Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 783
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 7-10.AYETLER
11.10.2014
4037 Okunma, 0 Yorum

YUNUS SÛRESİ-4

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ (7) أُولَئِكَ مَأْوَاهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (8) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (9) دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (10)

 

***

 

إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ (7)

(EinNa elLaÜIyNa LAv YaRCUvNa LıQAEaNAv Va RAWUw Bi eLXaYAvTi elDuNYAy Va iOMaEanNUv BiHAv Va elLaÜIyNa HuM GaN EAvYaVTıNAv ĞaFiLUvNa)

“Dünya hayatına razı olup onunla mutmain olan ve bize mülaki olacaklarını reca etmeyenler ve âyetlerimizden gafil olanlar…”

“İttika eden kavim için âyetler vardır” dedikten sonra ittika etmeyen kimselere geçmiştir. Bakara Sûresi’nde muttakilerden başlayıp kâfirlere geçmektedir. Aralarında farklılık olduğu için “Ve” harfi getirilmektedir. Bundan önceki âyetlerde -ikinci âyette- iman etmiş olanlarla kâfirlerden bahsetmiş idi. Sonra iman etmiş olanlarla küfretmiş olanlardan bahsetti. Şimdi de onlardan bahsetmektedir. Sonra iman edenlerden bahsedecektir. İkisini “İnne” ile başlatıyor ve aralarında “Ve” harfi yoktur.

Demek ki bu sûre kâfirlerle müminleri ayırt eden bir sûredir. Kâinatın yaratılış âyetlerinden bahsettikten sonra, insanları ikiye ayırmakta ve iki grubu tanıtmaktadır.

Yeryüzündeki insanlara baktığımızda önce iki gruba ayrılmaktadırlar. a) Öldükten sonraki hayata inanan insanlar vardır, bunlar dünya hayatlarını orası için harcarlar. b) İnsanların bir kısmı ise tersine âhireti hiç hesaba katmaz, bu dünya hayatını ayarlarlar. İnsanlar özgürdür. İsterlerse o tarafını, isterlerse bu tarafını seçeceklerdir. Ama Kur’an muhatap olarak âhireti düşünenlere hitap eder. Onlar âhirete yakin getirmiş muttakilerdir.

Bundan önceki âyetlerde önce müminlerden sonra kâfirlerden bahsetmiştir. Burada ise önce kâfirlerden sonra müminlerden bahsetmiştir. Burada kâfirlerin özelliğini ortaya koymuş ve salihat amel etmiş olanları ise tekrar etmiştir. Yani salih amel edenlerin amelleriyle yetindiği halde kâfirlerin özelliğini ortaya koymuştur.

Kâfirleri ikiye ayırmıştır; âhirete inanmayanlar, bir de âyetlerimizden gafil olanlar.

Âyetlerden gafil olanları tavsif etmemiş ahireti beklemeyenleri ise ayrıca tavsif etmiştir: dünya hayatına razı olmak ve onunla tatmin olmak.

Bir ev yapmayı murad ettiğiniz zaman gider bir tuğla ocağı kurar ve tuğla üretirsiniz. Bir ev yapacak tuğlanız olduktan sonra o tuğlalarla ev yaparsınız, artık o ev sizin yaşamanız için vardır. Uzun zaman orada kalırsınız... Allah âhiret hayatını murad etti... Cennet denen bir yer hazırladı... Orasını dolduracak varlıklara gerek gördü... Bunun için insanı seçti... Eğitilmiş insanı üreten bir fabrika daha kurdu, o da bu dünyadır... İşte burası tuğla üreten fabrikadır... Yeter sayıda insan üretildikten sonra, bunları cennete koyup orada yeni bir hayat kuracaktır...

Dünyadaki insanlara görev verdi, sizi anne ve babalarınız yetiştirecektir, onlar sayesinde yetişeceksiniz. Ondan sonra staj yapıp siz de size benzer çocukları büyüteceksiniz. Sonra hepinizi cennet saraylarına koyacağım, orada ölümsüz olarak yaşayacaksınız. Siz verimli çalışacaksınız ki anne-babanız üç çocuk yetiştirmişse siz de üç çocuk yetiştireceksiniz. Böylece nüfusunuz artacaktır.

Nasıl bir fabrikayı kurduğunuz zaman yeter sayıda işçiniz olmadığında o fabrikayı çalıştıramazsınız; onun gibi cennete yeter sayıda yetişmiş insan üretmeden cennet faaliyete geçmez. Bu bakımdan siz dünyaya gelip kendiniz gibi insanları yetiştirerek dünyadan ayrılacaksınız, orada atalarınız ve çocuklarınız ile birlikte olacaksınız.

İşte…

İnsanların bir kısmı bu görevi yüklendi ve salih amel işledi, âhirete öyle gitti.

Bir kısmı ise görevini yapmıyor. Bunlar âhireti beklemiyorlar, istemiyorlar da; ‘bize dünya hayatı yeter’ diyorlar! Bir kısmı ise kâinata ve insanlığa bakarak aydınlanması gerekirken tam tersini yapıyorlar, onlar da zevk ve eğlence içindedirler.

Bunları söyledikten sonra âyet bitiyor. Mübteda var, haber yok. Haber hazf olmuş. Gerçi bundan sonraki âyette “onların me’vası ateştir” denmekte ise de bu âyette durabilir, ikinci âyeti okumayabiliriz, beraber de okuyabiliriz. Bu tür âyetlerde her iki mana verilir.

Burada hazf edilen haber nedir?

Bundan sonraki “iman etmiş ve salih amel işlemişlerdir” âyetinden anlarız ki bunlar salih amel etmiyorlar. Salih amel etmek, uyumlu amel demektir, insanlığı uygarlaştıran amel demektir. Topluluk içinde çıkar paralelliği içinde yapılan amel demektir. İşbölümü içinde yapılmış amel demektir.

Kur’an’ın insanlardan istediği iki şey vardır. Biri güvenliktir. Herkesin akrabalıktan, komşuluktan, emekten ve sözleşmelerden haiz olduğu hakların güvencede olmasıdır. İkincisi ise birlikte üretip bölüşerek ürünlerin ailece evde tüketilmesi mekanizmasıdır. Bugün artık kimse kendi ürettiğini tüketmiyor. Kerhen de olsa herkes salih amel işlemektedir.

Ben niçin salih amel işleyeceğim, çıkarım nedir?

Çıkarın âhiret hayatıdır, cennette kendine yer açmadır.

Kâfirlerin ise böyle bir dertleri yoktur, acili sever âhirden hoşlanmazlar.

إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا

(EinNa elLaÜIyNa LAv YaRCUvNa LıQAEaNAv)

“Likamızı reca etmeyen kimseler”

İnsanların iki grup olduğunu iki “İnne” ile vurgulamaktadır. Âhirete inananlar âhiret hayatları için bu dünyada çalışırlar. Onları var edenin onlardan istediği, kendileri için de yararlı olan genel güvenlik ve uyumlu işlerle insanların nüfusu artacak ve uygarlaşacaklardır. Bir grup insan vardır ki bunlar âhireti beklemiyorlar ve istemiyorlardır.

“Reca” kuyunun kenar duvarı, kuyunun çevresi demektir.

“Reca etmek” bir şeyin çevresinde dolaşmak, ümit etmektir. Su bulmak ümidi ile kuyunun etrafında bulunma yükselmiş duvara dayanarak içeri bakma, su elde etmek için kovayı salmak; bunlar hep reca etmedir. Âhiret hayatının ötesinde bir ifade vardır. Bizi yaratıp buraya gönderen kimsenin elbette bir maksadı vardır.

İnsansız kâinat hiçbir işe yaramazdı, abes bir şey olurdu. Eğer insan da yaratılıp terk edilecekse, kâinatın varlığı abes olurdu. Biz yer ve göklerin emanetini insana yükledik, onu mahlûkatın ekremi yaptık denmektedir. Böyle olduğu bugünkü ilimlerle sabit olmaktadır. O halde insanların onları yaratanın etrafında dolanmaları, kuyuya bakıp ne var ne yok diye görmeleri gerekirken, maalesef bunu yapmamaktadırlar.

“Lükat” iki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır. “Lika” buluşmak, kavuşmak demektir. “İlka” ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir. Birbirlerinden ayrılmış kimselerin tekrar buluşması şeklinde anlaşılır. Kavuşmayı isteyenlerin kavuşması demektir. Yani önce recada bulunursunuz, sonra o reca gerçekleşirse o lika olur.

