinceye tercüme edilecek, bütün dillere de oralardan tercüme edilecek. Arapçadaki bütün eserler Lâtincede yer alacak, Lâtincedeki bütün eserler Arapçada yer alacak. Ulusal diller Kur’an’da geçen kelimeleri kendi dillerinde de kullanacaklar. Bütün eserler ulusal dillere çevrilecektir. Yüksek öğrenim Türkçe olacak. Üniversitelerde tedrisat Türkçe olacak. Ulusal televizyonlar Türkçe yayın yapacak, gazeteler Türkçe yayınlanacaktır. İnsanlık yani insanlar Arapça ve Lâtinceden yayın yapacaklardır. İllerde mahalli dilleriyle yayın yapacaklar ve orta öğrenimlerini kendi dilleri ile yapacaklardır. Her dil ayrı hazinedir. Tarih dillerde saklıdır, her dil korunmalıdır.

 

YN- Müslümanlık adına Araplaşmadık kaderimiz oldu. (s. 66)

SK- Büyük dinleri kabul eden uluslar dillerini de kaybettiler. Bugün Lâtinceden arınmış bir İngilizce veya Almanca mümkün mü? Rusçayı ilk dinlediğim zaman hiçbir şey anlamıyordum. Sonra Fransızcaya benzeterek yanlış tercüme ettiklerini hissediyordum.

Türkçe ise müstesnadır. Yabancı kelimeler sindirilmeden alınmıştır. Biliyoruz ki bunlar yabancıdır. Kendi kelime ve kurallarımız tüm kavramları üretmeye ve anlatmaya yeterli olmuştur. Demek ki Araplaşmadık.

Sıkıntı, Meşrutiyetten sonra girişilmiş olan hatalı sözcük üretmelerdir. “İlim” karşılığı “bilim” olmaz. Çünkü bilim bir parçayı ifade eder. Ekim benzeri bilim olabilir. Çizgi cetvel demektir. Hattın karşılığı çizik olur. Dilimizin mantığını bozdular. Bunlar araştırmalarla düzeltilmelidir. Kurallara göre kelime üretmeliyiz. Toplum olmaz, topluluk olabilir. Toplum yuduma benziyor.

 

YN- Özgün hiçbir şeyimiz yoktur. (s. 66)

SK- Mağlup topluluklar başkalarını taklit ederler. Galip gelseler bile uygarlıkları yoksa mağlupların uygarlığını kabul ederler. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurduğumuz zaman bizim de özgün bir şeyimiz olacaktır.

Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” bize özgüdür. Ama en yakınlarım bile okumuyorlar. Eğer biz birbirimizi okursak, bize özgün kültürü oluşturabiliriz.

Ben sizin kitabınızı okudum. Bakalım siz benim kritiklerimi ve değerlendirmelerimi okuyacak mısınız? Bu kadar kitap yazdınız; bizden hiç bahsettiniz mi, hiç bizimle ilgilendiniz mi?

Kendimize özgün bir şey onun için doğmaz. Bin yıl önceki eserlere veya Batı eserlerine dayanarak yazılanlar özgün eserler oluşturmaz. Kendimize değer vermeliyiz. Kendimize dayanarak üretim yapmalıyız.

Batılılar yabancı ise almıyorlar, biz yerli ise almıyoruz. Bu da bir yaratılış belki. Kedimizi yabancılara beğendirmekle uğraşıyoruz. Birisine bir şey anlattığımda “Bu anlattığın dünyada nerede var?!” diyorlar. Yüksek öğrenimi bile olmayanları ABD’den transfer ediyorlar da, bizden vebadan kaçar gibi kaçıyorlar!

Bu psikolojiden halkımızı kurtarmak için birkaç okumuş bir araya gelerek kendimizi kurtarmalıyız.

“Parti”ye bunun için gerek vardır.

“Dergi”ye bunun için ihtiyaç vardır.

Kendilerine inanan insanlara ihtiyacımız vardır.

Bunların bir araya gelmesi ve birlikte çalışması gerekir.

 

YN- Arapça bilmeden ibadet kabul olmaz. (s. 67)

SK- İngilizce bilmeden Türkiye’de ilk öğrenimini yapmıyorsun. Kariyer yapmak demek, dil imtihanı vermek demektir. Bu oluyor da, her Müslüman üç sûrenin anlamını öğrensin dersek ne olur?

Evet, Kur’an Arapça’dır. Üç sûreyi anlamıyla öğrenmemişse onun namazı geçerli değildir. Öğrenememişse mazerettir. Arapça bilmeden alim olunmaz. Kur’an’ı kendi dilinde okumayan alim olamaz. Müslüman olmasa da bilmektedir. Matematik bilmeden de alim olunmaz.

Çocuklarımıza ilk üç sene içinde Arap harflerini öğretmeliyiz. İlk öğretimde de Kur’an’ı Arapça olarak öğretmeliyiz. Orta ve yüksek öğrenimde yabancı dil olarak seçmeli Arapça ve Lâtince öğretmeliyiz. Yüksek tahsilli olmak demek, Arapçadan veya Lâtinceden tercüme yapmayı bilmek demek olacaktır.

 

YN- Türkçe dünyanın beş büyük dilinden biridir. (s. 67)

SK- Dünyada üç büyük dil grubu vardır. Sami dilleri, Arami dilleri ve Türk dilleri.

Türk dilleri de iki ana gruba ayrılır. Çince gibi hece dilleri ve Türkçe gibi bitişik hece dilleri. Türkçe bunların içinde en gelişmişidir. Sayıca az veya çok konuşulması yanında, uygar diller arasında en gelişmişlerinden biridir. Türkçe yabancı kelimeleri en kolay bir şekilde kullanabilmektedir. Yabancı kelimeyi “etmek, olmak, kılmak yapmak…” gibi yardımcı fiille kullanırsınız ve o kelimeden Türkçede her türlü çekimi yapabilirsiniz. Bu sebepledir ki III. bin yılın köprü dili Türkçe olacaktır.

 

YN- Avrasya halkını din adına parçalara böldüler. (s. 67)

SK- Bir insanın bedeni vardır, ruhu vardır. Bedenin merkezi yürektir. Ruhun merkezi beyindir. İnsanların da komşuları vardır, yakınları vardır. Türkçe konuşan halkların komşuları Çinlilerdir, Ruslardır. Devletleri onlarla bir olacaktır. Yakınları ise biziz. Onlarla dil ve sanat ilişkilerini kurarız. Aynı dinden olmamız gerekmez. Aynı devletten olmamız gerekmez.

Yakınlarımıza gösterdiğimiz ilgi, komşularımızla kuracağımız ilişkilerin kurulmasına mani değildir. Nurcular ve tarikatlar oralara gittiler, şehitler verdiler, her gün ölüm korkusuyla yatıp kalktılar. Bizimle irtibatı sağladılar. Komünizmin çökerttiği ahlâkı yeniden tesis etmeye çalışıyorlar.

Onların yaptıklarını yanlış ve küçük görmenin manâsını anlamıyorum.

Çoklu yarışmayı benimsemedikten sonra ortak anlayışa varmamız mümkün değildir.

 

YN- Dilimiz ve kültürümüz yozlaşıyor. (s. 67)

SK- Bir insan beslenerek yaşar. Kültür de dışarıdan etkiler alarak beslenir. Nasıl sadece ekmekle yaşanamazsa, sadece tek kültürle beslenerek de yaşanamaz.

Osmanlıların hatası, baştan doğunun, sonra batının tek kültürü ile beslenmeleridir.

Bugün de biz yalnız İngilizce ile besleniyoruz. Allah’tan bu dillerin ömürleri uzun sürmüyor da mecburen değişik kültürlerle karşılaşıyoruz.

Değişik kültürlerle beslenirsek dengeli beslenme içinde oluruz. Kendimize özgü kültür oluşur.

 

YN- Tabelalardaki isimlerin çoğu yabancı. (s. 68)

SK- Yabancı kelimeler kendi yazıları ile yazılıyor. Türkçe ifadelerinin yanında daha küçük harflerle Lâtince ve Arapça yazılabilir. Türkçenin onların harfleri ile yazılması yanlıştır.

Dört çeşit yazıdan başkasını insanlık kullanmamalıdır.

 

YN- Çocuklarımız yabancı dil ile yetişiyorlar. Türkçeyi nasıl öğrenecekler? (s. 68)

SK- Osmanlı medreselerinde yalnız Arapça okunurdu. Şimdi de okullarımızda yalnız İngilizce okutuluyor. Bir topluluğu cahil bırakmanın anahtarı bulunmuş!..

Resmi okullarda seçmeli Arapça ve Lâtinceden başkası okunmamalı, o da konuşma dili değil, ilim dili olarak okunmalıdır. Klasik Kur’an Arapçası okunmalı, İncil Lâtincesi okunmalıdır.

 

YN- Yabancı ve yerel diller Türkçenin yerini almamalı. (s. 68)

SK- Türkçe bütün okullarda zorunlu ders olmalı. Vatandaşlık için Türkçe bilmek şart olmalı. Tüm imtihanlar Türkçe yapılmalı. Dışarıda okuyanlar da Türkiye’de imtihan vermelidir. Akademik kariyer dışında muadelet tanınmamalıdır. Devam şartı olmamalıdır. Türkçe kitaplar ödüllendirilmelidir.

 

YN- Türk vatandaşı Türkçeyi iyi konuşabilmelidir. (s. 68)

SK- Her il orta öğrenimini kendi dili ile yapabilmelidir. Ülke içinde muadelet için ayrıca devlet imtihanlarında başarılı olmalıdır. Bunu da Türkçe dili ile yapmalıdır. Üniversite giriş imtihanları sadece Türkçeden yapılmalıdır.

 

YN- İyi Türkçe anayasal görevdir. (s. 69)

SK- Demokratik usulle bir “Türkçe Takdir Yüksek Kurulu” oluşturulmalıdır. İyi Türkçe yayın yapan, iyi Türkçe yazan ve bu alanda eserler veren kişiler seçilip ödüllendirilmelidir. Türk dilinin ilmî grameri yazılmalı ve sürekli olarak geliştirilmelidir.

 

YN- Yabancı dil öğrenimi sömürgecilerin aracı olmaktan çıkarılmalıdır. (s. 69)

SK- Akademik kariyere gelinceye kadar hiçbir öğrenimde yabancı dil resmi ders olmamalıdır. Arapça ve Lâtince dersler olmalı ama imtihanları geçme şartı olmamalıdır. Sadece mezuniyette diplomada işlenmelidir.

 

YN- Tevhidi Tedrisatı tavizsiz uygulamalıyız. (s. 69)

SK- Tevhidi Tedrisat olmaz, tevhidi imtihan olur, tevhidi diploma olur. Devlet halkın ne bilmesi gerektiğine kendisi karar verir ama ne öğreneceğine ve nasıl öğreneceğine karışamaz. Okullar yerine dershaneler olmalıdır. Yerler devletçe temin edilmelidir. Öğretmenlerin maaşını devlet vermeli, ama notu ortak imtihanlarda devlet vermelidir. Sorular ortak olmalıdır. Merkezi imtihan sistemi ile birlik sağlayabiliriz. Serbest tedrisat ile de çeşitliliği sağlarız. Başka türlü uygulamalarla sadece insan haklarını çiğneriz.

 

YN- Eğitim yeniden düzenlenmelidir. (s. 69)

SK- Bir işletmenin iç düzenlemesi var, bir de dış ilişkileri sağlamak vardır. İç düzenleme ihtisasa dayanan bilgilerle sağlanır ve bu meslek derslerinde verilir. Dış ilişkiler ise genel kültüre dayanır ve bu genel derslerle verilir. Dördüncü sınıftan başlayarak akademik kariyere kadar bütün öğrenimde hem genel dersler, hem meslek dersleri olmalıdır. Çünkü ikisini bilmeden koordinasyonu sağlayamazsınız. Ancak lise ve üniversitede daha çok genel dersler okunacak, meslek liseleri ile yüksek okullarda daha çok meslek dersleri okunacak. Her iki liseden mezun olan eşit şartlar içinde üst okulların imtihanlarına girebilecek, kazanırsa okuyabilecek. Resmi metinler tek olacak. Şerhler ise ekollere göre değişecek. Öğrenci yüksek kısımlarda değişik görüşleri bilecek. Diploma teminatlı olacak. Bilgisizlikten doğan zararları ilmî, beceriksizlikten doğan zararları meslekî, ihmalden doğan zararları dinî, kasden iras edilen zararları siyasî dayanışma ortaklıkları tazmin edecektir.

 

YN- Eğitim kurumlarımız siyasal hesaplarla açılmamalıdır. (s. 69)

SK- Bir ülke nüfusunun on binde birine akademik kariyer, bir bölgenin onda birine yüksek, bir ilin binde birine orta, bir ilçenin yüzde birine ilk, bir bucağın üçte birine temel ehliyet verilir. İmtihanlardaki başarılara göre tevcih edilir. Dershaneler ve laboratuarlar ise öğretmenlerin arzularına göre yapılır.

Kuralın olduğu yerde siyaset meşrudur. Haktır. Siyasete yasak koymak, dine yasak koymak kadar yanlıştır. Demokrasi düşmanlığıdır. Ekseriyet sistemini kaldıracaksınız, herkes siyaset yapacaktır. Siyasiler arasındaki denge uygulamayı oluşturacaktır.

 

YN- Eğitim kurumlarımızı Batı istilasından ve Arapçı kültür istilalardan kurtarmalıyız. (s. 69)

SK- Uygarlık içinde boğulma ne kadar yanlışsa, uygarlıktan kopmak da o kadar yanlıştır.

Fakülteler Türkçe, üniversiteler Arapça ve Lâtince imtihanları yapacaklardır. Hattâ akademik kariyer uluslararası değerlendirmelerle insanlık içinde geçerli olacaktır. Yani, bir kimse önce Türkiye’de doktora verecek. Doktorası uluslararası değerlendirmelerle dışarıda geçerli olacaktır. Her ulus ayrı ayrı muadelet kabul etmeyecektir. Ülkemizi tek ulusun etkisinde bırakmamalıyız.

 

*

 

YN- İSRAFIN YARATTIĞI DENGESİZLİK (s. 70)

SK- İsrafı önlemenin yollarını bulmalıyız.

  1. Özel mülkiyet ve veraset. Yararlanma mülkiyeti ile işletme mülkiyetini birbirinden ayırmak. Vakıflarda işletme mülkiyetini getirmemiz gerekir.
  2. Tasarrufların değerlendirilmesi, özel mülkiyete saygı. Kazananlara devletin saldırmaması. Yağmalamayı önlemeli, kendisi yağmalamamalıdır. Meşru olmayan yolla kazanılmış olsa bile ona dokunulmamalıdır.
  3. Sosyal tasarruf imkanı, çok çocuk yetiştirebilme. Bu da cariye müessesesi ile çok evlilik sayesinde mümkün olur.
  4. Vakıflara saygı, vakıflara devletin müdahale etmemesi.

Bunlar olmazsa kimse israfı önleyemez. Çünkü servet edinenler servetlerini nereye harcayacaklar?

 

YN- İsraf insanlık suçudur. (s. 70)

SK- İsraf haramdır, ama yasak değildir. Çünkü israf da olmazsa servet veya para stok edilir, çalışma kalkar. Zekât vermeyenlerden Allah içki, fuhuş ve kumar yoluyla mallarını ellerinden alır. Bunlar olmazsa ekonomik kriz olur.  

 

YN- İsrafın sonu borçlanma ve geçim zorluğudur. (s. 70)

SK- Selem sisteminde ön ödemeli sipariş vardır. Herkes artırmaktadır. Şimdi 10 liraya alacağıma, şimdi 8 ödeyeyim ve gelecekte alayım sistemi vardır. Faizli sistemde şimdi alayım, sonra 12 ödeyeyim vardır. Eğer krediyi üreticiye veya tüccara verirseniz faizli sistem olur. Siz almasanız da onlar alırlar. Tekel oluşturursunuz. Krediyi tüketiciye verirseniz peşin sipariş yapar ve selemli sistem oluşur.

Biz kooperatiflerde faizsiz ön ödemeli sistemi geliştirmekle israfı önlemiş oluruz.

Bir şeyin iyi olması için insanların iyi olması yeterli değildir, sistemin de iyi olması gerekir.

 

YN- Borç ve geçim zorluğu orta sınıfı yok eder. (s. 70)

SK- Faizli sistemin gayesi budur. Halk iş yapmasın, herkes sermayeye işçi olsun. Bu sermaye de tek ellerde toplansın. Dünyada tek sermaye devleti kurulsun.

Bundan kurtuluş için tek yol “faizsiz halk ekonomisi”ni oluşturmadır. Mala-mal mübadelesi, kredileşme, mal stokuna faizsiz kredi ve altın senedi ile bu işi halk kendi kendisine yapacaktır.

Bunları kabul edenler yaşayacak, diğerleri helâk olup gidecektir.

 

YN- Güdümlü ekonomi ekonomiyi süslüyor, ama mutfaktaki tencere boştur. (s. 71)

SK- Eğer bir ülkenin piyasasında yeter para yoksa, döviz düşer, işsizlik çoğalır. Bunun sonucu ülkede üretim durur, ithalat artar. Bu da ülkeyi borçlandırır. Sonunda ölüm mukadder olur.

Bugün AK Parti Hükümeti bu siyaseti güdüyor. Kayıtlı ekonomide bu yüzden yıkılışa doğru gidiliyor. Halk ise “kayıt dışı ekonomi” ile kendisini koruyor. Kendi çıkardığı para ile kendi ekonomisini kurmak üzere.

Bunun organize edilmesi gerekir. Senet mafyası yerine kooperatif denetimi. Evi olan evini kooperatife ipotek edecektir. Kooperatif mala-mal marketinden veya altın senedinden denk kredi alabilecektir. Böylece “kaydî para” ile bu savaşı halk kazanacaktır. Bunları organize edecek “parti”ye ihtiyacımız vardır.

 

YN- Halk perişandır, her gün biraz daha solmaktadır. (s. 71)

SK- AK Parti iktidarında halk cesaretlendi, kendi ekonomisini düzeltmektedir. AK Parti ülkenin borcunu artırmasın yeter. Onun dışında bir savaş çıkmazsa, cahilce askeri müdahale olmazsa, “Adil Düzen Partisi” halkı organize ederse, Türkiye’nin önü açıktır. Şimdilik Allah savaştan da müdahaleden de Türkiye’yi koruyor, “Adil Düzen” uygulamaları için mühlet veriyor.

 

YN- Ürettiğimizden fazlasını tüketiyoruz. (s. 71)

SK- Her yıl bütçe açık veriyor. Bunun anlamı, üretmediğimizi tüketeceğiz, gelecek nesle borçlanacağız demektir. Faiz gelirleri üretmeden tüketme demektir.

Çözüm nedir?

Faizsiz ekonomi ve denk bütçe. Denk ithalat ve ihracat. Bunların mekanizmaları geliştirilmiştir. Faiz yerine kredileşme konmuştur. Nisbî bütçe getirilmiştir. Yani, memur gelir nisbetinde maaş alacaktır. Devletin gelirinin dörtte biri maaş olacaktır. Bunları iktidar olduğumuzda yapabiliriz. Bu sebeple biz halkı organize etmek durumundayız. Yoksa 28 Şubatlar bitmez.

 

YN- Bizi bağımsızlığımızın tartışıldığı bir noktaya götürür. (s. 71)

SK- Bangladeş olsak bizi bağımsızlığa götürür, çünkü o topraklar üzerinde kimsenin gözü yoktur. Türkiye’yi ise ölüme götürür. Bugün Türkiye’de azınlıklar %1’e inmiştir. Hedef Türkiye’de Müslümanları %1 azınlığa indirmektir. Lozan’ın intikamını ikinci Sevr ile almaktır.

 

YN- Taklit ve gösteriş hastalığına tutulmuşuz. (s. 71)

SK- İnsanlar yarışmak zorundadır. Barışta yarışmazlarsa savaşta yarışırlar.

Barışta da hayırda yarışmazlarsa şerde yarışırlar.

Halkımız vakıf kurmuş, elinden almışız! Şirket kurmuş, gasbetmişiz! Evlenmiş, çocuk yapmış, saldırmışız! Tek yol kalmış, israf! Halkımızı bu devlet saldırısından kurtarmamız gerekir. Bunu nasıl yapacağız?

Partiler kuracağız, kooperatifler kuracağız. Halkı örgütleyeceğiz ve halk kendi kendini savunacak.

O zaman gösteriş yerine hayırda yarış başlar.

 

YN- Mermer rezervlerimiz var. (s. 72)

SK- “Adil Düzen”de mermer rezervlerimiz bizim değil, insanlığındır.Yerli yabancı herkes çıkarır ve istediği yere star. Sadece beşte bir güvenlik payını devlete verir. Tüm yeraltı zenginliklerimizi böylece işletebiliriz. Bu sayede yabancı sermaye de Türkiye’ye rahatlıkla gelir. Faizler ödemek zorunda kalmayız. Devlet doğal zenginliklerin kullanılmasına mani olamaz. Ormanlar da tahrip edilmemek şartı ile kullanmaya açıktır.

 

YN- Granit ithal ediyoruz. (s. 72)

SK- Devlet vergisini alır, başka bir şeye karışmaz. Devlet garantisi sözkonusu olmaz. Devlet yurttaşa ne kadar kefilse, dışarıya da o kadar kefildir. Devlet vergisini alır, kalan mal nerede fazla değer bulursa oraya satılır. İhracat yapmadan ithalat mümkün olmayınca denge kendiliğinden kurulur. Devlet müdahale edince sorunlar ortaya çıkar. Devlet fiyat ve ücretlere fazla müdahale etmemelidir. Bu Kur’an’daki rıza şartıdır. Tüm ekonomi kanunları bunu böyle emreder. Müdahale sömürünün aracıdır. Gümrük yok. Kota yok.

Adil Düzen” iktidar olunca bunları ele alacaktır.

 

YN- İsraf yaratılış dengesini bozar. (s. 72)

SK- Fazla yemek hastalığı getirir. Eğlence ruhen ve maddeten çökertir. İsraf yatırımları durdurur. İsraf tüketim yatırım arasındaki dengeyi ortadan kaldırır. İktisatçı Keynes buna nakıs istihdamda denge diyor. Sınıflaşama bu demektir.

 

YN- İsraf diğerlerinin açlığına sebep olur. (s. 72)

SK- Halk içme suyunu bulamazken, müsrifler fıskiye sularını denizlere akıtırlar.

Ekonomi sistemini öyle kurmalıyız ki; millî hasılanın yarısı ile halk eşit şekilde yaşayabilmeli, diğer yarısı ile de çok kazananlar daha fazla refahta olabilmeli. Yoksa çalışma durur, sonra hepimiz aç kalırız.

Mesela, su tüketimini ele alalım. Kente gelen suyun yarısını nüfus başına bölüp bedava dağıtıyoruz. Diğer yarısını para ile satıyoruz. Onun parasını o kadar yapıyoruz ki, su için harcanan bütün giderleri karşılıyor. Su pay belgesini serbest piyasada alıp satıyoruz. Böylece suyun yarısı zevk için harcanıyor, diğer yarısı herkese eşit olarak bölüştürülüyor.

Adil Düzen”de bütün zaruri mallar için bu tür formüller geliştirilmiştir.  

 

YN- İsraf “zararlı tipler” üretmektedir. (s. 72)

SK- Sigara kullanma, içki kullanma, uyuşturucu kullanma, eğlence yerleri hep israfın sonucudur. Bunlar yasaklanmamalı, ancak insanları buralardan çekecek ekonomik ve sosyal düzen oluşmalıdır. Dinlere bu sebeple ihtiyaç vardır. Sermaye bunun için dinlere düşmandır. İsraf olacak ki sermaye malını satsın. İsraf olacak ki insanları çalıştırsın.

 

YN- Golf alanları gereksiz su tüketiyor. (s. 73)

SK- Suyun yarısını bedava olarak halka dağıttıktan sonra, kalan yarısını satın alanlar istedikleri yerde kullanmalıdırlar. Devlet bunlara karışmamalıdır.

Devlet paralı sporu değil, halk sporunu desteklemeli, herkese açık alanlar yapmalı, giriş parasız olmalıdır. Amatör oyuncular oynamalıdır. Spor vakıfları kurulabilir, yarışmaları kazananlar ödüllendirilebilir. Bu tür vakıflara bütçeden pay ayrılabilir. Ama spor kazanç aracı yapılamaz. Nasıl ilim kazanç aracı yapılamıyorsa, spor da kazan aracı olamaz. Oyunlarla halk uyutuluyor. Bu oyunlar israf kadar zararlıdır.

 

YN- İsraf insanlığın geleceğini tehdit ediyor. (s. 73)

SK- İsrafı önlemek ise sistemlerin ve dinlerin işidir.

İsrafı önlemek siyasilerin veya yönetimin işi değildir.

 

YN- İsrafı kamu yararının tercihi önleyecektir. (s. 73)

SK- Yargı yoluyla israf önlenemez.

İsraf adil bölüşme düzeni ile, tasarrufları değerlendirme imkanları ile, miraslı aile müessesesi ile, sosyal güvenliğin aileye yüklenmesi ile önlenebilir. Sosyal sigortası garanti edilen kimse niçin artırsın, niçin çocuk yetiştirsin? Yaşlanınca bana bakacak çocuğum olsun ve bana baksın diyen tasarruf eder.

Sosyal sigorta müessesesi yeniden ele alınmalıdır. Yaşlıların kendilerine değil, onlara bakacak olan çocuklarına maaş bağlanmalıdır. Zi’l-kurba müessesesi budur. Yakınlarına bakanlara devlet yardım yapmalıdır.

 

YN- Devlet de israftan kaçınmalıdır. (s. 73)

SK- “Denk bütçe” yapılmalıdır. Kamu çalışanlarına millî hasıladaki artışa oranla artış yapılmalıdır. Yatırımlara harcananlar millî hasıladaki artış kabul edilmelidir. Oradan da kendilerine pay verilmelidir. Sabit maaş sistemine kesinlikle gidilmemelidir. Kişiler kamu tahsislerini rahatlıkla kullanabilmelidirler. Sonuçlara göre kendilerine pay verilmelidir. Karayollarına her yıl tahsisat yapılmalı ve demir, hava, deniz yolları ile yarıştırılmalıdır. Taşınan yolcu ve yük nisbetinde bu tahsisat artırılıp eksiltilmelidir.

“Vezni ikame ediniz, dengeyi ikame ediniz.” âyetine her sahada uymalıyız. Herkesin çıkarı ile kanunun çıkarını beraberleştirmeliyiz.

Çıkar paralelliği ilkesiyle devlet israfı önlenir. Bir hizmeti ucuz yapanı ödüllendirmeliyiz, aynı imkânla daha fazla hizmet yapanı ödüllendirmeliyiz. Mesela, bir öğretmenin öğrencileri imtihanları kazanırlarsa, ona ek gelir temin etmeliyiz. İmtihanı kendisi yapmamalıdır. Daha çok okuyana daha fazla ücret vermeliyiz.

Her yerde vezni ikame ilkesine uymalıyız. Bunu sağlayamayan kuruluş kurulmamış olur.

 

YN- Bürokratlar devlet imkanlarını kendileri kullanıyorlar. (s. 73)

SK- Bürokratlara hizmet karşılığı bir meblağ verilmelidir. Hizmet ölçümlendirilmelidir. Onu kullanmakta kişileri serbest bırakmalıyız. Bürokratı sıkı cendereye almak onu yolsuzluklara zorlar. Hizmet yarış usûlü ile yapılacaktır.

Mesela, tapu muamelesini değişik bürokratlar yapacaktır. Mülk sahibi tapu muamelesini istediğine yaptıracaktır. Mülkün bekçisi olması nedeniyle payını alacaktır. Burada bürokrat bir şeyi israf etmez.

Kamu araçlarından bürokratlar kadar halk da yararlanacaktır. Su misalinde olduğu gibi; taşıma araçlarından yararlanmanın yarısı bedava, diğer yarısı ücretli olacaktır. Bedava araçlardan yararlanma taksi ile de olacaktır. Kişi kendisine verilen kuponu isterse otobüste, isterse takside, isterse uçakta kullanır. Kamu görevlilerine de hizmetlerini yapabilmeleri için taşıma kuponları verilir. Artırırsa kendisine kalır. Görevli görevini yaparken devlet imkânlarından özel hayatı için de yararlanabilir.

 

YN- Dışişleri bakanlığı bir israf merkezidir. (s. 74)

SK- Dış ülkelerde Türk siteleri kurulacaktır. Onlar da Türkiye’de siteler kuracaklardır.

Bu siteler ticari alışverişler yapacak ve gelir temin edeceklerdir. Devlet yatırım yapacak, ama sonra site ve oranın yönetimi kendi kendisini karşılayacaktır. Elçiliği o tesislerin kira karşılığı yapacaklardır.

Osmanlılarda kervansaraylar vardır. Devlet kurar, bir aileye verir, aile onu işletir, ama her gece yüz kişiyi bedava misafir ederdi. Burası da kervansaraylar gibi işletilmelidir. Oraya giden Türkler için kervansaray olmalıdır. Dış işlerine ilk yatırımdan sonra artık bir harcama yapılmayacaktır.

 

YN- Hiçbir Türkün bulunmadığı yere konsolosluk açılıyor. (s. 74)

SK- Kıta merkezlerinde birer ilçemiz olmalıdır. 100 devletin 100 ilçesi bir bölge. Her ülkede bir bucağımız olmalıdır. Her bölgede (1000 yerde) bir köyümüz olmalı, her ilde (10 000 ilde) birer ocağımız olmalıdır. Buralarda alış ve satış merkezlerimiz olmalıdır. Oranın malları Türkiye’ye gönderilmeli, Türkiye’nin malları oralarda satılmalıdır. Dünyada mevcut 10 bin il ile ilişkimiz olmalıdır. Onların bizde temsilcileri, bizim oralarda temsilcilerimiz olmalıdır. Ancak bunlar devlete yük olmamalıdır. Yerler takas usûlü ile temin edilmeli, yapılar baştan çok sade yapılmalıdır. Oradaki elçilik kıyam mülkiyeti ile yönetilmelidir. Vasiyet yoluyla intikal etmelidir. Hakem kararları ile elinden alınabilmelidir.

 

YN- Nikah davetiyelerini devletin uçağıyla dağıtmak… (s. 75)

SK- Başkanlar, başkan olunca mal beyanında bulunurlar. Başkanlıktan gidince o mallarını alıp götürürler. Başkan iken kazandıkları devlete kalır. Çocuklarının bakımı da devlete aittir. Hattâ küçük çocukları kalmışsa, devlet onlara sonra da bakar. Mufavada şirketi hükümlerine tâbidirler.

Bir başbakan düğün davetiyesini uçakla gönderebilir. Bu uluslararası ilişkilerdir, insan ilişkileridir. Protokol bunun için vardır. Özel yemekler bu sebeple kamu bütçesinden verilmektedir. Başbakana örtülü ödenek bunun için verilmektedir. Misafire yemek yedirmek israf değildir.

