MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
949 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 46-50.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 9. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

قَالَ أَرَاغِبٌ أَنْتَ عَنْ آلِهَتِي يَاإِبْرَاهِيمُ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا (46) قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا (47) وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُو رَبِّي عَسَى أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي شَقِيًّا (48) فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا (49) وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا (50)

***

 

قَالَ

QAvLa (FaGaLa)

“Kavl etti”

Milattan önce 5000 yıllarında kuzeyde avcılıkla geçinen Sümerler, Çoruh veya Aras vadilerinden Fırat’ın kollarına geçerek Mezopotamya’ya inerler. Orada sulama ziraatı ile geçinen yerli halk vardır. Baraj yapmayı bilen Sümerler, bunu yerlilerin sulama tarımı ile birleştirerek yeryüzünde ilk uygarlıklarını kurarlar. Nuh ve ondan sonra gelen peygamberler bu uygarlığı geliştirirler. Bundan sonra bu uygarlıktan etkilenen Mısırlılar Mısır’da büyük bir imparatorluk kurarlar. İki uygarlık gelişmiştir. Biri Mezopotamya’da Hak uygarlığı, diğeri de Mısır’da kuvvet uygarlığı.

Mezopotamya’daki hak uygarlığı çökmemiştir. Uygarlık yaşlanmış ve düzenlerine şirk hâkim olmuştur. Mezopotamya’nın Ur kentinde şirk düzeni hâkim olmaya başlamıştır. Mezopotamya kentler düzenine sahiptir. Zaman zaman devletler seviyesine gelmiştir ancak esas yapısı kentlerden oluşur. Kentlerden biri ekonomik merkez olmaya başlar. Ticaret yönünden hâkim olur, oralarda değişik kentlerden gelenler yerleşir. Her kentin kendi tanrısı vardır. Bunlar tanrılarını bırakmazlar, uzlaşırlar ve ortak tanrılar oluştururlar. Böylece tek tanrı yerine çok tanrılı bir düzen doğar.

Ur’da da durum budur. Bu tanrıların uzlaşması ile merkezi kentlerin çevre kentlerini sömürme düzeni ortaya çıkar. Ur’un ileri gelen bir ailesine mensup İbrahim buna karşı direnmeye başlayacaktır. Tek Tanrı anlayışını savunmaya başlar. Babası Ur’un başkanı değildir ama Ur’un ileri gelenlerindendir. Allah onu görevlendirmiştir. Babası ile cihat edecektir. Kötü babadan biri görevlendirilmiştir. Bu kötü babaların çocuklarına örnek olmalıdır. Kendilerine İbrahim’i örnek almalı, babalarına karşı çıkmalıdırlar, aynen İbrahim örneği gibi.

 İbrahim’in babasına nasıl saygılı hitap ettiğini bundan önceki ayetlerde görmüştük. Şimdi babasının ona karşı davranışını görelim.

أَرَاغِبٌ أَنْتَ

Ea RaĞıBun EaNTa (EaFaGıLun EaNTa)

“Sen rağıb mısın?”

رَاغِب sel yığıntısı alüvyonlu topraktır. İki zıt anlam taşımaktadır. Akıp giden manasında رغب kökü kullanılıyor; akıp varan manasında da رَغْبَة kullanılıyor. رَغِبَ عَنْ ‘yüz çevirmek, uzaklaşmak’, رَغِبَ إِلَى ‘ona yönelmek, oraya gitmek’ demektir.

ر tekrarı, غ değişmeyi, ب geçidi ifade eder.

“Değiştirmek, uzaklaştırmak, koparmak mı istiyorsun?” diyor.

İnsanları eski alışkanlıklarından, eski anlayışlarından koparmak çok zordur. Bir türlü yenilik yapmak istemezler. İnsanların değişmesi için iki yol vardır; biri siyaset, diğeri ise iman. Biri silahı kullanır, diğeri ilmi. Peygamberler ilmi kullanmışlardır. Akıl yoluyla onlara anlatarak, onları ikna ederek yola getirmeye çalışmışlardır. Filozoflar ise zorla, silah zoruyla insanları yeni yola koymuşlardır. Böylece yeni medeniyetler doğar. Kuvvet medeniyetleri tekniklerde, hak medeniyetleri ise hukukta inkılap yaparlar.

 İbrahim hukukta inkılap yapmak üzere görevlendirilmiş birisidir. Allah onu kötü babaya oğul yapmıştır. Bu sebepledir ki kimse babasının suçundan dolayı oğlunu suçlayamaz. Ceza kanunundaki ‘suç şahsidir’ ilkesi buradan gelir.

عَنْ آلِهَتِي

GaN EAvLişHaTIy (GaN FaGıLaTIy)

“İlahlarımdan”

لَاحَة” bir şeyi kapatmak için üstüne örtülen örtü demektir.

إِلَه örtülmüş, görünmez anlamında olup ‘tanrı’ demektir. “ElHüve”den de dönüşmüş olabilir.

“İlah” kelimesi Tanrı anlamındadır. İnsanlar, “var edici”yi her zaman bilmişlerdir. Onu en kıymetli veya güçlü gördükleri bir varlık ile ifade etmeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki, birçok dinde Tanrı güneş kelimesi ile ifade edilmiştir. Türkçedeki Tanrı da ışık kelimesinden gelmektedir. Kur’an’da da “Allah göklerin ve yerin nurudur” denmektedir. Bu kelimenin çıkışı ‘aydınlık’ anlamına gelen bir sözden gelmiş olmalıdır. Türkçeye Tanrı diye tercüme edilecektir.

ءله kökü Kur’an’da 2851 defa geçmektedir. ءلي kelimesi 289 defa geçmektedir. İkisinin toplamı 3140 ( 22*5*157) etmektedir. Basit oranlar kanununa uymuyor.

اللَّهَ kelimesi de 2704 (24*132) defa geçmektedir. Basit sayılar kanununa uymaktadır. Batılılar “İnsanlar başlangıçta çok tanrıya tapmışlar, sonunda tek Tanrı’ya gelmişler” demektedirler. Kur’an ise aksini söylemektedir, “İnsanlar tek Tanrı’ya inanırken sonraları putları onlara şerik etmişlerdir.” diyor.

İnsanlar kabileler halinde dağılınca değişik diller oluştu. Her topluluk kendi diline göre Tanrı’ya isim vermiştir. Tanrı çoğalmamış ama Tanrı’nın isimleri çoğalmıştır. Sonraları tekrar bir araya gelen topluluklar Tanrı’yı kendi dillerindeki adları ile çağırmışlardır. Böylece her topluluğun ayrı tanrısı olduğunu iddia etmişlerdir.

Yazı icat edilene dek şekillerle veya resimlerle Tanrı’yı ifade ediyorlardı. Böylece her topluluğun kendisine özgü tanrıyı ifade eden heykeli veya resmi vardı, bir araya gelince onu tanrı olarak gördüler. Putları tanrı kabul ettiler. Bunun topluluk içindeki kötü sonucu olarak farklı temsili ilahlar topluluk içinde farklı kabileler oluştu.