Bu dünya, likanın recası dünyasıdır. Herkes hareket ederken ben nasıl hareket edeyim ki beni var edene kavuştuğumda elim boş olarak mahcup olmayayım.

“Likaena” demektedir. “Bize lika” demektedir. “Bana lika” dememektedir.

Bunun anlamı şudur ki, âhiretteki hayat denize varıp yok olma şeklinde olmayacaktır. Onun hazırladığı alanda melekler ve ruhlar ile beraber yaşayacağız demektir. Tasavvuf ehli bu likayı, O’ndan ruh olarak geldik, yine O’na kavuşup yok olacağız şeklinde anlamaktadırlar. Buradaki “Nâ” onların bu anlayışlarını reddetmektedir.

“Nefsimizden” denmiyor, “nefsimden” diyor, çünkü o doğrudan kendisindendir.

وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا

(Va RAWUw Bi eLXaYAvTi elDuNYAy)

“Ve dünya hayatına razı oldular”

Rıza ile iradeyi en iyi anlatan kumar oynayanın durumudur. Yazı gelirse alsın, tura gelirse versin kuralı koyup yazı-tura oynayanların iradeleri içinde almak da vermek de vardır. Ama zar attığı zaman tura gelirse üzülmektedir, tura gelmesine rızası yoktur. Baştan anlaşmasalardı iradesi de olmazdı.

Dünya hayatı var, âhiret hayatı vardır.

Dünya hayatı yakın hayattır.

Âhiret hayatı ise ilerdeki hayattır.

Şimdi kazanayım da ileride ne olursa olsun diyen dünya hayatına razıdır.

Yatırım yapan ve biriktiren kimse ise âhiret hayatına inanıyor demektir. Bunun uzatılmışı öldükten sonraki hayattır. Allah âhiretteki köşklerine yerleşecek kimselerin yetişmesi için bu dünyayı halk etti. Burada yetiştireceği insanları orada yerleştirecektir.

Hayır, ben orasını istemiyorum, bu hayat iyidir diyen insanlar bu dünya hayatına razı olmuşlardır.

وَاطْمَأَنُّوا بِهَا

(Va iOMaEanNUv BiHAv)

“Ve onunla tatmin oldular”

“TaEn” suyun getirdiği mildir. Durgun sularda çöker dururlar.

“Tamene” insanın durulmasıdır, hareketliliğini kaybetmesidir.

Razı olmak, mutmain olmak, beklemek, istemek kelimelerini “ve” harfi ile atfetmiştir. Değişik halleri ifade eder. Razı olmayla itmi’nanı müsbet olarak atfetmiştir.

“Rıza” ile “itmi’nan” arasında ne fark vardır?

“Veya” demeyip “Ve” getirmiştir. Rıza aktif bir fiildir. Yani insan hoşlanmaktadır, zevk almaktadır. İtmi’nanda ise insanın sıkıntısı geçmektedir. Bir tedirginliği yok demektir, bir sıkıntısı yok demektir.

Bir insanın aç olması başka şey, yemek yiyip zevk alması başka şeydir. Dünya hayatı onların isteklerini tatmin etmiş, dünyada sıkıntıları kalmamış, rahatsız değildirler demektir.

Burada üç durum söz konusudur. Likayı reca etmek, bu menfi bir fiildir. Bu insanlarda bu yok. Demek ki burada üçlü değil ikili tasnif vardır; olumsuzluk ve olumluluk. Olumluluk ikiye ayrılmaktadır; mutmain olma ve razı olma.

وَالَّذِينَ هُمْ

(Va elLaÜIyNa HuM)

“Ve Onlar”

Burada “Ellezîne” iade edilmiştir. Yani likayı reca etmeyenler ile âyetlerden gafil olanlar ayrı ayrı gruplardır. Fatiha’daki mağdubun aleyhim ile dâllinler ayırımına işaret etmektedir. Birileri bile bile kötülükleri yapmaktadırlar, birileri de ilgilenmemekte, gaflet içinde bulunmaktadır.

Günümüzde bu iki grubu tasnif edeceksek, dünkü sosyalistler ve kapitalistler idi. Solcular hâlâ âhirete inanmamaktadırlar. Oysa her şeyi müsbet ilimle çözmemiz gerekir.

Âhireti kanıtlayan dört delilimiz vardır.

a) Dört ve beş boyutlu uzay, hiçbir şeyin yok olmadığını göstermektedir. Ruhun da yok olması söz konusu olamaz.

b) Ölüm daha ileri hayat içindir, yok olmak için değildir. Mademki kâinat ölecektir, hayat yeniden doğacaktır.

c) İnsanlar ölmek istemiyor, yaşamak istiyor. İnsanlara verilen bu arzu aldatıcı olamaz, boş bir şey var edilmemiştir.

d) Kur’an ve diğer mukaddes kitapların ilâhi söz olduğu ilmen sabittir. Allah açıkça ve ısrarla vaad ediyor, hulf etmesi söz konusu olamaz.

عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ (7)

(GaN EAvYaVTıNAv ĞaFiLUvNa)

“Onlar âyetlerimizden gafildirler.”

“Ğufr, Ğefer” örtü demektir.

“Gaflet içinde olmak” geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir.

Buradaki âyetler Kur’an âyetleridir yahut doğadaki âyetlerdir. Allah insanlara müsbet ilim diye bir nimet ihsan etmiş. Onunla müsbet sonuçlara varırız. Bu ilimden yararlanmadan çıkıp her şeyi peşin kabul etmek veya peşin reddetmek, işte bu gaflettir. Karşımıza çıkan her sorunu müsbet ilim yoluyla çözeriz. Kur’an bize müsbet ilmin nasıl kullanılacağını öğretir. Doğru yolun ne olduğunu bilmek kadar onu uygulamak da önemlidir. Biz buraya yani dünyaya boşu boşuna dolaşmak için gelmedik. Bir görevimiz olmalıdır. Yoksa boşu boşuna kendimiz ve başkaları sıkıntılara sokulmazdık. İnsanın bunu düşünmesi gerekmez mi?

Burada bir soru ile karşı karşıya kalabiliriz.

Toplulukta bütün fertler bunu düşünecek seviyede olmazlar. Bunlar nasıl oluyor da sorumlu tutuluyor? Bu sebepledir ki “o gafildir” denmiyor da “onlar gafildir” deniyor.

Bir topluluk eğer “Adil Düzen”i kendisine konu edinmişse, Allah’ın imkânları daha çok verdiği kimseler akıllarını kullanıp “Adil Düzen” onların gündeminde olursa, herkes o konuda düşünmeye başlar, sonunda o toplulukta zekâ seviyesi ne olursa olsun gaflet içinde olmazlar. Ama topluluk eğer bunu konu edinmezse gaflet içinde olurlar.

Sermaye bugün bununla uğraştırıyor; zevk u safa, oyun ve eğlence, spor ve kumar…

Bunlar ve benzerleri hep insanları düşünmekten alıkoyup uyuşturma araçlarıdır.

Bir seçimde bir kimsenin belediye başkanı seçilmesi onları fazla ilgilendirmiyor ama bir maç kazanıldı mı delicesine sokaklara dökülürler! İşte bunlar gafil kimselerdir, gafil topluluklardır. Bunlara stadyum yapanlar onlardan daha gafildirler. Sermaye bir moda çıkarıyor, insanlar o moda için milyarları israf ediyor. Mekân israf ediliyor, bina israf ediliyor, yol israf ediliyor; en önemlisi insan emeği israf ediliyor.

أُولَئِكَ مَأْوَاهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (8)

(EuLAEiKa MaEVAyHuMu elNAvRu Bi MAv KAvNUv YaKSiBUvNa)

“Onların me’vaları kesb ettiklerinden dolayı ateştir.”

Bundan önceki âyette denmişti ki; küfretmiş olanlar için hamimden şarap ve küfrettiklerinden dolayı elim azab vardır.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

Bu âyette “kesb ettiklerinden dolayı” denmektedir. Elim azab ile me’vası nâr olanlar ayrı ayrı anlatılıyor. Birinin şartları tanımlanıyor. Diğerinde ise kişilerin uğrayacakları akıbet anlatılmaktadır. “Azab” ve “sıcak su” nekre olduğu halde, “nâr” burada marifedir. Bu herhangi bir ateş değildir, cehennem nârıdır. Onu haricen bilmiyoruz ama zihnen biliyoruz.

