Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1030
Müminun Suresi Tefsiri 102-110. Ayetler
21.09.2019
2479 Okunma, 1 Yorum

MÜMİNUN SÛRESİ- 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102) وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103) تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104) أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (105) قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106) رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107) قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108) إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109) فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّى أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110)

 

***

 

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ

FaMaN ÇaQuLaT MaVAvZIyNuHUv (FaMan ÇaQuLaT MaFAvGIyLuHUv)

“Kimin mevazini sakl olursa”

Bundan önce anlatılanlar üçüncü binyıl uygarlığını kuracak olanların bu dünyadaki durumları idi. Uygarlaşan son nesildir. Nasıl belli yaştan sonra insan artık gelişmesini durdurursa, insanlık da bundan sonra yeni organlarla yaratılmayacaktır. Son yapısını üçüncü binyılda tespit edecek, ondan sonra çoğalacak, ilimde ve teknikte gelişecek ama sosyal yapı değişmeyecektir. فَ harfi ile bu durumun kıyamete kadar süreceği ifade edilmektedir.

Buradaki مَنْşart edatıdır.

مَوَازِينkelimesi مِيزَان kelimesinin çoğulu olarak gelmiştir, ism-i alettir. Sonra gelen أُولَئِكَ buna delalet eder. Mizan terazidir. Amellerin miktarları vardır. Yaptıkları ölçülebilmektedir. Ne var ki tartıya giren fiil değil onun sevap veya günah değeridir. Bu ise niyetlerle ve şartlarla ilişkilidir. Dolayısıyla değerin bir ağırlığı yoktur. Değerin ağırlığı hesabidir.

Bugün muhasebede sağ tarafta alacaklar, sol tarafta borçlar yazılır. Kişi yılın sonunda borçlu veya alacaklı olur. Herkesin muhasebesi vardır. Onlar filme alınmaktadır (dört boyutlu uzayda yaşanmaktadır), değerleri ise defterlere yazılmakta, sağ tarafta sevaplar sol tarafta günahlar yazılmaktadır. Değerlendirmede ihtilaf olursa baş muhasibin söylediği kayda geçmektedir.

Ahirette madde madde okunacak ve sevap-günah üzerinde tartışılacaktır.

‘Mevazini ağır gelmek’ demek sağ tarafı yani sevap tarafı fazla olmak demektir.

فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102)

Fa EuLAvEiKa HuMu eLMuFLiXUvNa (Fa EuLAEiKa HuMu eLMuFGıLUvNa)

“Onlar muflihtirler.”

فَلَّاح çiftçi demektir, Türkçedeki refah anlamında kullanılmaktadır.

Refah kelimesi neyi ifade eder?

Biz bunu orta ömürle ifade ediyoruz. Nüfusun yıl içinde ölenlere bölünmesiyle bulunur. Sonuç o yılki refahı verir. Ahirette ölüm olmadığına göre bu tarifimize uymamaktadır. Ahirette açlıktan ölüm de yoktur. Ahirette zevk alma veya sıkıntı duyma vardır. Darda olan sıkıntıdadır deriz. Yani geliri gideri karşılamıyorsa o felahta değildir. Ahirette gelir gideri karşılayacaktır. Ancak insan sıkıntıda olacaktır. Öğrencinin ikisi de sınıfı geçer; biri 10’la, biri ise 5’le geçer. Bu sıkıntıdadır. Felahta olanlar 10’la sınıflarını geçenlerin duyduklarını duyarlar. Diğerleri ise bütünleme ile sınıflarını geçer yahut sınıfta kalıp sonra geçenlerin durumunda olur. Beğenmediğiniz yemekle de karnınızı doyurursunuz ama leziz yemeği tercih edersiniz. Giyim de böyledir. Babası, istediği arabayı almadı diye intihar eden genci okudum. Oysa babası, en ucuz ayakkabıyı alan fakirin çocuğu sevinmiştir.

Bugün psikolojide bilinmektedir ki acı ve tatlı bedende değil ruhta duyulmaktadır. Azab bedene değil ruha yapılmaktadır. Uyuşturulan kol kesildiği halde acı duyulmaktadır.

 

YORUM

Allah meleklere görev verdi. Bir ceviz kadar iken kâinatı patlattı. Kendi kanunları içinde büyümektedir. “Alın bunu ve benim verdiğim projeye göre düzenleyin. Öyle düzenleyin ki orada canlılar çoğalsınlar ve yaşasınlar, ölsünler ve dirilsinler.” Dedi.

Sonra meleklere canlıların yapısını öğretti, onlara bir hücre var etti. O hücre bölündü, çoğaldı, büyüdü, farklılaştı ve insana kadar geldi.

