‘Men yunecciykum min zulümati’l-berri ve’l-bahri’-2
Önceki ‘Berr ve bahrın zulümatından sizi kim inca eder?’ başlıklı yazımızın en sonunda ‘DEVAMI VAR’ demiştik; kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Bu yazılarımızda En’am Suresi 61-65’inci ayetler üzerinde yaptığımız çalışmalar esnasında derlediğim demetler sunuyordum; istifade edilmesi dua ve dileklerimle…
Yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, bu yazılarla aynı zamanda bir taraftan Süleyman Karagülle Hocamızı anmaya, diğer taraftan O’nunla başlattığımız ilmî ve amelî yani teorik ve pratik çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz…
En’am Suresi 63’üncü ayet ile hatırlatmalarımıza devam edelim…
Bu yazının Arapça başlığından da anlaşılacağı üzere, ayette “zulümat” kelimesi geçmekte. Peki, anlam olarak “zulümat” ne demektir? “Zaleme” alaca demektir. Bir şeyin olması gereken yerde olamaması demektir. Zulüm adaletin karşılığıdır.
Kâinat bir bütün olarak insan için zulümattır, çünkü onun ancak çok dar şartlarında yaşayabilmekteyiz. Biraz fazla soğuk veya biraz fazla sıcak bizi dondurur yahut yakar.
Kâinat genel olarak bizim için elverişli olmayan bir ortamdır ama kendisi kendi içinde düzen içindedir, gereksiz hiçbir şey yoktur, her şey yerli yerindedir. Bunun böyle olduğunu beyan etmesi için “zulümat” kelimesi burada kurallı çoğul gelmiştir.
“Zulümat” kelimesinin önündeki “MİN” harfi başlangıcı ifade eder. Marife üzerine gelirse onun bir parçasını ifade etmiş olur. Biz zulümatın bir parçasıyız. Kendi çabamızla o zulümattan nura ulaşmış oluruz. Zulümat da nur da insana göredir, izafidir. Bizim için aydınlıktır veya karanlıktır. Gerçekte ise her şey tam düzen içindedir.
Peki, “zulümatİ’l-berrİ ve’l-bahrİ” ne demektir?
“Berr” kara demektir. “Bahr” da deniz demektir. Geniş manada katı ve akışkan demektir. Bizim çevremiz katı ve akışkanlardan oluşur. Bizim onlara etkimiz farklıdır.
Burada “zulÜmat” kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü onlara kendi zulümatından zikrediliyor. Hepsi birden düzeni oluşturmaktadır. Berrin ayrı düzeni yoktur, bahrin ayrı düzeni yoktur; “zulumatu’l-berri ve zulumutu’l-bahri” denmemiştir.
Bu iki kelime burada marifedir, yani belirlidir, bu neyi ifade etmektedir?
Yeryüzünün berri ve bahri ifade edilmektedir. Cins isim olarak da anlaşılabilir. Güneşe biraz yakın olsaydık yanardık. Güneşten biraz uzakta olsaydık donardık. Dünya biraz çabuk dönseydi daha uykumuzu alamadan kalkmak zorunda olurduk. Allah bu şekilde bizi berr ve bahrın zulümatından tenciye etmektedir. Düşünsenize, Allah’tan başka bunu kim yapacaktı, O’ndan başka kimin gücü buna yeterdi?
Bir bütün olarak ayeti anlamıyla beraber tekrar hatırlayalım ve devam edelim…
“Kul; men yunecciykum min zulümati’l berri ve’l-bahri ted’unehu tedarruan ve hufyeten lein encânâ min hazihi lenekûnenne mine’i-şakiriyne / Kavl et: Bundan bizi inca edersen sana şükredenlerden olacağız diye tadarruan ve hufyeten O’na dua etmekte iken berrin ve bahrın zulumatından sizi kim inca eder?” (En’am, 63)
Ayetin sonunda geçen “Şakİr olmak” ne demektir?
Eğer size sağlanan imkânları aldığınız görevi ifade etmekte kullanırsanız şakir olursunuz. İnsan kendisine sağlanan imkânları kullanır ve kendisine yarar temin eder.
Allah öyle bir düzen oluşturmuş ki aynı zamanda doğanın da düzenine etki etmiş olur, insanlığın uygarlaşmasına da hizmet etmiş olur. Sen ciğerinde kanı temizlersin ama aynı zamanda doğaya karbondioksiti iade edersin. Bitki de oksijeni iade eder. Herkes görevini yaparken hem kendisi yararlanır hem de doğanın da dengesine hizmet etmiş olur.
“Şakir” kelimesi neden kurallı erkek çoğul getirilmiştir?
Çünkü görev tek başına yapılmaz, yapılamaz. Üretim topluca anlaşarak yapılır. İnsanlar doğadan yararlanarak yaşarlar. İnsanların hepsi ayrı ayrı doğadan yararlanırlar, ancak üretimi birlikte topluluk halinde yaparlar. Bizim elli yıl önce yazdığımız kitaplarda istihsalde mülkiyet istihlakte şuuiyyet ilkesini anlatmıştık, Kur’an da burada işte bunu anlatıyor.