 

*

 

YN- AB’ye ‘EVET’, ANCAK… (s. 76)

SK- “III. Bin Yıl Uygarlığı” kurulacaktır. Bu uygarlık “Adil Düzen Uygarlığı”dır. Bu uygarlık Batı Uygarlığı ile İslâm Uygarlığı’nın sentezinden oluşacaktır. Bu uygarlığın başlama merkezi Türkiye olacaktır. Bunlar üzerinde bir tereddüt yoktur. Türkiye’nin geleceği ise 200 yıllık tarihî gelişmesi ile çizilmiştir; İslâm Uygarlığı ile Batı Uygarlığı’nı sentez edip Hakkı üstün tutan “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı başlatmak.

Sonra ne olacağını gelecek gösterecektir. Sorun Avrupa’nın yeridir.

Batı Uygarlığı 500 yıl daha devamlı çökerek yaşayacaktır. Burada da tereddüt yoktur.

Belirsizlik şurada vardır. Batı Uygarlığı’nın temsilcisi Avrupa mı, Amerika mı olacak? Eğer Batı Uygarlığı’nı Amerika temsil edecekse; Avrupa ile Türkiye bir olacak, Avrupa “Adil Düzen”de aktif rol oynayacaktır. İslâm-Batı sentezinde Avrupa bir taraf olacak, D-8’lerle oluşacak İslam Birliği de İslâm tarafı olacaktır. Türkiye aracılığı ile bu sentez edilecektir.  

Çin, ABD ile işbirliği yapar. Hint ve Rusya bize katılır.

Bu takdirde Avrupa’nın “Adil Düzen”i kabul etmesi gerekir.

Avrupa kapitalizm ve sosyalizmden vazgeçmelidir. Avrupa bunu yapabilir. ABD kapitalizmden vazgeçemez. Çin de sosyalizmden vazgeçemez. On yıllık müzakereler bizi buraya getirir.

İkinci ihtimal ise; 500 sene daha çökerek yaşayacak olan Batı Uygarlığı’nı ABD değil de AB temsil eder. O takdirde Türkiye Avrupa Birliği’ne giremez. Çünkü Avrupa kuvveti üstün tutan sistemi benimsemiş olur. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı kuvveti üstün tutan uygarlığa uygun değildir. O zaman “Adil Düzen” Türkiye’de doğar ama doğuda, mesela Hindistan’da gelişebilir. Bu husus henüz belirlenmiş değildir.

 

YN- Hedef batıcılık değil, çağdaş medeniyetin üstüne çıkmadır. (s. 76)

SK- Osmanlılar İstiklâl Savaşı’na kadar bir Avrupa devleti olarak savaşlara girdiklerinde yanlarında Avrupalı müttefikleri vardı. Galip geldikleri zaman bile masada mağlup oldular. İstiklâl Savaşı’nda ise Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında savaş olmuştu. Yahudiler savaşta tarafsız kaldılar, hattâ Türkiye’yi desteklediler, Lozan’da masada onlarla birlikte oldular.

Lozan yalnız İstiklâl Savaşı’nı sona erdiren bir anlaşma değildir. 1071’de Malazgirt Savaşı’nın başlamasından beri süregelen Hıristiyan-Müslüman savaşının sonu idi. Türkiye bize bırakıldı, biz de buna karşılık Avrupa’dan çekildik; hattâ Asya’dan da çekildik. Mustafa Kemal İnönü’ye gönderdiği tebrikte; sen yalnız Türklerin değil, bütün İslâm âleminin makus talihini yendin demiştir.

Mustafa Kemal batılılaşacağız diye bir sözü hiçbir zaman ağzından çıkarmamıştır.

1923’de; muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir demiştir.

1933’te de; muasır medeniyetin fevkine çıkacağız demiştir.

1950’ye kadar Batı’yı yenmek için batılılaşma çabası gösterdik. Ondan sonra da yanlış bir politika olarak Batı’ya teslim olma çabasındayız.

Adil Düzen” bunları reddeder. Batı ile İslâmiyet’i sentez edeceğiz. Siyasi üstünlük değil, muasır medeniyetin fevkine çıkmayı hedefleyeceğiz.

 

YN- Batı’dan yararlanmak zorundayız. (s. 76)

SK- Batı 500 sene önce bizden yararlandı, bugünkü uygarlığı öyle kurdu. Şimdi biz de onlardan yararlanacağız ve uygarlığımızı öyle kuracağız. Alacağımızı alacağız. Batı da Hıristiyanlığı bizden öğrenmedi mi? Hattâ Yunan Uygarlığı’nı da onlara biz öğretmedik mi?

Biz Hıristiyanlarla çatışarak değil, anlaşarak uygarlığımızı kurmak istiyoruz. Batı keşke Hıristiyan olsa, o zaman bizim onlarla anlaşmamız çok kolay olur. Bizim karşı olduğumuz faizci ve zinacı Avrupa’dır, gerçek Hıristiyan Avrupa değildir. Biz savaşırken Hıristiyanlarla savaşmadık, zulümle savaştık. Öyle olmasaydı imparatorluğumuzun her yerinde Hıristiyanlar bin sene varlıklarını sürdürebilir miydi?

 

YN- AB’ye üyelikle Avrupa’ya tutsaklığı ayırmalıyız. (s. 76)

SK- Hakkı üstün tutan uzlaşmacı sistemi kabul etsinler, din düşmanlığından vazgeçsinler, o zaman kol kola gidelim. Bu arada zinadan ve faizden de vazgeçecekler. Ama onlar zinayı ve faizi kendilerine mabut edinmişler. Bu durumda biz onlarla nasıl beraber olacağız?

Faizli sistem kuvvetlinin zayıfı, ekseriyetin ekalliyeti (çoğunluğun azınlığı) sömürmesidir. Bu durumda biz onlarla nasıl bir olacağız?

Onlara uygarlığı biz öğrettik, Biz onlara değil, onlar bize gelsinler. Böylece uygarlığımızı daha üstün kuralım. Bu alanda Kur’an ile İncil’i karşılaştırmak yeterlidir. Kaldı ki, onlar İncil’e de sahip çıkmıyorlar. O halde Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı bir kefeye koyalım, Adam Smith ile Marx’ı karşı kefeye koyalım ve tartalım. Ağır gelirlerse biz Avrupa Birliği’ne girelim. Bunlar ağır gelirse onlar bizim şeriat birliğine girsinler. Papa bu konuda bizimle beraberdir.

 

YN- AB ile imzalanan Gümrük Birliği bizi tutsak etmiştir. (s. 76)

SK- Batı Gümrük Birliği ile dünyayı sömürmek istiyor. Bizi daha kolay sömürmek için birliğe aldı ve bu dönemi 80 milyar dolar borçla kapattırdı.

Adil Düzen”de gümrük yoktur. Bize gümrük uygulasalar da biz uygulamayız. Yeryüzü bütün insanlığındır. Hazreti Peygamber ve Hazreti Ebu Bekir zamanında gümrük yoktur.

Hazreti Ömer sadece mütekabiliyet ilkesi içinde en çok %10 mururiyye (geçiş) alınmasına izin vermiştir. O da haramlar kısas iledir âyetine dayandırılmıştır.

AB gümrükleri kaldırmıyor, kendi istediği gümrükleri koyuyor. Allah’ın yasak ettiği her şey zararlıdır.

 

YN- Gümrük prangası feshedilmelidir. (s. 77)

SK- Hayır, feshedilmeyecek. Biz bütün dünyaya gümrük uygulamayacağız.

Avrupalılar bize ne yaparlarsa yapsınlar! Menfi akit yoktur. Avrupa bize bana gümrük uygulama diyebilir, ama sen başka devletlere gümrük uygulamak zorundasın, gümrüksüz anlaşma yapamazsın diyemez. Bu insanların devredilmez ve vazgeçilmez insan haklarıdır. Benimle evlen akdi geçerlidir, ama benimle evli değilken başkasıyla da evlenmeyeceksin akdi geçerli değildir.

Bu tür sözleşmeler bâtıldır. “Adil Düzen” bunları tanımaz.

 

YN- AB bizi oyalıyor, içine almayacaktır. (s. 77)

SK- AB bizi alamaz, çünkü bizim sosyal ahlâkımız bozuk, onların da kişisel ahlâkı bozuktur. Onlar kişisel ahlâkları olmadığı için uzun zaman yaşayamazlar. 200 milyar dolar borcumuz var. Avrupa bu yükü kaldırmaz, batar. Avrupa’nın sınırları savunamayacak kadar genişlemektedir. Türkiye Avrupa’ya iki misli askeri yük getirir. Türkiye’yi Avrupa’ya yedirmezler. ABD, Çin, Hindistan ve Rusya bir olup Türklere saldırırlar. Avrupa Türkiye için onlarla savaşamaz. Bundan dolayı Türkiye’yi almamak zorundadır.

 

YN- Türkiye’ye “kısmî statü” uygulanacak. (s. 77)

SK- Bu Türkiye için de uygundur. Türkiye Rusya ile özel anlaşma yapar, Çin ile özel anlaşma yapar, Hindistan ile özel anlaşma yapar…

Türkiye İslâm Birliği’nin başına geçerse dünyada barışa dayalı uygarlığın kurucusu olur.

Önce bu statü beş devlete (ABD, AB, Rusya, Çin, Hindistan) güven vermelidir.

Sonra da İslâm ülkelerine önderlik “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın barış köprüsü olmalıdır.

 

YN- Tam üyelik dışında bir çözüm bulmalıyız. (s. 77)

SK- a) Türkiye serbest bölge olacaktır. Türkiye’ye girmek isteyenler için vize olmayacak, gümrük olmayacak, geçişler serbest olacaktır.

b) Türkiye savaşlarda taraf olmayacak, sınırlarını kendi ordularıyla koruyacaktır. Dünya ile saldırmazlık paktını imzalayacaktır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” temel politikamız olacaktır.

c) Türkiye insanlık camiası içinde yerinden yönetime saygılı demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devleti olacaktır.

d) Türkiye “İpek Yolu Vakfı” kuracak, Londra’dan Tokyo’ya uzanan kara ve demiryolu transit geçişli olacaktır. Yani, bu yollar uluslararası topraklar olacaktır. Bu yolların bakımı ve işletmesi uluslararası vakıfta olacaktır. Aynı statü boğazlara (İstanbul ve Çanakkale) ve Marmara’ya da tanınacaktır.

Adil Düzen”in tesisi başka türlü mümkün olmaz.

 

YN- AB Türkiye’yi istemeye istemeye değerimizden dolayı üye yapacaktır. (s. 77)

SK- AB Türkiye’siz yapamaz. Türkiye Avrupa’nın boğazıdır.

Denizlere ABD hakimdir. Karada ise Avrupa üstündür. Avrupa Türkiye’yi yanına alırsa ABD’ye direnebilir. Türkiye’siz ABD’ye direnemez. Tezkere sayesinde bizi alacaksa alacaktır.

 

YN- AB üyeleri Atatürk’e ve lâikliğe saldırmaktadır. (s. 78)

SK- İstiklal Savaşı’nı biz Avrupalılara karşı yaptık. Hakimiyet-i Milliye ve Kuvva-yı Milliye ilkeleri Avrupa Birliği’ne girmeye mânidir. Devletçilik Avrupa Birliği’ne girmeye mânidir. Milliyetçilik Avrupa Birliği’ne girmeye mânidir. Lâiklik Avrupa Birliği’ne girmeye mânidir.

Avrupa zannediyor ki Türkiye’de gerçek Kemalistler var; oysa Türkiye’de sadece Kemalizm istismarcıları var. Dillerinde kemik yok ya; Türkiye’yi satarlar, Atatürk’ün emridir derler! Mustafa Kemal’in taraftarı olan kimse yok ki onu savunsun. Ordu da laf olsun diye savunuyor.

Millî birliği sağlayalım diyerek Evren Atatürkçülük yaptı. Yani, tanrıyı öldürünce akıllarınca sahte tanrı ile idare edecekler. Yoksa gerçekten Kemalist birileri olsa Avrupa Birliği’ne girmeden bir kere bile bahsetmez.

Mustafa Kemal daha 1933 yılında muasır medeniyetin fevkine çıkmaktan bahsederken; bunlar tam aksini söylüyor ve AB’ye girmezsek jenosit oluruz dişe feryat ediyorlar!..

 

YN- Siyasal İslâmcılar ve siyasal Avrupacılar lâikliğe ve Atatürk’e karşı istemeye istemeye birleşiyorlar. (s. 78)

SK- Önce şunu belirtmeliyim ki; ben siyasal İslâmcıları tebcil ediyorum, sonuna kadar onların yanındayım. AK Parti siyasal İslâmcılığı bıraktığı için uyarıyorum. Biz siyasal İslâmcılar olarak Mustafa Kemal’e karşı değiliz; Mustafa Kemal’e tapanlara karşıyız. Yoksa Mustafa Kemal’in altı oku dahil ilkeleri bizim de ilkelerimizdir. Ama o tanrı değildir. Sadece bir devlet kurucusu komutandır.

Lâikliğe gelince; biz İslâmiyet ile lâikliği ayrılmaz bir bütün görüyoruz. Bizim karşı olduğumuz lâiklik, din düşmanı olan lâikliktir. Ali Fuat Başgil’in dediği gibi; ala errus (Sovyetlere göre) lâikliktir. Komünist lâikliğidir. Dini odalara hapseden lâikliktir. Yoksa, devletin bütün dinlere eşit yakınlıkta olması, devlet yönetiminde aklın ve ilmin hakim olması hususunda sonuna kadar lâiğiz. Müslümanlar bunu böyle bilmektedirler.

Yalnız dış sermaye ile beslenen bazı çevreler sırf dolar hatırı için bu kelimelere karşı savaşmışlardır. Siyasal İslâmcılar değil, onlar dinsel istismarcılardır. Gaflet ve dalâlette olan müstevli maşalarıdırlar.

 

YN- Bizi Sevr’in Türkiye’si ile AB’ye alırlar. (s. 78)

SK- Zaten bütün dayatmaları bundan ibarettir. Avrupa Birliği yarın ekseriyet sistemi ile karar alacak. İstediği devleti birleştirebilecek, istediği devleti bölebilecektir.

Şırnak’ı biz ayrı vilayet yaptık, yarın onlar Doğuyu ayrı vilayet yapacaklardır.

Türkçeyi bile kabullenmek istemiyorlar. Gaflet ve dalâlet işte burada. İhanete doğru yaklaşıyoruz.

 

YN- Neden sadece AB deyip yalnızlaştık? (s. 78)

SK- Osmanlılardan beri hep Batı’nın kanunlarını tercüme ediyoruz. Tercümeden bıkmadık. Daha o kanunları uygulamak şöyle dursun, okumadan değiştiriliyor. Yani, okumadan kanunlaştırıyoruz. Sonra da okumadan değiştiriyoruz. 200 yıldır hep bunu yapıyoruz. Kanun devleti değiliz, örf devletiyiz. Daha cahiliyeden kurtulmuş değiliz.

Kuracağımız parti ve kooperatifler kendi sözleşmelerini kendileri yapacaklar, anlayacaklar, uygulayacaklar. Sonra kanunları da yapmayı öğrenmiş olacaklardır. İşte bizim önerimiz budur.

Gelin parti tüzüğümüzü tartışarak kendimiz hazırlayalım. Kopyacı olmayalım.

Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” bir öneridir. Başka önerilerle birlikte parti kurcuları tüzük ve programı kendileri hazırlasın diyoruz. Bu çalışmaya dâvet ediyoruz. Önce iki veya üç kişi olalım; sonra yeni katılanlarla genişleyelim…

 

YN- Bize rapor ve kriterlerle Sevr imzalatılıyor. (s. 78)

SK- Tezkere çıkmadan önce durum tamamen öyle idi. Türkiye AB’ye girecek, İngiltere ile bir olacak ve AB’yi bölecek. Ancak tezkereden sonra Fransa ve Almanya ABD’ye karşı bağımsızlıklarını ilan ettiler; şimdi de alıp almama üzerinde tartışıyorlar. Türkiye’yi alalım ve güçlenelim mi, yoksa dışarıda bırakıp boğulalım mı?

Dünya dengesiz bir durumdadır. “Adil Düzen” olmadan dünya dengesini kuramaz.

Avrupa nerelerde duracağını belirlemelidir, Avrupa hedef anayasasını ortaya koymalıdır. Dünya Avrupa’yı o hüviyeti ile tanıyacak veya tanımayacak. bizim o Avrupa Birliği’ne girmemize izin verecek mi, vermeyecek mi? O zaman bunun kararı verilecektir.

Türkiye sıradan bir ülke değil, dünyanın ortak ülkesidir. Sadece Türklerin değildir. Bu gerçekleri görmek gerekiyor. Dünyanın onayını almadan bir adım atılmamalıdır. ABD, Rusya, Çin, Hindistan ülkelerinden izin almalıyız. Komşularımızdan izin almalıyız, D-8’lerden izin almalıyız.

Sevr de dünya onay vermediği için uygulanmadı. Sovyetler karşı çıktı, Fransa ve İtalya çekildi. Tek İngiltere kaldı. O da asker gönderme kararını almadı.  

Evet, biz Sevr’i imzalıyoruz ama bakalım dünya buna izin verecek mi?!.

 

YN- Emirleri bitmiyor. Yapıyorsunuz, yenilerini istiyorlar. (s. 78)

SK- Bir devlet bir yere katılmadan oranın kararlarına iştirak edemez. İştirak edemediği kararlardan da sorumlu olmaz. İçine almadığı ülkelere, sen bunu yap, sen şunu yap demek yanlıştır. Niçin yapsın? Ya almazsa.

Bunun için şu yapılır. Ülke başvurunca tam üye olarak alınır. Eksikliklerin tamamlanması için bir süre tanınır. O süre içinde artık birlik denetime sahip olur. Şimdiki denetim saçmadır. Hangi hakla benden şunu veya bunu ister. Bu üçkâğıtçılıktır.

Benim müşterilerim vardı. Bana birçok vaatlerde bulunur, sonra basit bir şeyi yapmama ikna ederlerdi. Birçok defalar bunlara kandım.

Avrupa Birliği sınırlarını çizmelidir. Ural, Hazar, Belucistan ve denizler. Buna karar verdikten sonra talip olanları o gün almalı, sonra onun eksikliklerini tamamlaması için yardım etmelidir. O zaman kararlara o da iştirak ettiği için yerine getirmek zorunda olur.

Biz Avrupalılar için yaptığımız hiçbir şeyi kabul etmeyeceğiz. İdam cezasını tekrar koyacağız. Devlet başkanımızı asker yapacağız. Orduyu sivil yönetimden uzak tutacağız ama çok güçlü kılacağız. Zinayı buz gibi şeriata uygun olarak yasaklayacağız.

 

YN- Avrupa Parlamentosu’nun ve Komisyon’un kararlarına bakmalıyız. (s. 79)

SK- Önce Gümrük Birliği’ni ele alalım. Gümrük Birliği maddelerini kim dikte etti? Onlar. Sonra kim kazandı? Onlar. Kim kaybetti? Bizler. Acaba hangi maddelerle? Daha incelemedik. Bize nerede kazık attılar, bilmiyoruz. Okumadan anlaşmalara imza koyarsanız böyle olur. CIA inceletiyor ama kendisi için.

 

YN- Ortodoks din devletini kurmak istiyor. (s. 79)

SK- Dünyada Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik ve Brahmanizm olmak üzere dört büyük din vardır. Mezhepleri sayarsak onu geçmez. Bunların merkezleri İstanbul’da olmalıdır. Bunlara birer 10 000 nüfuslu bağımsız kentler kurdurmalıyız. Haklı isteklere itiraz etmemeliyiz. Niyetleri kötü olabilir. Kur’an siz evet deyin diyor.

 

YN- “Ayasofya Hıristiyan dünyaya iade edilmelidir.” (s. 79)

SK- Ayasofya ibadethanedir. Ya camidir, ya kilisedir; ama müze değildir. Herkese açık mabet hâline getirilmelidir. Ama böyle müze olarak bırakılamaz. O komünistlerin siyasetidir. Pazar günü onlar, Cuma günü biz ibadet edebiliriz. Bu istekleri defalarca reddedilecek bir istek değildir.

 

YN- Kıbrıs’ta ordumuzu işgalci saymaktadırlar. (s. 79)

SK- Bir şey ya bizimdir, ya değildir. 100 000 kişilik devlet olmaz. Ya Kıbrıs halkını Türkiye’ye taşıyacağız, ya da orasını vilayet yapacağız.

Mustafa Kemal’in “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine uyarak halkımızı alıp çekilmeliyiz. Harp tazminatını almalıyız. Burada da onları fazla haksız bulmuyorum. Doğru söze ne denir.

Kıbrıs Doğu Akdeniz’e hakimiyeti sağlar. Orası ya ABD’nin olacak, ya da AB’nin. Biz aradan çekilelim ve bırakalım onlar kendi aralarında çekişsinler.

 

YN- Ermeni soykırımı… (s. 80)

SK- Soykırım iddiası çok saçma bir şeydir. Türkiye’de Ermeniler Müslümanları camilere doldurup yakmaya başladılar, Türkler de bunun üzerine harekete geçtiler ve savaşı kazandılar. Taraflar tehcir edildi. Ermenistan’da Müslüman, Türkiye’de de Ermeni azaldı. Lozan’da taraflara bütün haklar verildi.

Bunun dışında Osmanlılar zamanında soykırım olmuşsa bile, onları Jön Türkler yaptı. O imparatorluğu biz değil, onlar yıktılar. Bize ne!..

Eğer soykırım tazmin edilecekse, Avrupalılar önce Kızılderili katliamlarını tazmin etsinler… Avrupalılar önce İspanya’daki Müslüman soykırımını tazmin etsinler…

Onlar ABD’den çekilsinler, Avustralya’dan çekilsinler; biz de Türkiye’den çekilelim.

Mantıksız muhakemeleri şiddetle protesto etmek gerekir. Bunu Avrupa Birliği’ne girmekten vazgeçmek için yeter sebep saymak gerekir.

 

YN- Öcalan desteklenmiştir. (s. 80)

SK- Öcalan savaş suçlusudur. Ordu öldürür veya affeder.

Öcalan’ı destekleyen bir parlamento eşkıyalarla beraber oluyor demektir. Bu Avrupa ile siyasi münasebetlerin kesilmesi için bile sebeptir. Öcalan’ı salmalıyız. O suç işemeye devam ederse derhal yakalayıp kurşuna dizmeliyiz. Köşk gibi bir hapishanede çıban başı olarak varolmaya devam etmemelidir.

 

YN- Lozan’daki azınlıkları genişletmek istiyorlar. (s. 80)

SK- “Azınlıklar” İslâm hukukunda “cizye” verenlerdir. Onlar askere alınmaz, bedel öderler; buna karşılık siyasi haklara sahip olmazlar.

Bir taraftan güya azınlık haklarını korudular, ama diğer taraftan mübadele ile onların işlerini bitirdiler.

Azınlık sorunu bizim halkımızın sorunudur. Onların cemaat başları ne talep edeceklerse talep etsinler. Türk tarafına gitsin ve Lozan’da verilen haklardan eksik bir şey varsa yerine getirelim.

Azınlık hukuku savaş sonu tesis edilir. Biz bir savaş mı yaptık ki yeniden azınlıklar tesis edelim.

Onların Türkiye’yi parçalamaktan başka hedefleri yoktur.

Bununla beraber, Türk halkları kendi illerini ve bucaklarını, hattâ ocaklarını kurar ve iç işlerinde tamamen bağımsız yaşarlar. İstedikleri dili konuşurlar ve onunla orta öğrenimlerini yaparlar. Ama bizim yüksek okullarımızda yalnız Türkçe tedrisat yapılır.

 

YN- Atatürk’e saldırmak ibadet sayılıyor. (s. 80)

SK- Bir taraftan Atatürk’e taptırılıyor ve resmen şirk yaptırılıyor; diğer taraftan ona saldırılıyor!..

Buradaki her iki taraf da aynı derecede oyuna gelmiştir.

Bununla beraber Müslümanlar hep sabırlı oldular, bu oyunlara gelmediler ve fiili olarak harekete geçmediler. Kadınların başını zorla açtıranlar, Kur’an okumaya mâni olanlar onlarınkinden yüz defa daha kötüdür. Askerlerin bunu görmemiş olmasından gerçekten şaşkınlık içindeyiz.

 

YN- AB bizi kurtaracak diyorlar. (s. 80)

SK- İşte AK Parti’yi yıkacak, belki TC’yi de yıkacak olan zihniyet budur…

Allah’ı memnun edeceklerine, AB’yi memnun etmekle meşguller!.. Zinayı takdis ediyorlar!..

Sonuç; biz bizim işimize bakalım, onların hesabını Allah görür.

 

*

 

YN- BATI, TÜRK ORDUSUNU NEDEN SEVMEZ? (s. 81)

SK- Tarihte göçebe kabile hayatından devlet aşamasına ilk olarak Mezopotamya’da ulaşılmıştır. Bu yerleşik site devletleri şeklinde olmuştur. Merkezi devlet Mısır’da oluştu. Doğu Avrupa ve Orta Asya’da ise ilk olarak göçebe devlet oluşmuştur. Bu devletin özelliği; göçebe kabileler arasında barışı sağlar ve aldığı vergi dışında iç işlerine karışmazdı. Bir hukuk devleti değildi, bir güvenlik devleti idi.  

İskitlerden sonra Hunlar ve Gök Türkler dünyaya hakim oldular. Çin ve Avrupa’yı istila ettiler. İslamiyet’ten sonra da Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar Viyana’ya kadar gittiler. Bu arada Müslüman olmayan Moğollar yine dünyayı istila ettiler. Cengiz’den sonra dört oğlu arasında dünya bölüşülmüş ve üçü Müslüman olmuş, Çin’de olan ise Budist olmuştu.

Bu şekilde en az 2000 yıl süren Türk Orduları saldırılarına I. Cihan Savaşı’nda son verdik sanılırken, Türk Ordusu yeniden ortaya çıkmıştır.

Allah her ulusa başka hasletler vermiştir. Türklere de askerlik hasletini vermiştir. Uluslararası sıralamada Türkiye diğer konularda sonlarda yer alırken, askerlikte hep başlarda yer almaktadır.

Türk Ordusu asla ganimet için savaşmaz. Türk Ordusu savaşa girmekten çok korkar. Her tülü tavizi verir. Çuvala da dayanır. Ama bir defa savaşa girdikten sonra yenilerek geri dönme yoktur. Ya yok olur, ya da galip gelir. Dünya halkları Türk Ordusundan korkmaz. Çünkü Türk Ordusu girdiği yerde zulüm yapmaz. Ama dünyanın bütün orduları Türk ordusundan korkar.  

 

YN- Ordumuz her zaman düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi olmuştur. (s. 81)

SK- Çünkü Türklerin ordularından başka hiçbir şeyleri yoktur. Onu yenerlerse artık Türkiye diye bir şey kalmaz. Avrupa Birliği’nde en zor sorun ordumuzdur. NATO’yu almak istiyorlar, ama Türk ordusu orada olmayacaktır. Ondan sonra da biz sizi Avrupa Birliği’ne alacağız diyorlar.

Türklerde bir söz var; “Sen bunu külahıma anlat!”

 

YN- Avrupa uygarlığı Türk ordusu düşmanlığına dayanır. (s. 81)

SK- Avrupa güneybatıdan Emeviler sayesinde İslâmiyet ile tanıştı. Emevileri Pirene dağlarında durdurdular ve ilk uygarlığı onlardan öğrendiler. Avrupa üniversiteleri onların medreselerini taklit ile kuruldu. Ne var ki, onlarda müsbet ilim henüz yoktu.

İkinci karşılaşma Osmanlılar ile olmuştur. Modern astronomiyi, coğrafyayı, pusulayı, barutu, kâğıdı vs Osmanlılardan öğrendiler. Osmanlılar onlara zor günler yaşattılar. Viyana’ya kadar gidildi. Kırımlılar ihanet etmeseydiler, şimdi Avrupa bir İslâm coğrafyası olacaktı.

Avrupalılar Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkarken bile cephelerde Türkleri yenememişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıktılar, ama Türk Ordusu yeni devlet kurdu.

Onlar için gerçekten de Türk Ordusu sorundur. Ne var ki, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle biz artık saldırgan olmama sözü verdik. Biz söz verdik mi sözümüzde dururuz. Onun için Kıbrıs’ı ilhak etmiyoruz. Yeter ki Avrupalılar uslu dursunlar. Ama onlar uslu durmuyorlar, ordumuza saldırmakla ve onu dağıtmaya çalışmakla meşguller!

 

YN- Hugo “katil imparatorluk”, Engels “ayak takımı” diye söz ederler. (s. 81)

SK- Osmanlılar Viyana’ya gittiler. 900 sene Anadolu’ya da hükümran oldular. Anadolu 1920’lere kadar yarı yarıya Hıristiyan idi. Katil ve ayak takımı olanlar bunları yapabilirler mi? Oysa kendi Jön Türkleri onlara göre soykırım yaptı.

 

YN- Engelse göre Türkler ortadan kaldırılmalıdır. (s. 82)

SK- Tekel sermeyenin hedefi İsrail imparatorluğunu kurmaktır. Türkler varken bunun başarılamayacağını bilmektedirler. Bu kiralık kalemlere parasıyla böyle yazdırmakta ve bu hedefi Avrupa’ya vermektedirler.

Osmanlı İmparatorluğu yıkılacak, yerine ateist Türkiye kurulacak ve 1997’de parçalanarak Türkler ortadan kaldırılacak. Yapılan plan bu idi. 28 Şubat olayı budur. Evdeki hesap pazara uymadı. Başarılamadı, ama vazgeçilmedi, şimdilik sadece ertelendi...

Onların yaptıkları planlara göre biz İran’a saldıracağız, birbirimizi kıracağız... Sonra onlar için iş kolay. Yunan ve Ermeni askerleri Sevr’de yapamadıklarını şimdi yapacaklar ama aslan payını İsrail alacak...

Onların düşünce ve hedefi budur.

 

YN- Marx’a göre İstanbul gerekli devrime kadar Osmanlılarda kalacaktır. (s. 82)

SK- Birinci Cihan Savaşı çıkarılarak imparatorluklar yıkılacak... İkinci Cihan Savaşı çıkarılarak İsrail devleti kurulacak… Sonra Ortadoğu Savaşları ile İsrail imparatorluğu kurulacaktır...

Sovyetlere Karadeniz, Avrupalılara batı bölgeleri verilerek susturulacak; Türkiye’nin diğer kısımlarını da İsrail işgal edecek… Zaten Marx inandıklarını yazmadı, Siyonizm’in istediklerini yazdı.

 

YN- Sevr Mustafa Kemal ile engellendi. Düşmanlıkları ondan. (s. 82)

SK- Olur mu öyle şey! Mustafa Kemal savaşı Batılılarla yapmadı ki; Araplarla ve İranlılarla yaptı!.. Şimdi de sağ olsaydı aynen onlar gibi Avrupa Birliği’ne giriyoruz diye mesut olurdu!..

İşte onlar böyle hayasızdırlar. Mustafa Kemal’i bile utanmadan istismar ederler.

Dışa bağımlı basın yani medya, Türkiye’nin bir numaralı sorunudur. Onu çözmeden hiçbir şey olamaz. Bir dergi ile işe başlayıp bağımlı basını etkisiz hâle getirmeliyiz . Birkaç milyon satan dergiye ihtiyacımız var. Her görüşün içinde yer aldığı bir dergiye ihtiyacımız var. Dağıtımını kendimizin yaptığı, yani dağıtımını partinin yaptığı bir dergiye ihtiyacımız var. Söz uçar, yazı kalır.

