Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020
3185 Okunma, 2 Yorum

ŞUARA SÛRESİ- 2. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10) قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ (11) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ (12) وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ (13) وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ (14) قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ (15) فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16) أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17) قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18) وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19) قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20) فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21) وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22)

 

NOT: Küçük harflerle yazılmış sözlük kısmını seminerde okumanıza gerek yoktur. İsteyenler sonra okurlar. Çoğu tekrardır. Bazı ayetlerin altına sözlük kısmını eklemedik, sebebi, önceki ayetlerde aynı kelimeler geçtiği içindir.

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ

Va EiÜ NAvDAy RabBuKa (Va EiÜ FavGaLa FaGLuKa)

 “Ve hani Rabbin nida etmişti”

نَدْوَةhalkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاءdenmiştir. Daha sonra çağırma fiilinin mastarı olmuştur. Kuranda ندو53,ندم7 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.  

ن  belirsizliği, دçevreyi, وbirliği ifade eder.

قَالَ لَهُ, نَادَاهُ, دَعَاهُ birbirine yakın ifadelerdir. قَالَ‘de teklif ve icap vardır. Nida ve duada ise tek taraflı istek vardır. Muhatabın kabul veya reddi ile alakalı değildir. Nida eşit kimselerin birbirine seslenmesidir (birbirini davet etmesidir). Dua ise asttın üstten isteğidir. Emir ise üsttün asttan isteğidir.

رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَةdenir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılmıştır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. رببkökü de ربو’den dönüşmüştür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب981, رمي9 defa geçmektedir. Toplam 990 (2*32*5*11) eder.

رtekrarı, بgeçidi ifade eder.

Bu surenin ilk bölümünde peygamberlerin oluşturduğu uygarlıkların sonuncusu olan Kur’an uygarlığını anlatmıştır. Son iki ayetle sure 8 bölüme ayrılmıştır. Şimdi bu seminerde Kur’an uygarlığından sonra ikinci uygarlık olan Tevrat uygarlığı anlatılacaktır.

Bugün yeryüzüne inmiş ilahi kitaplardan Furkan olan yani hükümleri içeren iki kitap vardır; Tevrat ve Kur’an. Tevrat, Kuran’ın nazil olmasından önceki uygarlık uygulamasıdır. Mühendislikte yeni bir şey yapılacaksa, proje yapılırken, proje yapılmadan evvel usta işi uygulama yapılır. Bu uygulama başarılı olunca projesi kesinleştirilir. Proje kesinleşince bir örnek uygulama yapılır. Proje ve örnek uygulama imalathanelere verilir ondan sonra seri üretime geçilir. Tevrat, Kur’an gelmeden evvelki proje uygulamasıdır.

Sünnet projenin örnek uygulamasıdır.

Peygamberlere dayalı uygarlıklar birinci Kur’an uygarlığı ile tamamlanmış olur.

Bu sure peygamberler uygulamasının bütününü anlatan bir suredir. Tevrat ikinci derecede rol oynar. Burada bu sıralamaya uyulur.

Tevrat uygarlığı önceki surelerde anlatılırken وَإِذْ‘ler ile anlatılır. Burada hazflar yapılarak Tevrat uygarlığına atıflar yapılır. إِذْ ile Bakara Suresi’nde ve diğer surelerde anlatılan Tevrat uygarlığı hatırlatılmış olur. وَile başka surelere atıf yapılmasa da إِذْ ile başka sureler hatırlatılmış olur. “Bunlar mübin ayetlerin kitabıdır” cümlesine atfedilir.

Musa Peygamber Medyen şehrinden ayrılınca bir ateş görür, oraya varınca da Allah Musa’ya hitap eder. O andan itibaren Musa’nın kıssası anlatılmaya başlanır.

“Rabbin nida etti” diyor. “Rab” terbiye eden yani uygarlaştıran demektir. Uygarlıklar birbirlerine eklenerek insanlık bugünkü haline yani bugünkü seviyesine gelmiştir.

مُوسَى

MuvSAy (MuFGaLa)

“Musa”

أُسَاْوَةyaralılara sürülen merhemdir. Tedavi etme anlamını kazanmıştır. Sonraları örnek alınacak insanlara أُسْوَة denmiştir. Kur’an’da ءسو3, ءسف5 defa geçmektedir. Toplam 8 (23) eder.

ءgücü, سmekânda diziyi, فkopmadan ayrılmayı,  وbağlantıyıifade eder.

مُوسَى kelimesi أُسْوَة’den türetilmiş bir kelimedir. مُوسَى kelime olarak أُسْوَة (örnek) kılınan manasındadır yani örnek olarak yetiştirilmiştir.

Musa Peygamber’in hayatında dönemler vardır. Birinci dönem kendisinin yetişme dönemidir. İkinci dönem Mısır’daki tebliğ dönemidir. Üçüncü dönem çöldeki İsrail oğullarını yetiştirme dönemidir.

Bu surede ikinci dönem anlatılır. Uygarlaşmanın oluştuğu zamana denk düşer. Musa’nın kıssası ile birlikte aynı zamanda Mısır uygarlığı da anlatılmış olur.

Bugün yaşanılan dönem Musa Peygamber’in ikinci dönemine benzer.

أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10)

EaNi iETiy eLQaVMa elJAvLiMİyNa (EaNi eLFAvGiLiyNa eLFaGLa iFGiL(

“Zalim olan kavme ityan et diye”

أَتِيّçardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder.

أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَىya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاءise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءتي549, ءزفise 3 defa geçer. Toplam 552 (23*3*23) eder.

ءgücü, تoluşu, يise kolaylığı ifade eder.

قَائِمَةHayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِمayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamayacak anlamındadır.ق dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder.

ظُلْمkaraltı demektir. Sonra karanlık anlamına gelmiştir. Nurun zıttıdır. Zulmetmek bir şeyi uygun olamayan yere koymak demektir. Sel kalıntıları zulümdür. Kur’an’da ظلم 315, ظلل ise 33 defa geçmektedir. Toplam 348 (22*87) eder.

“Firavuna var” demiyor da “zalim kavme/Firavunun kavmine var” diyor. Yani zulmeden Firavun değildir, kavim zalimdir ve zulmediyor demektir.

Bugün de aktörler değil sistem zulmetmektedir. Kişiler değil düzen zalimdir. Bundan dolayı kişileri kötülemek, olanları onların suçu kabul etmek yanlıştır. Kişilerin değişmesi ile düzen değişmedikçe zulüm ortadan kalkmaz. Bunun en açık örneği Ak Parti’dir. Ak Parti büyük cihatla iktidar olmuştur. Belli bir zamana kadar kendisi zulüm yapmamış ama zulmedenleri de durduramamıştır. Zulmedenler zulümlerine devam etmişler, kendisi de iyi işler yapmakla geçici olarak büyük başarılar sağlamıştır. Sonunda kendisi de zulmetmeye başlamıştır. Bu Ak Partililerin sonradan bozulduğu anlamına gelmez. Düzen onları zulüm yapmaya zorlar.

Mısır uygarlığı ulus uygarlığıdır. Mezopotamya uygarlığı da ulus uygarlığıdır. Mezopotamya uygarlığı sitelerin birleşmesinden meydana gelmiş bir uygarlıktır yani yerinden yönetim uygarlığıdır. Mısır uygarlığı ise merkezi uygarlıktır. Merkezi uygarlıklarda merkezde bir kadro oluşturulur. Bu kadro birisini büyütür, onu güçlü yapar ve gösterir, sonra o kadro zulüm yapar ama bu zulmü başkanlara fatura ederler.

Bugün de Türkiye’de olan budur. Zulmün sahipleri dünyada ve Türkiye’de zulüm yaparlar ama fatura partilere ve başkanlara kesilir.

Musa Peygamberin yüklendiği görevi bugün Adil Düzen çalışanları yüklenmiştir. Bunlar Kur’an seminerlerini yapmakta, kooperatifler kurup onun içinde Kur’an’ın çağımızda yaptığı hitapları almaya çalışmaktadırlar. Bu sureye göre görevlerini Musa’ya benzer şekilde yapma durumundadırlar. Bu konuyu ve bu hususu iyi bilmeleri gerekir. Suçlu olan insanlar değil düzendir ve bu düzeni yaşatmaya çalışanlar suçludur. Bu düzeni değiştirmeye çalışanlar ise görevlilerdir.

 

YORUM

Adil Düzen çalışanlarının, bu semineri takip edenlerin görevleri partileri, yöneticileri, zulmedenleri uyarmak yerine zalim olan kavmin kendisine gitmeleridir. Zalim olan kavmi uyarmalıdırlar. Bunun için önce Adil Düzen’in öğrenilmesi gerekir. Akevler ve Millî Görüş 50 sene önce Adil Düzen’i öğrenmek için yola çıkmış, Kur’an’ı uygulayarak anlamaya çalışmıştır. Başlangıçta Bir kısım Risale-i nur şakirtleri ve Millî Görüşçüler bu çalışmaya katılmışlardır.

MSP 1973’de iktidara ortak olunca, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a “Biz henüz hazır değiliz, uygulama yapmayalım” demişimdir. “Kendimizi göstermek için ve halkımıza ehliyetimizi kanıtlamak için bu düzende uygulama yapmamız lazım” cevabını vermiştir. Sonra kısmen başarılar elde edilip işler çıkmaza girince Erbakan, “Bu yaptıklarımız Adil Düzen’in kokusudur, asıl uygulamayı bundan sonra yapacağız” demek zorunda kalmıştır. Son dönemlerinde kendisiyle gençlerden oluşan kadrolarla Adil Düzen partisini kurmaya karar vermişsek de ömrü vefa etmemiş, kuramamışızdır.

Şimdi bizim yapacağımız şey, 100 lojmanlı işyeri semt apartmanı proje ve uygulamamızı örnek göstererek Kur’an düzenini insanlığa anlatmaktan ibarettir. Musa Peygamber de Firavuna ‘Sen in, ben çıkayım’ dememiş, ‘İsrail oğullarını ver ben gideyim’ demiştir. Yani biz kimseden bir şey istemiyoruz, bizi serbest bıraksınlar, kendi semtlerimizi oluşturalım, kendimiz istediğimiz gibi yaşayalım, onlar da istedikleri gibi yaşasınlar.

Kâfirûn Suresi’nde ‘sizin düzeniniz sizin benim düzenim benim’ olsun deniyor.

Bizi serbest bırakmazlar. Bizim kendi istediğimiz gibi yaşamamıza izin vermezler. Akevler’e yapılmakta olan zulüm bunun örneğidir. Yüz milyon dolarlık İzmir’deki Akkent arazisi sırf Adil Düzen sistemiyle oluştuğu için o dönemki yönetim elimizden almıştır ve hala da geri vermemiştir. Ama Lozan’da takas yoluyla azınlıklardan alınan bir kısım vakıfları Ak Parti onlara iade etmiştir. Bizim Kooperatifimize ait tapulu arazimiz Ak Parti döneminde de hala bize verilmemiştir. Biz bütün bu engellemelere sabrederiz, direniriz ve sonunda başarıya ulaşırız. Musa Peygamber nasıl Firavunu yendiyse, biz de bugünkü Firavun olan tekel Sermaye’yi yener ve başarılı oluruz inşallah.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve hani yetiştiricin Musa’ya ‘Ezen ulusa var’ diye seslenmişti.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve hani Rabbin Musa’ya, zalim kavme ityan et diye nida etmişti.”