 Nuh Peygamber’den itibaren başlayan anlayışla insanlar tek Tanrı’da birleşmektedir. İnsanlık hala cahiliye dönemini yaşamaktadır. Hıristiyanlar hala sadece kendilerinin cennete gideceklerini, Müslümanlar da sadece Kur’an ehlinin cennete gideceğini savunuyor. Bu şirk mantığı henüz kalkmamıştır.

Yirminci yüzyılın tanrısız anlayışından tek Tanrı’ya doğru atılan adımdır. Kur’an da cihadını çok tanrıcılarla yapmaktadır. Tanrısızlara çok az temas etmektedir. Kelimeyi şehadette “başka Tanrı yoktur” denmektedir.  İbrahim’in babası oğlunun tek Tanrı’sını inkâr etmiyor, sadece kendi putlarının da ilah olduğunu ileri sürüyor.

Bugün Sermaye “tanrı yoktur” diyemiyor, “Peygamberler insanları kandırarak sözlerini dinlettiler” diyor.

يَاإِبْرَاهِيمُ

YAv EiBRAvHIyMu (YAv EiFGAvLİyLu)

“Ya İbrahim”

 İbrahim babasına “Ey benim babam” dediği halde, babası oğluna “oğlum” demiyor “İbrahim” diyor, akrabalık ilişkisini bitiriyor. Böylece İbrahim’in kavmi ile cidali başlamaktadır.

Onların çağı ile bizim çağımızın arasında büyük fark vardır. O zaman şeriat düzeni bilinmiyor ve benimsenmiyordu. Peygamberler insanlara yalnız şeriatı kabul ettirmekle görevli değildirler, aynı zamanda şeriatı öğretme durumunda idiler. Onlar, mesela İbrahim’in babası iddiasında samimi idi. Dolayısıyla eşeddi kâfir sayılmaz. Yirminci yüzyılın başındaki dünya da böyleydi. Gelişmiş müspet ilimlerle dünyayı çözdüklerini sanmışlar ve tanrısız bir dünya düşünmüşlerdir. Marks ve Lenin Sermaye’nin görevlisi idiler. Onların samimi olduğunu düşünemiyorum ama Stalin ve benzerleri Tanrı’nın gerçekten olmadığını sanmış olabilirler. Ancak bugün insanlar müspet ilimlerin verileri ile tek Tanrı olduğuna, öldükten sonra yeniden dirileceğimize, Kur’an’ın ve diğer ilahi kitapların hak olduğuna ulaşmışlardır. Dolayısıyla bunların şirkleri ve küfürleri eşeddir.

Bizim zorluğumuz şudur ki; görüşlerimizi kimse reddedemiyor, karşımıza çıkıp “yanlış söylüyorsunuz, böyle bir şey doğru değildir” demiyorlar. Şimdi tek silahları vardır; “bizim paramız var, Tanrı’yı onunla kovuyoruz, yeryüzüne hükmediyoruz, siz bize itaat edeceksiniz” diyorlar. Ortaya çıkardıkları diktatörleri de onlar tanrılık mesabesine çıkarıyorlar.

لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ

LaEin LaM TaNTaHi (LaEiN LaM TaFGaL)

“İntiha etmezsen”

“Nihayet” son demektir. Bir akıntının son bulduğu yere, yani yamacın bitip düzlüğün başladığı yere “nihayet” denir. “Nehy etmek” ileride olacak kötü sonuçları baştan haber vererek yapmamasını istemektir. Bucaklara “nahiye” diyoruz. İnsanlardan birçok şeyin yapılmamasının istendiği yer demektir.

ن belirsizliği, ه uçurumu, ي kolaylığı ifade der.

“Bu iddialarına son vermezsen” diyor. Babasının oğlunu dinlemesi ve onun söylediklerine “yanlış, öyle değil böyledir” demesi gerekirken, tehdide girişmiş, “vazgeçmezsen, söylemeye devam edersen” demiş ve tehdit etmiştir.

Kim ne derse desin, her söze kulak verecek ve onu dinleyeceksin. Sözleri silahla def etmek mümkün değildir. Yanlış görüşleri ve yanlış düşünceleri yine sözlerle def edeceksin. Silahla insanın beynini parçalayabilirsiniz ama insanın beynindeki devreleri değiştiremezsiniz.

İbrahim Peygamber’in babası belki bunu bilmeden yapıyordu.

Bugünkü insanlar ise bunları bile bile yapıyorlar.

Kur’an’ı okudukça insanların yaptıklarına karşı o kadar şaşkına dönüyorum ki tüm insanların cehenneme gideceği vehmine kapılıyoruz. Sonra yine Kur’an imdadıma yetişiyor. Cennet boş kalmayacak. Yoksa en yakın arkadaşlarımın bile bir türlü İbrahim Peygamber’in yaptığını yapamadıklarını görüyorum ve üzülüyorum.

Sermaye’nin faizli sömürü düzenine ülkenin imkânlarını sunuyorlar ama Akevler’in 4000 dönümlük ve bugün 100 milyon dolar eden tapulu yerini bize vermiyorlar. Hakemlik sistemini getireceklerine başkanlık sistemini getiriyorlar. Bizi tehdit etmiyorlar ama sözlerimize asla kulak vermiyorlar. Kur’an düzeni üzerinde çalışanlar bu durumdan yararlanmalı, Allah’a hamd etmeli ve çalışmalarına devam etmelidirler.

15 Temmuz’dan sonra seminerlerimizi takip edenler yarıya azaldı. Binden fazla kişi ise devam ediyor. AK Parti’nin yanlışlarına rağmen bize rahmet olduğunu bilmeliyiz.

لَأَرْجُمَنَّكَ

La EaRCuManNaKa (La EaFGaLanNaKa)

“Seni kesinlikle recmederim”

رَجْم Alet olarak kullanılan taştır. Recm etmek ‘taşlamak’, رَجِيم ise ‘taşlanmış’ demektir. Kovulmuş anlamında da kullanılır.

ر tekrarı, ج toplanmayı, م maddeyi, enginliği ifade eder.

رَجْم kelimesi Kur’an’da taşlama ve kovma anlamında kullanılmaktadır. Araplar da cezalandıracakları kimseyi kumların içine gömer, sonra onu taşlar ve öldürürler. Böyle bir ceza İslam’da söz konusu olmadığı gibi zina cezası olarak öldürülen de yoktur. İmate etme, öldürme cezası قَتْل veya صَلْب ile olur. Bir adam işkence yaparak birini öldürse kısas yaparız ama işkence yapmayız. Cana can alırız. İşkenceye işkence kısası yapılmaz. Dolayısıyla recm cezasının uyguladığı rivayetleri sahih hadislere dayanmaz.

“Seni recmederim” diyerek “seni kovarım artık arzda barınamazsın” demektedir. “Gitmezsen öldürürüz” diyor.

وَاهْجُرْنِي

Va UHCuRNIy (uFGulNIy)

“Ve benden hicret et.”