 

YN- Sevr, Düyûnu Umumiye yeni Damat Feritler ile canlandı. (s. 82)

SK- Buna karşı yapacağımız şey Kuvva-yı Milliye’yi harekete geçirmektir. Halkımızı partiler ve kooperatifler şeklinde organize etmektir. Savunmak için organize oluyoruz, saldırmak için değil.

Batı bize engel olmazsa onlarla dost olacağız. Ama saldırmaya devam ederse, akıbetleri Dumlupınar’da yazılı. Avrupa’yı, hattâ Amerika’yı bize teslim ederler.  

Biz haklıyız, galip geleceğiz. Allah vardır ve O zulmü payidar etmez.

Karışmayın bize, karışmayalım size. Dünyayı istila edene en sonunda biz kendiliğimizden teslim oluruz. Biz ne Filistin’e, ne Irak’a karışmıyoruz. Ne yaparsanız yapın. Bizi pis işlerinize karıştırmayın. Yoksa biz mazlumun yanında yer alırız.

Bu sözler Avrupalılara değil; sömürücü tekel sermayeye.

 

YN- İlk hedef Türk Ordusunu budamaktır. (s. 82)

SK- Her şey bitecek, Türkiye’nin ekonomisi çökertilecek, sonra da orduyu dağıtın biz alalım diyecekler. Ordu dağıldıktan sonra Türk devleti bitecek. Sonra sıra İspanya’daki gibi Endülüsvari soykırıma gelecek. Türk halkı imha edilecek. Aksini düşünmek gafil olmak değil, mecnun olmak demektir.

Sen ordusuz Türkiye’de nasıl oturacaksın?! Ordun olduğu halde Kıbrıs’ta oturamıyorsun, behey şaşkın!

Bunlar bu devleti yıkabilirler, Türk ordusunu dağıtabilirler. Biz bunlara karşı halkımızı hazırlamalıyız. İkinci Sevr’i de yırtabilmeliyiz. Çünkü ulusumuz saftır; hep söylenenlere kanar, aldatılır. Tam yok olacağı zaman aklı başına gelir. İş işten geçti derken, birden harekete geçer ve galip gelir.

Adil Düzenciler olarak o güne kadar hazırlıklı olmalıyız. Sabretmeliyiz. Halkımız o zaman bize inanacaktır. Yoksa işte böyle iktidar olmadan, yani muktedir olmadan, daha doğrusu Adil Düzenci iktidar olmadan olursa, faizci ve zinacılardan medet uman kadroların peşine koşarlar.

 

YN- MGK ülkeyi ateşe atmaktan koruyor. (s. 83)

SK- Sivil yönetim yıkılıyor, askerler tutup kaldırıyor ve çekiliyor; ama siviller yine yıkılıyor...

Zaten Türk ordusuna karşı olan düşmanlık da buradan kaynaklanıyor. Ordu varken Türkiye’yi yıkmak mümkün değil, çünkü beceriksiz sivillerin dadısı var. Bunun için büyük tuzak kurdular.

1920’lerde inkılâplar yapıyoruz veya yaptırıyoruz bahanesiyle Türk ordusu ile halkın arasını açtılar...

1930’larda çarşaf ve sakal tuzağı ile inanmış askerleri ordudan temizlemek istediler...

1940’larda Mareşal’i emekli ederek orduyu siyasete  karıştırmak istediler...

1950’lerde yönetim ile orduyu karşı karşıya getirdiler...

1960’larda sokak hareketleri ile halkı ayaklandırdılar...

1970’lerde sokak hareketlerini silahlı harekete dönüştürdüler...

1980’lerde devletin kurumlarını ikiye böldüler ve çatıştırdılar...

1990’larda askerleri birbirleriyle savaştırma durumuna getirdiler... Çatışmaya ramak kalmıştı. Kenan Evren’in müdahalesi ve Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun orduya hakim olmasıyla bu mümkün olmadı.

Bu sefer orduyu küçültme programı ile Mesut Yılmaz’ı harekete geçirdiler. Ancak Tansu Çiller bu oyuna uymadı. İşte bugünkü AK Parti böyle doğdu. Orduyu dağıtalım derken, şimdi şeriatçı parti iktidarda.

Şimdi yine oyun oynuyorlar; ama Allah oyunlarını bozacak ve “Adil Düzen” partileri iktidar olacak.

 

YN- Beceriksizler iktidar yapılır, onlarla ülkemizi yönetirler. (s. 83)

SK- Yalnız bunun onlar için bir kötülüğü var. Beceriksiz iktidar orduya teslim olur. Dolayısıyla ülke iyi yönetilir. Bugün AK Parti eğer bir başarıya ulaşmış ise, bu başarı ordunun tavsiyelerini dinlemiş olmasından dolayıdır. Ne var ki ordunun da zafiyetleri var:

  1. Askerler günün sorunlarını iyi çözerler ama ileride ne olacağını hesaplayamazlar. Bugün AK Parti’ye gerginlik çıkarma diyorlar. AK Parti de şamar oğlanı gibi CHP’nin vize verdiklerini yapıyor. Evet, bu uygulama günü kurtarıyor ama bu ileride patlamaya neden olur. Kur’an Kurslarını kapatırsın ama yarın anarşist gençlik ortaya çıkar. Evren Kur’an Kurslarını, İmam-Hatip Okullarını durup dururken açmadı. Din Derslerini anayasaya boşuna koymadı. Bu okulların anarşiye karışmadıklarını gördü de onun için onlara önem verdi. Bugünkü askerler bunu anlayamıyorlar.
  2. Askerler siyaseti ve güvenliği iyi biliyorlar ama ekonomiyi bilmiyorlar. Dolayısıyla ekonomi uçuruma doğru gidiyor. Aç ordu yarın ülkeyi nasıl koruyacak?
  3. Askerler sorunları silah zoruyla çözerler. Oysa sosyal olaylar, ekonomik olaylar silah zoru ile çözülmez. Bülent Ulusu; “Biz kaçakçılığın cezasını artırdık, sadece rüşvetin miktarı arttı!” demişti.
  4. Askerler iç disiplin bozulmasın diye subaylarını Müslümanlardan tecrit ediyorlar. Türk halkını ikiye bölüyor, lâiklerin yanında yer alıyorlar. Oysa onlar Allah’a inanmadıkları için ümitlerini kesmiş ve Batı’ya kayıtsız şartsız teslim olan kimselerdir. Yani, bu yanlış uygulamalarıyla Türk ordusunu dağıtmak isteyenlerin yanındadırlar. Ordu kendi tarihini, kendi kültürünü bilmez hâle geliyor. Bu onun da sonunda içten çökmesine sebep olmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; AK Parti’nin orduyu dinlemesi geçici olarak çok iyidir; ama orduyu uyaracak bir sese ihtiyaç var. Bu uyarıcı da “Adil Düzen” partileri olmalıdır.

Ordu Adil Düzencileri öğrenmek zorundadır. Dostu isek de öğrenecek, düşmanı isek de öğrenecek. Ordu kendi halkına cephe alamaz, onun dinine, diyanetine, başörtüsüne karışamaz. Aksini yaparsa intihar etmiş olur. Halk olmadan ordu olmaz. Halka dayanmayan ordu da ordu olamaz. Ordumuz Yeniçeri ordusu değildir, millî ordudur. Milletten başka dayanağı yoktur.

 

YN- MGK iktidarın eksikliğini tamamlıyor. (s. 83)

SK- Meclis tezkereyi orduya dayanarak reddetti. Türkiye ondan sonra dünyada itibarlı ülke oldu. O ana kadar tehdit eden Amerika, ondan sonra Türkiye’nin ayağına koşmaya başladı. Ondan sonra Avrupa Birliği bizi adam yerine koydu. Rusya’da ve Çin’de de itibarımız arttı.

 

YN- MGK dış çevrenin keyfini kaçırmaktadır. (s. 84)

SK- Ecevit Hükümeti’nin görevi Türkiye’yi yıkmak idi, MGK’nun etkileri ile yıkılmadı. ABD’den gelen genel valinin göreve gelmesini MGK önledi. AK Parti’yi ateşe atılmaktan orası kurtardı. Elbette tek hedefleri olacaktır. Askerlerde karar ekseriyetle alınmaz. Sivilleştirmek manasız. İsterse tek kişi katılsın. O ne derse kurul elbette odur.

Bu sistemin eksiği vardır. Cumhurbaşkanı kurula hakim değildir. Olay antidemokratiktir. Milletten güç almayan bir komutan birden gücünü kaybeder.

Onun için biz diyoruz ki; Cumhurbaşkanı asker olsun. Genelkurmay Başkanını Cumhurbaşkanı atasın ve değiştirsin. Başbakan orduya karışmasın, Ordu da sivil yönetime karışmasın. Mustafa Kemal zamanında bu böyle idi. Dış siyaseti üç kişi yürütsün; Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan. İnönü İkinci Cihan Savaşı’nda İngiltere Başbakanı Churchill ile görüşürken yanına başbakanı değil, Mareşal’i (Fevzi Çakmak) alıyordu.

 

YN- Millî Güvenlik Kurulu bugün yerinde durmalıdır. (s. 84)

SK- Cumhurbaşkanı orgenerallerden seçilmelidir. Genelkurmay Başkanı doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanmalı ve Başbakanla eş olmalıdır. Dış siyaset bu üç kimsenin gizli kararları ile yürütülmelidir. O zaman MGK’na gerek kalmaz. Daha doğrusu MGK üç kişiden oluşur. Sivil bakanların katıldığı bir kurul sivil olur. Askerlikte diğer komutanlara gerek yoktur. Tek kişi hakimdir.

 

YN- MGK Avrupa’da da var. (s. 84)

SK- Evet, orada da var. Ama orada siyasetçiler askerlerden daha iyi biliyorlar, Türkiye’de ise aksine bir durum sözkonusudur. ABD’de artık ordu öne çıkmaktadır.

Orduya dayanmayan devlet olamaz. Stratejisi olmayan devlet olamaz. Dolayısıyla çözüm askerin devlet başkanı olmasıdır. Cumhurbaşkanı orduya komuta edecek, hükümete karışmayacak.

Avrupa’da krallıklar var oluyor da, Türkiye’de asker Cumhurbaşkanı olursa ne olur?

 

*

 

YN- BATI İLE İLİŞKİLER: GERÇEKLİK, AKILCILIK VEYA TESLİMİYET (s. 85)

SK- Uygarlıklar Ortadoğu’nun çevresinde gelişti ve bu durum hâlen devam ediyor. Birbirleri ile savaşan ama birbirlerine benzeyen, birbirini tamamlayan uygarlıklar oluştu. Mısır, Mezopotamya uygarlığının etkisi altında oluştu. Yunan İyonya’da Pers ve İbrani uygarlıkları etkisinde oluştu. Bugünkü Avrupa zaten Hıristiyan. Biz Viyana’ya gittik, onlar Sakarya’ya geldiler. Ama hep aldık ve verdik. Biz düşman da olabiliriz, dost da. Biz İslâm âlemini temsil edeceğiz, Avrupa Hıristiyan âlemimi temsil edecek.

Türkiye’nin teslimiyetiyle bu iş bitmez. Türkiye sonunda Macarlar gibi, Bulgarlar gibi Hıristiyanlaşıp yok olur gider. Bizim Avrupa’ya Müslüman olarak katılmamız gerekir. Onlara “Adil Düzen”i götürmeliyiz. O zaman birleşebiliriz. İmanda birleşebiliriz. Biz Tevrat’a ve İncil’e inanıyoruz. Onlar da Kur’an’a inanmalıdırlar. Batı ile ancak o zaman dost olabiliriz. Haçlı zihniyeti ile dostluk olmaz.

Haçlı Seferleri düzenleyen Yahudi sermayesidir. Hıristiyanlığı böylece mahvetti. Protestanlıkla kiliseyi dağıttı. Avrupa bu oyunu anlamış olmalıdır. Biz artık birbirimizle savaşarak değil, dayanışarak dünyaya uygarlığı götürebiliriz. Barışı sağlayabiliriz. Yoksa Yecüc ve Mecüc gelir ve buraları hepten istila eder.

 

YN- ABD ve AB bizim için iyi niyetli değiller. (s. 85)

SK- Kur’an bunları anlatıyor, ağızlarından kaçırmaktadırlar diyor. İçlerinde sakladıkları daha da kötüdür. Şimdi İslâmiyet’i tahkir ediyorlar, güya biz ehlileşmişiz gibi kabul ediyorlar.

“Adil Düzen” çalışmaları ile onlara gerçekleri anlatacağız. Biz Hıristiyanlarla birleşmeliyiz. Artık Kilise kendi hatasını anlamış olacaktır. Kur’an’ın gösterdiği müşterek düşmanlarımızı tanımalıyız. Bu müşterek düşmanımız ateistler ve onları insanlığa saldırtan tekel sermayedir.

 

YN- Batı bizi sevmemiştir. Bu tarihsel gerçektir. (s. 85)

SK- Tekel sermaye Müslümanları dinsiz, Hıristiyanları da kâfir göstermiştir. İslâm’ın ilerleyişi kiliseyi parçalamıştır. Siyasilere Haçlı Orduları hazırlatmış ve savaştırmıştır. Biz Batı dünyası ile 1000 yıldır savaşıyoruz. Artık barışma zamanı gelmiştir.

Ancak bu barışı yeni medeniyet heyecanı sağlayacaktır. Avrupa müktesebatı değil; peygamberler müktesebatının demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni heyecanı bizi birbirimize dost yapabilir.

Buna karşı çıkanlar mağlup olurlar.

 

YN- Üstün ırk ve Hıristiyanlık. Batı’nın dayanağı budur. (s. 85)

SK- 500 senedir Batı din düşmanlığı yapmakta, ama dünyayı da buna dayanarak işgal etmektedir. Batı üstün ırk anlayışını terk eder mi, bilinmez. Çünkü Hint-Avrupa ırkı nerede ortaya çıkmışsa, Yunanistan’da ve Hindistan’da hep sınıf esasına dayanmıştır. Hitler bu zihniyetin şampiyonu olmuştur. Batı’nın bütün değerleri Kiliseye dayanmaktadır. Batı gerçek Hıristiyanlığa dönebilir mi? Bilinmez.

Batı’nın şöyle bir şansı vardır.

Hıristiyanlığın şeriatı yoktur. Ariyet olarak Tevrat’ın hükümlerini kullanmıştır. İncil Ahmed’in (yani Hazreti Muhammed’in) şeriatını almalarını emrediyor. Avrupa Kiliseye dönmeli. Onun birleştiriciliğini kabul etmeli. Şeriat olarak da Tevrat’ı değil, Kur’an’ı kabul etmeli. Kilise bunu açıkça beyan etmeli. İşte ondan sonradır ki Avrupalılarla aramızda olan husumet sona erer. Hıristiyanlığın buna şiddetle ihtiyacı vardır. Çünkü Tevrat’ın hükümleri eskimiş olduğu için uygulanamıyor. Kur’an içtihat esasını getirmiştir. Hıristiyanlar Kur’an’dan kendilerine göre içtihat yapmalıdırlar. Kendi şeriatlarını kendileri oluşturmalıdırlar. Din olarak yine Hıristiyan kalacaklardır.

 

YN- Onlara göre Müslümanlar aşağı ırktandırlar. (s. 85)

SK- Ari ırkında sınıf esası yapılarında vardır. Ne var ki, İslâmiyet’in etkisi ile bu anlayış hayli zayıflamıştır. Avrupa Birliği’nde ırk esası yerine coğrafya esası konmuştur. Ama bunu Hıristiyanlıkla, hattâ Katoliklikle eşleştirmişlerdir. Müsbet ilmin gelişmesi onları hayli uygarlaştırmıştır. Ümitsiz vaka değillerdir.

Kilise kendisini toparlamak zorundadır. Avrupa da Kilisesine bağlanmak zorundadır. Yoksa iç savaşlar ile çöküp gider. 500 yılı beklemezler. Biz oraları alırız. Biz nasıl Avrupa uygarlığını benimsiyoruz, aynı şekilde Kilise de Kur’an şeriatını almak zorundadır. Yahudiler alamaz, çünkü Tevratları var. Ama Hıristiyanların böyle bir sorunları yoktur.

 

YN- NATO’da Varşova Paktı ülkeleri ile Türkiye’nin bugünkü durumu her şeyi ortaya koyuyor. (s. 86)

SK- NATO ve Varşova Paktı tekel sermayenin ordusu idi. Onları birbirleri ile savaştırmak için değil, onlara karşı gelen ülkelere karşı kullanmak için oluşturmuştu. Gorbaçov sermayenin bütün planlarını bozdu. Şimdi onları birleştirip İslâm ülkelerine saldırma hazırlığında. Türkiye hâlâ orada. Yani, Türkiye kendi kendisiyle savaşmak için orada!

Artık Varşova Paktı olmadığına göre NATO sermayenin jandarmalığını yapmaktadır. NATO’dan derhal çıkmalıyız. Avrupa da bir ordu oluşturmalı. Ulusal orduları savunmak için güçlendirmeli. Türk ordusu da çok çok güçlendirilmelidir. Çünkü Avrupa’nın en zayıf noktası Türkiye’dir. Şu sorunu Avrupa müzakerelerine başlamadan çözmeliyiz. Biz müzakere ederken Rusya saldırırsa, ABD saldırırsa; AB ne yapacak?

 

YN- Hep “Evet” dedik, ama hep itildik. (s. 86)

SK- Adnan Menderes silah fabrikalarımızı kapattı. Silah sanayimizi durdurdu. Orduyu emirlerine verdi. Bölüğe kadar ABD çavuşlarını yerleştirdi. Kore’ye gitti. İran Başbakanı Musaddık’a; “Petrol uluslararası konudur!” deyip karşı çıktı! “Cezayir Fransa’nın iç işidir!” diye Fransa’yı destekledi!..

Ama Batı dünyasını bütün bu desteklemelerine rağmen yine de onu astılar. Batı siyasilerinde en küçük bir vicdan kırıntısı bile yoktur.

 

YN- İki yüz yıllık evetçiliğimiz bizi bu hâle getirdi. (s. 86)

SK- II. Abdülhamit’e karşı Batılılar askerlere şu sözü verdiler:

Siz saltanatı devirin, ulusal devleti kurun, o zaman biz sizinle dost olalım. Generaller bu yalana kapılıp II. Abdülhamit’i indirdiler ve saltanat yıkılsın diye savaşları sabote ettiler. Sonunda Türkiye’yi onlara teslim edeceklerdi. Sevr’i dayattılar. İşte generalleri birleştiren bu oldu.

Batı yalnız kandırır, ama sonunda hep kendisi zarar eder. Sevr dayatılmasaydı şimdi Türkiye’nin yarısı Hıristiyan olacaktı; belki de dörtte üçü.

 

YN- Kıbrıs bir örnektir. (s. 86)

SK- Avrupa gerçekten samimi olsaydı Kuzey Kıbrıs’ı da tanır, AB’ye alır, sonra rahatlıkla birleştirebilirdi. Ama Annan Planı’na “evet” diyenler itildi, “hayır” diyenler alındı. Avrupa iyi niyetli olsa, Türkiye’yi gerçekten alacaksa Kuzey Kıbrıs ile Türkiye’nin girişini aynı müzakerelere koyar.

Her nereden bakarsanız bakın, Avrupa bizi oyalıyor.

 

YN- HYH üyelik için şartlar koşmalıyız diyor. (s. 87)

SK- Eskiden savaşlarla devletler ilhak ediliyordu. Şimdi ricalarla kabul olunuyor. Devletler müzakere bile etmiyor. Onun şartları var, ama senin yok!

En az iki bin yıllık devlet anlayışını sıfıra indirip devleti teslim etme cüretini kendilerinde bulanlar, sehpalarda can verebilirler. Bu vatan bin yıllık savaşlarla elde edilmiştir. Şimdi savaşsız teslim yetkisi nerede bulunmuştur? Biz devlet miyiz, yoksa mülteci mi? Düşünmemiz gerekir.

Kanunları okumadan talimatla geçir!.. Zinayı takdis et!.. İslâmiyet’in geri din olduğunu kabul et!..

Bakalım bu millet bu rezalete ne kadar dayanacaktır?..

 

YN- Bulgaristan ve Romanya şartları ile bizi almalıdırlar. (s. 87)

SK- Bulgaristan ve Romanya şartları bize yetmez. Oturup birlikte anayasa hazırlamalıyız. Ondan sonra girebiliriz. Kuru ve sonu karanlık alabalığa dahil olmanın ne yararı vardır?

 

YN- Bizi bölmekten vazgeçmelidirler. Ermeni ve Kürt sorunu olmamalıdır. (s. 87)

SK- Ulusal devletler varlıklarını koruyacaklar. Avrupa Birliği devletlerin iç işlerine karışmayacak. Sadece uluslararası anlaşmazlıklarda hakemlik yapacak. Ortak işler birlikte yürütülecek. Türkiye ancak o zaman oraya girer. Ekseriyet sisteminin olduğu zulüm dünyasına Türkiye girip ezilemez.

 

YN- Başka ülkelerle yapacağımız anlaşmalara karışmayacaklar. (s. 87)

SK- Birlik aralarındaki ilişkileri düzenler, devletlerin sözleşme yetkilerini kısıtlayamaz. Bu insanlık hakları gereğidir. Ortak savunma anlaşmaları yapılabilir.   

 

YN- Gümrük Birliği kalkmalıdır. (s. 88)

SK- Aramızda gümrükler kalkmalı ama biz başkaları ile de gümrükleri sıfırlayabiliriz. AB bizi gümrük uygulamasına zorlayamaz.

 

YN- Gümrük anlaşmasını Sevr gibi tanımamalıyız. (s. 88)

SK- Hukuk mantığına aykırı akit yapma serbestliğini kısıtlayan hükmü bâtıl sayıp kendimiz tek taraflı olarak gümrükleri sıfırlamalıyız. Başka ülkelere karşı da gümrükleri sıfırlamalıyız.

 

YN- ABD ile 1946 yılında kredi anlaşmamız bağımsızlığımızı zedelemiştir. (s. 88)

SK- İki devlet merkez bankaları paraları karşılıklı kredi olarak verebilir. Biz Amerika’ya TL’yi borç veririz, o da bize Doları borç verir.

Bunun anlamı şudur. Sen bununla benim mallarımı al, ben de senden senin paranla senin mallarını alayım. Yıl sonunda karşılıklı sıfırlanırsa bu sadece ticari olur. Eğer ertesi yıla aktarılırsa bu kredi olmuş olur.

Bunun dışında devletlerin birbirlerine borçlanması meşru değildir Halk birbirine borçlanabilir.

 

YN- ABD 1964 Kıbrıs harekatında malzemeleri kullandırılmadı. (s. 88)

SK- Evet, sen silah yapmayacaksın, o verecek! O zaman o silahı da onun istediği yerde kullanacaksın. Bu dünyayı tek devlet yapma planıdır.

Her devlet kendi silahını kendisi yapar. Taşıma su ile değirmen dönmez. Her devlet kendi silahını kendisi kullanır. Bağımsızlığın şartı budur.

“Adil Düzen”e göre bu tür anlaşmalar bâtıl olup yapılmamış kabul edilir.

 

YN- Eğitim programlarını ABD komisyonu yapacak! (s. 88)

SK- Savaşta kazanılan istiklâl masada satılıyor. Bu anlaşmaların hepsi keen lem yekündür, yani hiç olmamış gibidir. Zaten Tevhid-i Tedrisat bunu amaçlıyor. Halk kendi kendine bir şey öğrenmesin.

Bu tür yasaklar doğal hukuka aykırıdır.

 

YN- Avrupa Parlamentosunda 1995’te kabul edilen Gümrük Birliği bağımsızlığı oyuyor. (s. 89)

SK- Gümrük tekel sermayenin haraç alması için konmuş mekanizmadır. Ona baç (vergi)ödemeden alamazsın, satamazsın!..

Gümrükler “Adil Düzen”de sıfırlanacaktır. Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar birlikte yararlanırlar.

 

YN- KOBİ’ler çökertilmiştir. (s. 89)

SK- Tekel sermayenin tek sıkıntısı Türkiye’de gelişmeye başlamış ve bugün hemen hemen bütün dünyaya yayılmakta olan “halk işletmeleri”dir, “küçük işletmeler”dir, “Kamu İktisadi Teşekkülleri”dir, “KOBİ”lerdir…

KOBİ’ler kendi imkanları ile yaşamaya başladılar. Partimiz bunları örgütlemelidir. Bu MÜSİAD gibi sözde ve sahte ya da oyalayıcı destek olmamalıdır.

 

YN- Gümrük Birliği ile Türkiye zorluklar içine düşmüş ve nimetlerden yararlanamıyor. (s. 89)

SK- Gümrük Birliği ne yaptı? 22 Şubat krizleri getirdi. Ülkeyi bir tek çivi çakılmadan 80 milyar dolar borçlandırdı. Dış borç yapıldı. Tansu Çiller eseriyle ömür boyu öğünsün dursun!..

 

YN- AB taahhüt ettiği iki milyar doları vermemiştir. (s. 89)

SK- Bu şart içinde Gümrük Birliği hemen sona erer. Sözleşmenin bir tek maddesini bile ihlal etmek, bütün sözleşmenin ihlal edilmesi gibidir.

 

YN- Karar organlarında yer almadığımız tüm kararlara uymak zorundayız. Onların aldığı kararlara göre biz kanun yapmamalıyız. (s. 90)

SK- Burada şu sonuca varılıyor.

Dünya değişti. Uluslararası ilişkiler zorunlu hâle geldi. Bağımsızlık da zorunludur. İşte bundan dolayı yeni uluslararası fıkha ihtiyaç vardır.

İşte “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” buna çözümler aramaktadır. Bizim önerilerimiz yanlış olabilir, gelin birlikte inceleyip araştıralım ve daha iyisini birlikte hazırlayalım. Ancak bütün bu sorunların adil bir biçimde çözüme kavuşturulması gerekir. Biz sorunları çözümleri ile birlikte açıkça ortaya koyduk. Daha iyi çözümler gelsin diye partiyi kurmak istiyoruz.

 

YN- Gümrük Birliği bizi şimdiye kadar 100 milyar dolar borca sokmuştur. (s. 90)

SK- Gerçek olan şudur ki, Türkiye ondan sonra krizler geçirmiştir ve dış borcu da iki misline çıkmıştır. Buna karşılık bir tek konuda bile taş taş üstüne konmamıştır.

 

YN- GB Kapitülasyon anlaşmasıdır. (s. 90)

SK- Avrupa Birliği ondan yüz kat daha beterdir. Halkımız bunlarla mücadele edemez.

Her şeyin bir çözümü vardır. Halk olarak uluslararası mala-mal marketleri kurarsak, uluslarla alışveriş yaparken ulusal paralarla yaparsak, kurlarda altının değerini baz alırsak, ham maddenin olduğu yerde üretim yaparsak, gümrük sorununu da çözmüş oluruz. Bu sorunu da ancak halk çözer.

 

YN- Batı acımasızdır. Akılcı duruşa boyun eğer. (s. 90)

SK- Uygarlaşma iktidarda değil, halkta olur. Halk örgütlenirse siyasi güç etkisiz hâle gelir. O zaman gerçek demokrasi ve lâiklik olur. Başka çözüm yolu yoktur.

 

YN- Akılcılık ve gerçekçilik zeminine çekilmesi gerekir. (s. 90)

SK- İnsanlar ortaya çıkıyor ve kendi akıllarını akılcılık olarak vasıflandırıyor, başkalarını yobazlıkla itham ediyor. Marx kendi sosyalizmine ilmî sosyalizm diyor. Oysa onun sosyalizminin ilim ile ilgisi, Doğu Almanya’nın demokratiklikle ilgisi kadardır.  

Sorun “akılcılık” lafıyla çözülemez. Kiminin aklı, kiminin ilmi?

Sorun ancak demokrasi ile çözülebilir. İçtihat ve icmalarla çözülebilir. Hepimiz kendi aklımızla hareket edeceğiz. Akılcılık budur. İttifak ettiğimiz hususlarda birlikte hareket edeceğiz. Mutlaka benzer hareket yapacaksak, bu hususta kararı hakemler verecektir. Başka bir iddia; “Sen in, ben çıkayım!” demek olur.

 

*

 

YN- KÜRESELLEŞME NEYİN ADI? (s. 91)

SK- Yeryüzü insanlığın ortak malıdır. Her insanın insan olduğu için burada payı vardır. Ne var ki yeryüzünden emekle yararlanıyoruz. O halde emeğin hakkını emeğe verdikten sonra doğal imkanlardan eşitlik içinde yararlanacağız. İlk iş topraklı bölüşmedir. Önce devletler bölüşmüştür. Sonra devlet içinde iller bölüşmüştür. Sonra iller içinde bucaklar bölüşmüştür. Sonra ocak ve kişiler bölüşmüştür. Burasını sen kullan, orasını da ben kullanayım diye anlaşmışlardır.  

Uygarlaşma demek, bir taraftan özelleşmelerin artması, diğer taraftan özeller arasında birliğin artması demektir. Klasik tarifi şöyle yapılmıştır: Birbirine benzeyen ama aralarındaki ilişkileri az olan bir topluluktan, birbirine benzemeyen ama aralarındaki ilişkileri kuvvetli olan topluluğa gitme uygarlaşmadır.

O halde globalleşme demek, özeller arasında sağlanan birliktir.

Sömürü sermayesi ise bunu kendi sömürüsü için bir araç yapmak istemektedir.

 

YN- Globalleşme süper güçlerin sömürü aracıdır. (s. 91)

SK- Yerleşmeyi zedelemeden globalleşme uygarlığın kaçınılmaz sonucudur. Evrim gereğidir. Sermaye bunu gördüğü için ondan yararlanmak istiyor. Bizim de onu görerek yararlanmamız gerekir.

Adil Düzen”i ülkemizde tesis ettikten sonra dünyadaki Adil Düzenlerle birleşerek globalleşeceğiz. Yani, asıl partiler bucaklarda kurulacak, ama aynı görüşte olanlar birleşerek ilde merkez kuracaklardır. Onlar da birleşerek ülkede merkez kuracaklardır. Onlar da birleşerek insanlıkta partiler olacaktır. Yerel işleri yerel yönetimler, merkezi işleri merkezler çözecektir. Biz örgütlenirsek sermaye bizi sömüremez. Mikrobu suçlamaya hakkımız yoktur. Mikrop mikropluğunu yapmaktadır.

 

YN- Bu “postmodern sömürgecilik”tir. (s. 91)

SK- Sömürgeciliğe şiddetle karşıyız. Merkezi hakimiyete şiddetle karşıyız.

Ama merkezi hizmeti de hararetle destekliyoruz. Merkezler taşralara hakim değil, hadim olacaklar. Merkezler taşra temsilcileri tarafından yönetilecek Bu mekanizma “Adil Düzen”dir.