 

Va EiÜ NavDAy RabBaKa MuvSAy EaNi iETiy eLQaVMa elJAvLiMİyNa

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ(10)

 

***

 

قَوْمَ فِرْعَوْنَ

QaVMe FiRGaVNa (FaGLa FiGLaNa(

“Firavunun kavmine”

Bundan önceki ayette marifeli olarak zalim kavme git denilmiştir. Bunun Mısır halkı olduğu marifeli olmasından anlaşılır. Bir kez daha Firavunun kavmine diyerek bilinen zalim kavmin özelliklerini yani Firavunla zulüm yapan kavim diye söyler. Yani o zalim kavim zulmü firavun eliyle yapar. Onun için “firavunun kavmi” denilir.

Topluluk bir şey yapmak istediği zaman insanlar bir başkanın çevresinde organize olurlar, o işi kim en iyi başaracaksa onun etrafında toplanırlar.

Fevzi Çakmak Amasya’da Kazım Karabekir ile buluşur. Karabekir, “Mustafa Kemal’i lider yapıyoruz, haris bir adamdır, iktidar olunca bizi yok eder.” deyince Çakmak, “Vatan kurtulsun da gerisinin önemi yok” diye cevap verir. Mustafa Kemal’i sevdikleri için değil, bu işi ancak onun başaracağını bildikleri için onun etrafında toplanırlar. Prof. Erbakan’ın lider olması da bunun gibidir. Bundan şunu öğreniyoruz ki zulüm kadrosunda yer alanlar veya inkılaplarda baş çekenler bunları en iyi başaranlardır. Suçlu olup olmamaları tamamen kendilerine aittir. Onun için biz kimseyi suçlamayız beraat da ettirmeyiz. Yaptığı iş iyi ise destekler, kötü ise desteklemeyiz. Biz yapanlara değil, yapılanlara bakarız.

أَلَا يَتَّقُونَ (11)

EaLAv YatTaQUvNa (EaLAv YaFTaGiLUvNa)

“İttika etmeyecekler mi?"

وِقَاء sandık gibi katı çevreli kaptır. VGY ise torba benzeri yumuşak çevreli kaptır. Yollarda ve yaylalarda taşlardan örülmüş yapılar, kulübeler vardır. Vahşi havanlardan, fırtınalardan korunmak için yapılır. وَقِيّkelimesi فَعِيل vezn üzerine koruyan veya korunan anlamındadır.

و beraberliği, ق dayanma kuvvetini, ي kolaylığı gösterir.

أَلَاArapçada uyarı yapılacağı zaman kullanılır ama bu أَلَا تَتَّقُونَolarak geldiği zaman “İttika etmeyecek misiniz? “İttika ediniz” şeklinde uyarı anlamı verilir. O zaman bu ifade “Böyle söyle” şeklinde anlaşılır. Burada ise sen onların ittika edip etmeyeceklerini öğren anlamına gelir. Bunu sorarak da öğrenebilir bir öneride bulunup onların yapıp yapmadıklarını deneyerek de öğrenebilir. Türkçede ‘Sen git bu konuda onları yokla’ tabiri vardır, bu da onu ifade eder.

Kur’an, Firavunun Musa’nın önerilerini kabul edip etmeyeceği hususunda bilgi vermez. Biz de tebliğ yaparken kabul ederler varsayımı ile hareket ederiz. Genellikle kabul etmezler.

 

YORUM

Musa Peygamber yeni bir kavim oluşturmak üzere yetiştirilmiştir. Bu kavim uygarlıkları kuracak kavimdir. Uygarlıkları kurabilecek seviyeye ulaşabilmesi için kendisinin eğitilmesi gerekir.

Mezopotamya ve Mısır uygarlığı olmak üzere iki çeşit uygarlık vardır. Mezopotamya uygarlığı yerinden yönetim uygarlığı, Mısır uygarlığı ise merkezi yönetim uygarlığıdır. İslam uygarlığı yerinden yönetim uygarlığı ile merkez uygarlığının sentezlenmesiyle oluşur. Sosyal yapıda yerinden yönetim vardır. Ekonomik yapıda merkezi yönetim esastır. Biri insanları yönetir, diğeri eşyayı yönetir. İnsanlar için özgürlük gereklidir, çünkü zaten insan özgür varlık olarak var edilmiştir. Ama eşyanın özgürlüğüne gerek yoktur. Dolayısıyla eşyanın yönetimi olan ekonomide malların/ürünlerin özgürlüğüne ne ihtiyaç ne de gerek vardır.

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda bu kural esas alınır. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık toplulukları yerinden yönetime tabi tutulur. Semt, ilçe, bölge ve kıta birlikleri merkezi yönetime tabi tutulur.

Musa Peygamber iki uygarlığı da öğrenmiş bir şekilde Firavuna gider ve kendisinin hiçbir maddi gücü yoktur, makamı yoktur; tek gücü aldığı eğitimdir ve Allah’a dayanmasıdır. Bizim de hiçbir maddi gücümüz yoktur, bizim de almakta olduğumuz eğitim ve dayandığımız Kur’an gücümüzdür. Musa’nın kavmi bugün dahi en etkin kavim olarak varlığını sürdürür ama Firavunun kavminden bir kişi bile yoktur, sadece mezarları vardır. Birkaç asır sonra bugünkü tekel Sermaye’nin de sonu aynı olur.

 

Öz Türkçe ile:

“…Firavunun ulusuna. Korunmayacaklar mı?”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“…Firavunun kavmine. İttika etmeyecekler mi?”

 

QaVMe FiRGaVNa EaLa YatTaQuvNa

قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ (11)

 

***

 

قَالَ رَبِّ

QAvLa RabBiy )FaGaLa FaGLiy(

“Rabbim diye kavl etti”

قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir.

ق dayanma kuvvetidir, و beraberliği ifade eder, ل tekrarı ifade eder.

Musa’ya Allah emir vermiştir. Çıkacak zorlukları anlatmamıştır. Musa kendisi çıkacak zorlukları Allah’a arz etmiştir. Allah onun zorluklarını bilir. Musa bu zorlukları Allah’a bildirmek için arz etmiyor, bildiğini tekrar ederek buradan doğan zorlukları nasıl yeneceğini öğrenmek için arz ediyor.

Buradaki itirazın muhalefet için değil de öğrenmek için yapılmış olduğu anlaşılır.

Biz de tartışırken karşı tarafın yanlışını bulmak, ortaya çıkarmak için tartışmayız, yanlışımız varsa öğrenmek için tartışırız, eksiğimiz varsa tamamlamak için tartışırız. İlimde tartışma esastır. ‘Emret, yapayım’ dersen, öğrenmeden yapmış olursun.

“Rabbim” kelimesi ile hitap etmesi, “Muhalefet etmek için değil, Sen benim Rabbimsin, bana öğretirsin diye soruyorum” demektir.

إِنِّي أَخَافُ

EinNİy EaPAvFu (EinNİy EaFGaLu)

“Ben havf ediyorum”

خَافَة korkulduğu zaman saklanmak için takınılan maske benzeri şeylerdir. خ çökmeyi harap olmayı, و beraberliği, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

Musa Peygamber, “Ben gidip tebliğ yaparım ama onlar bana inanmazlar, sen yalan söylüyorsun derler. Ben o zaman ne yapayım? Bunu öğrenmek istiyorum” der.

Bir işe başladığımız zaman karşımıza çıkacak engelleri düşünmeye başlarız. Ben bunu yaparsam şu şu engellerle karşılaşırım. Hepsine karşı hazırlıklı gitmeye çalışırız. Oysa engeller o kadar çoktur ki onları başlangıçta düşünmemiz mümkün değildir, tedbirleri almamız da yeterli olmayabilir. Eğer yapmamız gerekiyorsa yapmaya başlarız ve engeller ortaya çıktıkça çıkan engellere tedbirler alırız.

Musa Peygamber bir sürü engeller saymıştır. Allah, bunlardan sadece Harun’un vezir olmasını kabul etmiş, onun dışındakiler için “Git, ben de sizinle beraberim” demiştir.

Mustafa Kemal de “Vazifeye atılmak için içinde bulunduğun imkân ve şartları düşünmeyeceksin” demiştir.

Biz de üçüncü bin yıl uygarlığının Kur’an’a göre oluşması gerektiği hususunda ittifak halindeyiz. Bu konuda bizden başka çalışanlar varsa da uygulamalı olarak bizimkine benzer birinin olmadığını da Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’in yazılarından biliyoruz. Bizim de Musa Peygamber gibi yeterli maddi gücümüz ve imkânımız yoksa da görevi yapmaya koyulacağız. Korkular veya endişeler bizi görev yapmaktan alıkoyamaz.

أَنْ يُكَذِّبُونِ (12)

EaN YuKaüÜiBUvNi )EaN YuFagGiLUvNa(  

“Beni tekzib edeceklerinden.”

كِذْب kumaşın boyanmasında kullanılan bir çeşit boya, kumaşın hakiki yapısını saklar. Madenlerin altınla kaplanmasına da “kizb” denir. Kişinin içini saklayarak inanmadığı şeyi söylemesi kizbdir. Arapçada yalanla yanlış aynı kelime ile ifade edilir. Ama kizb bildiklerinin ve inandıklarının aksine konuşmaktır.

ك oluşmayı, ذ işareti, ب geçidi gösterir.

Birisi bir şey söylediği zaman onu hemen ret veya kabul etmeyiz. Söylediğinin doğru olup olmadığını düşünürüz, gerekirse araştırmaları yaparız. Sonra da kendi kanaatimizi beyan ederiz. Onu yalanlamayız ama kanaatimiz de oluşmamışsa doğrulayamayız. Kanaatimiz oluşmuşsa onaylarız.

Herkes kendi görüşlerine göre hareket etmekle yükümlüdür. Karşı tarafa da senin söylediklerin yanlıştır demeyiz. Senin için senin görüşün, benim için de benim görüşüm doğrudur deriz. Herkes kendi görüşüne göre hareket etmekle yükümlüdür. Eğer anlaşırsak o takdirde yardımlaşma ve dayanışmaya girmemiz gerekir. Karşımızdaki kişi bize ne kadar yardım ederse biz de o kişiye o kadar yardım ederiz.

‘Tekzip edeceklerinden korkarım’ demek, ‘Beni dinlemezler ve söylediklerimi değerlendirmezler, bundan korkarım’ demektir.

Bize gelen haberleri, düşünceleri değerlendirmek farzdır.

Uyabilmemiz için ise bizim görüşümüzün o istikamette oluşmuş olması gerekir.

 

YORUM

Musa Peygamber görevi aldığında hemen bu işi yapabilir miyim diye düşünmeye başlamıştır. Yapıp yapmamayı değil de nasıl yapması gerektiğini düşünmüştür.

Yapılması gerekenleri gerçekleştirmek için onların olup olmayacağı düşünülmez, sadece nasıl yapılacağı düşünülür.

Anayasa nelerin yapılması gerektiğini ortaya koyar ve bu yasa ortak hükümleri içerir. Anayasa hükümleri oluşturulması için parti kurulmaz. Parti programlarında, anayasada emredilen maddeler sıralanması değil, bunun yerine anayasanın uygulanmasında tutulacak yolların gösterilmesi gerekir. Demek ki parti programında ne yapılacağı değil, başta anayasa olmak üzere mevzuatın nasıl uygulanacağının işlenmesi öne çıkarılır.

Anayasadaki değişiklikler ancak bütün partilerin ittifakı ile yapılabilir. Anayasayı değiştirmek isteyenler bir parti kurup çalışmalarını o parti içinde yapabilirler. Ancak beğenmedikleri bir anayasanın içinde kendileri iktidara talip olmazlar, inanmadıklarını yapmazlar. Prof. Erbakan ile olan ihtilafımız bu hususta olmuş, o nedenle 1973’de partiden istifa etmiş ve daha sonra da partide fiili görev almamışımdır. Akevler de partiye katılmamıştır. Ancak gerek millî Görüş gerekse Adil Düzen projeleri Prof. Erbakan’ın başkanlığında Akevler’in iştiraki ile fikir düzeyinde ortak çalışma ile oluşmuştur.

