Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021
2489 Okunma, 2 Yorum

KASAS SÛRESİ - 4. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16) قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِلْمُجْرِمِينَ (17) فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ (18) فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَنْ يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَا قَالَ يَامُوسَى أَتُرِيدُ أَنْ تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِنْ تُرِيدُ إِلَّا أَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19) وَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَى قَالَ يَامُوسَى إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20)

***

 

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16)

16 QAvLa RabBi  EinNIy JaLaMTu NaFSIy Fa iĞFiRLIy  Fa ĞaFaRa LaHUv  EinNaHUv eLĞaFUvRu eLRaXIyMu

“‘Rabbim, ben nefsime zulmettim, beni mağfiret et.’ diye kavl etti. O da ona mağfiret etti. Ğafur O’dur, Rahim O’dur.”

 

 قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

قَالَ ظَلَمْتُ

 

اغْفِرْ غَفَرَ

رَبِّ نَفْسِي

الرَّحِيمُ الْغَفُورُ

هُو إِنَّهُ إِ نِّي

 

لِي لَهُ فَ فَ

 

((2+2)+(2+2)) + (1+2)+(2+2)= 8+7=15 =3*5 =16-1      -HüVa

قَالَ- ظَلَمْتُ    رَبِّ –نَفْسِي  الرَّحِيمُ الْغَفُورُ   إِنَّهُ إِنِّي  لِي لَهُ

QVL-JLM    RBB-NFS   RXM-ĞFR  EinNaHuv-EinNIy           LIy-LaHUv

 

  1. قَالَ‘nin faili kimdir?

قَالَ‘nin faili Musa’dır. Musa adamı istemediği halde öldürdükten sonra “Bu, şeytanın işindendir.” der. Böylece insanların şeytanın kandırmasına alet olur ve günah işler durumda olduklarını bize bildirir. Âdem bile bir peygamber olduğu halde şeytanın iğvasından kendisini kurtaramaz. Musa da aynı iğvaya düşer. Demek ki biz de her zaman böyle durumlarda kalabiliriz. Yapılacak iş “Bu, şeytanın işidir.” deyip kendimizi bu yanlışlıktan kurtarmaya çalışmaktır. Şimdi Musa bu ayetleriyle yaptığı yanlışı düzeltme yoluna gider ve Allah da kıssa ederek bize ne yapacağımızı öğretir.

 

  1. Neden atfetmez?

“Şeytanın işidir” deyip üzerinde düşünmeye başlar. Rabbine döner ve O’na kavil eder, “Rabbim” der. Atıf harfi getirmez. Bunun iki sebebi vardır. Olay üzerine Allah ona “Neden bunu yaptın?” diye sorar, o da buna cevap verir.

“Sorar veya sormuştur” cümlesi hazf olur.

Bizim hayatımızda da benzer olay olduğu zaman soruşturmacılar (işçilik sisteminde savcılar) soruşturmaya başlarlar. Topluluk adına soruştururlar. Topluluk adına şüphelilere sorular sorarlar. O da şayet işlediyse doğru cevap vermek zorunda kalır veya susma hakkını kullanır. “Ben bunu yapmadım.” diyerek inkâr yoluna gitmemelidir.

 

  1. Kimlere kavil eder?

Musa, “Rabbim” diyerek Allah’a kavil eder. Allah onu Firavunun sarayında annesinin yanında eğitmiş ve yetiştirmiştir. Ona hikmet ve ilim vermiştir. Ona dayanarak onun yaptığının şeytan işi olduğunu bilir. Biz de bir hata yaparsak, onun şeytan işi olduğunu Kur’an’ın tefsirleriyle bilme durumundayız.

 

  1. رَبِّ’daki kesre neyi ifade eder?

Aslı رَبِّي şeklindedir, rabdan önce hazf edilmiş يَا vardır. Muhatap özel isim ise ötreyi mebni kılar. Burada “ben” manasında olan ي hazf olur, onun yerine esre/kesre gelir. رَبِّ يَا denilirse “Ey Rabbim” manası çıkarken, رَبِّ denilirse “Rabbim” manasını kazanır. Yani burada يَا kesreye dönüşür. (يَا nida edatıdır, bazen hazf olur ve münadanın başına gelmez. Burada kesre mahzuf olan mütekellim Ya’sını temsil eder. Tayibet Erzen)

 

  1. Neden “Rabbim” der de “Rabbimiz” demez?

Türk Ceza Kanunu’nda ilk maddelerinde ‘Suçların şahsiliği’ ilkesi yer alır. Fiil iştirak halinde işlense bile topluluğa ceza verilmez. Ceza, suç işleyen topluluğun her ferdinin katkısı nispetinde verilir. Herkes kendini savunur. “Biz işlemedik” demez, “Ben işlemedim” der.

Bugün hukukçuların bildiği bu kural ihlal edilip durur, partilere ve derneklere cezalar verilir, kapatılırlar. Kişiler sırf o topluluğa mensuptur diye cezalandırılırlar. Bu yapılanlar hem Kur’an’a hem de bugünkü hukuk anlayışına aykırılık teşkil eder.

Cemaat mensuplarının bazı programları birlikte kullanıldığı ileri sürülerek haklarında soruşturma açılması yeterli olamaz. Nitekim bütün bu suçlamalar başka deliller ile bir arada değerlendirilerek sonuca gidilir. Bu arada yanlış uygulamalar ile mağdur olanlar olabilir. Suçların şahsiliği ilkesi şahsi sorumluluk ilkesine dayanır. Musa da böyle bir duruma işaret ettiği için “Rabbim” demiş olur.

 

  1. Cümleyi neden isim cümlesi yapar?

İsim cümlesini yapmasının sebebi, “Ben yaptım, ben suçluyum” demek içindir. Bir suç olan fiil işlendiğinde eğer sen orada varsan kendi suçunu itiraf edeceksin, yaptığın işi başkasına yamamaya çalışmayacaksın. “Benim eksikliğim, benim suçum” diyeceksin. Kendin ona göre tedbir alacaksın. Herkesin kendisini savunma hakkı vardır ama hiç kimse kendi suçlarını başkalarına yamayamaz. Musa bunun örneğini vermiş olur.  

 

  1. نَفْسِي kelimesi ne demektir?

Türkçede “Kendim geldim”, “Kendi kendime düşündüm”, “Herkes kendisini savunma hakkına sahiptir’ gibi ‘kendi’ kelimesi نَفْس kelimesi karşılığı kullanılır. Kişinin kendi varlığı vardır. Bu onun ruhudur. Bir de kişinin bedeni vardır, onun çevresi vardır, yaptıkları vardır, bu da nefsidir.

 

  1. Zulmün faili kim, mefulü kimdir?

Zulmün faili de mefulü de kendisidir, Musa’dır. Musa, Musa’ya zulüm etmiştir. Adam öldürmekle adama zulüm etmedi, kendisine zulüm etti. Adam nasılsa ölür. Ahirette öldürüldüğü için Allah ona iyilik eder, derecesini yükseltir. Bu dünyada zulme uğramıştır ama ahirette bire on o zulmün karşılığını alır. Görünürde Musa adama zulüm eder, gerçekte ise Musa kendi kendine zulüm eder.

 

  1. “Mağfiret” ne demektir?

Bir suç fiili işlendiği zaman önce o suç fiilinin faili tespit edilir. İşlediği fiilin cezası belirlenir. Kişiye bu ceza infaz edilmez. Sicillerde kayıtlı olarak kalır. Bu mağfirettir. Suç işlenmemiş kabul edilerek soruşturma yapılmaz, hakemler cezasını vermez, sicillere de kayıtları geçmezse o aftır. Afta mağdurların hukuku korunmaz. Suç fiili tespit edilmediği ve cezası belirlenmediği için bir uygulama yapılamaz.

Musa mağfiret ister, af istemez.

Kasti aşılmış fiillerde fiiller tespit edilir, mağdurların mağduriyeti giderilir, ama fail tarafından değil, dünyada dayanışma ortaklıkları tarafından giderilir, ahirette ise Allah tarafından ihsan ve ikram edilerek giderilir.

 

  1. Buradaki فَ (فَاغْفِرْ) harfi ne Fa’sıdır?

“Ben nefsime zulüm ettim, suçumu ikrar ediyorum, mağdurun mağduriyetini gidermek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.” demiş olur. Nefsin zulmünü mağduriyetin giderilmesi için sebep sayar. Bundan dolayı “Beni mağfiret et.” der. فَ sebep “Fa”sıdır.

 

  1. لَهُ‘daki هُ zamiri nereye gider?

Musa’ya gider. O Allah’tan mağfiret ister, Allah da onun lehine mağfiret eder. Yani kısas uygulanmaz. Eğer Mısır’ı terk edip giderse, Mısır’da nesi varsa orada bırakacağı için artık o takip edilmez. Kısasın hükümlerinde eğer katil ilçesini terk eder bir daha oraya gelmezse, mağdurların başka ilçede onu bulup öldürme hakları yoktur. İki şeyden birini yaparlar. Ya nefiy cezası verilmiş olur ya da kısas diyete dönüşür. Böylece mağduriyetler giderilerek, cezalar sona erer. Kastı aşma durumunda kişi başka ilçeye hicret ederse, diyet dayanışma ortaklarınca ödenir ve kastı aşmış durumlarda başka ilçelerde takip edilmez. Musa’nın durumu budur. Mısır’ı terk eder, artık ondan bir şey istenmez. Suç taammüden işlenmişse gittiği yerde de takip edilir, kısas yerine gittiği yerden diyet istenir.  

 

  1. لَهُ‘deki لِ ne Lam’ıdır?

İnsan borçlu ve alacaklı olan bir varlıktır. Her davranışı onu ya borçlu ya da alacaklı kılar. Musa Mısır’dan kaçar ama bu kaçış onun aleyhinde olmaz, gittiği yerde evlenir, dünya hayatı daha iyi olur. Onun dışında gittiği yerde aldığı eğitim ve öğrenimle dünyanın en etkin insanlarından biri haline gelir. Bu onun lehinedir. Bunu söylemiş olur.

 

  1. إِنَّهُ‘daki هُ zamiri nereye gider?

غَفَرَ fiilinin  failine, mağfiret eden Rabbe, Musa’nın Rabbine gider.

 

  1. Neden atıf harfi gelmez?

غَفَرَ’nin bir yorumu olduğu için وَ veya فَ gelmez. Ayrıca mağfiret edici ve merhamet edicidir de demez. Onu mağfiret eder, çünkü O mağfiret edendir, merhamet edendir. Kemali ittisal olduğu için atıf harfi gelmez.

 

  1. هُوَ ne zamiridir?

Buna fasıl zamiri denir. Müpteda ile haber arasında gelir; onu sıfat olmaktan ayırır. Türkçedeki ‘-dır’ karşılığıdır. Her zaman gelmez. Vurgu yapılacağı zaman gelir. Burada haber marife gelir ve tahsis edilmesi istenir. “Yalnız O mağfiret eden ve rahmet eden kimsedir.” denir.

 

  1. الْغَفُورُ ve الرَّحِيمُ  marife gelir, neyi tarif eder?

Mağfiret etmek, işlenen bir fiilin mağduriyetini gidermek demektir. Merhamet etmek ise normal hayata dönülmesi için gerekli yardımlaşmayı ve dayanışmayı yapmak demektir. İşlenen fiil sonunda ortaya çıkan dengesizliğin giderilmesi, normal hayata dönülmesi anlamındadır. Bir tür düzenin sigortasıdır. Yalnız mağdur olanların mağduriyetini giderme değildir. Bizzat failin kötü duruma düşmemesini sağlamak ve topluluğun düzenini sürdürebilmesi için gerekli tedbirleri almaktır. Bunun için Ğafur ve Rahim olan yalnız Allah’tır, onun adına topluluktur. Bundan dolayıdır ki dayanışma ortaklıkları dışındaki sigortalar şirktir. Allah’ın işine, topluluğun işine kişileri ve firmaları karıştırmaktır. Bu ayetteki الْغَفُورُ ile الرَّحِيمُ kelimelerinin harfi tarif ile gelmesi bunu vurgular.

 

  1. الرَّحِيمُ kelimesinin manası nedir?

الرَّحِيمُ رحم kökünden gelir. Rahim çocuğun büyüdüğü annenin bedenindeki bir organdır. Çocuk burada büyürken annesi ve babası çocuktan bir şey beklemezler. Çocuk doğar, büyür, evlenir ve o da kendi çocuğuna bakar. Demek ki çocuk anne babasına değil, Allah’a yani topluluğa borçlanır. Büyüdüğü zaman da çocuğundan alacaklı olmaz. Allah’tan yani topluluktan alacaklı olur. İnsan hayatı rahmete dayanır. Biz, bize lazım olanları şimdi üretmeyiz. Biz şimdi hazır olanları alır, onlarla yaşarız. Ürettiklerimizi de geleceğe bırakırız. Bu bir merhamettir, rahmettir. Yani Allah’ın bize sağladığı kredidir. Bu iki türlü olur. Birisi karşılıksızdır, rahman sıfatı ile ifade edilir. Diğeri de ücret şeklindedir, çalışmamıza karşılık verilir, bu da rahim sıfatıdır. İki manası vardır. Rahmet eden, rahmet edilen kimse demektir.

 

  1. Bu ayet ‘hükmederken akraban da olsa adaletle hükmet’ emrinin bir uygulamasıdır. Musa günahını itiraf eder. Peygamberler masum değil midir?

Peygamberler de insandır. İnsanda olan bütün zafiyetler peygamberlerde de vardır. Peygamberler günah işlemez diye bir kural yoktur. Peygamberler de günah işlerler ama Allah onların günahlarını mağfiret eder, bir nevi sigortalar. لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ (Fetih 48/2) ayetine göre bütün suçlar/zenpler mağfiret edilir. Hatalar hayatlarında düzeltilir. Peygamberlerin içtihatları eğer Allah tarafından düzeltilmez ise o hata değildir demektir.

 

  1.  Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. QVL-JLM (قول - ظلم)

“Zulüm” kelimesi ile “kavl” kelimesi arasında büyük ilişki vardır.

Bir şair der ki “Kılıç yarasının merhemi vardır ama dil yarasının merhemi yoktur.”.

İnsanlar birbirleri ile dil ile zulüm ederler. İftira zulmün kaynağıdır. Müzevirlik zulmün kaynağıdır. Hakaret zulmün kaynağıdır. Bunların hepsi dille yapılır.

Bunun dışında şahitlik, hakemlik, şeriat dille ifade edilir. Dil zulümle beraber her yerde vardır. Ya zulmün ya da zulmü gideren adaletin aracısıdır.

 

  1. RBB-NFS (ربب - نفس)

Tüm canlılara verilen görevlerde onların nefisleri ile görevleri arasında paralellik vardır. Ne yaparlarsa yapsınlar onlar yaratıcının kendilerine verdiği görevi yerine getirirler. Onlarda uygarlaşma yoktur. İlk yaratıldıkları zaman ne yapıyorlarsa hep onu yaparlar. Ne biliyorlarsa hep onu bilirler. İnsanda ise uygarlaşma vardır. İnsanların nefisleri vardır. Nefisleri onları iyiliğe doğru götürdüğü gibi kötülüğe doğru da götürür. Eğitimle insanlar hem yapma gücünü kazanırlar hem de iyilikle kötülüğü birbirinden ayırma melekesini geliştirirler. İnsan topluluğu rububet üzerine dayanır.

 

  1. RXM-ĞFR (رحم - غفر)

İnsan kötülük yapabilecek şekilde var edilmiştir. Kendisine hâkim olarak kötülüğü yapmayabilir. Ne var ki bunu peygamberler bile başaramamıştır. Bir kötülüğe düştüğü zaman ondan çıkabilmek için insana sağlanmış tövbe müessesesi vardır. Mağduriyetler giderilir, suçlu da bir daha o suçu işlememeye azmederse tekrar suç işlememiş duruma gelir.

Rahim ile Ğafur arasında bu eşleşme vardır.

 

  1. EinNaHuv-EinNIy (إِنَّهُ - إِنِّي)

O ve ben. İnsanın iki dünyası vardır, kendi dünyası ve diğer insanların dünyası. İnsan daima diğer insanların oluşturduğu çevre içinde faaliyettedir. Borç ve alacak ilkesi de buradan doğar. Kişi diğer insanlara borçlanır ve onlardan alacaklı olur. Kâinat onlarındır. Onlar için var edilmiştir. Birlikte o kâinatı kullanırlar. Burada bu hususlara işaret edilir.