 

YN- Böyle globalleşmeye şiddetle karşıyız. (s. 91)

SK- Din, ilim, siyaset ve ekonomide “çoklu rekabet sistemi” korunacaktır, ancak globalleşilecektir. Dil, sanat, teknik ve hukukta yerellik esas olacaktır. Her bucağın kendi hukuku kendisine ait olacaktır. Sözleşme dar alanda yapılmaya başlanacaktır.

 

YN- ABD Irak’ta BM’i dışlamıştır. (s. 91)

SK- Yahudi alimleri bir kural koyarlar, herkes onu tartışmadan ona uyar, işine geldiği zaman da yine herkes ona uyar. Dünya değişti derler. Dün dinî devletleri yıkmak için ulusal devleti savunuyordu…

Şimdi artık ulusal devlet olmayacak! Dünya değişti, biz ona uyacağız!..

İnsanlığın kanunlarını Yahudi alimleri yapıyor, Yahudi sermayesi onları koyun gibi gezdiriyor.

İşte biz öyle bir merkez oluşturmalıyız ki, burada bu kanunları tartışmaya açmalıyız. Bunun için bize “bir dergi” ve “bir parti” yeter. Çünkü bunlar o kadar boş şeyleri savunuyorlar ki, küçük bir itiraz dağılmalarına yeterli olur.

Bizi neye dayanacağız? Kur’an’a ve müsbet ilme dayanacağız.

Biz sadece milletimizin değil, bütün insanlığın sorunlarını çözeceğiz.

 

YN- ABD-İngiliz ittifakının savunduğu yeni muhafazakarlıktır. Kapitalist emperyalizmdir. (s. 91)

SK- Sermayenin eskiden yeteri kadar parası yoktu. Çünkü altın bulmak kolay değildi. Şimdi ise ABD’nin Merkez Bankası onların. Denizdeki su kadar para bol. Artık kendi düşüncelerini kabul ettirmek için felsefeye, teoriye, ispata gerek yok. Ne söylese dolar aşkına herkes tasdik ediyor.

Bu şirktir; ve bu şirk bunları yıkacaktır.

 

YN- Tarımsal üretimleri de iptal etmektedir. (s. 92)

SK- İnsanların en hür yaşayanları toprak sahibi köylülerdir. Köle çalıştıran çiftçilerdir.

Sermaye hep bunlarla savaştadır. Amerika’da kölelik bu gibi savaşlarda toprak sahiplerini çökertmek için kaldırılmıştır. Çiftçileri kendisine işçi yapmış, sonra gelir getirmeyen tarlaları ellerinden almış, modern çiftlik yapmıştır. Dünyada uyguladığı sistem budur. Tarım verimsiz diyor, elinden alıyor. Sonra halkı buralarda işçi olarak .çalıştırıyor.

Şimdi de Türkiye’de uygulanan politika budur. Ne var ki, bütün bunlara rağmen köylü zenginleşmekte, tarlasına daha çok sahip çıkmaktadır. Eski Sovyet ülkelerinde de bu politikalarında başarılı olamamışlardır. Onlar da arazilerine sahip çıkmaktadırlar.

 

YN- Hormonlu gıdaya geçilmiştir. (s. 92)

SK- Sermaye daima şunu ister. Tekel maddeler bende olsun. Bu sayede ben insanları avucumun içinde tutayım. Özel tohum üretti. Verim arttı. Ne var ki bu sefer sağlıksız gıda üretildi. Şimdi de hormonsuz gıda üretiyorum diye başka hormonlu gıda satıyor.

Biz buna karşı “Tarım Kentler” kurulmasını öneriyoruz. Tarım kentte doğal gübre kullanılacak, suni ilaç kullanılmayacak, çiftçinin boş zamanları küçük sanayi ile doldurulacak. Suni gıda, hattâ ıslah edilmiş hayvan bile kullanılmayacaktır. Suni dölleme yok edilecektir. Tabii hayat sürecektir.

 

YN- Türkiye sağlıksız gıda üretimine girdi. (s. 92)

SK- Bölgelerde “Tarım Kent Araştırmaları” yapılacak ve her bölgede tabiî gübre, tabiî ilaç, tabiî tohum ve nesil ile yeni bir tarım geliştirilecektir.

 

YN- Türkiye’de tarıma destek yok, oralarda var. (s. 92)

SK- Doğum kontrolü meselesi de böyledir. Türkiye’de doğum kontrolü, orada doğum teşviki uygulanmaya çalışılıyor. Almanya’nın toprakları bizimkinin üçte biri bile değil, nüfusu da bizden fazla. Orada doğuma teşvik var, bizde doğum ve nüfus kontrolü!..

 

YN- ABD, AB ve Japonya’da 1 milyar dolar tarım desteği var. (s. 93)

SK- Tarımı sübvanse etmeleri tarımı çökertmek içindir. Tarımı desteklediniz mi tarım ürünlerinin fiyatları düşer. Desteklenmeyenler ekmez ve ekilmez. Sonra da desteği çekersiniz. Böylece tüm çiftçileri tehcir edersiniz, tarım üretimi azalır. Sermaye şimdi dünyada bunun peşinde. Tarımı destekleyeyim. Sonra hepsi iflas etsin, ben alayım. Devletçilik politikasına karşı da böyle bir oyun yaptı. Önce devlete yaptırdı. Şimdi de onda bir, hattâ yirmide bir fiyatla satın alıyor. Özelleştirme işte budur.

 

YN- IMF ulus devletini yozlaştırıyor. (s. 93)

SK- Bunlar Adil Düzenciler için birer avantajdır. Dünya ulus devletten vazgeçer biz kalırsak dünyaya biz hakim oluruz. Partiler ve kooperatifler ulus anlayışını bilinçli bir şekilde yaşatacaktır. Dinlerin de varlıklarının uluslara dayandığını unutmamak gerekir.

Araplar olmasaydı İslâmiyet olur mu idi? Türkler olmasaydı İslâmiyet yaşatılabilir miydi?

 

YN- Özelleştirme merkezi otoriteyi sarsmak içindir. (s. 93)

SK- Özelleştirme, Türk halkını aç bırakıp devleti ulusu ile birlikte yok etmedir. Almanya’da fabrikalar Yahudilere satılıyor ama hiç olmazsa durmuyor, çalışıyor. Türkiye’de ise özelleştirilip millî servet yok ediliyor, çalışanları da aç bırakılıyor.

Bu uygulama devleti yıkma gayesinden başka ne ile izah edilebilir?

Biz bu satışların hepsini iptal edeceğiz ve bunları satın alanları ülkemizden süreceğiz. Bunları satan bürokrat veya bakanlar da divanı harbe verilecek. Tam parayı ödemişse, sonra da onu eskisinden daha fazla istihdam ile çalıştırmışsa onu destekleyeceğiz. İşletemeyecekse almasın, arkadaş!

 

YN- Siyasal İslâmcılarla işbirliği içindedirler. (s. 93)

SK- Bunlar İslâm siyasetinden irtidat edenlerdir. Bunları iktidara getirenler, Erbakan’ı iktidardan düşürenlerdir; yani siyasal İslâm düşmanlarıdır. Ben de siyasal İslâmcı olmaktan iftihar ederim.

 

YN- Ulus devlet ve merkezi otorite onların istemediğidir. (s. 94)

SK- Ulus devlete karşı olanlar onlardır. Onların tezgahıdır. Ama merkezi yönetim de onların işine fazlasıyla gelmektedir. Her şey merkezde toplanırsa daha az rüşvetle sorunu çözerler. Yerinden yönetimlere para yetiştiremezler. Bundan dolayı yerinden yönetim olması şarttır.

 

YN- Siyasal İslâm devletten rahatsızdır. (s. 94)

SK- Siyasal İslâm devletten değil, zulümden rahatsızdır. Kapıcının kendisini devlet kabul edip devlete karşı gelmesi ne kadar manasız. Zulüm yapacaksınız ama ben zulmünüze karşı da olmayacağım! Seçim kazanacağım; “Sen dindarsın!” diye iktidardan indireceksin ve bunu adı da güya “demokrasi” olacak! Kanunları ve anayasayı çiğneyeceksin; ondan sonra ben de; “Oh, ne iyi yaptın!’’ mı diyeceğim?

Biz devletten değil, devleti istismar edenlere karşıyız.

 

YN- Ulus devlet faşist devlet değildir. (s. 94)

SK- Her ad içinde zorba devlet olabilir. Hiçbir devlet zorbalığa dayanarak kurulamaz.

Ulus devlet doğal devlettir. Tarihte hiçbir zaman tek güç her şeye hakim olmuş değildir.

 

YN- Neoliberalistler kendi reklamları için 1 trilyon dolar harcıyorlar. (s. 94)

SK- Buradan da çok açık ve net olarak anlaşılıyor ki, bu sistemin arkasında tekel sermaye vardır.

Buna karşı tek çözüm ‘Adil Düzen’dir. Hedef halkı ekonomi bakımından güçlendirmektir.

 

YN- Bu para da halkın sırtından alınıyor. (s. 94)

SK- Tüm kötülükler devlet bütçesinden yaptırılmaktadır. İhanetin sınırı yoktur. Gördükçe ve gerçekleri anladıkça insanın ağlayası geliyor.

Ama milletimiz bunlara ve yaptıklarına karşı uyandırılacaktır. Halkımızı “parti” ve “kooperatif” olarak örgütlersek bu emelleri kursaklarında kalır.

 

 

*

 

 

YN- DOĞA TAHRİP EDİLİYOR! (s. 95)

SK- Doğa faizli sistemin sonucu olarak tahrip ediliyor. Sermayenin azami kârına göre kurulmuş bugünkü ekonomi sisteminde halkın elinden mülkiyet alınmış, halk köle hâline getirilmiştir. Halk da devlet veya sermeye tekelinde olanı tahrip etmektedir.

Çözüm olarak “faizsiz sistem”e geçilecektir. Kullanma ve yararlanma mülkiyetleri işler hâle getirilecektir. Doğa halkın mülkiyetine sokulacaktır.

Mülkiyet, mülke hizmet ederek ondan yararlanmadır. Özel mülkiyeti kaldırırsanız malın kayyumu yok olur. Kendi kendine harabeye döner. Vakıflarda bile kıyam mülkiyeti vardır.

 

YN- Doğanın tahribi ölümcül problemdir. (s. 95)

SK- Bir Fransız alimi Avrupa’daki bir toplantıda bize dünyada bu kirlilik devam ederse insanlığın ve dünyadaki bütün varlıkların sadece bir-iki asırlık ömrü kalmıştır demiştir.

 

YN- Çölleşme, ısınma, gıda kirliliği, türlerin inkırazı sürecindeyiz. (s. 95)

SK- Hava, su, toprak ve canlı kirliliği; rüşvet, senet, iş ve terör mafyaları; biyolojik, kimyasal, tahrip edici ve atom silahları; zina, doğum kontrolü, tedavi tababeti, kitle imha savaşları insanlığı ölüme götürüyor.

Bunların ortadan kalkması için özel kıyam mülkiyeti, zina yasağı, dayanışma güvenliği ve yok edici silahların herkes için, süper güçler için de denetim altına alınması. Her orduda sınırlı silah bulunabilmeli, bu hususta bütün ordular eşit olmalı. Silah alım satımı uluslararası vakıflarca yapılmalıdır.

 

YN- “Çevre hakkı” temel hak kavramdır. (s. 95)

SK- “Adil Düzen Anayasası”nda; “Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar atalarından aldıkları yeryüzünü imar karşılığı kullanır ve yaşarlar, çocuklarına teslim ederler. Onu tahribe hakları yoktur.” deniyor.

Çevre hakkı” Hazreti Adem’den kıyamete kadar bütün insanlığın hakkıdır.  

 

YN- Çok partili sistem doğayı mahvetmiştir. (s. 95)

SK- Türkçede bir tabir vardır: “Vur abalıya!”

Her kötülüğün kaynağı siyasiler kabul edilmiştir. Neden? Çünkü siyasette Müslümanlar galip. Halk yönetilecektir. Müslümanlar siyasette galip gelince siyaset kötü mü oldu?

Şunu iyice bilmek gerekir ki, kimse doğayı silah zoru ile koruyamaz. Kim silah zoru ile onu korumaya kalkışırsa bilsin ki onu imha ediyor. Yasaklar doğayı tahrip et emrinden başkası değildir.

Doğayı tahrip eden nedir? Sebeplerini teşhis edemezsek onu koruyamayız. (s. 96)

  1. Doğanın devletin veya sermayenin tekeline verilmesi. Ormanları devletleştirmek onları yok etmek demektir.
  2. Tarım dönemine ait on bin senelik hukukun sanayi dönemine uymamasıdır. Sanayi dönemi hukuku yeniden Kur’an’a dayanılarak düzenlenmelidir. Rakaba mülkiyeti yeterli değildir. Kıyam mülkiyeti de gelmelidir. İnsan doğayı kullanırken onu kullanmayı bilmelidir. Teminatlı ehliyeti olmalıdır.
  3. Ekonominin sermayeye daha çok kazandırma ilkesidir. Nakdin artırılmasıdır, yani faizdir. Oysa mal artırılmalı, insanlar üretimin verimi içinde yarışmalı. Faizsiz kredileşme sistemi getirilmelidir.
  4. Halkı doğadan yararlanmaktan alıkoymak, doğayı kullanma yasaklarının gelmesidir. Orman tahrip edilmemeli ama insanlar ormandan yararlanmalıdır. Çünkü ormanlar insan içindir.

 

YN- İsviçre’de bahçenizdeki ağacı izinsiz budayamazsınız. (s. 96)

SK- İşte bu izin sistemi çevreyi tahrip etmektedir. On bin yıllık hukuk sisteminin demode olmuş kuralıdır. Polis rejiminin uygulanmasıdır.

Adil Düzen”de budama ancak budama ehliyetine sahip işçi tarafından yapılabilir. Budayan genel hizmetlidir. Onu bahçe sahibi seçer. Budama parası kamudan karşılanır. Ustanın kendi seçtiği mühendisi vardır. Onun talimatı ile budar. Hata olmuşsa hakemlere gidilir ve onların dayanışma ortaklıkları hatayı veya tahribatı tazmin ederler.

Burada ne gibi yenilikler vardır?

Önce “teminatlı ehliyet” vardır. Sonra bu tür hizmetlerin bedelleri “ortak giderler”den karşılanır. Daha açık anlatalım. Budanan şeftali bahçesi ise şeftali bahçesine “budama genel hizmeti” veriliyor, bunun karşılığında elde edilen üründen bu “genel hizmet payı” alınıyor. Bunun yarısı onu budayana, yarısı ise ortak fonda toplanıyor. Gelir getirmeyen özel bahçelere bakanlar bu ortak fondan yararlanıyorlar.

Demek ki tahrip eden siyasiler değil, eskimiş düzendir.

 

YN- Betonlaşma doğayı mahvetmiştir. (s. 96)

SK- Yine buradan da anlaşılıyor ki, çevreyi mahveden saçma mevzuattır. Betonarme veya sadece beton evler on kattan yüksek olmalıdır. Bu sayede bütün araziler bunlarla kapatılmaz. Çatılar Erzurum’da olduğu gibi toprakla örtülür, oranın yeşilliği bile gitmez. Hattâ duvarlarındaki sarmaşıklarla, asma üzümlerle, hattâ kabak ve kavunlarla cephelerden de yararlanılabilir. Diğer taraftan topraklar üzerinde sadece ahşap evler yapılıp ahşap direkler üzerine konmalı, tuğlaya bile izin verilmemelidir. Kent planlaması gibi tarım ve ormanlar da planlanmalı. Herkes plana uymak zorunda olmalı ama asla ruhsat sözkonusu olmamalıdır.

 

YN- Ekonomik ve siyasal çıkarlar uğruna doğa suçu işleniyor. (s. 96)

SK- Türkiye’de ev mi yapacaksınız? Hiç boş yer yoktur! Kimi alanlar sermaye tarafından kapatılmıştır, bekletiliyor. Şimdilik birbirlerine devrediyorlar, boş duruyor. Ya da belediye oraya “park” demiş, “okul” demiş, “stadyum” demiş ama yaptığı yok, bekletiyor. Yahut orası sit alanıdır, yahut doğa sit alanıdır. Yahut tarihi meradır. Yahut ormandır. Hazinenindir. İşte eğer sen bu kanunlara uyacak olsan, ülkende bir çivi çakamazsın!

Bunları siyasiler yapmıyor. Bu kanunları Batılılar hazırlamış ve Türkiye de okumadan kabul etmiş. Sonra bürokratlarla rüşvet şebekeleri işbirliği yapmış, Yargıtay bilinçli bilinçsiz bunlarla işbirliği hâlinde vatandaşa hayat hakkı tanımıyorlar. Bütün bunlar ileride buraları işgal edecek olan Batılılara bâkir topraklar bırakmak, halkı da bıktırıp kaçırmak içindir. Bugün eğer Avrupa’da beş milyon Türk varsa bundan dolayı vardır.

Biz bunları 1960’larda gördük de onun için Akevler Kooperatifi kurduk.

AK Parti iktidarda ama hâlâ Türkiye tahrip edilmeye devam ediliyor.

Adil Düzen Partisi”ne bunun için ihtiyaç vardır.

Kooperatiflere bunun için ihtiyaç vardır.

Demokratik yoldan bu cinayetlere son vermeliyiz.

 

YN- Doğa tahribini iyice anlamalıyız. (s. 96)

SK- Türkiye’deki olayları sosyal yapıları ile anlamalıyız. Her şeyi bazı varsayımları içinde mütalaa etmeliyiz.

a) Ağacı kesmemeliyiz, ama onu insan için kesmemeliyiz. Yoksa insansız bâkir tabiat için değil. Yani insan doğadan öndedir. Ama insan doğasız yaşayamaz. Onun için doğayı koruyacağız.

b) İnsana doğayı tahrip etmeden yaşama imkanını sağlarsak, o zaman doğayı korumuş oluruz. Yoksa insan haklarına saldırarak doğa korunmaz. İnsan bir canlıdır, sen onu yok ettikçe o da kendisini koruma sistemleri geliştirir.

c) Her yerde oranın halkının çıkarını öne çıkarmalıyız. Önce onların yararlanma hakları vardır. Tahrip etmemek şartı ile başka insanların hakkı var diye orada yaşayanlar o imkanlardan yararlanmaktan mahrum edilemezler. Madenler de, ormanlar da, dereler de, doğası da, tarihi de onlarındır. Herkes kendi yerinde ağırdır. Zaten özel mülkiyetten kasıt budur.

d) Hiç kimse, yerin sahipleri de doğal imkanları boş durduramaz. Çıplak arsa mülkiyeti yoktur. Ev yaparsanız arsa sizin olur. Çıplak tarla mülkiyeti yoktur. Ekerseniz sizindir.

Bugün eski Sovyet ülkelerinde Osmanlılardaki bu mülkiyet anlayışı uygulanmaktadır.

 

YN- Artan ısınma tehlike arz etmektedir. (s. 96)

SK- Bunlar sermayenin insanları ürkütme silahıdır. Dünyada artan ısınma yoktur. Artsa da zararı yoktur. Denizlerin seviyesi biraz düşer, gökler daha çok yağmurlu ve bulutlu olur. Dünya Karadeniz gibi yemyeşil olur. Oradaki iddialar hep sermayenin kendi çıkardığı tezgahların işidir.

Sermaye yeni ürün üretir, pahalı pahalı satar. Sonra onu üretmeyi başkaları da öğrenir ve herkes üretmeye başlar, artık kârlı olmaktan çıkar. Ondan sonra o yensini üretir, onu pahalı satmaya başlar. Eski ürünlerin zararlı olduğu hususunda raporlar uydurur. Devletlere onları yasaklatır. Haklıdır. Zararlıdır. Ama yenisi de zararlıdır. Buna karşı tek çıkar yol tarafsız ilmî araştırmalar yapmaktır.

Çıkaracağımız mecmuanın bir vazifesi de bu olacaktır. Bu tür tahlilleri değerlendirerek tarafsız olarak insanlığa duyuracaktır. Böyle haberler çıkınca insanlar bizim mecmuamıza baş vuracaklardır.

 

YN- “Kyoto Protokolü”nden Amerika çekildi. (s. 97)

SK- Demek ki o anlaşmayı baştan sermaye yaptı. Ama baktı ki ondan kendisinden başkaları da yararlanıyor, yani onlar da yeni mamul sürmüşler; çekildi.

Bunlar asla bizim sorunumuz değildir.

Biz doğal maddeleri kullanmalıyız. Doğal maddeler dengeyi bozmaz. Naylon gibi doğal olmayanları kullanacaksak, kontrollü kullanmalıyız. Eski naylonları yeni fiyatlarla geri almalıyız. Böylece çevreyi kirlenmekten kurtarırız. Onu mamulün satışından vergiden karşılamalıyız. Yani, vakıf hurdayı alacak, mamulü ambalaja verecek. Mamulden pay alacak. Para ile o işletmeye satmayacak.

 

YN- Rusya da aynı sebepten çekilmiştir. (s. 97)

SK- Çünkü Rusya’da da Yahudi sermayesi bu tür kararları almaktadır.

Halk ekonomisi faaliyete geçtiği zaman, bunlar değil kooperatifler birliği kararları alacaklardır.

 

YN- İngiltere de ona uymuştur. (s. 97)

SK- Isınmaya karşı alınan tedbirleri bilemiyorum. Mutlaka sermayenin çıkarlarını gözeten yasaklar içermektedir. İstanbul’daki Hamidiye Çeşmeleri köreltilmiştir. Neden? Sermaye suyu satsın diye. Bu tür ihanet veya cinayetler sürüp gitmektedir.

İşte benzer şekilde sermaye benzin ve arabaları satsın ve kâr etsin diye Devlet Demir Yollarını işlettirmiyorlar. Saboteler yapıyorlar. Sabote edenler aranmıyor bile. Genel Müdürü hapsetmeye kalkışıyorlar.

Bu sistem sermaye sömürüsü sistemidir.

İslâmiyet’te kasıt yoksa ceza olmaz. Zarar varsa bunu kendisi değil, dayanışma oraklığı tazmin eder. Bakan genel müdürü görevden almaz, dayanışma ortaklığı teminatı kaldırır. Bir başka dayanışma ortaklığı da vermezse, o zaman görevi hukuken sona erer. Yeni düzen kurulmadan hiçbir sorunu çözemezsiniz.

 

YN- Peki, ne oluyor, dünya nereye gidiyor? (s. 97)

SK- Dünya “Adil Düzen”e gidiyor. Kabul edenler yeni dünya kuracaklar, kabul etmeyenler helâk olacaklardır. Allah Kâinatı ve toplulukları var etti. Onlar için tabiî ve sosyal kanunlar koydu. Bu kanunlara uymayanların hepsi helâke gideceklerdir.

 

YN- Tüketim hızı ve kazanç hırsı on yıl sonra tehlikesini gösterecektir. (s. 97)

SK- İsraf ve faiz ekonomiyi çökertecektir. Fuhuş v e uyuşturucu dünyayı bitirecektir. Ama o kadar yakında değil. Bilmediğimiz felaketler hariç, hesabi çöküş bir iki asırlık iştir.

 

YN- Bir felaket de su krizidir. Bir milyar insan temiz sudan mahrum. (s. 97)

SK- Sermaye su arıtma sistemleri geliştiriyor. Suyu kirletmeyin desek daha doğru olacak.

Temizlik seviyesini biraz daha yükselterek su için kullanılan malzemelerin satışının azaltılmasını sağlamak gerekmektedir. Bugün içtihatlarla bir gıda standartlarını oluşturmalıyız. Artık onu sermayenin keyfi için değiştirmemeliyiz. Herkes o seviyede üretim yapacaktır. O seviyede yaşayanlar yaşayacak, diğerleri ölecektir. Çok yüksek seviyeli gıda insandaki muafiyeti kaybediyor ve dejenere olmuş nesil yetişmiş oluyor.

Bunlar atık biyolojinin bildiği kanunlardır. Kirliliğin kritik bir noktası vardır. Ondan fazla temizlik vücudu muafiyetsiz hâle getiriyor, ondan daha fazla pislik ise vücudun dayanıklılığını yok ediyor. Dolayısıyla temizlik kadar pisliğe de ihtiyaç vardır. Bu kritik noktalar deneylerle ilimce tesbit edilir. Şimdilik ilim sermayeye para kazandırmakla meşguldür.

Adil Düzen Kooperatiflerinin Araştırma Merkezleri” bu temizlik derecelerini bulacaklardır.

 

YN- Su sorunu nüfus, ısınma, kıyıdan yararlanamadan kaynaklanıyor. (s. 98)

SK- Sorun çevre kirliğinden kaynaklanıyor. Bunun başlıca etkisi, suni maddelerin havaya ve toprağa, hattâ canlılara karışmasıdır.

İnsanın doğaya bedeniyle yaptığı etkisi diğer canlılar gibidir. İnsan sayısı diğer canlıların yanında çok cüz’idir. Dolayısıyla nüfusun bununla hiç ilgisi yoktur. İnsanın çevreyi kirletmesi nedeniyle zararı vardır.

Biz onu önlemeliyiz. Isı asla sulara zarar vermez. Isı demek, daha çok yağmur demek, daha çok suların arıtılmış olması demektir. Kuyulardan çekilen sular toprakları çoraklaştırmaktadır, tuzlandırmaktadır. Ancak bu da yağmur sularının buralardan daha hızlı geçmesini sağlayacağından zamanla yeraltı suları da arınmış olur. Dengeli ayarlama ve bitki örtüsündeki değişme sorunlarını çözer. Su kirlenmesi dışında bir sorunumuz yoktur.

 

YN- HYH üç tedbir önermektedir. (s. 98)

SK- Su sorununun çözülmesi için önce “Tarım Kentler” kurulmalı, oralarda çevre kirliliği önlenmelidir. “Sanayi Kentleri” kurulmalı, oralarda da çevre kirliliği önlenmelidir.

Sanayi artıkları ya tekrar kullanılmalıdır; ya da derin çukurlara gömülmelidir. İleride teknoloji gelişir, o zamanki insanlar onlardan yararlanırlar.

Sanayi artıkları havaya, suya ve toprağa verilmemelidir. Bunun için “Atıklar Vakfı” kurulmalı, elektrik ve su paralarından bu vakfa pay verilmeli, o bunları yapmalıdır. Üreticinin üzerine bu yük konmamalıdır. Büyük sanayi bunu üreticiye yüklüyor, böylece küçük sanayiciyi çökertmek istiyor; oda çökmüyor ve çevreyi kirletiyor.

 

YN- 1. Nüfus artış hızını yavaşlatmalıyız. (s. 98)

SK- Önce bu görüş yanlıştır. Nüfus arttığı kadar artmalıdır. Bu demektir ki daha temiz bir dünyamız vardır. Pis ise nüfus zaten kendiliğinden azalır. O halde biz nüfusu artırmak için dünyayı temiz tutmalıyız. Nüfusu artırıyoruz demek, dünyayı temiz tutuyoruz demektir. Uzun ömürlü insanı artıranlar çevreyi temiz tutuyorlar demektir.

Sonra, diyelim ki nüfusu azaltmayı doğru bulup kabul edeceğiz. Peki, bunu nasıl kontrol edeceğiz? Doğum hapları ile mi? Çocuk aldırmakla mı? Bu da nesil dejenerasyonu yapar ve suları kirletir. Arıtamadıkları için kirletir. Bu da doğaya yayılır ve tahrip eder.

 

YN- 2. Kapitalizmin gösteriş tüketimini durdurmalıyız. (s. 98)

SK- Gösteriş tüketimini durdurmak mümkün değildir. Ancak gösterişi meşrulaştırmak mümkündür.

Şöyle ki, şimdi iktidarda olan sermayedir. Sermaye de kendi kazancı için ne gerekiyorsa onu gösteriş aracı yapıyor. Oysa din iktidarda olsa din ayarlı şeyleri gösteriş aracı yapacaktır. O zaman halk gösteriş yapacak ama “vakıf” kurmakla gösteriş yapacak, hayır yapmakla gösteriş yapacak.

Bu sorun da “Adil Düzen”in “kuvvetler dengesi” ile çözülecek.

Halkın ihtiyaçlarını dinler belirleyecek.

Nasıl yapılacağını ilim belirleyecek.

Kimin yapacağını ekonomi belirleyecek.

Kimin olacağına yönetim karar verecek.

Bu da “selem kredileri” ile başlar. Halka dini kuruluşlar aracılığı ile “tüketici kredisi” verirseniz, tüketim çevre kirliliği yaratmadan dengelenir.

 

YN- 3. Kâr hırsına dayanan ekonomi durdurulmalıdır. (s. 98)

SK- Piyasaya faizsiz yeteri kadar kredi sürerseniz, tekeli önleyen tedbirler alırsanız, krediyi ve vergiyi nakit değil de, mal üzerinden oluşturursanız, yani kârı maksimum eden kazanç yerine üretimi ve tüketimi maksimum eden ekonomiyi kurarsanız bu sorun çözülmüş olur.

Bunun için başvurulacak yol “selem kredileri”dir. Halka kredi veriyorsunuz, onlar sipariş veriyor ve peşin para ödüyor. Tüccar sermayesiz iş yapıyor ama para kazanmıyor, mal kazanıyor. Malı artırma hırsı ekonomiye hakim oluyor. Bu da sorunu çözüyor.

 

*

 

YN- NÜFUS ARTIŞI SORUNU (s. 99)

SK- Tarihte insanlık krizler geçirmiştir. Toplayıcılık dönemini yaşarken nüfus artmış, bu yetmiyormuş gibi yeryüzü soğumuş, insanlar için zor günler başlamıştı. Ama insanlar doğum kontrolü yapmadılar. Toplayıcılıktan avcılığa geçtiler. Nüfusları belki yüz misli, hattâ bin misli arttı. Çünkü dünyanın her yerinde yaşama imkanı oldu.

Nüfus artınca avlanacak av tükendi. Yine insanlar zor duruma girdiler. Havalar da ısınmaya başlamıştı. Her tarafa yerleşmişti. İnsanlar yine doğum kontrolünü yapmadılar. Bu sefer hayvanları ehlileştirerek çobanlık dönemine geçtiler. Nüfusları birkaç kat arttı.

Nüfus çoğaldı, hayvanlar çoğaldı. Yine kriz dönemine girdiler ama peygamberler onlara doğum kontrolünü öğretmediler. Tarım dönemine geçip sulu ziraat yapmaya başladılar. Nüfus arttı, kuraklık başladı. Mezopotamya’da büyük sulama tarımına girdiler ve yazılı kent uygarlığını kurdular. Doğum kontrolü yapmayı düşünmediler.

Nüfus arttı, tarım yetmedi; aracı mübadelesi ile dünyayı tek pazar hâline getirdiler. İpek Yolu o zaman kuruldu. Bu sayede her yerde orada ne verimli ise o üretildi. İhtisas tarımı başladı ve dünyanın nüfusu artmaya devam etti. Yine sorun çözülmedi. Bu sefer insanlar verimi artırmak için makine dönemine geçtiler ve işçilik dönemi başladı. Doğum kontrolüne başvurmadılar.

Bugün açlık mahsulün azlığından değil, dengesiz dağılımdan ve tekelin üretimi durdurmasından ileri gelmektedir. Ekonomi kanunlarında matematik formüllerle bilinmektedir ki tekel ekonomisi üretimi yarıya düşürür. Bugünkü teknoloji ile üretim yarı yarıya düşük seviyede çalışmaktadır. Bugün üretilen 10 milyarı besler; bugünkü üretimle 20 milyar insan rahatlıkla bu topraklarda geçinir.