İnsanı iki gücü ile var etti ve ruhundan üfledi. Allah insanı, kendisini en iyi şekilde tanıtmak için yarattı. İnsanlar 60 bin sene içinde evrimleştiler. Peygamberler gelip onları eğittiler ama kendileri de çaba gösterdiler. İnsanlık olarak olgun çağımıza vardık. Bizden sonra artık yeni dokular oluşmayacak. İnsanlık üzerindeki son değişiklik yapılmaktadır.

Bundan sonra insanlık ergin çağında uygarlaşmaya devam edecek, sosyal yapıdan ziyade teknik yapıda değişiklik olacaktır.

Bundan sonra belki de dördüncü binyılda insanlar deniz uygarlığını kuracaklardır ama bu uygarlık yeni deniz uygarlığı olacak. Yüze yakın aile bir gemide yaşayacaktır. Üretecek, deniz tacirlerine satacak ve onlar da tüm denizlere ulaştıracaklardır.

Daha ilerde uzayda siteler kurulacak ama bunlar da semt kooperatifleri olacak, uzay gemisi yüz aileyi içerecektir. Arı kovanları nasıl çoğalıyorsa gezegenlerdeki insan toplulukları da yine semt uygarlığını yaşayacaklardır.

Daha da ilerde insanlar hidrojen enerjisinden yararlanıp güneş ışığının ulaşmadığı yerlerde de semtler kuracaklar, onlar da yüzer daireyi içerecek. Çalışacakları yerler orada olacak. Az çeşit mal üretecek, uzay tüccarlarına satacak ve uzay tüccarlarından alacaklardır.

Teknikte daha çok keşfedeceklerimiz vardır. Belki de bu dünyada iken daha kıyamet olmadan dört boyutlu uzaya da geçebileceğiz. Işıktan daha hızlı dalgaları kullanarak galaksilere bile yerleşeceğiz. Ama bunların hepsini semt kooperatifleri şeklinde yapacağız. Yani yüze yakın aile bir arada yaşayacak. Yeni semtler eski semtlerin bölünmesiyle oluşacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Tartısı kimin ağır olursa onlar genişliktedir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Kimin mevazini sakl olursa onlar müflihtirler.”

 

FaMaN ÇaQuLaT MaVAvZIyNuHUv FaEuLAvEiKa HuMu eLMuFLiXUvNa

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102)

 

***

 

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ

Va MaN PafFaT MaVAvZIyNuHUv (Va MaN FaGaLaT MaFAvGıyLuHUv)

“Ve kimin mevazini hafif olursa”

İnsan yaratılmış, kendisine imkânlar verilmiş, nimetler verilmiş, insan borçlandırılmıştır. Oturduğu yer yukarıdadır (hafif gelmiştir). Çünkü ona verilen nimetler onu borçlandırmıştır. Sevap işledikçe borçlarını ödemeye başlar. Bir sevap on borcu kapatır. Onda bir de olsa borcunu ödemişse kefesi ağır gelir ve cennetlik olur. Borçlarını kapatamazsa ve yeni borçlar eklerse kendisi yukarıda borç tarafı aşağıda olur.

Bu ifade çok beliğdir.

Herkes kendisine verilen nimetler kadarı ile sorumlu olacaktır. Dolayısıyla zengin olan çok zekât verdi terazisi ağır gelir anlamında değildir. Zengin olan zenginliğine göre verirse terazisi ağır gelir.

Herkes ayrı ayrı sorumlu olacaktır ama cennete de cehenneme de yine beraber gidilecektir, onun için çoğul kalıbı getirilmiştir.

فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ

FaEuLAEiKa elLaÜIyNa PaSiRuv EaNFuSaHuM (Fa EuLAEiKa elLaÜIyNa FaGIyLUv EaFGıLaHuM)

“Onlar nefislerine husr edenlerdir.”

Terazileri ağır gelenleri ismi faille zikretti. Onlar bellidir ama felahları belli değildir. Onlar değişik türde felaha ereceklerdir.

Burada ise ismi mevsul ile zikretti. Hüsranları da bellidir. Suçlar bellidir. Cezalarının sınırları bellidir. Ne ile karşılaşacakları, ne kadar ceza görecekleri bellidir. Sonra da sadece müflih olarak zikretti, burada nefislerine dedi.

Anayasalarda ve ceza kanununda cezaların şahsiliği ve belirliliği ilkesi yer alır. Fıkıhta da aynı ilke vardır. Kimse başkasının yaptığından dolayı cezalandırılamaz. Kimse kesin olmayan, belli olmayan ceza ile de cezalandırılamaz. الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ  ile bunu ifade eder.

فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103)

FIy CaHanNaMa PAvLiDUvNa (FIy FAGanNaLa FAvGıLUvNa)

“Cehennemde haliddirler.”