 

  1. LIy-LaHUv (لِي - لَهُ)

İnne ve innehü iki varlık olduğunu ifade eder. Ben ve başkaları anlatılır. Bunlar arasındaki ilişki de benim ve onunla belirtilir. Yani ben kâinat içinde bana ait olanların sınırlarını çizmiş bulunurum, orası benim mülkümdür. Onun dışında olanların hepsi de başkalarının mülküdür. Mamelekler bölünür. Benimki benim, seninki senindir. Marks’ın kabul etmediği özel mülkiyetler burada teyit edilmiş olur.

 

Öz Türkçe ile:

“‘Yetiştiricim, ben kendimi ezdim, beni bağışla.’ dedi. O da onu bağışladı. Bağışlayıcı O’dur, Yaşatıcı O’dur.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“‘Rabbim, ben nefsime zulmettim, beni mağfiret et.’ diye kavl etti. O da ona mağfiret etti. Ğafur O’dur, Rahim O’dur.”

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16)

 

***

 

قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِلْمُجْرِمِينَ (17)

17    QAvLa RabBı BiMAv EaNGaMTa GaLayYa FaLaN EaKUvNa JaHIyRan LieLMüCRiMIyNa

“‘Rabbim bana in’am ettiğinden dolayı mücrimlere hiç zahir olmayacağım.’ diye kavl etti.”

 

قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِلْمُجْرِمِينَ

 

أَنْعَمْتَ قَالَ

 

رَبِّ ظَهِيرًا

أَكُونَ      الْمُجْرِمِين

 

ب ِمَا

 

عَلَيَّ لِ

فَ لَنْ

2+2+(1+1)+(2+2+2)=12= 8+4

أَنْعَمْتَ- قَالَ    رَبِّ- ظَهِيرًا   الْمُجْرِمِينَ- أَكُونَ   بِمَا   عَلَيَّ- لِ    فَ- لَنْ

NGM-QVL RBB-JHR CRM-KVN  Bi- MAv GLAy- Li  LaN-Fa

 

  1. Neden قَالَ‘yi tekrar eder?

Rabbin o arada ona söyledikleri vardır. Hazf edilir. “Mağfiret etti” denir. Bundan önceki ayette geçen فَغَفَرَ ifadesi bunu gösterir. Mağfiret etmesi onu takip etmemesi anlamında değildir. Mağfiret edildiğinin ona bildirilmesi gerekir. غَفَرَ kelimesine قَالَ manasını vererek قَالَ‘yi zikretmemesi bu hükmü ifade eder. Mağfiret ona tebliğ edildikten sonra geçerlidir. Bunun için قَالَ‘yi tekrar eder. Yani arada bir قَالَ hazfı mevcuttur. Çünkü غَفَرَ, قَالَ demektir.

 

  1. Harfi atıf koymadan tekrar eder, neden?

Karşılıklı konuşmalarda atıf harfi kullanılmaz, sadece قَالَ denir.

 

  1. Neden رَبِّ kelimesini tekrar eder?

Musa’nın Rab ile diyalogda olduğunu göstermek için ya مُوسَى kelimesi ya da رَبِّ kelimesi tekrar edilir. “Rab” kelimesi tekrar edilmiştir. Rab sıfatından dolayı bundan sonrakini anlatır. Rabbin olduğundan dolayı böyle yapıyorum demektir.

 

  1. الَّذِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ demez de مَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ der, neden?

Mağfiret etmesi bir in’amdır ama Musa’ya yalnız mağfiretle in’am etmez. Ona in’amı beşikte başlar. “Bütün in’amlara karşılık ben söz veriyorum” der. الَّذِي derse sadece mağfiret in’amını kastetmiş olur. İn’am bir bütündür. Geçici in’amlar in’am değildir. Bu bütünlüğü Musa’nın kavradığı ifade edilmiş olur.

Genel in’amın içinde bazen izrar da vardır. Savaşlar, şehit olmalar, kıtlıklar, hastalıklar hep in’amın içindeki kötülüklerdir. Sonuç entegrali iyidir, in’amdır. 1920’de başlayan İstiklal Savaşımızda birçok zorluklarla geri adım atılmakla cahiliye dönemine geri dönmeye başlanırsa da sonuç olarak Türkiye devleti kurulur. Anadolu’ya sahip olur, halkıyla İslamlaştırılır. Adil Düzen çalışmalarıyla yeni uygarlığın temelleri atılır. Diğer aksaklıklar in’amı engellemez.

Akevler Adil Düzen çalışanları bunu bilirler ve sabırlı olurlar. 20 senedir İstanbul’da iş olarak bir şey yapamamak bizi yıldırmaz, yıldırmamalıdır. İn’am var, Ruhu’l-Kur’an var, Kur’an ve İlim seminerleri var, Yenibosna’da mülklerimiz var ve faaliyetlerimiz var. Yalova’da yapı var, arsa var ve faaliyet var. Bunların hepsi in’amdır.

 

  1. لِي demez de عَلَيَّ der, neden?

Fatiha’da da أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ der. Nimeti insanlar için bir görev kabul eder. Aslında عَلَى insanın kötülüğüne olan bir şey değildir. لِ alacaklı olma, عَلَى da borçlu olmadır. Alacaklı olmak için borçlu olmak gerekir. Borç da alacak da insanın iyiliğinedir. Bundan dolayı nimet görünürde lehine bir hukuk işlemiyse de aslında borçlanmadır. Nimete karşı şükredilir. Yani insan bir nimete ulaştığında ona görev verilmiş olur. Borçlanma demektir. Diploma alırsan, zengin olursan görevlisin demektir. İşte bunu ifade etmek için لِ değil, عَلَى kullanır.

 

  1. أَنْعَمْتَ kelimesini inceleyiniz.

أَنْعَام geviş getiren çift tırnaklı deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanların ortak adıdır. Daha sonra نِعْمَة bütün yiyeceklerin adı olur. Rahmet manevi iyilikler, nimet maddi iyilikleri ifade eder. Hayvanlarda yararlanma hakkımız olduğu gibi hayvanları büyütme ve yaşatma görevimiz de vardır. Demek ki in’am aynı zamanda görev almadır.

 

  1. فَلَنْ‘deki فَ harfi neyi ifade eder?

لَنْ hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir kelimedir. “Bundan sonra artık böyle hataları yapmamaya çalışacağım” demiş olur. Bizim “yapacağım” veya “yapmayacağım” deme yetkimiz yoktur. Biz yapmamaya ve yapmaya çalışırız, görevimiz budur. Yapıp yapmama bize değil Allah’a aittir.  

 

  1. لَا değil de لَنْ gelir, neden?

لَا bir defa yapmamayı, لَنْ ise hiç yapmamayı ifade eder. “Gelecekte hiçbir zaman yapma durumuna düşmem, buna çalışırım.” demektir. Fiilen yapmama ise Allah’ın takdirine ait olur.

 

  1. “Zahir olmak” ne demektir?

ظَهْر sırt demektir. بَطْن karın demektir. Görünen taraf, görünmeyen taraf anlamına geldiği gibi üste çıkmak, altta kalmak anlamlarına da gelir. Ayrıca arka olmak demektir. Birisine savaşta, çatışmada yardım etme demektir. Arkasında olmak, takviye etmek demektir. Kur’an’ın koyduğu bir hüküm vardır. Kim olursa olsun, iyi olsun kötü olsun, iyi iş yapıyorsa yardım edersiniz, kötü iş yaparsa ona katılmazsınız. Kötü iş yapana arka olmazsınız. Musa bu emre uyacağını taahhüt eder. Biz de taahhüt etmeliyiz.

 

  1. الْمُجْرِمِينَ kelimesini inceleyiniz.

جُرَامَة  hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir

 

  1.  الْمُجْرِمِينَ kurallı erkek çoğul gelir, kimler kastedilir?

Demek ki bir toplulukta cürüm örgütleri vardır. Bunlar hayatlarını cürüm üzerinde geçirirler. Bunlara bugün mafya denir. Arsa mafyaları var, bölüşürler, burası senin diye işgal ederler, sonra onları satarlar. Tapuda değil, gecekondu yapacaklara satarlar. İhya edilmeden bir toprağın devlet tarafından da olsa bölüşülmesi cürümdür.

Bunlara “arsa mafyası” deriz.

Rüşvet mafyası vardır. Yargıyı yanıltmak için oluşur. Şahitleri vardır, basını vardır, avukatları vardır, milletvekilleri vardır, devlete zulüm ettirirler.

Bunlara da “rüşvet mafyası” deriz.

Bir de senet mafyaları vardır. Bir alacağınızı alamazsanız mafyaya gidersiniz, bu mafyaya payını verirsiniz, onlar da giderler, adamı zorlarlar ve alacağını alırlar.

Buna “senet mafyası” deriz.

Dördüncü bir mafya vardır ki bu da silahlı mafyadır. Uyuşturucu ticaretiyle varlıklarını korudukları gibi bunları Sermaye el altından destekler. İşte mücrimler bunlardır.

Harfi tarifle gelmesi böyle bir örgütün var olduğunu ifade eder.

Kurallı erkek çoğul gelir çünkü bunlar tek başına işlenecek suçlardan değildir. Rüşvet mafyası olmadan arsa mafyası olmaz. Bundan dolayı الْمُجْرِمِ demez de الْمُجْرِمِينَ der.

 

  1.  Müminlerin ve yöneticilerin bunlardan alacakları dersler nelerdir?

Ucuz kolay kullanılan bir örgüt olduğu için herkes bunlardan yararlanır. Senedini tahsil edemeyenin tahsilatını yaparlar, bunu zorlayarak yaparlar. Ne var ki bunların bir kısmı milliyetçi olduğu için haklı bulduklarının senedini tahsil ederler. Haklı bulmazlarsa ona arka çıkmazlar. Akevler birkaç defa bu gruplar ile karşılaşmışsa da onların bu kurallarını hatırlatarak yanlış yönlendirenleri alt edebilmiştir, adeta mahkemelerde savunma yapar gibi bunlara karşı kendisini savunabilmiştir. Hiçbir zararları olmamıştır. Biz Akevler olarak hiçbir zaman hiçbir mafyadan yararlanmamışızdır. Zaman zaman bu tür teklifler gelmişse de hiçbir zaman tenezzül edilmemiş, Akkent arsaları haksız bir şekilde elimizden çıkmıştır. Çalışma usulleri, kapalı olduğundan milli istihbarattan da uzak durmuşuzdur.

 

  1. Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. NGM-QVL (نعم -قول)

İnsanlar tüm hareketlerini sözlerle yaparlar. Sözler haberleri hem iletme hem de ulaştırma aracı olduğu gibi sözleşme aracıdır da. Sözleşmeler kısmına inşai cümleler denir. Birinciler ise haber cümleleridir. Toplulukta arka çıkma olayı inşai cümleler ile olur. Eğer halk deyişiyle bir ‘dayınız’ varsa ona başvurursunuz, o da sizin işinizi sadece sözle yapar. Fiilen katkıda bulunmak sevaptır ama kavlen katkıda bulunmak çoğu zaman haksızlıktır. Bir başkasının hakkını bir başkasına transfer etmedir. Bunun dışında insanlar nimete erişmek için ortaklıklar kurarlar.

Teşvikiye’ye yakın (30 km uzakta) 100 dönüm civarında bir yer almak istiyoruz. 100 kişi bölüşse, kanun da müsaade etse ve herkes tapularını alsa bu yer bir şeye yaramaz. Çünkü yolu, elektriği, suyu olmayan bu yerlerden yararlanmak için orada büyümüş bir çoban olmak gerekir. Oysa mukaveleler yapılır, ortaklık kurulur ve birlikte buranın altyapısı hazırlanırsa bu yerin kıymeti en az 5 misli artar. Birisi altyapı yapılırken birisi de arazi alınırken harcanır. Ama 3 misli daha değer kazanmış olur. 100 dönümlük yer 500 dönüm haline gelir. 300’ü nimet olur.

“Kavil” kelimesiyle “nimet” kelimesiyle karşılaştırılır. Ortaklık=nimet demektir.

 

  1. RBB-JHR (ربب - ظهر)

رَبَّ eğitmedir yani insanın topluluk içinde gerekli görevleri yapması için kendisine başkalarının verdiği bir destektir.

“Müzahir olmak” da başkasının sözle yaptığı destektir. “Biz buna kefiliz” denilip kefalet müessesesi çalıştırılınca 100 kişi iş yapar hale gelir. Bunlardan bir veya ikisi zarar etmiş olur, zarar etmeyenler bu zararı karşılarlar. Yüzde 2 gibi bir zararları olur ama dayanışma olmazsa hiç iş yapılmaz. Zarar %100 olur. Dayanışmanın olması için de eğitim gerekir.

Bir doktor dayanışma tarafından yetiştirilir, ona kefil olunur, o da doktorluk yapar. Meslekte hata yaparsa dayanışması tazmin eder. Hata etmemesi için eğitim alması gerekir.

Bu iki kelime bunu anlatmak için eşleştirilir.

 

  1. CRM-KVN (جرم - كون)

كون kâinatı, bir başka deyişle ilahi düzeni ifade eder.

جرم ise insanın bu kâinat düzenini bozması anlamına gelir.

Cürüm vardır, kevn vardır. Fesat vardır, sulh vardır. İyilik vardır, kötülük vardır. Kâinat bunların dengesi üzerinde kurulur. Burada buna işaret edilmiş olur.  

 

  1. Bi-MAv (بِ - مَا)

بِ harfi cerdir. Başlangıcı ifade eder. Aynı zamanda sebep olanı gösterir.

مَا ise bir olayı, bir oluşu ifade eder.

Kâinat sebep sonuç ilişkilerine dayanır. Öyleyse bu iki harf, kâinatın değişme tarafını gösteren harfler olarak karşımıza çıkar. Sebep sonuç her gün üzerinde durulan şeylerdir.

 

  1. GLAy-Li  (عَلَيَّ - لِ)

Sebep sonuç ilişkisi doğa kanunlarını; عَلَى ile لِ ise borç ve alacağı ifade eder. Alacak borcun sebebidir. Demek ki بِ ile مَا doğa kanunlarını, لِ ile عَلَى da sosyal kanunları ifade eder.

 

  1. LaN-Fa (لَنْ - فَ)

لَنْ ve فَharfleri ileriyi ifade eder. لَنْ ileride olmayacaklar içindir. Her ikisinde de geçmişten geleceğe bir geçiş vardır. Bu bakımdan birbirlerine benzer. Bunun için eşleştirilir.

 

Öz Türkçe ile:

“‘Yetiştiricim bana iyilik ettiğinden dolayı suçlulara hiç arka çıkmayacağım.’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“‘Rabbim bana in’am ettiğinden dolayı mücrimlere hiç zahir olmayacağım.’ diye kavl etti.”

قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِلْمُجْرِمِينَ (17)

 

***

 

فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ (18)

Fa EaSBaXa Fıy eLMaDIyNati OAvEiFan  YaTaRaqQaBu FaEiÜay elLaÜIyiSTANÖaRaHUv Bi eLEaMSi YaSTaSRiPaHUv  QAvLa LaHUv MUvSAy  EinNaKa LaĞaViyYun MuBIyNun

“Medinede haif olarak isbah etti. Tarakkub ediyordu ki emste istinsar eden kimse onu istisrah ediyordu. Musa ona ‘Sen Mübin ğaviysin.’ diye kavl etti.”

 

 

فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ

أَصْبَحَ قَالَ

 

يَسْتَصْرِخُهُ اسْتَنْصَرَهُ يَتَرَقَّبُ

خَائِفًا مُوسَى غَوِيٌّ مُبِينٌ

الْمَدِينَةِ الْأَمْسِ الَّذِي

ل َلَهُ

 إِذَا إنَّ

فَ فَ فِي بِ

(2+2+2 +1+(2+1+1) +(2+2)+1+(2+2)=20= 4*5=16+4

أ َصْبَحَ- قَالَ    يَسْتَصْرِخُهُ- اسْتَنْصَرَهُ  يَتَرَقَّبُ- الَّذِي  خَائِفًا- مُوسَى  غَوِيٌّ- مُبِينٌ   إِذَا- إ ِنّ ل َلَهُ   فِي- بِ

ÖBX-QVL, ÖRP-NÖR,  RQB- elLaÜIy , PVF- ESV, ĞVY-BYN,  EiÜAv –EinNa, La-LaHUv , FIy – Bi,

 

  1. فَأَصْبَحَ‘daki فَ neyi neye atfeder?