Oysa yeni teknoloji ile çok daha ileri bir duruma geçebiliriz:

  1. Yeni sulama teknolojisi ile açık tarımda birkaç misli mahsulü artırmak mümkündür. Kışları ısıtma teknolojisi ile yine birkaç misli ürün alınabilir.
  2. Deniz tarımı henüz başlamamıştır. Bu sayede denizler karadakinin birkaç katı nüfusu barındırabilir.
  3. Gezegenlere veya uzaya giderek orada güneş enerjisinden yararlanarak hayat sürdürülebilir.
  4. Henüz keşfedemediğimiz bir teknoloji ile, hidrojen enerjisi ile tüm uzaya açılabiliriz. Bunun gerçekleşmesi için krizlerin gelmesi ve doğum kontrolünün olmaması ile mümkündür. Nüfusu azaltma demek, çocuk büyüyünce çok yer diyerek cüce bırakma demektir.

 

YN- Niteliksiz nüfus artışı sorunu. (s. 99)

SK- Niteliksiz nüfus yoktur. Her insan niteliklidir ve aynı değere sahiptir. Benim hiç okumamış çok yakınlarım vardır ve bunlar yeri geldiğinde bana rahatlıkla akıl vermektedirler. Ben işlerimi onlar sayesinde yapıyorum. Nitelik para ile kazanılmaz. Aksine, yoksullar daha nitelikli insanlardır.

 

YN- Bu hayati bir meseledir. (s. 99)

SK- Türkiye için hayati meseledir. Türkiye’nin nüfusu 500 (beşyüz) milyon olmalıdır. Yüz milyon Karadeniz’de, yüz milyon Ege’de, yüz milyon Akdeniz’de, yüz milyon Doğu Anadolu’da ve yüz milyon İç Anadolu’da yaşamalıdır. O zaman beş ayrı dost devlet olabiliriz.

Çin’den ve Hint’ten göç kabul ederek bir an önce yeter nüfusa ulaşmalıyız.

 

YN- Dinci siyasiler dine yalan söyletiyorlar. (s. 99)

SK- Evet, biz doğum kontrolünü asla kabul etmiyoruz.

“Çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmeyiniz, sizi ve onları biz rızıklandırıyoruz.” (Âyet)

Söyleyen mi yalancıdır, yoksa bu âyeti görmeyen mi yalanlayandır. Burada illet belirtilmiş, açlık korkusu ile çocuk yapmamak olmaz.

Ama başka sebeplerle çocuk yapılmayabilir. Kaliteli insanlara gelinirse; istatistik yapalım, tek çocuk mu hayatta daha başarılıdır, yoksa çok kardeşler mi? Kendi yakın hayatınızda da bunları görürsünüz.

 

YN- İnsan olmak için bu yeterli mi? (s. 99)

SK- Az olmak insan olmak için yeterli mi? Yani, para insanı kaliteli insan mı yapıyor? Madem öyledir de neden İmam-Hatip Okullarını kapatıyorlar? Bırakalım isteyen Kur’an okusun, bırakalım insanlar İmam-Hatibe gitsin. Bu arada onlara göre bırakalım da aç kalsınlar ve yok olsunlar.

Ama bırakmazlar, çünkü onların yanında kendileri yok olur.

İmam-Hatibe gidenler yoksulların çocuklarıdır. Askere gidenler yoksulların çocuklarıdır.

 

YN- İslâm dini siyasilerin tam tersini söylüyor. (s. 99)

SK- Evet, İslâm dini kimi siyasilerin tam tersini söylüyor… Saldıran savunmaya dayanmalıdır...

 

YN- Kur’an insanların çokluğuyla yarışmayı doğru bulmaz. (s. 99)

SK- Kabilelerin dinlerin sayılarını artırarak başkalarına galip gelmeyi düşünmez. Ama Kur’an mü’minlerin artmasını ister, artamaya mani olmaya da şiddetle karşıdır. Benim sayım artsın başkalarını ezeyim demek elbette günahtır. Ama sayım artsın, daha çok hayır yapayım demek emirdir. Kur’an; “Hayır da musaraat ediniz (yarışınız).” diyor; “Evlendiriniz.” diyerek nüfusun çoğalmasını istemektedir. Tek evlenmeyi avletmeyesiniz diye zorunlu kılmaktadır.

Kur’an’ı siz başka, ben başka anlayabilirim. Orası tamam. Ama sizinki doğru veya benimki doğru diye birbirimize dayatma hakkımız yoktur.

Kur’an sayı yarışına karşıdır. Bütün insanların hayırda yarışmasını ister. Bu onların az olmalarını ister demek değildir. Bir şeye sahip olmak başkadır, onunla öğünmek başkadır. Kur’an; “Mal ve benun (evlatlar) dünya hayatının metaıdır.” diyor. Burada bunlara ihtiyaç var diyor.

 

YN- Malthüsçü (Malthusianist) görüşle bakmıyoruz. (s. 100)

SK- Başka ne şekilde bakıyoruz? Eğer mesele kaliteli insan yetiştirme ise bu azlıkta değil çoklukta elde edilir. Çocuk yetiştiren anne babadır. Oysa çocuğu eğiten topluluktur. Öğrenci ne kadar çok olursa onların içinden en iyileri daha çok yetişir. Onlar köstek olmaz, destek olurlar. Kalabalık şehirler ve kalabalık üniversiteler bunun için başarılıdırlar. Sonra merkezî yetiştirme yoktur, herkesin kendi yetiştireni vardır.

 

YN- Açlık sorununu çözmek diğer sorunu çözmüş olmak değildir. (s. 100)

SK- Açlık sorununu topluluk hâlinde çözen topluluklar, helalinden çözen topluluklar, başkalarını sömürmeden çözen topluluklar her sorunu çözebilen topluluklardır.

Başkalarını sömürenler, bir gün sömürdüklerini yok ettiklerini görürler ve bu arada kendileri de onlarla birlikte yok olurlar. Birlikte kazanmayı, birlikte paylaşmayı ve birlikte yaşamayı bilmeyenler birlikte yok olurlar.

 

YN- Nüfus çokluğundan yakınıyoruz. (s. 100)

SK- Yakınan kim? İnkıraz etmekte olan Avrupalılar yakınıyorlar. Onlar ölüyor diye bizim de ölümümüzü istiyorlar. Paralı âlemler ve şamata yaparak nüfus kontrolüne zorluyorlar. Nüfus kontrolü yapanlar inkıraz eder, dünya nüfus kontrolü yapmayanlara kalır.

Türkiye için en tehlikeli sorun Kürtlerin on, Türklerin birer çocuk yapmalarıdır. Yapılacak şey Türklerin de on çocuk yapmasıdır. Yapmazlarsa, bir müddet sonra Türkiye’nin resmi dili Kürtçe olur.

Doğum kontrolünü Türkiye’de teşvik etmek demek, Türkiye’yi Avrupalılara teslim etmek demektir. Türkiye’yi Kürtleştirmek demektir.

 

YN- Nüfus artışı nesli bozuyor. (s. 100)

SK- Tam tersine, nüfus artışı nesli güçlü kılıyor. Darwin’in meşhur seleksiyon kanunu bize bunları öğretir. Delilerde bile öyle genler vardır ki, sağlam insanlarda o gen çok azdır. Deliler de evlendirilmelidir ki o genler yok olmasın. Nasıl canlılarda nesil inkırazı sözkonusu ise, insanlarda da gen inkırazı söz konusudur. Bunun tek ilacı herkesi evlendirip mutlaka döl alıp onun genlerini korumaktır.

 

YN- 1900’de 2 milyar 900 milyon olan nüfus 2020’de 10 milyar olacak. (s. 101)

SK- Nüfus eğer besin bulursa artar. Yirminci yüzyıl iki cihan savaşı geçirmesine rağmen nüfusunu artırıyorsa, demek ki insanlık çok besleyici gıda kaynaklarına ulaştı demektir. Sonra insanlık tarihinde sanayide yirminci yüzyılda yapılan evrim kadar bir evrim asla olmamıştır.

1900’larda daha otomobil yeni keşfedildi. Demek ki nüfus arttı, insan zekası de gelişti. Nüfus ile insan kalitesi doğru orantılı artıyor. Kentli diyoruz, kalabalık yerde yaşayana. Zenginlikte de durum budur. Büyük kentler zengindir. Sık nüfus zengindir. Çin’in yoğunluğu Avrupa’dan fazla değildir.

 

YN- Nüfus artışı faciadır. (s. 101)

SK- Neden facia olur? Ekmek bulan yaşar, bulmayan ölür. Zaten hayat budur. Seleksiyon olur, sağlam nesil hayatta kalır.

 

YN- Köyden kente göç durdurulamadı. Dışarıdan göç durdurulamadı. (s. 101)

SK- Köyden kente nüfus göç ediyor çünkü kentte hayat var, kaliteli hayat var.

Dışarıdan Türkiye’ye göç var çünkü Türkiye’de hayat var, kaliteli hayat var.

Sık ormanlar ayakta kalır, seyrek ormanlar yok olup gider. Sık ormanlardaki yeni ağaçların büyümesine izin verilmez, yedek olarak beklerler. Sıklığın bir kritiği vardır. O zamana kadar insanlar göç ederler. O sıklığa ulaşınca göç durur. Daha İstanbul bile o sıklık seviyesine ulaşmadı ki, İstanbul’da hâlâ binalar kaçak da olsa yapılmaya devam ediyor. İstanbul’un nüfusu Türkiye’nin beşte biri. Ama refah yine orada var.

Bunun böyle olduğunu İbni Haldun çok iyi izah etmektedir.

 

YN- Çağdışı yerleşim ve yeşili tahrip sözkonusu. (s. 101)

SK- İnsanların çağdaşlaşmaları için demokratikleşmeleri gerekir. Bu da ancak büyük kentlerde mümkündür. Bundan sonra plan ve projeyi getireceğiz… Ve çağın üstüne çıkacağız…

Türkiye’nin nüfus çokluğu değil nüfus azlığı sorunu vardır. Bu azlığı gidermek de, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal’in yaptığı gibi dışarıdan göç kabul etmekle mümkün olur.

 

*

 

YN- DİRİLİŞ VE DEMOKRASİNİN İLK ŞARTI: LÂİKLİK (s.102)

SK- Ekseriyet demokrasisinde lâiklik olamaz. Çünkü ya ekseriyetin dediği olacak, ya da herkes kendi istediği gibi inanıp yaşayacak. Lâiklik ancak nisbî sistem demokrasisinde yani “Adil Düzen”de olur. Önce herkes kendi istediği gibi yaşayacaktır. Bu lâikliktir. İstediği gibi örgütlenecek ve istediği sosyal gruba katılıp çıkabilecektir. Bu aynı zamanda lâiklik olacaktır. Yani herkesin ocağı ve bucağı var. İstediği bucağa katılır veya ayrılır. Yani kendi inanışına hangi ocak ve bucağı uygun bulursa ona katılır veya ayrılır. Yerinden yönetim olduğu için hem lâiklik hem de demokrasi olur. Çıkan ihtilaflarda eğer ortak hareket etmek gerekiyorsa burada kararı ekseriyet parmağı değil, vekâlet ilkesine göre başkan, veya hakemler verecektir.

Ekseriyet sistemi demokrasi değildir; olsa bile orada lâiklik olmaz.

Altı ok da cumhuriyet ve lâiklikle dengelenmiştir. Ancak mekanizması getirilmemiştir.

Adil Düzen” bu dengenin mekanizmasını getirmektedir.

 

YN- Uygarlık lâik bir hukuk devleti ile gerçekleşir. (s.102)

SK- Lâiklik herkesin kendi istediği gibi yaşamasıdır, başkalarının veya kamunun zarar etmemesi gerekir. Bunu da kişiler değil, hakemlerden oluşan yargı belirler. Buna “hukuk devleti” diyoruz.

 

YN- Lâiklik sosyal devletin olmazsa olmaz rüknüdür. (s.102)

SK- Demokrasi halkın kendi kendisini idare etmesi yani içtihat sistemi ise; lâiklik de düzende bir şeyi suç değilse onun dinî olduğu için suç sayılmaması, yahut suç değilse sırf dinî olduğundan dolayı suç olmaktan çıkarılmasıdır. İçtihat demokrasinin ayrılmaz bütünüdür. Ekseriyet demokrasisine zıttır.

 

YN- Laisizm dinsel hukuk veya etkiden bağımsız yönetimdir. (s.102)

SK- Lâiklik bütün dinlerin hukuk ve sistemlerinden etkilenerek oluşmuş dinlerden bağımsız ama onlarla dengeli bir yönetim sistemdir. Birbirinden etkilenmeyen sosyal müesseseler topluluğu yok eder. Zaten sermaye lâikliği bu amaçla böyle çarpık tanımlamıştır. Çünkü Hıristiyan uygarlığını yıkmak istiyordu.

 

YN- Lâiklik ruhban sınıfını yönetimden ve eğitimden uzak tutmaktır. (s.103)

SK- Lâiklik ruhban sınıfını ilmî, meslekî veya siyasî eğitimden uzak tutmak, yönetimde de ilim, din, siyaset ve ekonomide ona hükmetme imtiyazını tanımamaktır.

 

YN- Lâiklik kişinin özel dünyasına kamunun müdahalesi anlamına gelmez. (s.103)

SK- Yerinden yönetim sistemi, içtihat sistemi, kamuya kişinin özel yaşayışına müdahale hakkını tanımaz. Suçlu da olsa onun meskenine girilemez.

 

YN- Lâiklik devlet-din ayırımının ötesinde İslâm’a karşı bir kurum hâline getirildi. (s.103)

SK- Lâiklik devletle dini birbirinden ayırmaz. Devlet içinde din de bir kurum olarak vardır. Ne var ki çoklu sistem içinde devlet bütün dinlere eşit yakınlıktadır.

 

YN- Lâiklik din gibi gösterilip ya İslâm ya lâiklik denmiştir. (s.103)

SK- Oysa lâiklik İslâm ile var olmuştur. İlk lâik düzen Tevrat’la başlamıştır. Tevrat sadece şeriat kitabı olduğu için cennet ve cehennemden hiç bahsetmez. Dini işler Harun Peygambere aittir. Yahudiler yabancıları dinlerine almadıklarından kendiliğinden lâiklik çıktı. Hazreti İsa ise lâikliği kralınkini krala vermekle tanımlamıştır. Kuvvetler ayrılığını getirmiştir.

Lâikliği bütün sistemi ile Kur’an getirdi. Ne var ki sonraları içtihat kapısı kapandığı gibi lâiklik de sınırlandırıldı. Cumhuriyet döneminde lâiklik İslâmiyet ayrılığı varmış gibi göründü. Kur’an lâikliği temennilerle değil müesseselerle vazetmiştir. Cizye siyasi bir vergidir. Din ile bir alâkası yoktur.

 

YN- İslâm dünyevileşmeyi yasaklamaz. (s.104)

SK- Bütün dinler âhiret inancı ile kişilerin ve toplulukların dünyalarını düzenler. Âhiret dünyadaki başarının ikramiyesidir. Kur’an’a uyan topluluklar dünyada ücretlerini alırlar.

 

YN- Kur’an takvalığı kamusal alandan çıkarmıştır. (s.104)

SK- Kimse muttaki olduğu için topluluk içinde bir imtiyaza sahip değildir. Çünkü toplulukta kişilere değil davranışlara karşılık verilir. Kim yaparsa yapsın suçlu ise ceza verilir, hem de aynı ceza verilir. Ücret de öyledir. Adamın iyi ve kötü olmasına âhirette karar verilecektir.

 

YN- Takvalık kamusal alanda bir üstünlük sağlamaz. (s.104)

SK- Sağlamaz, çünkü hükümler kişilere değil davranışlaradır.

Kimin muttaki olduğunu da Allah’tan başka hiç kimse bilemez.

 

YN- Lâiklik, dinin devlete hakim olmasını önlemesidir. (s.104)

SK- Evet, lâiklik kuvvetlerden birinin; din, ilim, yürütme ve yönetimden birinin; bu arada dinin diğer kuvvetlere hakim olmaması demektir. Biz lâikliği böyle tanımlıyoruz. Buna “kuvvetler ayrılığı” değil de, “kuvvetler dengesi/ muvazene-i kuvva” diyoruz.

 

YN- Kur’an insanı hükmetmeden dışlamaz. (s.104)

SK- İnsan Müslim olsun kâfir olsun yeryüzünde Allah’ın halifesidir. O’nun adına içtihat yapar ve şeriatı koyar, sonra da O’nun kulu olarak amel eder. Allah bu haklarını da topluluğa devreder. Kişi topluluk adına karar alır ve sonra onun ferdi olarak onu icra eder.

Lâik düşünce ile İslâmî düşünce arasında pratikte fark yoktur. Lâik düşüncede kendi adına düşünür, İslâm’da Allah adına düşünür; her ikisine göre de sonuçta düşüncesine göre amel eder. Bu sebepledir ki mü’minler mü’min olmayanlarla da uzlaşarak ortak devlet kurabilmektedirler.

 

YN- Allah’ın indirdiğini fıkıh kuralları ve din kuraları ile eşitlerler. (s.105)

SK- Allah’ın indirdiği fıkıh kurallarıdır. İçtihat ile sabit olanlardır. İnsanın kendi anlayışıdır. Ancak herkesin kendi fıkhı, toplulukların da sözleşmeleri vardır.

Yanlış olan içtihadı kaldırmak ve insanları Ebu Hanife’nin içtihatlarına mahkum etmektir. Bu şirktir. Bu Ebu Hanife’nin fıkhının Kur’an emri olmadığı anlamına gelmez. Kur’an emridir ama onun için.

 

YN- Allah’ın indirdiği akıldır. (s.105)

SK- Akıl nasıl yapılacağını bilir ama ne yapılacağını bilmez. İnsanı da kesebilir, ineğin kesilmesini de yasaklayabilir. Ama akıl Allah’ın indirdiğidir, yani kaynaktır.

 

YN- Vahiy. (s.105)

SK- Vahiy, gelen kitaplar ve ilhamlardır. Akıl ile onun vahiy olduğu bilinir. İlim ile bilinir. Ancak bilindikten sonra artık aklın ulaşamadığı cennet ve cehennem gibi konularda da bilgi verir. Neyin yapılması gerektiğin bildirir.

 

YN- Yaratılış Kanunları. (Sünnetullah). (s.105)

SK- Bu kanunlar da akılla bilinir. Vahiy de yardımcı olur. Seziler yani hisler olmadan ilim olmaz.

 

YN- Bilim. (s.105)

SK- Bilim tabiî ve sosyal kanunlardır. Yaşanmış hayattır, yararlanma tekniğidir. Hikmetleri ile ileriyi görmedir.

 

YN- Mârûf. (s.105)

SK- Mârûf, anlaşmalarla ve sözleşmelerle ortaya çıkan kurallardır. Kanunlardır. Allah’ın indirdiği bunlardır. Bunlara da “fıkıh” denir. Kur’an değişmeyecek ama Kur’an’a dayalı fıkıh daima evrimleşecektir, yani değişecektir.

 

YN- Akıl vahiyden öncedir, daha geneldir. (s.105)

SK- Bunun böyle olduğu tam olarak söylenemez.

Sezi de vahiy olduğuna göre, akılla vahiy birlikte evrimleşmişlerdir. Biri diğerinden önce veya sonra değildir. Genelde değildir. Fıkıhçılar buna makul ve menkul akıl demektedirler.

 

YN- Lâiklik birinci derecede önemlidir. (s.105)

SK- Lâikliği de Allah indirmiştir. Tarihî evrim Lâikliği getirmiştir. Bunları hep ilâhî kitaplar yapmıştır. Kur’an’ın temel dayanağı lâikliktir. Kur’an anayasa değildir. Kur’an yasaların nasıl yapılacağını öğreten kitaptır. Kur’an, Kur’an’a inanmayanlarla ilişkiyi kesmeyi değil, imtisal olmadan (onları örnek almadan) onlarla birlik kurmanın hükümlerini getirir. Zaten “İslâm” demek “barış” demektir. Herkesin kendi dininde birlikte olması demektir. Başka bir ifade ile lâikliktir.

 

YN- Lâiklik yeni yasa yapmanın güvencesidir. (s.105)

SK- Yani, lâiklik içtihat ve icmaların sürmesi demektir. Onun için diyoruz ki, lâiklik yalnız İslâmiyet’te vardır. Hükümdarlara kanun yapma yetkisini vermeyen, başkasının içtihadı ile hareketi haram sayan bir din lâik değil de nedir? Yahut başka türlü nasıl lâiklik olacaktır?

Bundan daha üstün bir mekanizma varsa getirsinler, biz ona uyalım.

 

YN- Kur’an’la teokrasi bitmiştir. Yani lâik yönetim vardır. (s.106)

SK- Evet, Kur’an’la içtihat ve icma sistemi gelmiş, artık kişi yönetimi tarih olmuştur. Zaten fıkıh sadece bu içtihat sistemini geliştirme çabasıdır. Fıkıhçılar bize Usûlü Fıkhı bıraktılar, fıkhı değil.

 

YN- Kur’an devlet şeklinden söz etmez, bey’at ve şûradan bahseder. (s.106)

SK- Bu söz de söylenen moda sözlerdendir. Kur’an namazdan da bahsetmez.

Kur’an “Allah” deyince topluluğu, onu temsil eden şûrayı; “Resul”den bahsedince de başkanı kasteder. “Vezir” bakanı ifade eder.

Kur’an baştan sonuna kadar devletin yapısından bahseder. Ama burada icma ve içtihatlardan bahseder. Yargıdan bahseder. Kur’an devletin her konusu ile ilgilenir.

Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” böyle hazırlandı. Kur’an’a dayandırılmayacak hiçbir hüküm yoktur. Varsa, derhal çıkarılmalıdır. Aykırı olan hüküm demiyorum, âyete dayanmayan hüküm diyorum.

Benim sıkı mu’terizlere (itirazcılara) ihtiyacım var. Biri ilimden delil isteyecek, diğeri Kur’an’dan.

Dergi”nin çıkarılansını, “parti”nin kurulmasını bunun için istiyorum.

 

YN- Allah’ın vekili sıfatıyla hareket eden devir kapanmalıdır. (s.106)

SK- Burada ters ifade var. Herkes Allah’ın halifesi olarak hareket eder. Ama kimse başkasına Allah adına hükmedemez. Başkan emri verir. Görevli emri Allah ona itaati emrettiği için dinler. Emri yerine getirirken emredene göre değil, içtihadına göre Allah’a doğrudan uyar. Sonunda başkana karşı değil, Allah’a karşı sorumlu olur. Bu da bağımsız yargıdır. Hakemlerden oluşur.

Kişi hakemini kendisi seçer. Baş hakem de hakemi tarafından seçilir. Kimsenin başkası adına karar verme yetkisi yoktur. Mezheplerde ittiba var, itaat yok. Yani, kimse emretmez, sadece kişi onun daha iyi bildiğini kabul ederek onun dediğini kendi içtihadı kabul eder.

 

YN- Lâiklik olmadan demokrasi olmaz. (s.106)

SK- İçtihat demokrasisi olmadan demokrasi de, lâiklik de yoktur. “Adil Düzen” bunun adıdır.

 

*

 

YN- İNSAN HAKLARI MESELESİ (s.107)

SK- Batı’da Roma Hukukuna göre insanın herhangi bir hakkı yoktur.

Haklar vatandaş olmakla doğar. Nasıl bir derneğe, bir kulübe kayıtlı olmadığında seni aralarına almazlarsa, o kulüp içinde bir hakkın yoksa; insanlık içinde de eğer bir devletin vatandaşı değilsen o zaman senin bir hakkın yoktur. Sadece eğer Birleşmiş Milletlere üye isen, Birleşmiş Milletlerin üyeleri içinde Birleşmiş Milletler’in bahşettiği insan hakları vardır.

Oysa İslâmiyet ve Anayasamızda, her insanın insan olması nedeniyle vazgeçilmez, devredilmez, doğal hakları vardır. Bu hak Fıkha göre adam olmadan yani 23 çift insan geni taşımış olmaktan gelir.

Bu haklar dört temele dayanır:

a) Akraba olmaktan doğan haklardır. Kimse kimseyi kardeş yapamaz, kardeşlikten de reddedemez. Bunlar asla değişmez haklardır.

b) Komşuluktan doğan haklardır. Bunlar orasını terk etmekle onlara karşı değişebilir. Ancak orada oturdukça o hakları kullanmak zorundadır. Mesela, kimse komşusunu muhatap almaktan kaçmaz. Her insan mahkemede başka insanı muhatap almak zorundadır.

c) Emekten doğan haklar. Herkes emeğiyle ürettiği malın sahibidir. Yakınlıktan farkı, yakınlıkta devretme yoktur. Bunda bu hakları devredebilir.  

d) Sözleşmeden doğan haklardır. Herkes kendi sözünden sorumludur.

İslâm hukukunda devlet olmadan da hukuk vardır. Niza hâlinde taraflar birer hakem seçerler, hakemler de baş hakem seçerler. Baş hakemin verdiği karar kesindir. Bunun devletle ilgisi yoktur. Devlet bu hakları korumakla yükümlüdür, bu hakların vericisi değildir. Onun için devlet şeriatı üretmez, şeriatı icra eder.

Batı’da ise devlet hakların kaynağıdır. Kişilere o hakları tanıdığı için devlet vardır. İşte onun çıkmazını kapatmak için Birleşmiş Milletler ve Avrupa kendilerine göre insan hakları üretmektedir. Bunlar zaten İslâm’da vardır. Bunlar kadın hakları, çocuk hakları gibi saçmalıklarla doludur. Kadının insan olarak hakları vardır. Çocuğun da insan olarak doğal hakları vardır.

 

YN- İnsan hakları ulusların iç meselesi olmaktan çıkarılmıştır. (s.107)

SK- İslâmiyet’te kamu yönetimi vardır. Bu her bucakta o bucağın kamu düzeni içindir. Kendi icmaları ile oluşur. Kamu hukuku oraya mahsustur. Bucaklar arası, iller arası, ülkeler arası da kamu hukuku oluşur. Özel hukuk ise içtihatlardan oluşur. Hukuk ekolleri vardır. Kişi hangi hukuku benimserse dünyanın her yerinde o hukuk uygulanır.

Adil Düzen”de bir ülke halkına uygulanacak özel hukuk yoktur. İstediği gibi alır, satar ve istediği gibi evlenir. Yani, özel hukukun tamamı uluslararasında geçerlidir.

Burada bir konu var; ya kişi yöneticilerden zulüm görürse, kamu hukuku adına kendisinin özel hukukuna dokunulursa, onun hakkı nasıl korunacaktır? Herkes bucağından ayrılma hakkına sahiptir. Çıkışa izin vermemek savaş sebebidir. Çıktıktan sonra o bucakla ilişki özel hukuk kuralları içindedir. Hakemlere giderek kişi hakkını ister. Ama orada kaldıkça kamuya karşı dış denetimi isteyemez.

 

YN- İnsan hakları uluslararası platformda sağlamlaştırılmalıdır. (s.107)

SK- Kişi kendi hakkını araması için ilçesi dışına çıkacak, bir bucak onu kabul etmiş olacaktır. O zaman bucağı aleyhine dava açabilir. İl mahkemeleri bakar. Bölgesi dışına çıkarsa ülke mahkemeleri bakar, kıtasını değiştirirse insanlık mahkemeleri davasına bakar.

Hicret etmezse dava açamaz. Yalnız dayanışma ortaklığı isterse soruşturmacılar veya hakemler aleyhine dava açabilir. Bu davaların sayıları sınırlıdır. Kazanırsa, davalıdan değil, hakemlerin akilesinden (dayanışma ortaklığından) hakkını alır.

 

YN- HYH insan haklarının korunansını temel siyaset kabul eder. (s.107)

SK- İnsanın bucakta ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortakları vardır. Bu dayanışma il, ülke ve insanlığa kadar genişler. Dayanışma ortaklıklarının temel görevi kişi haklarını korumadır. Hissî ve sanat haklarını dinî; fikrî ve yayın haklarını ilmî; amelî ve emek haklarını meslekî; siyasî ve yaşama haklarını siyasî dayanışma ortaklıkları korur. Bunlar aynı zamanda sigorta kuruluşlarıdır. Karşı tarafa tazminat ödenmesi gerektiğinde bunlar tazmin eder.

 

YN- Türkiye’de insan siyasette bozulmuştur. (s.107)

SK- Türkiye’nin iki kurumu vardır: Ordu ve siyaset. Bunların ikisi çatıştırılıp ikisinin de bozulması isteniyor. Türkiye kadar ulvî ve demokratik siyaset başka hiçbir ülkede yoktur.

Batı dünyasında siyaset ve partiler çıkarlar kulübüdür. Partiler. Türkiye’de ise partiler inanç kulübüdür. Herkes fedakârlık yaparak partisini yaşatır.

İktidardakiler bozulmaya başladı. Siyasilerin işi ahlâkı düzeltmek değildir. O dinlerin işidir.

Siyasilerin işi düzeni düzeltmektir. Siyasetçi her türlü kötülüğün kaynağını düzende bulur. Ona göre kötü insan yoktur, kötü düzen vardır. Din adamı için de mesele bunun tersidir. Bunlar arasındaki denge toplulukta dengeyi oluşturur.

 

YN- Bozulmanın göstergeleri vardır. (s.107)

SK- Sosyal olaylarda daima göstergeleri yakalamak gerekir. Isı her zaman vardır, ama termometrenin bulunmasından sonra ölçülmeye başlanmıştır. Isı makineleri yapıldı. Siyasetçi hep bu göstergeleri arar.

 

YN- Aklın işletilmemesi, göstergelerden biridir. (s.107)

SK- Bunun ölçüsü yoktur. Çünkü bunu nasıl ölçeceğiz?

 

YN- İmanın ipotek altına alınması. (s.107)

SK- Bunun da ölçüsü yoktur. İpotek altında olduğunu nereden bileceğiz?

 

YN- Emeğin sömürülmesi meselesi. (s.107)

SK- Bunun ölçüsü vardır. Servet dağılımı ile ölçülür. Orta sınıf çökmüşse, borçlu alacaklı kalmışsa, orada insan hakları çiğneniyor demektir. Bunu dağılım matematiği içinde çözebiliriz.

 

YN-Gelir dağılımındaki dengesizlik meselesi. (s.107)

SK- Biri tüketimdeki dengesizliktir. Diğeri üretimdeki dengesizliktir. Bu ne demektir? Kişi eğer istediği işte istediği şekilde çalışamıyorsa insan hakkı çiğneniyor demektir. İşçilik sistemi köleliktir.

Adil Düzen” öyle bir sistem getirmiştir ki, kişi keyfî olarak çalışır. Mesela, emeklilik kişinin isteğine tâbidir. İşe gelmediği gün emekli maaşını alır, işe geldiği gün de çalışma kredisi alır. İşe gelmediğinde zarar verirse akilesi (dayanışma ortaklığı) bu zararı öder.