Bu iddialardan vazgeçeceksin yetmez, benden uzak duracaksın, hicret edeceksin.

Burada “Recmederim” diyor. Hicret kelimesi öldürmeyi içermez. Öyle olsa da şeytan recim olduğuna göre şimdiye kadar ölmüş olması gerektiğini ifade ediyor. Hicrete atfedildiği halde hicretten ayrıdır. Recmde sana doğru geleni taşlayarak kovma anlamındadır. Hicret ise orasını terk etmedir. Babası İbrahim’den burasını terk etmesini istiyor. “Gittiğin yerde de eğer bu tür iddialarla ortaya çıkarsan, orada da seni rahat bırakmayız, geliriz ve seni taşlarız.” diyor.

‘Nefy etmek’ demek bulunduğunuz yerden kovmadır. Terk eder gider ve oradan size saldırmazsa, siz onu orada kendi halinde bırakırsınız ama orada da aynı fiillere devam ederse orasını işgal eder ve onu recmedersiniz, etkisiz hale getirirsiniz. Öldürme şartı yoktur. Hapsetme de recimdir. Genel olarak etkisiz hale getirmedir.

مَلِيًّا (46)

MaLıyYan (FaGıyLen)

“Meliy”

مَلَا sedir gibi oturmak için düzeltilmiş yerdir. إِمْلَاء ‘düzelterek doldurma’ anlamına gelir. Yolculuk yapılırken böyle dinlenme yerleri yaparlar, buna مَمْلِي denir, مَلِيّ kelimesi buradan gelir, ayrıca “mola verme” olarak da Batılılar kullanmaktadırlar.

م uzaklığı, ل belirliliği, و birliği ifade eder.

Civarımda dolaşma, bana görünme demektir.

Mühlet verme anlamına gelmektedir. Ayrıca yazdırma manasına da gelir. ملء kökü de benzer anlamları taşır.

Babası oğlu İbrahim’e “seni kovarım, gözüme görünme, kaybol” demektedir.

 

YORUM

Bir bilyeyi masa üzerinde yürüttüğünüz zaman bilye devam edip gider ama engebeli yerde biraz sonra durur. Buna sürtünme direnişi denmektedir. Her şey olduğu yerde kalmak ister. Belli bir hızla hareket eden cisim ona engel olmazsa ne hızını artırır ne eksiltir. Buna karşılık cisimleri hızlandıran şey kuvvettir. Yavaşlatan da sürtünme kuvvetidir. Kainatın dengesi bunun üzerine kurulur. Kendi kendine hareket etseydi durdurma mümkün olmaz, kuvvetle hareket etmeseydi o zaman da hareket olmazdı. Newton bunun kanununu yazmıştır. Hızlanma kuvvetle, ivme de kütlesiyle orantılıdır.

Canlılarda hücreler vardır, durmadan çoğalmak istemektedirler. Mikroplar vardır, onların çoğalmasını durdurmakta bu arada kendileri de ölmektedir.

Topluluklarda böyle ileri götürücü gruplar vardır. Bir de ileri gitmesini durduran, engelleyen güç vardır. İnsanlığın dengesi bunun üzerine kurulur.

 İbrahim ileri götürücü gücün kurucusu iken, babası durdurucu gücü temsil eder. Eğer durdurucular olmazsa dengeli bir gelişme olmaz.

Gülen’in ilerleyen cemaati bir gün durdurulmuştur, çünkü yanlış adımlar atmakta idi.

Bizim görevimiz ileri gitmedir. Gericilerin görevi de bizim ileri gitmemizi engellemektir. Arabada gaz pedalı kadar fren pedalına da ihtiyaç vardır.

Oğlu onu kurtarmaya çalışmakta, babası onu helak etme ile tehdit etmektedir.

 

Öz Türkçesi ile:

“ ‘Sen beni tanrılarımdan uzaklaştıracak mısın? Ey İbrahim, eğer son vermezsen seni kovarım ve bir süre benden uzak dur.’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Sen beni ilahlarımdan rağbet mi edeceksin? Ya İbrahim, nihayet etmezsen seni recm ederim ve meliyyen benden hicret et diye kavl etti.”

 

QAvLa Ea RAĞıBun EaNTa GaN EAvLiHaTIy YAvEBRAHİyMu LaEiN LaM TaNTaHIy LaEaRCuManNaKa VaHCuRNIy MaLiyYan

قَالَ أَرَاغِبٌ أَنْتَ عَنْ آلِهَتِي يَاإِبْرَاهِيمُ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا (46)

 

***

 

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ  

QAvLa SaLaMun GaLaYKa (QAvLa FaGaLüN GaLaYKa)

“Sana selam olsun diye kavl etti”

سَلَامselamet’ demektir yani ‘tehlikeden uzak ol’ demektir. “Ben sana düşmanlık yapmayacağım. Sen beni öldürmeye kalkışsan bile ben sana elimi kaldırmayacağım. Benim seni öldürme yetkim yoktur. Benim görevim seni selamete götürmektir.” Diyor.

سَلَامٌ لَكَ demezler de سَلَامٌ عَلَيْكَ derler. ‘Sana barış farz olsun’ demektir. Yani ben saldırmayacağım, sen de saldırma, artık saldırmamak senin görevin demektir.

Karşılaştıkları kimselere ‘barış üzerine farz oldu’ diye selam verirler.

Babasına İbrahim Peygamber diyor ki, “Sen beni tehdit ediyorsun ama ben sana karşı değilim, sana karşı bir davranışım yoktur. O halde senin de barış içinde olman gerek, neden bana saldırıyorsun?”

سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي

Sa EaSTaĞFiRu LaKa RabBIy (Sa EaSTaFGıLu LaKa RabBIy)

“Rabbimden senin için istiğfar edeceğim”

Burada neden سَ gelmiş de أَسْتَغْفِرُ denmemiştir. Buradaki سَ fiili hale (şimdiki zamana) doğru çekmektir. سَوْفَ ise fiili halden uzaklaştırmak içindir. Arapçada hal sigası olmadığı için قَدْ ile maziden hale çekilir, سَ ile halden geleceğe çekilir.

Sen bana düşmanlık yapıyorsun ama ben sana dostluk yapacağım.

Türkiye Öcalan’ı kabul etmiştir, onu idam etmemiştir.

İbrahim Peygamber de ona galip geleceğini, onun bir şey yapmayacağını, sonra kendisine teslim olunacağını söylüyor ama bunu tehdit olarak değil de aksine “ben senin için istiğfar edeceğim” diyerek ifade ediyor. İbrahim peygamberlerin peygamberidir. Kendisini ateşe atmışlardır ama o asla karşı çıkmamıştır. Tüm hayatı boyunca sadece insanları hakka davet etmiştir.

İslam dini budur.

Barış dinde olmadır.

Karşı tarafı helak etme değil istiğfar etmedir.