Musa Rabbinden mağfiret talep ettikten ve Rabbine tövbe ettiğini beyan ettikten sonra evine döner ve gecesini sıkıntılar içinde geçirir. Bu dönemi anlatmaz ve burada atlar. فَ harfini getirerek o döneme işaret etmiş olur. Geçirdiği sıkıntıların sonunda Medine’de haif olarak isbah eder. Demek ki فَ mahzuf bir oluşa işaret etmiş olur.

 

  1. “İsbah etmek” ne demektir?

“Sabah” kelimesi gecenin sona erdiği ve güneşin doğmadığı zamanı içerir. “İsbah etmek”, Kâne/كَانَ manasına gelir. Farkına varmadan bir şeyi yapmak demektir. Burada da hakiki manası verilebilir veya böyle bir durum içinde kalır anlamı çıkabilir.

 

  1. Medinede/ فِي الْمَدِينَةِkaydını neden zikreder?

Bu surede geçen الْمَدِينَةِ bütün Mısır’ı yahut Mısır’daki merkez şehri ifade etmiş olabilir. Mısır’dan bahsederken Mısır/مِصْرَ kullanır. Ayrıca arz/أَرْض da der, bir de الْمَدِينَة der.

“Arz” dendiği zaman bütün Mısır hükümdarlarının hükmettiği yerler dâhil olur, yukarı Nil’i de içerir. “Mısır” dendiği zaman Kahire benzeri Mısır ülkesi, şehri kastedilir. الْمَدِينَة dendiği zaman şehrin içi, أَقْصَى الْمَدِينَةِ‘yi içine almayan yerleri ifade eder.

Buraların hayat tarzı taşraların hayat tarzından farklı olur. Orada insanlar birbirine çok yakın yaşarlar. Olay vuku bulduğu zaman hemen haberdar olurlar ve fevri hareketler vuku bulmuş olur. Bir Mısırlıyı öldürme sadece bir katil olayı değildir. Bir İsrail oğlunu desteklemek amacıyla öldürülür. İki grup arasında çatışma çıkabilir, savaş olabilir. Bunun için “medinede haif olarak” denir. Yani sorun katille maktul arasında değil, iki sosyal grup arasında oluşan bir olay olarak havf söz konusudur.

 

  1. “Havf etmek” ne demektir?

خَافَة arıları sağarken arılar sokmasın diye yüze takılan maskeye denir. Bir olaydan korunmak için tedbir almak havftır. Bu tedbir almayı hissetme de ruhi havftır. Sadece korkup beklemek değil, gerekli savunma tedbirini de almak havftır.

 

  1. “Tarakküb” ne demektir?

رَقَبَة boyun demektir. Hayvanın boynundan bağlanması sebebiyle “rakabe” bağlı anlamına gelir. Köle demektir.

“Tarakkub etmek” (يَتَرَقَّبُ) Tefa’ül babından sağına soluna bakmak demektir. Türkçede bakmak ile ifade edilen Arapçada tarakkub ile yani başını sağa sola çevirme ile ifade edilir.

 

  1. فَإِذَا ‘daki فَ harfi neyi ifade eder?

Musa Medine’de ne olup bittiğini araştırırken birden yine dünkü İsrail oğlu ile karşılaşır. Bu karşılaşma beklenmedik ise فَ harfi kullanılır. Yani bir olay durup dururken beklenmedik zamanda vuku bulmuşsa olay فَ harfi ile ifade edilir.

Bu kuralı şimdi öğrenmiş oluyorum. Bir varsayım olarak söylüyorum. Bunun Kur’an’da başka yerlerde geçip geçmediği araştırma konusudur.  

Burada tekrar bir şey hatırlatmak isterim. Benim söylediklerimin hiç birisi araştırılıp kesin doğruluğu sabit olan şeyler değildir. Kur’an’ı yorumlarken aklıma gelenleri söylüyorum. Sizin bu söylenenlere aklınız yatarsa sizin için de geçerli olur. Söylediklerim makul gelmezse görüşler benim için geçerlidir. Bundan dolayıdır ki herkese söz hakkı veriyor, görüşlerimizi kimseye kabul ettirme çabası içinde olmuyoruz. Aksine karşı görüşlerin de seminerlerde yer almasını istiyorum. Böylece hatalarımın günahlarını sizinle paylaşmış oluyorum.

 

  1. Buradaki إِذَا ‘nın manası nedir?

إِذَا kelimesi şartlı zaman ifade eder, olması beklenen bir şeyin olduğu zamanı belirtir. فَ‘den sonra veya وَ‘den sonra olduğu gibi ضَرَبْتُ إِذًا dersen “O zaman darb ettim” yani “O olay üzerine darp ettim” manasında kullanılır. Bir de “nun”suz olarakإِذَا aynı manaya gelir. Kur’an’da başka yerde de bu şekilde geçer. Yani burada şart manasını إِذَا kaybetmiş “O zaman gelmiştir” anlamındadır. (Burada isim cümlesinin önüne geldiği için إِذَا müfacee edatıdır. ‘Birden’ manasındadır. Tayibet Erzen)

 

  1. “İstiğase” (اسْتَغَاثَ) ile “istinsar” (اسْتَنْصَرَ) kavramlarını karşılaştırınız.

غَيْث yağmur suyu ile yetişen bitki demektir. Kur’an’da 9 defa geçer. نُصْرَة ise sulanmış toprak demektir. Her ikisi de düşmana karşı yapılan yardımdır. İstif’al babı ile nusret istenir. Nusrette geniş zamanda değişik şekillerle yardım etme talebi vardır. Örneğin biz Azerbaycan’a ikmal yardım yaparsak bu da nusrettir. Lehine konuşursak o da nusrettir. Ğays ise çarpışmada nusrettir. O anda yardım istemektedir. Dünkü yardımı anlatırken istiğase denir, şimdi ise istiğaseyi istinsar olarak ifade eder. Böylece istiğaseye bedel olarak istinsarı getirir. Dünkü istiğasenin aynı zamanda istinsar olduğunu açıklamış olur. Yani Mısırlılar ile İsrail oğulları arasında grup çatışması olduğu ifade edilir.

 

  1. “İstinsar” (اسْتَنْصَرَ)  ile “istisrah” (يَسْتَصْرِخُ) kelimelerini karşılaştırınız.

صَرْح kente hakim yüksek tepe demektir. صُرَاخ bu tepeden kent halkını uyarmak için yapılan çağrı demektir. Ezan ve minare benzeridir. “İstisrah” çağrı demektir. Sıkıntılı bir anda halkı harekete geçirmedir. Alarm zili çalmak demektir. İkinci günkü saldırıda artık “Saldırıya uğradık, haydi koş da yardım et” anlamı çıkar. O andaki olayı anlatır. Çağrıyı belirtir.

 

  1. “Musa ona kavil etti” demek ile neye vurgu yapar?

Musa Rabbine verdiği sözü tutar, “Sen mübin ve ğavisin” der. مُوسَى kelimesi tekrar edilir. Musa artık Musa olarak görevini yapar. Musa’nın bu anda yaptığı önemli olduğu için Musa’ya yakışır olduğu için مُوسَى kelimesi tekrar edilir.

Bugünkü konuşmamızda da başarılı bir iş yapan kimsenin adını söyler onun değerini gösteririz. “Dr. Lütfi Hocaoğlu bunu tedavi etti” dersem, Lütfi Hocaoğlu’nun nasıl bir doktor olduğunu da ifade etmiş olurum.

 

  1. “Mübin ğavi” (غَوِيٌّ مُبِينٌ) ne demektir?

مُبِين beyan eden, açıklayan demektir. Tercümelerde ‘açık olan’ anlamı verilir. Apaçık aşikâr bir ğavisin manası verilir. Arapça kurallarına uymayan bu yorum burada daha zor anlaşılır duruma gelir. Açık düşmanlık kolayca anlaşılır ama açıklayan düşmanlık kolay anlaşılmaz. Derin bir manası vardır.

İçinde düşmanlık olur ve değişik şekillerde düşmanlık yapabilirsin ama bunu açıkça beyan ederek karşı tarafa saldırma şansını sağlamazsın. Bir misalle açıklarsak, “Ben seni öldüreceğim” diye tehdit etmek İslam Hukukunda suç değildir, cezası yoktur. Ancak, “Ben seni öldüreceğim” dediğin adam öldürülürse, öldüren de bulunamazsa “Öldüreceğim” diyen adam suçlanmış olur, kendisinin öldürmediğini ispatlamak durumunda kalır.

Bunun için hiç kimse düşmanlığını açıklamak istemez.

Devletlerarası hukukta da böyledir. Herkes barış içinde olduğunu savunur, mütecavizin karşı taraf olduğunu ileri sürer. Ama bazı durumlarda artık bu durum devam edemez olur, karşı tarafa savaş ilan eder. Savaşmadan evvel karşı tarafa ‘Ben seninle savaşıyorum’ ilanı uluslararası bir gelenektir. Mübin düşmanlık işte bu düşmanlıktır. Düşmanlığını beyan eder, karşı tarafı resmen çarpışmaya çağırır.

 

  1. Musa dün istiğfar eder, bugün ise istiğfarın gereğini yapar. Particiler bundan ne ders alır?

Particilik ve diğer sosyal gruplaşmalar esasen düşmanlık üzerine dayanmaz. Karşı tarafa zarar verme üzerine değil, kendi aralarında yardımlaşmaya dayanır. Batılı demokrasilerde örneğin AK Partili olmak demek, CHP’linin elinden iktidarı almak veya ona iktidarı vermemek ile eş anlamlıdır.

Şeriat düzeninde ise her parti devlete hizmet etmek için kurulur. Tek başına devletin işlerini yapmak mümkün olamadığından partiler kurulur ve hizmetleri birlikte yaparlar. Partiler arası çatışma yerine hizmet yarışı sistemi kurulur. Herkes daha çok hizmet vermek ister. Hizmet veren partiler ayrı ayrıdır. Katkıları farklıdır. Ama hizmet sonunda elde edilen ürün bütün partiler arasında bölüşülür.

Sonunda AK Parti kendisinden daha çok hizmet veren bir parti ortaya çıkarsa o hizmeti ona devretmeye seve seve hazır olur. Çünkü hizmet verirken kendisi verir, meşgul olur, başka hizmetler yapamaz ama yapılan hizmetten eşit şekilde yararlanır.

Şeriat partileri böyle partilerdir. Böyle parti varsa şeriat partisidir, bunlardan birine katılmak görevimizdir. Böyle bir parti yoksa böyle bir partiyi kurmak bu seminerleri takip edenlere farzı ayındır.

 

  1. Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. ÖBX-QVL (صبح - قول)

Ayette أَصْبَحَ kelimesi ile قَالَ kelimeleri karşılaştırılır.

Normal bir düzende her şey kurallarla akıp gider. Sözlerde bilinen sözler söylenir. Namazdaki tekbirlere benzer. İmam “Allahu Ekber” der, cemaat ona uygun manaları anlar, değişik hareketler yapar. Bütün canlılarda hayat böyledir. İnsanlarda ise uygarlaşma olduğu için önce yeni kaviller söylenir, fikirler öne atılır, projeler yapılır, çatışmalar olur.

Direnenler ile inkılapçılar arasında devam eden yarış sonunda inkılabın manası anlaşılır ve inkılap ani bir şekilde gerçekleşir.

Nasr Suresindeki fetih böyle bir fetihtir. İşte “kavil” ile “sabah” bunları karşılaştırmak için eşleştirilir. “Sabah yakın değil mi?” ayetinin buradaki yorumudur.

 

  1. ÖRP-NÖR (صرخ - نصر)

Topluluklarda düzen devam ederken sosyal veya doğal olaylardan hiç beklenmeyenler bir anda ortaya çıkar. Bunların meşhurları zelzeledir, savaştır, virüstür, yangındır, hortumdur. Böyle durumlarda insanların kendilerini koruyabilmeleri için yardımlaşmaya ihtiyaçları vardır. Bu yardımlaşma önce böyle bir afetin geldiğini duyurmakla olur.

İşte bir duyurma mekanizması صرخ ile ifade edilir.

Adil Düzen Anayasası’nda 25 genel hizmetten biri haberleşmedir. Haberleşme basın ve yayından farklıdır. Bugünkü araçlarla siz olmayanı olmuş gösterebilirsiniz, olanı da gizleyebilirsiniz. İşte bunu önlemek için Kur’an şeriat düzeninde yüz yüze veya kulak kulağa görüşme sistemini getirir. Radyodan veya TV’den veya gazetelerden alınan haberler şeriat düzeninde bir değer ifade etmez. Şeriat düzeninde güvendiğin, seçtiğin kimsenin sana onu resmen yüz yüze söylemesi gerekir. Namazlar bunu sağlamak için vardır. Telefonla görüşme de caizdir. Telefonda sesini alırsan yüz yüzeymiş gibi konuşmuş olabilirsin. Tek taraflı konuşmak, yüz yüze konuşma değildir. Çünkü sesler kaydedilir, sonra yayınlanır. Hatta montaj yapılabilir. Ancak ikili konuşmada ona soracağın sorularda vereceği cevaplarla konuşmanın canlı olduğu kolayca tespit edilir. Dolayısıyla telefon görüşmeleri de geçerlidir. Özellikle zelzele gibi durumlarda yüz yüze gelmek zor olduğundan bunlara başvurulur. Adil Düzen Anayasası’nda herkese ücretsiz olarak verilen cep telefonları vardır. Tüm borçlanma ve alacaklı olma da bu telefonlarla yapılır.

 

  1. RQB- elLaÜIy (رقب - الَّذِي)

رَقَبَة boyun demektir, aynı zamanda köle anlamında kullanılır.

Roma’da kölelerin kişilikleri yoktur. Mahkemede davalı ve davacı olamazlar. İşledikleri suçların cezası sahiplerine verilir. Sahipler onları istedikleri gibi cezalandırırlar, öldürebilirler. Sorumlu değildirler.

İslamiyet bu tür köleliği şiddetle reddeder. Köleler tam insandır, diğer insanlar gibi hakları ve görevleri vardır. Davalı ve davacı olurlar, sahiplerini de mahkemeye verebilirler. Canları korunur. Köleyi öldüren de öldürülür. Sadece vatandaş olmadıklarından mülk edinme hakları olmaz, çalışarak yaşarlar. Güçleri yeterse mahkeme kararıyla değerlerini ödeyerek hür hale gelirler.

الَّذِي marife bir kelimedir. Erkek kurallı çoğulu (الَّذِينَ) vardır. Eşya için de kullanılırsa da onların kurallı erkek çoğulu olmaz. Örneğin جَبَلُونَ denmez. الَّذِي‘nin nekresi olarak kullanılan مَنْ de yalnız akıllı varlıklar için yani kişiliği olan varlıklar için kullanılır (Hayvanlarda tür için de kullanımı var, Tayibet Erzen). الَّذِي‘deki eşya için kullanma arızi olduğu gibi kölelerdeki mülk edinememe de arızidir. Dolayısıyla kölelerin bütün tasarrufları geçerlidir. Yaptığı tasarruflar birisine vekâleten ise vekil adına yapmış olur. الَّذِي‘nin gramerdeki yeri ile kölelin topluluktaki yeri benzeştiği için burada eşleştirilir.

 

  1. PVF- ESV (خوف - ءسو)

أُسْوَة örnek insan demek, eczacı demek, doktor demektir.

İnsanlar yaşamaları için kendilerinin yapamadığı başkalarının yaptığı işlerden yararlanmak zorundadırlar. Adil Düzen İnsanlık Anayasası’nda bunlar 25 grup olarak sayılır. Bu konularda insan kendisinin seçtiği birinden o hizmeti alır. O hizmeti verenler başka kimselerin işini yapmış olurlar.

خَافَة korkulduğu zaman saklanmak için takınılan maske benzeri şeylerdir.

 

  1. ĞVY-BYN (غوي - بين)

غَايَة kenar demek, غوي kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir.

بَيْن yarık demektir. غَايَة de yarığın kenarıdır, uçurumdur. “Gayya kuyusu” deriz. Sınırları aşmak, başkasının haklarına tecavüz etmek غَوَى ile ifade edilir. “Beyan” da çukurun iki yakasına benzetilerek iki dudak arasındaki boşluk anlamına getirilmiş ve dilin oluşmasında çok etkili olmuştur.

“Ben” kelimesi بين‘den gelir. غوي de benzer yarıktır. بين‘de ikinin dayanışması vardır, غوي ise tek taraflı uçurumdur. بين‘de girer karşı taraftan çıkar, غوي‘de giren bir daha çıkamaz. Teklikte eksiklik vardır, çiftlikte dayanışma vardır. Her şey bunun için çift yaratılır.