 

YN-Akıl sloganlara, din yedek ilahlara, ekonomi ideolojik vurgunlara dönüşmüş. (s.108)

SK- Eğer bir toplulukta geçek din yoksa yerini şirk alır. Gerçek dinin tesisi için sermayenin sömürüsünden, idarenin vesayetinden dini kurtarmalıyız. Kişi cemaat buldu mu onu kooperatif finanse edecektir. Ahlâki eğitimdeki başarı nisbetinde onu destekleyeceğiz. Nasıl bileceğiz? Cemaatinin az suç işlemesiyle.

 

YN- Sosyal devlet , sosyal adalet kâğıt üzerinde kalmıştır. (s.108)

SK- Çünkü faizli bankalar krediyi zenginlere ve serveti olanlara veriyor. Onlar için ekonomik tekel oluşturuyor. Yoksa faizi ödeyemez. Halk işsiz ve aç kalıyor. Can derdine düşen halk artık her şeyini kaybediyor.

 

YN- Haklar insana verilmelidir. (s.108)

SK- Haklara “Marş, marş!” dersek gitmiyorlar. Onun mekanizmasını oluşturmamız gerekir. Adil yasalar yapsak yetmez. Tarafsız yargı sistemi gerekir, adil yargı sistemi gerekir. O zaman adalet olacaktır.

İnsan tarafsız olamaz. İnsan adil ama taraflıdır. Bazı yerlerde bazı kimseleri tarafsız bulabilirsiniz. Hakem taraflı olacak, sadece baş hakem tarafsız olacaktır.

 

YN- Batıda çifte standart vardır. İnsan kakları onları pek ilgilendirmiyor. (s.108)

SK- Batı İslâmiyet’i almış, sonra onu bırakarak sermayenin emrine vermiştir.

Batı’da ekseriyet sistemi vardır. Ekseriyet sistemi nedir? Zenginlerin halkın oyunu alması demektir. Kimin daha çok zengin olduğunun ortaya çıkması demektir. Eğer ekseriyet onda ise o zaman orada demokrasi vardır. Ekseriyet kaybedince de siyaset kötüdür. O zaman kime söz geçiriyorsa onun yönetimi iyidir. Orduya söz geçiriyorsa, onun yönetimi iyidir. Yargıya söz geçiriyorsa, onun yönetimi iyidir. Odalara (meslek odaları) söz geçiriyorsa, onun yönetimi iyidir. Üniversiteye söz geçiriyorsa, onun yönetimi iyidir.

Bunlar dışında daha pek çok adaylar var. Mesela baro var. Devlet başkanı başta. Söz geçiremezse anayasa fırlatılıyor ve kriz oluyor. Bunları dengeleyecek tek müessese vardır; tarafların seçtiği hakemlerden oluşan yargı. Bu iktidarın dağılması demektir. Yani artık sözü geçirme yetkisinin kalmaması demektir. Yerinden bucak yönetimi de bunun sigortasıdır.

 

YN- İslâm dünyasında kadına yapılan zulümlerden söz edilmiyor. (s.109)

SK- Yine yanlış bilgi var. Dünyanın her yerinde her türlü suç işlenir. Ancak o suçlar kötü görülür. Oysa rüşvet adam öldürmeyi kötü görmez. Türk ailesinde karı koca arasında denge kurulmuştur. Onun içindir ki ülkemizde diğer ülkelere nazaran en az boşanma vardır.

Batlılaşmış ailelerde boşanma çoğalmıştır. Modern Batı özentisi içinde olan Müslümanlarda boşanma artmaktadır. Bununla beraber tarım dönemi aile tipi artık kalkmıştır.

İçtihatlar yeni şeriatı üretecektir. Erkeğin, kadının ve çocuğun hakkını verecektir.

 

YN- Türkiye’de ana dille ibadet engelleniyor. (s.109)

SK- Kim engelliyor? Dinler engelliyor. İslâmiyet’te olsun olmasın. O adamın din anlayışı o ise bizim ona karışma hakkımız yok. Evet, Türkiye’de devlet halkın ibadet yapmasını engelliyor. Diyanet İşleri büyük zulümdür. Lâikliğe aykırıdır. O engelliyor. Doğru ama tarikatlar da engelliyorsa onların hakkı.

Yaşar Bey Diyanet hakkında gerçek tavrını koyuyor mu?

 

YN- Türkiye’de ibadetler ana dilde yapılamıyor. (s.109)

SK- Çok ifade yanlıştır. Bizim memleketimizde halk Gürcüce konuşur, ama camide bir tek kelimeyi bile Gürcüce söylemez. Türkçe vaaz edilir, Türkçe hutbe okunur, Türkçe ibadet edilir. Bu yasak olmasından değil, onların dillerinin buna müsait olmamasındandır. İbadet fikrî değildir, hissîdir.

İnsanların ibadetlerine karışmayalım. Cem evlerinde Türkçe ibadet ediliyor. Nurcular Türkçe ibadet yapıyor. Sorun olmayanları sorun hâline getirirsek sonra sorunlar çözümsüz kalır. İbadet siyasilerin sorunu değildir. Sadece hürriyetleri sorundur.

 

YN- Kadın hakları ihlal ediliyor. (s.109)

SK- Kadın hakkı diye bir hak yoktur. Kadının insan hakkı vardır. Türkiye’de en az bu hak ihlâl ediliyor. Yeniden düzenlemişiz ki ihlâl edildiğini iddia edelim. Evli kadının başka erkeklerle hamile iken zina etmesine izin veren bir düzende hangi hak ihlâl edilmiş oluyor. Kocadan nafaka alacak, başkasıyla yatacak! Bu ne biçim anlayış, bu ne biçim akıl?!.

 

YN- Arap cahiliye örfleri dinleştirilmiştir. (s.109)

SK- Fıkhın oluşmasında recm cezası, üç talakla boşama, kadının boşaması gibi aykırı hükümler vardır.

Ancak Türk kadınının bugünkü statüsü daha çok Türk örfünden gelmektedir. Ekonomik ve sosyal yaşantının sonucudur. Mesela, Doğu Karadeniz’de erkeğin yük sepetini yüklenmesi ayıptır. Kadın yük yüklenir, erkek silahlı olarak önden gider. Niçin? Çünkü bölgede güvenlik yok, cahiliye dönemi kabile dengesi var.

Erkek sepet yüklenirse, ilk çatışmada kadın da ölür erkek de.

Uzaktan oynamak kolaydır.

 

YN- İslâm dünyasında kadına yapılan Batı dünyasında işkence mahiyetindedir. (s. 110)

SK- Evet, mesela çok kadınla evlenme öyledir. AIDSli kadınlarla cinsi ilişki kurup ailesini mahvetme insan hakkıdır! Kadına işkence değildir! Ama imam nikahı yapma işkencedir!..

Bizim bu mantığı onaylamamız mümkün değildir.

 

YN- Batı dinin insan hakları ihlallerine seyirci kalıyor. (s. 110)

SK- “Din, din, din!” diye diye, “din” diye bir şey bırakmadı ki! Batı dünyasında bütün dinler kötü sayılmış ve yıkılmıştır. Toplumdaki görevlerini ve fonksiyonlarını yapamaz olmuşlardır.

İslâmiyet henüz çökertilemedi. İslâm ailesi çökertilemedi. Bundan dolayı savaş bunlara karşı açılmıştır.

İşte zina bunun en belirgin ifadesidir, en belirgin göstergesidir. Yani, gelsin namazımıza, yatak odamıza da mı karışsın?.. Daha ne yapsın?!. Her gün bütün basın ve yayınla, okul ve reklamlarla dinimizi de, ailemizi de payimal etmek için savaş açmış!.. Daha ne yapsın?!

Gerçekten, bizim bu mantığı kavramamız mümkün değildir.

 

YN- Kopenhag Kriterlerinde kadın hakları konmamıştır. (s. 110)

SK- Kopenhag Kriterlerine konmadı ama sonra zina ibadet hâline getirildi!..

Gerçekten merak ediyorum. Kadınlar için ne konacaktır? Kadınlara okumak mı yasak, çalışmak mı yasak, siyaset yapmak mı yasak?..

Askere alınmadıkları halde erkeklere verilen hiçbir hak kadınlardan esirgenmemiştir.

Bu kadınların suçu medeni nikahı yaptırmış olmalarıdır. Yaptırmadan zina hayatı ile yaşasalar tebcil edilecekler, takdis edilecekler! Hakları korunacak!..

İstenen evliliğin yani toplumun temel direği olan evlilik müessesesinin yok edilmesi midir?!.

 

YN- Kadın dinci siyasetin, neoliberalizmin malzemesi hâlindedir. (s. 110)

SK- Türk kadını derin bir savaş verdi. Belki yüz senedir iffetine yapılan saldırıyı namusuyla atlattı. Şimdi de başörtüsü savaşını vermektedir. Bunu da kazanacaktır.

Türk kadını Batı tipi kısır sokak kadını olmayacaktır. Okuyacak, iş yapacak, ama iffetli kalacaktır.

Allah’a inanan herkes, insan olan herkes Türk kadınının bu savaşını desteklemiştir.

Etlerin teşhiri bir hürriyetse, hepimiz çıplak olarak sokaklarda dolaşalım!..

 

YN- Türkiye’deki kadının durumuna AB demokrasisi izin vermez. (s. 110)

SK- O kadın huzursuz olsa on çocuk doğurmaz. Onların kokular sürünüp sokaklarda dolaşmaya vakitleri yoktur. Onlar Allah’a on kul yetiştiriyorlar. Bir kulu ihya bile bütün insanları ihya gibidir.

Ben şefaate inanmıyorum; ama inansaydım onlardan şefaat yani kadınlardan dilerdim.

İffetlerini koruyor, bu arada on çocuk yetiştirecek kadar sabır ve sebat gösteriyorlar.

Bir çocukla yetinip tatminsizlikten başka koca arayan kadınların ülkesine asla özenmiyorum.

 

*

 

YN- TARIM VE HAYVANCLIĞIMIZIN DURUMU (s. 111)

SK- İnsanlar “göçebe dönemi”nden “tarım dönemi”ne geçtiklerinde “göçebe hukuku” yeterli olmadı. Peygamberlerin tebliği işe yaramadı. Nuh Tufanı oldu da insanlar yerleşik düzene öylece geçebildiler.

Bugün “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçilmektedir. Bu geçiş döneminde tarım dönemi hukuku bir işe yaramamaktadır. Tarım sorunu bütün dünyanın sorunudur.

Tarım konusunda “Adil Düzen” yepyeni projeler üretmiştir.

  1. Tarım imarı yapılacaktır. Araziler harmanlanacak, yeniden parsellenecek ve her parselde ne yapılacağı, ne ekileceği belirlenecektir. Parseller arsa sahiplerine değişmiş yerler olarak bölüştürülecektir. Nasıl şehirlerde imarsız inşaat yapamıyorsan, nasıl mühendis ve kalfasız inşaat yapamıyorsan, tarlalar da ancak mühendis ve kalfaların kontrolünde tarım imarında gösterilen şekilde işletilecektir.
  2. Ekim gelişi güzel olmayacak, “selem senedi” ile yapılacaktır. Tarlayı ekecek, ona mamulün senedi verilecek, o tarla ekilmeden ürün tüccara satılacak. Onu halka satarak sipariş alacaktır. Böylece halkın ihtiyaç ve isteğine göre ekim yapılacaktır. Yani, halkın genel planlaması ile yapılacaktır. Fiyatlara müdahale yok. Kimin ne ekeceği bilinmeyecek ama toplam ekim planlama ile yapılacak. Mikroda serbestlik, makroda plan.
  3. Tarım aile tarımı büyüklüğünde yapılacaktır, büyük çiftlikler oluşmayacaktır. Ancak tarım kentlerinde ihtiyari işyerleri açılacaktır. Yani, boş kaldığında çalışmak üzere işyerleri açılacaktır. Köylülerin boş zamanları bu sanayi yerlerinde değerlendirilecek ve ek gelir temin edilecektir.
  4. Gerek insan gerek eşya taşımacılığı bedava olacaktır. Yani, kişi ürettiği malı istediği her yere bedelsiz gönderebilecektir. Bedelsiz binip seyahat edebilecektir. Telefon görüşmeleri bedava olacaktır. Bunların giderleri üretimden alınan payla karşılanacaktır. Böylece köyde oturma ve tarım yapma kârlı hâle getirilecektir. Faizsiz sanayi kredisi onun için sübvansiyon olduğu gibi, taşımacılığın bedava yapılması da tarımın sübvanse edilmesi demektir. Yolu sanayiye şarj etmiş oluyoruz.

 

YN- Türkiye’yi yeniden beslenmede yeterli ülke hâline getirmeliyiz. (s. 111)

SK- Yeryüzünde arazi sınırlıdır. İnsanlar güneşten gelen enerji ile yaşıyorlar. Bitkiler ve hayvanlar bu enerjilerin deposudur. Bir tarla ekilmemiş olarak kaldığı zaman, bu durum yalnız tarla sahibine zarar değildir; aynı zamanda o ülkeye ve bütün insanlığa zarardır. Bu sebeple tarla sahiplerinin yani tarım kesiminin desteklenmesi gerekir. Her yer ekilmelidir.

Ancak kişiye nakit ödeme yapılmasından ziyade aşağıdaki şekilde desteklenecektir.

  1. Tarım ürünlerinin taşınması bedava olacak, yol ve araç masrafları sanayi mallarına yüklenecektir.
  2. Tarım ürünlerinde vergi üründen pay olarak onda bir oranında alınacaktır. Buna karşılık su, gübre ve ilaç kamuca sağlanacak ve bedava verilecektir.
  3. Elektrik bedava verilecektir.
  4. Tarım ürünlerine devlet ofisler yapacak ve karşılıksız olarak depolayacaktır.
  5. Sanayi ürünlerinden beşte bir alındığı halde, tarım ürünlerinden onda bir vergi alınacaktır.
  6. Faizsiz olarak verilen tarım kredileri miktar olarak sanayiciye verilenin iki misli olacaktır. Bu miktar köy kalkınmasında değerlendirilmiş olacaktır.

 

YN- Son çeyrek yüzyıldır tarım eziliyor. (s. 111)

SK- Besinleri yeterli olan ülkeler ablukaya alınamıyor, ambargo uygulanamıyor, savaşsız çökertilemiyor. Bu sebepledir ki tekel sermaye ülkelerin kamu işletmelerini ve tarımı çökertmekle meşguldür.

Yine bu sebepledir ki tarım kentlerinin kuruluşunda askerleri devreye sokmak istiyoruz. Askerlere arazi verilecek, er verilecek. Askerlik kısmen uzatılarak bu sağlanır. “Tarım Kent Projesi” verilecek. Tarım kent yerli imkânlarla oluşacaktır.

Karadeniz’de ahşap evler yapılacak, İç Anadolu’da kerpiç evler yapılacak; zelzeleye dayanıklı evler o teknolojide yapılacaktır. Kerpiç evler döşeme beton olursa betonarmeden daha çok zelzeleye karşı dayanıklıdır. Ordu köy sanayisini öyle planlayacaktır ki, savaşta ülkemiz kendi ihtiyacını kendisi giderebilsin.

 

YN- Tarım araştırma merkezleri kapatılıyor. (s. 111)

SK- DPT’ye bağlı olarak ülkemizdeki on iki bölgemizin merkezlerinde birer araştırma merkezi kurulmalıdır. DPT’ye tahsisat verilmek suretiyle üniversiteler bu konularda çalıştırılmalıdır. On bin nüfuslu tarım kentlerinin merkezinde bölge araştırma merkezine bağlı olmak üzere “Araştırma ve Planlama Merkezi” kurulmalıdır.

Her yerin planlaması tamamen farklıdır.

Şimdilik biz bunları kooperatiflere yaptıracağız.

Kuvva-yı milliye, devlet bu işe el atıncaya kadar bu işi yüklenmek zorundadır.

 

YN- 1980’den sonra suni gıdalar ithal etmeye başladık. (s. 111)

SK- Zeytinyağımızı satıyoruz, aynı kalitede margarin yağ ithal ediyoruz!..

Tekel sermaye halkın elinden mamulünü almıyor, değerlendirmiyor, ithal mallarını ikame ediyor!..

Mala-Mal Marketleri”nde ise halk kendi mallarını ucuz satacak ve alacaktır. Fahiş aracı kârı serbest rekabet içinde yok edilecektir. Mala-Mal Marketleri bu sorunu çözecektir.

 

YN- Cenevre Toplantısı teyit etti ki, tarımımız ayakta kalma şansını yitirdi. (s. 112)

SK- Uygulatırlar, bozarlar… Daha sonra bozuktur deyip daha çok borçlandırıp bozarlar!..

Yani, biz bir taraftan tarımımızı bozduruyoruz, diğer taraftan da bunun için borçlanıyoruz!..

 

YN- Bizden tarımda gümrüğün kaldırılmasını, ithalat ve ihracattaki sübvansiyonun düşürülmesini istemektedirler. (s. 112)

SK- Ekonominin onda dokuzu ticarettir. Şöyle ki, bir Erzurumlu serada zeytin yetiştirebilir. Ama kilosu 100 saate yani 100 dolara mâl olur. Oysa İzmir’de zeytinin kilosu 1 dolara mâl olur. Oysa Erzurum’da et 5 dolara, İzmir’de 10 dolara mâl olur. Mübadele yapıldığı zaman aynı İzmirli zeytini etle değiştirdiği zaman her iki mal karşılıklı olarak Erzurumluya da İzmirliye de en düşük fiyatla mâl edilmiş olur. Erzurumlu zeytini 1 dolara, İzmirli de yarım dolara yer.

Bu durum uluslararasında da böyledir.

Gümrükler bu mübadeleyi frenleyen birer barajdır. Bunun sonunda hem Avrupa’da üretim az olur, hem de Türkiye’de üretim az olur. Dolayısıyla her iki taraftaki devletlerin de geliri azalır.

Peki, bu durumda gümrüklerin kime kârı vardır?

Gümrüklerin uygulamasında tekel sermayenin kârı vardır. Bu mübadeleden doğan rantı sermaye sadece kendisi yutmak istiyor. Ülkeler bu gümrük uygulamasının gerçekleştirilmesi için bakanlar ve ordular besliyor!..

Aptal insanlık, akılsız insanlık!..

Keza, sübvansiyonlar da aynı şekilde zararlıdır. Tarım sübvanse edildiği zaman ilk olarak üretim ucuz bir şekilde dışarı satılır. Türkiye yabancıları sübvanse etmiş olur. Biz o parayı Avrupalılara hibe etmiş oluruz. Başka bir kötü tarafı da, ülke içindeki gerçek tarımı, sübvanse edilmeyen tarımı çökertmiş oluruz.

Dolayısıyla ne gümrük, ne de sübvansiyon hayırlı bir iş değildir.

Biz söyleyene değil, söylenene bakarız.

Gümrükler sıfırlanacak, sübvansiyon kalkacaktır. Sadece faizsiz kredi verilecek, altyapı hizmetleri karşılıksız yapılacak, vergiden muaf tutulacak, saklanmasında ve taşınmasında yardımcı olunacaktır.

Bu uygulama her türlü mallara eşit bir şekilde yapılacağı için bir zarar sözkonusu olmayacaktır.

Özel koruma yoktur.

 

YN- Dünya Ticaret Örgütü kendi önerilerini tartışmasız kabul etmiş, bizimkini de tartışmasız reddetmiştir. (s. 112)

SK- Ekonomide temel kural şudur:

a) Malınızı standartlara uygun üreteceksiniz.

b) Malınızı yeterli miktarda üreteceksiniz.

c) Malınızla piyasayı doyuracaksınız.

d) Malınızı dünyaya tanıtacaksınız.

Bunu başarabilmek için “Tarım Kentleri” kurulacak ve “Tarım Kooperatifleri” aracılığıyla kaliteli mal üretilmiş olacaktır. Bu tarım kooperatiflerinin bölge merkezlerinde araştırma merkezleri olacak, malın kalitesi garantili olacaktır. Ülkenin tüccarları dünyada aldıkları siparişleri dünya kooperatifleri birliği aracılığıyla en uygun ülke üreticisine sipariş vererek ürettireceklerdir. Gümrükler malların fiyatları üzerinden alındığı için fiyatlar onda bire indirilir. Ödenen gümrükler de onda bire iner.

Şimdi tekel sermaye devleti etkileyerek vergiler koydurmaktadır.

Böyle bir örgüt oluştuğu zaman o etkide bulunur ve devletin gelirini azaltıcı, halkı işsiz ve aç bırakan vergi sisteminden vazgeçirilir.

Bunları yapabilmemiz için önce bir “dergi” çıkarmalıyız…

Sonra bir araya gelerek bir “parti” kurmalıyız...

Sonra “yerel kooperatifler” kurup çalışmalara başlatmalıyız...

Daha sonra “kooperatif birlikleri”ni oluşturmalıyız...

Ondan sonra etkin bir şekilde yapacağımız baskı ile vergilerde adaleti ve verimi artırmalıyız.

Uygulanmakta olan bu vergi sistemi ve faizli kredi sistemi yalnız halkı mağdur etmiyor, aynı zamanda devleti de yoksul bırakıyor.

Halkı ilimle aydınlatmalıyız.

 

YN- Gümrük ve sübvansiyon tarımımızı yaşatıyor. İndirim çökertiyor. (s. 111)

SK- Batılıların bir hilesi de hayrı şer, şerri hayır gösterip bu işleri yaptırmaktır.

Bir zamanlar yabancı para bulundurmak suçtu. Herkes dövizini devlete verecekti, devlet de o dövizleri ucuz bedelle tekel sermayenin temsilcilerine verecekti. Tabii bu durumda ihracat çöküyor, ithalat ise fırlıyordu. Sonuçta ülke borç batağına giriyordu.

Turgut Özal bunu karşı bir oyunla meseleyi halletti. O sayededir ki Özal’dan sonra ortaya çıkan üç dört kriz oldu ama ülkemiz insanı bunların hepsini atlattı. Fiyatlar dolara göre oluştu. Ekonomi stop etmedi.

Şimdi de bize bizim aleyhimizde olan bir planı teklif ediyor ve bize onu savundurarak tatbik ettiriyorlar!

Gümrükleri kaldırdık, sübvansiyonları kestik kabul edelim. Çok değil, Türkiye en fazla üç-beş sene sonra Japonya ve Almanya gibi dünyanın en gelişmiş iki-üç ülkesinden biri hâline gelir.

Bunun aksini iddia eden varsa, gelsin tartışalım.

 

YN- Türkiye bağımsız tarım politikasına geçmelidir. Sübvansiyon artırılmalıdır. (s. 113)

SK- Türkiye bağımsız politikalar gütmelidir. Tarım siteleri kurulmalıdır. Tarım siteleri bağımsız hâle getirilmelidir. Önce on iki bölgemizde örnek siteler oluşturulmalıdır. Burada eğitim görenler site yöneticileri ertesi yıl ikişer site kurabilmelidirler. Başarılı olan yöneticilere dört site kurdurma imkânı verilmelidir.

Araştırma merkezleri de bağımsız çalışmalıdırlar. Bunlara faizsiz kredi verilemelidir. Ama devlet de kâr etmelidir. Devlet verdiği kredi karşılığında 2 sene ödemesiz, 5 sene içinde verilen krediye tekabül eden mahsul almalıdır. Bu mahsul iki misli olmalıdır. Ödemeyen yönetim derhal değiştirilmelidir. Yeni yönetime zaman uzatılmalı, bütün siteler mutlaka muvaffak edilmelidir.

Gümrükler sıfıra indirilmeli, faizsiz kredi dışında bir sübvansiyon verilmemelidir. Siteler kendi aralarında ortaklaşa ucuz enerji üretmelidir. Doğayı tahrip etmemek şartı ile ondan yararlanmalıdırlar.

 

YN- Tarım politikasından dolayı 60 milyar dolar zararımız var, bu üretimden de fazladır. (s. 113)

SK- İşte sübvansiyon budur. Halk fındığı eker. Fındık o yıl meyve vermez. Birileri oturur devletin parasını alır ve yer. Biz böyle tabiî âfetlere asla sigorta sistemi getirmeyeceğiz.

Halkımıza faizsiz kredi veririz. O kredi ile başka işler yapmasını sağlarız. Krediyi de gelecek yıllara yayarız. Mesela 20 yıl içinde ödemelerini isteriz. Onlar onunla yatırım yapar ve yan sanayi oluştururlar.

Şimdi devlet tarlayı ekme, ben sana yardım edeyim diyor! 10 dönüm yeri olan 50 dönüm yazılmış; ondan sonra da ekmeden biçmeden bu yardımını alıyor. Bu uygulama devleti yıkar.

Ancak olumlu bir yanı da var, bu sayede krizleri atlatıyoruz.

 

YN- Türkiye nüfusunu %40’ı köyde yaşıyor. (s. 113)

SK- Bir ülke eğer kendi besinini kendisi temin ediyorsa, kalan zamanlarını da sanayi üretiminde harcıyorsa, bunun anlamı şudur; halk sanayi ürünlerini bedava da satsa yaşamaya devam eder. Çünkü boş zamanlarını değerlendirmiştir. Bu demektir ki, pazarımız yoktur diye bir sorunumuz olmayacaktır.

O halde sağlıklı ekonomi, mübadele yapmasa da kendi ürettiği ile yaşayabilmelidir. Mesela, biz elma üretir ve muz ile değiştiririz; ama değiştiremezsek elmamızla yetiniriz.

Artan zamanları da değerlendirmeliyiz. O bizim gelişmemiz için gerekli olmalıdır. Nüfusumuzu her zaman artırabiliriz, ancak kendi besinimiz bize yetmelidir. Eğer daha fazla besin üretiyorsak, ihracat yerine çocuk yapmalı yahut göç kabul etmeliyiz.

“III Bin Yıl Kur’an Uygarlığı” insanlıkta dengeyi gümrük ve vizeleri kaldırmakla sağlayacaktır. İsteyen istediği yerde yaşayabilmeli, ürettiği malı götürüp satabilmelidir.

 

YN- Gübre fiyatı artmış, buğday fiyatı azalmıştır. (s. 113)

SK- Fiyatlara asla müdahale edilmemelidir. Suni gübre yasaklanmalıdır.

Tarım kentler doğal gübre üretmelidirler.

Buğday sübvanse edilirse durum bu olur. Buğday sübvanse edilmeyecek. O zaman serbest rekabet içinde her şey dengede olacaktır. “Tarım Kentler” organize edilmezse bu sorun bitmez, ölüme gider.

 

YN- Ayçiçeği ve pamukta da çiftçimiz yoksullaşmıştır. (s. 114)

SK- Sanayide üretimi çoğaltırsanız maliyetleriniz düşer. Tarımda ise tersi olur, üretimi ancak daha fazla maliyetle artırabilirsiniz. Buna karşılık biraz fazla artırınca fiyatlar çok daha aşağı düşer.

Bu durumu önlemek için tarım sipariş üzerine yapılmalıdır. Tarım kooperatifleri yılbaşında aldıkları siparişlerle o yılki üretimi makroda planlamalıdır.

Şimdi bu planı tekel yapıyor. Hata yapıyor, yahut kasten yapıyor. Bu sene fiyatları düşürerek çok ucuz alıyor, ertesi sene kimse ekmiyor. Fiyatları iki misli çıkararak faizini ödeyebiliyor. Faizli ekonominin hasatlığı budur. Oysa pamuğu bu sene satamadıysa devlet onu kredi vererek kapatıyor. Köylü satmıyor, ucuzdur diye satmıyor. Fiyatlar düşmüyor. Kredi ile gelecek yıl da üretildiği için fiyatlar yükselmiyor.

İşte “faizsiz düzen” bunu çok basit bir şekilde çözüyor.

 

YN- Gübrenin mahsul cinsinden fiyatı çok artmıştır. (s. 114)

SK- Devlet gübre üretene kredi veriyor. Gübre üreticisi kredi alıp üretime devam ediyor. Satamadığı zaman da devam ediyor. Millî stok artınca stoka göre fiyatlar düşüyor. Aldığı fiyat üretime yetmiyorsa üretimi durduruyor ve başka ürüne geçiyor.

Dolayısıyla her şey serbest piyasa içinde arz ve talebe göre düşer veya yükselir. Gübre yükselirse buğday da yükselir. Birinde emek cinsinden değeri değişmişse o zaman değişir. O da normaldir. Tarımda teknoloji gelişmiş daha ucuza mâl ediliyorsa gübreye göre ucuzlaması normaldir.

Bunun suni olarak yapılması yanlıştır. Onu da tüccarlar sübvanse edeceklerdir.

 

YN- Pancarda da durum çiftçinin aleyhine dönüştü. (s. 114)

SK- Türkiye’yi yıkmak isteyenler bu tür oyunlar oynuyorlar. Pancar ektirmiyorlar. Şekeri ucuza veriyorlar. Ne var ki, şekeri dışarıdan alabilmemiz için dövize ihtiyacımız vardır. Bu dövizi de borç olarak veriyorlar. Böylelikle millî üretimimiz duruyor. Sonra kredileri kestiği zaman aç kalmış olacağız, üretim yerlerimiz dağılmış olacağı için açlıktan kırılacağız.

İşte 1950’den beri Türkiye’ye uygulanmak istenen oyun budur.

Ne var ki, 1987’den önce gelen yöneticiler bunu bilerek bu politikalara gizli gizli mukavemet ettiler. 28 Şubattan sonra ise bu oyuna tam olarak teslim olundu. AK Parti de aynı ihanete kurban gitmektedir.

 

YN- Mazot fiyatıyla da çiftçi ezilmiştir. (s. 114)

SK- Ülkeler enerjiyi sübvanse ederler. Böylece mallar dışarıda pazar bulur, üretim artar, millî hâsıla çoğalır, devlet borçları ödenir. Elektrikçiler bunu iyi bilirler, dinamonun sargılarına çok az enerji gönderirsin, ondan dolu dolu enerji alırsın. Onu kesersen jeneratör hızlanır ve parçalanır.

Bunlar ise enerjiye başka hiçbir şeye yüklemedikleri kadar vergi yüklüyor. Ülkeyi yıkmak için müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhid hâlindedirler.

Varsa bir yiğit, bu böyle değildir desin; karşılaşalım.

Buna karşı yapacağımız işler vardır.

Halk olarak ucuz enerji üretmeliyiz. Elektrik enerjisi, kömür, odun Türkiye’de çok fazla olarak vardır. Ayrıca güneş ve rüzgâr enerjilerinden de yararlanabiliriz.

Halk tipi enerji üretimine geçmeliyiz. Su değirmenleri artık enerji üretmelidir.

 

YN- Tarım ilacında da durum aynıdır. (s. 114)

SK- Tarım ilaç ve gübresi dışarıda üretilmekte, ülkemize hormonlu ilaç ve gübre gelmektedir.

Bunların ithali durdurulacaktır. Pahalı da olsa yerli üretime önem verilecektir. Doğal ürünlerin değeri ile bu zarar kapanmış olur. Kaliteli mal pahalı olsun, zarar vermez.

 

YN- Tek tip tohumla da bizi esir ediyorlar. (s. 115)

SK- Tohum ıslahı iki şekilde yapılmaktadır. Biri, doğada mevcut genleri yakalayıp seleksiyon yoluyla yararlı tür üretmekle olur. Diğeri ise genetik tahribatıyla hormonlu tohumlar üretmekle olur.