رَبِّي kelimesini de zikrediyor. “Rabbim bana böyle emretti” diyor.  “Benim görevim insanlar için istiğfar etmedir. Ben görevimi yapacağım ama hesabı sen O’na vereceksin.” diyor.

إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا (47)

EinNaHUv KAvNa BIy XaFiyYan (İnNaHUv FaGALa BIy FaGIyLan)

“O bana hafidir”

Babasının tehdit edici davranışlarına karşı kendisi barışçı olmaya devam ediyor.

AK Partililere bunlar ders olmalıdır.

Peki, gelen tehlike ne olacaktır? Ya sen beni öldürürsen, sen beni aç bırakırsan, benim halim ne olacaktır? İşte burada Rabbinin onu koruyacağını anlatıyor ama حَفِيًّا kelimesi ile anlaşılıyor. Bakalım Ruhu’l-Kur’an bize bu kelime hakkında ne diyor.

حفي ‘çıplak ayak’ demektir, ‘nalsız ayak’ demektir. ‘Tıraş etmek’ anlamına gelir. Kur’an’da حفي 3, حيف 1 defa geçer. Toplam 4 (22) eder.

ح hareketi, ف ayrılıp beraber kalmayı, ي kolaylığı ifade eder.

Türkçedeki ‘hafiye’ kelimesi buradan gelir. Casustan farkı vardır. Kişinin işlerini tecessüs etmede karşı tarafın gizli tarafını ortaya çıkarma vardır. Hafyetmede ise karşı tarafın bizim hakkımızda ne düşündüklerini ortaya koymaktır. Bizimle ilgili davranışları bilme hakkımızdır ama onun işlerine karışmak hakkımız değildir.

Rabbim benim O’nun hakkında ne düşündüğümü ne yaptığımı bilmektedir.

 

YORUM

‘Rabbim bana hafidir’ sözü ile İbrahim Peygamber “Rabbim beni takip etmekte, benden haberdar olmaktadır.” demektedir.

Demek ki hafiye teşkilatınız olacak ama bu karşı tarafın haberlerini toplamak için değil, bizden olanları korumak için olmalıdır. Bugünkü gizli istihbarat teşkilatı tersyüz edilecektir. Halkımızın ihtiyaçlarını tespit edecek, çözümlerini arayacak, gerektiğinde imdada koşacaktır. Vatandaşı düşman kabul edip onu gözetlemek tecessüstür ve men edilmiştir.

Sultan Abdülhamit ne yapmıştır? Özel teşkilat kurmuş ve vatandaşlarını gözetlemiştir. Teşkilatın gerekli gördüklerini sürmüştür. Biz de şimdi onu alkışlıyoruz!

Oysa vatandaşlardan şüphelenip onları izlemek Kur’an düzeninde yasaklanmıştır. Devletin hakemlerden oluşan yargısı vardır. Suç işlendiği zaman cezalandırılır. Suçun tespit şekilleri de şeriatta belirtilmiştir.

Devlet vatandaşın arkasında olmalıdır. O talep ettiği zaman değil, onun ihtiyacı olduğu zaman onun imdadına koşmalıdır. Bu nasıl mümkün olacaktır? Haber alma merkezleri olacak. Tüm vatandaşlar buraya haber verirler, tehlikeleri de bildirirler. Orası değerlendirir. Kararını yöneticilere bildirir. Yöneticiler gerekli tedbirleri alırlar.

Temel kaide olarak, birisi aleyhine bir haber geldi mi ona, “senin için bunu söylüyorlar” denir ve o savunmasını yazılı olarak yapar; ikisi de (haber ve savunma) dosyaya konur.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Sana esenlikler. Yetiştiricimden senin için bağışlanma dileyeceğim. O benim arkamdadır.’ dedi.”

Kur’an Kelimeleri ile:

“Sana selam. Rabbimden senin için istiğfar edeceğim. O bana hafidir diye kavl etti.”

 

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا (47)

 

***

 

وَأَعْتَزِلُكُمْ

Va EaGTaZiLuKuM (Va EaFTaGaLaKuM)

“Ve sizden i’tizal edeceğim”

عذل denk yapmak için bir torbada bulunanı iki torbaya böldükten sonra, yük yerleştirildikten sonra her bir torbaya verilen addır. عزل ise ‘ayırmak’ demektir.

ع etki etmedir. ز zamanda titreşimdir, ل belirliliktir.

اِعْتِزَال demek ‘ayrılmak’ demektir, ‘birlikte olmamak’ demektir. Hicrette küsme var, görüşmeme vardır. Uzlette ise görüşme vardır ama birlikte yapılan bir işten uzak durma vardır. Hepten ayrılma yerine o işten ayrılma söz konusudur.

“Evet, sen bana meliyyen uzak dur diyorsun. Ben zaten senden ayrılacağım.” demektedir.

وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ

Va MAv TaDGUvNa MiN DUvNı elLAvHı

“Ve Allah’ın dununda dua ettiklerinizden (de ayrılacağım)”

Burada وَمَنْ تَدْعُونَ  denmiyor da وَمَا تَدْعُونَ  deniyor.

Bugün insanların tapmakta oldukları karşılıksız dolarlar, insanların onu bulmak ve ona ulaşmak için canhıraş bir şekilde gösterdikleri çabalar, cansız varlık olduğu halde canlı imiş gibi istemektedirler.

Onlar bütün duaları eşyaya yapmaktadır. Âlemlerin rabbine yapmamaktadırlar. Onun için مِنْ دُونِ اللَّهِ kelimesi eklenmiştir.

Bunun bize öğrettiği kural şudur. Biz onların şirklerine katılmayacak, şirklerinden uzak olacağız ama onların gerçek mabuda yaptıkları duada beraber olacağız. Onlardan i’tizal ediyoruz ama onlarla mali ilişkileri koparmıyoruz. Hak yolunda onlarla beraberiz. Meşru yolda onlarla biriz. O halde onlardan i’tizal etmek ne demektir?

İnsanın iki durumu vardır; biri yaşama, biri çalışma.

Yaşamada onlarla bir olmayacak i’tizal edeceğiz. Bizim ayrı semtimiz olacak, ayrı aşiretimiz olacak. Orada yaşayacağız. Her gün beş vakit namaz kılıp Allah’ın bize öğretmek istediklerini öğreneceğiz. Bu i’tizaldir.

Buna mukabil üretirken onlarla beraber olabiliriz. Ancak orada da onlardan gerçek maldan parasını isteriz. Yani biz çalışmanın karşılığını alırız ama onu TL veya dolar olarak saklamaz, altına veya başka paraya çeviririz. Borçlanmaları da kâğıt para ile yapmayız.

وَأَدْعُو رَبِّي

Va EaDGUv RabBIy (Va EaFGaLu FaGLIy)

“Ve Rabbime dua edeceğim”

Buradaki وَ atıf harfi سَأَسْتَغْفِرُ ye atfetmektedir وَأَدْعُو demektedir. İstiğfar etmeyi dua olarak saymıyor, istiğfarı duaya atfediyor. İstiğfar cezalandırılmalarının kaldırılmasıdır. Dua ise yardımcı olmadır.