 

  1. La-LaHUv (لَ - لَهُ)

لَا negatif işaretidir. لَ pozitif işaretidir. İyilik sayılırken varlıktan yokluk iyidir diye başlarız. لَا‘dan ise لَ iyidir. Yani لَ lehte olanları ifade eder. Varlık yokluktan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir. Düzenli olmak düzensizlikten iyidir. Evrim (uygarlaşma) durağanlıktan iyidir. Bunların hepsi artının içindedir.  

 

  1. FIy–Bi (فِي- بِ)

İkisi de harfi cerdir. بِ burada فِي manasında kullanılır. بِ‘de marifelik, فِي‘de nekrelik hakimdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Kentte geceyi korku içinde geçirdi. Gözetiyordu. Birden dün kendisinden yardım isteyen kimse onu yardıma çağırıyordu. Musa ona ‘Sen açıkça azgın birisin.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Medinede haif olarak isbah etti. Tarakkub ediyordu ki emste istinsar eden kimse onu istisrah ediyordu Musa ona ‘Sen Mübin ğaviysin.’ diye kavl etti.”

فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ (18)

 

***

 

فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَنْ يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَا قَالَ يَامُوسَى أَتُرِيدُ أَنْ تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِنْ تُرِيدُ إِلَّا أَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19)

FaLamMAv EaN EaRAvWa  EaN  EaN YaBOıŞa Bi ellAÜIy HuVa  GaDuvVun LaHuMAy  QAvLa YAv MUvSAy  EaTuRIyDu EaN TaQTuLaNIy  KaMAv QaTaLTa  NaFSan BieLEaMSi  EiN TuRIyDu Ean TaKUvNa CabBAvRan Fıy EaLErWı  VA MAvTuRIyDu EaN TAKUvNa MiNa elöÖAvLıXIyNa

“İkisine aduv olan kimseye betş etmeyi irade etmeye kalkışınca o ‘Ya Musa, sen ems bir nefsi katlettiğin gibi beni katletmeyi mi irade ediyorsun?  Arzda cebbar olmaktan başkasını irade etmiyorsun ve Müslim olanlardan olmayı da irade etmiyorsun.’ diye kavl etti.”

 

فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَنْ يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَا قَالَ يَامُوسَى أَتُرِيدُ أَنْ تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِنْ تُرِيدُ إِلَّا أَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ

 

أَرَادَ تُرِيدُ تُرِيدُ تُرِيدُ

قَتَلْتَ قَالَ

تَقْتُلَنِي يَبْطِشَ تَكُونَ تَكُونَ

 

الْأَرْضِ الْأَمْسِ الْمُصْلِحِين

مُوسَى عَدُوٌّ

نَفْسًا جَبَّارًا

 

هُوَ لَهُمَا

كَمَا مَا

الَّذِي

أَنْ أَنْ أَنْ إِنْ

بِ بِ مِنَ فِي

أَ يَا و إِلَّا

((3+1)+2+(2+2)+4+(2+1))+ ((4+1)+4+4+4)=12+10=11+11=16+4+2

تَقْتُلَنِي- يَبْطِشَ  جَبَّارًا- نَفْسًا   مُوسَى –عَدُوٌّ  هُوَ- لَهُمَا كَمَا- مَا   أَنْ- إِنْ  مِنَ- فِي  أَ- إِلَّا   يَا- وَ

QTL-BOŞ  CBR-NFS  ESV-GDV  HuVa-LaHuMAv  MAv-KaMAv  EaN-EiN  MiN FIy

Ea-EilLAv  Yav-Va

 

  1. فَلَمَّا‘daki فَ neye atfeder?

فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ‘deki فَ‘dan sonra yine Kur’an’da anlatılmayan bir olay geçer. Böyle söylemiş olmasına rağmen Musa yine ona yardım etmek ister. İşte bu bölüm burada zikredilmez, onun yerine فَ harfi getirilerek ondan sonra yapılanları anlatır. Peş peşe فَ ile olaylar sıralanırsa da olayların birisi anlatılmaz. Sadece فَ harfi getirilerek işaret edilir.

 

  1. لَمَّا‘nın anlamı nedir?

1*1=1        

(-1)*(-1)=1

Burada her ikisi de 1’e eşittir. Birincisi +1’lere ikincisi ise -1’lere dayanır. إِذَا ile لَمَّا arasındaki fark budur. لَمَّا negatiflerden oluşur, إِذَا pozitiflerden oluşur.

 

  1. “Batş etme” (يَبْطِشَ) kelimesini inceleyiniz.

بَطْء elle kavrayarak vurup yakalamak, çarpmak demektir. Ördeğin ayaklarını yere vuruşuna benzetilerek sert vurma, çarpma anlamlarında kullanılır. ء harfi ش’ye dönüşür.

Musa’nın birinci gün yaptığı yardımda وَكَزَ kelimesini kullanırken, şimdi ise يَبْطِشَ kelimesine yer verir. وَكَزَ‘te tokatlama varken يَبْطِشَ‘de tutma vardır. Genel olarak aracılar dövüşenleri tutarlar, birbirlerine saldırmalarını önlerler. Tarafsız davranırlar. Buna بَطْش denir. Uzaklaştırma anlamına gelir. وَكْز ise birinin tarafında olup karşı tarafa birlikte saldırmayı ifade eder. Musa artık vekzetmez, batşeder. Vuruşan kimseleri ayırma, birbirlerine zarar vermelerini önleme müminlerin görevidir. Sorunlar tahkim ile çözülür. Taraflar batşederler. Hakemlerin kararına uymayan olursa o zaman vekzederler. Musa ikinci gün vekzetmez, batşeder.

 

  1. Buradaki الَّذِي kimi anlatır?

Musa’nın ırktaşını anlatır. Mısırlı ile boğuşurken birinci gün yardım eder ve Mısırlı ölür. Şimdi ise ayırmaya çalışır.

 

  1. Kişi Musa’nın nasıl düşmanı olabilir?

عَدُوٌّ kelimesi mutlak düşmanlık anlamında değildir. Cepheleşme halinde karşı cephede olanlar aduvdurlar. İki takım birbirinin aduvvudur.

Mısırlılar İsrail oğullarını köle olarak gördüklerinden her İsrailli Mısırlının aduvvudur. Yani karşı cephededir. Karşı takımda oynar.

 

  1. الَّذِي marife عَدُوٌّ ise nekredir, nasıl yorumlanır?

عَدُوٌّ burada haberdir. Haberler, tahsis yoksa nekre gelirler. الَّذِي‘de kişi tanımlanır. Aduvluk ise sıradan aduvluk olup nekredir. Yani Mısırlı olanlardan biri anlamındadır ama şimdi o biri bu olayda bellidir.

 

  1. Burada kavil eden kimdir?

Kavil eden Mısırlıdır. Musa bunları ayırmak istemekteyse de Mısırlı bunu ayırma şeklinde kabul etmez, İsrailliye yardım şeklinde görür.

Bugün Sermaye’nin ve onun emrinde olan iktidarın taktiği budur. Dövüşen iki taraftan kendisinin galip gelmesini istedikleri üstün iken müdahale etmezler ama eğer istedikleri kimse üstünlüğünü kaybederse o zaman ayırırlar. Yahut karşı tarafı tutar, desteklediği tarafın vurmasını sağlarlar.

Mısırlı Musa’nın araya girişini buna benzetiyor ve Musa’yı bununla itham ediyor.

 

  1. Musa’yı tanır mı?

“Ey Musa” diye hitap etmesi onu tanıması anlamına gelir.

Topluluk içinde bazı kimseler meşhur olurlar. O çevredekileri tanımaz bilmez ama çevredekiler onu tanır ve bilirler. Bu tanınma iyi tarafıyla da olur kötü tarafıyla da olur.

Bir zamanlar Türkiye’de meşhur kötü bir adam vardı. Basındaki adı Berbat Süleyman’dı. Musa da Mısırlılar arasında böyle tanınmış olan bir kişidir.

 

  1. Musa da onu tanıyor mu?

Musa onu tanımaz ama onun Mısırlı olduğunu bilir. Bu, kıyafetlerle anlaşılır. Her topluluk kendisine bir kıyafet benimser ve kendisinin hangi topluluğa mensup olduğunu göstermek için o kıyafeti giyer. O kıyafet o topluluk için kutsaldır. Nasıl devletlerin bayrağı kutsalsa toplulukların da kıyafetleri kutsal sayılır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde azınlıkların kıyafetiyle Müslümanların kıyafeti farklıydı. Dolayısıyla sokakta kolayca tanınıyorlardı. Ona göre muamele görüyorlardı. Cumhuriyet inkılaplarını yapanlar Türklerin kıyafetlerini azınlıkların kıyafetine dönüştürürler ve Türkleri Batı kıyafeti almaya zorlarlar.

Kıyafet direnmesi henüz sona ermemiştir, devam etmektedir.

Şeriat düzeninde değişik sosyal gruplar bir arada beraber yaşama imkânına sahip oldukları için kıyafet üzerinde şer’i bir baskı olmaz. Giyinme farzdır ama giyinme şekli serbesttir. Semt kooperatifleri kurulup bucaklar oluşunca her bucak kendi içine dönüşür, zamanla her semtin, her bucağın, her ilin, her ülkenin farklı kıyafeti olur. Mezheplerin, tarikatların farklı kıyafetleri olur. Bu sayede insanlar birbirlerini tanırlar.

Biz bu konuda Kur’an’daki وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا (Hucurat 49/13) ayetine dayanırız.

 

  1. Vuruşan adam dün ölenin intikamı için mi vuruşur?

Aynı kişinin belki aynı yerde ertesi gün de buluşması intikam amacıyla olur. Kişi kendi başına yakınlığı dolayısıyla ölen Mısırlının intikamını alma amacıyla gelir. Kavgalar kişiler arasında başlar ama insanların yaratılışı gereği dayanışma var olduğu için çevresinde topluluk oluşur, bu sefer kavga kişiler arasından çıkıp topluluklar arasında devam eder. Bu, insanlar için doğaldır. Bu özelliklerini insanlardan kaldıramayız.

Marks’ın yanıldığı nokta burasıdır. Marks insanlardaki bu özelliğin din ve mülkiyet gibi sömürenlerin etkisiyle oluştuğu iddiasındadır. Şeriat ise bunun insanın hatta canlının hilkati gereği olduğunu kabul eder, bu olayları şeriat kuralları içinde en az zararlı hale getirir hatta yararlı kılar.

Adil Düzen’in sosyalist bir düzen olduğunu söyleyenler burada yanılırlar. Adil Düzen sosyalizme de kapitalizme de liberalizme de komünizme de eşit uzaklıktadır. Aynı zamanda eşit yakınlıktadır.

 

  1. Buradaki “katl” (تَقْتُلَ) kelimesinin tekrarı neyi ifade eder?

İki katl birbirinden farklı olduğundan katil olan aynı kimse olsa da katiller farklıdır. Biri olmuş katli, diğeri olacak katli ifade eder. Bu sebeple kelime tekrar edilir. Burada ‘kelime tekrarının farklı manalar taşımasından dolayı olduğu’ kuralı teyit edilmiş olur.

 

  1. نَفْسًا kelimesi neden nekredir?

Suç olan, yanlış olan dünkü adamın öldürülmesi değildir. Kim olursa olsun herhangi birinin öldürülmesidir. Ona işaret etmek için kelime نَفْسًا olarak nekre gelir.

Ölenin kim olduğu önemli değil, önemli olan onun nefs olmasıdır. Yasaklanan ve haram edilen nefsi öldürme yani kişiliği olan varlığı öldürmedir. Görünürde kişiliği olan tek varlık vardır, o da insandır.

Mısırlı, Mısır hukukunu bilen birisidir. Konuşmalarını ona göre yapar. Mısırlılar şeriatı Yusuf Peygamber’den de önce Mezopotamyalılardan öğrenirler. Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir. Bugünkü Avrupa uygarlığı da İslam uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş bir şeklidir.

 

  1. Burada بِالْأَمْسِ neden zikredilir?

بِالْأَمْسِdaha dün’ demektir. Yani “Aradan bir gün geçmeden ikinci gün de aynı fiili işliyorsun” der. Bu sebeple بِالْأَمْسِ kelimesini tekrar eder.

Cezalarda müruru zaman vardır. Önce en yakında işlenen suçlar tespit edilir ve onlar cezalandırılır. Sonra gerisin geriye gidilir. Cezalandırılmak yalnız insana ait olduğu için ve cezalandırılmada gaye caydırıcılık olduğu için günlük olaylar üzerinde durulur. Eski suçlar unutulmaya başlanır ve belli bir zaman sonra artık takip edilmez.

Batı hukukunda bu çok önemlidir, müruru zaman vardır. Şeriatta da bu kısmen mevcuttur. Olayların cezalandırılmasında dünden başlayarak gerisin geriye ele alınması, ele alınmayanların ertelenmesine sebep olacağı için bir gün davalı ve davacı hayattan çekilince kendiliğinden müruru zamana uğrar.

Bugün mahkemeler dosyaları sıraya koyarlar ve 10 sene evvelki, 20-30 hatta 50 sene evvelki davalara bakarlar. Günün davaları ertelenir. Dolayısıyla fiilen yargı işlemez olur. Hâlbuki şeriatta önce bugünkü davalara bakılır, artan zaman olursa eski davalar ele alınır. Böylece günlük olaylar çözülür, çözülmeyenler de müruru zamanla çözülür.  

 

  1. “Arzda cebbar olmak” ne demektir?

İkrah var, icbar var. İkrah tehdit ile zorlamadır. Sen bunu yapmazsan ben seni öldürürüm veya aç bırakırım demek vardır. İkrah eden ikrah edileni zorlamaz. Yaparsa cezalandırır. İcbar ise zorlamadır. Adama işkence yaparak bir şeyi yaptırmak icbardır.

Hukuk düzenini benimseyen devletler ister demokratik olsun ister anti demokratik olsun cebbar değillerdir. Osmanlılar saray içinde cebbardırlar ama sarayın dışında şeriatın hadimidirler. Sultanlar şeyhülislamların fetvalarıyla azledilebilirler. Yani şeriat saltanatın üstünde sayılır. Bugün de anayasalar onun mahkemeleri son sözü söyleyenlerdir.

Firavun cebbar değildi, eşkıyalar cebbardı. Mısırlı Musa’yı bir terörist başı yapar.

 

  1. “Cebbar olmayı murad etme” ne demektir?

جَبَّار kelimesini Türkçede zorba diye tercüme ederiz. Başka insanları korkutarak veya aç bırakarak kendisine tabi kılma anlamına gelir.

Zorbaların bir metodu vardır. Güçlü olan insanlarla uğraşmazlar. Örneğin teröristler valileri, generalleri öldürmezler. Sokakta kendisini savunamayacak, sonra da onların hakkını yargıda elde edebilecek kimseleri olmayan zavallıları bulurlar. Önce onları korkuturlar. Onlar ister istemez onların yanlarında yer alırlar. Böylece güçlenmiş olurlar. Sonra yavaş yavaş daha az güçlülerle birleşirler yani onları korkuturlar. Böylece sonunda tüm çevreyi korkutarak hükümleri altına alırlar.

Mısırlı “Sen de bu taktiği kullanıyorsun, suçsuzları öldürüyorsun zayıfları öldürüyorsun, güçlenince de tüm Mısırlıları, çevreni hükmün altına alacaksın’ der.

 

  1. “Muslihlerden olma” ne demektir?

İki kişi kavga edince diğerleri önce ayırırlar. Aralarında mütareke olur yani silah kullanma durur. Sonra aracılar sorunlar üzerinde durur ve çözmeye çalışırlar.

İşte bunu yapan bir grup oluşur. Devlet bu demektir. Adil olmak demek bu demektir. Önce vuruşmayı durdurmak, sonra da aralarındaki nizalı sorunları çözerek gidermek, hakemler yoluyla da haklı ve haksızın ayrılmasını sağlamak.

Mısırlı bilen bir kişidir ve Musa’ya gereğini yapmadığını söyler.

 

  1. Muslihlerden olma ile muslihlerden olmayı irade etme arasındaki fark nedir?

İnsanlar önce çevreleriyle ilgili konularda komşularıyla anlaşırlar. Nizaları tatlılıkla çözerler. Bu mümkün olmadığı takdirde aralarındaki nizaları gidermek için çevrelerinden yardım isterler. Çevrelerin görevi de bunların sorunlarını çözerek aralarını bulmaktır.

Bir toplulukta herkes bununla görevlidir. Bu görevi yaparken kişinin tarafsız olması gerekir. Bunlar muslihleri oluştururlar. Komşuların barış içinde işlerinde güçlerinde olması kendisinin de aynı durumda olmasını sağlar. İyi insanlar böyle düşünür. Kötü insanlar ise komşuların kavga etmesi, zayıflaması, kuvvetsiz hale gelmesi için çalışırlar, böylece kendileri güçlenerek onlara hükmetmeyi isterler.