خَالِدُونَkelimesi cehennemden hiç çıkmayacaklar anlamında değildir. Hesap ilminde bilinmektedir ki 0’lar birbirine eşittir, o halde sıfır ağır gelmez. Sonsuzlar da birbirine eşittir, sınırlıyı yaratamaz. Kimse zül olunmayacağına, kimseye suçundan fazla ceza verilmeyeceğine buradaki خَسِرُواأَنْفُسَهُمْile işaret etmektedir. Cehennem ehli olduktan sonra sonuna kadar orada kalma zorunluluğu vardır. Ceza dolunca çıkılabilir.

Parçacıklar birbirini çeker ve iter, böylece varlıklar oluşur. İnsanların yapısı molekülden oluşur. Cehennemdekilerin ve cinlerin yapısı ise atom yapısı ile oluşur.

Fizikte bir kanun vardır. Moleküller arasında çekme varsa çok yaklaşınca birbirlerini iterler, itme varsa çekerler. Yapı aynıdır, insanın yapısı ile cinlerin yapısı aynıdır. Cennettekilerin yapısı ile cehennemdekilerin yapısı aynıdır, itme çekme dengesine dayanmaktadır, yerlerini değiştirseler de denge yine kurulur.  Cinlerin ve cehennemdekilerin yapıları milyonda bire kadar yakın parçacıklardan oluşur. Cehenneme ve cennete giderken insanların yapısı değişir. Molekül yapısından atom yapısına dönüşür. Oradan çıkmaları mümkün değildir. Yeniden değişime uğraması gerekir.

Kur’an bu geçiş dönemini, لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىile ifade etmektedir, orada mevt etmez hayy da etmezler. Bu sebeple cehennemde ceza bitince izinle de olsa çıkma yoktur.

 

YORUM

Çağımız insanı yirminci yüzyılda çok ağır inançsızlık durumunu geçirdi. Bugün o inançsızlık yeşermiş durumda. Anaları örtündükleri için görevden kovulanların kızları şimdi çıplaklıkta yarışmaktadır ve analar hala başlarını açmadıkları halde kızlar bu durumlarından kaygı bile duymamaktadırlar. Bu kızlar iffetlerini korumaktadırlar, henüz Batı mantığı içinde serbest cinsi ilişkiler kurmuyorlar. Daha imanımızı kaybetmedik ama uçuruma doğru gidiyoruz. AK Parti’nin uçurumundan daha korkunç bir uçurum. Başı açmayı şimdi mumla arıyoruz. Baskıya direnen kızlarımız şimdi onları geçmiş durumdadırlar.

Yalnız örtüde değil, her alanda amellerimiz bozuk durumda, faiz haram olmaktan çıkalı yıllar oldu, korkunç karanlıklara doğru gitmekteyiz.

Bu durumdan nasıl kurtulacağız?

Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıyla ve semt kooperatifleriyle kurtulacağız.

Bu nasıl mümkün olacak?

Bugün kişi bir topluluğa mensup değildir. Başıboş dolaşmaktadır. Kendisi dışarıda uzaklarda bir şeyler aramaktadır.

Oysa semt kooperatiflerinde günün 24 saatinde insanlar bir aradadırlar. Sosyal bir yapı oluşmaktadır. Her semt çalışmakta ve kazanmaktadır. Kazanmak için artık kendisini Sermaye’ye beğendirme durumunda değildir.

Okulları ayıracağız. 15 yaşına kadar anne baba istediği okula gönderecektir. Örtülü veya açık. 15 yaşına gelen çocuklarımızı evlendirmeliyiz, öyle okumalıdırlar. Evlenme ve boşanma kolay olmalıdır.

Törelere uyan kız koca bulmalı. Törelere uyan, sigara içmeyen, iffetini koruyan oğlan eş bulabilmeli. Bütün bunlar ancak semt kooperatiflerinde olabilir. Semt kooperatifinde alınan giyim kuralı zorunlu olmalıdır. Semtini değiştirme kolay olmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kimin tartısı yenikse onlar kendilerine yitirmişlerdir. Tuzak(h)ta kalıcıdırlar.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kimin mevazini hafif ise onlar kendi nefislerine husr etmişlerdir. Cehennemde haliddirler.”

 

Va MaN PafFaT MaVAvZIyNuHUv FaEuLAEiKa elLaÜIyNa PaSiRuv EaNFuSaHuM FIy CaHanNaMa PAvLiDUvNa

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103)

 

***

 

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ

TaLFaXu VuCUvHaHuMu elNAvRu (TaFGaLu FuGUvLaHuMu elFaGLu)

“Nâr vecihlerini lefh eder.”

Bu ayette geçen iki kelimenin köklerinde ikişer harf ortaktır, لفح ve كلح. ف yerine ك gelmiştir. Kur’an’da birer defa ve yalnız burada geçerler.

Bu surenin üçüncü binyıla geçiş insanlarını anlattığını biliyoruz. Öyleyse bunların ahirette de özel durumları olacak. Yalnız bu dönemin zalimlerini ve kâfirlerini içerecektir. Bu iki kelimenin yalnız onlar için kullanılması ondandır.