Sonra orada “küfrettiklerinden” diyor, burada “kesb ettiklerinden” diyor.  Orada kasıt varsa, küfür varsa cezalanacaklar demektir. Yalnız kasıt değil, fiille beraber kasıt varsa öyle cezalanacaklardır demektir.

“Kesb etmek” yığmak, küsbe yapmak demektir.

أُولَئِك

(EuLAEiKa)

“Onlar”

“Ülâike” işaret edilen kimseler yani anlatılanlar demektir.

Bundan önceki âyette anlatılanlar iki grupta zikredilmişse de bir tek işaret zamiri ile işaret edilmiştir yani onların hükümleri bir sayılmıştır.

Yani kapitalistler ile sosyalistler farklı yöntem içinde iseler de aynı kimselerdir. Bunlar için “küfrettikleri için” denmiyor, “kesb ettiklerinden dolayı” deniyor. Kapitalistler ekonomik sömürülerinden dolayı, sosyalistler yaptıkları zulümlerinden dolayı nâr ehlidirler.

Sömürmüş olanlar, zulmetmiş olanlar, bu dünyadaki akıbetlerinde birbirleri ile beraberdirler ama âhirette biri bir başkasının cezasını çekmeyecektir.

“Ülâike” mübtedadır. Bundan sonraki haberdir. Cümle bağımsız cümle olabilir. Mübtedasının haberi vardır yahut bundan önceki âyetin devamı olur. O zaman da cümle haberdir. Mahzuf olan cümle onların dünyevi durumlarını anlatmış olur. Biz takdir eder yorumlarız yahut olaylar yorumlar.

مَأْوَاهُمُ

(MaEVAyHuMu)

“Me’vaları”

İnsan gündüz faaliyettedir, uyanıktır, kendisini korumaktadır, diğer insanlarla beraberdir, birlikte korunmaktadırlar. Oysa akşam olup yattığı zaman kendisini koruyamadığı gibi yanında onunla beraber koruma dayanışmasına girecek kimse de yoktur. Bu sebeple insanlar evler edinirler ve kendilerini akşamüstü o evlere koyup korunurlar, kapılarını çift anahtarla kilitlemeye çalışırlar.

“Eva etmek” veya “iva etmek” demek, eve dönmek anlamındadır. Sonraları barınılacak bir yere gitme demektir. “Me’va” barınak demektir.

Barınakları nârdır, hapishaneleri nârdır diyoruz.

Biz hep orasını cezalandırılacak, eziyet verilecek yer olarak anlıyoruz. Oysa Kur’an orasını korunacak yer, sığınılacak yer olarak göstermektedir. Yani cehennem azab yeri değil bir kurtulma ve korunma yeridir, kötü insanları iyileştirme yeridir. Gerçi gramerciler bunun mecazi olduğunu söylerler. Mecazi manasıyla öyledir. Ama cehennemle ilgili âyetlerde buna çokça rastlanır. Mesela azab acı demek değil tat demektir.

النَّارُ

(elNAvRu)

“Nârdır”

“Nâr” marifedir. Çünkü cehennem ateşi herhangi bir ateş değildir.

İnsanın bedenini ateşe koyduğunuz zaman parçalanır ve yanıp gider. Oysa cehennemde ölmek isteyecekler ama ölemeyecekler deniyor. O halde bu nâr insan vücudunu yakıp parçalamayan bir nârdır, özel bir nârdır. Bilmediğimiz bu nâr marife gelmeliydi. “Nâren telezza”da olduğu gibi nekre de gelmektedir. Ama artık marife olmuştur.

‘Dün ben çarşıda bir adama rastladım, o adam yarın sana gelecek’ dediğimiz zaman ikinci ‘o adam’ marifedir ama muhatap onu bilmemektedir. Yani birini nekre olarak zikrettikten sonra o marife olmuş olur. Gramerciler buna “ahdi zihnî” demektedirler.

“Nâr” da böyledir. Biz onun nasıl bir nâr olduğunu bilmiyoruz ama özel nâr olduğunu biliyoruz, dolayısıyla marifedir.

بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (8)

(Bi MAv KAvNUv YaKSiBUvNa)

“Kesb ettiklerinden dolayı.”

Buradaki “Mâ” masdar “mâ”sı da olabilir veya ismi mevsul de olabilir. Yani ya kesb etmeleri sebebiyle yahut kesb edilen şeyler sebebiyle olur. Her iki manası da maddidir. Yani düşündükleri veya istedikleri sebebiyle değil, fiilen o işi yaptıklarından dolayı ateşi istihkak edeceklerdir. Oysa yukarıda sıcak su ve elim azabı küfrettiklerinden dolayı tadıyorlardı.

“Ve” harfi getirilmeden zikredildiğine göre bu ayeti o âyetin yorumu olarak görebiliriz. Küfretme kesb etmeyi de içermiş olur. Cehennem ateşi suyu bile kaynatmıyor, sadece ısıtıyor. Öldürücü ateş değil de ısıtıcı ateş söz konusudur.

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (9)

(EinNa elLaÜINa EAvMaNUv VaGaMİLuv elÖALıXAvTı YaHDIyHıM RabBuHuM Bi EIyMAvNIHıM TaCRIy MiN TaXTıHıMu eLEaNHAvRu FIy CanNAvTi elNaGIyMı)

“İman edip salih amel işleyenlere gelince, imanlarından dolayı Rableri onlara hidayet eder. Naim cennetleri içinde tahtlarında nehirler cereyan etmektedir.”

Bu âyette birkaç soru ile karşılaşırız.

1- Küfredenleri likamızı reca etmeyenler olarak izah ettiği halde, iman edenleri aynen tekrar etti, onları başka bir şeyle açıklamadı. Zamirle değil de isimlerini iade ederek zikretti. “Ve” harfi olmadığı için bu tekittir. Bir de likayı reca etmeyenlere karşı zikrettiği için izhar etti. Yani onlar âhireti istemiyorlar, beklemiyorlar, çünkü onlar iman etmediler ve salih amel işlemediler. Bu durumda âhireti ne yüzle isteyeceklerdir.

2- “Rableri onlara hidayet eder”de Rableri ifadesini kullandı. Zamirle iktifa eder veya Allah’ın başka ismini kullanabilirdi. Çünkü insanların dünyaya gelmesi ve öldükten sonra âhirette toplanmaları hep Allah’ın rab sıfatı ile ilgilidir, onları eğitmekte ve yetiştirmektedir.

3- “Hidayet eder” demekte ama nereye hidayet eder dememektedir. Âhirette cennete mi götürür, yoksa dünya işlerinde onlara amel-i salih işlemelerine yardımcı mı olur? Her iki mana verilebilir. İlâ a’mâlihimu-s salihat anlamında olduğu gibi ile’l-cenneti de olabilir.

4- Bu grup insanlar iman edip salih amel ederler dedikten sonra, amelleri sebebiyle hidayet eder demeyip imanları sebebiyle hidayet eder denmektedir. Müminler davranışlardan sorumludurlar, yoksa sonuçtan sorumlu değildirler. Yani kişi tarlayı ekmekle, sulamakla, gübrelemekle ve ilaçlamakla yükümlüdür ama buğdayın yetişmesinden sorumlu değildir. Evet, amel edecektir ama sonuçtan değil yani amelinden değil imanından sorumlu olacaktır. Askeri düzen ile hukuk düzenini ayırırken hep buna işaret ederiz. Askerlikte sorumluluk sonuçtandır, dünyada ise davranışlardandır dedik. Bu âyet o davranışa çok beliğ bir şekilde temas etmektedir. İman edip amel-i salih işleyenlere amelleri karşılığı değil imanları karşılığı hidayet etmektedir.

5- Onlar cennetler içinde yani bahçeler içinde olurlar yani onların hallerini ifade eder. Bu bahçeler dünyadaki bahçeler de olabilir, bu bahçeler âhiretteki cennet de olabilir. Bu Adil Düzen Çalışanlarının bir gün refah içinde olacaklarını ifade eder. Bugün Adil Düzen Çalışanları sıkıntı içindedirler. a) Paraları faizlidir, enflasyona maruzdur. b) Devletin vergisini öderlerse iflas ederler, ödemezlerse günah işlerler. c) Herkes hile yapıyor. Kendileri hile yapmadan iş yapamıyorlar. Hile yaparlarsa haram işlemiş olurlar. d) Herkes ya rüşvet veriyor yahut adamını buluyor ve işini öyle yürütüyor. Rüşvetin haram olduğunu bilen birinden şefaat istemek de haramdır. İşte bugün içinde bulunulan bu durumdan kurtulmak için müminler Allah’ın hidayetini beklemektedir. Ama iman edecekler dayanışma kooperatiflerine girmelidirler. Sonra da salih amel işlemeli ve orada faizsiz işletmeleri kurmalıdırlar. O zaman Allah onlara hidayet edecek, böylece dünya ve âhiret hayatlarını kurtaracaklardır.