Batı uygarlıkları bu ikinci yolu tercih ederler.

Doğu uygarlıkları ise birinci yolu tercih ederler.

 

  1. Neden الْأَرْضِ kelimesini zikreder?

Arzda muslih olmayı esas alır. Bugün de dünya barışı deriz. Görünürde Birleşmiş Milletler teşkilatı bunun için oluşur. Aslında Birleşmiş Milletler teşkilatı Sermaye’nin devletlere hükmetmesi teşkilatıdır. 5 büyüklerin veto hakları vardır. Yani Birleşmiş Milletler bir konuda karar almak için toplanmazlar, alınan kararları tebellüğ ederler. Es kazara karar alsalar bile, Sermaye’nin ayarladığı 5’ten birinin vetosuyla etkisiz hale getirilirler. “Sen de bunu yapmak istiyorsun” diyor, Mısırlı.

Mısır gelişmiş bir kuvvet uygarlığıdır. Bütün uygarlığın sorunları bilinir. Kavga eden Mısırlılar bunları bilen seviyede kimselerdir.

 

  1. “Muslihlerden” ifadesindeki مِنْ‘in manası nedir?

مِنْ mensubiyeti ifade eder. عَالِمًا مِنَ الْأَتْرَاكِ dersek ‘Türklerden bir âlim’ yani onlara mensup olan bir âlim anlarız. “Muslihlerden birisi olmak istemezsin” denir. “Muslih olmak istemezsin” denir. Çünkü bunlar sosyal olaylardır, örgütlenmeden başarılamaz. Müfsitler de örgütlenirler. İfsadı ortadan kaldırmak için de örgütlenmek gerekir. Bundan dolayıdır ki günde 5 defa toplantı yapmak yani namaz kılmak farz kılınmıştır.

 

  1. وَمَا تُرِيدُ‘daki وَ‘ın manası nedir?

Usulü fıkıhta bir konu vardır. Emrin zıddı nehiydir. Nehyin zıddı emirdir. Bir şeyi murad etmemek, onu yapmamak onun zıtlarını murad edip yapmak anlamında değildir. Kötülük yapmak istemezsiniz ama iyilik de yapmazsınız. Hâlbuki insanlar yalnız kötülük yapmasınlar diye var edilmemişlerdir. Yapmamak şarttır ama asıl olan yapmaktır. Kötülüğü yapmamak yeterli değildir. Kötülüğün yapılmamasını, iyiliğin yapılmasını şeriat emreder. Bundan dolayıdır ki herkes kendi hayatını düzenlerken çevreyle de ilgilenmek zorundadır. Çünkü çevresiz yaşamak mümkün değildir.

Günün laikleri “Şeriat çevreyle ilgilenmesin, herkes kendi inancında serbest olsun ama başkalarına karışmasın’ derler.

Din yobazları da “Şeriat temsilcilerine herkes uysun, onların emrinde olsun” derler.

Biz ise diyoruz ki, herkes şeriat içinde yaşasın, kendi şeriatı içinde yaşasın ama diğer şeriatlarla ilgilensin, onların şeriatını öğrensin, kendi şeriatını da onlara öğretsin. Buraya kadar din yobazlarının yanındayız ama ondan sonra diyoruz ki, herkesi kendi içtihadında serbest bırakalım, kendisi istediği şeriatta yaşasın. Burada da laik yobazlarla beraberiz.

 

  1. Mısırlı, Musa’ya doğru tavsiyelerde bulunur. Musa’nın buna karşı tutumu nedir?

Ayette bundan sonra Musa’nın ne yaptığı bildirilmez. Bu esnada başka olay olur, Musa Mısır’ı terk etmek zorunda kalır.

Kur’an Musa’nın bu kıssasını anlatarak bize şöyle der: Kim söylerse söylesin, söyleyen ne kadar kötü olursa olsun, ister düşmanın olsun, doğru bir şey söylüyorsa ona uyacaksın, onu kabulleneceksin. Diğer taraftan kim olursa olsun, peygamber bile olsa eğer yanlış bir şey, kötü bir şey söylüyor veya yapıyorsa ondan uzak duracaksın.

İşte bu ayetlerin bize öğrettikleri bunlardır.

 

  1. Musa önce reddettiği halde sonra neden tekrar yardımına koşar?

İkincisinde Musa yardım etmez, ayırır, ayırma görevini yapar, muslihlerden olur. Ayeti adım adım yorumladığımız takdirde manalar kendiliğinden ortaya çıkar.

 

  1. Size göre Musa nasıl hareket etmelidir?

Musa doğru hareket eder. Önce ırktaşına “Sen haksızsın” der, sonra da onları birbirlerinden ayırmaya çalışır. “Haksızsın” demese, onun haksızlığını ortaya koymasa, karşı taraf ithamlarında haklı olacaktır. Burası çok önemlidir. Uluslararası ilişkilerde de önemlidir, komşular arası ilişkilerde de önemlidir. Herkes şeriata uymalıdır, herkes şeriatın söylediklerini yapmaya ve yaptırmaya çalışmalıdır. Şeriata aykırı hareket edenlerin hareketlerini durdurma çabası herkesin görevidir. Müslim olsun, Mümin olsun şeriat hükümleri uygulanmalıdır.

Batı insanlığa gereksiz hükümleri dayatarak hukuk/şeriat yapar. İnsanlar bu şeriat hükümlerine uyamadıkları için şeriata muhalefet ederler, böylece hukuksuz bir durum ortaya çıkar. Akevler bunu semt kooperatifleri ile siteler üreterek def etmek çabasındadır.

Akevler sözleşmeleri bunları anlatan metinlerdir. Ticaret Bakanlığının web sitesinde tip kooperatifleri arasında hizmet ve dayanışma kooperatiflerinin de statüsü vardır. Herkes onu açıp okumalı ve hayatını o sözleşmeye göre düzenlemelidir. Bana göre haftalık görüşmelerden biri bu sözleşmeyi anlamak için ayrılmalıdır. Adil Düzen İnsanlık Anayasası ile Genel Hizmetler kitabı tedris edilmelidir. Ancak bundan sonra biz ilme ve Kur’an’a uymuş oluruz.

 

  1. “Kötülükte yardımlaşmayın, iyilikte yardımlaşın” ayetiyle bu problem nasıl çözülür?

Allah açıkça “Semt kooperatifleri kurun, iyilikte yardımlaşın, kötülükte yardımlaşmayın” der. Dikkat etmemiz gerekir. “Kötülüğe mâni olun” demez, “Kötülükte yardımlaşmayın” der. Orada konmuş olan “İyilikte yardımlaşın” emrinin yerine gelmesi için bütün insanlarla ilişkide bulunmamız ama işlerine karışmamamız gerekir. Kur’an bir bütündür, aralarında çelişki yoktur. Her satırın Kur’an’ın diğer satırlarıyla açıklanması gerekir. Bundan dolayıdır ki fakihler “İçtihat yapmadan ayet ve hadisle amel edilemez.” derler. Kur’an’ı bir bütün olarak anlayıp uygulama ona göre yapılır.

 

  1. Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. QTL-BOŞ (قتل - بطش)

Topluluklar arasındaki çatışmalar iki safhada gerçekleşir. Biri karşıdakileri ortadan kaldırma ve yeryüzünü tek kutuplu hale getirme çabası içinde geçer. Bu mümkün değildir. İnsanın yaratılışı böyledir. Diğeri kutupları birleştirip tek kutup yapmak ister.

Mıknatısın iki kutbu vardır, ortası ise nötrdür. Ama mıknatısı ikiye ayırırsanız dört kutup oluşur, yine mıknatıslar iki kutuplu olup, ayrı ayrı mıknatıs olurlar. Topluluklar da böyledir. Mutlaka iki kutup vardır.

Şeriat taraftarları bu kutupları birleştirip yararlı halde varlıklarını sürdürmeyi sağlamaya çalışırlar. Kanun sistemi taraftarları ise bütün mıknatısları birleştirip tek mıknatıs olmaya çalışırlar. Bu da doğal kanunlara aykırı olduğu için gerçekleşmez.

 

  1. CBR-NFS (جبر - نفس)

نَفْس kişiliği, bağımsızlığı, özgürlüğü ifade ettiği gibi topluluğun ferdi olmayı, onun içinde hak ve vecibe düzenine sahip olmayı da ifade eder. Yani insan toplulukların bağımsız ferdidir. Bir taraftan özgürdür diğer taraftan kişilere değil, şeriata uyma durumundadır.

Bu durum insanlığın temel yapısını teşkil eder.

Ne var ki insanın şeriata tam uyum sağlaması için onu zorlayan bir kuvvete ihtiyaç vardır. Bu da şeytanın taifesi olan cebbarlar grubudur.

Şeriat insanlara kişiliği sağlar, cebbarlar ise insanı kişilikten çıkarmaya çalışırlar. Denge bunun üzerine kurulur. Bu kelimeler bundan dolayı eşleştirilir.

 

  1. ESV-GDV (ءسو - عدو)

Şeriat düzeni barış içinde geçerlidir. Savaş içinde ise şeriat değil emaret yani emir-komuta zinciri geçerli olur. Kişiler arasındaki ilişkiler şeriatla, cepheler arasındaki ilişkiler kişi yönetimleriyle kurulur.

Adil Düzen İnsanlık Anayasası’nda bir kural vardır, bugün de askerlikte uygulanır, trafikte uygulanır. Şeriatla yetkililerin talimatı tearuz ettiğinde, şeriat düzeninde şeriatın hükümleri geçerli olur ve insanlar şeriata uymazlarsa sorumlu olurlar. Emaret düzeninde yani askerlikte tam tersi vardır. Yani talimat yoksa şeriata uyulur.

 

  1. HuVa-LaHuMAv (هُوَ - لَهُمَا)

هُوَ müfret gaip zamirdir. Bir kişiyi ifade eder. Özgürlüğünü gösterir. Herkes kendi iradesiyle hareket eder. هُـمـَا ise iki kişiyi gösterir. Aralarında anlaşırlar, onların anlaşmaları şeriatın temelini atar. Çünkü ortaklık sisteminde şeriat sözleşmelerden oluşur.

Sözleşme iki kişi arasında olur, diğerleri sonra onlara katılırlar. Böylece bazı sözleşmeler bütün topluluk tarafından benimsenerek şeriat halini alır.

Benim bildiğim dillerde ikil zamir yalnız Arapçada vardır ve bu ikil zamir sözleşmelerin temelini teşkil ettiği için şeriatın da temelini teşkil eder.

Bunları anlatmak için bu iki kelime eşleştirilir.

 

  1. MAv-KaMAv (مَا - كَمَا)

Kur’an şeriatında bir usul kabul edilir. Her konudan bir tanesi örnek olarak seçilir. Onun hükmü beyanı verilir. “Üzüm şarabı haramdır” denir. Bu yalnız üzüm şarabının değil, bütün sarhoş edenlerin haram edildiğini ifade eder. Sarhoşluğun da derecesi vardır. İşte o dereceyi gösteren üzüm şarabıdır, üzüm şarabındaki alkoldür. %12’dir. O halde %12 civarında alkol ihtiva eden içkiler kıyas yoluyla haram kılınır.

Tüm hükümler böyledir. Yani yanlış kural söylenmez, kural bir illete dayandırılır, illette asıl olarak bir vasıf gösterilir, bu vasıfla biz hükümleri biliriz.

İşte, birinciler yani asıllar مَا ile işaret edilir, ikinciler yani fer’ler كَمَا ile işaret edilir, dolayısıyla asıl ile fer’ eşleştirilir.

 

  1. EaN-EiN (أَنْ - إِنْ)

أَنْ mastar edatıdır. إِنْ şart veya nefiy edatıdır. Mastar olmayı, nefiy ise olmamayı ifade eder. Yokluk bir varlık değildir ama her varlığın bir yoku vardır. Bu da bir varlıktır. Matematikte eksilerle gösterilir.

30 yumurtalık bir kolide 16 yumurta varsa, olmayan 14 yumurtanın yeri mevcut olduğu için eksi 14 yumurta var denir. Yani ben kolime 14 yumurta daha yerleştirebilirim anlamına gelir. Kendisi yok ama yeri var, bu da varlıktır. Matematikte değeri vardır.

Hayatta da menfiler müspetlerle beraber var olurlar. Borç alacağın menfisidir ama alacak borçsuz olmaz. Mastarlar müspetleri, şart veya menfiler olumsuzlukları gösterirler.

İnsanlara bahşedilen dil, özellikle Kur’an dili öyle oluşur ki o dilde dil içinde yapılan çözüm o dilin ifade ettiği kâinat içinde de çözüm olur. Bu sayede biz irademizi kullanırız, istediğimiz hayatı yaşarız, uygarlaşırız.

 

  1. MiN -FIy (مِنْ - فِي)

فِي zarf olan harf-i cerdir. مِنْ ile بِ harfi cerdir. Mecazi manada فِي yerine kullanılırlar. فِي‘de belirsizlik var, kendisinden sonra gelen varlığın nerede olduğu bilinmez. بِ ve مِنْ‘de ise belirlidir. بِ‘de bulunduğu yere etki yapar. مِنْ‘de ise bulunduğu yerde etki yapmaz. أَنَا مِنْ يَلُوفَا dersem “Ben Yalova’nın belli bir yerindeyim, ancak orada bir iş yapmıyorum, oraya herhangi bir etkim yok.” demektir. أَنَا بِيَلُوفَا dersem “Yalova’nın bir yerindeyim, orada kalıcı bir iş yapıyorum.” demektir.

İşte, فِي ile بِ karşılaştırıldığı gibi burada da فِي ile مِنْ karşılaştırılır.

 

  1. Ea-EilLAv (أَ - إِلَّا)

أَ soru edatıdır ama menfiliği içerir. هَلْden farkı budur. إِلَّا ise istisna edatıdır. Kendisinden sonra gelen için hükmü ortadan kaldırır, kendisi için değil.

 

  1. YAv- Va (يَا - وَ)

يَا hitap harfidir. Toplu bir yerde hoparlör ile yayın yapılır. Eğer bu yayın herkesi ilgilendirirse ya hitap edilmez veya “Dinleyenler” denir ama bir kimse aranıyorsa onun adı söylenir. Bir kahvede veya salonda birisine hitap etmek istiyorsan onu diğerlerinden ayırmak için يَا (Ey) harfini kullanırsın. ‘Sana söylüyorum, bu konuşmamda seninle beraberim’ demektir. Sen ve ben manasına geldiği için يَا harfi, atıf harfine benzer, onun hükümlerini taşır.

 

Öz Türkçe ile:

“İkisinin düşmanı olan kimseyi vurmak isteyince de o ‘Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi beni öldürmek mi istiyorsun? Arzda zorba olmanın dışındakini istemiyorsun ve uygun yapanlardan olmak istemiyorsun.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“İkisine aduv olan kimseye betş etmeyi irade etmeye kalkışınca o ‘Ya Musa, sen ems bir nefsi katlettiğin gibi beni katletmeyi mi irade ediyorsun?  Arzda cebbar olmaktan başkasını irade etmiyorsun ve Müslim olanlardan olmayı da irade etmiyorsun.’ diye kavl etti.”

فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَنْ يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَا قَالَ يَامُوسَى أَتُرِيدُ أَنْ تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِنْ تُرِيدُ إِلَّا أَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19)

 

***

وَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَى قَالَ يَامُوسَى إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20)

“Ve medinenin aksasından bir recul say ederek ciet etti, ‘Ya Musa, mele seni katletmek için seni itimar ediyorlar. Huruc et, ben sana nasihlerdenim.’ diye kavl etti.”

 

20  Va CAyEa RaCuLun  MiN EaQÖay eLMaDIyNati  YaSGAy  QAvLa YAv  MUvSAy EinNa eLMaLaEu YaETaMiRUvNa  BiKa LıYaQTuLUvKa Fa uPRuC EinNIy LaKa MiNa EanNAÖıXIyNa

 

وَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَى قَالَ يَامُوسَى إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ

 

قَالَ   جَاءَ

 

اخْرُجْ يَقْتُلُوكَ يَأْتَمِرُونَ يَسْعَى

أَقْصَى رَجُلٌ

الْمَدِينَةِ النَّاصِحِينَ الْمَلَأَ مُوسَى

بِكَ لَكَ إِنِّي إِنَّ

مِنْ مِنَ وَ فَ

لِ يَا

(2+(3+1))+2+(3+1))+(4+(2+2+2)=12+10=22=11+11=16+4+2

جَاءَ- قَالَ    اخْرُجْ- يَقْتُلُوكَ  يَأْتَمِرُونَ- يَسْعَى   أَقْصَى- رَجُلٌ  الْمَدِينَةِ- النَّاصِحِينَ  مُوسَى- الْمَلَأَ

 بِكَ -لَكَ  إِنِّي- إِنَّ وَ- فَ لِ- يَا

 

CYE-QVL QTL-PRC EMR-SGY QÖV-RCL DYN-NÖX ESV-MLE  LaKa-BiKa

EinNI-EinNa  Va-Fa  Li-YAv

 

  1. وَجَاءَ ‘deki وَ nereye atfeder?

