Kanun, içtihat ve icma, kıyas ve fıkıh usulü - 2
Kaldığımız yerden devam ediyoruz; bu yazı önceki yazıyla birlikte okunmalıdır…
KANUN SİSTEMİ NİÇİN GEÇERLİ DEĞİLDİR?
a) Eskiden insanların hayatı basit ve sade idi, birbirine benziyordu, öğrendikleri ortak kurallarla yaşayabiliyorlardı. Bugün ise insanlar değişik hayat sürmektedirler. Kurallar o kadar çoktur ki, bir insanın bunların hepsini öğrenmesi mümkün değildir. Herkes kendisine ait kuralları öğrenmek zorundadır. Bu da kanun sistemini ortadan kaldırmıştır. Kanun yapanların beyinleri bunları tedvin etmeye yeterli değildir, mevcut kanunları okuma imkânları bile yoktur.
b) Diğer taraftan insanlar değişik yerlere yayılmış ve kendi şartlarına göre farklı yerleşme yerleri oluşturmuşlardır. Eskiden ise insanlar birkaç tür site içinde yaşıyorlardı. Ortaya konacak müşterek kurallar değişik toplulukları yaşatabiliyordu. Bugün ise her yer farklı yapıdadır ve bir yerde uygulanacak kurallar başka yerlere uymamaktadır. Artık yerinden yönetim esas alınıyor. Özel hukukta insanlar seçtikleri ekollere göre kurallar benimsemiş oluyorlar. Kamu hukukunda ise yerel yönetimlerin koydukları kurallarla her bucak ayrı kurallarla yönetilir olmaktadır. Merkezî kanunlar sistemi artık işe yaramaz olmuştur.
c) Gerek özel hukukla ilgili kanunlar, gerekse kamu hukuku ile ilgili mevzuat o kadar çoğalmıştır ki, mesleği kanun okumak olan avukat ve hâkimlerin mevcut mevzuatın sahifelerini çevirmeye bile ömürleri yetmez. Kanun mazeret değildir kuralı ile herkes kendi kendisini kandırıyor. Hukuk çıkmazdadır. Çelişki içindedir. İnsan yapamayacağı bir yük yüklenemez. Bugün insanlar bilemeyecekleri kanunları bilmek zorunda bırakılmaktadır. İslâmiyet içtihat sistemi ile yerinden yönetim sistemini getirmekle kalmamış, içtihatta çok önemli bir müessese koymuştur, o da “kıyas”tır; “şer’î kıyas”tır. İttifakla sabit olan örnek meseleler ortaya konup hayattaki tüm olaylar onlara kıyas edilir. Kanunlarda artık diğer meseleden bahsedilmez.
d) Kanunlar yapma kadar, ‘kanunları kimler yorumlasın sorunu’ vardır. Eskiden kanun yorumlamayan yetkili kişiler vardı. Dini liderler mukaddes kitapları yorumlardı. Kanunu yapan yorumlardı. Bu sistem de kendi içinde çelişki taşımaktadır. Yorumun yorumunu kim yapacaktır? Kur’an yeni bir sistem getirdi: Mevzuatı uygulayanlar yorumlayacaktır. Herkes kendi işinde içtihatlarını, sözleşmelerini, istişareli başkan kararlarını, hakemlerin kararlarını uygulayan olarak kişi kendisi yorumlayıp uygulayacaktır. Hâkim mevzuatı kendisi yorumlayıp uygulayacaktır. Kimse başkasının fetvası ile hareket edip sorumluluktan kurtulamaz. Uyguladıktan sonra bir mağduriyet doğarsa hakemlere gidilecek ve mağduriyet giderilecektir. Hakemler kararlarını alırken kendi içtihatlarına göre karar alacaklar. Bundan kanunun yorumlama yetkisinin hakemlere ait olduğu manası çıkmaz. Çünkü hakemler ancak geçmişte cereyan eden bir olay hakkında karar verirler. Karar sadece o olay içindir. Benzer olayları kapsamaz. Sadece davalı ve davacı varsa karar alınır ve sadece onları bağlar. Durumları benzer olanlara asla şamil olmaz. Diğer taraftan hakemler kendi yorumlarına göre karar alırlar, ama o kararları uygulayan kendileri değildirler. O kararları uygularken de yine uygulayanların içtihadına göre uygulama yapılır.
Görülüyor ki, beş bin yıllık tarım dönemi hukuku uygulamaları, sanayi devriminden sonra ve özellikle de çağımızda artık uygulanamaz hale gelmiştir. Peki, çözüm nedİr?
YENİ BİR HUKUK DÜZENİ ZORUNLUDUR
a) Kanun sistemi yerine içtihat ve icma sistemi olacaktır.
b) Merkezi kanun sistemi yerine, yerinden yönetimli istişareli başkanlık kararları yer alacak, mu kararlar hakemlerden oluşmuş yargı denetiminde olacaktır.
c) Kanunilik sistemi yani her şeyin kanunda yazılması yerine, örnek sorunların mevzuatla çözülmesi, kıyasla uygulamaların yapılması sistemi esastır.
d) Merkezi yorum sistemi yerine uygulamacının yorumu sistemi esas alınacaktır.
Bu sebepledir ki bugün insanların en çok muhtaç olduğu ilim “Fıkıh Usulü” ilmidir. Bu ilim yalnız Müslümanlarda vardır. Bu ilmin çağımızın ihtiyaçlarına göre yeniden ele alınması ve bütün insanlığın yararına sunulması gerekmektedir.