6- Naim cennetleri denmektedir. Cennet naime izafe edilmiştir. Cennetler tavsif edilmiştir; nimet davarlardır, genişletilmiş manasıyla besindir. Gıda bahçeleri içinde denmektedir. Bu da seralardır ve/veya yayılım değil besi hayvanları demektir. Gelecekteki tarım sera tarımı olacaktır. Hayvancılık da besi hayvancılığı olacaktır. İşte bunların bulunduğu bahçelere götürüleceklerdir. Bu dünya hayatında da gidilecek bahçeler bunlardır. Âhirette de cennetlerde seracılık ve besi hayvancılığı olacaktır demektir. Naimin sıfat olarak değil de izafetle gelmesi bunu ifade eder.

7- İçinde ırmakların aktığı denmiyor, tahtlarında/altlarında ırmakların aktığı denmektedir. İnsanların tahtında ırmakların akmasından bahsetmektedir. Bu da boruların içinde sudan, baldan, sütten ve meyve sularından ırmaklar akacaktır demektir. Meyve sularının bozulmaması için onu koruyan maddeler konacaktır. Hamrı koruyan madde olacaktır. Ama sarhoş edici olmadıklarından da şaribinler leziz olacaktır. Cennetin ırmaklarına doğru insanlık yol alacaktır.

Âyete böyle mana verdiğimizde, likamızı reca etmeyenlerde tanımlananların cezası olarak me’vaları ateş dendiği zaman, cehennem ateşi değil de dünya ateşidir. Bu da Kur’an’ın tabiri ile savaş ateşidir. Yani bugünkü dünyanın durumudur. Önce partiler ve siyasi gruplar arasında soğuk savaş vardır. Sonra mafyalarla yine silahsız savaş vardır. Bürokratlarla halk arasında savaş vardır. Askerlerle siviller arasında savaş vardır. Silahlı terör vardır, onlarla savaş vardır. Nihayet devletlerarası silahlı savaşlar vardır, imha savaşları vardır.

Kur’an nâzil olduğu zaman ateşli silahlar yoktu. Oysa Kur’an harbin ateşini kullanıyor.  Bugün ise ateşli silah kullanmadan savaş yoktur. Kur’an’da harbin ateşi dendiğine göre, onu marife olarak kullandığına göre, buradaki nârı da ateşli savaş olarak anlayabiliriz.

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

(EinNa elLaÜINa EAvMaNUv VaGaMİLuv elÖALıXAvTı)

“İman edip salih amel işleyenler…”

Kur’an nâzil olduğu zaman iman etmenin alameti, “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun elçisidir” demek idi. Salihatı amel etmek de Medine’ye göç etme ve Medinelilerin de göçleri kabul etmesi olmuştur. Savaş salih amelden değil imandan addediliyordu. Devletin iki görevi vardır; birincisi iç ve dış güvenliği sağlamak, ikincisi de herkese aş ve iş bulmak. Kur’an başından itibaren sonuna kadar bununla ilgili hükümleri ortaya koymaktadır.

Bugün de bizim iman etmek için bir söz bulmamız gerekir. Biz buna “Adil Düzen”i yani faizsiz kredileşme düzenini kabul etmedir diyoruz. Ben Adil Ekonomik Düzenciyim, faizsiz kredileşme ekonomik düzenini kabul ediyorum diyen mümindir. “Adil Düzen”in yanlış ve saçma olduğunu söyleyen mümin değildir yani kâfirdir. “Adil Düzen”i reddetmeyip kooperatiflerden birine ortak olmayan ise ne mümin ne kâfirdir. Salihatı amel etmek ise kooperatif içinde faizsiz kredileşme içinde yaşamaya başlamadır. Yani kooperatiflerin merkezlerine taşınmadır. Kooperatif semtlerini kurmadır. Yüz hanelik semt sitelerine hicret etmedir.

Bize itiraz edip semt kooperatifleri kurmayıp oraya hicret etmeyenler mümin değil mi, onlar Allah’a ve âhirete inanmıyorlar mı?

Kur’an indiği zaman da Mekkeliler Allah’a inanıyorlar ama putları şefi kabul ediyorlardı. Medine’de Ehl-i Kitap vardı ama onlar mümin sayılmamıştır. İman edenleri, Hadu olanları, Hıristiyanları “ve” harfi ile saymaktadır. Biz de bize gelirse lâikleri mümin sayıyoruz. Bugün Hazreti Muhammed’i peygamber kabul etme sorunu yoktur. Bugün Kur’an’ı Allah kitabı kabul edip ona göre yani “Adil Düzen”e göre tarım ve sanayi kentleri kurma sorunu vardır.

يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ

(YaHDIyHıM RabBuHuM)  

Rabları hidayet edecektir”

Bizim Kur’an imanımız şöyledir. Kur’an Allah’ın sözüdür. Değişik zamanlarda değişik yerlerde insanların imanları başkadır. Örnek olarak ‘Ben 86 yaşındayım’ dediğim zaman sözüm bugün doğrudur ama ben bunu başka zamanda söylesem yanlış olur. Ben değil başkası söylese yalan olur. Demek ki cümlelerin yer, zaman ve söyleyene göre manaları farklıdır. Kur’an da başka zamanlarda, başka yerlerde, başka şartlarda başka manalar taşır.

Diğer taraftan diyoruz ki; Allah nasıl Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e indirdi ve ona o günkü şartlar içinde manasını da öğrettiyse aynı şekilde Kur’an’ı şimdi bize indiriyor, ona Cebrail öğretti, biz ise atalarımızdan öğrendik. Manasını ona nasıl Cebrail vasıtası ile vahyettiyse, bize müsbet ilim vasıtasıyla vahyetmektedir diyoruz.

İşte bu âyet bizim dediğimizi teyit ediyor. Çünkü “Rabları onlara hidayet edecektir” diyor. Demek ki bizim icma ve içtihatlarımız Allah’ın bize hidayetidir. O doğru yolu buldurmaktadır.

بِإِيمَانِهِمْ

(Bi EIyMAvNIHıM)

“İmanları ile”

“Bi” harfi iki mana taşır. Onun vasıtasıyla veya onun sebebiyle.

İçtihat ve icmalarda isabet vardır. Ancak bunun için iman etmiş olmak şarttır. Kur’an’ı Allah sözü olarak kabul edip onun emrine uyarak sanayi veya tarım semtleri kurmaya başlamak imandır. Bu iman bize yardımcı olur ve biz sanayi ve tarım semtlerini kurarız, vaad edilen cennetlere bu dünyada ulaşmaya başlarız.

Burada bir şeyi hatırlatmak isteriz. Kur’an’ın âyetlerini günlük hayattan ve dünya hayatından uzaklaştırmak için âyetlere hep âhiret hayatı manasını vermektedirler, hep muhatap olarak Hazreti Muhammed’i ve arkadaşlarını almaktadırlar. Biz ise Kur’an’ın şimdi bize nâzil olduğunu kabul ediyor ve günümüze getiriyoruz. Vaad edilen cennet ve cehennemi de bu dünyadaki hayat için de yorumluyoruz. Bununla âhiret hayatını ikinci dereceye aldığımız zannedilmesin. Esas olan âhiret hayatıdır. Fert için dünya hayatı değil âhiret hayatı önemlidir. Topluluk için ise dünya hayatı önemlidir. Âhirette ortak sorumluluk yoktur. Biz “dünya düzeni” üzerinde durduğumuz için âyetlere “dünya düzeni” gözü ile bakıyoruz. Yoksa asıl olan şimdiye kadar müfessirlerin verdikleri manalardır, Kur’an’ın ifadelerini âhiret hayatı düşünülerek yorumlamadır. İfrat ve tefritten kaçınılmalı, Kur’an hem dünya hem âhiret hayatımız için rehberimiz olmalıdır.