لَفْحkızarıklıktır, Kur’an’da 1 defa geçer. نَفْحَة ise yanık kabarığıdır, o da 1 defa geçer.

ل belirliliği,ف  ayrılmadan kopmayı, ح hareketi ifade eder.

Sıcaklık fizikte etki yapar, maddeyi değiştirmez, soğuduğu zaman tekrar eski yapısına döner. Sıcaklık belli sınıra varınca artık kimyasal yapı değişir, soğusa da madde eski durumuna dönmez. Cehennemdeki canlının bedenini, kimyasını değiştirmeyecektir. Sadece yerlerinde duran atom ve moleküllerin daha çok titremelerine sebep olacaktır. Deri veya saç benzeri yapılarda değişimler olacaktır. نفح ve لفح bunları ifade eder.

نفح bir defa ve birinci Kur’an uygarlığının kâfirleri için geçer  (Enbiya, 21/46 وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ). لفح ise ikinci Kur’an uygarlığının kâfirleri için geçer. Bu büyük bir müjdedir. Üçüncü binyıl uygarlığına da helak olmadan geçeceğiz ve birinci Kur’an uygarlığına geçmekten daha kolay olacaktır. نفح ve لفح kelimelerinin seçilmiş olması bize bu müjdeyi vermektedir.

Biz hiçbir şeyi ezbere söylemiyoruz. Sadece Kur’an’ı kurallara göre yorumluyoruz. Hatamız var ama bütünü hata değildir. Sizin göreviniz reddetmek değil, hataları düzeltmek ve bu çalışmaları daha ileriye götürmektir.

وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104)

Va HuM FIyHAv KAvLıXUvNa (Va HuM LaHAv FAvGıLUvNa)

“Onlar orada kâlıhdırlar.”

Bu kelime yalnız ikinci Kur’an uygarlığının kâfirleri için geçmektedir, cehennemdeki özel durumları böyle anlatılmaktadır.

كَالِحçenesi kapalı demektir.“Ağzını bıçak açmıyor” diyoruz. Kur’an’da 1 defa geçer. 1 defa da كلء kökü geçer. Toplam 2 eder.

Bunlar suçlu olduklarını bile bile suçu işliyorlar. Ahirette savunacakları hiçbir tarafları yoktur. Bütün beyyineler ortaya çıkmıştır. Musa Peygamber’in yahut Muhammed Peygamber’in kâfirleri henüz ilmi mantığa ulaşamamışlardı, kulaktan duyma bilgileri vardı. Onlar bunlar kadar sorumlu değildirler. Bunlar ise bugün işlediklerinin bir cinayet olduğunu biliyorlar. Allah’ın varlığını da biliyorlar. Kur’an’ın ve Tevrat’ın Allah sözü olduğunu da biliyorlar. Ne var ki 500 senelik başarıları onları yanıltıyor. Bunu İngiltere’deki Sermaye de biliyor Washington’daki Beyaz Saray da. Türkiye’de de Türk masonları biliyor. AK Parti de biliyor. Ama Adil Düzen’e karşı ağızları açılmıyor, ne “Evet” ne de “Hayır” diyebiliyorlar, sadece istihza ediyorlar. Dolar gücü ile halka duyurmuyorlar.

 

YORUM

İbrahim Peygamber’i ateşe attılar. Musa Peygamber ile meydanlarda yarıştılar. Muhammed Peygamber’e karşı bugün olduğu gibi söyletmeme ve yazdırmama siyaseti güdüyorlardı. Necmettin Erbakan’ın 1969 Bağımsızlar Hareketi adayları listesinde Akevler baştadır diye internette bulamazsınız. Kitap yazan Müslüman yazarlar bile adlarını yazmaz, çünkü yazsa kitabı basılmaz. Oysa tüm engellemelere rağmen biz Adil Düzen’i dünyaya duyurduk. O anlatılanlarla İran’da, Rusya’da, Afganistan’da, Amerika’da inkılaplar oldu. Sermaye de ılımlı İslamiyet’i kabul etmek zorunda kaldı.

Bunların ahiretteki cezaları susmalarıdır. Bizi bu dünyada susturdular. Onlar da ahirette susacaklar. Ağızları bıçakla açılmayacaktır.

Yüzün kızarıklığını mecazi olarak anlayabiliriz. Ahirete yüz kızartıcı suçları işleyenler olarak geleceklerdir. Mega grup bu dünyada başarısız olacak, ahirette de utanmış olacak, buradaki arsızlığın cezasını orada çekecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Onların yüzlerini od kızartır ve onlar orada suskundurlar.” 

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Nâr onların vecihlerini lefh eder ve onlar orada kâlihdirler.”