Bugün artık Adil Düzen Partisinin kurulması zamanı gelmiştir. Böyle bir partinin diğer partilerle beraber çalışıp Adil Düzen Anayasasını uzlaşma içinde hazırlaması gerekir. Bu partiler hizmet ve dayanışma kooperatifleri kurarak bunlar arasında ortak bir AR-GE Merkezini oluşturabilir, uygulamalı olarak çağın sorunları ilmi usuller ile çözülebilir.

 

Öz Türkçe ile

“‘Yetiştiricim, beni yalanlayacaklarından korkarım.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Rabbim beni tekzib etmelerinden havf ederim diye kavl etti.”

 

QAvLa RabBiy EinNiy EaPAvFu En YuKaüÜiBUvNi

قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ (12)

 

***

 

وَيَضِيقُ صَدْرِي

Va YaWİyQu ÖaDRİy )Va YaFGiLu FaGLİy(

“Sadrım dayk eder”

ضَيْق dar geçit, boğaz demektir.

ضيق Kur’an’da 13, ذيع 1 defa geçer. Toplam 14 (2*7) eder.

ض katlamayı ifade eder, alanı küçüldüğü için zayıflamayı, kalınlığı çoğaldığı için de güçlenmeyi ifade eder. ي düzlük demek olduğu için kolaylığı ifade eder. ق dayanma gücünü ifade eder.

صَدْر okun ön yarısına denir. Sonraları “baş” kelimesi olarak kullanılmıştır. Kur’an’daki “sadırda bulunan kalp” o zamanki biyoloji bilgisinin eksikliği nedeniyle göğüs anlamında kullanılmıştır. صَدْر boynun üst kısmı anlamına gelen “baş” demektir. رَأْسise başın saçlı olan kısmıdır. Biz “baş” olarak tercüme edeceğiz.

صgranit sert taştır dayanıklılığı,دçevreyi, رtekrarı ifade eder.

Türkçede canım sıkıldı, sıkılırım tabirleri vardır.

Musa Peygamber, onlar beni tekzip ederler, ben de dayanamam sıkılırım, uygun olmayan hareketler yaparım diyor.

وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي

Va LAv YaNOaLiQu LiSANİy )Va LAv YaNFaGiLu FiGALİy(

“Ve lisanım intilak etmez”

طَلْق sansar demektir. Başıboş gezen hayvandan yola çıkılarak “talak” bağsız ve yularsız hayvan anlamı kazanmıştır. طلق Kur’an’da 23, طرق 11 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.

Koparılma olgunluğuna, koparılmaya uygun hale gelmiş meyveye طَوْعdenir. ط uyumluluğu, ل belirliliği, ق dayanma kuvvetini ifade eder.

لِسَان dil demektir. لسن Kur’an’da 25, رشد 19 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder.

ل belirliliği ifade eder. س mekânda diziyi yani sıralanmayı ifade eder. ن belirsizliği ifade eder.

Türkçede ‘dilim dolanır’ deriz. Musa Peygamber ‘Sıkılırım, sinirlenirim ve konuşamaz olurum’ der, kendisinin bu işi yapamayacağını söyler. Musa Peygamber kekemedir. Kekemeler konuşmada zorluk çekerler ama düşünmede normal konuşanlardan daha iyi düşünürler. Normal konuşan insan aklına gelen cümleyi hemen söyler. Kekeme ise ikinci söyleyeceği cümle ya da kelime ile ilk söylediği cümle ya da kelime arasında boşluk olacağı için bu arada düşünme fırsatını bulmuş olur.

Musa Peygamber çıkacak zorlukları arz etmekle beraber ben bunu yapamam, ben bunu beceremem demez, zorlukları anlatarak çözümler önerir veya ister.

Biz de Kur’an’ı yorumlarken, biz bunu beceremeyiz diyerek yorumlamaktan vazgeçemeyiz. 1960 yıllarına kadar Müslümanlara hâkim olan düşünce Kur’an’ı yorumlama güçlerinin olmadığı, yapılmış olan yorumlar ile yetinilmesi gerektiği, sadece eskilerin öğrenilmesinin yeterli olacağı seviyesinde olmuştur. Bu seviyenin etkisinde Fransız diline çevrilmiş olan “Kur’an Tercümesi” kitabının başında hadis olarak “Kim Kur’an’ı kendi başına yorumlarsa isabet etse de yine yanlıştır" cümlesi yazılabilmiştir. Oysa kim başkasının yorumuyla hareket ederse isabet etse de onun fiili kabul olunmaz. Dağda namaz kılan kimse kendi kanaatine göre kıbleye durursa bu yanlış da olsa namazı geçerlidir ama başkasının kanaatine göre kıbleye durursa doğru da olsa namazı geçersizdir.

فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ (13)

FaEaRSiL EiLAy HARUvNa )FaEaFGiL EiLAv FAGUvLa(

“Harun’a irsal et.”

رِسْل Saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. “Haber saldı” da olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. عَلَىharfi ceri ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir. رسلKur’an’da 513, ردد59 defa geçer. Toplam 572 (22*11*13) eder. رtekrarı, سmekânda diziyi yani sıralanmayı, لbelirliliği ifade eder.

Musa Peygamber abisi olan Harun’un bu işi çok iyi başaracağına kanaat etmiştir. Kendisi yerine abisinin gönderilmesini ister. Gerçekte Harun topluluk içinde daha saygın kişidir. Ama Allah Harun’u değil Musa’yı görevlendirir. Bunun doğru olduğu daha sonra Samiri olayında ortaya çıkar.

“Harun’u irsal et” demiyor da “Harun’a irsal et” diyor. Oysa Musa Firavuna irsal edilmiştir. Buradan şunu anlıyoruz ki Musa Allah ile konuşurken Musa Allah’a doğrudan hitap eder, Allah kuşkusuz Musa’nın söylediklerini tercümansız anlar ama Musa Allah’ın söylediklerini tercümansız anlayamadığından Allah Cibril’e söyler, Cibril de Allah’ın kelamını Musa’nın diline tercüme eder ve Musa Allah’ın sözlerini tercümanla anlamış olur.

Biz de konuşabilen ama sağır olan birisiyle konuşurken sözlerini kendisinden duyarız ama biz fikrimizi anlatmak için işaretlerle anlatabiliriz, işaret dilini de bilmiyorsak arada tercüman kullanırız. Bu ayetin dışında Allah’ın Musa ile konuşurken Cebrail’i tercüman olarak kullandığını belirten başka bir yere rastlamış değilim.

Lütfi Hocaoğlu’na göre Musa Allah ile konuşurken arada Cibril yoktur. Allah’tan doğrudan vahiy alarak irtibat halindedir.

 

YORUM

Farzı kifayeler vardır. Bunları birileri yapınca diğerleri yapmakla mükellef olmazlar. Ama yapan olmazsa hepsi sorumlu hale gelirler.

Firavuna gidip uyarı yapmak bir görevdir, bunu bir başkası yaparsa artık onu diğerinin yapması gerekmez. Musa bu görevin Harun tarafından daha iyi yapılacağı görüşündedir. Harun yapsın der. Farzı kifayelerde o işi yapan en iyi kim ise önce ona yapmak düşer. Eğer bu kişi yapmaz ise ondan sonraki ehil sahibi kişi veya kişiler işi yapmak zorunda kalır.

Allah bu kuralları Musa örneğinde bizlere göstermiş olur.

Bugün Türkiye’de Adil Düzen partisinin kurulmasına ihtiyaç vardır. Akevler’de hazırlanan semt kooperatifleri projesinin Türkiye’de yaygınlaşması, dünyaya anlatılabilmesi için bir partiye ihtiyaç vardır. Müminlere bu farzı kifayedir. Bu farzı kifayeyi bizden daha iyi yerine getireceklerine inandığımız Millî Görüşçülerin yapması gerektiğine kanaat ettiğimizden dolayı onları desteklemişizdir. Hala da bunu bizden daha iyi yapacak olanların parti kuracakları ümidini korumuşuzdur. Ama bugün bunu yapan, yapmak isteyen, yapabilecek kimseler henüz ortada görünmüyor. Bu manada farzı kifaye gerçekleşmemiş olduğundan dolayı Akevler’in Adil Düzen Partisini kurması farzlığı devam etmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve içim daralır, dilim dolanır, Harun’a gönder.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve sadrım zayg eder, lisanım intilak etmez. Harun’a irsal et.”

 

Va YaWİyQu ÖaDRİy Va LAv YaNOaLiQu LiSANİy FaEaRSiL EiLAy HARUvNa

وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ (13)

 

***

 

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ

Va LaHuM GaLayYa ÜaNBun )Va LaHuM GaLayYa FaGLun(

“Ve onlar için aleyhimde bir zenb var.”

ذَنْبkuyruk demektir. İşlenmiş bir suçu gizlemek anlamında günah demektir.

Kur’an’da ذنب39, ذرو 3 defa geçer. Toplam 42 (2*3*7) eder. ذ işareti, ن belirsizliği, ب geçidi ifade eder.

Musa Mısırlı birisini öldürmüş ve Mısır’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Medyen’e gitmiş ve orada 10 yıl kalmıştı. Sonra oradan ayrılmıştı. Ailesiyle yola devam ederken ateş görmüş ve Allah ona Firavunu uyarma görevini vermiştir. Önce Harun’un bu işi daha iyi yapacağını beyan etmiş ve onun görevlendirilmesini önermiştir.

İkinci bir mazereti daha ortaya koymuştur. Bu mazeret daha önce işlediği suçtan dolayı Mısır’ı terk etmiş birisi olarak nasıl oraya gideceği konusudur. Allah Musa’ya o suçu işletmiş böylece Medyen’e gitmeye zorlamıştır. Şimdi de onu Mısır’a göndermektedir. Bu kadar olumsuz şartlar içinde nasıl kendi iradesini gerçekleştirdiğini bize anlatmaktadır.

Kur’an “Katl” olayını “zenb” olarak ifade eder. Bizim bugün hukukta kullandığımız “cinayet” sözüne karşılık Kur’an’da “zenb” kelimesi kullanılır.

فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ (14)

FaEaPAvFu EaN YaQTuLUvNiy )FaEaFGAvLu EaN YaFGuLUvNiy(

“Beni katletmelerinden havf ediyorum.”

قِتْلçatışmada ilk karşılaştırılan kişilerden birine verilen addır. Sonra savaşmak ve adam öldürmek anlamında mastar olmuştur.

قdayanma gücünü, تmekânda diziyi yani sıralamayı, لbelirliliği ifade eder.

أَخَافُ kelimesini tekrar etmiştir. Birinci korku ile ikinci korku arasında fark vardır.

Birinci korku görevin yapılamamasından doğan endişeyi ifade eder. Kendisinin şahsına ait bir korku değildir. Burada ifade edilen ikincisi ise kendi şahsı ile ilgili bir korkudur.

Tehlike varsa o tehlikeden korunmamız gerekir. Virüse karşı alınmış olan tedbirler bu ilkeye dayanır. Musa burada bu tehlikeyi de dile getirir. Her yerde denge söz konusudur. Tehlike vardır diye uçağa binmemeyi, tehlike vardır diye sokağa çıkmamayı asıl kural haline getirir isek bu kural zamanla yaşamaya gerek kalmaz hale dönüşür. Her doğan çocuk ölür. Ölme tehlikesi var o halde doğmasın demiş gibi oluruz. Hayat denge demektir. Tehlikeleri göze alarak yaşamak zorundayız ama gerekli ve yeterli tedbirleri de almayı ihmal etmeyiz.