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ

(TaCRIy MiN TaXTıHıMu eLEaNHAvRu)

“Onların tahtlarında nehirler cereyan eder”

Cennetin içinde değil, cennetin altında da değil de onların altında ırmaklar akar.

Topluluğun altında ırmaklar nasıl akar?

O halde burada bir şey mecazdır. O da “tahtları” kelimesidir. Çünkü ona mana verilememektedir. Tahttan maksat başka bir şeydir. O da onların mülkiyetinde, onların tasarrufunda akan nehirler demektir. Bahçenin içinde değil, onların evlerinde akan nehirler demektir. Meskenlerinde manasını da verebiliriz. Bu da evlere döşenen borulardır. Su borularının içinde akan sıvılardan bahsetmektedir. Başka âyette açıkça bu nehirlerden bahsetmektedir. Su boruları, süt boruları, bal boruları ve meyve suyu boruları kanallarıdır.

Bugün bu şebekeler hatalı yapılmaktadır. Su borusu çeşmede sonlanmaktadır. Oysa Kur’an akan borular sistemi demektedir. Eve gelen su borusu gelip dönmekte, içinde devamlı şekilde akış olmaktadır. Çeşme boruda kol olmaktadır. Borunun ucu olmamaktadır. Böylece sıvı devamlı akış içindedir. Bu sayede borular paslanmamaktadır, sıvılar durgunluktan dolayı bozulmamaktadır. Âhirette bu borular böyle olacaktır.

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ

(FIy CanNAvTi elNaGIyMı)

“Naim cennetlerinde”

Naim cennetlerinde olacaklar ama onların altında değil onların içinde olacaktır. Burada “Fî” harfi, mübtedası mahzuf cümlenin haberi olabilir Yani onlar naim cennetlerindedir. Yahut onların tahtlarındaki boruları naim cennetleri içindedir anlamı gelir. Yani seralarda ve ağıllarda beslenen sıvı şeklinde olacaktır. Gübre ve ilaçlama sulanma içinde yapılacaktır. Dört borudan birisine eklenecektir. Hayvanlara besin sıvı hâlinde verilecektir. Sağılan süt borular içinde geri dönecektir. Sağılan ballar borular içinde geri dönülecektir.

Naimin cennetleri demek, nimet veren yerlerin bulunduğu cennetler demektir.

Yüz dairelik apartmanları, yüz villalı dinlenme sitelerini planlarken hep bu âyetleri gözümüzün önüne alarak planlar yapmalıyız, projeler üretmeliyiz.

دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (10)

(DaGVAvHuM FIyHAv SuBXANaKa elLAHumMa Va taXıyYaTuHuM FIyHAv SaLAMun Va EAvPıRU DaGVAvHuM  EaNı eLXAMDu LiLLAHı RabBı eLGAvLaMıyNa)

“Orada onların davaları; Allah’ımız sen sübhansın ve orada tahiyyeleri selâmdır, davalarının sonu hamd âlemlerin rabbi Allah’ındır demeleridir.”

Dünya veya âhiret cennetine götürülecekler, işe başlayacaklar ve bir dua yapacaklar. İşi bitirdikleri zaman da bir dua yapacaklar. İş yaparken de barış içinde olacaklardır.

Allah insanlara vaad etmiştir. Ben sizi yeryüzünde yetiştireceğim, sonra âhirette cennet veya cehenneme götüreceğim. Orada ebedi hayat yaşayacaksınız. İman edip salihatı amel etmeyenler elim bir azap içinde olacaklardır. İman edip salih amel işleyenler ise cennetlerde olacaklardır. Bu cennet burada da olacaktır, âhirette de olacaktır.

Allah insanlara vaad ettiklerini insanlara yaptırmaktadır. Salihatı işleyenler Allah’ın vaadini yerine getirirler ve Allah’ın işini yarım bırakmazlar. Buna “tesbih” denmektedir.

Senin sübhanın için, senin vaadini yerine getirmek için biz görevlerimizi yapacağız diye söz verirler. İşe başlarlar. Bu Allah’la yapılan bir iş anlaşmasıdır.

“Allahümme” diye hitap etmişlerdir. “Rabbena” denmemiş de “Allahümme” denmiştir. “Allah” kelimesinin sonuna “ümme” kelimesi eklenmiştir.

“Allah” kelimesi üzerinde uzun müzakereler vardır. Ben başka bir usul kullanacağım. Kur’an’da Arapçada kullanılan başka dillerden gelen kelimeler vardır. Bunlardan biri de “Allahümme”dir. Hattâ “Allah/Ellah” kelimesi de Sümercedeki “Enli”den gelmedir. Türkçede “m” ben manasındadır. “Allah’ım” dediğimiz zaman Allah’ım anlamındadır. Sonundaki “m” çoğulu ifade eder, bizim Allah’ımız demek olur. Çincede çoğul isim tekrar edilerek yapılır, “ben ben” demek biz demektir.

İşe başlarken “Allah’ımız, Sen Sübhansın” derler; yani sen eksik bir iş yapmazsın, noksanın yok demektir. Biz de Senin emrine uyarak verdiğin görevi yerine getireceğiz denmiş olur.

Sonunda hamd ile bitirmeleri ise; evet, verdiğin görevi yaptık ama yine Senin yardımınla ve Senin gücünle yaptık. Bize görevi yaptırıp Senin salih kullarından kıldığın için Sana hamd ederiz. Zaten bütün hamd yalnız Senindir. Çünkü biz ancak Senin verdiğin güçle Senin emrini yerine getirmiş oluyoruz.

Birinci dava Allah’tır. Onun için “Allahümme” denmektedir. Son dava da Allah’tır, o da Allah’tır. Davanın kayıtlı olmasından anlıyoruz. Zaten “Hamd Âlemlerin Rabbinedir” denmesinden bunu anlıyoruz Yapılan işler ise “selâm” içinde yapılmaktadır.

“Tahiyye” sağlık dilemedendir. Geçmiş olsun, başınız sağ olsun benzeri bir kelimedir.

“Selâm” ise barıştır, birbirine zarar vermemedir, çekişmeme ve savaşmamadır.

Selâm düzeni hukuk düzenidir. Orada kurallar o kadar kesin ve aşikârdır ki kimin haklı olduğu hemen bilinir, Ayrıca muhakeme edilmez. Herkes açık kurallara seve seve uyar. Çünkü barış düzenine uymak mükâfata ulaşmak demektir.

Oradaki hayat barış üzerindedir, çekişme ve niza yoktur demektir.

“Tahiyye” hayattan gelmiş bir masdardır. Aslı “Tahyyy”dır, Sondaki ye te harfine dönüşür, diğer iki ye idgâm olur.

İşleri barış içinde nizasız yaparlar ve yaşarlar.

Milyonlara varan arılar nasıl bir kovan içinde çatışmadan yaşarlarsa, benzer şekilde insanlar da tahiyye içinde yaşarlar, ırk ve mezhep ayrılıkları onlara etki etmez.

Kur’an gelmeden önce insanlar ırk ve din birliği içinde yaşarlardı. Kur’an ile insanlar değişik din ve ırk içinde olsalar da birlikte yaşama düzeni gelmiştir. O halde Kur’an’ın vaad ettiği düzen selâm düzenidir, değişik ırk ve dinlerin bir arada barış içinde yaşama düzenidir. Kur’an, Arapları cahiliye döneminden uygarlık dönemine geçirmekle kalmamış, cahiliye döneminden muasır medeniyetin fevkine çıkarmıştır. Onun içindir ki Kur’an ehli daha sonra dünyanın bin yıla yakın zamanda mutlak sahibi oldular, rakipsiz süper güç oldular.

Mekke fethinin arkasından o gün Hazreti Muhammed aleyhisselâm Rum ve Sasanilerin ülkeleri fethedilecektir demiş, onlar gülmüşlerdi.

Şimdi de ben size söylüyorum; yarın ABD, AB, Rusya, Çin ve Hint “Adil Düzen”i kabul edecektir diyorum. Bizim ülkemiz fatih olacaktır demiyorum. Devletler ırkidir. Dünyada süper devlet olmayacak, dolayısıyla bizim ülkemiz olmayacaktır. Sahabelerin yaptığı hataları biz yapmayacağız. Onlar İslâmiyet’i dünyaya yayacaklarına dünyayı fethe kalkıştılar. Aralarındaki kan davası bundan dolayı çıktı.