 

TaLFaXu VuCUvHaHuMu elNAvRu Va HuM FIyHAv KAvLıXUvNa

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104)

 

***

 

أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ

EaLaM TaKuN EAvYAvTIy TuTLay GaLaYKuM (EaLaM TaFGuL EFGAvLIy TuFGaLu GaLaYKuM  )

“Ayetlerim size tilavet edilmedi mi?”

Kur’an’dan önce ve Kur’an’ın birinci uygulamasında peygamberler insanlara mucize gösteriyorlardı. Kitapları vardı ama kitaplar mucize değildi. Mucize peygamberlerin davranışları idi. Kur’an bir mucize idi ama onun mucize olduğu henüz ispatlanmamıştı. Hissen farklı metin olduğunu kanıtlıyorlardı. Şimdi ise Kur’an’ın Allah sözü olduğuna dair Kur’an Mucizeleri kitabımızın çalışmaları devam etmektedir. 

Otobüse binecekseniz kartınızı cihazdan geçirmelisiniz, kapı açılır ve yolculuk başlar. Bakkaldan bir şey alacaksanız torbanıza etiket yapıştırırlar, etiketi cihaza okutuyorsunuz, borcunuzu söylüyor. Bu nasıl sağlanıyor? Basılan etiketlerde ince ve kalın çizgiler vardır, o çizgilerle okunmaktadır. Kur’an harfleri de böyle dizilmiştir. Allah’ın sözü olduğunu kanıtlayan bir sıra takip eder. Bakkalda nasıl hesapta hata olmazsa burada da hata yoktur.

Bugünkü insanlar bu ilimlere ulaştıkları için bundan önceki uygarlık ümmetlerinden farkları vardır. Şanslıdırlar, çünkü artık ayetlere inanacaklardır. Sorumludurlar, çünkü artık mazeretleri yoktur. Ondan dolayı آيَاتِي ifadesi takdim edilmiş, bize kanıtlar gelmiştir.

فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (105)

Fa KuNTuM BiHAv TuKaüÜıBUvNa (Fa FaGaLTuM BİHAv TuFagGıLUvNa)

“Siz onları tekzip eder oldunuz.”

Göz göre göre ve bile bile onun yalan veya yanlış olduğunu söylediniz.

O ayetlerin insanlara ulaşmaması için tedbirler aldınız.

Onlardan bahsedenleri susturdunuz, ekmeklerinden ettiniz.

Tekzib etmeyi gerçeklerin öğrenilmesi ve yapılmasını önlemek olarak anlamalıyız.

 

YORUM

“Onlara böyle söylenecek” cümlesi hazfedilmiş, sadece söylenecek sözler söylenmiştir, قِيلَلَهُمْ hazfedilmiştir.

كَالِحُونَkelimesi قِيلَلَهُمْ  ifadesini de içermektedir. Çünkü onlar söylediği zaman durumları bu olacak ve ses çıkarmayacaklar. Artık suçlarını itiraf edip özür dileyeceklerdir. Hazfın bir sebebi de şudur; bu itiraflar önce olmayacak, önce susacaklar, zamanla dilleri açılacak ve geri dönüş isteyeceklerdir.

Cehennemdekilerin tüm çabaları, ne iş yapsınlar ki oradan çıkabilsinler olacaktır. Cezalarını çektikten ve kendilerinde iyi haller görüldükten sonra oradan çıkacaklar olabileceği gibi oraya intibak etmiş ve cehennem bir azab yurdu olmaktan çıkmış olacaktır.

Cennettekiler derecelerini yükseltmek için faaliyette olacaklar.

Cehennemdekiler de kurtulmak için faaliyette olacaklar.

 

Öz Türkçe ile:

“Kanıtlarım size aktarılmadı mı? Siz onları yalanlar/yanlışlar oldunuz.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ayetlerim size tilavet olunmadı mı? Siz onları tekzib eder oldunuz.”

 

EaLaM TaKuN TuTLAy EAvYAvTIy GaLaYKuM Fa KuNTuM BiHAv TuKaüÜıBUvNa

أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (105)

 

***

 

قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا

AvLUv RabBaNAv GaLaBaT GaLaYNAv ŞıQVaTuNAv

“Şikvetimiz bize galebe geldi, Rabbimiz diye kavl ettiler.”

شَاقِي yüksek dağlardaki kayalıktır. Yukarıyaçıkmayı zorlaştırır, engeller. Lazım vemüteaddi olur. Zorluk içinde kalma anlamında olduğu gibi zorluk çıkarma anlamındadır da.  Birisinin bir şey yapmasını engellemeye çalıştı demektir.

ش sıçramalı harekettir, ق kuvvettir, ي kolaylıktır.