İşte bu dengenin bulunabilmesi için insanın bilgili olması gerekir. Her gün yeni olaylar ile karşılaşılır. Öyleyse her gün yeni araştırmalar olacak demektir. Beşikten mezara kadar öğrenim bu ilkenin sonucudur.

 

YORUM

Musa beyanlarda bulunurken bu durumda ben ne yapabilirim diye sorar.

İşin doğru yapılabilmesi için önce ne yapılacağının öğrenilmesi gerekir. Plan proje budur. Sözleşmeler bunu ifade eder. İnsanlar uygarlaştıkça daha çok iş bölümü ortaya çıkar, uyum sağlama daha zor hale gelir. İnsanların eğitim yapmaya veya iş yapmaya göre zamanlarını ayırmaları gerekir. Genç yaşlarda öğrenme saatleri çok iken, yaşlılıkta öğretme saatleri fazladır, olgunluk çağlarında ise çalışma saatleri çok daha fazladır.

Namaz vakitleri bunları düzenler.

Bugünkü çok karmaşık hayatta bu düzenleme zor yapılır.

Bu düzenin sağlanabilmesi için yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında semt kooperatifleri içinde bulunma gerekliliği vardır. Biz insanları şeriat düzenine davet etmeden önce şeriat düzeninde yaşayabilme imkânlarını ortaya koymak zorundayız. Bu amaçla ortaklık AR-GE çalışmasını yapmaktayız.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onlara karşı suçluyum, beni öldüreceklerinden korkarım.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve onlar için aleyhimde zenb vardır. Beni katl etmelerinden havf ederim.”

 

Va LaHuM GaLayYa ÜaNBun FaEaPAvFu EaN YaQTuLUvNiy

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ (14)

 

***

 

قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا

QAvLa KalLAv Fa iÜHaBAy BiEAvYAvTiNAv  FaGaLa KalLAv Fa iFGaLAy BiFaGaLAvTiNAv(

“Kella ikiniz ayetlerimizle zehab edin diye kavl etti”

كَلَّاكان ve ل harfinin birleşiminden dönüşmüş bir kelimedir. İsim değildir. Yani cümle yapısında müsned veya müsnedin ileyh, muzaf ya da muzafun ileyh, sıfat ve mevsuf halinde olmaz. O öyle değil de böyle oldu anlamındadır. Önce akraba harf olduklarından نل’a dönüşüyor. İki sükûn içtima ettiğinden elife dönüşmüş ve yok olmuştur. Kendinden sonra gelen cümleyi olumlu yapar kendinden önce geleni de olumsuz yapar.

“Ahmet geldi mi” sorusuna كَلَّا denirse beklediğimiz halde gelmemiştir yani ne yazık ki manasındadır. لَا derseniz sadece gelmemiş olur. كَلَّا جَاءَ حَسَنٌ derseniz Ahmet gelmedi ama Hasan geldi demiş olursunuz. Beklenmediği halde geldi demiş olursunuz. بَلْ جَاءَ حَسَنٌderseniz, daha önceki cümlenin yanlış veya doğru olduğunu söylememiş, sonra gelen cümlenin doğru olduğunu söylemiş olursunuz. بَلْكَلَّاderseniz, önceki yanlıştır sonraki doğrudur demiş olursunuz.

Kur’an’da كَلَّا33, بَلْise 127 defa geçer. Toplam 160 (25*5) eder.

ذِهْبَة ara ara yağan yağmur, gidip gelen yağış demektir. ذَهْب kaybolmak veya gitmek anlamına gelir. Tedavül eden altın madenine de ذَهَب denmiştir. ذ işaret, ه düzlük ve yokluk, ب geçit demektir.

أَوْيَة kuş yuvası demektir. Türkçedeki “yuva” kelimesi de buradan gelir. Sonra وharfi ي’ye dönüşmüş أييolmuştur. Yüksek yerlerdeki yapılar, işaretler ayettir. Türkçedeki ay da buradan gelmiş olabilir.

آيَة işaret, alamet, delil demektir. Başına أَharfi getirilirse “Delil mi? Hangi delil?” anlamlarına gelir. Sonraları ismi mevsul olarak veya soru edatı olarak “hangi” anlamında  أَيُّkullanılmaya başlanmıştır.

أَيَّانَأَيُّ آن” demektir. حَانsu kenarındaki konaklama yeridir. Hayvanlar belli saatlerde buraya gelip su içerler. Bu esnada bunların sütü sağılır. حَانَةmastarı develerin suya gelmesi zamanının yaklaşması demektir. Sonra حِينherhangi bir işin yapılması için ayrılan zaman olmuştur. Sonra حdüşmüş آنolmuş. Şimdiki zaman için kullanılmaya başlanmıştır. ءgüç, يkolaylık demektir.

Allah Musa’nın söylediklerini tekzip etmiyor. Söyledikleri doğrudur ama çıkardığı sonuç yanlıştır. Demek ki daha öncekilerini nefiy etmiyor yani yok saymıyor. Oradan çıkan sonucu doğrulamıyor.

Konuşmada كَلَّا denildiğinde sonuç düzeltilir ama geçmişteki olaylar yalanlanmaz.

فَ harfi daha önceki cümleyi açıklayacak cümleden önce gelir. Musa’nın taleplerinden yarısı kabul olunmuştur. Harun’u da Musa’ya arkadaş etmiş, git demiştir. Zaten Musa’nın gitmeme talebi olmamış, sadece engellerini söylemiştir.

 

إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ (15)  

EinNAv MaGaKuM MuSTaMiGUvNa )EinNAv MaGaKuM MuFTaGiLUvNa(

“Biz sizinle beraber mustemi’iz.”

سَمْعkapları doldurduktan sonra içindekilerini taşımak için elimizin tuttuğu yer, kulp. Kulak ona benzetildiği için işitmek anlamına fiil olmuştur. Türkçede işitme ile duyma arasında fark vardır ve iki kelimeyle ifade edilir. Arapçada bu farkı belirleyen kelime istihzan izin isteme veya kulak verme manasına gelir.

سmekânda dizi yani sıralamayı, مenginliği, عetkilemeyi ifade eder.

سمعKur’an’da 185, سمي71 defa geçmektedir. Toplam 256 (28) eder.

Burada “Ben” demeyip “Biz” der. Demek ki Cebrail de oradadır ve Cebrail ile beraber dinlemiş olurlar. Allah insanları yaratmış ve ona bir melek bir de şeytan arkadaş olmuştur. İnsan iyi yollara gitmek istediği zaman melek ona yardımcı olur, kötü yola gitmek istediği zaman da şeytan ona yardımcı olur. Böylece istediği yere gidebilir. Allah ona bu gücü verdiği için onu sorumlu tutar.

كُمَا demiyor da كُمْ diyor. İkiniz de demiyor da sizinle diyor. Yani Firavunu ve Mısırlıları da katıyor. Ben de aranızda olacağım, biz de aranızda olacağız diyor.

Hiçbir olay Allah’ın olmadığı yerde gerçekleşmez. Kelamcıların dediği gibi “Allah her yerde hazır ve nazırdır.” O’nun izni olmadan hiçbir olay cereyan etmez. Ağaçtan bir yaprak bile düşmez. O halde biz Kur’an’a dayanarak hareket etmeliyiz. Nerede tehlike var, nerede görev var, O’nun hükümlerine göre icra etmemiz gerekir.

 

YORUM

Allah Musa’yı dinlemiş, Musa da “Allah’ım, ben biliyorum ne olduğunu, niye anlatıyorsun” dememiştir.

Biz de birisi bizimle konuşurken önce onu dinlemeliyiz. Bildiğiniz şeyleri tekrar eder durur, bildiklerinizi size anlatmaya çalışırsa da siz onun sözünü kesmeyeceksiniz. Konuşma sırası size geldiğinde siz görüşlerinizi o zaman anlatırsınız.

İnsan genel olarak konuşur konuşur sonra da dinlemek istemez. Hele yöneticiler, kendileri konuşur size konuşma hakkını vermezler. İşte bu zulümdür ve bugün dünya zulüm içindedir. Herkesi dinlemek mümkün değildir. Sizinle görüşmek isteyen insanlara kurallar içinde söz verirsiniz. Şartınız, sizin dinlediğiniz kadar onların da sizi dinlemeleri olur.

“Biz müstemi’iz” diyor, “Ben sizi korurum” demiyor. Çünkü Musa zaten Allah’ın kendisini koruyacağını bilir ve artık O’na itiraz etmez. Aldığı emri yerine getirmeye koyulur.

Biz de herhangi bir olayla karşılaştığımız zaman sorunlarımızı Allah’a arz etmeliyiz, O’na sormalıyız, içtihat budur. Önce uygun gördüğümüz kimselerle istişare ederiz, ondan sonra da dört çift delile dayanarak içtihadımızı yaparız. İçtihattan sonra artık tereddüt etmeyiz. Artık yapıp yapmama tercihimiz olmaz, görevimizi yerine getiririz.

İçtihat demek, Allah’tan emir almak demektir. İçtihadınız hatalı gibi görünse de Allah size onu öyle yapın demiş olur. Öyle de yapar, böylece görevinizi yerine getirmiş, ecrinizi de almış olursunuz.

 

Öz Türkçe ile:

“‘Öyle de yine de ikiniz gidin biz aranızda dinleyici olacağız.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Kella, ikiniz ayetlerimizle zehab edin. Biz aranızda müstemi’iz diye kavletti.”

 

QAvLa KalLAv Fa iÜHaBAy BiEAvYAvTiNAv EinNAv MaGaKuM MuSTaMiGUvNa

قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ (15)

 

***

 

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا

Fa ETiYAv FiRGaVNa FaQUvLAy (Fa uFGuLAv FiRGaVNa Fa uFuGUvLAv)

“İkiniz Firavuna ityan edip kavl edin”

Daha önceki ayette “zehab edin” denmiştir. Bu ayette de “ityan edin” diyor, gidin ve varın. “Varın” kelimesiyle “gitme” kelimesi beraberce kullanılmıştır.

ذَهَبَ bir yerden ayrılmaktır. ‘Ülkemizden gitti’ deriz.

إتْيَان varmak demektir. Amerika’ya vardı deriz veya Türkiye’den gitti Amerika’ya vardı deriz. Yolculuğumuz uzun sürecekse bu ifadeyi kullanırız. Yolculuk kısa ve kolay ise o zaman gitti deriz. Firavuna varıp ulaşmanın zor bir iş olduğunu bize bildirmek için böyle dedik diyor. Yani Musa’ya varmak için karşılaşacağın sıkıntılara da sabırla devam et demektir.

Buradan bizim çıkaracağımız mana şudur; yetkililere ulaşabilmek için zorlukla karşılaşsak da direnmemiz ve ulaşmaya çalışmamız gerekir. Arkadaşlarımız bu gayreti yeterli derecede göstermiyorlar. Bu vesileyle ben de hatırlatmış olayım.

إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16)

EinNAv RaSUvLu RabBi eLGAvLaMİyNa (EinNAv FaGUvLu FaGLi eLFAvGaLİyNa)

“Biz âlemlerin Rabbinin resulüyüz.”

عَلَمdağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam etmektedir. “Arefe” üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kıza zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. Arafat’taki “arefe” kelimesi buradan gelmektedir. Hala orada toplanılmaktadır. “İlim” varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. “Marifet” ise, varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir.