O halde biz kimsenin kötülüğünü istemeyiz, onun helak olmasını, zor duruma düşmesini istemeyiz.

Biz bunun için AK Parti’ye karşı değiliz, bunun için Erdoğan’a karşı değiliz; onun için istiğfar etmeliyiz, onun için dua etmeliyiz, oyumuzu ona vermeliyiz.

Neden?

Çünkü şimdi iktidarda olan odur. Benim gerek tefsirlerde gerek makalelerde yaptığım bundan ibarettir.  İbrahim Peygamber’in babasına yaptıklarını yapıyorum, istiğfar ediyor ve dua ediyorum. Adil Düzen çalışanları böyle yapmak zorundadır. Yarın Allah onlardan iktidarı alabilir. Bizim yapacak bir şeyimiz kalmaz. Yeni iktidar için de aynı şeyi yaparız. Biz iktidara talip değiliz. İktidarın şirkten vazgeçmesini istiyoruz. Yoksa onun iktidarında gözümüz yoktur.

Gerek Millî Görüşçülerin gerekse Gülencilerin hatası budur, iktidara talip oluyorlar.

عَسَى  

GaSAv (FaGaLa)

“Umulur”

Kur’an’da beklenti manasında iki kelime vardır; لَعَلَّ ve عَسَى.

لَعَلَّ ‘beklenir’ demektir, عَسَى ‘umulur’ demektir.

Siz gerekli kolaylığı sağlarsınız. Onlar ister yapsınlar ister yapmasınlar, onunla ilgilenmezsiniz. Biz tebliğ yapmakla yükümlüyüz. Onların bunu duyup duymamasına ve kabul edip etmemesine karışmayız. Bu لَعَلَّ  dir.

عَسَى ise isteriz ki o işi yapsınlar ve yapacaklarına da ümidimiz vardır. Yaptıklarımızdan tam emin olmadığımız zaman da söyleriz.

 İbrahim Peygamber babası için dua etmesinin doğru olduğundan emin değildir. Öyle yaptığına içtihatla kanidir.

أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي

EN LAv EKUvNa BiDuGAvEi RabBIy (EaN LAv EaFGaLu Bi FuGAvLı FaGLı)

“Rabbime dua ile (şagiy) olmamam ile”

Babası müşrik olmasına ve onu recim ile tehdit etmesine rağmen İbrahim Peygamber babası için bir şakavetin olup olmadığında tereddüttedir.

Bugün bizim AK Partililer için dua etmemiz de aynıdır. “Ne günahları var?” diyeceksiniz. Olağanüstü hali meşru kılan hiçbir durum yoktur, insanlara zulmediyorlar.  İbrahim Peygamber’in babasına yaptığı gibi biz de onlara dua ediyoruz.

Bazı kardeşlerimiz bunu yadırgıyorlar ama biz yine de İbrahim’in sünnetine devam edeceğiz. Yalnız olağanüstü hal değil, ülkemize gelen yabancılardan istenen vizeler de ülkede bir yolsuzluk şebekesini kurmuştur. Ülke kaçaklarla dolmuştur. Aracılara haraç vererek ülkemizde yaşamaktadırlar. Oysa onlara bu zulüm yapılmamalıdır.

Yalnız yabancılara mı? Ağır vergiler sebebiyle muhasebe tutulmamaktadır. Herkes yalan yazıyor. İşte bütün bunları sıralasam sayfalar yetmez.

İktidarda olanlar neden bunlara yenilerini katıyorlar. Buna rağmen biz Rabbimize onlar için dua ediyoruz. Çünkü İbrahim’in milletindendirler. 

شَقِيًّا (48)

ŞaQıyYan (FaGIyLan)

“Şagiy”

Uygun olmayan bir dua yapıyorum da acaba şagiy oluyor muyum?

بِاِسْتِغْفَارِ demiyor da بِدُعَاءِ diyor. Burası da çok önemlidir.

PKK mensuplarını affetmemiz bir yönüyle doğru olabilir çünkü onları oraya sürükleyen zaruretlerdir, sosyal zorunluluklardır. Ancak onları salıversek aç kalacaklar ve yeniden eşkıyalık yapacaklar. Suç işlemeyenler işsizken onları işe alırsak da insanları suça teşvik etmiş oluruz.

İşte, İbrahim’i düşündüren de budur.

 

YORUM

Nasıl bir çocuk doğar, gelişir, on beş yaşına kadar birilerinin onu büyütmesi gerekirse; insanlık da böylece doğmuş ve gelişmiştir. Gelen peygamberler onlara dadılık yapmışlardır.

İnsan diğer hayvanlara benzemiyor. Diğer hayvan toplulukları yaşayanlardan ibarettir. Oysa insanlık dört boyutlu uzayda bir topluluktur. Dolayısıyla diğer canlılar belli müddet içinde varlıklarını sürdürür, ondan sonra dağılıp giderler. Oysa insan toplulukları varlıklarını sürdürmektedirler. İnsanlık tarih boyunca bir canlı olarak gelişmiş, bugün rüşt çağına ermiştir. Artık vahiy gelmemekte ve artık peygamberler değil şeriat insanlığı idare eder hale gelmektedir.

 Nuh’tan sonra yeryüzünde ikinci İslam uygarlığını oluşturan İbrahim’dir.  Nuh yalnız kavmine yani Mezopotamyalılara peygamber iken, İbrahim tüm insanlığı bir millet yapmakla görevlidir. Bir taraftan insanlığı bir araya getirecek, diğer taraftan insanların bölünmesine mukavemet edecek. İki zıt işleyişi birlikte yürütme durumundadır.

Bizim durumumuz da budur. Evet, bugünkü düzenden i’tizal etmemiz gerekir. Biz buna 1960’larda karar verdik. Partimiz var. Cemaatlerimiz var. Ancak insanlık şirkin gayya kuyusundadır. AK Parti iktidar olduğu zaman Ahmet Tahir Satoğlu’na dedim ki; ‘beni dinlemiyorlar, sen bunlara bir şeyler söyle.’ Bana; ‘sen yaz ben vereyim’ dedi. Yazdım, verdim. Sonra duydum ki, AK Partililer Ahmet Tahir Satoğlu’na ‘bu birden olmaz’ demişler’

Peki, ne zaman olacak?

Olacak işte, 15 sene geçti, 15 sene sonra olacak mı? Bir şeye başlarsanız ve sebat ederseniz o olur ama başlamazsanız milyar sene geçse gene olmaz.

Bizim önerdiğimiz şey şu değildir, yarın faizsiz düzene geçelim demiyoruz. Faizsiz düzene geçmeye başlayalım. Allah ne zaman imkân verirse o zaman olur. Bunlar ne yaptılar? Adil Düzen’e geçmek için cihat yapacaklarına başkanlık sistemi için cidal yaptılar!