“Âlemlerin Rabbi” denmektedir. “Âlemler” deyince topluluklar anlamındadır. Erkek çoğuldur. Çoğul sigası bir topluluğa mensup olan halkı ifade eder. Baştaki “el” harfi de istiğrakı ifade eder. Bütün topluluklar anlamındadır. Hamd bütün toplukların rabbine aittir.

Yapılan işler insanlık için yapılmıştır. Onların hamd etmeleri için yapılmıştır. Yani görev bir dine mensup olanlar için değil, bir ırkın mensupları için değil, tüm insanlık içindir. “Adil Düzen” anlatılırken buna hep dikkat edilmiştir. Müslümanlardan veya Türklerden bahsedilmemiştir. Tüm insanlığı sömürenlerle tüm sömürülenler anlatılmıştır. Onların sorunları çözülmüştür. Çünkü bizim görevimiz Âlemlerin Rabbinin verdiği görevdir.

İslâm düzeni demeyip “Adil Düzen” demiş olmamızın sebebi budur. İslâm deyince herkes Muhammedileri anlamaktadır. Oysa İslâm düzeni Hazreti Âdem’den kıyamete kadar sürüp gelen hak dinin adıdır; İslâm düzeni de Hazreti Nuh’tan sonra dünyada yayılan hak düzenin adıdır, İbrahimî düzenin adıdır.

دَعْوَاهُمْ فِيهَا

(DaGVAvHuM FIyHAv)

“Orada davaları”

“Orada davaları” denmektedir.

“Daa, yad’û, duaen, da’vâ ve davet” masdarları geçmektedir.

Türkçede “dua”yı Allah’a yalvarmak şeklinde anlarız, “dava”yı hasımlar arası iddia şeklinde anlarız, “dave”ti de birisini evimize davet şeklinde anlarız. Masdarlara farklı manalar veririz. Arapçanın masdarları böyledir. “Dua” doğrudan çağırmadır. “Da’vâ” ise yalvarma şeklindeki duadır. “Davet” Türkçedeki davet anlamına yakındır.

Bir fabrikaya gidersiniz, oradaki sorumludan iş istersiniz. O size iş verdiği zaman memnun olursunuz. Hele ücretiniz de dolu ise hepten memnun olursunuz.

İşte, onların işe başlarken duaları, yarın iş istemeleri, iş verdikleri için de onu tesbih etmeleri, onun adına iş yapacaklarını bildirmeleri bir davadır yani duadır.

سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ

(SuBXANaKa elLAHumMa)

“Allah’ımız sen sübhansın”

“Sabh etmek” uçmak, yüzmek demektir.

Bir kimse bir iş yapmaya giriştiği zaman orada bağlı kalır. İşi bittiği zaman artık ayrılabilir. Serbest kalır, istediği yere gidebilir, istediğini yapabilir.

Sen bu görevi bana verdiğine göre siz artık sübhansınız, bu işi ben yapacağım, seni işi yapmamış duruma düşürmeyeceğim demektir.

“Allah’ım” denmekle de O’nun bunu görevlendirmesinden duacı olduğunu ifade eder. Tesbih ve hamd Kuran’da birlikte geçer: Yusebbihune bihamdi rabbihim.

Tesbih nedir, hamd nedir?

Namazlarda tesbih ve hamd farzdır. Tesbih etmek demek, bundan sonraki ikinci namaza kadar ne yapacağını kararlaştırmak demektir. Emre uyarak ben şimdi öğleye kadar bunu yapacağım deyip yapacağın işleri planlamak demektir.

Bunu kimin için yaparsın?

Topluluk için yaparsın. Artık birlikte üretim vardır. Ondan sonra gidersin hukuk düzeni içinde kurallara uyarak kararlaştırdığın işleri yaparsın. Sonra tekrar namaza dönersin. Verilen görevleri yaptığın için hamd edersin.

Evet, topluluk sayesinde onlarla selamlaşarak görevlerini yapmıştır. Bu da hamddir.

“Ellahumme” kelimesi tesbihin Âlemlerin rabbine ait olduğunu belirtmesi için de olabilir. Bu hususta araştırma yapılması gerekir.

وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ

(Va TaXıyYaTuHuM FIyHAv SaLAMun)

“Orada tahıyyeleri selamdır”

Namaz kıldıktan sonra dağılarak herkes kendi işine veya evine gider, çalışır veya yaşar. Toplulukta yol ve sular gibi şeylerde komünizmde olduğu gibi topluluk mülkiyeti vardır. Herkes oradan karşılıksız yararlanır. Ama kapitalizmde olduğu gibi özel mülkiyet de vardır. Emekle elde edilen yer ve mallarda emek sahiplerinin payları vardır.

Birlikte ifa edilen salât ve zekâtta ortak mülkiyet ortaya çıkmakta, ondan sonra herkes dağılarak özel mülkiyet ilkesi içinde çalışmakta ve yaşamaktadır. Çıkan nizalar hakemler tarafından çözülmektedir. Kişi kişiye selam vererek ben seninle olan nizalarımı hakemler yoluyla çözeceğim demiş olur.

“Tahiyye” sağlıktır. “Hayat”ın tef’il bâbıdır. Başkalarını yaşatma anlamındadır. Ben senin benim gibi yaşamanı istiyorum, sen öl ben yaşayayım şeklinde değil de, birlikte yaşayalım demektir. Böylece beraber yaşamayı kabul ediyorlar demektir.

“Selam” ise çıkan nizaları hakemler yoluyla çözeceğiz demektir.

Şimdi şu soru sorulacaktır: Âhirette nizalar olmayacak mı?

Peki, bu nizalar nasıl çözülecektir?

Âhirette insanlar insan olarak kalacaksa ve kişilikleri olacaksa elbette aralarında niza olacaktır. ‘İki tanrı olsaydı yeryüzü fesada giderdi’ ifadesinden anlıyoruz ki, özgür irade sahibi kişiler varsa, onlar arasında farklı görüş ve istek olacaktır. Dolayısıyla hakem kararları olacaktır. Yargı olacaktır. Ne var ki cennette herkes yargı kararına uyacaktır. Dolayısıyla güvenlik güçlerine ihtiyaç olmayacaktır.

Kur’an üzerinde durarak âhiret hayatını aydınlatmamız mümkündür.

Günümüzde ihtiyaç “Adil Düzen” olduğu için bu hususlarda fazla çalışamadık.

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ

(Va EAvPıRU DaGVAvHuM)

“Ve davalarının sonu”

Bu dünyada insanlar beş vakit namaz kılarak Allah’ı tesbih ederler, yapacakları işleri kararlaştırırlar. Dağılırlar, barış içinde herkes çalışır ve yaşar. Sonunda tekrar namaz için toplanırlar ve bu sefer yaptıklarının hesabını verirler. Yaptıkları için de hamd ederler.

Âhirette de benzer faaliyet olacaktır. Yine gece ve gündüz olacaktır. Yine namazlar olacak, yine insanlar dağılacak ve barış içinde yaşayacaklar. Ne var ki o gün bugün olmayan iki şey olacaktır. Birincisi; herkes hakem kararına zevkle uyacağı için güvenlik güçleri olmayacaktır. Devlet aşaması önceki hayata benzeyen bir hayat olacaktır. İkincisi ise; çalışanlar başaracaklar ve ücretlerini alacaklardır. Başarısız olmayacaklardır. Kimse yaşamak için çalışmayacak, herkes derecesini yükseltmek için çalışacaktır.

“Adil Düzen Anayasası” dünyayı cennete benzeterek yaşanacak şekle koyma çabasıdır. Herkese -çalışsın çalışmasın herkese- yaşamak için gerekli ihtiyaçları yeryüzündeki kira payı karşılığı verilecektir. Çalışanlara ise ücretleri verilerek daha çok kazanmaları sağlanmaktadır. Âhirette de durum budur.

أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ

(EaNı eLXAMDu LiLLAHı)

“Bütün hamd Allah’ındır”

Ben gider arı kovanından mum alır akşamüstü odamı aydınlatırım. Demek ki benim bir gecelik aydınlanmam yarım saatime mâl olmuştur. Bu benim doğal hakkımdır. Komşum da aynı şeyi yapıyor, o da yarım saatine bir gecesini aydınlatıyor. Şimdi beş komşu bir araya gelip bir mum altında beşimiz aydınlanırsak, bize bir gecelik aydınlanmamız 6 dakikaya inmiştir. Peki, diğer 24 dakika nerden gelmiştir, nerden ortaya çıkmıştır?