Biz âlemlerin rabbinin resulüyüz diyor. Âlemler Kur’an’da topluluklar anlamına gelir. Kurallı erkek çoğul getiriliyor. Bütün topluluklar anlamındadır.

Firavun Mısır’ın hükümdarıdır. Musa Allah adına gidiyor ve diyor ki; biz bütün toplulukların Rabbi olan Allah’ın elçisiyiz. İnsanların Rabbi adına konuşacaklar.

Bizim de Kur’an’dan içtihatla aldığımız emirleri yerine getirmek için konuşmamız gerekir. Bugünün Firavunu Tekel Sermaye’dir. Ama Tekel Sermaye’nin tanrılaştırdığı Firavun şu anda Trump’tır. Tebliğimizin Trump’a yapılması gerekir. Trump’a ulaşabilmek için yani “fe’tiya” emrini yerine getirebilmemiz için gerekli imkânlara başvurmamız gerekir.

Bugün Türkiye’de Trump’a ulaşacak en yetkili kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bizim görevimiz Erdoğan’a anlatmaktır. Recep Tayyip Erdoğan’a ben ulaşamıyorum. Siz bu seminerleri takip edenler, bu görevi yapmaya çalışmalısınız. Ben size, siz de Erdoğan’a ulaşmış olacaksınız. Erdoğan’a ulaşabildiğinizde bizim görevimiz yerine gelmiş olacak. Ben Erdoğan’ın bunu layıkıyla yapacağı görüşünü taşıyorum.                                                                                

 

YORUM

Varsayalım ki ben size anlatabildim, siz de Erdoğan’a anlatabildiniz; Trump’a ne teklif edilecek? Ne götürülecektir? Trump’ın şimdi ne yapması gerekir? Musa Firavundan İsrail oğullarını serbest bırakmasını istemiştir. Ondan fazla bir şey de istememiştir. Çünkü yapamazdı.

Erdoğan’ın Trump’tan isteyeceği şey de dünyayı serbest bırakması olmalıdır. ABD bugün ordularıyla dünyayı yönetmek istemektedir. Her yerde birlikleri vardır. Bu hem Amerika’ya ağır yük olmakta hem de dünyada huzursuzluk yaratmaktadır. Eğer ABD ordularını dünyadan çeker, onun yerine dünyada ekonomik merkezlerini kurarsa, yine dünyaya olan hizmetini devam ettirmiş olur.

Bunu yapmak için Kur’an düzenini benimsemiş olması gerekir. Kur’an düzeninde siyasette merkeziyetçilik yoktur. Bir devlet başka bir devletin içişlerine, yönetimine karışmaz ve katılamaz. Her devlet kendi ülkesinin güvenliğini kendisi sağlar.

Ekonomide ise böyle değildir. Uluslararası merkezi şirketler, tekel oluşturmamak şartı ile dünyanın her yerinde teşkilat kurabilir ve ekonomik faaliyette bulunabilir. Gümrükler, kotalar, vizeler, pasaportlar kalkar. Devlet güvenliği koruduğu için üretimden vergi alır. Sonra gerek emek gerek mal gerekse sermaye hareketlerine karışmaz.

ABD, kendi firmalarına ekonomik faaliyeti yapmayı serbest bırakan ülkelerle anlaşır, askeri birlikler yerine finans birlikleri ile ülkelere gider. Dünya sermayesini elinde tutan firmalar ABD merkezinde olduklarından dünyaya yine eskisi gibi hizmet ederler ve karşılığını da alırlar.

Bu da ancak Adil Düzen Anayasası ile mümkündür.

Erdoğan Trump’a Kur’an ve Tevrat şeriatini kabul edelim, Türkiye ile ABD iş birliği içinde dünyayı savaşsız üçüncü binyıla götürelim önerisinde bulunmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Firavuna ikiniz varıp ‘Biz herkesin yetiştiricisi olanın elçisiyiz.’ ikiniz deyin.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“İkiniz Firavuna ityan edin ve biz alemlerin rabbinin resulüyüz diye ikiniz kavledin.”

 

Fa ETiYAv FiRGaVNa FaQUvLAy EinNAv RaSUvLu RabBi eLGAvLaMİyNa

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16)

 

***

 

أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا

EaN EaRSiL MaGaNAv (EaN EaFGiL MaGaNAv)

“Bizimle beraber irsal et”

Musa ile Harun kendi istekleri olarak Firavundan bir istekte bulunmazlar. Âlemlerin Rabbinin elçisi olarak İsrail oğullarının serbest bırakılmasını isterler.

“İrsal etme” demek görevlendirme demektir.

Talep ettikleri Firavundan ayrılmak ve uzaklaşmak değildir. Talep ettikleri görevlendirilmeleridir. Yine Firavunun vatandaşı olmaya devam edeceklerdir. Musa’ya verilen görev İsrail oğullarını bir örgüt olarak teşkilatlandırıp ulus yapmaktır.

Bir topluluk içinde bulunan belli bir grup o topluluktan ayrılmaksızın kendi birliğini oluşturabilir. Yalnız insanlar iç içe topluluklar oluştururlar. Karıncaların, arıların milyonlara varan üyeleri olabilir ama her zaman bir başkanları vardır ve bir topluluktur.

İnsanlar ise uluslara, uluslar illere, iller bucaklara, bucaklar ocaklara ayrılarak iç içe topluluklar oluşturabilirler. Ayrı bir topluluk oluşturma demek mensup olduğu topluluktan ayrılmak demek değildir. Bundan dolayıdır ki Kürtlerin ayrı topluluk oluşturma isteme hakları vardır. Ancak bu ayrı topluluklar büyük çapta olursa ülke bölünür. Eyalet sistemi onun için İslamiyet’te meşru değildir. Ama illerin bağımsızlığı meşrudur. Ülke yüze yakın ile ayrılır ve her il iç işlerinde bağımsız olur. Yüzde bir güç devleti bölemez.

بَنِي إِسْرَائِيلَ (17)

BaNİy EiSRAvEİyLa (FaGLİy EiFGAiLİyLa)

“İsrail oğullarını”

سَرِيّ akan deredir. Gece yürüyüşüne سِرَايَة denir. Askeri birlikler gece yürüdükleri için onların adı da seriyyedir.

Yakup Peygamber amcası İsmail’in yanından, Mekke’den Suriye’ye yolculuk yapmıştır. Çölde gündüz seyahat etmek zordur geceleri seyahat edilir. Yakup Peygamber Kudüs’e geldiği zaman gece bir rüya görür. Bu rüya bizim kitaplardaki miracı anlatır. Zaten Kur’an’da miraç olayını anlatırken عَبْدًا diyor. Oradaki عَبْد Yakup’tur, Muhammed değildir. Yakup Peygamber bu rüyayı sadece rüya olarak görmemiştir, bir vahiy olarak almıştır.  Belki de orada peygamber olmuştur. Allah’ın gece yürüttüğü manasındadır. إِلْ eki İbranicede Allah anlamındadır. Yakup bu rüyadan sonra İsrail adını almıştır. Yakup sonra Mısır’a taşınmış ve İsrail oğulları orada yerleşmiştir.

Musa ile Harun Yakup’un rüyasının devamı olarak görevlendirilmişlerdir. Firavundan bunun gerçekleşmesi için istekte bulunurlar.

 

YORUM

Allah kâinatı var ederken eşitlik ilkesi içinde var etmemiştir. Öyle olsaydı develerin de insan olması gerekirdi. İnsanların da çocuk ve yaşlı olmaması icap ederdi.

Uygarlık şöyle tarif edilir; birbirine benzeyen ama aralarında ilişki olmayan topluluktan birbirine benzemeyen ama aralarında ilişki olan topluluklara geçmektir. Evrim de böyledir. Allah kâinatı evrim üzerine var etmiştir, adalet üzerine kurmuştur. Adalet denge demektir. Her varlığa farklı görevler vermiş ve o görevleri yapmak için gerekli imkânları sağlamıştır. Eğer herkese aynı işi verseydi, aynı imkânları sağlayacaktı ve o zaman da topluluk olmayacaktı. Mağara devrinde yaşamış olan insanlarla bugünkü insanlar eşit olacaklardı.

Allah isteseydi her birimize ayrı ayrı Kur’an’ı gönderirdi. Ama öyle yapmamış, insanlar arasında birlik sağlansın diye Kur’an’ı bir kişiye göndermiştir. Allah isteseydi bütün kavimleri İsrail oğulları gibi yapardı. Ama insanlık içinde birlik olsun diye Kur’an’dan önce uygarlaşmayı sağlamak için İsrail oğullarını görevlendirmiştir. İsrail oğullarına öğrettiği ve yaptırdığı işler insanlığa rahmet olmuştur. Varlıkları bize zararlı değil yararlı olmuştur.

Bizim Allah’a, İsrail oğullarını neden bizden üstün yaptın demek yerine, hamdetmemiz gerekir. Bunun anlamı İsrail oğullarının bize tahakküm etme yetkileri vardır demek değildir. Allah onlara görev vermiş, imkân sağlamış ve onlar da görevlerini yapmışlardır.

Bizim onlara teşekkür borcumuz yok, bizim Allah’a hamdetme borcumuz var.

 

Öz Türkçe ile:

“Bizimle beraber İsrail oğullarını görevlendir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Bizimle beraber İsrail oğullarını irsal et.”

 

EaN EaRSiL MaGaNAv BaNİy EiSRAEİyLa

أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17)

 

***

 

قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا

QAvLa EaLaM NuRabBiKa FİyNAv (FaGaLa EaLaM NuFagGiLa FİyNAv)

“Biz seni içimizde büyütmedik mi diye kavl etti.”

Olayı bilirsiniz. Musa’yı annesi bir sandığa koyarak Nil’e bırakmıştır. Sandığı Firavunun görevlileri çıkarmış, içinde Musa’yı görmüşler ve Firavuna götürmüşlerdir. Firavunun çocuğu yoktur.

Allah öyle ayarlamıştır. Firavuna kâhinler bu sene doğan çocuk senin tahtını yıkacak demişlerdir. Firavun da o yıl doğacak çocukların öldürülmesini emretmiştir. Annesine Allah vahiy etmiş ve Musa’yı Nil’e koymuştur. Böylece Musa imparatorluğun sarayında yetişmiş, merkezi yönetimin bütün bilgilerini almıştır.

Firavun Musa’ya “Biz seni yetiştirdik, şimdi ayrılıp bağımsız olmak istersiniz, bizim sana öğrettiklerimizle bizim düzenimizi bozmaya kalkışırsın” der.

Mısır yönetimi İsrail oğullarının çabaları ile güçlenmiştir. İsrail oğulları Mısır’a Mezopotamya uygarlığını getirmişlerdir. Yoksulluk içinde yetişmiş olduklarından ve bilgi sahibi bulunduklarından Mısır’ın ekonomik yapısını İsrail oğulları oluşturmuştur. Şimdi ayrıldıkları takdirde Mısır ekonomisi çökecektir. Firavun bundan dolayı İsrail oğullarının kendi başlarına ayrı bir düzen kurmasını istemez.

وَلِيدًا

VaLİyDan (FaGİyLan)

“Velid olarak”

وَلَد yavru demektir. Doğan anlamındadır. وَلِيد kelimesi فَعِيل kalıbındadır. Bu özelliği taşıyan varlık anlamındadır. Kur’an’da tekil olarak 1 defa geçer. Türkçedeki evlatlık anlamındadır.

Firavun Musa’yı evlatlık olarak almıştır.

Evlatlık, öz çocuğu olmadığı halde ona öz çocuğu statüsünü verdikleri kimsedir. Eskiden beri bu anlayış topluluklarda vardır.

