‘Vellezîne âmenû; iman etmiş olan kimseler’ - 2
Kur’an ayı Ramazan vesilesiyle KUR’AN NİZAMI üzerinde duruyoruz…
KUR’AN VE İLİM seminerleri çalışmalarımıza istinad ediyoruz…
Nisa Suresi 45. hafta, 122-125. ayetler söz konusu…
Kaldığımız yerden devam edelim…
Nisa Suresi 124’üncü ayetin başında “Ve men ya’mel mine’s-salihati / ve kim salihattan bir amel yaparsa…” denilmekte; bu önemli konuyu açıklamaya başlamıştık…
Herkes salİhattan amel etmelİdİr
Bakınız, burada “salihat” kelimesi hem kurallı müennes cemidir hem de harfi tarifle gelmiştir. Genel planlama olacaktır. Şeriat yani hukuk kuralları konacaktır. Orada ne yapılırsa salih amel olarak belirlenecektir. Kişiler onlardan birini kendilerine seçecek ve onu amel edeceklerdir. Bilgisayarlarda yarın yapılacak işler ücretleri ile yüklenmiş olacaktır. Akşamleyin yatsı namazından evvel herkes mescide geldiğinde bilgisayar görevlisine baktıracak ve kendisine uygun olan işlerden birini seçip yarın o işi yapacaktır. İşte, bunu yapan kişinin bilgisayarında yer alan işler salihattır. Kişi onlardan istediğini kendisi seçer ve yapar. Böylece hem makroda planlanmış olur hem de mikroda da müdahale edilmemiş olur.
Batı dünyasının faizli kapitalist sistemi ise salihat işlememekte, aksine her gün yeni moda ve model çıkartıp eski modeli attırmakta, böylece kendi sömürüsünü sürdürmeye devam etmektedir. Mesela, bilgisayarları veya telefonları ele alalım. Bilgisayarların hep en ilkel serisi yapılmaktadır. Biz durmadan eskisini atıyor, yenisini alıyoruz!
Bu ve buna benzer yapılanlar israftır ve ameli salih değildir.
İyi bakım yapıldığı zaman eski modeller de yeni modeller kadar önemlidir. Aksi halde yeryüzü hurdalık hâline gelmektedir. Moda anlayışı ve gösteriş yarışı insanları devamlı yeni modeller peşinde koşturmaktadır.
Konumuzu ilgilendiren bölümlerle devam ediyoruz…
Demek ki sâlihâttan amel edenler yani başkalarının yaptıklarını tamamlayanlar, plan ve projeye göre iş yapanlar, şeriatın yani hukukun içinde kalanlar, hem bu dünyada haseneye erişirler ve dünyevi ücreti istihkak ederler hem de ahirette de ücret alırlar.
Eğer bu dünyada ücretlerini almaz karşılığını ahirette isterlerse on misli ücret istihkak ederler. Bir kimse sizin hakkınızı yerse üzülmeyin veya hakkınızı dünyada alamadı iseniz üzülmeyin. Siz mü’min olarak ameli salihattan bir iş yaptı iseniz, ahirette bir kırıntı haksızlığa uğramadan hakkınız on misli ödenecektir. Ne kadar büyük inam sahibi bir Rabbimizin kuluyuz.
İşte onun içindir ki her gün kırk defa her namazda hamd ediyoruz.
“Ve ahsen dİnİ/düzenİ kİm kurabİlİr?” (Nisa 125)
“İhsan” “adl”in yani adaletin de üstünde bir iştir. “Adalet” demek herkese hakkını vermek demektir. “İhsan” ise adaletin de fevkinde olmak üzere insanlara iyilik etmektir. “İn’am” nimet vermektir. “İt’am” yedirmektir. “İhsan” ise iyilik yapmaktır. “İn’am, it’am, ikram” hep kişilere doğrudan doğruya verilenlerdir. “İhsan” ise; öyle bir şey yaparsın ki o herkes için iyi olur. Mesela yol yapmak ihsandır. “Adil Düzen” kurmak ihsandır.
“Din” ise “düzen” demektir. İnsanların birbirlerine borçlu ve alacaklı olmaları, ortak muhasebelerinin tutulmasıdır. Herkes aldığını ve verdiğini muhasibine bildirir, muhasipler onu bilgisayara geçerler. Böylece ortak borçlanma müessesesi yani kredileşme sistemi doğar.
Şimdi günümüzde bunu ‘karşılıksız kâğıt para’ yapmaktadır. Gelecekte bunu ‘kaydî para’ yapacaktır. Herkesin bir kredi limiti olacak, o limit artıp eksilecek, kredi içinde verilenler ve alınanlar yazılacak, böylece bir ‘ortak (ve ortaklık) muhasebe sistemi’ doğacaktır.
İşte bu dindir/düzendir/sistemdir. Ortak muhasebe sistemi sözleşmelere dayanır. Ama sözleşmelerin işlerliği muhasebe ile olacaktır. “Din/düzen” böylece oluşacaktır.
İşte bu dünya düzenini biz insanlar olarak “İHSAN” ile tesis ederiz.
İhsan ile tesis edilen bu düzene de biz “ADİL DÜZEN” diyoruz.
(DEVAMI VAR)