Bizi Kur’an Nizamına götürecek olan Usul İlmi
Arapça dili ile ilgili ilimlerle Fen ilimleri ile ilgili ilimler Batı’ya Arapçadan aktarılmıştır. Bunlar Arapça ve tabiatla ilgili ilimlerdi. Aslında “Usul İlmi” de böyle bir ilimdir, Kur’an’ı anlamak için tedvin edilmiştir. Usulcüler şunu yaptılar. İlimler dil ile ifade edilenlerdir. İnsan dil ile ifade etmediği şeyleri de bilir. Birçok bilgilere sahiptir. Mesela, bahçesinde bir nar ağacı vardır. Onun adı vardır. Beyinde adı ile yerleşmiştir. Ama onun dallarını da bilir. Belki nar ağacına çıkarken hep bildiği dala basmaktadır ama ona bir ad verip beyninde yerleştirmemiştir. Bir şey cümle hâline geldikten sonra varlık olur, ilmin konusu olur. Çalışmalar Kur’an üzerinde yapılmıştır, hükümler dinî olarak çıkarılmıştır.
“Namaz” toplantıları yapmaktır, hayatı düzenler...
“Zekât” vergileri toplamaktır, ekonomiyi düzenler...
“Oruç” yasaklardan kaçınmaktır, sağlığımızı da düzenler...
“Hac” insanlık için büyük kurultaydır, Kur’an “haccun li’n-nâs” diyor...
Kur’an bunları Allah’ın şeriatı ve emri olarak yapmaktadır.
Kur’an’da insanların yararına olmayan hiçbir emir yoktur.
Emirlerin hepsinin insanlara ve topluluklara yararı vardır.
Fıkıhtaki diğer hükümler; almalar satmalar, evlenmeler boşanmalar, cezalar savaşlar da zaten hep şeriatın/hukukun konularıdır. Cemiyetlerin kanunlarında, ticaret kanunlarında, “toplantı yapma kuralları” yok mudur? “Namaz” işte o toplantı kurallarını öğretmekte, “ezan” da dâvet etmekte ve sonuç olarak Allah insanlara böylece her şeyi öğretmektedir.
Batılılar “Fıkıh Usulü İlmini” Müslümanlardan alabilirlerdi, kendi dillerini ve kendi kanunlarını bu kaidelere göre yorumlayabilirlerdi. Böyle yapsalardı Batı Hukuku bugünkü perişanlıkta olmazdı. Ama onlar bunu yapmadılar, yapamadılar. Bu konu ve bunun sebepleri derin, ayrı bir yazı konusu ama zaman zaman bu konuyu çalışmalarımızda değerlendirdik...
Bugün ne yapılmalıdır, bİzler ne yapmalıyız?
Türk dili üzerinde çalışmalar yaparak bir usul, bir yöntem, bir metot oluşturmalıyız; oluşturduktan sonra da bunu Batılılara ve bütün insanlığa öğretmeliyiz.
Bunu yapmazsak biz insanlığa tebliği götürememiş ve görevimizi yapmamış oluruz.
Bu usul/yöntem/metot her dile ve dine de uygulanabilir, ancak diğer insanlar bunu Müslümanlardan alamamışlardır, Müslümanlar da son dönemlerde maalesef unutmuşlardır.
Usul İlmi yeniden ele alınıp tedvin edilmeli ve bir de Usul Fakültesi kurulmalıdır.
Usul yalnız yeni bir sistem, yeni bir düzen, yeni bir uygarlık için değildir.
İnsanlığı aydınlatan büyük dinlerin de usule ihtiyacı vardır.
Usul İlmi bütün beşeriyeti kurtuluşa erdirecektir.
Üçüncü milenyumun/binyılın başlarında ve yeni bir çağın başlangıcındayız. Özellikle 20. yüzyılın yani vahşi kapitalizmin ve zalim komünizmin saldırıları dinleri derin uykularından uyandırmıştır ama henüz kendilerine gelmiş değildirler. Bütün dinlere zamanla hurafeler karışmış, bu hurafeler bu dinleri hem asıl kaynaklarından hem birbirlerinden uzaklaştırmıştır.
İnsanlığın yeniden Hak dine, İslâm/silm/barış dinine, İbrahim dinine dönmesi gerekir.
İnsanlık bunu yaparken çok önemli bir mesele var.
Hakkı bâtıldan nasıl ayıracağız?
İslâm’ın ana kaynaklarından Kur’an ve Sünnet elimizde vardır, değişmemiştir ama uygulamalarda son asırlarda hatalar yapılmış, din/düzen/sistem fonksiyonunu ifa edemez olmuştur; bundan dolayı temel kaynaklara dönerek Hakkı bâtıldan ayıracağız.
Müslümanlar bile son asırlarda maalesef İslam’dan uzaklaşmış, çareyi Batılılaşmada bulmuş, Kur’an’ı ve Kur’an nizamını terk etmişlerdir.
Bizi yeniden Kur’an’a ve Kur’an nizamına götürecek olan Usul İlmi olacaktır.
Bizi diğer dinlerle barıştıracak olan da yine bu Usul İlmi olacaktır.
Bu da Kur’an’ın çağımızdaki büyük mucizesi olacaktır.
Bu mucize gerçekleşecektir. Ve’s-SELAM…