İslamiyet’te evlat edinmek yoktur. Onun yerine süt evladı vardır. Yahut kölenin azat edilmesi vardır. Azat edilen köle azat edene akraba olur.

وَلَبِثْتَ فِينَا

VaLaBiÇTa FİyNAv (Va FaGiLTa FİyNAv)

“Ve içimizde lebs ettin”

لَبْثfarklı kimselerin bir araya gelip oturmalarıdır. Meclis diyoruz. Bir topluluğa katılıp onlarla beraber olmak لَبِيث olarak ifade edilir. لَابِث ismi faildir. لَبِيث sıfatı müşebbehedir.

ل belirliliği, ب geçidi, ث düzenlemeyi ifade eder.

Türkçede döşemek olarak kullanılır. Evi döşedi deriz.

Kur’an’da لبث 31, لبس 23 defa geçer. Toplam 54 (2*33) eder.

Bir yerde bulunmak ikamet etmekle ifade edildiği gibi lebs etmekle de ifade edilir. Orada yerleşip yaşamak anlamındadır.

Musa Peygamber yetiştikten sonra da aralarında kalmıştır. Yani Medyen’e gitmeden önce de Mısırlılar arasında bulunmuş ve onların düzeni içinde yaşamıştır. İsrail oğulları gibi o da Mısır’da yetişmiştir. Şimdi neden ayrılmak istemektedir?

مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18)

MiN GuMuRiKa SiNİyNa (MiN FuGuLiKa FiGLİyNa)

“Ömründen senelerce.”

عِمَارَةkatlı bina demektir.

عetkileme, مenginlik, رtekrar demektir.  عمرKur’an’da 27, عمقise 1 defa geçer. Toplam 28 (22*7) eder.

“Ömrünün büyük kısmı aramızda geçti” diyor Firavun.

Musa Peygamber Medyen’de 10 sene kalmıştır. Ömrünün büyük kısmı Mısır’da geçtiğine göre gençlik çağının 10 yıldan fazla sürdüğü anlaşılır. 10 yılını çocukluk olarak düşünürsek 20 yıl orda kalmış olur. Rivayetler 30 ile 40 yaşlarında Mısır’dan ayrıldığı yönündedir. Kur’an bunu teyit ediyor.

Biz olgunluk çağı olarak 33 yaşını esas alırız, Musa’nın Medyen’e gitmesi 30 yaşından sonra olmalıdır. 30 yaş olarak alırsak peygamberliği 40 yaşında gelmiş olur. Kur’an’da كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا(Müzzemmil 73/15) denir. Yani Muhammed’in irsal olunduğu yaşta irsal olunmuştur. Ayrıca erbain 40 yaş olarak zikredilir. Biz 30 yaşı olgunluk yaşı, 10 seneyi de staj dönemi olarak kabul ediyoruz. Önemli göreve yani peygamberlik görevine bundan sonra getirilir.

 

YORUM

Firavun Musa’yı muhatap almıştır. Çünkü sarayda büyümüştür. Onun kabiliyetini bilmektedir. Ciddi bir şekilde görüşme yapmaktadır.

Musa Peygamber Medyen’den döndükten sonra 20 sene Mısır’da cihat yapmıştır. Firavun onunla tartışmaya devam etmiştir. Firavun bu tartışmaya devam etmesinden dolayı 20 sene daha iktidarda kalmıştır. Hatta Süveyş’teki boğulmada Firavun ölmemiş, ondan sonra da iktidarda kalabilmiştir.

Bugün bize karşı olanlar bizi muhatap almamaktadırlar. Bizimle görüşmemekte ve tartışmamaktadırlar. Bunların günahları firavundan daha büyüktür.

 

Öz Türkçe ile:

“Dedi ki; biz seni aramızda kendi çocuğumuz olarak yetiştirmedik mi? Aramızda yaşamında yıllarca kalmadın mı?”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“‘Seni aramızda velid olarak rebvetmedik mi? Aramızda ömründen sinin lebs ettin.’ diye kavletti.”

 

قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18)

QAvLa EaLaM NuRabBiKa FİyNAv VaLİyDan VaLaBiÇTa FİyNAv MiN GuMuRiKa SiNİyNa

 

***

 

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ

Va FaGaLTa FaGLaTaKa elLaTİy FaGaLTa (Va FaGaLTa FaGLaTaKa elLaTİy FaGaLTa)

“Ve fiil ettiğin fe’leni de fiil ettin.”

Bu ayette فعل kökü 3 defa geçer. فَعْلَةmastar-ı binai merredir. Adam öldürmesine işaret etmiş olur. Türkçede de “Sen o işi yaptın veya yapacağını yaptın” deriz.

Burada da yaptığını yaptın diyerek yapılan işin büyüklüğünü, ağırlığını vurgulamış olur.

Türkçeye tercüme ederken 3 fiil kelimesini kullanmada zorlukla karşılaştım.

Siz de deneyin, bir çözüm bulursunuz inşallah.

وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19)

Va EaNTa MiN eLKAvFiRİyNa (Va EaNTa MiN eLFAvGiLİyNa)

“Ve sen kâfirlerden oldun.”

حُفْرَة çukur demektir. غفر çukurun dışarı atılmış toprağı demektir. كفر ise tohumu örten toprağın adıdır.كَافِر çiftçi demektir. Sonraları bu kelime gerçekleri ve hakikatleri kapatan, gizleyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Tohumun sonradan yeşermesi gibi hakikatin de bir gün yeşereceğini de bu kelime içerir.

 الْكَافِرِينَkurallı erkek çoğuldur, muhatap örgütlenmiş bir topluluktur. Böylece İslam düzeninde onların kendi cemaatlerini kurabilecekleri ve diledikleri gibi yaşayabilecekleri ifade edilir. Küfretme Arapçada nankörlük olarak kullanılır.

Nan kelimesi Farsçadır ekmek anlamındadır. Nankör kelimesi ekmeğin körü demektir. كفر Kur’an’da 525, كفف 15 defa geçmektedir. Toplam 540 (22*33*5) eder. ك oluşu, ف eklemi, ر tekrarı ifade eder.

الْكَافِرِينَ kelimesi burada hem maarife hem de مِنْ ile gelmiştir. O halde bu kâfirûn istiğrak için veya cins için olamaz, ahd (tarif edilmiş, bilinen) içindir.

Firavun belli bir grubu kasteder. Firavunun muhalifleri vardır, onlar da örgütlüdür ve karşı gruptandır. ‘Sen bizde yetiştin, şimdi bizim karşımızdakiler tarafındasın’ demiş olur. Mısır merkezi yönetim içindedir. Firavun tanrının oğlu kabul edilir.

Normalde kişi yönetimi yani dikta yönetiminde muhalefet olmaz ve buradaki الْكَافِرِينَkelimesinin manası bildiklerimize uymuyor yani muhalefet olduğunu gösteriyor. Gerçek ise insanın olduğu her yerde muhalefet vardır. Topluluk bir mıknatıs gibidir mutlaka kutuplaşır. Yasal olarak izin vermezseniz fiilen illegal olarak varlığını korur. Bu ifade ile Mısır’ın da böyle olduğu anlaşılmış olur.

 

YORUM

Birinci uygarlık Mezopotamya’da başlamıştır. Fırat ve Dicle üzerinde yapılan barajlarla sulama ziraatı yapılmış ve çevredekiler Fırat ve Dicle’nin bulunduğu yerleşim yerlerine taşınmışlardır. Böylece halk birbirini tanımaz olmuş ve başkanlar da yönetime hâkim olamamışlardır. Bunları düzenlemek için Mezopotamya’ya Allah peygamberler göndermiş ve şeriat düzeni oluşmuştur. Merkezi yönetim yerine sitelerden oluşan yerinden yönetim vardır.

Mezopotamya’nın etkisiyle Mısır uygarlaşmış ama Nil’in havzası kent gelişimine uygun olmadığı için ve oraları peygamberler uygarlaştırmadıkları için merkezi yönetim ortaya çıkmıştır. Nasıl ki insanda hastalık ve sağlık varsa, onun gibi toplulukta da hak ve kuvvet uygarlıkları vardır. Hak uygarlıklarını peygamberler kurar, sonrasında kuvvet uygarlığı düşünürler tarafından oluşturulur.

Uygarlık vahye ve akla dayanır. Mezopotamya vahyin merkezidir. Mısır da aklın merkezidir. Her iki uygarlıkta da bütün sosyal kuruluşlar vardır, her yerde iktidar ve muhalefet vardır. Çekişmeli veya anlaşmalıdır. Peygamberler uygarlığında anlaşmalı muhalefet vardır. Düşünürlerin uygarlığında çekişmeli muhalefet vardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve yapacağını yaptın da iyiliği görmezlerden oldun.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve fiil ettiğin fe’leni fiil ettin ve sen kafirlerdensin.”

 

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19)

Va FaGaLTa FaGLaTaKa elLaTİy FaGaLTa Va EaNTa MiN eLKAvFiRİyNa

 

***

 

قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا

QAvLa FaGaLTuHAv EiÜan (FaGaLa FaGaLTuHAv EiÜan)

“O süre içinde fiil ettim diye kavl etti”

Musa kendi soydaşına yardım etmek istemiş, soydaşı ile boğuşan ölmüştür. Musa soydaşının haklı olup olmadığına bakmaksızın şeriat dışı anlayışla soydaşına yardım etmiştir. Yanlış yaptığını şimdi itiraf etmiş olur.

وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20)

Va EaNa MiNa elWAvlLİyNa (Va EaNa MiNa eLFAvGiLİyNa)

“Ve ben dâllînlerdenim.”

O zaman yani 10 sene önce bu fiili yapmıştım ve ben o zaman kayboldum, kaçakların kafilesine katıldım diye cevap verir. الضَّالِّينَ burada kurallı erkek çoğuldur ve yine مِنْ harfinden sonra gelir. مِنْ harfinden sonra gelen kurallı çoğul yalnız ahd için olmalıdır. Yani Mısır uygarlığında kâfirler olduğu gibi dâllîn olanlar da vardır anlamı çıkar.

Bütün topluluklarda bu tür muhalifler bulunur. Kâfirler açıkça muhalefet edenlerdir ve topluluk içinde yaşarlar. Dâllînler ise kaybolup ormanlarda dağlarda mesken tutarlar ve topluluğu rahatsız ederler, düzeni bozarlar. Musa da suç işlediği zaman onlara katılmış ve onların yardımı ile Mısır’dan çıkabilmiştir. İşte kaçaklar böyle kimselerden oluşur. Suç işlerler ve ceza almamak için dağlara çekilirler, geçinebilmek için de gelen geçeni soyarlar.

Bundan dolayıdır ki İslam şeriatında suç işleyenler için son derece yumuşak uygulamalar yapılır. Yakalama ve tutuklama yoktur. Kendisi gelir teslim olursa insani muameleler yapılır. Af vardır. Suçlu her zaman kurtulabileceğini ümit eder. Tutuklanmadığı için her zaman başka ülkelere, başka illere kaçabilir. Ülke içinde terör örgütü yoktur ve oraya katılamaz. Başka gittiği ülkeden biz kısas yerine diyet isteriz. Eğer diyeti veren olursa bizim memlekete gelmemek şartı ile cezadan kurtulur. Toplulukta uygulama yapılırken adaletin tam oluşturulması mümkün değildir. Topluluk düzeni göz önüne alınarak cezalar verilir. Adalet tam bir şekilde ahirette sağlanacaktır.