Beraber olmamızdan, topluluğu oluşturmamızdan ortaya çıkmıştır. Bu karşılıksız ortaya çıkan değer topluluğa aittir. Çünkü topluluk sayesinde oluşmuştur.

Sosyalistler bunu kişilere vermektedir.

Kapitalistler sermayeye yani kovan sahibine vermektedirler.

Burada ifade edilen birlikte çalışma ve yaşama sonucu doğan rantın topluluğa ait olduğunu ifade eder. Topluluk da döner yine ondan onları yararlandırır.

Demek ki tesbih yapılacak işleri bölüşmedir, hamd ise elde edilen ürünleri bölüşmedir.

رَبِّ الْعَالَمِينَ (10)

(RabBı eLGAvLaMıyNa)

Âlemlerin rabbi olan Allah’a aittir.”

Burada da bütün insanların rabbi olduğu ifade edilmiştir. Yani biz öyle işler yapacağız ki o iş bütün insanlar için de yararlı olsun. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kademe kademe bizim çalışmalarımızdan yararlanmalıdır, bölüşmede onların da payı olmalıdır.

Diyelim ki yeryüzünde bin ton patates üretiliyor. Fiyatlar ona göre oluşmuştur. Siz de bir ton patates ürettiniz. Ne oldu? Patatesin fiyatı ucuzladı. O halde siz tüm insanlara hizmet ettiniz. Arz ve talep kanunları böyle tüm insanlığın çıkar paralelliği içinde bir iştir.

Bu açıklamalarımız topluluk üzerine yapılmıştır. Allah kişileri ve işleri o şekilde var etmiştir ki kişiler arasında bu ilişkiler olsun ve topluluklar meydana gelsin. Bu yönüyle baktığınız zaman, hamd kâinatın rabbi olan Allah’a ait olur. O’nun koyduğu kanunlar sayesinde bu işler gerçekleşmiştir.

Topluluğun bilinci yoktur. Başkanın bilinci topluluğun bilinci olarak kabul edilir. İnsanlar topluluktan beklediklerini başkandan beklerler. Oysa başkan topluluğun gücüne sahip değildir. Dolayısıyla çalışmalarında ve yaşamalarında endişe içindedirler. Oysa müminler Kâinatı var eden bilinçli Tanrı’ya inanırlar ve dolayısıyla topluluğu da bilinçli olarak görürler.

Bu inançtan dolayıdır ki ben bu satırları yazıyorum.

Kâinatı var eden Allah’ın Kur’an’da bildirdiklerine inandığım için yazıyorum.

Olacağına inandığımız için, “Adil Düzen”in geleceğine inandığımız için “Adil Düzen” gelecektir. Bize bu inancı sağlayan Kâinatın Rabbidir. Hamd ediyoruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 

 

يَرْجُونَ رَضُوا اطْمَأَنُّوا

الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

آيَاتِنَا غَافِلُونَ لِقَاءَنَا

الَّذِينَ الَّذِينَ هُمْ بِهَا

لَا إِنَّ بِ عَنْ وَ وَ وَ

3

2

3

4

4+3

يَكْسِبُونَ كَانُوا

النَّارُ

مَأْوَاهُمُ

أُولَئِكَ

بِ مَا

5

3

4

5

9

8

4

14

 

تَجْرِي يَهْدِيهِمْ

عَمِلُوا آمَنُوا

جَنَّاتِ تَحْتِهِمُ

رَبُّهُمْ ِإيمَانِهِمْ

النَّعِيمِ الْأَنْهَارُ الصَّالِحَاتِ

الَّذِينَ

إِنَّ فِي مِنْ بِ وَ أَنِ

4

4

4

5

 

رَبِّ دَعْوَاهُمَْآخِرُ سَلَامٌَتَحِيَّتُهُم سُبْحَانَكَ

الْعَالَمِينَ الْحَمْدُ اللَّهُمَّ لِلَّهِ

 

و وْ فِيهَا فِيهَالَ

 

6

4

 