فَأَصْبَحَ‘de başlayan ve فَ harfleriyle devam eden Musa’nın ikinci gününü anlatır (18. ayet). Olayla ilgili olmayan ama ayrı da olmayan bir durum açıklanır.

Diyelim ki kavga eden iki kişiyi ayırırken polise haber verdiniz, polis de geldi. O zaman فَجَاءَ dersiniz, فَ’lerle atıf yaparsınız. Ama o olayla ilgili olmadan, o olayın içinde olmadan biri gelirse وَجَاءَ dersiniz.

Burada bir sorun var. Eğer وَ‘ler ve فَ‘ler art arda gelirse hangisi diğerini parantez içine alır. Yani parantezi فَ‘den sonra mı وَ‘den sonra mı koyarız?

Mürselat’ta parantezler فَ‘lerin arasına konur, وَ parantezin içindedir.

(وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا فَ(الْعَاصِفَاتِ عَصْفًا وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا) فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا Mürselat 77/1-5)

Burada da o kuralı uygularken, Musa ile Mısırlı konuşurken araya adam girer ve o söyleyeceğini söyler. Sonra o adam gider. Olay devam eder. O da Musa’nın Mısırlılarla olan ihtilafı, Musa’nın kaçmasıyla sonlanır.

 

  1. Neden وَ zikredilir?

فَ harfi gelse, o zaman gelen oradakilerin davetlisi olur. Oysa adam kendiliğinden gelir. Bunu ifade etmek için وَ kullanılır.  

 

  1. رَجُلٌ neden nekredir?

Gelen kimse oradakiler tarafından bilinmez. Gelen sade bir Mısırlıdır. Bu gruplarla bir ilişkisi yoktur. İsrail oğulları kendilerine özgü kıyafet giyerler. Mısırlıların ise tek kıyafeti yoktur. Birçok kavimden insanlar orada yaşadıklarından her topluluk kendi kıyafetini kullanır. Gelen adam ne Musa’nın ne de karşıdakinin kıyafetindendir. Resmi bir görevli de değildir. Sıradan bir insan gelir. Onun için nekre kullanılır.

Şimdi şu soru akla gelir, bu adamı kim görevlendirir? Ne için gelip haber verir?

İsrail oğullarından değildir. Olsa marife gelir.

Bizim hayatımızda da böyle benzer olaylar olur. Bir gün bir genç kooperatife telefon eder. “Bankadaki senetlerinize icradan gelip yarın el konulacak, mahkemeden karar çıktı.” der. Biz de bankaya gidip senetleri kiralık kasadan alıp bir başka yere götürürüz. Ertesi gün gelirler, bankadaki kiralık kasada bir şey bulamazlar. Eğer bulsalar çok büyük sıkıntılar birbirini izler.

İşte, Musa’ya da böyle birisi gelir. Kim bilir, belki de saraydan birisi haber verir. Yahut Allah birisini görevlendirir.

 

  1. مِنْ أَقْصَى‘daki مِنْ ne Min’idir?

مِنْ ibtidai gaye içindir. Gaye sınır demektir, ibtida başlangıç sınırı demektir. Burada “Aksa tarafından geldi” anlamı çıkar. Medinenin aksası, kale/şehir duvarları dışında kalan yerlerdir. Uzak demektir. Ancak çok uzak değil, yakın olmayan manasında bir uzak demektir. أَدْنَى الْأَرْضِ kale duvarlarının dibidir. دُون kelimesi ile ifade edilir. أَقْصَى ise tam bitişik olmayan, daha uzakta olan ama kente komşu olan yerlerdir.

Dışardan bir adam gelir. Demek ki Musa’yı öldürmeye karar verenler Firavun âli değildir, Haman ve orduları değildir. Başka bir grubun, kentin dışında olan bir grubun hedefi olur. Öldürülen kimse İsrail oğlu değildir ama Firavunun âli de değildir.

Düşmanlık sarayla İsrail oğulları arasında değildir, düşmanlık Mısır’da bulunan bir grup tarafından yapılır.

Topluluklarda iktidarın gözüne girme yarışı vardır. Kendilerini iktidara beğendirmek için rakiplerinin düşmanı olurlar. Düşman/عَدُوّ kelimesini buna göre de değerlendirmek gerekir.

 

  1. Medinenin aksası (أَقْصَى الْمَدِينَةِ) ne demektir?

الْمَدِينَة kelimesi دَيْن kelimesinin veya دَانَة kelimesinin fiilleşmiş şeklidir. Başına م harfi eklenir, ي harfi düşer, kök oluşur. Allah Âdem’e fiilleri değil isimleri öğretir. Fiilleri sonra insanlar zamanla üretirler. (Kök دين‘dir ve açıklaması lügatte mevcuttur. الْمَدِينَةِ ismi mekan olup ‘düzenin oluştuğu yer’ manasındadır. Tayibet Erzen)

Üretme şekilleri ancak etimolojideki çalışmalar sonlandığı zaman bilinebilir. Bütün dünya dilleri birlikte ele alınmalıdır. Bu konu asırlık çalışmalara ihtiyaç duyar. Biz başlamış olduk, sonucu torunlarımız getirirler.

Bizimle çalışmaya başlayıp sonra bırakan genç arkadaşlarımıza bir daha hatırlatırım; sorumlusunuz.

 

  1. Neden koşarak gelir?

Haber almıştır, bir an önce haberi ulaştırmak ister. Yahut Musa’yı korumak isteyenler, Mısırlıları yatıştırmak için konuyu kendileri ele alır, olacaklara hâkim olurlar ve Musa’yı alttan haberdar ederek onu kurtarırlar.

Cumhuriyet döneminde Türk ordusu hep böyle yapmış, düşmanın tezgâhlarına kendisi sahip çıkmış ve olayları en az zararla kapatmıştır. 27 Mayıs, 28 Şubat hep böyle olmuştur.

 

  1. Kimdir bu adam?

Bu adam sıradan birisi olabilir. Olayları duyar, içinde haber verme arzusu doğar, onu yapar. Allah onu böylece görevlendirir. Ya da Mısır’daki bir grup Musa’yı korumak ister, doğrudan sahip çıkamadığı için bu adamı görevlendirir. Bu adam sıradan bir adamdır. Herkes iyiliği sever, teklif ettiği zaman herkes yardım etmeyi ister. Sokakta yürürken yol sorarsınız, adam durur, size uzun uzun izah eder, oysa bir çıkarı yoktur.

 

  1. “Ey Musa” diye hitap eder, Musa’yı tanır mı?

Musa sarayda bulunduğu için Mısır halkı tarafından tanınır. Bu kıssadan o anlaşılır. Musa’nın İsrail oğlu olduğu da sarayda öğrenilir. Belki de onu büyüten Firavun ve karısı o zaman hayatta veya iktidarda değillerdir. Musa’nın Firavun sarayından nasıl uzaklaştırıldığını henüz Kur’an’dan istidlal etmiş değiliz. Bu ayette Mısırlının Musa’yı tanıdığı anlaşılır.

 

  1. الْمَلَأَ ne demektir?

مِلْء dolu demektir. Toplulukların bir başkanı olur. O toplulukta o başkanı destekleyen ve başkanın anlaştığı ileri gelenler olur. Türkçede bu tabir vardır. İşte o grup, o topluluğun meleini teşkil eder.

 

  1. الْمَلَأَ harfi tarifle gelir, kastedilen hangi meleedir?

Firavunun melei olabilir ya da gelen kişinin mensup olduğu grubun melei olabilir. Gelen kişinin hangi gruba mensup olduğu kıyafetiyle bellidir. Musa geleni tanımaz ama mensup olduğu grubu bilir. “Ben gruptanım” da demiş olabilir.

Musa’nın kıssasını filmleştirmek istediğimizde, bunun senaryosunu yazanlar önce Kur’an’ın bu ayetlerini bir ekip halinde ele almalıdırlar ve bizim yaptığımız gibi sorular sorarak muhtemel cevapları vermelidirler. Ondan sonra Tevrat’ı, İncil’i ve tarih kitaplarını inceleyerek Kur’an’daki mücmelleri oradan alınan bilgilerle çözmelidirler.

Değişik senaryolar yazılarak Kur’an’da belirtilmemiş konular değişik tarzda sunulabilir. Ayrı ayrı senaryolar da üretilebilir.

 

  1. “İtimar etmek” ne demektir?

Bu fiil ءمر kökünün İfti’al babıdır. أَمْر kelimesi iş demektir. Büyük anlamına geldiği gibi bir işin gereği anlamına da gelir. “İtimar etme” demek, bir araya gelip bir konu üzerinde birlikte çözüm arama demektir.

Şeriatta emredilen namaz ibadetini günde itimar etmek için ocak halkının 5 defa toplanmasıdır. Namaz bunun için emredilir. İşi olanlar namaz vakti gelmeden önce mescide gelirler ve ikili görüşmeler yaparlar. Başkan gelince istişare yapmak isteyenler başkana namazdan önce bildirirler, imam (başkan) selam verince cemaate “Şu konular görüşülecektir” der ve o konuda görüşlerini bildirmek isteyenler kalırlar. Diğerleri kalkıp gidebilirler. Orada istişare edilir, herkes görüşlerini söyler. İstişare eden de sonunda kararını verir. Eğer bu topluluğa ait bir işse başkan istişare eder, kararı verir, karar uygulanır, mağdur olanlar hakemlere gidip, mağduriyetlerini giderirler.

İtimar etmek bu demektir, görüşmek ve istişare yapmaktır.

 

  1. بِكَ‘deki بِ harfi neyi gösterir?

بِكَ, فِيكَ manasında ‘seninle ilgili belli konu’ anlamı taşır. Yani ‘dün yaptığın fiil üzerinde görüşme yapıyorlar’ manası çıkar. فِيكَ dense ‘senin hakkında genel görüşmeler yaptılar’ demek olur. بِ harfi ile görüşülen konu marife olmuş olur. Başka bir manası da بِفِعْلِكَ anlamında ‘Senin dün yaptığın konu üzerinde görüştüler’ demiş olur. Sonunda kastedilen aynı şey olur.  

 

  1. لِيَقْتُلُوكَ’deki لِ harfi neyi gösterir?

Musa bir Mısırlıyı katleder. Eğer bu melee Firavunun melei ise katledeni katletmek üzere görüşürler ve devlet gücüyle öldürürler. Demek ki Firavun yönetiminde hakemlik olmadığı gibi hâkimlik de yoktur. Hükümdar istediğini öldürebilir. Eğer bu melee Firavunun melei değil de bir grubun melei ise Firavunun yönetiminde kişilerin haklarını korumak için değil, devletin güçlü kılınması için örgütlenme vardır. Halk kendi aralarında kendi güçleriyle ilkel dönem hayatını yaşar.

Devlet aşamasından önce sosyal gruplar oluşur, sosyal gruplar kan gütme ilkesi içinde sosyal yapılarını dengede tutarlar. Benim çocukluğum böyle bir toplulukta geçmiştir. Halk mahkemeye gitmeyi ayıp sayar, herkesin kendi kabilesi ile kan gütmesiyle veya başka tedbirlerle topluluğun sosyal dengesi oluşur. Çocukluğumun geçtiği toplulukta hemen her yıl bir kişi öldürülür. Genel olarak katil gizlenir, herkes bildiği halde söylemez ve ertesi yıl onun karşılığında başka birisi ölür. Bununla beraber sosyal yapı çok sağlamdır. Hırsızlık olmaz, gasp olmaz, zina olmaz hatta hakaret olmaz. Adeta şeriat hükümleri kendiliğinden korunur.

Demek ki Mısır’daki yönetim de hala böyle bir yapıyla varlığını sürdürür.

Çocukluğumun geçtiği dönemde devlet vardı, hem de güçlü bir devlet vardı. Çarlık zamanında da vardı ama devlet vergi alır, kişileri askere götürür, kendi yapısını korur, halk ise kendi kendini yönetirdi.

Bugün ise 50 sene süren davalarla devlet halkın arasında adaleti sağlayamaz, halk devlet aşamasından önceki yaşama şekliyle varlığını sürdürür.

İşte, Akevler kendi cemaatini bu ilkel hayattan kurtarıp şeriat düzenine getirmeye çalışan bir kuruluştur. Yani insanlık henüz tam olarak devlet aşamasına geçememiştir, o günkü teknoloji buna uygun değildir. Şimdi ise geçmektedir veya geçmeye çalışmaktadır ve Akevler de bu geçişin çalışmalarını yapmaktadır.

 

  1. Neden katlederler?

İlkel topluluklarda töreler vardır. Belli hareketleri yapanlara karşı belli kurallar uygulanır. Onları zorlayan bir polis, bir jandarma olmadığı halde topluluk o kurallara uymayanlara yaptırım uygular.

Önce, diyelim ki biri sana tokat atar, sen onu tokatla karşılayamazsın. Onu asgari yaralaman gerekir. Yaraladın, sen onu yaralamakla dengeyi kuramazsın, öldürmelisin. Öldürmedin veya yaralamadın. Herkes seni tokatlamaya, herkes seni yaralamaya kalkışır. Sen artık yaşayamazsın. Artık senin soyuna kız vermezler ve senden de kız almazlar. O topluluğu terk etmek zorundasın. İlkel dönemlerde topluluğu terk etmek de mümkün olmadığı için, herkes topluluğun kurallarına uymak zorundadır.

İnsanlık 50 bin sene böylece yaşar.

Devlet aşamasında topluluklar büyüyünce bu baskı kalkar ve insanlar özgürleşir. Bu sefer beylikler yani kent devletleri kurulur. Sonra devletler aşamasına gelinir. Sonra imparatorluklar oluşur. Mısır tarihin ikinci imparatorluğudur. Ne var ki yapısını tam olarak şeriat yapısına dönüştüremez; Osmanlı Devleti de Rus Çarlığı da dönüştüremezler.

 

  1. Şeriatta katletme hakları var mı?

Şeriatta kısas hükümleri caridir. Ancak kısasın uygulanabilmesi için hakemlerden oluşan yargının kararı gerekir. Yargı kararlarını dayanışma ortaklıkları kendi ortaklarına uygularlar. Uygulamazsa mağdur olanın dayanışması uygular.

Demek ki, şeriat düzeni şeriattan önceki dengeyi korur. Ancak bunu şeriatın kuralları içinde yerleştirir, hakemlerin aldığı kararları uygulayan bir örgütü oluşturur. Buna devlet deriz.

Hakemlik devlet aşamasından önce de vardır. Hakemlerin kararlarını uygulayan devlet örgütü devlet aşamasında ortaya çıkar.

 

  1. Kişinin kaçma hakkı var mı?

Musa’nın kaçmasına imkân sağlanır. Demek ki suç işleyenin kaçma hakkı vardır. Hatta şeriatta kaçmasına mâni olunmaz. İlçenin dışına çıktığı zaman artık kısas diyete dönüşür. Onu himaye eden bucak onun diyetini öder. Böylece onu kendi bucağında barındırır. Kaçanın böyle bucak bulması gerekir. Eğer onu kabul eden bucak diyetini de ödemezse, o bucak devlet içindeyse, devletin yargı organları o bucağı yönetenleri cezalandırır. Eğer başka devletin bucağına kaçmışsa diyeti devlet tazmin eder. Tazmin etmezse savaş sebebidir. Hakemlerin kararıyla savaş ilan edilir ve savaş hükümleri uygulanır.

 

  1. Kaçırmaya yardım etme caiz midir?

Şeriatta zaten tutuklama ve gözaltına alma yoktur. Hakemler kararından sonra kendi isteğiyle gelir, hakemlerin infazını isteyebilir. İnfaz edildikten sonra da diğerleri gibi her türlü hakka sahip olur. İsterse kendisi terk edip gider. Hatta terk edecek kadar da kendisine zaman verilir. Ondan sonra diyet hükümleri geçerli olur. Kaçmaz da kendi isteğiyle hakem kararlarının infazına da izin vermezse, kamu onu korumaz. Yani biri onun malına ve canına saldırırsa mahkemeye başvuramaz. Hatta bu şekilde mahkûm olanları öldürenlere ödül de verilebilir.