 

YORUM

Kur’an’da sosyal gruplar anlatılır. Kur’an topluluğun düzenini bozan münafıklardan, kalpleri hasta olanlardan, fasıklardan, zalimlerden, facirlerden bahseder.

Kur’an burada da kâfir ve dâllînden bahsediyor.

Kur’an’daki bu kelimeleri ele alıp sosyal grupları tasnif edecek olursak topluluğun yapısını öğrenmiş oluruz. Kur’an müspet ilmi öğretmek için nazil olmamıştır. Müspet ilim, ilimle öğrenilir. Kur’an müspet ilimle sabit olan olaylarda uygulanacak hükümleri öğretir. Nasıl katledileceğini Kur’an öğretmez. Öldürene ne ceza verileceğini anlatır. Bundan dolayıdır ki Kur’an’ı anlamak için olayları bilmek gerekir. Olaylar da müspet ilimle öğrenilir. Müspet ilimin temeli de matematiktir. 

 

Öz Türkçe ile:

“O süre içinde yaptım da ben kaçaklardanım.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“O zaman fiil ettim ve ben dallindenim.”

 

قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20)

QAvLa FaGaLTuHAv EiÜan Va EaNa MiNa elWAvlLİyNa

 

***

 

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ

FaFaRaRTu MiNKuM (FaFaGaLTu MiNKuM)

“Sizden firar ettim”

فَرْوَة ölü hayvanın derisi; soluk renk; “firar etmek” korkup kaçmak anlamına gelir. Akraba olan “iftira etmek” rengini değiştirme anlamından bir kimsenin yapmadığını yapmış gösterir. فَرَّارcıva demektir.

فayrılmadan kopmayı, رise tekrarı ifade eder.

Kur’an’da  فرر11, فرد5 defa geçmektedir. Toplam 16 (24) eder.

Firar eden uzaklaşmaz, gizlenir, civarda kalır.

Musa başlangıçta firar etmiş ama sonunda onlardan (dâllînlerden) yararlanarak başka ülkelere gitmiştir.

لَمَّا خِفْتُكُمْ

LamMAv PiFTuKuM (LamMAv FaGiLTuKuM)

“Sizden havf ettiğimde”

لَمَّا geçmiş için söylenilir. إِذَا gelecek içindir. إِذَا‘da zaman şartı vardır yani zamanı gelince yapılır. لَمَّا‘da ise olay geçmişte olduğu için zaman şartı yoktur.

Musa Peygamber geçmişteki olayları olduğu gibi anlatır. Korktuğu için kaçtığını söyler. Şimdi ise korkmuyorum çünkü görevlendirildim der.

Böylece Musa Peygamber ilk mucizesini göstermiş olur. Gerçekten âlemlerin rabbi onu görevlendirmişse Firavun ona bir şey yapamaz.

فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا

Fa VaHaBa Lİya RabBiy XuKMan (Fa FaGaLa Lİya FaGLİy FuGLan)

“Rabbim bana hükmü hibe etti”

هِبَةyağmur sularının toplandığı çukurdur. Sular dereden veya kuyulardan damlatılarak temin edilirdi. Ayrıca çukur yerine sarnıç yapılır yağmur suları orda toplanırdı. İşte burada toplanan sulara هِبَة denir. Bu çukura suyun dolmasına da وَهَبَ denir.

وهبKur’an’da 25, ءوب 17 defa geçer.  Toplam 42 (2*3*7) eder.
و birliği, ه boşluğu, بise geçidi ifade eder.

حُكْم gem demektir. Atı yönlendirmek için ağzına takılan gemdir. “Hükmetmek” demek iradesini yok edip yönlendirmek demektir. “Hidayet” ise gemlemeden doğru yolu gösterme demektir. “Hükümet” kelimesi buradan gelir ve İslamiyet yöneticilere hükmetme yetkisi vermemiştir. Emir iş demek, ulul emr ise iş sahibi, görevli demektir. Başkan hâkim değil hadimdir.

ح hareketi, ك oluşu, م enginliği ifade eder.

“Hibe etmek” karşılıksız bir şey vermektir. Burada hüküm hibe edilmiştir.

“Hüküm” hikmet anlamındadır. Yani bana felsefe hibe edildi diyor.

فَ harfi ile “Ben değiştim, o zamanki durumum öyleydi ama şimdi başka bir sıfatla geliyorum” diyor.

وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21)

Va CaGaLaNİy MiNa eLMuRSaLİyNa (VaFaGaLaNİy eLMuFGaLİyNa)

“Ve beni mürsellerden ca’l etti.”

الْمُرْسَلِينَ kurallı erkek çoğul olarak مِنْ ile gelmiştir, ahd içindir.

Kastedilen mürselîn kimlerdir?

Her kavme ve her topluluğa resuller gelmiştir ve gelmektedir. “Resul” demek başkan demektir. Allah’ın gönderdiği resuller peygamberlerdir. Onun halifesi olan topluluğu temsil eden meclislerin gönderdiği resuller de bugünkü başkanlardır. Marifeli çoğulda ise kastedilen belli görevi yüklenen resuller topluluğudur. Bunlar Nuh Peygamber ile başlayıp Muhammed Peygamber ile biten resuller grubudur. İnsanlığı uygarlaştırma ile görevlendirilmişlerdir. Bunların merkezinde Musa Peygamber vardır. Musa Peygamber vahye dayanan risaletin olgunluk çağına ulaştığı zamanın resulüdür. Musa Peygamberden sonra Davut, İsa ve Muhammet peygamberler uygarlığı tamamlamışlardır.

Musa Peygamber ‘ben onlardan biriyim’ diyor ve buna kendisi de inanıyor.

 

YORUM

Kur’an peygamberleri iki grupta toplar. Azimet sahibi peygamberler; bunlar Allah’a inanmışlar ve her türlü olumsuzluklar içinde verilen görevleri yapmaya çalışmışlardır. Arkalarında Allah’ın olduğunu bilerek tereddütsüz görevlerine devam etmişlerdir.

Düşünün ki Türkiye’de idam cezası kalkmıştır ve Türkiye’de geç işlemekte de olsa adil bir yargı vardır. Fethullah Gülen Türkiye’ye gelemiyor, gelmiyor. Kendisine ve yanındakilere soracak olursan o da görevlidir. Musa onun gibi olsaydı korkusundan Mısır tarafına bile bakamazdı, bakmazdı.

Ben bu kadar yazılar yazıyorum. Düşünceler ileri sürüyor, uygulamalar yapmaya çalışıyorum. Ama herhalde bu savunduklarıma Musa gibi, Muhammed gibi inanamıyorum.

Düşünün, evinizin, gizlendiğiniz mağaranın girişine sizi öldürmek üzere silahlı insanlar dayanmış, bir arkadaşınızla berabersiniz, içeri girip sizi yakalayacaklar. Arkadaşınız endişe ile üzülüyor. Kendi hayatı için değil yapmak istedikleri şeyin gerçekleşemeyeceğinden dolayı üzülüyor. Siz olsanız o zaman arkadaşınıza, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” diyebilir misiniz? Ben bunu şahsen diyemem, diye düşünüyorum. Bu benim eski günahlarımdan dolayı değil, Musa’daki azmin bende olmamasından dolayıdır. Yoksa Musa’nın da hatalara dayalı günahları olmuştur. Ben ise ne yapıyorum? Allah Allah deyip ancak teslim oluyorum, benim görevim bu kadarmış diyorum. Hareketlerimi yaparken korkmadan yapıyorum. Mademki Allah görev veriyor ben yapayım diyorum ama sonuçtan emin değilim, olamıyorum.

Sizlerin de yapacağı şey budur. Allah emrediyorsa yerine getireceksiniz. Sonucun ne olacağını hesaplamayacaksınız.

 

Öz Türkçe ile:

“Sizden korkunca kaçtım arkasından yetiştiricim bana bilgelik verdi ve beni görevlilerden yaptı.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Sizden havf edince, sizden firar ettim. Rabbim bana hüküm hibe etti ve beni mürsellerden ca’l etti.”

 

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21)

FaFaRaRTu MiNKuM LamMAv PiFTuKuM FaVaHaBa Lİya RabBiy XuKMan Va CaGaLaNİy MiNa eLMuRSaLİyNa

 

***

 

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ

Va TiLKa NiGMaTun (Va TiLKa FiGLaTun)

“Ve o nimettir”

أَنْعَام geviş getiren çift tırnaklı hayvanların ortak adıdır. Deve, sığır, koyun, keçi. Sonra نِعْمَة bütün yiyeceklerin adı olmuştur.

Rahmet manevi iyilikler, nimet maddi iyilikleri ifade eder.

ن belirsizliği, ع etkiyi, م enginliği ifade eder.

Firavun Musa’ya yaptığı iyilikleri anlatır ve buna karşı sen suç işledin, yetmezmiş gibi şimdi de karşıma dikilip benden saltanatımı perişan edecek taleplerde bulunuyorsun der.

Oysa Musa Firavunun saltanatına bir şey demiyor. Ona yumuşak söyleyin emrini alan Musa çok saygılı bir şekilde konuşuyor.

Bugün Sermaye bize karşıdır. Ben bu kadar büyük işler yapıyorum, milyarları istihdam ediyorum, sizler ise faizden vazgeçin, dolardan vazgeçin diyorsunuz, der.  “Bizim kurulu düzenimize taş mı koymak, saltanatımızı sarsmak hatta yıkmak mı istiyorsunuz?” diye ekler. “Böyle bir öneri nasıl yapılabilir?” diyerek bütün tedbirlerini almaya çalışır.

Oysa biz Sermaye’ye; sen batıyorsun, seni biz batırmıyoruz, kendin batıyorsun, diyoruz. Rabbimizin yani âlemlerin rabbinin bize söylediğini ve bize söyle dediklerini size sadece iletiyoruz. Faiz yerine faizsiz kredileşmeyi koy, karşılıksız doların yerine altın bonosunu çıkar, siz de kurtulun biz de kurtulalım diyoruz.

تَمُنُّهَا عَلَيَّ

TaMunNaHAv GaLayYa (TaFGuLaHA GaLayYa)

“Onu bana minnet ettiğin”

مَلَّة içi dolu kapatılmış torba, إِمْلَاء içine koymak demektir. إِمْلَال tamamen doldurup çuvalın ağzını dikmek demektir. إِمْلَاء yazdırmak, إِمْلَال imzalamak demektir. Burada لن’a dönüşmüş olabilir. Dolu (bolluk) vermek anlamında memnun etmek; verdiğinin ağzını dikip kullandırmamak ise minnet demektir.

مenginliği, نbelirsizliği ifade etmektedir. Kur’an’da  منن27,مني21 defa geçer. Toplam 48 (24*3) eder.

“Minnet etmek” yaptığın iyiliği başa kakmak demektir. Firavun da burada yaptığı iyiliklerini başa kakıyor. Nankör diyor.

İslamiyet’e göre iyilik de kötülük de Allah’tan gelir. Kelamcılar bunu imanın 6 şartından biri olarak sayarlar. Allah’ın izni olmaksızın hiç kimse başkasına bir kötülük yapamaz. Eğer bize kötülük yapılıyorsa ya bizim günahlarımız var, o günahlarımızın karşılığını dünyada çekiyoruz, ahirete suçsuz gidiyoruz, bunun için o kötülüklere uğramış oluyoruz ya da Allah ahirette bizim derecemizi yükseltmek için bu dünyada sıkıntılar veriyor. Ne iyilik ne de kötülük karşımızdakinden bize gelir. Dolayısıyla kimsenin kimseye teşekkür etmesi gerekmediği gibi kimse kimseye minnet de edemez.

Bu ayetlerle bu husus açıklanır.