Şimdi biz de aynı ikilem içindeyiz. İstiğfar ediyoruz ve dua ediyoruz ama aynı zamanda i’tizal ediyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve sizden ve Tanrı’nın dışında yakardıklarınızdan uzaklaşıyorum ve Yetiştiricime yakarıyorum, yakarmada yetiştiricime karşı çıkmadığım umulur.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve sizden ve Allah’ın dununda dua ettiklerinizden i’tizal ediyorum ve Rabbime dua ediyorum, Rabbime duada şagiy olmayacağım umulur.”

وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُو رَبِّي عَسَى أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي شَقِيًّا (48)

 

***

 

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ

Fa LamMAv iGTaZaLaHuM (Fa LamMAv EiGTaZaLaHuM)

“Onlardan i’tizal edince”

“İ’tizal edeceğim” diyor, i’tizal ediyor.

Biz de bunlardan i’tizal etmek zorundayız. Onlara karşı çıkmayacak, kendi işimizle meşgul olacağız. Dua ve istiğfar edeceğiz. Oyumuzu onlara vereceğiz.

“İ’tizal etmek” demek ayrılıp ayrı parti kurmaktır. Adil Düzen Partisi’ni kurmaktır. Bu parti cidal partisi olmayacak, cihat partisi olacaktır. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. Mevcut düzen içinde iktidarda AK Parti kalacaktır ama biz onların işlerinde görev almayacağız. Onların hapishanelere doldurmalarına karşıyız ama görevlerine son vermelerine karşı değiliz. Böylece “Adil Düzen”i kurma fırsatını bize vermektedirler. Kurmay subayları hapsetmekten vazgeçsinler, onlar yeni bir dünya kuracaklardır.

وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ

Va MAv YaGBuDUvNa MiN DUvNı elLAHı (Va MAv YaFGALUvNa MiN FuGLı elLAHi)

“Ve Allah’ın dununda ibadet ettiklerinden”

Kendilerinden i’tizal başkadır, onların yaptıklarından i’tizal başkadır.

Bugün AK Parti’den i’tizal ediyorlar ama onların ibadet ettiklerinden i’tizal etmiyorlar.

Bizim ilk yapacağımız iş: Karşılıksız parayı kullanmamaktır. Bunun için Kredileşme Ortaklığını kurmamız ve hepimizin hesapları oraya geçirmemiz gerekmektedir. Birinci i’tizal edeceğimiz mesele budur. Bugün kartla ödeme mümkün olduğu için biz TL veya dolarla iş yapmış oluyoruz.

Bizim başka yapacağımız iş nedir?

Resmi nikâh yapmamalıyız. Onun yerine eşlik sözleşmesini yapmalıyız. Eşlik sözleşmesi meşrudur ve hukuken geçerlidir. Kanunen yasak olan imam nikâhıdır. Zaten İslamiyet’te de öyle bir nikâh yoktur. Kanunlarımıza aykırı bir şey olmayacaktır. Bir de işyerlerimize sabit kiralar ödemeyeceğiz; cirodan kiralamalıyız.

Türkiye’ye vize uygulayan ülkelere mümkün olduğu kadar gitmeyeceğiz. Biz ihracat yapmamalıyız, biz ithalat yapmamalıyız. Yahudi vatandaşlarımız o işi çok iyi beceriyorlar. Biz onlara satalım, onlardan alalım.

Özel okullara çocuklarımızı göndermemeliyiz. Çocuk resmi okulda okuyorsa okusun, okuyamıyorsa başka iş tutsun, diplomalı cahil veya diplomalı mezun yetişmesin.

Bunlardan bir kısmını ben yanlış söylemiş olabilirim. Onlar üzerinde siz kendiniz içtihat yapabilirsiniz ama onların ibadet ettiklerinden i’tizal etmeliyiz.

وَهَبْنَا لَهُ

VaHaBNAv LaHUv

“Ona hibe ettik”

Allah i’tizal edenlere hibe edeceğini vaat ediyor.

Onlardan ve Allah’tan başkasına ibadet ettiklerinden i’tizal edince hibe ettik diyor.

Evet, Adil Düzen çalışanları onlardan i’tizal edemedi. Onlarla beraber iktidar olmaya kalkıştı. Onların devletini eline geçirmeye çalıştı. Allah da hibe ettiklerini geri aldı, % 22 oya sahipken şimdi binde birlere indi. Hala onlara muhalefet etmekle bir şey yapacağını sanıyor.

Siz eğer İbrahim Peygamber gibi onlardan ve onların Allah dışında ibadet ettiklerinden i’tizal ederseniz size de hibe edecektir yani emeksiz verecektir.

Yirmi seneden fazladır İstanbul’dayım. Birçok girişimimiz oldu. İtiraf etmemiz gerekir ki karınca boyu yol alamadık. Daha bir ev yapamadık.

Niçin?

Çünkü i’tizal etmedik, hala onlarla beraberiz.

Bununla beraber çalışmalarımızda çok büyük ilerlemeler kaydettik.

- Birinci başarımız Ruhu’l-Kur’an Programıdır.

- İkinci başarımız Kur’an Ve İlim Seminerleridir. 

- Üçüncü başarımız Ev ve Sera Projelerinin oluşmasıdır.

- Dördüncü başarımız Ortaklık Muhasebesinin kuruluşudur. 

إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ

EiSXAvQa Va YaGQUvBa (EiFAvLa Va YaFGUvLa)

“İshak ve Yakup’u”

Burada İsmail Peygamber’den bahsetmiyor. İsmail İbrahim’e yardım etmiştir ama İsmail onun emrinde olmamıştır. O, İbrahim Peygamber’e hibe ederken o peygamberlerden uzak kalmıştır. Çünkü kurduğu Mekke sitesinde ileride Muhammed gelecek ve İbrahim’in usulünden farklı bir şey yapacaktır. İbrahim insanlığı birleştirmede görevlidir. İnsanlığı birleştirme işini İshak’ın yakını zürriyetle yapacaktır. Burada onun için bahsetmemektedir.

سَحْق hayvanın iyileşen yarasının beyazlı yerine denir, ormanlık arasında bulunan meralara da سُحْق denir. 

Kur’an’da سحق 19, شحح 5 defa geçmektedir. Toplam olarak 24 (23*3) eder.

س mekânda sıralamayı, ح hareketi, ق gücü ifade eder.

إِسْحَاقَ cerrah anlamındadır. Tedavi eden manasına gelmektedir. İbrahim, İshak ve Yakup insanları hakka davet etmişler ama hiçbir zaman insanlarla çatışmamışlardır. Harp eden, savaşın meşru olduğu peygamberler ikidir; Musa ve Muhammed.

Tevrat’ta İshak Peygamber için doğumu müjdelendiğinde annesinin gülmesinden dolayı güldüren (مُضْحِك) anlamında bu ismin verildiğinden bahsetmektedir.

 عَنْكَبة Örümcektir, عَقِيب yumru, عَقْب ise ‘topuk’ demektir. Ayağın topuğudur. ‘Takip etmek, arkasından gitmek, kovalamak veya kovalanmak’ anlamlarına gelir.

ع etkiyi, ق gücü, ب de geçidi ifade eder.