Birincisi meşru, ikincisi gayri meşrudur. Bir defa nesil bozulunca da onu tam kurumadan kurtaracaksınız, ayıklayacaksınız. Seleksiyon yoluyla ıslah ülkemizde çok daha kolaydır. Çünkü çok çeşitli genler taşıyan türler vardır. Ayıklama yoluyla üstün ırkı yakalamak bizde çok daha kolaydır.

O halde mutlaka yerli ıslah yerleri oluşturulmalı ve dışarıdan tohum ithali, aynen gübre ve ilaç gibi yasaklanmalıdır. Bunun kontrolünü ancak “Tarım Kentleri” yapabilir. Tarım kentlerini de bakanlık denetler.

 

YN- Ürün fiyatları ile üretici yoksul bırakılmıştır. (s. 115)

SK- Ekonomide en kötü uygulama taban fiyatlarıdır. Devlet yıl başında bir taban fiyatı ilan eder ve şu taahhütte bulunur; ben bu sene fındığı şu fiyatla alacağım der. Sonbahar geldiği zaman köylü daha fazla fiyat bulursa fındığını ona satar, bulamazsa devlete satar. Devlet bütün fiyatları almak zorundadır. Eğer çok fiyat gelmişse gelecek sene fiyatı düşürür, kimse ekmez, eski stokları tüketmiş olur.

Şimdi yapılan köylüye kumar oynatmaktır. Mevsimi gelince stokçuları sevindirecek bir uygulamadır.

 

YN- Tüm girdi destekleri 2002’de kaldırılmıştır. (s. 115)

SK- Desteklerin tümü kalkmalıdır. Sadece “faizsiz kredi” ile destek verilmelidir.

Yıl başında devlet şunu ilan edecek; ben şimdi köylüme fındık başına 10 milyon kredi veriyorum, fındığı eksin, ambarına koysun, sattığı zaman benim 10 milyonumu ödesin. Satıncaya kadar ben sıkıştırmıyorum.

İşte bu yukarıda anlattığımız krediye dönüşmüş destektir. Böylece fiyatlara müdahale edilmiyor. Sadece kredideki teminat şartları değiştiriliyor.

 

YN- Tarımsal kredi faizleri ticari kredi düzeyine çıkarılmıştır. (s. 115)

SK- Tüccar senede on defa devreder, tarımcı ise bir defa. Onun faizini ona çıkartmak demek, herkesin üretimi bırakıp spekülatif harekete geçmesi demektir.

Adil Düzen”de tarıma sıfır faizle kredi verilecektir. Tüccara ise doğrudan asla kredi verilmeyecektir. Tüccar kendi sermayesiyle ticaret yapacaktır. Zaten kâr bunun için meşrudur.

Zararı kapatsın diye başkasının parasıyla zararı nasıl kapatacaksın?

 

YN- Şeker ve tütün kanunla özel tekele terk edilmiştir. (s. 116)

SK- Tütün mal değildir. Devlet ondan ne vergi alır, ne de ona kredi verir. Tütün eken tarla boş bırakılmış kabul edilerek değeri yıldan yıla düşe düşe on yıl sonra sıfır olur ve devlet o tarlayı parasız almış olur. Yahut ara yıllarda yarı değer ödeyerek alır. Tütün ekmeyiverir. Tütün pahalı olunca sermaye onu halka özendirmekte ve alıştırmaktadır. Ucuz olmalıdır. Serbest olmalıdır. O zaman sermaye kâr edemeyeceğinden halkı tütüne alıştırmaktan vazgeçer.

Şeker ise asla tütünle birlikte ağıza alınamaz, kesinlikle aynı kalemde düşünülemez. Ülkede şekerden daha ucuz bir şey yetiştiriyorsan onu ekelim ve onu satalım, şeker alalım. Ama mutlaka ucuzluk demek aç kalmak demektir. Fiyatlara müdahale edilmeyecektir. Selem usûlü üretim yapılacaktır.

 

YN- Şeker fabrikaları ve Ziraat Bankası özelleştiriliyor. (s. 116)

SK- Şeker fabrikaları özelleştirilmeyecek, özerkleştirilecektir. Devlet üretilen şekerden fabrikalarına karşı üründen pay alacaktır. Çalışanlar fabrikayı kiralamış olacaklardır. İşletme sermayesi olarak “faizsiz kredi” verilecektir. Kendilerinden asgari şu kadar ton şeker üretimi istenecektir. Üretemedikleri takdirde yöneticiler, hattâ işçiler değiştirilecektir.

Devletin hiçbir zararı olmayacaktır. İşçi çıkartılmamış olacaktır. Çiftçi ürününü satabilecektir. Ülke şekersiz kalmayacaktır. Fiyatlara müdahale edilmeyecektir.

Devlet eğer halka çok şeker yedirmek istiyorsa, şekeri vergiden muaf tutar, kiranın yüzdesini düşürür. Elektrik parasını almaz. Zaten işletme sermayesi faizsiz verilmiştir.

 

YN- IMF’ye teslimiyet tarımı bitirmiştir. (s. 116)

SK- Başkasının aklıyla gezen değil devlet, basit iki kişilik aile bile yönetilemez.

IMF’nin vesayetine girmek, III. bin yılın cinayetidir.

Adil Düzen” buna son verecektir.

Karşılıksız paranın karşılıklı para ile savaşı başladığı zaman, karşılıksız para mağlup olacaktır.

 

YN- Doğal tarım yoğunlaştırılmalıdır. (s. 116)

SK- Tarımın en büyük sorunu canlının kirlenmesidir.

Çaresi ve çözümü, “Özerk Tarım Kentleri”nin oluşmasıdır. Tam yetkilerle ve destekle “Tarım Kentleri” kurulmalı, sonra da bunlar üzerinde hukuki denetim işletilmelidir. Hata yapan yöneticilere ceza verilmeli, yönetimden alınmalıdır.

Ceza verseniz yöneticilerin eli kolu bağlanmış olur, korkularından bir iş yapamazlar. Beceriksizleri de yerinde bırakırsanız işler yürümez.

En doğrusu hakemlerden oluşan yargı denetimi ile yöneticileri ve halkı serbest bırakmak ve ceza olarak da sadece o işi yapmaktan men olmalarıdır.

 

YN- Dört tarafımız deniz, ama biz sürekli balık ithal ediyoruz. (s. 116)

SK- Tarım kentleri balık tarımı kentlerine dönüştürülürse bu sorunlar çözülür. Karınlarını balıkçılık dışında da doyurma imkânını bulurlarsa, o zaman balıkçılığı yok eden balıkçılık yapmazlar. Kendi balıklarımız ucuz olunca dışarıdan balık gelmez.

 

YN- Özelleştirme adı altında gıda alanındaki kamu işletmeleri yok ediliyor. (s. 117)

SK- Kamu işletmelerinin yerini “Vakıf Kooperatifler” almalıdır. Tesis sahipleri rakaba mülkiyetinde olacaklar, işletenler kıyam mülkiyeti ile sahip olacaklar. Bu işletmeler büyük sermayeye katiyen satılmayacak.

İktidar olduğumuzda gözyaşlarına bakmadan bu satışların tamamını iptal edeceğiz ve geri alacağız. Değer olarak da o günkü değerini vereceğiz. Bu işletmelerin önce borçlarını tasfiye edeceğiz. Yetmiyorsa, o zaman iflas hükümlerini uygulayacağız.

 

YN- Et Balık Kurumu (EBK) tesisleri bedava satılıyor. (s. 117)

SK- Sonra biz de onlardan elbette bedava alacağız. Şimdilik alan alsın!..

Vakıfların da böyle satılan yerleri var, onları da geri alacağız.  

Satışlar tam değerle yapılmamışsa, tam değeri ile değerlendirecek ve o günkü değerden onu düşeceğiz.

Başarılı bir şekilde değerlendirilen ve tekel oluşturmayanlara tam değerle almışlarsa dokunmayacağız veya eksiklikleri tamamlatacağız.

Bunları hep hakemlere yaptıracağız.

 

YN- Gelen para kıdem tazminatlarına yetmiyor. (s. 117)

SK- Bu arada işlem yapan bürokratlar ne olacak, buna karar veren siyasiler ne olacak?

Bürokratlar zenginleşmişlerse zenginliklerine el konacaktır. Vârislerine de rücu edilecektir. Ama zenginleşmemişlerse hiçbir sorumlulukları olmayacaktır.

Siyasiler için bu konuda söyleyeceğimiz şudur; bu satışlara imza atan bakanları ülkeden süreceğiz. Bunun böyle olacağını bilsinler, buna göre davransınlar, yağmalamayı durdursunlar, verdiklerini geri alsınlar.

 

*

 

YN- YANLIŞ ULAŞIM POLİTİKALARININ FATURASI (s. 118)

SK- Bir ulus başka ulustan çağın uygarlığını alabilir. Yani; ilmini alabilir, dinini alabilir, ekonomisini alabilir, yönetim şeklini alabilir. Bunlar insanlığın ortak malıdır.

Ancak bir ulus başka ulusun kültürünü alamaz, yani dilini alamaz, sanatını alamaz, tekniğini alamaz, hukukunu alamaz. Bunları kendisi üretmek ve kendi varlığını ona göre geliştirmek zorundadır. Bunlar insanın vücuduna benzer, DNA’ları farklıdır, kan grubu farklıdır, dışarıdan onları alınca o beden yaşamaz.

Türkiye 200 (ikiyüz) yıldır, Batı’dan ilmi alıp tekniğini kendisi geliştirmesi gerekirken, bunun tersini yapmakta ve Batı’nın tekniğini almaktadır. Başkalarının lisansı ile yaşamaktadır.

Mesela, dışarıdan savaş uçağı alırsınız; düşmanı vuracağım derken, düşmanın uçağınıza yerleştirdiği basit bir elektronik aygıtla Kıbrıs’a giderken Ankara’ya döner ve orasını bombalar. Nitekim şimdiye kadar Türkiye’de kaç adet F16 uçağı düştü?!.

Şüpheli uçak kazalarında kaç orgeneralimiz ve pilotumuz öldü?!.

ABD Irak işgali vesilesiyle rıhtımları ve limanları ben onaracağım demişti. Betona yerleştireceği küçük bir atom bombası sayesinde sonra uzaktan kumanda ile patlatır ve o kenti havaya uçurur.

Biz istediğimizi yapamıyoruz. Onların tekniği ile onların dediklerini yapmak zorundayız.

Türkiye’de makine yapmak yasaktır. Mutlaka Avrupalıların patenti ile makine yapacaksınız. Onlar da sana demode patent verir. Yapamazsınız, geliştiremezsiniz.  

Bunlar için halkı örgütlemek, tekniğine sıfırdan başlayarak, bu arada bilgiyi dünyadan öğrenerek, ama kendi araçlarımızı tamamen kendimiz üretmek durumunda olmalıyız. Her ulus böyle yapmalıdır. Uluslararası şirketler parça üretebilir. Bizim sıfırdan başlayarak ve kontrolü yaparak almak durumundayız.  

 

YN- Demir ve deniz yolları ihmal edilmiştir. (s. 118)

SK- İhmal etmek zorundasınız!

İhmal etmezseniz saboteler olur ve çalışkan Demiryolları Genel Müdürünüzü kızağa alırsınız. Türkiye’de çalışkan kim olursa, başbakan da olsa asılır. Hiçbir şey yapmazsanız istediğiniz kadar yerinizi korursunuz. Böyle yapmazsanız basın harekete geçer ve size saldırmaya başlar, yayın saldırmaya başlar. Olayı kendileri çıkarır, sonra suçu sana yıkarlar!..

Susurluk olayını yaptılar, halkı ayağa kaldırdılar, lambaları yakıp söndürdüler… Sonunda faturasını Adalet Bakanı Şevket Kazan’a çıkardılar. Çünkü Refahyol Hükümeti doğru yolda idi. O hükümet gitti, o parti yani Refah Partisi yıkıldı. Türkiye o hükümet sayesinde tarihinin en verimli yılını yaşarken, sonrasında en ağır kriz dönemlerine girdi.

Türkiye “Adil Düzen”e girmediği müddetçe hiçbir resmi politikayı Türkiye lehine götüremezsiniz. Götürseniz size ve sizin ordunuza saldırırlar. Tek çıkar yol ekonomik kuvva-yı milliyedir. Halkın örgütlenerek her karış toprağı yerinden oranın halkıyla savunmasıdır.

Kuracağımız “Tarım Kentleri” ile, “Sanayi Kentleri” ile sorunlarımızı çözmek durumundayız. Merkezdeki hükümetlerle ülkedeki faaliyet kalkmalıdır.

Her hücre gerekirse kendi başına çalışacak, aralarında birlik olacak. Ana damarlar tıkansa, kalp dursa bile, yan damarlar çalışacak. Gerektiğinde solucanda olduğu gibi ülkemiz kalpsiz de çalışmayı bilecektir.

Nitekim İstiklâl Savaşımızda bu yapılabildi ve ülkemiz kurtuldu.

 

YN- Karayolları demek petrol demektir. Petrol demek dışa bağımlılık demektir. (s. 118)

SK- Demiryollarının teknik güvenlik sorunu yoktur. Demiryollarının genel güvenlik sorunu vardır. Siz demiryollarını düzelttiğiniz, ucuzlattığınız ve ulaşımı onlarla sağlamaya başladığınız zaman, dış saboteciler gelir ve rayın bir bağlantısını gevşetirler. İşaret levhasını sökerler veya üstüne bir bez geçirirler. Tren devrildikten sonra tekrar açarlar. Son zamanlardaki sabotajlar ve Adapazarı sabotesi böyle yapılmıştır.

Makinist levhayı göremeyince aynı hızla yoluna devam etti. Birden farkına vardı. Acemiliği de olmuş olacak ki aniden frene bastı ve vagonlar iki tarafa devrildi. Ama bu olay sonrasında kimse saboteden bahsetmedi. Edemezdi, çünkü o zaman o da devrilirdi.

Polis ve yargı bu olayı bütün boyutları ile ortaya çıkarmalı idi. Ama polis de olayı ortaya çıkaramazdı. Çünkü o zaman durumu eski İçişleri Bakanı Tantan’a dönerdi.

Bir ülke kalkındığı zaman her yönüyle kalkınabilir ve gelişebilir. Tek başına sadece demiryolu geliştirilemez, tek başına sadece demiryollarının bağımsızlığı olamaz.

 

YN- Otomobil ithali ve petrol ithali ülkemizin on milyara yakın dövizini yutmaktadır. (s. 118)

SK- Neden otomobil yap(a)mıyoruz? Neden fabrikalarımız olduğu halde otomobili ithal ediyoruz?..

Neden kuyularımızı açıp da petrol çıkar(a)mıyoruz? Neden komşularımızla gümrüğü sıfırlayarak çok ucuz petrol alma imkânına sahip değiliz?..

Otomobil yapamayız, çünkü otomobilimizin lisansı dışarıdan alınmadır. Parçalarının bir kısmını bize imal ettirmiyorlar. Demode teknoloji ile çalıştırıyorlar. İşçilik çok ucuz olduğu halde arabalar hem çok kalitesiz, hem de çok pahalıdır. Bu yetmiyormuş gibi devlet bunları sübvanse ediyor.

Bütün bunlar devlete sadece yüktürler. Montajı yerli araba diye takdim ediyorlar. Ciddi araba imal ederseniz hapishaneleri boylarsınız.

Artık Türkiye devlet olarak kendisini kurtaracak durumda değildir.

Türkiye Kuvva-yı Milliye ekonomisi ile kendisini kurtaracaktır.

 

YN- Atatürk’ün vefatından sonra demiryolları yapımı yavaşladı. (s. 118)

SK- Mustafa Kemal öldükten sonra İkinci Cihan Savaşı başladı. Yine de demiryolu yapımı devam etti. 1950’den sonra demiryolu inşaatı durduruldu. Bakımı da durduruldu.

Bugün demiryolları perişan haldedir.

 

YN- 50 yıldır demiryollarının bakımı ve tamiri yapılmadı. (s. 119)

SK- Çünkü Başbakan Adnan Menderes onlarla anlaştı. Türkiye’deki uçak fabrikalarını kapattı, silah fabrikalarını kapattı, devlet demir ve deniz yollarını işlemez hâle getirdi...

Karadeniz’de otoyol yapılıyor. Oysa Karadeniz’e süratle işleyen araba vapurları koy; hem gemiciliğin gelişsin, hem yakıttan tasarruf et, hem de çıkmaza girme.

Halk olarak bunları nasıl başaracağız?

Gemi taşımacılığı, helikopter taşımacılığı ve diğer taşımacılık sektörleri halk tarafından geliştirilecektir. Bu nasıl olacaktır? Gemi taşımacılığı ortaklıkları oluşturulacaktır. Halk bankaya para yatırır gibi bu ortaklılara para yatıracak, istediği zaman çekebilecektir. Geminin kiraları günlük olarak hesaplanacağından, bugün yatıran yarın kârı ile alabilecektir. Zarar ancak gemi battığı zaman yapılmış olacaktır.

Karayollarının işletilmesi de sistematik yapılacaktır. Tek şeritlerde seyahat münavebeli olarak tek istikamette yapılacaktır. Araba tamirhaneleri bulunacak ve dolayısıyla yavaş hareket edilecek ama asla durmayacaktır. Arabalarımızın kalitesini yükseltmek için yerli yedek parça üretilecektir.

 

YN- ATO raporu haklılık kazanıyor. (s. 119)

SK- Ankara Ticaret Odası (ATO) rapor yazıyor, ama hiçbir şey yapmıyor. Sadece hükümetleri eleştiriyor, onların iktidardan inmesini sağlıyor. Yani, ateşe körükle gidiyor.

Odalar Birliği istese Türkiye’yi bu badirelerden hemen kurtarabilir. Ama istemez! Çünkü siyasilerden daha fazla onlara gebedir. Ekonomileri ciddi bir şekilde kendi sermayeleri ile değil ki. Bunlar normal işletmeler değildir ki. Bunlar devletçe beslenen hormonlu işletmelerdir. O hormonların musluğu da maalesef dışarıdadır.

Basın şöyle bir harekete geçiyor; ordu ayaklanıyor, yargı yapılanlara alkış tutuyor!.. Bir de bakıyorsunuz ki Türkiye darbe yemiş!

Türkiye’nin basın ve yargı sorunu çözülmedikçe bir yere varmamız mümkün değildir.

Basın millî basını oluşturmakla çözülür. Medya ancak okuyucu veya seyredici kooperatifleri ile çözülebilir. Yargı da hakemler yoluyla çözülebilir. Ondan sonra artık demiryollarında rahat seyahat edilebilir.

 

YN- Karayollarından önce demiryollarını geliştirmeliyiz. (s. 119)

SK- Yollardan önce iç güvenliğimizi sağlamalıyız.

Yolların ve meydanların güvenliğini askerlere ihale etmeli ve onlara taşımadan bir pay vermeliyiz. Adım adım yolları ve meydanları nöbetlerle güven altına almalıdırlar. Gerekirse askerliği uzatırız, erlere de maaş veririz; böylece hem meslek öğrenirler, hem de güvenliğimizi sağlarlar.

Yargı hakemliğe çevrilecek ve soruşturma dışarıdan yapılacaktır. Mülki amirlere, polise, hakemlere büyük takdir yetkisi tanınacaktır. Tezkiye’de tezkiye edilmiş ve seçilmiş soruşturmacı; bu kişi adam öldürdü derse ona inanmalıyız. Hakim masa başında olaydan on sene sonra soruşturma yapamaz.

Dayanışma sigortasını getirmeliyiz. Bir yerde kaza oldu mu o çevrenin halkı ödemelidir. Böylece herkes bekçi olmalıdır.

Adil Düzen” gelmeden sorunlar çözülemez.

 

YN- 1950 Marshall Yardımı, demiryollarının durdurulması ve karayollarına önem verilmesi. (s. 119)

SK- Demek ki Türkiye 1950’lerde işgal edilmiştir. Demokrat Parti o yıllarda Türkiye’yi sattı. Mustafa Kemal’in ilkelerini çiğneyerek, Atatürk putuna taptırmaya başladı. Millet Partisi ve Milliyetçiler Derneği’ni kapattı. Buna benzer daha nice uygulamalar yaptı…

Buna karşılık yine de olumlu bir gelişme olarak ülke “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçti.

Başbakan Menderes, sanayileşmedeki işte bu başarısının ve sermayeye ihanetinin cezasını başıyla ödedi ve idam sehpasında can verdi. Buna rağmen sanayileşme devam etti…

Bugün güçlü bir Türkiye’ye sahibiz. Halk olarak büyük bir güce sahibiz. Ancak bu gücü değerlendirebilmek için örgütlenmemiz gerekir.

Ordumuzu dağıtmazlarsa bizi yenemezler. Dağıtırlarsa da biz yenisini kurabilmeliyiz.

 

YN- Demiryolu taraftarlığını “komünist tutku” olarak gördüler. (s. 120)

SK- Hâlâ özelleştirme furyasına kim karşı çıkabiliyor? Karşı çıkan olsa; derhal komünist, faşist, şeriatçı, ırkçı yaftalarıyla basın derhal harekete geçer ve bu yöndeki yayın alevlendirilir... Ordu şöyle bir görünür… Savcılar kahraman kesilip kendi halkına saldırır... Hakimler başları eğik kulaklarına fısıldananlara uyarlar… Ve sömürücü sermaye ne istiyorsa o olur!..

Neden?

Çünkü dolar onun.

Doların hakimiyetini yok etmedikçe, dünyanın dolara karşı savaşı kazanması mümkün değildir.

Doların tahakkümünü “halk ekonomisi” etkisiz hâle getirir. Bunun için halkın “partiler” ve “kooperatifler” şeklinde örgütlenmesi gerekir.

1960’larda “parti” kurmayı öneriyordum; bugün yeteri kadar parti var...

1960’larda “kooperatif” kurmayı öneriyordum. Bugün her tarafta kooperatif var...

Ne var ki, bunların hepsi Batı modeli partiler, bunların hepsi Batı modeli kooperatifler şekline dönüştüler. Bunlar “kuvveti daha çok kuvvetli kılma örgütleri” oldular.

Biz şimdi halk olarak “haklıyı kuvvetli kılan örgütler” kurmalıyız.

 

YN- Türkiye’deki demiryolu AB’nin altı kat altındadır. (s. 120)

SK- Oysa Türkiye’de demiryollarını Osmanlılar başlatmış, Cumhuriyet döneminde Halk Partisi zamanında bütün devlet demir yolları millileştirilmiştir. Demiryollarımız bugün 1950’lerdeki hâliyle yine vardır.

Bu politika bilgisizlikten doğan politikadır.

Bir hukukçu bu işleri bu kadar başarır. Bir mühendis de yapar ama kimin için yaptığını bilmez.

Bunları görecek olan “ilim adamları” olmalıdır.

Bunun için biz şunu öneriyoruz. DPT Meclis’e bağlansın. Yöneticileri onlar seçsin

YÖK kaldırılsın. Üniversiteler bağımsız olsun. DPT’nin ihaleleri ile araştırma yapsınlar. Her türlü ilim üretilsin. Ordu da bir merkez oluştursun, meselelerin askerî tarafını da onlar ortaya koysunlar.

Meclis kanunları ondan sonra çıkarsın. Devlet Başkanı da siyaseti onlara dayanarak yürütsün.

Beyni olmayan topluluk bir şey yapabilir mi?

Türkiye 1950’lerdden sonra beyinsiz yaşamaktadır. Ülkemizde bir aşireti veya bir atölyeyi idare eder gibi hükümet edilmektedir. Oysa bu usul 5 000 yıldır terk edilmiştir.

 

YN- Karayollarına harcanan parayı demiryollarına harcasaydık yıllık getirisi 15 milyar dolar olurdu. (s. 120)

SK- Karayollarına parayı biz harcamadık. Biz borçlandık, Avrupa harcadı.

Neden?

Anadolu’yu işgal ettikleri zaman askerleri istediklere yere kolay ulaşsınlar diye! Biz onlara yol yapıyor, karşılığında da yağlı ipi boynumuza astırıyoruz. Yolların yapımını bitirince işimiz de bitecektir. Gereksiz halkı beslemek ekonomik değildir…

Hâsılı, sistemli olarak saldırı karşısındayız. Bugün ülkemizde olanları Mustafa Kemal “Gençlik Hitabesi”nde çok açık olarak söylemiştir. Avrupa Birliği’ne girme çabası nedir?

Kurtuluş Kuvva-yı milliyededir.

 

YN- Demiryolu hem inşası hem de işetilmesi çok çok daha ucuzdur. (s. 120)

SK- Bizim önerimiz araba trenleri yapmaktır. Yani, ülkemizdeki 12 bölge arasında hızlı araba trenleri ve gemileri koyalım. Kamyonlar ve arabalar süratle ana merkezlere ulaşsınlar, oradan da kendi yakıtları ile yollarına devam etsinler. Böylece demir ve deniz yolları ile karayollarını birlikte geliştiririz.

Bugünkü akıl bu işleri bu kadar yürütebiliyor.

Artık biz halk olarak yapabileceğimizi yapmalıyız.

Ben bunu yapacağım diyecek cesur insanlara ihtiyacımız vardır.

 

YN- Demiryolu taşımacılığının payı sekiz kat azalmıştır. (s. 121)

SK- Demiryolu taşımacılığına başlayan ve demiryollarını geliştiren genel müdür hemen def edildi.

AK Parti inat edip devam etse o da gidecektir.

Türkiye’yi batırmak isteyenler bu tuzakları ayarlamaktadırlar.

Petrol ambargosunu koysalar işimizi bitirirler. İyi ki çevremizde petrol ülkeleri vardır da kaçak da olsa ülkeye petrol girer ve en azından yaşamaya devam ederiz.

 

YN- Bundan dolayı borç aldık. (s. 121)

SK- Borçlanma olayı tamamen basit para politikasından ileri gelmektedir Akıllı bir yönetici kendi bastığı paraya kendisi faiz verir mi? Amerika’da parayı bir şirket basıyor. Devlet onun faizini o bankaya veriyor, yani sermayeye faiz ödüyor. Biz ise kendi kâğıdımıza kendimiz faiz ödüyoruz!..

Faiz sıfırlanacak. Borç da sıfırlanmış olacaktır. Ülkeyi faizsiz olarak doyurdunuz mu, dış borca da, iç borca da gerek kalmaz. Faiz ve borç devletin yeter parayı piyasaya sürmemesinden gelir veya üretime değil de vurgunculuğa yönlendirmesiyle olur.

 

YN- Karayollarındaki trafik kazaları da100 milyar dolar kadar zarar vermiştir. (s. 121)

SK- Demiryolları bunun için devreye sokuldu, gelişme ve hızlanma başladı, ama bu hareketlenme genel müdürün başını yedi. Yalan haber ve uydurma yorumlarla demiryolları devre dışı bırakıldı.

Oysa halk inadına artık otobüslere binmemeliydi. Halkı örgütlemek budur.

Fethullah Gülen emir verse ve binmeyeceksiniz dese karayolları çöker. Ama veremez; çünkü o da orada hapistir. Türkiye’de hapse attırıyor, oraya kaçırıyor ve orada köşkte hapis edip istediğini yaptırıyor.

 

YN- Demiryolu karayolunu hızda geçmiştir. (s. 121)

SK- Demiryolu çift taraflı yapılacak, üstü tamamen kapatılacak. Dönüşler az olacaktır.

Demiryolu uçakla bile yarışabilir. Ancak bu hızlanma meselesini aşmalıyız, ama bu arada da kendimiz kendi teknolojimizi üretmeliyiz. Kendi standartlarımızın içinde kalmalıyız. Ülke tüm olarak her yönüyle hızlanmalıdır. Sadece bir yerin hızlanması ahengi yok eder. Bir ayak diğerinden hızlı gidemez.

 

YN- Demiryolu her yıl on milyar dolar kazandırır, karayollarında ölen canları da kurtarır. (s. 121)

SK- Eğer Türkiye’de partimizi kurar, kooperatifleri de oluşturursak, büyük sermayeye sahip olacağız demektir. O zaman halk teşebbüsü olarak demiryolları tesis etmeye başlarız. Ülkemizde özelleştirme furyası var. Demir yollarına halk olarak talip olur, alır ve ıslah ederiz.

Batılılar hesabı yapar ve tezgâhlarını kurarlar. Aptal muhataplar bulduklarında kedinin fare ile oynadığı gibi onlarla oynarlar. Ne var ki, eğer yeni bir şey yaparsanız afallayıp kalırlar. Altı ay içinde ona da çare bulurlar, ama siz de altı ay içinde yeni bir şey bulup onunla karşılarına çıkmalısınız.

Bu tür gelişmeler hem sizi hem de onları yenilikler yapmaya götürür ve evrim olur.

 

*

 

YN- ENERJİ POLİTİKALARIMIZDA AKILDIŞILIK (s. 122)

SK- Sanayi devriminden sonra hayat tamamen değişmiştir. Daha önce insanlık nebati hayat yaşarken, bundan sonra hayvani hayata geçmiştir. Nebati hayatla hayvani hayat arasındaki en büyük fark, hayvanların elektrik enerjisini kullanmaları ve o sayede haberleşmeyi sağlamalarıdır. Hayvanlar elektrik enerjisini daha çok haberleşmede kullanırlar. Ancak hareket esnasında da elektrik devrededir.

İnsanlık bilgisayarların inşasından sonra hayatını tamamen elektrik enerjisine dayamalıdır. Bununla beraber taşıma araçlarında enerji olarak şimdi sıvı veya gaz yakıtlar kullanmaktayız. Elektriği depo edemediğimiz için kimyasal enerjiye olan ihtiyacımız devam etmektedir.

Sanayi ile tarım arasında fark vardır. Sanayiyi merkezileştirebilirsiniz, ancak tarımı merkezileştiremezsiniz. Çünkü tarım demek güneş ışığı demektir. Dolayısıyla tarlaya gitme zorunluluğu vardır.

Enerjiye gelinirse, onun elde edilmesi tarım türüdür. Organik enerji zaten tarım enerjisidir. Ama hidrolik enerji de araziye yayılmıştır. Rüzgâr enerjisi de yayılmıştır. Jeotermal enerji de yayılmıştır.

Hâsılı, enerjinin de tarım sektörü ile ele alınması gerekir. Büyük hidrolik santraller yerine basit elektrik değirmenleri, basit yel değirmenleri, ağaç yapraklarından ve çalılardan sıvı yakıt üretimi gibi küçük yaygın elektrik üretimine gitmek zorundayız. Dolayısıyla enerji sorununu tarım sorunu ile birlikte çözmeliyiz.  

İnsanlık daha ne tarımı, ne de enerjiyi çözmüş değildir.

“Tarım Kentler”de bunlar birlikte çözülecektir.

 

YN- Enerjideki siyaset enerjisiz daha çok büyümeyi sağlamaktadır. (s. 122)

SK- Tabii ki büyüme deyince büyümeyi tanımlamamız gerekir. Dolarla ölçülen büyüme, büyüme değildir. Büyüme iki şekilde olur. Araziyi genişletirsiniz, işgal ederseniz, büyürsünüz. Biz buna büyüme diyoruz.

