KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-1097/ADİL DÜZEN DERSLERİ-913 / 02 Ocak 2021
AKEVLER’İN İSLAM ANLAYIŞI
Üniversitede talebeyken Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın (1906 Kosova - 1982 Ankara) bir konuşmasına katıldım. Batıdan birisinin İslam’a bakışını özetledi ve ona cevap verdi. Batılı ilim adamı İslam âlemine bakmış, şöyle diyor: “İslam âleminde iki ekol var. Biri bin sene evvelki İslam anlayışından asla taviz vermeyen tutucu görüş sahipleridir. Bunlar günün meselelerini İslam anlayışı içinde çözmeye çalışmadıklarından herhangi başarı şansları yoktur. Bu zihniyetle onların İslamiyet’i yaşatmaları mümkün değildir. İkinci grup ise Batıyı benimsemiş ve İslamiyet’i Batı mantığına uyduran bir gruptur. Bunlarda kendi sorunlarını kendi düşünceleriyle değil, batının mantığıyla çözdüklerinden başarı şansları yoktur.” Kitabında böyle diyormuş. Enver Ziya Karal, buna karşılık Batılıların da sorunlarını çözemedikleri için Müslümanların akıbetine uğramaları mukadderdir demişti.
1960’larda Demokrat Parti’nin kapatılması sonucu Müslümanlar hayal kırıklığına uğramış ve yeni arayış içine girmişlerdi. İzmir’deki bir grup şöyle düşünüyordu; Müslümanlar Allahtan korkup Allaha sığınacaklarına CHP den korktular DP’ye sığındılar.
Bugünkü sonuç bu durumlardan dolayıdır.
Müslümanlar kimseden korkmazlar, Allah’a sığınırlar. Bu anlayış içinde faaliyete geçen gruplar sonunda Akevler’de birleşerek kendilerine yeni yol çizmişlerdir. Bu yolu Akevler’den başka benimseyen pek görülmez. Millî Görüşçüler ile cemaatler başlangıçta Akevler ile beraber olmuşlar ama sonra Akevler’den yollarını ayırmışlardır. Hala da ayrı istikamette yürüyorlar. Adil Düzen’i kabul eden veya Kur’an düzenini isteyen özellikle genç kardeşlerimizin bu konuyu iyi anlamaları gerekir. Biz diğerlerinden farklıyız. Daha üstünüz demiyoruz, daha güçlüyüz demiyoruz, daha bilgiliyiz demiyoruz, sadece farklıyız diyoruz. Bu farkları bu makalelerimde anlatmak istiyorum.
Bu farklılığımızı bütün cemaatler bilirler ve bundan dolayı da bizden uzakta dururlar. Bizimle beraber olmazlar ama bize karşı da olamazlar. Çünkü başka çözümleri yoktur. Aşağıda sayılan dört farklılık şunlardır.
Onlar yalnız Sünni Müslümanların cennete gideceklerine inanırlar. Onlara göre gerçek Müslüman olanlar da yalnız kendi mezheplerinde olanlardır. Hatta kendi tarikatlarında ve meşreplerinde olmayanlar bile cennetlik olamazlar. Biz ise iyi olan her insan cennete gider deriz. Hindistan’da ineği veya eski Türklerde kurdu kutsayan bir kimse buna samimiyetle inanıyor ve iyi insan olmaya çalışıyorsa bu da cennete gider. Çünkü onun samimi kanaati öyledir. Bundan dolayı Akevler dışlanır. Tartışmaya girişmeden görüşleri tehlikelidir, onlardan uzak durun, denilir. Sizlerden bir kısmı da bunu kabul ediyor ve uzak duruyor. Biz deriz ki tartışalım, size akıl verenler de gelsinler, bizleri ikna etsinler, derhal tövbe ederiz. Ama bizi Kur’an’dan getireceğiniz delillerinizle ikna etmeniz gerekir.
