Afganistan.. İslam, devlet, düzen.. Adil Düzen-4
Kaldığımız yerden devam…
“Buraya kadar yazdıklarım bugüne ait cevabımdır. Bundan yirmi küsur yıl önce de (aslında çok daha önce, mesela 1926’da Mısır’da) bu konular tartışılmıştır. Mısır’daki tartışmayı Mukayeseli İslâm Hukuku isimli kitabımın birinci cildinde özetlemiştim. Bu konu gündeme gelmiş, benimle yapılan bir röportaja verdiğim cevapta Kur’ân-ı Kerim’de devlet talebinin ve İslâmî devletin temel kavramlarının bulunduğunu açıklamıştım.
O röportaj hayli uzun, burada hem güncellemek, hem de özetlemek gerekecek, yine de köşe yazısı ölçeğine sığmayacağı için bir iki parçaya böleceğim:
Hocam Kur’ân’daki siyasi kavramlardan başlayalım isterseniz. Kur’ân’ın siyasete bakışı nedir? Kur’ân’ın bütününde siyaset ne kadar yer kaplamaktadır?
Bence Kur’ân-ı Kerim’de siyaseti kavram ve kurum olarak belirleyen ve çerçevesini bize veren anahtar kelime vardır. Bu kelimeleri, , topluma yönelik (bireye bırakılmamış ama yapılması gereken) emirler ve yasaklar olarak sıralayabiliriz. Bu kelime ve kavramların açılımı yapıldığında hemen hemen İslâm’ın siyaset teorisi ortaya çıkarılmış olur.
Tevhid
Allah’ın yaratıcı, ma’bûd, kâinata hâkim (kayyûm), hüküm koyucu ve hükmedici olarak bir, tek, eşsiz, ortaksız, benzersiz olduğu gerçeğidir. Diğer ilkeler bu tevhid ilkesinin açılımı sayılabilir.
Objektif bilgi ile Allah’ın verdiği sabit olan izin ve selâhiyet bulunmadıkça veya kullar meşru yollardan, sözleşmelerle razı olmadıkça hiçbir kimsenin diğeri üzerinde “hakimlik, sahiplik, üstünlük, yöneticilik” hakkı ve selâhiyeti yoktur. Bütün insanlar aynı unsurdan yaratılmışlardır, kulluk ve itâat yalnız Allah’adır.
İtâat
Allah’a, Hz. Muhammed(s.a.)’e ve ülü’l-emre itaat edilmesi gerektiğine dair emirler Kur’ân’da sıkça geçmektedir. Bu sıralama, aynı zamanda bir hiyerarşik sıralamadır. Aşağıdan yukarıya doğru bu hiyerarşiyi açmamız gerekirse: “Mahlûk kim olursa olsun Hâlik’a isyan noktasında ona itaat edilemez.” Ya da Yaratan ile yaratılanın emirleri yan yana geldiğinde, tercih mutlak olarak Yaratan’ın emirleri doğrultusunda yapılmalıdır. Bu noktadan değerlendirdiğimizde, ülü’l-emre itaatin şartı, onların emirlerinin Allah’ın emirleriyle mutabık olmasıdır. Resul’e itaat için de aynı şey geçerlidir. Fakat burada ayrı bir özellik vardır. Resul kavramının zımnında emir ve buyruklarının, tabii olarak Allah’ın emir ve buyruklarıyla mutabık ve muvafık olması zarureti vardır. Bu vasfın zımnen bulunmuş olması hasebiyle, ayrıca üzerinde durmamıza gerek kalmıyor. Çünkü yeryüzünde Peygamber’in hataya düşmesi ve günah işlemesi, örnek olacağı için, Allah tarafından engellenir. Şayet hata ve zelle olsa bu da yine ümmete bir örnek tatbikat olarak intikal etmez. Bu yüzden de Allah tarafından ikaz edilen beşer nev’i, peygamberlerdir. Bu itaat kavramı bize İslâm’ın siyaset teorisinde, siyasetin aşkın referansını veriyor; İslâm’da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum ilişkisi ve devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, yargı, denetleme, yürütme gibi bütün ilişki ve fonksiyonların bir ilâhî referansa bağlı olduğunu ve Allah’a itâat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceğini gösteriyor.
İtâat kavramı ile ileride açıklanacak hüküm ve mülk kavramları arasında bir içiçelik ilişkisi bulunduğuna da burada işaret etmek gerekir.”
(Kur’an’da (İslam’da) devlet, siyaset ve düzenle ilgili buyurucu ve dînî bir söylemin bulunmadığını, bu alanın beşeri düşünce ve düzenlemeye bırakıldığını iddia edenlere karşı en azından on kadar kelime ve kavramın bulunduğunu ifade etmiştik ve bunları açıklamaya çalışıyorduk.)
(DEVAMI VAR…)