İnsanda iki meleke vardır; biri şıkve, diğeri saadet. Şıkvede kişi ayrı olmak ister. Diğer insanlara karşıdır. Kendini aile fertlerine karşı bulur, dediği olsun ister.  Semtte aşiretini korur. İlçede bucağını korur. Bölgede ilini korur, kıtada kavmini korur. Bu onun şıkvesidir. Diğer taraftan il içi dayanışma vardır, semt içi dayanışma vardır. Bölge içi dayanışma vardır. Aşiret, kabile, şa’b ve kavm bir dayanışmadır, kol kola olmak demektir. ‘Kol vermek’ olarak kullanırız, Kur’an bilek vermek şeklinde beyan ediyor.

Bizim ayrılığımız galebe çaldı da onun için onların söylediğine kulak vermedik dediler. Siz devlet görevlisisiniz, yazarsınız veya âlimsiniz, bir çalışmanızı ortaya koydunuz. Önce onu değerlendirmezler. Sermaye onu toplar. Kendi adamlarına malzeme olarak verir. Onlar onu kendileri bulmuş gibi takdim ederler, bu arada bir de güzelce bozarlar. Sonra Sermaye onları meşhur eder. Hıristiyanlık bugünkü hale böyle düştü. Önce şiddetle karşı çıkan Yahudiler Pavlus’u azizleştirdiler ve Hıristiyanlığı çirkin bir şekilde bozdular. Sonra büyüttüler ve Romalılara esir ettiler. Bugünkü Papalık böyle doğdu.

Bugünkü AK Parti, bugünkü Gülen Cemaati hep böyledir.

Bununla beraber tümü böyledir demiyorum, içlerinde çok samimi müminler vardır.

Sonunda Hıristiyanlık saflaşacak ve Müslümanlarla bir olup yeryüzüne hâkim olacak.

وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106)

Va KunNAv QaVMan WAvlLIyNa (Va FaGaLNAv FaGLan FAvGıLIyNa)

“Ve dalalet eden bir kavim olduk.”

Ahiretteki bu itirafları bize onların işte bu hallerini anlatmaktadır.

Bugünkü Batı o kadar pisliktedir ki tarihte bu kadar pisliğe hiç düşülmemiştir. Evliliği yasaklayıp halkı zinaya zorlamak tarihte hiç görülmemiştir. Tarihte hiçbir zaman insanlık bugün olduğu kadar çırılçıplak soyunmamıştır, rüşvet ve yolsuzluk bugünkü kadar revaçta olmamıştır. Bugün Batı’nın dalalette olmadığı bir yapı yoktur. Şıkva galip gelmiştir. Yarın bunları itiraf edeceklerdir. “Evet, biz bu pislikleri biliyorduk ama bile bile yaptık.” diyor.

Batılıların Mega grupları var, kabiliyetli gördükleri gençleri çocuk yaşta belirlerler. Onlara daha gençken olmadık ahlaksızlık işletirler. Filme alırlar. Sonra gerektiği zaman gerekli yere öyle getirirler. Emirlerini yerine getirmediği zaman onları tehdit ederler. Ergün Diler’in yazılarında bunlar anlatılmaktadır. Bizi de kamu mallarını almaya zorlarlar. Az maaşa çalışırsınız, sonunda kapılırsınız, rüşvet alırsınız sonra dosyanıza işlenir. Sonra laiklik maddesi ile tehdit ederler. Çok evliliği cinayet sayarlar.

Akevler’de gizli toplantılar yapmadık, kanuna ve şeriata aykırı hiçbir şey yapmadık. Her şeyi herkesin yanında yaptık. Ben Kırgızistan’da ikinci evliliği yaptım, Türkiye’deki eşimin bilgisi ve muvafakati ile yaptım. Kanunlara aykırı olmasın diye imam nikâhını yapmadım, eşlik sözleşmesini yaptım. Hala Süleyman Karagülle dosyasına internete bakarsanız 18 yaşındaki bir kızla evlendi yazılıdır. Sanki suç işlemişim gibi.

Dalalette olduklarını bilmektedirler. Boşanma zorluğu ile evliliği önlüyorlar. Az maaşla görevlileri rüşvete zorluyorlar. Bunları bir bir itiraf edeceklerdir. Bunları yapanlar Allah’a inanıyorlar. Bir kısmı bunları dinleri adına yapıyor.

Bazen aklıma gelir ve bu çirkin dünyadan gitmek ister canım. Sonra Kur’an gözümün önüne gelir. Yaşayıp insanlık bu pislikten kurtulurken daha fazla katkımın olmasını isterim.

Ahmet Tahir Satoğlu’nun babası İsmail Satoğlu derdi ki; çok yaşayalım ki sevabımız çok olsun. O zaman bu sözü anlamamıştım. Allah’tan hepimize Kur’an’a hizmet için uzun ömürler vermesini niyaz ediyorum.

 

YORUM

Bir taraftan Akevler neşriyatını takip eder onu anlamaya çalışırsanız ve diğer taraftan da Kur’an’ı kendiniz anlamaya çalışırsanız, bu büyük pislikten kısa zamanda nasıl kurtulacağınızı göreceksiniz. Daha ümitli çalışmaya başlayacaksınız. Bunları birisi söylemiyor, âlemlerin Rabbi söylüyor. Hala bir tereddütünüz var mı?