Onlar 4 delili (kitap, sünnet, icma ve kıyas) kabul ederler. Ancak bu delillerin hepsi artık bize değil, onlara göre bin sene evvelki müçtehitlere delil olur. Onlar her şeyi çözerler, bize düşen onlara uymaktan ibarettir derler. Yeni içtihatlara ve yeniden anlamaya gerek duyulmaz. Biz ise onların yaptıklarının tersine günümüzdeki kendi sorunlarımızı 4 delile dayanarak çözmemiz gerekir deriz. Bizim yapacağımız iş bizim sorunlarımızı 4 delille çözmektir. 4 delili onlardan öğreniriz ama onların sorunlarını değil bizim kendi sorunlarımızı çözeriz. Tutucular onların sorunlarını çözmeye çalışıyorlar ve bizim bin sene önceki hayata dönmemizi istiyorlar. Ya da o delilleri de bırakarak günün modasıyla sorunları çözerler. Bizden ayrılan gençlere söylüyorum; düşününüz, eğer onlar haklıysa bizden ayrılabilirsiniz, onlar haklı değil de biz haklıysak, onlardan ayrılmanız gerekir. Herkesi ve bu arada bizleri de dinleyiniz, seminerlerimize katılınız. Bugünkü Müslümanlar bizim ortaya koyduğumuz Adil Düzen’e karşı çıkamıyorlar. Bugünkü durumlarına onun sayesinde gelindiğini de biliyorlar ama yine de bizimle olmuyorlar. Çünkü onlar ya tutucular ya da çıkarcılarla beraberdirler. “Mużebżebîne beyne żâlike lâ ilâ hâulâ-i velâ ilâ hâulâ-/(i)(c) vemen yudlili(A)llâhu felen tecide lehu sebîlâ(n)” (Nisa, 4/143)
Onlar Batının müspet ilimlerini ya reddederler ya da onların teorilerini Kur’an’ın üstünde tutarlar. Reddedenler Allah’ın insanlara bahşettiği müspet ilimden mahrum olurlar, teslim olanlar ise Kur’an’ın öğrettiği Allah’ın şeriatını reddederler. Biz Akevler olarak, Kur’an’ı ve müspet ilimleri eşit derecede delil kabul ederiz. Müspet ilimler gözlerimizle Allah’ın yaptıklarını bize öğretir, Kur’an da Allah’ın var ettiği kâinattan bizim nasıl yararlanacağımızı öğretir. İkisi de Allah’ın bize sunduğu nimetlerdir. Onlar arasında çelişki olmaz, olamaz. Çelişki bizim onları tam olarak kavrayamadığımızdan doğar. Eğer akılla nakil arasında çelişki olursa o zaman biz anlayamadık deriz, anlamaya çalışırız, anlayıncaya kadar da uygulamayı erteleriz. Bu kuralı bize Kur’an öğretir. Genç Kur’an çalışanları kardeşlerime tekrar hatırlatırım; yanlış mı düşünüyoruz? Tartışalım ya bizi doğru yola koyunuz ya da bizimle tartışınız ve kendinizi doğru yola koyunuz.
Onlara göre Kur’an 1400 sene evvel inmiş, Kur’an’daki bütün bilgileri Peygamber öğrenmiş, arkadaşlarına öğretmiş, eksik bir şey bırakmamıştır. Bizim yeniden Kur’an’ı anlamamıza gerek yok derler. Meallere “habibi Muhammed” gibi sözler eklerler. Kur’an sadece O’na inmiş, O’na emredilmiştir. Biz de yararlanabiliriz ama Allah bize hitap etmez derler. Biz ise Kur’an Allah’ın sözüdür, başlangıçta Allah Cebrail’e öğretmiş, Cebrail Muhammed’e öğretmiştir, Muhammed de arkadaşlarına öğreterek nesilden nesile geçmiştir. Kur’an sadece Cebrail’in, Muhammed’in, sahabelerin ve ondan sonra gelenlerin kitabı değildir. Kur’an Allah’ın kitabıdır. Allah bu kitap ile hepimizi muhatap tutar. Allah bugün vardır, sağ ve sağlamdır, her an bizimle beraberdir, Kur’an’ın manasını bize şimdi öğretir. Kur’an canlıdır yani bir şey sorarsan cevap verir. Geçmiş olayları hikâye eden masal değildir. Nasıl Cebrail Peygambere öğretmişse, biz de Kur’an’ı bizden öncekilerden öğrenmiş oluruz. Ancak Cebrail sadece aracıdır, Kur’an’ın söylediklerini yapmakla o mükellef değildir. Bizden öncekilerin bize öğrettikleri ile Kur’an’ı öğrenmemiz gerekir. Ama biz bizim anladığımız manasıyla onu uygulamak zorundayız. İslam’ın icma ve içtihadı budur. Dolayısıyla Akevler akli ve nakli delilleri kendi atalarından öğrenir ama o delilleri değerlendirmenin bugün bize ait olduğunu da kabul eder. Kendimiz içtihat yaparız, kendimiz uygularız. Usulde onlara tabi oluruz ama füruda biz kendi içtihatlarımızla hareket ederiz. ‘Bunlar içtihatçı’ diye bizim aleyhimizde büyük saldırılara geçerler, başta Necip Fazıl Kısakürek kalem kılıcını sallamıştır. Şimdi siz Kur’an’ın yeni şakirtlerini aynı baskı ve dalalet içine koymaya çalışırlar. Bu yazılarımla -tabidir ki okursanız- sizleri uyarmak isterim. Ben yanlış mı söylüyorum? Tartışalım... Ama siz kulaklarınızı tıkarsanız, dilsiz, sağır, kör olursanız, her söze kulak vermezseniz, sorumlu olursunuz diyorum. Bu konuyu da tartışabiliriz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: Reşat N. Erol, Süleyman Akdemir