أَنْ عَبَّدْتَ

EaN GabBaDTa (EaN FagGaLTa)

“Senin ta’bit etmen”

عَبْدana kapının önündeki bekçidir. عَبْد‘in عَمَل‘den farkı, عَامِل olan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. عَبْد ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir.

ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder. عبد Kur’an’da 275, عمق 1 defa geçer. Toplam 276 (22*3*23) eder

İbadet kökünden tefil babında yalnız burada geçer. Firavunun İsrail oğullarını köleleştirdiği anlaşılır. Yakup Peygamberin çocukları olarak oluşan İsrail oğulları çoğalırlar, bilgileri ve çalışkanlıkları dolayısıyla Mısır ekonomisine hâkim olmaya başlarlar. Bu ifade ile oradakilerin Firavun düzeni tarafından kölelik sıfatına indirgenmiş olduğu anlatılmış olur.

Mısır yazıtlarında İsrail oğulları hiç geçmez. İsrail oğullarının isimlerinin geçirilmesi Mısırlılar tarafından yasaklanır. Tevrat’ta ve Kur’an’da uzun uzun bahsedilen İsrail oğullarının Mısır hayatı Mısır’da hiç anlatılmaz. Oysa Mısır’da yaşamamış bir topluluğun kitaplarında Mısır’la ilgili bu kadar detaylı bahsedilmesi mümkün değildir.

Musa; evet sen beni büyüttün ama İsrail oğullarını da köleleştirdin, şahsıma yaptığın iyilik olsa bile mensup olduğum ırka yaptığın kötülük daha da büyüktür diyor.

بَنِي إِسْرَائِيلَ (22)

BaNİy EiSRAEİyLa (FaGLİy EiFGaLİyLa)

“İsrail oğullarını.”

İsrail oğulları Yusuf Peygamber ile Mısır’a gitmiş ve orada çoğalarak ulus olmuşlardır. Yakup Peygamberin evlatları olarak 12 kardeşin töremesi (torunları) bugüne kadar dünyada rol oynamış bir ulusu oluşturmuştur. Halen dünyada en etkili ulustur. Ama hep sıkıntılar içinde yaşamışlardır. İlk sıkıntıları Mısır’da olmuştur. Varlıklı saygın kişiler iken Mısırlılar tarafından köle seviyesine indirilmiş ve büyük sıkıntılar çektirilmiştir.

Sonra Musa Peygamber zamanında çöllerde çile çekmişlerdir.

Daha sonra Babil’e sürülmüşler, Romalılar onları Medine’ye sürmüşler, ondan sonra da İspanya’dan sürülmüşlerdir. Bu çilelerle büyük millet olmuşlardır. Bugünkü güçleri de oradan gelir. Şer zannedilen hayır olur.

 

YORUM

Kur’an İsrail oğullarının iyiliklerini de kötülüklerini de anlatır.

Kur’an daima bir örnek verir. Mesela içkilerden yalnız üzüm şarabını haram eder. Hayvanlardan ise domuz eti haram edilir. Diğerlerini kıyas yoluyla biz çıkarır ve anlarız. Böylece bize kıyas yolu da öğretilmiş olur.

Allah insanları uluslar olarak yaratmıştır. Aynı dili konuşan insanlar aynı ülkede yaşayanlar bir ulus oluştururlar.

Kur’an Yahudi ulusunu örnek olarak anlatır, onların iyiliklerini ve kötülüklerini dile getirir. Bütün diğer uluslar da onların yaşadığı maceralara benzer olayları yaşarlar. Kur’an en çok Musa Peygamber’den bahseder.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve bana kaktığın bu iyilikler İsrail oğullarını köleleştirmendendir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve bana minnet ettiğin nimet, İsrail oğullarını ta’bid etmen sebebiyledir.”

 

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22)

Va TiLKa NiGMaTun TaMunNaHAv GaLayYa EaN GabBaDTa BaNİy EiSRAEİyLa

 

İstanbul, Yenibosna; 02 MAYIS 2020

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Haz.: ECE FERAH

REŞAT N. EROL

TAYİBET ERZEN

SÜLEYMAN AKDEMİR

resatnurierol@gmail.com (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
03.05.2020
09:04


1967...1968...1969...AKEVLER 54 YILDIR ÇALIŞIYOR...2018...2019...2020

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1062

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1062. Hafta - 02 MAYIS 2020 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1062. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

AdresAKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASIANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

İKİ FARKLI YAYIN ORGANI

Süleyman KARAGÜLLE

***

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-28

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-29

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-30

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-31

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-32

Virüs dünya düzeni mi, Adil Dünya Düzeni mi?-33

Reşat Nuri EROL

***

ŞUARA SÛRESİ- 2. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

طسم (1) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3) إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4) وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5) فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6) أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (8) وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9)

***

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10) قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ (11) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ (12) وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ (13) وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ (14) قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ (15) فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16) أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17) قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18) وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19) قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20) فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21) وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22)

NOT: Küçük harflerle yazılmış sözlük kısmını seminerde okumanıza gerek yoktur. İsteyenler sonra okurlar. Çoğu tekrardır. Bazı ayetlerin altına sözlük kısmını eklemedik, sebebi, önceki ayetlerde aynı kelimeler geçtiği içindir.

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ

Va EiÜ NAvDAy RabBuKa (Va EiÜ FavGaLa FaGLuKa)

“Ve hani Rabbin nida etmişti”

نَدْوَة halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاء denmiştir. Daha sonra çağırma fiilinin mastarı olmuştur. Kuranda ندو53, ندم 7 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.  

ن belirsizliği, د çevreyi, و birliği ifade eder.

قَالَ لَهُنَادَاهُدَعَاهُ birbirine yakın ifadelerdir. قَالَ de teklif ve icap vardır. Nida ve duada ise tek taraflı istek vardır. Muhatabın kabul veya reddi ile alakalı değildir. Nida eşit kimselerin birbirine seslenmesidir (birbirini davet etmesidir). Dua ise asttın üstten isteğidir. Emir ise üsttün asttan isteğidir.

رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَة denir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılmıştır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. ربب kökü de ربو’den dönüşmüştür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب 981, رمي 9 defa geçmektedir. Toplam 990 (2*32*5*11) eder.

ر tekrarı, ب geçidi ifade eder.

Bu surenin ilk bölümünde peygamberlerin oluşturduğu uygarlıkların sonuncusu olan Kur’an uygarlığını anlatmıştır. Son iki ayetle sure 8 bölüme ayrılmıştır. Şimdi bu seminerde Kur’an uygarlığından sonra ikinci uygarlık olan Tevrat uygarlığı anlatılacaktır.

Bugün yeryüzüne inmiş ilahi kitaplardan Furkan olan yani hükümleri içeren iki kitap vardır; Tevrat ve Kur’an. Tevrat, Kuran’ın nazil olmasından önceki uygarlık uygulamasıdır. Mühendislikte yeni bir şey yapılacaksa, proje yapılırken, proje yapılmadan evvel usta işi uygulama yapılır. Bu uygulama başarılı olunca projesi kesinleştirilir. Proje kesinleşince bir örnek uygulama yapılır. Proje ve örnek uygulama imalathanelere verilir ondan sonra seri üretime geçilir. Tevrat, Kur’an gelmeden evvelki proje uygulamasıdır.

Sünnet projenin örnek uygulamasıdır.

Peygamberlere dayalı uygarlıklar birinci Kur’an uygarlığı ile tamamlanmış olur.

Bu sure peygamberler uygulamasının bütününü anlatan bir suredir. Tevrat ikinci derecede rol oynar. Burada bu sıralamaya uyulur.

Tevrat uygarlığı önceki surelerde anlatılırken وَإِذْ ‘ler ile anlatılır. Burada hazflar yapılarak Tevrat uygarlığına atıflar yapılır. إِذْ ile Bakara Suresi’nde ve diğer surelerde anlatılan Tevrat uygarlığı hatırlatılmış olur. وَ ile başka surelere atıf yapılmasa da إِذْ ile başka sureler hatırlatılmış olur. “Bunlar mübin ayetlerin kitabıdır” cümlesine atfedilir.

Musa Peygamber Medyen şehrinden ayrılınca bir ateş görür, oraya varınca da Allah Musa’ya hitap eder. O andan itibaren Musa’nın kıssası anlatılmaya başlanır.

“Rabbin nida etti” diyor. “Rab” terbiye eden yani uygarlaştıran demektir. Uygarlıklar birbirlerine eklenerek insanlık bugünkü haline yani bugünkü seviyesine gelmiştir.

...

DEVAMI VE TAMAMI

"SEMİNERLER"DE...




Serkan Sönmez
13.05.2020
21:45
Allah razı olsun hocam Allah'a emanet olun inşallah




Çok Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12175 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3913 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 884
Nahl Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
15.10.2016 5946 Okunma
5 Yorum 18.10.2016 13:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4544 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 3974 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6074 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8202 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 967
Taha Suresi Tefsiri 37-41. Ayetler
2.06.2018 4984 Okunma
4 Yorum 03.06.2018 01:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 993
Enbiya Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
22.12.2018 3801 Okunma
4 Yorum 28.12.2018 17:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4439 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3566 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4522 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7009 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 822
Hûd Sûresi Tefsiri 28-31. Ayetler
11.07.2015 5574 Okunma
3 Yorum 13.07.2015 01:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8560 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 885
Nahl Suresi Tefsiri 78-82. Ayetler
22.10.2016 5389 Okunma
3 Yorum 23.10.2016 08:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 913
İsra Suresi Tefsiri 88-92. Ayetler
6.05.2017 5234 Okunma
3 Yorum 10.05.2017 12:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 996
Enbiya Suresi Tefsiri 95-100. Ayetler
12.01.2019 3989 Okunma
3 Yorum 20.01.2019 14:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1004
Hac Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
9.03.2019 4969 Okunma
3 Yorum 10.03.2019 14:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4571 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4613 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4228 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4257 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4465 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3699 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3834 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4005 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4025 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4570 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 537
AHZÂB SÛRESİ TEFSİRİ -35.AYETLER
21.11.2009 4380 Okunma
2 Yorum 02.12.2009 12:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 818
Hûd Sûresi Tefsiri 13-16. Âyetler
13.06.2015 5671 Okunma
2 Yorum 25.06.2015 04:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8302 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7425 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 8880 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7251 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 857
Hicr Sûresi Tefsiri 9. Âyetler
26.03.2016 5942 Okunma
2 Yorum 27.03.2016 10:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9112 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9189 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 877
Nahl Suresi Tefsiri 36-39. Ayetler
20.08.2016 5106 Okunma
2 Yorum 21.08.2016 18:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 887
Nahl Suresi Tefsiri 89-92. Ayetler
5.11.2016 5816 Okunma
2 Yorum 07.11.2016 09:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 889
Nahl Suresi Tefsiri 98-105. Ayetler
19.11.2016 5728 Okunma
2 Yorum 20.11.2016 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 912
İsra Suresi Tefsiri 81-87. Ayetler
29.04.2017 4986 Okunma
2 Yorum 30.04.2017 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 965
Taha Suresi Tefsiri 17-24. Ayetler
19.05.2018 4201 Okunma
2 Yorum 24.05.2018 06:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 989
Enbiya Suresi Tefsiri 44-50. Ayetler
24.11.2018 3882 Okunma
2 Yorum 30.11.2018 12:01
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 999
Hac Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
2.02.2019 5891 Okunma
2 Yorum 03.02.2019 09:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1005
Hac Suresi Tefsiri 27-30. Ayetler
16.03.2019 4749 Okunma
2 Yorum 17.03.2019 11:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5132 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8398 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4895 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4451 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38