Ne yapacağınızı tekrar edelim.

1-Haftada en az bir olmak üzere, hiç ara vermeden Kur’an seminerlerini yapacaksınız. Bugünün kelime-i şehadeti budur.

2-Günlük geçiminizi sağlamak için cari düzende cari işler yapacaksınız. Hayrettin Karaman’ın zaruret fetvaları bütünüyle doğrudur.

3-Artırdığınız zamanlarınızı, mallarınızı, yapılarınızı hep semt kooperatifi ortaklıklarında değerlendireceksiniz. Bir çivi bile başka yerde değerlendirilirse haram olur. Zaruretten dolayı helal olanlar da haram olur.

4-Aranızda çıkan her türlü nizayı hakemler yoluyla halledeceksiniz, hakemliği kabul etmeyenlerle ilişki kurmayacaksınız.

Bunları yaparsanız ahirette “Biz dâllîn idik” demek zorunda kalmazsınız.

 

Öz Türkçe ile:

“Yetiştiricimiz, bölücülüğümüz bizi bastırdı ve biz sapan bir ulus olduk dediler.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Rabbimiz, şıkvetimiz bize galebe etti ve biz dalalet eden bir kavim olduk diye kavl ettiler.”

 

QAvLUv RabBaNAv GaLaBaT ĞaLaYNAv ŞıQVaTuNAv Va KunNAv QaVMan WAvlLıYNa

قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106)

 

***

 

رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا

RabBaNAv EaPRıCNAv MiNHAv (RabBaNAv EaFGıLNAv MıNHAv)

“Rabbimiz, bizi oradan ihraç et.”

Buradaki zamir (مِنْهَا) cehenneme gitmektedir. Konuşma cehennemde geçmiyor gibi yoksaمِنْهَذِهِ demeleri gerekirdi. Türkçede “Buradan bizi çıkar” deriz. Araplarda da kural böyle ise konuşma cehenneme girmeden, giriş esnasında olabilir. أَخْرِجْنَا dediklerine göre bu konuşma cehennemin içindedir.

Cehennem ve cennet dışında arafat vardır. Babamdan duyduğum yoruma göre arafat dünya gibidir, orada salih amel işlenecek ve cennete gidilecektir. Uygun yorumdur, diyorum.

Bizi çıkar, arafta amel edelim, yine eskisi gibi yaparsak zalim oluruz demektedirler.

Semt kooperatifleri insanlığın problemlerini çözmüştür. Bedenin hücreleri beden dışında yaşayamazlar. Bedende de aç kalamazlar. Semt kooperatifleri insanlık bedeninin birer hücresi olacaktır. İnsanlık dışında yaşama şansları yoktur. İnsanlık içinde de az imkânlara sahip olurlar.

فَإِنْ عُدْنَا

Fa EiN GuDNAv (Fa EiN FaGaLNAv)

“Biz avdet edersek”

Yine şimdi yaptığımızı yaparsak…

Yirminci asrın insanları Tanrı’yı inkâr ediyorlardı, “Ahiret yalandır!” diyorlardı. 

Yirmibirinci asrın insanları inkâr etmiyor, “Rabbim” diyor ama bildiklerini yapmaya devam ediyor, Araf’a dönmek istiyorlar.

فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107)

Fa EinNAv JAvLıMUvNa (Fa EinNAv FAvGıLUvNa)

“O dem zalimleriz.”

Bugünkü insan mütereddittir. Zulüm yapmakta ama yapmayı da istememektedir. Zorunlu olarak zulüm yapmak durumundadır. Bir toplulukta iki şey çatışmaktadır, düzen ve özgürlük. Eğer halk kurallara uyarsa düzen kendiliğinden oluşur, baskıya gerek kalmaz. Halk kurallara uymazsa düzen bozulur. Zulüm yapma zorunluluğu ortaya çıkar. Bugün uygarlaşma sonucu kurallar çağın sorunlarını çözmüyor. Halk kurallara uyamıyor. Halk kurallara uymayınca da düzen bozuluyor. Düzen bozulunca yöneticiler baskı ile düzen kurmak istiyorlar. Halk uyamıyor, isyan artıyor, baskı da artıyor.

Ahirette bunları görmüş olacaklar ve “Bize izin ver, düzene uyacağız, baskı da yapmayacağız.” diyecekler.

İşte, bunu şimdi yapabilmek için semt kooperatifleri kurulacak. Herkes kendi semtinde istediğini yaşayacak. Semtini beğenmeyen istediği semte hicret edecek. Yeter sayıda ortak bulana hazır yüz lojmanlı işyeri ortak olarak kiraya konacak, isteyen istediği düzeni kuracaktır.

Bana göre çok basit ve sade bir tekliftir, kesin sonuçludur.