5

22

32

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1030
Müminun Suresi Tefsiri 102-110. Ayetler
21.09.2019 2650 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1029
Müminun Suresi Tefsiri 93-101. Ayetler
14.09.2019 3017 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1028
Müminun Suresi Tefsiri 84-92. Ayetler
7.09.2019 2536 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1027
Müminun Suresi Tefsiri 78-83. Ayetler
24.08.2019 2843 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1026
Müminun Suresi Tefsiri 71-77. Ayetler
10.08.2019 2500 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1025
Müminun Suresi Tefsiri 62-70. Ayetler
3.08.2019 2818 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:58
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1024
Müminun Suresi Tefsiri 53-61. Ayetler
27.07.2019 2692 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 11:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1023
Müminun Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
20.07.2019 2570 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 11:01
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1022
Müminun Suresi Tefsiri 35-44. Ayetler
13.07.2019 3208 Okunma
1 Yorum 15.07.2019 06:11
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1021
Müminun Suresi Tefsiri 28-34. Ayetler
6.07.2019 2837 Okunma
1 Yorum 09.07.2019 15:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1020
Müminun Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
29.06.2019 3311 Okunma
1 Yorum 02.07.2019 17:49
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1019
Müminun Suresi Tefsiri 17-22. Ayetler
22.06.2019 2798 Okunma
1 Yorum 23.06.2019 10:22
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1018
Müminun Suresi Tefsiri 12-16. Ayetler
15.06.2019 3653 Okunma
1 Yorum 15.06.2019 22:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1017
Müminun Suresi Tefsiri 1-11. Ayetler
8.06.2019 3672 Okunma
1 Yorum 11.06.2019 14:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1016
Hac Suresi Tefsiri 77-78. Ayetler
1.06.2019 3446 Okunma
1 Yorum 11.06.2019 14:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1015
Hac Suresi Tefsiri 72-76. Ayetler
25.05.2019 2729 Okunma
1 Yorum 26.05.2019 02:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1014
Hac Suresi Tefsiri 67-71. Ayetler
18.05.2019 2834 Okunma
1 Yorum 20.05.2019 04:46
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1013
Hac Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
11.05.2019 2751 Okunma
1 Yorum 13.05.2019 09:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1012
Hac Suresi Tefsiri 58-62. Ayetler
4.05.2019 2912 Okunma
1 Yorum 06.05.2019 01:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1011
Hac Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
27.04.2019 2634 Okunma
1 Yorum 29.04.2019 07:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1010
Hac Suresi Tefsiri 49-52. Ayetler
20.04.2019 2799 Okunma
1 Yorum 23.04.2019 15:04
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1009
Hac Suresi Tefsiri 45-48. Ayetler
13.04.2019 3217 Okunma
1 Yorum 14.04.2019 06:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1008
Hac Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
6.04.2019 3320 Okunma
1 Yorum 08.04.2019 08:30
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1007
Hac Suresi Tefsiri 36-39. Ayetler
30.03.2019 2988 Okunma
1 Yorum 02.04.2019 09:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1006
Hac Suresi Tefsiri 31-35. Ayetler
23.03.2019 3691 Okunma
1 Yorum 24.03.2019 11:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1005
Hac Suresi Tefsiri 27-30. Ayetler
16.03.2019 5316 Okunma
2 Yorum 17.03.2019 11:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1004
Hac Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
9.03.2019 5610 Okunma
3 Yorum 10.03.2019 14:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1003
Hac Suresi Tefsiri 18-22. Ayetler
2.03.2019 2988 Okunma
1 Yorum 03.03.2019 08:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1002
Hac Suresi Tefsiri 14-17. Ayetler
23.02.2019 2821 Okunma
1 Yorum 25.02.2019 11:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1001
Hac Suresi Tefsiri 9-13. Ayetler
16.02.2019 3498 Okunma
1 Yorum 17.02.2019 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1000
Hac Suresi Tefsiri 5-8. Ayetler
9.02.2019 2774 Okunma
1 Yorum 11.02.2019 07:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 999
Hac Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
2.02.2019 7146 Okunma
2 Yorum 03.02.2019 09:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 998
Enbiya Suresi Tefsiri 105-112. Ayetler
26.01.2019 2793 Okunma
1 Yorum 29.01.2019 10:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 997
Enbiya Suresi Tefsiri 101-104. Ayetler
19.01.2019 2786 Okunma
1 Yorum 20.01.2019 09:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 996
Enbiya Suresi Tefsiri 95-100. Ayetler
12.01.2019 4631 Okunma
3 Yorum 20.01.2019 14:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 995
Enbiya Suresi Tefsiri 89-94. Ayetler
5.01.2019 2958 Okunma
1 Yorum 06.01.2019 17:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 994
Enbiya Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
29.12.2018 3481 Okunma
1 Yorum 30.12.2018 20:04
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 993
Enbiya Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
22.12.2018 4202 Okunma
4 Yorum 28.12.2018 17:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 992
Enbiya Suresi Tefsiri 71-75. Ayetler
15.12.2018 2739 Okunma
1 Yorum 16.12.2018 08:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 991
Enbiya Suresi Tefsiri 61-70. Ayetler
8.12.2018 2850 Okunma
1 Yorum 09.12.2018 18:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 990
Enbiya Suresi Tefsiri 51-59. Ayetler
1.12.2018 2630 Okunma
1 Yorum 02.12.2018 12:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 989
Enbiya Suresi Tefsiri 44-50. Ayetler
24.11.2018 4394 Okunma
2 Yorum 30.11.2018 12:01
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 988
Enbiya Suresi Tefsiri 37-43. Ayetler
17.11.2018 2948 Okunma
1 Yorum 18.11.2018 02:30
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 987
Enbiya Suresi Tefsiri 30-36. Ayetler
10.11.2018 2779 Okunma
1 Yorum 11.11.2018 12:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 986
Enbiya Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
3.11.2018 2687 Okunma
1 Yorum 04.11.2018 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 985
Enbiya Suresi Tefsiri 14-20. Ayetler
27.10.2018 2366 Okunma
1 Yorum 29.10.2018 09:01
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 984
Enbiya Suresi Tefsiri 7-13. Ayetler
20.10.2018 2670 Okunma
1 Yorum 22.10.2018 07:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 983
Enbiya Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
13.10.2018 3009 Okunma
1 Yorum 14.10.2018 15:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 982
Taha Suresi Tefsiri 133-135. Ayetler
6.10.2018 3335 Okunma
1 Yorum 07.10.2018 18:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 981
Taha Suresi Tefsiri 128-132. Ayetler
29.09.2018 2712 Okunma
1 Yorum 29.09.2018 21:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 980
Taha Suresi Tefsiri 122-127. Ayetler
22.09.2018 3196 Okunma
1 Yorum 23.09.2018 12:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 979
Taha Suresi Tefsiri 115-121. Ayetler
15.09.2018 3696 Okunma
1 Yorum 16.09.2018 17:34
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 978
Taha Suresi Tefsiri 108-114. Ayetler
8.09.2018 2716 Okunma
1 Yorum 10.09.2018 11:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 977
Taha Suresi Tefsiri 100-107. Ayetler
1.09.2018 2776 Okunma
1 Yorum 03.09.2018 09:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 976
Taha Suresi Tefsiri 95-99. Ayetler
18.08.2018 2929 Okunma
1 Yorum 19.08.2018 06:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 975
Taha Suresi Tefsiri 89-94. Ayetler
11.08.2018 2592 Okunma
1 Yorum 13.08.2018 16:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 974
Taha Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
4.08.2018 3087 Okunma
1 Yorum 05.08.2018 12:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 973
Taha Suresi Tefsiri 77-82. Ayetler
28.07.2018 3361 Okunma
1 Yorum 29.07.2018 06:03
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 972
Taha Suresi Tefsiri 72-76. Ayetler
21.07.2018 2735 Okunma
1 Yorum 22.07.2018 09:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 971
Taha Suresi Tefsiri 65-71. Ayetler
7.07.2018 3399 Okunma
1 Yorum 08.07.2018 07:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 970
Taha Suresi Tefsiri 59-64. Ayetler
30.06.2018 2747 Okunma
1 Yorum 01.07.2018 14:44
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 969
Taha Suresi Tefsiri 51-58. Ayetler
23.06.2018 2915 Okunma
1 Yorum 24.06.2018 08:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 968
Taha Suresi Tefsiri 42-50. Ayetler
9.06.2018 3485 Okunma
1 Yorum 10.06.2018 11:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 967
Taha Suresi Tefsiri 37-41. Ayetler
2.06.2018 5554 Okunma
4 Yorum 03.06.2018 01:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 966
Taha Suresi Tefsiri 25-36. Ayetler
26.05.2018 5801 Okunma
1 Yorum 27.05.2018 10:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 965
Taha Suresi Tefsiri 17-24. Ayetler
19.05.2018 4964 Okunma
2 Yorum 24.05.2018 06:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 964
Taha Suresi Tefsiri 9-16. Ayetler
12.05.2018 2788 Okunma
1 Yorum 13.05.2018 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 963
Taha Suresi Tefsiri 1-8. Ayetler
5.05.2018 5113 Okunma
1 Yorum 06.05.2018 07:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 962
Meryem Suresi Tefsiri 96-98. Ayetler
28.04.2018 3415 Okunma
1 Yorum 01.05.2018 08:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 961
Meryem Suresi Tefsiri 90-95. Ayetler
21.04.2018 2662 Okunma
1 Yorum 23.04.2018 09:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 960
Meryem Suresi Tefsiri 83-89. Ayetler
14.04.2018 3024 Okunma
1 Yorum 15.04.2018 10:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 959
Meryem Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
7.04.2018 2576 Okunma
1 Yorum 08.04.2018 08:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 958
Meryem Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
31.03.2018 2723 Okunma
1 Yorum 01.04.2018 08:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 957
Meryem Suresi Tefsiri 60-63. Ayetler
24.03.2018 3232 Okunma
1 Yorum 25.03.2018 09:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 956
Meryem Suresi Tefsiri 64-71. Ayetler
17.03.2018 3151 Okunma
1 Yorum 18.03.2018 05:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 955
Meryem Suresi Tefsiri 58-59. Ayetler
10.03.2018 3473 Okunma
1 Yorum 12.03.2018 16:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 954
Meryem Suresi Tefsiri 51-57. Ayetler
3.03.2018 3387 Okunma
1 Yorum 04.03.2018 09:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 953
Meryem Suresi Tefsiri 46-50. Ayetler
24.02.2018 3066 Okunma
1 Yorum 24.02.2018 20:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 952
Meryem Suresi Tefsiri 41-45. Ayetler
17.02.2018 3336 Okunma
1 Yorum 19.02.2018 14:46
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 951
Meryem Suresi Tefsiri 34-40. Ayetler
10.02.2018 3719 Okunma
1 Yorum 11.02.2018 07:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 950
Meryem Suresi Tefsiri 27-33. Ayetler
3.02.2018 4355 Okunma
1 Yorum 04.02.2018 05:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9500 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 948
Meryem Suresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.01.2018 3677 Okunma
1 Yorum 21.01.2018 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 947
Meryem Suresi Tefsiri 12-16. Ayetler
13.01.2018 3705 Okunma
1 Yorum 21.01.2018 11:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 946
Meryem Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
6.01.2018 4102 Okunma
1 Yorum 21.01.2018 11:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 945
Meryem Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
30.12.2017 5497 Okunma
1 Yorum 21.01.2018 11:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10780 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 943
Kehf Suresi Tefsiri 99-106. Ayetler
16.12.2017 2653 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 942
Kehf Suresi Tefsiri 96-98. Ayetler
9.12.2017 4032 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 941
Kehf Suresi Tefsiri 89-95. Ayetler
2.12.2017 3512 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 940
Kehf Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
25.11.2017 3578 Okunma
1 Yorum 26.11.2017 06:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 939
Kehf Suresi Tefsiri 78-82. Ayetler
18.11.2017 5452 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 938
Kehf Suresi Tefsiri 71-77. Ayetler
11.11.2017 3978 Okunma
1 Yorum 15.11.2017 18:49
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 937
Kehf Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
4.11.2017 3682 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 936
Kehf Suresi Tefsiri 60-65. Ayetler
28.10.2017 6071 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 935
Kehf Suresi Tefsiri 57-59. Ayetler
21.10.2017 3619 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 934
Kehf Suresi Tefsiri 54-56. Ayetler
14.10.2017 3231 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 933
Kehf Suresi Tefsiri 50-53. Ayetler
7.10.2017 4098 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 932
Kehf Suresi Tefsiri 46-49. Ayetler
30.09.2017 4059 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 931
Kehf Suresi Tefsiri 42-45. Ayetler
23.09.2017 3366 Okunma


© 2025 - Akevler