Şeriatta polis teşkilatı soruşturma teşkilatıdır. Yargı kararlarını uygulama teşkilatı değildir. Yargı kararlarını uygulamak için ödüller konur, o ödülleri almak için örgütler oluşur, hakem kararlarını onlar icra ederler. Ordu da hakem kararlarına uymayanlarla savaşır.

 

  1. فَاخْرُجْ ‘daki فَ harfi ne anlamdadır?

Bir olay cereyan eder ve o olay başka bir olayın oluşmasını gerektirirse arada فَ harfi kullanılır. Buna sebep Fa’sı deriz. “Seni öldürecekler, senin bu medineyi hemen terk etmen gerekir.” der.

 

  1. Huruc ile Musa nasıl kurtulur?

Uygarlıklar oluşmuştur. Ülkeler arası kervan yolculukları vardır. Bunlar bir grup halinde seyahat ederler. Böylece kendilerini korumuş olurlar. Bu kervana herkes katılabilir. Yolculuk yapabilir. Yolculuk masrafları da kendisine yüklenmez. Bu kervanların tertibi devlet aşamasından önce de vardır. Bu sayede uygarlıklar kıtalardan kıtalara yayılır.

Musa da bu kervanlardan birisine katılır ve kendisine yaşama imkânı sağlayan yerde yerleşir. Bugün olduğu gibi onun seyahatini kontrol eden bir teşkilat olmadığı için Musa da böylece kurtulmuş olur.

İşte o zamanki şartlar altında uygulanan bu kural bugün mümkün değildir. Çünkü bugün devletlerarası sınırı geçemezsin, herhangi bir yerde polis seni durdurur, kimliğini öğrenir ve polis seni yakalar, hâkim de tutuklar. Hatta durdurmaya bile gerek yoktur, cep telefonun ile seni takip eder. İşte bunun için yeni içtihada ihtiyaç vardır.

Biz de diyoruz ki; evet, telefonu takip ederek kişinin nereye gittiği bilinmelidir ama kimse durdurulmamalıdır. Kendisi isterse durur. Hakem kararları ile kişi öldürülebilir ama esir edilemez, köleleştirilemez, yaşarsa kendi iradesiyle ve kendi içtihadıyla yaşar.

 

  1. لَكَ‘deki Lam’ın manası nedir?

“Senin lehine” diyor. Yani “sana hak tanıyorum” denir.

Neden buna bu hakkı tanır? Niçin kalkıp da buna bu bilgiyi verir?

Hayatta böyle olaylarla çok karşılaşırsınız. Hiçbir beklenti yokken, birden bakarsınız size birileri sizin istediğinizi yapmış olur. Başka bir şey daha vardır. Siz kişiye kendi çıkarı için öneride bulunursunuz, size kulak vermez, şaşırırsınız. Ben ona bunu yaparken aslında ben zarardayım ama ben iyilik olsun diye teklif ediyorum, o hiç kulak vermiyor. Neden bunu yapıyor; yorumlayamazsınız.

Akevler’in AK Parti’ye karşı olan tutumu böyledir. Hiçbir karşılık istemeden kendilerine fikirlerimizi söylemek istiyoruz ama onlar buna kulak vermemek için her türlü aracı kullanıyorlar. İşte hayatta böyle beklenmedik, makul olmayan olaylarla karşılaşırsınız.

Kur’an’a inananlar, Allah’ın kitaplarına inananlar bu iki olayda da ilahi takdirin olduğunu kabul ederler. Beklenmedik desteği Allah’ın görevlendirdiği birisi yapmaktadır. Sizin desteğinize kulak verdirmeyen de Allah’tır, günü gelmemiştir veya gelmeyecektir, onun için kulak vermiyor. Kur’an’a inanan kimselerin bundan alacakları ders, herkesin kendisine düşeni yapması, sonuçlara karışmamasıdır. Başkalarının işlerine de söylemenin dışında bir müdahalede bulunmamasıdır. Biz eğer birisine oy veriyorsak onu eleştiririz. Oy vermediğimiz kimseleri eleştirme hakkımız yoktur. Belki davetler yaparız.

 

  1. مِنَ النَّاصِحِينَ‘deki مِنْ‘in manası ne?

النَّاصِحِينَ kurallı erkek çoğul geldiğine göre demek ki Mısır’da böyle bir teşkilat vardır. O teşkilat Mısır devlet aşamasına gelmeden önce oluşur ve bir kamu kuruluşu değildir. Halk kendi aralarında bir nasihat teşkilatı kurar ve bu teşkilat emretmez ama uyarır, hatırlatır.

Adil Düzen İnsanlık Anayasası’nda bu işleri dayanışma sorumluları yaparlar. Ortak olduğu kimselerin sorduklarına fetva verirler, bir dayanışma içinde olanlar birbirlerini uyarırlar.

 

  1. النَّاصِحِينَ kurallı çoğul geldiğine göre kimleri kasteder?

Bizim İnsanlık Anayasası çalışma metinlerinde yer verdiğimiz örgüt Mısır’da daha o zamanda kurulmuş demektir.

Zaten Mısır’ın binlerce yıl süren iktidarının varlığı bu tür örgütlerin mevcut olmasından ileri gelir. Nil Vadisi’nin bereketli toprakları Mısır halkını daha az gün/saatle yaşatır. Düşünmek için, uygarlaşmak için gerekli yasalar mevcuttur. Allah insanlara örnek olsun diye bu imparatorluğu var etmiştir.

Biz onlar yaptı diye bir şeyi reddetmez yahut onlar yaptı diye kabul de etmeyiz. Yaptıklarını öğrenir ne yapıp ne yapmayacağımıza kendimiz karar veririz.

 

  1. İsrail oğulları Mısır’da örgütlü cemaat midir?

Devlet aşamasından önce cemaat örgütleri vardır. Devlet aşamasına geçildiğinde bu cemaat örgütleri ortadan kalkmaz, daha da güçlenirler.

Birinci Kur’an uygarlığını düşünelim, dayanışma ortaklıkları (akileler) önce Medine Sözleşmesi ile siyasi dayanışma olarak kurulur, sonra fıkıh mezhepleriyle ilmi dayanışma doğar, sonra tarikatlarla ahlaki dayanışmalar oluşur, sonra da ahi teşkilatıyla mesleki dayanışma kurulur. Sermaye bunları dağıtıp yerine prim esasına dayanan sigorta sistemini getirir.

Biz şimdi gerçek dayanışma birimlerini yeniden ihya etmeye çalışıyoruz.

 

  1. Biz de dünyada ve Türkiye’de örgütlü cemaat olmak durumunda mıyız?

Tarım döneminden sanayi dönemine geçebilmek için sermaye terakümüne ihtiyaç olmuş ve Allah bundan dolayı Avrupa uygarlığının faizli düzeni kurmalarına izin vermiştir. Bugün ise faizli işçilik sistemine artık gerek kalmadığı için bu düzen sona erecek, yeniden şeriat düzeni gelecektir. Faizli işçilik düzeni insanlığı yoğun bakıma alarak sağlıklı hale getirmiştir. Ama bundan sonra da yoğun bakımda kalması sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Ya iflas edecek ya da yeni düzene inkılap edecektir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. CYE-QVL (جيء - قول)

جَاءَ fiili ‘geldi’ anlamında olduğu gibi, ‘bir şeyi yaptı’ anlamındadır da. أَتَى kelimesi de bu anlamda geçerlidir. قَوْل ise yapmadan önce söylenenlerdir, projelerdir.

Bir şeyin yapılması için önce anlaşmalar yapılır, plan ve projeler çizilir, sonra da hep birlikte bu plan ve proje uygulanır.

FGL (فعل) yerine CYE (جيء) gelmesi plan ve projelerin, sözleşmelerin iş bölümü içerisinde birlikte uygulanacağı anlamına gelir. Bu birliğin sağlanması için herkesin şeriata uyması gerekir.  

 

  1. QTL-PRC (قتل - خرج)

Katletmek suçların en büyüğüdür. Katl suçundan daha büyük bir suç yoktur. Bundan dolayı Kur’an der ki “Bir nefsi öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir (Maide 5/32)”. Öldüreni öldürmek tedavi şekli değildir. Çünkü biz de onu öldürüyoruz. Onun için bugün Avrupa müktesebatında idam kararlarının kaldırılması istenir. Kur’an da idam cezalarını kaldırır. Savaşta çatışma halinde öldürme dışında esirler dâhil kimsenin öldürülmesi meşru değildir. Sadece kısas yoluyla öldürmeye izin verilir. Onu da azaltmak için af müessesesi getirilir. Yalnız bu affı yönetim yapmaz, kamu yapmaz, bu affı mağdur olan taraf yapar. Dengenin sağlanması için de başka bir kurum geliştirilir, o da huruç kurumudur yani mağdur olanların yaşadığı ilçe içine o kimsenin girmesi yasaklanır. İlçe dışında kaldığı müddetçe ona dokunulmaz. Böylece huruç ile katl arasında dengeye işaret edilmek üzere eşleştirme vardır.

 

  1. EMR-SGY (ءمر - سعي)

Fıkıhta bir kural tartışılır. Emirde fevr gerekir mi? Yani birisine “Yalova’ya gel” dediğin zaman bu emri alan kimse لَا تَعْجَلْ (Acele etme!) deyip 1 sene sonra da gelse olur mu? (😊T.Erzen) Yoksa emir aldığı gün ve saatte harekete geçmesi mi gerekir? Ne kadar erteleyebilir? İşte bu konunun incelenmesi emr ile sa’y arasındaki ilişkiyi ele alır. Ayet bunun üzerinde düşünülmesi gerektiğini bildirir. Bana göre emir fevri gerektirir, ancak karine varsa ertelenebilir. (Elbette emrin kimden, nasıl ve ne şekilde verildiği de ayrı bir tartışma konusudur. Diğer taraftan koşullar üzerinde çalışma yapılabilir. Bu gibi durumlarda لَا تَعْجَلْ ayrı bir önem de taşıyabilir. 💬  🤔S. Akdemir).

 

  1. QÖV- RCL (قصو - رجل)

قُصْوَى dünya iş âleminde önemli bir rol oynar.

قُصْوَى uzak işçiliktir, ağır işçiliktir, zorunlu işçiliktir.

100 lojmanlı işyeri apartmanlarında oturanlar iki gruba ayrılırlar.

Birileri sabah namazını birlikte kıldıktan sonra araçlarına binip semtlerinin uzağında bulunan fabrikalarda iş yaparlar. Öğlen namazlarını kıldıktan sonra orada kalabilirler veya semtlerine dönebilirler. Burada iş bölümü içinde ortak iş yapıldığı için herkesin kendi işi olsa da o iş yerini görmek zorundadır. Çünkü o işyerinde bulunmazsa o işyerindeki üretim aksar. Bundan dolayıdır ki burada çalışanlar dayanışma ve sorumluluk içinde sigortalıdırlar. İşyerine gelemeyeceklerse dayanışma sorumlularına bildirirler, onlar da yedek işçi bulundurdukları için işyerlerinin açılmasına, işlerin aksamamasına imkân sağlarlar. Bu görev erkeklere verilir. Bu işyerlerinde erkeklere iş varsa kadınlara iş verilmez.

İkinci işyeri ise apartmanların bodrum katlarındadır. Burada ise kadınlar, yaşlılar, çocuklar, sakatlar çalışırlar. İstedikleri saatte gelirler, istedikleri saatte giderler. Günün diğer kısmını ise semt içinde katlarda geçirirler. Kredileşmeli ortaklık sisteminin temeli bu ayırımdır. Burada da eğer kadınlar işlerini yapıyorlarsa erkeklere iş verilmez. Buradaki işlerde erkeklere kadınlardan daha fazla pay verilmez.

İşte bu ayet uzak işlerin erkeklere ait olduğunu anlatır.

 

  1. DYN-NÖX (دين - نصح)

Medine aynı zamanda uygarlaşmış topluluk anlamına gelir. Demek ki birbirlerine çok yakınlar, iş bölümü içinde yardımlaşarak ve dayanışarak iş yaparlar.

İki türlü uygarlık vardır.

Kuvvet uygarlığında işçilik sistemi vardır, işçiler işverenlerin emrinde olurlar, onlar ne söylerlerse onu yaparlar, kendileri yetkili olmadıkları gibi sorumlu da olmazlar.

Oysa kredileşmeli ortaklık sisteminde insanlar birbirlerine nasihat ederler ama birbirlerine emretmezler. Herkes kendi yapacağı işi kendi içtihadıyla yapar, yapmakta yetkili olduğu kadar sorumludur da. Kazanç ve zarara ortaktır.

İşte, bu ayet işçilik sistemi ile ortaklık sistemi arasındaki ayrılığı belirtmek için bu kelimeleri bir araya getirir.

 

  1. ESV-MLE (ءسو - ملء)

أُسْوَة örnek manasına gelir. Herkesin kendi hayatında birisinin hayatını örnek aldığı kimse demektir. İşçilik sisteminde Sermaye kimin أُسْوَة olacağına karar verir ve kişi onun emrinde iş yapar. Ortaklık sisteminde de أُسْوَة vardır ancak أُسْوَة‘yi kendisi seçer ve istediği zaman değiştirebilir. Bu ayette buna işaret edilir.

 

  1. LaKa – BiKa (لَكَ - بِكَ)

Bir insan bir şeyi yaparsa onun sebebi olur yani işin sebebini işler. Üründen bundan dolayı pay alır. Bu yalnız insanlara mahsus bir kuraldır. Herkes bir işe ne kadar katkıda bulunursa üründen o kadar pay alır. Katkılar sonunda elde edilen ürün katkılara göre bölüştürülür. “İnsan için sa’yinden başka bir şey yoktur” (Necm 53/39) ayetiyle anlatılan burada iki harf ile kurallaştırılır.

 

  1. EinNI- EinNa (إِنِّي - إِنَّ)

إِنِّي 'ben’ demektir. إِنَّ ise karşı tarafın yanlış bildiğini düzelten kelimedir. إِنِّي kelimesinde إِنَّ de vardır. Burada kişinin tutumu öyle olmalıdır ki, kaşı taraf onun söylediğine inanmalıdır. Yani إِنَّ‘li cümleyi söyleyen birisi karşı tarafın doğru söylediğine inandığı kimse olmalıdır. “Sen beni bilirsin, ben yalan söylemem, sana diyorum ki bu bilgin yanlıştır.” der. Karşı taraf da bunu benimser. İnsanların doğru konuşmaları, söyledikleri sözlerde sadık olmaları kendileri için yararlıdır. Çünkü onun söylediklerini herkes doğru kabul eder. Bundan dolayıdır ki söz verdiğiniz zaman zararı da olsa onu yerine getireceksiniz. Bu sende itimat uyandırır, herkes sana iş verir. Bir zarar edersin, on kazanırsın ama zarar ediyorum diye sözünde durmazsan, sana kimse iş vermez, aç kalırsın. Doğru söylersen, yalan söylemezsen, o doğruda zararlı olabilirsin ama herkes senin doğru söylediğini bildiği için itibarlı birisi olursun.  

 

  1. Va-Fa (وَ - فَ)

وَ ile فَ atıf harfleridir. فَ’de tertip ve takip vardır. وَ’de ise tertip ve takip yoktur, iştirak vardır.

 

  1. Li –YAv (لِ - يَا)

قَالَ kelimesinden sonra muhatabın ismi zikredilirken başına لِ harfi gelir. Bunun anlamı şudur: muhatabın lehine bir şey söylüyorsun demektir. Ona teklifte bulunuyorsun, onun lehine bir şey söylüyorsun.

Akevler’de ortaklara veya ortak olacaklara genel hizmet sorumluları önerilerde bulunurlar. Bu önerilerde temel olarak kabul edilen bir ilke vardır. Önce o iş teklif edilen için yararlı olmalıdır. Böyle olmayan işler kimseye teklif edilmez. Sonra teklif edenin kazancı düşünülecek. Bu arada kooperatifin yani topluluğun da yararına olan bir iş olacak.

Batı’da ise usul böyle değildir. Taraflar kendi çıkarlarını düşünürler ve çıkarına göre teklifte bulunurlar. Karşı tarafın çıkarıysa karşı taraf düşünür. İşçilik düzeninde çıkar çatışması üzerine anlaşmalar yapılır, ortaklık sisteminde ise çıkar paralelliği üzerinde anlaşmalar yapılır.

يَا ile muhatap, لِ ile de muhatabın çıkarı söz konusudur.