Gelişme ise kilometrekare başına büyümedir. Bir kilometrekare başına yaşattığınız insanların yaşları toplama gelişmişliği verecektir. Eskiden bu gelişmişlik tarıma dayanıyordu. Bundan dolayı arazinin verimliliği söz konusu idi. Gelişen teknoloji her yeri verimli hâle getirdiği için artık sanayi üretimini de hesaba katarak gelişmişlik doğrudan kilometrekare başına yaşattığımız insanların yaş toplamıdır. Yani, ortalama ömrü uzun insanlar demektir.

Enerjideki politika şu olacaktır. Daha az enerji ile daha çok gelişmiş olma, yani daha az enerji ile daha çok nüfusu müreffeh yaşatma.

Başka bir siyasetimiz de şu olmalıdır. Doğayı tahrip etmeden ve rezervleri tüketmeden kilometrekare başına daha çok enerji üretme. Yani, boşa akıp giden suları değerlendirme, boşa esip duran rüzgârları değerlendirme, boşu boşuna çürüyüp giden yaprakları enerjiye çevirme, boşa harcanan güneş ışığını enerjiye dönüştürme bizim enerjideki hedefimizdir. Tarım ile sıkı ilişkisi vardır. Zaten enerjinin hemen tamamı güneşten gelir. Bitkiler onu kimyasal enerjiye çevirirler, biz de onları kullanırız.

 

YN- ABD dünya enerjisinin üçte veya dörtte birini tüketir. (s. 122)

SK- ABD dünyayı sömürüyor. Kendi ürettiği enerjiyi tüketmiyor, dünyada mevcut olan yeraltı rezervlerini tüketiyor. Bizim onda fazla gözümüz olmamalıdır. Bunlar gelip geçicidir.

O enerji kaynaklarını kim çıkarırsa çıkarsın; beşte birini o ülkenin devletine bıraksın, dünyada istediği gibi pazarlasın. Bu enerji kaynakları bir an önce bitmelidir. Çünkü onların taşıdığı karbon atmosferde iken eğrelti otları çamlar kadardı, kertenkeleler dinozorlar kadardı. Yani, dünya o zaman güneşi çok daha iyi değerlendiriyordu. Ondan sonra Karadeniz’deki yeşilliği tüm dünyada bulmuş olacağız.

Bu söylediğimiz teorik değildir. Tarihte bu dönem yaşanmıştır.

Bizim enerji politikamızı süreklilik esasına ve düzenine göre ayarlamamız gerekir. “Tarım Kentler”de enerji üretmemiz gerekir. Yağmacılıkla geçinmenin sonu yoktur.

 

YN- Önümüzdeki 20 yıl fosil enerjisine ihtiyaç Ortadoğu’dan karşılanacaktır. (s. 122)

SK- Yeryüzü insanlığındır. Fosil kaynaklar da tüm insanlarındır. Herkes her yerde fosil kaynaklarını değerlendirme hakkına sahip olacaktır.

Ülkemizde de bor madeni varsa, isteyen firma gelip buradan bor çıkaracak, beşte birini devlete verdikten sonra istediği yere satacaktır. Kimsenin tekel oluşturmasına izin verilmeyecektir.

Biz kendi enerjimizi “Tarım Kentler”de sürekli kaynaklardan elde etmeliyiz. İleride denizlere açılarak ve uzaya giderek enerji toplamalıyız.

 

YN- Nükleer, kömür, petrol enerjilerine gelişmiş ülkelerde ihtiyaç artacaktır. (s. 123)

SK- Bunların üretilmesine çevreyi tahrip etmemek şartıyla tamamen izin vereceğiz. Ülkemize kim gelir ve bunlardan üretim yaparsa, biz asla mâni olmayacağız. Vergimizi alacağız ve tekelleşmeye karşı çıkacağız.

Ancak, kendi enerji siyasetimiz bunlara dayanmayacaktır.

Biz yapraklardan sıvı yakut elde edebilmeliyiz.

Yahut kalitesiz yağ üreten bitkileri geliştirmeliyiz.

 

YN- Pahalı elektrik üretiyoruz. Doğal gaza yüklenmişiz. Kaçakçılık var. (s. 123)

SK- Elektrik en kolay nakledilen enerjidir. Her alanda kullanılabilen bir enerjidir. Yani en kaliteli enerjidir. Doğal gazı Sibirya’dan ülkemize getirme ve burada elektrik enerjisine çevirme tek kelimeyle saçmalıktır. Orada elektrik üret ve Türkiye’ye onu getir.

Türkiye tarımda kendi kendisine yeterli ülke hâlinde olmalıdır. Her ülke de enerjide kendi kendisine yeterli ülke hâlinde olmalıdır. Bunun manâsı şudur; ülkeler kendi kendilerine yeterli nüfusa sahip olmalıdırlar. Eşya göçü yerine nüfus göçü olmalıdır.

Yalnız fosil yakıtların bir an önce bitirilmesi gerekmektedir. O zamana kadar bunlar olabilir.

Yalnız atom ve bor gibi yakıtlar çok tehlikelidir, çevreyi bozar. Onun için o enerjinin kullanılması şimdilik yasaklanmalıdır. Sadece İranlılara değil, tüm dünyaya yasaklanmalıdır.

 

YN- Batı’da hidroelektrik kaynakların tamamı devreye alınmıştır. (s. 123)

SK- Ülkemizde de hidroelektrik kaynakların tamamı devreye alınmalıdır.

Orada yani Batı’da devreye alındığı da doğru değildir.

Tarım Kentler” kurulmadan, bu işi tarım kentler yüklenmeden bu enerji kaynakları devreye tam olarak alınamaz. Kıyamete kadar da bunların tamamının devreye alınması mümkün değildir.

Büyük barajlar doğayı bozabilir. Nitekim bozuyor.

 

YN- Türkiye’de kaynaklar devre dışıdır. (s. 123)

SK- Türkiye sosyalist ülke olamamıştır. Devlet bütün kaynakları değerlendirememiştir. Buna nüfus azlığı sebep olmaktadır. 1950’ye geldiğimizde nüfusumuz daha otuz milyonu bulmamıştı. Ondan sonra da zaten ekonomik müstemleke olduk.

Türkiye’de özel sektör bunları yapacak güçte değildir. Olmaya başlasa bile Uzanlar’ın başına gelen onların da başına gelir. Batı sermayesi de Türkiye’ye gelmiyor, çünkü onlar III. bin yılın başında Türkiye’yi yıkacaklar; Bizans, Pontus, Kürt ve İsrail devletlerine dağıtacaklar.

Burada yatırım iki bakımdan akılsızlıktır. Yıkan devlet yerine gelen devlet nasıl değerlendirecek, bilinemez. Sonra yatırım yaparsan yıkılması zorlaşır.

Tek çıkar yol “halk ekonomisi” içinde küçük değirmenlere enerji ürettirmektir. Bunun için halkımıza bu teknolojiyi kooperatiflerimiz öğretecektir. Sonrasını zaten onlar kendileri yaparlar.

 

YN- Jeotermal enerjisinin tümünü değerlendirirsek yılda 20 milyar katkı sağlar. (s. 124)

SK- Jeotermal enerji üretimi de halk üretimi şekline dönüştürülebilir. Çıkan buharı tekrar gerisin geri göndermek şartıyla çevre kirliliği yapmaz, tükenmez de. Bu konuda biraz daha teknoloji gelişmişliği istenmekte ve gerekmektedir. İleriki yıllarda bu kaynaktan da en verimli şekilde yararlanmalıyız.

 

YN- Doğal gazda garantili alışlar yapılmıştır. (s. 124)

SK- Doğalgaz anlaşmaları dolar üzerinden yapılmıştır. Eğer altın para dünyaya yaygınlaşırsa, doların değeri çok düşecektir. Belki altına göre onda bire düşecektir. O zaman Rusya bizzat kendisi bu anlaşmayı bozacaktır. Rusya’ya öneride bulunulur. Altın değeri üzerinden Türk Lirası ile ödeme yaparız. Biz otomatikman o kadar malı ona satmış oluruz. O zaman biz de fiyatları yükseltmiş olacağımızdan bir zararımız olmaz.

Dolar üzerinden olan anlaşmaların tamamını iptal edeceğiz. Bu gayri meşru bir akittir.

Üçüncü bir devletin parasını kabul etmek demek, bağımsızlığı yok etmek demektir.

 

YN- Alınan enerjinin bir kısmı tüketilememektedir. (s. 124)

SK- Enerji sübvanse edilerek ucuza satılmalıdır. O zaman satılır. Üstüne astronomik kârları yüklerseniz, kaçakları kullananlara şarj ederseniz, elbette satamazsınız. 28 Şubat krizleri sona ermez.

Bundan sonra enerji açığımız bile olabilir. Yeter ki kullanmasını bilelim. Bu anlaşmalar Batı tekeli ile yapılmadığı için geçmişteki hortumlar dışında yararlı hâle dönüşebilir.

Gazı alacağız, elektrik enerjisine çevireceğiz ve sanayiyi sübvanse edeceğiz. Sanayideki patlama, tarımdaki patlama o pahalılığı çoktan dengeler. Çünkü maliyetler düşer ve dünya pazarlarına girmiş oluruz.

 

YN- 4.5 milyar dolar fazla fatura ödüyoruz. (s. 124)

SK- İran’dan pahalı gaz aldık, karşılığında Türk Lirasını verdik, o kadar malı ona satmış olacağız, takasta zarar etmiş oluruz. Yani, bizim emeğimizle İranlıları refaha erdiriyoruz demektir.

Biz misafirperver bir milletiz, bunu fazla önemsemeyiz. Ama aldığımız enerjiyi pahalı olarak dolarla halkımıza satarsak, halk ürettiği malı pahalıya mâl eder. İranlılar bizden almaz, başka yerden alır. Bizim ürünlerimiz elde kalır. Bu sefer o enerjiyi de biz kullanamayız.

Dolayısıyla bu durumda anlaşmaları altın değeri üzerine çevireceğiz. Ancak biz ödemeleri TL üzerinden yapacağız. Yani, serbest piyasadan mallarımızı alacaklar. Bu onlar için de yararlı olduğu için kabul etmemeleri sözkonusu olamaz.

 

YN- Nükleer santraller dışa bağımlıdır ve tehlikelidir. (s. 125)

SK- Türkiye nükleer santrallerden vazgeçmelidir.

Türkiye küçük hidrolik, rüzgâr, güneş ve biyolojik santrallere yönelmelidir. Geleceğin ekonomisi bunun üzerinde oturacaktır. Tarım kentlerde bunlar çok ucuza mâl edilecektir.

 

YN- Nükleer santraller dünyada terk ediliyor. (s. 125)

SK- İnsanlık bugün nükleeri değerlendirme teknolojisine ulaşmış değildir. Belki 1000 metre yer altında kuracağımız bir kentte işlenir ve elektrik enerjisi olarak yeryüzüne verilebilir. Yahut uzayda, mesela Ay’da bunun santralleri kurulur, lazerle yeryüzüne elektrik gönderilir.

Bunlar IV. milenyumun yani IV. bin yılın sorunlarıdır.

 

YN- Türkiye’de hidrolik enerjinin sadece dörtte biri kullanılmaktadır. (s. 125)

SK- Bu rakam çok yanlıştır. Yüzde biri kullanılıyor diyebilirsiniz.

Karadeniz’in dağlarında yağan kar yazın eriyip denize ulaşmaktadır. Ortalama yüksekliği 2000 metredir. Metrekareye yıllık yağış miktarını ele alarak enerji miktarını hesaplayalım. Bu hesabı yaptıktan sonra şimdi Karadeniz’deki santrallere bakın. Binde bir değil, milyonda bir bile değildir!..

Tarım Ketleri” kendilerine ihtiyaç olan enerjinin iki mislini rahatlıkla üretirler. Kalanı da enerji olarak bütün Türkiye’ye bol bol yeter de arta bile.

 

YN- Ekonomiye darbe vuran enerji politikalarını hemen değiştirmeliyiz. (s. 125)

SK- Değiştirmeliyiz, ama nasıl?

Buna “Adil Düzen” cevap vermektedir.

Önce bir “dergi” çıkaracağız, sonra “parti” kuracağız, sonra “kooperatifler” kuracağız…

Değirmen tipi enerji santrallerini halka ürettireceğiz. Sanayiciler iştirak etmek suretiyle üretecektir. Tüccarlar malzemesini verecekler. Değirmen tipi elektrik santrallerini elektrik karşılığı bize satacaklar. TEDAŞ ile anlaşacağız, elektriğimizi alacak ve başka yerde bize teslim edecek. Biz ona elektrik olarak bir pay vereceğiz. Böylece Türkiye’nin elektrik sorununu çözmüş olacağız.

Türkiye’nin 12 bölgesindeki araştırma merkezlerimiz bunlar üzerinde araştırmaya ve geliştirmeye devam edecektir. Ucuz elektrik ve verimli emek bizi kısa zamanda Almanya ve Japonya’dan öteye götürecektir.

 

*

 

YN- TÜRKİYE’Yİ KEMİREN ZULÜMLER (s. 126)

SK- Düzen “Adil Düzen” değil de “zulüm düzeni” ise orada zulmün sayısı yoktur. Ateş içinde iseniz; şurası sıcaktır, şurası soğuktur diyemezsiniz. Belki burası daha sıcaktır diyebilirsiniz.

Biz zulüm düzenini değiştireceğiz. Nasıl değiştireceğiz?

  1. Adil Düzen” adına “bir dergi” çıkaracağız ve bu dergiye abone olanları adil düzen ordusunun askerleri olarak göreceğiz.
  2. Bu adil düzen askerlerine “bir parti” kurdurup her eve ulaşmayı hedefleyeceğiz. Bir kimsenin 100 (yüz) aileye ulaştığını kabul edersek, Türkiye’de 150 000 (yüzellibin) üyemiz olacaktır.  
  3. Türkiye’yi 1000 kalkınma merkezine ayırıp her kalkınma merkezinde “bir kalkınma kooperatifi”ni kurduracağız. Bu koopertifleri kooperatif üyeleri kuracaktır. Her ev anlatılarak dâvet edilecek, dâvette ısrar edilecektir.
  4. Kalkınma kooperatifleri “mala-mal marketler zinciri” oluşturacaklar ve bu sayede kısa zamanda Türk ekonomisinin canlanmasını sağlayacaklardır.
  5. Her kalkınma merkezinde bulunan kooperatiflerin 20 kadar “hakemleri” olacaktır. Çıkan ihtilafları hakemler çözecektir; adil bir şekilde çözecektir. Hakemleri kabul etmeyen ortaklar ortaklıktan çıkarılacaktır. Ortak olmayanlara karşı da ortağımızı “kooperatifin avukatları” savunacaklardır. Kooperatifin avukatları başka davalar almayacaklardır. Kooperatif avukatları başörtüsü gibi kamuyu mağdur eden davaları doğrudan savunacaktır.

 

YN- 1. Zulme Seyirci Kalma Zulmü. (s. 126)

SK- Türk Milleti hiçbir zaman zulme seyirci kalmamıştır.

Türkiye işgal edildi. Halk “Kuvva-yı Milliye”sini kurdu ve zulmü defetti. Yeni zulümle karşılaştı.

1950’de o zulmü defetti, yine aynı zulümle karşılaştı.

1960’da onu defetti, ama zulüm devam etti.

CHP-MSP Koalisyonu oldu, zulümde değişiklik olmadı.

ANAP’ı iktidara getirdi, zülüm yine devam etti.

Bugün de milletimiz AKP’yi zulmü defetsin diye iktidara getirmedi mi? Oysa meğer o sadece kendisine yapılan zulmü defedecekmiş; ama onu da başaramadı!

Halk örgütlenmedikçe zulme seyirci kalmak zorundadır. Örgütlenmeyi kim yapacak?

Bizim gibi yetişmiş kişiler yapacak.

Biz bu meselelerle ilgilenmezsek, suçlu onlar değil, biziz. Zulme karşı ortak mücadele yapacağımıza, kendi ideolojimizin uşaklığını yapıyoruz. Birbirimizle çekişiyoruz.

 

YN- 2. Haram Kazanç Zulmü. (s. 126)

SK- Helal kazanç olmadıkça haramlar helal olur.

Bizi bu insanlara helal kazanç yolunu açmadık ki onlar haram kazanç içine girmesin.

Kalkınma kooperatifleri helal kazancı halkımıza sağlayacak ve haram kazanç zulmü öyle bitecektir.

 

YN- 3. Kirli Siyaset Zulmü. (s. 126)

SK- Türkiye’de en iyi çalışan iki müessese vardır; ordu ve partiler.

Kirli demiyorum. Ancak seçim sistemleri sebebiyle ülkemizde zulümler olmaktadır.

Adil Düzen Partisi” ve “Kalkınma Kooperatifleri” içinde demokratik düzen gelmiş olacaktır.

 

YN- 4. Şirk Zulmü. (s. 126)

SK- İmanın olmadığı yerde küfür olur. Küfür şirke götürür. Allah’a inanmışlar, ibadet etmişler, ama hep mağlup olmuşlar. İnançlarını kaybedip çağdaşlaşamamışlar.

Çözüm “Adil Düzen”dir.

Kur’an’ın onları zulümden kurtardığını görünce ona dört elle sarılacak ve şirkten kurtulacaklardır. Bunu da ancak Kur’an’a ve müsbet ilme göre kuracağımız parti ve kooperatiflerle sağlayacağız.

 

YN- 5. Allah İle Aldatma Zulmü. (s. 126)

SK- Evet, “Biz Allah’a ve âhirete inandık.” dedikleri halde, mü’min olmayanlar vardır. Onlar Allah’ı ve mü’minleri kandırmak istiyorlar, oysa onlar farkında olmadan kendileri kandırılmış olurlar.  

Mü’min olanları Allah ile aldatmak ve onlara zulmetmek mümkün değildir. Onlar da mü’min değiller ki aldanıyorlar. Bunlar kendilerine zulmediyorlar.

Bizim bunlara karşı yapacağımız tek şey iman etmemiz ve onları da imana davet etmemizdir. Bu partinin işi değildir. Marketlerimizin gelirlerinden takva sahipleri gözetilecektir.

 

YN- 6. Riya Zulmü. (s. 126)

SK- Riya kötüdür, ama zulüm değildir. Riya ile de yapılmış olsa sonuç olarak iyilik yapılmaktadır. Kimsenin içine giremeyeceğimize, kalbini göremeyeceğimize ve ne düşündüğünü bilemeyeceğimize göre, bu zulmü de biz zulümden saymıyoruz.

 

YN- 7. İkrah (baskı, zorlama, özgürlüğü yok etme) Zulmü. (s. 126)

SK- Türkiye’de bu zulüm vardır. Ancak bu zulmün kaynağı dışarıdadır. Türkiye’de bu zulmün ayakları vardır. Bir numaralı ayağı dış sermayeyi temsil eden gizli localardır. Bunların maşası basın, basından korkan yargı, basına karşı kendisini koruyan ordu, iktidar heveslileri, üniversiteler, sendikalar, odalar...

Devlet başkanına hep baskı yapmaktadırlar. Bunların %90’ı kendilerini korumak için baskı yapmaktadırlar. Bir gün bu baskıya karşı direnme başlarsa, bunların çoğu yanımızda yer alacaktır.

Adil Düzen Partisi” ve “Kalkınma Kooperatifleri” bu karşı baskıyı oluşturacaktır. Tekel sermayesine karşı, karşı baskıyı oluşturacaklardır.

İstiklâl Savaşı günlerinde Anadolu Hükümeti kurulunca halk onun yanında yer aldı.

Biz de “Adil Düzen Partisi”ni ve “Kalkınma Kooperatifleri”ni kurunca halk bizim yanımızda yer alacak ve bizimle birlikte olacaktır.

 

YN-8. Servet ve Refahla Şımarma Zulmü. (s. 126)

SK- İbni Haldun diyor ki; çökmekte olan devletler israf yapmak zorundadırlar. Çünkü israf yapmazlarsa halk onlara itaat etmez. İsraf yapınca da devlet çöker.

Bu psikoloji Türkiye’nin maalesef iliklerine kadar işlemiştir. Bu da ülkemizdeki düzenin çökmekte olduğunun açık işaretidir.

Adil Düzen Partisi”nde ve “Kalkınma Kooperatifleri”nde bu hastalık tedavi edilecektir.

Bizim en çok zorlanacağımız ama aynı zamanda meselenin can alıcı noktası burasıdır.

 

YN- 9. İsraf (savurganlık) Zulmü. (s. 126)

SK- Gösteriş zulmünde varlıklı olma vardır. İsrafta ise harcama vardır. Bunlar birbirinden ayrılmaz illetlerdir. Kaynağı aynıdır. Tedavisi de ayanıdır. İnsanlar hayırda yarışamayınca zulümde yarışırlar.

Adil Düzen Partisi” insanları hayırda yarıştıracaktır. “Kalkınma Kooperatifleri” ile maddeten yarıştıracaktır. İsraf zulmü böyle duracaktır.

 

YN- 10. Paylaşımsızlık Zulmü. (s. 126)

SK- Türkiye’de paylaşım en ileri safhada yapılmaktadır. Gösteriş paylaşımı olduğu için zulüm sayılabilir. Ancak Türkiye krizleri paylaşımcılıkla atlatmaktadır. Bu belki de bizim sorunsuz olduğumuz bir sahadır. Ama eski konukseverlik ve yardımlaşma hisleri azalmaktadır. Artık gelin-kaynananın bir arada oturmama modası çıkmıştır. Bu sorunu aile müessesesi ile çözeceğiz, şeriat hükümleri ile çözceğiz.

 

YN- 11. Geleneği Dinleştirme Zulmü. (s. 126)

SK- Tarikatlar yani dini gruplar serbest olacaktır. Dinsizlik de bir din olarak örgütlenebilecektir. Dini grupların en azı %5 en çoğu %20 kadar cemaat bulundurabilecektir. Dini gruplar birbirleriyle hayırda yarışacaklardır. Yarıştaki başarıları nisbetinde kamudan pay alacaklar, kamuda söz sahibi olacaklar, denetlemede dava açma hakkına sahip olacaklar, tezkiyeye yetkili olacaklardır. Hayattaki başarı onları hak dine götürecektir.

Dinler imtihanı şu yerlerde vereceklerdir:

  1. Cemaatlerin çokluğu.
  2. Tezkiye ettiği kimselerin az suç işlemesi.
  3. Hizmet verdiği işletmelerin getirdikleri kamu payı.
  4. Cemaatlerindeki ortalama ömür.

Dinlerin geleneklerden uzak kalabilmeleri için içtihat müessesesi açık olacak. İlmî dayanışma ortaklıkları sürekli olarak içtihat yapıp yenilikleri fıkha uyarlayacaklar ki halk gelenekten kurtulsun. Yani, çoklu dayanışma ortaklıkları müessesesinin tesisinden başka bir şekilde bu soruna çözüm bulunamaz.

 

YN- 12. Emanet ve Ehliyetleri Ehline Vermeme Zulmü. (s. 126)

SK- Emanetler merkezden takdirle tevcih edilirse bunun böyle olacağı aşikârdır.

Önce yerinden yönetim olmalı ve seçim kademeli olmalıdır. Yani, halk kendi bucağındaki tanıdığı kimseleri seçmelidir. Onlar illerindeki tanıdığı kimseleri seçmelidir. Onlar da ülkedeki kimseleri seçmelidir.

Halk partileri değil, kişileri kademeli olarak seçmeli ve partileri seçimler oluşturmalıdırlar. Her zaman seçen değiştirebilmelidir. Değiştirmek için seneler beklenmemelidir.

Ekseriyet sistemi yerine nisbî sistem olmalıdır. Alınan oy nisbetinde yönetimde söz sahibi olunmalıdır. Görevliler dayanışma ortaklıkları tarafından aldıkları oylar ile mütenasip oranda seçilmelidirler.

Denetim sosyal gruplar tarafından yapılmalı, hakemler nezdinde denetlenmelidir.

Ehline tevdi sistemi geliştirilmelidir. Kurallar olmayınca veya işlemeyince keyfi yönetim yer alır.

 

YN- 13. Kamu Kaynaklarını Talan Zulmü. (s. 126)

SK- Bu talanın son bulması için kıyam mülkiyetinin ikame edilmesi gerekir. Yani, işletme hakkı başkasına devredilebilmeli, vasiyetle intikal etmelidir. Kişi bir mülkü idare edebiliyorsa onun elinden alınmamalıdır. Ama oraya hissedar olanlar gelirlerinden yararlanmalıdırlar.

Vakıflar da böyle işletilmelidir. Kamu malları hep vakıflarla yönetilmelidir. Bankalar ise kamulaştırılmalı ve krediler devlet bütçeleri ile dağıtılmalıdır.

 

YN-14. Emeğe İhanet Zulmü. (s. 126)

SK- Üreticiler ürettikleri nisbetinde ücret almalıdırlar. Bu da “Mala-Mal Marketleri” ile mümkündür.

Her markette 10 kişi civarında alıcı tüccar vardır. Sen bir değeri götürdüğün zaman pazarlık yaparsın ve onu satarsın O sana işletme pay belgesini verir ve sen de onunla o mağazalar zincirinde istediğin malı alırsın. Böyle her ilçede 10’a yakın mağaza vardır ve bunlar dünya çapında zincir oluşturmuşlardır. Malını şu mağaza almazsa, başka mağaza alır. Onun mağazasından mal alma imkanın doğar.

Herkese “çalışma kredisi” verilmektedir. İşverenler onları çalıştırırlarsa “ham madde kredisi”ni de alabilirler. Ayrıca her konuda yarışlar düzenlenir ve başarı gösterenler mükâfatlandırılır. Açık maaşa bağlanır. Terfih mülkiyete değil taltife sebep olur. (İnsanlar mala sahip olmakla değil, ondan yararlanmakla refah bulurlar.)

 

YN- 15. Kadını Ezme-Horlama Zulmü. (s. 126)

SK- Türkiye’de kadın ezilmemektedir. Türkiye’de kadın fazlasıyla yüceltilmiş olduğu için sıkıntısı yoktur. Dolayısıyla çalışma hayatında ve siyasette yeteri kadar görülmemektedir.

Kadınları iş hayatında ve sosyal hayatta daha aktif olarak görmek istiyorsak, evlenmeleri ve boşanmaları son derece kolaylaştırmamız gerekir. Erkeğin de kadının da tek taraflı beyanla boşayabilmesi gerekir. Kadını ekonomik bakımdan koruyan tüm tedbirleri kaldırmalıyız.

Kadınları askerliğe almasak bile, zorunlu nöbetlere almalıyız. Başka türlü kadınları ekonomik ve sosyal hayata çekemeyiz. Çok evlilik müessesesi kadının seviyesini çok fazla yükseltir. Çünkü erkekler kadın bulamayacağı için kadın daha da kıymetlenir ve evlilik karaborsaya döner.

 

YN- 16. Sevgisizlik Zulmü. (s. 126)

SK- Sevme ruhsal olaydır. Ancak yoksullar ve mağdurlar arasında doğar. Sıkıntıda olan diğerine yardım eder, onun da orada ona karşı sevgisi doğar. Eski evlerde aile hayatı dışında yaşama şansı yoktu. Köylerde durum hâlâ öyledir. Birbirlerini severler de, birbirlerine kızarlar da. Kentlerde bu çok gevşemiş ve yumuşamıştır.

Sosyal güvenlik sevmeyi ve sevilmeyi unutturdu. Baba sayılmayınca, babanın kadın ve çocuklar üzerindeki sevgisi kalkmış oluyor. Bu sefer baskı altında eve hizmet getirmektedirler. Aile müessesesi çöküyor.

Boşanma zor olunca da, nasıl ayrılamayacağız diye her gün kavga ediyorlar. Oysa boşanma kolay olsa, eşler birbirinden çekinecekleri için karşılıklı olarak birbirlerine saygılı davranırlar, bu da boşanmayı önler.  

İllete yani fıkha bunun için ihtiyaç vardır. Acaba insanlarda sevgi neden yok oldu?

Köyde biri öldü mü tüm köy yasa boğulur.

Şehirde ise evde bile büyük üzüntü yaşanmaz.

Bu sebepledir ki biz şehirlerde de aşiret, karye ve kabile müesseselerini ihya etmek istiyoruz. Mescitler ve camiler birer ünite olarak halkı birbirine bağlamalıdır.

 

YN- 17. Diri Diri İnsan Yakma Zulmü. (s. 126)

SK- Acaba bir insan kendisini nasıl yakabilir?

İnsanın aklını almış olmalılar ve inandırmalılar. Ama ben buna inanmıyorum.

Bana göre bu şöyle yapılmaktadır. Kişi alınıyor, yetiştiriliyor ve önce zulüm yaptırılıyor. Sonra ona diyorlar ki; sen şu şu zulümleri yaptın, seni öldüreceğiz! İstersen git söyle! Al sana şu kadar akçe verelim, yakınlarına bırak. İstersen biz öldürelim. Kaçma imkanı olmayan kişi buna razı oluyor ve emredilenleri yapıyor.

 

YN- 18. Doğayı Tahrip Zulmü. (s. 126)

SK- Doğa sistemli bir şekilde tahrip edilmektedir.

Bunun başlıca sebeplerinden biri sermayenin azami kazanç hırsı ve faizli sistem, diğeri yasaklar sistemidir. Doğadan halkı yararlandırmazsanız halk doğayı tahrip eder. Halk ondan yararlanmalıdır ki onu tahrip etmesin ve korusun.

Yine burada da kıyam mülkiyeti ortaya çıkıyor. Ormanın rakaba mülkiyeti devlete ait olmak üzere, işletme mülkiyeti ehliyetli orman teknisyen ve mühendislerine verilir, böylece ormanın kıyam mülkiyeti kişilere intikal eder.

 

YN- 19. İftira Zulmü. (s. 126)

SK- Bu zulüm sistematik şekilde basın ve yayın tarafından yapılmaktadır. Bunun önlenmesi ancak hakemlerden oluşan adil yargı sistemi ile mümkündür. Millî basın ve yayınla mümkündür.

 

YN- 20. ………

SK- Daha ne zulümler var… Vergi zulmü, basın zulmü, orman zulmü, sit alan zulmü, imar zulmü, soruşturma zulmü, bürokratik zulüm, iş mafyası zulmü, senet mafyası zulmü, icra zulmü…

Dava zulmü, tedavi zulmü...

Sosyal müesseseleri tek tek saysak yeridir, çünkü hepsi zulüm…

 

SONUÇ:

  1. Zulümleri saymak yetmez; çözüm ve çarelerini ortaya koymak gerekir.
  2. Çözüm ve çareleri ortaya koymak yetmez; üzerinde durmak gerekir.
  3. Üzerinde durmak da yetmez; çözümde halkı örgütlemek gerekir.
  4. Örgütlemek de yetmez; uygulayıp sonuç almak gerekir.

 

Bunların gerçekleşmesi için;

  1. Her görüşün temsilcilerinin yer aldığı “bir dergi” çıkaralım.
  2. Adil Düzen Partisi”ni birlikte kuralım.
  3. Kalkınma Kooperatifleri”ni kuralım.
  4. Halk Marketleri Zinciri”ni kuralım.

 

 


YAŞAR NURİ ÖZTÜRK- HALKIN YÜKSELİŞİ HAREKETİ KİTABI- KRİTİĞİ
1-PARTİ KURULMADAN ÖNCEKİ TEBLİĞ
2239 Okunma