يَعْقُوبَ ‘takip eden’ demektir. Yakup Peygamber, İbrahim ile İshak’ın yapmak istediklerini yapmış olan kişidir, onları takip etmiştir.

وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا

Va KülLan CaGaLNAv NaBiyYan (Va FuGLan FaGaLNAv FaGIyLan)

“Ve hepsini nebi ca’l ettik”

İnsanlığı uygarlaştırma görevi Nuh’un zürriyetine verilmiştir.  İbrahim bu uygarlaştırmayı beşerileştirmiştir. Uygarlık tüm insanlığı tek millet yapacaktır. Ne var ki bu tek millet tek kavim olmayacaktır. Yalnız insanlara has bir birleşmedir bu. Kendi varlıklarını koruyacaklar ama insanlığın da üyesi olacaklardır.

Değişik kavimlerden peygamberler gelseydi insanlık birlik sağlayamazdı. Her kavmin ayrı dini olurdu. Bir kavmin içinden peygamberler gönderdi. O kavmi örnek yaptı. Kıyamete kadar varlıklarını sürdüreceklerdir. Örnek bir kavim olacaklardır.

 İbrahim Peygamber’in soyundan gelen peygamberlerin sonuncusu Muhammed’dir, getirdiği kitap da son kitaptır. Bu üç peygamber ve ondan sonra gelen İsrail oğullarının peygamberleri insanlığı uygarlaştıracaklardır. Zekeriya, Yahya ve Meryem’den bahsettikten sonra şimdi de bunlardan bahsetmektedir.

Bugünkü dünyayı düşünürken, İsrail oğulları olmaksızın bir dünya düşünülemez. Hıristiyanlık olmaksızın bir dünya düşünülemez.  Bunlar örnek uygarlıklardır. İslamiyet ise kavmi bir düzen değildir, beşeri bir düzendir, düzenin kendisidir, tüm düzenleri içermektedir. Kur’an’da yenilik içtihat ve icmalardadır. Kişi yönetiminden şeriat dönemine geçmedir. İnkılabın tamamlandığı bir düzendir. Artık vahiy alan nebiler yerine içtihat yapan nebiler yer alacaktır. İnsanlığı kişiler değil ilim yönetecektir. Üçüncü binyıl uygarlığı tüm insanlığın katkısı ile oluşacaktır. Çin ve Hint’in de orada görevi olacaktır.

Adil Düzen çalışanları onlardan ve ibadet ettiklerinden i’tizal edecekler ve Allah da onlara açtıkları yolları izleyecek kişileri hibe edecektir. Kimse Bediüzzaman’ın başlattıklarını durduramayacak, kimse Erbakan’ın dünyaya tanıttığı Kur’an düzeninin yolunu tıkayamayacak.

 

YORUM

Onlardan i’tizal edince ona İshak ve Yakup’u hibe ediyor. Biz de eğer onlardan uzaklaşırsak gerekli olan şeyler hibe edilir. İ’tizallerimiz tam gerçekleşmediği için istediğimizi elde edemiyoruz. Sonra İbrahim’in başarıları binlerce yıl sonra tamamlanmıştır. Biz şimdi bir şey yapıyorsak hemen sonuç alacağımızı sanmak yanlıştır.

Akevler’i kurduğumuzda insanları ortak ettik. Kendilerine arsa aldık, ev vaat ettik. Allah imkân verdi ve sözlerimizin hepsini yerine getirdik.

Şimdi de İstanbul’da benzer bir işe girişmiş bulunuyoruz. Yalova merkezli çalışmalarımız vardır. Biraz zaman alacaktır ama taahhütlerimizin tamamını yerine getirmeyi Allah size nasip edecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Onlardan ve onların kulluk ettiklerinden uzaklaşınca biz ona İshak’ı ve Yakup’u bağışladık ve hepsini birer ulak yaptık.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlardan ve onların Allah’ın dununda ibadet ettiklerinden i’tizal edince biz de ona İshak’ı ve Yakub’u hibe ettik ve hepsini nebi ca’l ettik.”

 

FaLamMAv iGTaZaLaHuM Va MAv YaGBuDUvNa MıN DUvNı elLAHı VaHaBNAv LaHUv EiSXAQa Va YaGQUvBa Va KulLan CaĞaLNAv NaBiyYan

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا (49)

 

***

وَوَهَبْنَا لَهُمْ

Va VaHaBNAv LaHuM (Va FaGaLNAv LaHuM)

“Ve onlara hibe ettik”

وهب yağmur sularının toplandığı çukurdur. Sular dereden veya kuyudan taşınarak temin edilirdi. Ayrıca çukur sarnıç yapar yağmur suları orada toplanırdı. İşte burada toplanan sulara هِبَة, bu çukura da مَوْهِبَة denmektedir.

Kur’an’da وهب 25, ءوب 17 defa geçmektedir. Toplam 42 (2*3*7) eder.

و birliği, ه boşluğu (eksikliği), ب de geçidi ifade eder.

مِنْ رَحْمَتِنَا  

MiM RaXMaTiNAv (MiN FaGLaTiNAv)

“Rahmetimizden”

Rahmet için مِنْ رَحْمَتِنَا denmektedir. Rahmet burada marifedir ve مِنْ tebyiz içindir.

Rahmet bir müessesedir.

Acaba Allah’ın hibe ettiği rahmet müessesesi nedir?

Allah’ın iki çeşit rahmeti vardır; rahman rahmeti ve rahim rahmeti. Allah’ın Rahman rahmeti herkesin yaşaması rahmetidir. Rahim rahmeti güç yetirenin çalışabilmesi rahmetidir.

Bugünkü düzende insanlar yaşamak için çalışırlar.

Şeriat düzeninde insanlar çalışmak için yaşarlar.

Yaşamaları kendilerine Allah tarafından rahman sıfatı ile sağlanır ve rahim sıfatı ile çalışmalarına imkân verilir. Yani çalışma zorunluluğu yoktur, çalışma hakkı vardır. Yaşamak için insanlar çalışmak zorunda değildirler. Bu, Kur’an’ın getirdiği bir düzendir. Yeryüzü insanlarındır. Çalışsın çalışmasın o yerlerdeki kira payları ile herkes yaşar. İşyerlerinde ise isteyenler çalışırlar ve çalışma karşılığı paylarını alırlar. Demek ki çalışanlara dört kat verilir, çalışmayanlara bir pay verilir, bu da zekât payıdır, humusun manası budur.

Demek ki onlara rahmetimizden hibe ettik. Hibe olarak zikrediyor çünkü Allah insanları çalışmaya zorlamıyor. Onlar çalışmasalar da yaşama imkânını bahşediyor. Diğer taraftan çalışmak isteyenlere de daha fazla vererek rahmet ediyor. Onlar bununla yatırım yapıyorlar. Ahiret için çalışıyorlar. Onlar zekât vermek için çalışırlar. Karınlarını doyurmak için çalışmazlar.

