Ebû Hanife’nin Siyasal Fıkhı ve Günümüzde Siyaset-4
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Ebû Hanife Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Hayatı Düzenleyen Bir Şûra Kurumunun/Meclis Olması Gerektiğini Savunmuştur
Ebû Hanife’ye göre, halife tüm Müslümanların ortak aklı (meşveret ve biat) ile seçilmeli ve yönetim tek bir ailenin veya grubun tekelinde olmamalıdır. Halife adil olduğu ve İslami emir ve hükümleri uyguladığı müddetçe hükmetmeye devam etmelidir, aksi takdirde halk biata sadık kalmayıp tiranlaşmış yöneticiyi azledebilme hakkına sahiptir.
Bir kimse veya zümrenin ya da ailenin, cebir ve baskı ile iktidarı ele geçirmesi meşru olmadığı gibi, Ebû Hanife’ye göre halife, görüş bildirme yetkisi ve ehliyetine sahip kişilerden oluşan bir danışma kurulunca seçim ile belirlenmelidir.
Cessas’ın “Benim ahdime zalimler nail olamazlar” (Kur’an; Bakara Suresi, 2/125) ayetini yorumlayış tarzı gereğince halife, vali, kadı ve diğer yöneticilerin de mutlak surette adil ve erdemli olması gerektiği, bu koşulları sağlamadığında emirlerinin hükümsüz olduğunu ve azledilebileceğini ifade etmiştir.
Nitekim önce hilafet tahtına oturup sonra kendi hilafetinin meşruiyetini ulemaya onaylatmak isteyen Ebû Cafer el-Mansur’a Ebû Hanife şöyle demiştir:
“Doğru yola ulaşmayı arzu eden öfkeden kaçınır. Vicdanına danışırsan göreceksin ki, bizi Allah için çağırmadın. Fakat utanmadan bize senin hoşuna gidecek ve halka da ulaşacak bir şeyler söyletmek için çağırdın. Doğrusu şu ki, fetva ehlinden iki kişinin bile ittifakı olmadan halife oldun. Oysa halifenin Müslümanların müşaveresi ve muvafakati sonucu seçilmesi gerekir. Biliyorsun, Ebu Bekir Yemenlilerin biati ulaşıncaya kadar, altı ay süreyle karar almaktan kaçınmıştır.”
Daha sonraları yaygın bir şekilde benimsenecek olan “ulu’l-emre her koşulda itaat şarttır” görüşünü kesinlikle reddetmiştir. Ona göre “zalim ve fasık bir kimse halife olursa onun halifeliği geçerli sayılmaz. Halkın da böyle bir halifeye itaat zorunluluğu yoktur. Emirleri geçerli değildir”. Dolayısı ile çıkardığı kanunlar da makbul sayılamaz.
Zira “Allah’a karşı bir günah söz konusu olunca, mahlûka itaat gerekmez”. Zulüm, yani adaletli olmama, Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur; çünkü Allah’ın koymuş olduğu ilahi kanunlara/kurallara uygun davranmamaktadır. Böyle bir kimse, bir de iktidara hukuk dışı yollarla gelmişse, ‘gaspçı’ olarak anılır ki, bu durumda meşruiyeti tamamen düşer.
Ebû Hanife Her Şart ve Koşul Altında Yargının Bağımsızlığından Yanadır
Ona göre yargının hükümlerini halife bile kabul etmeli, yargı üzerinde baskı kurmaya çalışmamalıdır. Zira adalet sadece böyle tesis edilebilir. Hukuk erbabının (fakihlerin) verilen hükümler lehine veya aleyhine konuşması yasaklanmamalıdır.
Ne var ki, çoğu zaman iktidarın şerrinden çekinen fakihler, halifenin veya ona bağlı kadıların verdiği kararları eleştirememişlerdir. Hatta halife tarafından atanan kadılar halifenin hoşuna gitmeyecek hükümler vermekten kaçınmışlardır.
Ebû Hanife, iktidar tarafından sıkı gözetim altında tutulduğu ve hayatının ciddi tehlike altında olduğu bir zamanda bile öğrencilerine şunu söylemekten kaçınmamıştır:
“Eğer halife kamu haklarını gasp suçunu işlemişse, en yetkili kadı onu şeriatın hükmüne boyun eğdirmelidir.”
Kendisine teklif edilen kadılık vazifesini ısrarla reddetmesinin altında yatan saik, halifeyi şeriata (hukuka) boyun eğdiremeyeceğini bilmesidir. Ebû Hanife’ye göre yargı bağımsız değildir; bundan dolayı eğer kadılık makamına gelirse halifenin baskısı ile onu istediği kararları çıkarmak zorunda kalacağının farkındadır. Yani Ebû Hanife hâlihazırda meşru görmediği bir halifenin meşru bulmadığı emirlerini onaylamak durumunda kalarak onun hukuksuzluklarına ve gasp suçuna ortak olmak zorunda kalmaktan korkmuştur. Böyle bir şey yaparsa Allah huzurunda sorumlu olacağını düşünmüştür.
(DEVAMI VAR)