Tüm teklifler böyle yapılmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kentin uzağından bir erkek koşarak geldi, ‘Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için seni görüşüyorlar. Çık, ben sana öğütleyicilerdenim.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve medinenin aksasından bir recul say ederek ciet etti, ‘Ya Musa, mele seni katletmek için seni itimar ediyorlar. Huruc et, ben sana nasihlerdenim.’ diye kavl etti.”

 

وَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَى قَالَ يَامُوسَى إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20)

 

1098. SEMİNER LÜGATI

NO

Kelime

Vezin

Kök

Açıklama

  1.  

مُوسَى

مُفْعَلُ

ءسو

أُسَاوَة yaralılara sürülen merhemdir. Tedavi etme anlamını kazanır. Sonraları örnek alınacak insanlara أُسْوَة denir. Kur’an’da ءسف ءسو 5 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder. ء gücü, س mekânda diziyi, ف kopmadan ayrılmayı, و bağlantıyı ifade eder. مُوسَى kelimesi أُسْوَةden türetilmiş bir kelimedir. مُوسَى kelime olarak أُسْوَة (örnek) kılınan manasındadır yani örnek olarak yetiştirilmiştir.

  1.  

يَأْتَمِرُونَ

يَفْتَعِلُونَ

ءمر

مُرَار acı bir ağacın adıdır. Kabuklarından ip yapılırمُرّ  bu ağaçtan yapılan ipin adı olmuştur. İpin bükülmesinden tekrarlanan şeylere مَرّ  denir. Gelip geçmek anlamına gelir. Sonraları أَمَرّ söz geçirdi’ veya ‘sözünü dinletti’ anlamında kullanılır, emir buyurmak anlamını kazanır. “Amel” ekonomik ve bedeni iştir.” Emr” ise sosyal ve siyasi iştir.  مَرْو  yumuşak taş’; أَمَرْوَ yumuşattı, demektir. Sonra و düşmüş sülasiye dönüşmüş, sözünü geçirme anlamında “buyurmak” manası kazanmıştır. Emirde cebir yoktur. Kişi emredene karşı değil, şeriata karşı sorumludur. Amir hatırlatıcıdır, münzirdirء  gücüم  maddeyiر  tekrarı ifade eder.

  1.  

يَبْطِشَ

يَفْعِلَ

بطش

بَطْء elle kavrayarak vurup yakalamak, çarpmak anlamlarına gelmiştir. Ördeğin ayaklarını yere vuruşu gibi bir vuruşa benzetilerek sert vurma, çarpma anlamlarında kullanılır. ء harfi ش’ ye dönüşür. Bu dönüşüm uzak bir dönüşümdür. Elin avuç içine bir şey almak için aldığı şekle جُمْعَة, bir sopayı tutmak için aldığı şekle قَبْض, bir kumaşı tutmak için aldığı şekle de بَطْش denir. Kişiyi yakasından tutmaktır. ب geçidi, ط kabullenmeyi, ش ise zamanda diziyi ifade eder.

  1.  

مُبِينٌ

مُفْعِلٌ

بين

بَيْن topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523بور 5 defa geçmektedir. Toplam 528 (24*3*11) eder. ب geçiş, ي kolaylığı, düzlüğü, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

جَبَّارًا

فَعَّلًا

جبر

جِبَارَة Kırıkların tutturulması için konan tahta parçasına denir. Hareketli hale getirmek için yapılan zorlamadırجِبْرِيل  kelimesi yaraları saran veya görevini zorla yaptıran anlamındadır. Kuran’ı getiren meleğe verilen addır. Kuran’da جبر  13جبل  41 defa geçer ve 54 (2*33) ederج  topluluğuب  geçidiر  ise tekrarı ifade eder.

  1.  

الْمُجْرِمِينَ

الْمُفْعِلِينَ

جرم

جُرَامَة hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektirضَرْب  insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidirجُرْم  ise insanı yaralayan hatta öldüren müessir fiildir.

 ج topluluğu, ر tekrarı, م enginliği ifade eder.

  1.  

جَاءَ

فَعَلَ

جيء

جَيْأَة yağmur sularının toplanıp biriktiği yerdir. Sonra ciyetsiz olarak gelmek anlamında kullanılır.   Suyun toplandığı çukur demektir. Gelmek manasına gelirأَتْوَة  kanaldan gelen sudur. Bir yönden gelmesi kastedilirse أَتَى kullanılır, yönü belirsizse جَاءَ  ile anlatılırج  cazibeyiي  kolaylığıء gücü ifade eder. أَتَى bir yönden gelmektir. جَاءَ ise her yönden ortaya çıkmak demektir.

  1.  

اخْرُجْ

اُفْعُلْ

خرج

خَرْج duvarın dışına sürülen harçtır. Sonra dışarı anlamı kazanmıştır. Mastar olarak dışarı çıkmak demektir. إِخْرَاج  ise çıkarmak, kusmak demektir. خ  çökmeyi, ر   tekrarı, ج  topluluğu ifade eder.

  1.  

رَبَّ

فَعْلَ

ربب

رَبْوَة  tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَة  denir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılır. Birden oluş “hilkat” ile buna karşılık evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilirربب  kökü de ربوden dönüşür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب  981رمي  9 defa geçer. Toplam 990 (2*32*5*11) ederر  tekrarıب  geçidi ifade eder.

  1.  

رَجُلٌ

فَعُلٌ

رجل

رِجْل ayak demektir. Kur’an da رجل 73, رهن 3 defa geçer. Toplam 76 (22*19) eder. ر tekrarı,  ج cazibeyi, ل belirlemeyi ifade eder.

  1.  

الرَّحِيمُ

الْفَعِيلُ

رحم

رَحِيم  Rahim, bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir. Kur’an’da رحم  339, لحي  1 defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder. ر  tekrarı, ح  hareketi, م  enginliği ifade eder.

  1.  

يَتَرَقَّبُ

يَتَفَعَّلُ

رقب

رِقَاب boyunlar demektir. Hayvanın boyundan bağlanması sebebiyle رَقَبَة bağlı anlamına gelir. Köle demektir. Kur’an’da 24 defa geçer.  ر tekrarı, ق kuvveti, ب geçişi ifade eder.

  1.  

يَسْعَى

يَفْعَلُ

سعي

سُعَاف el çatlamasıdır. Çalışırken elde meydana gelen izden dolayı çalışmak, çabalamak anlamı kazanmıştır. Uçları ağaçlara bağlanarak bezden yapılmış gölgeliktir. Kur’an da 30 defa geçer. س mekanda diziyi, ع üstünlüğü, ي kolaylığı ifade eder.

  1.  

أَصْبَحَ

أَفْعَلَ

صبح

صُبْح tan demektir. Kur’an’da 45, صبغ 3 defa geçer. Toplam 48 (24*3) eder. ص dayanıklılığı, ب geçidi, ح de hareketi ifade eder.

  1.  

يَسْتَصْرِخُ

يَسْتَفْعِلُ

صرخ

صَرْح kente hakim yüksek tepe demektir. صُرَاخ bu tepeden kent halkını uyarmak için yapılan çağrı demektir. Ezan ve minare benzeridir. Kur’an’da صرخ 5, صرع 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder. ص dayanıklılığı, ر tekrarı, خ çökmeyi ifade eder.

  1.  

ظَلَمْتُ

فَعَلْتُ

ظلم

ظَلْم sırasında çıkmayan diş. Bir şeyin yerine konmaması zulümdür. Her şeyin yerli yerine konması عَدْلdır. ظُلْم karaltı olup sonra karanlık anlamını kazanır. Nurun zıddıdır. Zulmetme bir şeyi uygun olamayan yere koyma demektir. Sel kalıntıları zulümdür. Kur’an’da ظلم  315, ظلل  ise 33 defa geçer. Toplam 348 (22*3*29) eder. ظ karanlığı, ل sınırlı olmayı, م maddeyi ifade eder.

  1.  

ظَهِيرًا

فَعِيلًا

ظهر

ظَهْر arka demektir. Batın karnın dıştan görünüşüne, zahir ise karnın arkasındaki kısma denir. Sonra batın iç manasına görünmeyen anlamına kullanılmaya başlanır. Buna karşılık zahir de görünen anlamında kullanılır. Kur’an’da ظهر 59, ظعن 1 defa toplam 60 (22*3*5) eder.  ظ karanlığı, ه görünmeyen değeri, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

عَدُوٌّ

فَعُولٌ

عدو

عُدْوَة vadinin bir yakası demektir. “İ’tida” kendi kendine düşmanlık yapmaktır. Sigara içmek gibi. Karşı yakadakilerden kinaye olarak düşmanlara عَدُوّ denir. “Teaddu” saldırmak demektir. عدو Kuran’da 105, عدد ise 57 defa geçer. Toplam 162 (2*34) eder. ع etkiyi, د çevreyi, و beraberliği ifade eder.

  1.  

الْغَفُورُ

الْفَعُولُ

غفر

غفر, حفر kelimesi ile akrabadır. Çukur açmaya hafr etmek, açılan çukurun toprağını yerine koymaya ise ğafr etmek demektir. حُفْرَة çukur, غُفْرَة çukurdan alınan topraktır. غُبَار kelimesiyle de akrabadır. “Hafere” kazımak demektir, “Kabere” kazılan çukura bir şeyi koyup kapatmak demektir, “Kefera” bir şeyin üstünü örtüp içinde ne olduğunu göstermemek demektir, “Gafere” ise içinde ne olduğunu bildiğimiz halde görünmemesini sağlamak demektir. Mağfiret etmek demek, suçu, günahı, hatayı kapatmak, cezasını vermemek, görmezlikten gelmek demektir. Afv ise suçu tamamen silmek, işlememiş hale getirmek demektir. İstiğfar istif’al babındandır. İstif’al babı, Türkçedeki “isteme” kelimesinin başa gelmesi gibi bir mana taşır. Allah’tan işlenen kusurların, günahların kapatılmasını, örtülmesini talep etmek anlamı taşır. Afv yerine mağfiretin gelmesi “hepten sil” yerine daha mütevazı bir talepte bulunmak anlamı taşır. غ değişmeyi, ف ayrılmadan kopmayı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

غَوِيٌّ

فَعِيلٌ

غوي

غَايَة kenar demek, غَيّ kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir. غَايَة sınır anlamındadır. Bir arazinin kenarındaki uçurum veya bataklık demektir. “İğva etmek” demek çukura atmak demektir. غ değişmeyi, و birleşmeyi, ي kolaylığı ifade eder.

  1.  

تَقْتُلَ

قَتَلْتَ

لِيَقْتُلُوا

تَفْعُلَ

فَعَلْتَ

لِيَفْعُلُوا

قتل

قِتْل çatışmada ilk karşılaştırılan kişilerden birine verilen addır. Sonra savaşmak ve adam öldürmek anlamında mastar olmuştur. ق dayanma gücünü, ت  mekânda diziyi yani sıralamayı, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

أَقْصَى

أَفْعَلِ

قصو

قُصْو uzak olmak demektir. Kur’an’da قصو 5, قصف 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder. ق kuvveti, ص dayanıklılığı, و beraberliği ifade eder.

  1.  

قَالَ

فَعَلَ

قول

قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

أَكُونَ

تَكُونَ

أَفْعُلَ

تَفْعُلَ

كون

كَوْن tepe demektir. بَيْنin karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder.  لَمْ يَكُنْ olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

الْمَلَأَ

الْفَعَلَ

ملء

مِلْء doldurulmuş çuval, مُلَّة  içi dolu kapatılmış torbaإِمْلَاء  içine koymak demektirإِمْلَال  tamamen doldurup çuvalın ağzını dikmek demektir. Bürokratlar ikiye ayrılırlar, yüksek bürokratlar var, bir de sıradan bürokratlar vardır. Yüksek bürokratlara مَلَأ denir; bakanlar, genel müdürler, generaller bunlardandır. Sıradan bürokratlar meleklerdir.  ملء Kur’an’da 25 defa geçerم enginliğiل  belirliliğiء gücü ifade eder.

  1.  

النَّاصِحِينَ

الْفَاعِلِينَ

نصح

نُصْح dikiş demektir. “Nasihat” bir işin oluşması için gerekli yolu göstermek veya yardım etmektir. Kur’an da نصح 13, نطح 1 defa geçer. Toplam 14 (2*7) eder. ن belirsizliği, ص dayanıklılığı, ح hareketi ifade eder.

  1.  

اسْتَنْصَرَ

اِسْتَفْعَلَ

نصر

نُصْرَة Bereketli yağmurla sulanmış toprak demektir. Lazım olarak fiil, bir yerin yağmurla sulanarak yeşermesidir. Sonra muteaddi olarak bir yeri sulayarak yeşertmek anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Yeşermiş bir yer susuz kaldığında kurumaya başlar. Su ile desteklemek onu yeşil tutmak demektir. Bir kimseye bir şeyden korunması için destek vermek nusret kelimesi ile anlatılır. عَوْن bir işte yardımdır, nasr ise korunmada yardımdır. “Velayet” askeri, “nusret” ise ikmal gücüdür. Kur’an’da 158 defa geçer. ن belirsizliği, ص dayanıklılığı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

أَنْعَمْتَ

أَفْعَلْتَ

نعم

أَنْعَام geviş getiren çift tırnaklı hayvanların ortak adıdır. Deve, sığır, koyun, keçi. Sonra نِعْمَة bütün yiyeceklerin adı olur.  Rahmet manevi iyilikler, nimet maddi iyilikleri ifade eder. ن belirsizliği, ع etkiyi, م enginliği ifade eder.

  1.  

نَفْسَ

نَفْسًا

فَعْلَ

فَعْلًا

نفس

نَفْس Dibağlamada kullanılan palamut, meşenin bir meyvesidir. Boyacılıkta da kullanıldığında eşyayı güzelleştirir, çürümekten ve paslanmaktan korur. Bu şekilde boyanmış veya dibağlanmış eşya veya deriye nefis yani kıymetli ve değerli bir eşya denir. Nefs, ruhun bir boyası, görüntüsü anlamında kişiliği ifade eder. Kimse anlamındadır. Ruh bedenle ilişkisini nefs ile kurar. Beden de ruh ile ilişkisini hayatla kurar. Kâinatta her şey çift yaratılmıştır. Çiftlerin birbirleri ile ilişki kurma özellikleri vardır. Ruhla beden arasındaki ilişkiyi de nefs kurar. Kur’an’da نفس 298 defa geçer. ن belirsizliği, ف kopmadan ayrılmayı, س mekanda diziyi ifade eder.

  1.  

خَائِفًا

فَاعِلًا

خوف

خَافَة korkulduğu zaman saklanmak için takınılan maske benzeri şeylerdir. خَوْف gelecek bir tehlikeyi önceden sezmektir, ondan kaçmaktır. خ çökmeyi, harap olmayı, و beraberliği, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

  1.  

الْمَفْعِلَةِ

الْمَفْعِلَةِ

دين

Dana inek yavrusuna denir. Anasına meme emmek için yaklaşması haline دَانَة denir. Yaklaşmak demektir veya borçlanmak demektir. دَيْن kelimesi دِين kelimesi ile aynı köktendir. Atomlarda da oksijen hidrojene elektron borçlanır borçlu ve alacaklı birbirlerinden ayrılmadıklarından su molekülü oluştururlar. Din/دِين, kişilerin birbirleriyle ayrılamaz şekilde borçlandıkları düzendir. Aynı zamanda borç ve alacak muhasebeye dayandığı için “din” hesap, muhasebe demektir. دِينَار kelimesi de دِين‘den gelir. Burada دِين düzen demektir. Allah’ın dinine girmek kişi olarak onun şeriatını kabul etmek demektir. Bunun hesabı ahirette görülür. Dinin dünyevi manası İslam düzeninde olan bir devletin vatandaşlığını kabul etme demektir. د çevreyi, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder.

 

***

İstanbul, Yenibosna; 09 OCAK 2021

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:

AYŞE AYDIN

Yazar REŞAT NURİ EROL

Ecz. TAYİBET ERZEN

Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR

 

 






Son Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4553 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3420 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3830 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3248 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3132 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3260 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6128 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4607 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3521 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3021 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3177 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4050 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3592 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3940 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4001 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4031 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3854 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 2907 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3718 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3093 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4466 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3344 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4495 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4281 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3629 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4250 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4594 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4175 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 3938 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 3849 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 3793 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4565 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3500 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 2996 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4638 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3663 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4457 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3203 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3058 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4490 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4922 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 3851 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3367 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 3814 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4030 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3548 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3601 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3654 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4029 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8441 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53


© 2024 - Akevler