Şimdi Rahmetin neden hibe ile kullanıldığı çok daha anlaşılır hale gelmektedir. Çünkü çalışma zorunluluğu yok. Çalışma imkânı vardır. Bu çalışma sayesinde onlara cennet ihsan edilecektir. Bu dünyada ve ahirette köşkleri olacak.

Kur’an düzenini anlamada zorluk vardır. Bugün nasıl olacak da insanlar yaşayacak? Zekât müessesesini kavramak zor görünüyor. Sizlere bir örnekle bunu izah edeyim. Bir apartmanda elektrik kullanılıyor; 1000 kilovat. Bunun yarısı herkese eşit bölüştürülüyor ve karşılıksız veriliyor, diğer yarısı ise maliyetin iki misli fiyatla satılıyor. Yarısı emeğin, yarısı sermayenin. Sermayenin tamamı topluluğun ortak malı olduğu için herkese eşit şekilde dağıtılıyor. Diğer yarısını ise üretenler alıyor ve onu isterlerse diğerlerine devredebiliyorlar.

Şimdi burada halka karşılıksız dağıtılanlar rahmettir. Bedelsiz elde edilmiştir. Çalışanlara verilen de rahmettir. Çünkü eğer elektik tesisleri olmasaydı onlar çalışamayacak ve aydınlanamayacaklardı.

وَجَعَلْنَا لَهُمْ

Va CaGaLNAv LaHuM

“Ve onlar için ca’l ettik”

Hüseyin Kayahan bundan önce yazdığı makalede dili anlatmaktadır. Lisanın yalnız sözlerle olmadığını, her meramı anlatanın lisan olduğunu demektedir. Mezopotamya’da bulunduğunu yazmaktadır. İbrahim’e bu sıdk lisanı verildi. Çünkü tabletler üzerinde yazılmakta ve bozulmamaktadır. Daha fazla bilgi için o makalenin okunması gerekir. (Makaleyi okumak için tıklayın.)

Bir hususta eksiklik vardır.  İbrahim’in çivi yazısını bulduğunu söylüyor, “zannediyorum” diyor. O bulmadı, ondan bin sene evvel bulundu. O yazı onlar için hazırlandı. Yani çivi yazısı, sonraki harf yazısı, şimdiki bilgisayar yazısı hep İbrahim’in ortaya koyduğu tek millet kavramı için hazırlandı.

Evet, ona sıdkın dili ca’l edildi yani vardı ve ona da verildi.

لِسَانَ صِدْقٍ

LiSAvNa ÖıDQın (FıGAvLa FıGLin)

“Sıdkın lisanı”

Sıdk lisanı değil, Hüseyin Kayahan’ın dediği gibi “sıdkın lisanını hibe ettik” diyor. Bugünkü gelişmiş bütün lisanları içine alıyor. Arapça dilini içine alır.

 İsmail o dili geliştirmekle yükümlü idi. Sonra Kur’an o lisanla nazil oldu. Fakihler onun gramerini yazdılar. Değişmez bir dil oldu.

Şimdi bulunmuş olan bilgisayarlar lisanı sıdkdır, Allah’ın hibesidir, O’nun rahmetinin hibesidir. Kocaların eşlerine sadakat karşılığı verdikleri mihirdir. Topluluğun başkana olan sadakatini göstermek için verdikleri vergidir.

صدق 155, صدع 5 defa geçmektedir. Toplam 160(25*5) eder.

عَلِيًّا (50)

GaLiyYan (FaGIyLan)

“Âli olarak”

Şimdi Kur’an’ı açıklarken Dr. Mete Firidin hep Akadca diline başvurmakta, “Akadcada böyledir” demektedir. İşte İbrahim ve çocuklarına verilen dil o dil idi, ilk uygarlık dilidir ve yazısı Sümerce yazıdır. Tabletler Sümerce yazılmıştır. Akadlar Sümer dilini kullanmadılar ama yazı Sümerce idi. Şekil dili olduğu için zaten kelimeler lafızları ile bilinmese bile manasıyla bilinebilir.

Hüseyin Kayahan arkadaşımız Bin Dil Üniversitesi Vakfı’nı kurmaktadır. Çivi yazısı esas alınacak ve bin dil tek yazı ile ifade edilecektir. Çivi yazısı da şekil yazısıdır. Ne var ki tuğlanın üzerinde şekil yapma zor olduğu için şekilleri çizgilere dönüştürdüler. Her kelimenin bir şekli oluştu. Başlangıçta bir resimken sonra resimle ilişkisi kalmadı.

Bin Dil Üniversitesi şekil dilini kullanacaktır. Önce Kur’an şekil diliyle yazılacak ve hafızlar şekil dilini okuyacaklar. Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı şimdiden buna başlayabilir.

İstanbul Yenibosna’ya gelirsin dört-beş kişi, İzmir’e gidersin beş-altı kişi, Medhal’e gidersin üç-beş kişi, Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı da öyle. “Bu işleri onlar mı yapacak? Kafadan atıyorsun” diyebilirsiniz. Bunlara tavsiye ederim; her gün namaz kılarken mutlaka Nasr Suresi’ni okusunlar.

Bunu söyleyenlerin yanılmaları şuradan gelir. Bunlar biz yapacağız zannediyorlar. Bunların hepsini Allah yapacaktır; bizim elimizle yapmaktadır, bize rahmet olsun diye. Fabrika insanlara iş versin diye kurulmuştur. Rahmettendir.

 

YORUM

İnsanın hafızası vardır, kendi hayatında geçmişte olanları oralarda saklar. Ölünce o bilgiler uçup gider. Oysa insanlık hayvanlardan farklı olarak varlığını sürdürmektedir. Başlangıçta ataların torunlarına anlattıkları ile beşeri hafızayı oluşturdular. Sonra mağaralarda resimler yaptılar. Sonra şekil yazısını buldular.

 İbrahim zamanında hala harf yazısı yoktur. Çivi yazısı şekil yazısıdır.  İbrahim’den sonra harf yazısı bulunmuştur. Bundan sonra bilgisayar icat edilmiş ve uygarlık gelecek nesle çok daha ileri şekilde intişar ettirilmektedir.

Bilgisayar bilgileri şekiller veya sözlerle değil 01’lerle saklamaktadır. Gelecekte tekrar tuğlalar üzerinde çivi yazısı ile ama sadece 01’leri yazarak saklayacağız. Çini tabletler yazılacaktır.

İşte, İbrahim’e ve İbrahim’in gelecek nesline sıdkın lisanı verilmiştir. Bu sayede insanlığı yüceltmişlerdir. Bugünkü uygarlık onların bu husustaki başarılarını vermektedir. Bugün İbrahim’in tüm vârisleri bir olup üçüncü binyıl uygarlığını kurmalıdırlar.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve biz onlara esenliğimizden bağışladık ve onlara doğrunun dilini yüce yaptık.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve biz rahmetimizden onlara hibe ettik ve sıdkın lisanını onlara aliy ca’l ettik.”

وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا (50)

 

***

 

 



© 2024 - Akevler