Reform, yeni reformlar, yeni uygarlık ve … - 8
“Reform, ıslahat” denilir de, Osmanlı düşünce adamı ve sadrazam(başbakan)larından Said Halim Paşa’yı (1864-1921) hatırlamamak olur mu? Olmaz! “Taassub, Meşrutiyet, Buhran-ı İçtimaimiz, Buhran-ı Siyasimiz, Buhran-ı Fikrimiz, Mukallidlerimiz, İnhitat-ı İslam” gibi eserleri olan paşanın, “İslamlaşmak” adındaki eserinde, konumuzla ilgili ilginç fikirleri var:
“Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir adam, kabul etmiş olduğu dinin esas prensiplerine göre hissetmedikçe ona göre düşünüp ona göre hareket etmedikçe, yani İslâm’ın ahlakiyyatına, içtimaiyyatına, siyasiyyatına tamamıyla kendini uydurmadıkça yalnız Müslümanlığını itiraf etmekle bir şey kazanamaz, hiçbir saadet de elde edemez.
Osmanlılar Avrupa ile temaslarında, evvelce düşmüş bulundukları uyuşukluklarından silkinip uyanmak istediler. Ancak mazideki azametlerini vücuda getiren kuvvetin İslam olduğunu unutarak, o mazinin Garp’tan geleceğini zannettiler. Selameti, önce bulmuş oldukları tarafta, yani İslam ahlak, içtimaiyyat ve siyasiyyatında arayacakları yerde Garbınkilerde bulacaklarını sandılar. İdare edenlerimiz şuna kani oldular ki, şimdiki düşüşten yükselmek, bu suretle memleketi izmihlalden kurtarmak için başvurulacak tek çare, Garp kavimlerini taklit etmekten, diğer bir tabirle onların bütün prensiplerini, bütün telakkilerini kabul ederek, kendimizinkileri unutmaktan ibarettir. Hâlbuki bizim bütün müesseselerimiz, İslami prensiplerimiz ile İslami telakkilerimizden doğmuş olduğundan bunların yerine Garp telakki ve prensipleri üzerine kurulmuş yeni bir takım müesseseler ikame edebilmek için eskilerin inhitat haline düşmüş bulunmasından istifade ettiler. Demek oluyor ki, müesseselerin ıslahı yahut ta’dili cihetine gidilmedi de, yeniden vücuda getirilmesi, icad edilmesi tercih olundu. İşte bu suretledir ki, Şeriat kürsileri ve medreseleri, yani ikisi de birçok asırlar yaşamış Saltanat-ı Osmaniye’nin azamet ve şevketini temin etmiş olan adalet mahkemeleri ile ilim ve maarif müesseselerini ıslah çarelerini arayacak yerde, bu zavallıları bulundukları elim vaziyyet içinde bırakıverdiler. Ancak, kendisini idare edenlerden daha akıllı, daha kadirşinas olan halkın bağlı bulunduğu bu müesseseleri sırf o rabıtadan çekindikleri için büsbütün kaldıramadılar da onların yanı başına yepyeni tarzda mahkemeler, mektepler ikame ettiler ki, Fransız mahkemeleri ile Fransız mekteplerinden basmakalıp alınmış olmasından dolayı çevre ile asla münasebeti yoktu. Memleketimize bizzat Fransız kadar yabancı idi. Son asır zarfında bu kabilden vücuda getirilmek istenen bütün yenilikleri burada saymak lüzumsuz bir külfettir. Yalnız şu kadarını söyleyelim ki bunların hepsinin üzerinde, bizim telakkilerimize, bizim prensiplerimize karşı derin bir husumet ruhunun tezahürleri kendini göstermiş bulunuyordu.
İşte teceddüt denilen bu yenilikler, asırlardan beri teessüs etmiş akideleri, fikirleri, telakkileri, an’aneleri, hissiyatı ve ahlakı harap etmekten, sözün kısası, memleketi her gün, bu şekilde meş’um eserlerini gördüğümüz, tam bir manevi anarşiye sürüklemekten başka bir şeye yaramadı. Batı medeniyetinin tesiriyle meydana gelip zamanımızda ‘Osmanlı rönesansı; İntibah-ı Osmani’ ünvanıyla tavsif edilmekte olan bu ikinci ‘İslam’dan uzaklaşmak’ gerçekte öyle nev’i şahsına münhasır bir ihtilal devresidir ki, bizzat memleket kendisini idare edenlerin ifratlarına, evham ve hayallerine istinad eden tasavvurlarına karşı sürekli savaşarak onları itidale, hikmet ve basirete davet etmektedir.
Vakıa hiç benzeri görülmeyen bu gayr-i tabiilik hangi mahiyette olursa olsun, her ihtilal devresinin mutlaka doğuracağı tepkiyi şimdiye kadar geciktirmeyi başarmışsa da, bunu ilelebed men edemeyecektir. Çare yok, bir gün gelecektir ki, İslami gerçekler, Müslümanlığa karşı gelen dalaletlere bir defa daha galebe çalacak da, hükümdarı, yeryüzündeki Müslümanların halifesi bulunan bu memleket bir kere daha İslam milletlerinin başına geçerek, onları saadet diyarına doğru sevk edecektir.”
Said Halim Paşa’mız bu düşüncelerinde yalnız değil, şair de aynı görüşü dile getiriyor:
“Bir gün olur doğar elbet şems-i hakikat / Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?”
“Said Halim Paşa ve ‘İslamlaşmak’” başlıklı yazısı (Yeni Şafak, 29 Kasım 2020) ile bunları hatırlamamıza vesile olan Dursun Gürlek’e teşekkürler…