‘Akıntıya Karşı: Bir şehir kurmak’ ve Akevler - 2
Birinci yazımızın başında gerekçemiz var; o bölüm tekrar okunursa daha faydalı olur.
Bu yazı, zaman zaman bizim gibi sorunlara genel bir bakış açısından bakabilen ve yine bu sorunlara çözümler üreten nadir yazarlarımızdan birinin son yazısı vesilesiyle yazılıyor…
O yazar Mustafa Kutlu, yazı başlığı da şöyle; Akıntıya Karşı: Bir şehir kurmak…
Okuyalım…
“Bir önceki yazımızda (“Kovadis” başlıklı yazı) devrimin öncelikle zihinlerde gerçekleşeceğini belirterek; bu “zihnî devrim”in ilmî-fikrî yükünü ulema ile akademyaya yüklemiştik.
Sonra bir soru: Peki bize ne yapacağız?
Hocamız rahmetli Nurettin Topçu’nun son yazıları “harp” hakkında idi. O şöyle diyordu:
“Üçüncü Dünya Harbi birbirine düşman olan üç kıtanın harbi olacak.”
Ardından sömürgeci ABD ile Avrupa’nın tüm mazlum milletlere yaptığı zulümden bahsettikten sonra Çin’in bu zulmün çocuğu olduğunu belirtiyor ve 1973 yılında yani yarım asır önce şu tesbiti yapıyor:
“Üçüncü Dünya Harbi şüphesiz ki bu iki zalim kıtaya onlarınki kadar zulümle cevap verecek olan Çin’den çıkacaktır” (Hareket, Nisan 1973).
Hoca’ya göre “harp” dünyadaki kavgaların yarışmaların zorunlu toplamıdır. “O yarışmaların yarışmasıdır”. Bu belki de son yarışma olacak, insanlık “teknik” denilen canavarın esaretinden kurtulacak, demir devrinden toprak devrine geçecektir.
Peki, “Üçüncü Dünya Harbi” çıkmaz ise ne olacak?
Hoca yine “harp” fikrinde ısrar etmekte ve şöyle demektedir:
“İnsanlığın bu kurtuluş müjdesini üçüncü harp getirmez ise... (insanlık) çılgın hırsların kucağında mutlaka doğacak olan Dördüncü Dünya Harbi’ne sürüklenecek ve bu harp nihaî kurtuluş olacaktır.” (Hareket, Kasım 1972).
Rahmetli hocamızın “Son Dünya Harbi” görüşü ne zaman gerçekleşir bilemeyiz ama; biz burada hâlihâzırda “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap olmak üzere “Kalbİn Sesİ İle Toprağa Dönüş” (Dergâh Yay. 2020)’te “gönül erleri”nin kuracağı bir şehre işaret etmiştik. Bu “şehir” ütopik-romantik bir arzunun ürünü değil. Turistik amaçla kurulan bir sürü belde var ki onların yanında mütevazı kalır.
Ulema ve akademyamız “Ahlâk Nizamı”nın çerçevesini çizedursun (inşallah) biz halkın önüne bir teklif olarak bu “pilot” şehri koyabiliriz. Bu sebeple “Bir Şehir Kurmak” yazısının önemli bölümünü yeniden sunuyorum:
Gönül erleri bir araya gelse “Bir Şehir” kuramaz mı?
Tüm dünyaya “Evet! İşte bu” dedirtecek bir şehir, bir hayat tarzı, bir ahlâk nizamı.
Devlet buna karşı çıkmak yerine destek vermelidir.
Vermedi ama.
Rahmetli Turgut Cansever’in dört başı mamur projesi hayata geçirilemedi.
Oysa inancımıza uygun, medeniyetimizi temel alan bir şehir kurmanın planlarını resimlerine kadar çizmiş, hazırlamıştı.
Sadece bir boş arazi istemişti. Bilâücret senelerce bu şehri oluşturacak “Türk evi” üzerinde çalıştı.
O sadece bir ressam, neyzen, mimar, şehir plancısı, uluslararası şöhret değildi. Ellili yıllardan itibaren belediyelerde, devlette görev almış; danışmanlık yapmış tecrübeli bir hoca idi.
En önemli özelliği “bağımsız” oluşuydu.
Burada tanışıp-görüştüğüm hocanın meziyetlerini sayıp-dökecek değilim.
Şunu belirtmek isterim ki; bıraktığı düşünce-sanat ve mimari miras talebelerinin (ailesinin) elindedir. Onlar bayrağı devralabilir.” (DEVAMI VAR)