Muhterem okuyucularımız; sizden rica ediyoruz, yanlışsa söyleyin.

 

YORUM

Temel Karamollaoğlu’na, Beşir Atalay’a önerdim; Yalova Ar-Ge çalışmasına ortak olun diye, ama duymadılar!

Kooperatifler kuracağız. Halk yatırımlarını yüz lojmanlı işyeri apartmanlarına yapacak. Apartmanlara, ortak olanları koyacağız. Orada üretim yapacaklar. Tüm ekonomik sorunlarını çözecekler. Hicret imkânları ile herkes yeni semt kurabilecek, kişiler diledikleri semte taşınacaklardır. İnsanlık böyle istiyor, Allah da böyle istiyor. “Kimse zorlandığı için kulum olmasın. Ben imkânları varken benim şeriatımı kabul edeni arıyorum. Zorla bana kapananları istemiyorum.” diyor Allah.

Akevler yöneticilerine düşen görev yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapıp ortaklarına “Buyurun, kendi semtinizi oluşturun ve yaşayın” demek olmalıdır. Evliyalar bir apartmanda çalışsınlar ve otursunlar, zındıklar da kendi apartmanlarında otursunlar. Herkes özgür olsun.

Kimsenin hakkı bize geçmesin, bizim ise alacağımız olsun ama borçlu olmayalım.

 

Öz Türkçe ile:

“Yetiştiricimiz, bizi oradan çıkar. Yine yaparsak o dem ezenleriz.” 

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Rabbimiz, bizi oradan ihraç et. Avdet edersek biz zalimleriz.”

 

RabBaNAv EaPRıCNAv MiNHAv FaEiN GuDNAv Fa EinNAv JAvLıMUvNa

رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107)

 

***

 

قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا

QAvLUv iPSaEUv FIyHAv( iFGaLUv iFGaLUv FİyHAv)

“Orada husu edin diye kavletti.”

خَاسِئ buruşmuş, kırışmış elbise demektir. Yorgun anlamına da gelir.

خ harap olma, س mekânda dizi, ء güç demektir. 

İnsanlar acıyı ve tatlıyı duyarlar. Parmakları gözleri ağrıyormuş gibi gelir. Oysa orada meydana gelen bozukluğu ruha bildirir, ruh da onu idrak eder.

Cehennem de böyledir. Hapishane insanlar için sıkıcı gelmektedir. Bedenin bir sıkıntısı yoktur. “Cehennemde kalacaksınız, geri gitme yoktur.” diyecek Allah.

وَلَا تُكَلِّمُونِ

Va LAv TuKalLiMUvNıy (Va LAv TuFagGıLuvNıy)

“Ve benimle teklim etmeyin.”

كَلِمَة budama esnasında kesilen dallardır. Aşı ilaçlamak için kullanılır.

“Teklim etmek/تَكْلِيم” budamak demektir. Sonra كَلِمَة plan proje anlamını kazanmıştır.

“Kelam/كَلَام” bir şeyi söylemek, kaderi kişiye bildirmektir.

“Mukavele/مُقَاوَلَة” sözleşmedir. “Muhavere/مُحَاوَرَة” sıradan konuşmadır.

“Benimle konuşmayın” demiyor, “Beni yönlendirmeyin” demektedir; “Benden planı değiştirmemi istemeyin” demektedir.

 

YORUM

Biz “Benimle tartışma” deriz, “Kararımı verdim” deriz.

Allah da cehennemde olanlara kararını vermiş olduğunu bildirmektedir.

Bunlar tanrıyı inkâr eden kimseler değildir. Bunlar münkir olan kimseler değildir. Bunlar imanlarına göre amel etmeyenlerdir.

Tek başına insan inandıklarını yaşayamaz. Zulüm çevresinde şeriata göre yaşamak mümkün değildir. Bunun içindir ki iman edenlere hicret emrolunmuştur. Vasi (geniş) olan arza hicret edeceğiz, orada iman ehlini bulmayacağız, orada dâr ehlini bulacağız.

Bugün yeryüzü karanlıklar içindedir. Herkes bulunduğu yerde bir mum yakmalıdır. Önce çevremizi görmeliyiz.

O mum, Kur’an seminerleridir. Yalnız bizim yaptığımız değil, nerede Kur’an üzerinde duruluyorsa orası bir Kur’an nurudur. Önce yeryüzünde semtler kurulacak. Nur Suresi’ndeki فِيبُيُوتٍ ayetindeki بُيُوت hicret yeridir (Nur, 24/36).

Burada daha önce işaret edemediğim bir hususa işaret edeceğim. Anlamamıştım ve orasını atlıyordum. Niye فِيبُيُوتٍ diyor da فِيمَسَاكِنَ demiyordu? Şimdi çözdüm. Çünkü bu apartmanlar yalnız meskenlerden oluşmuyor, aynı zamanda işyerleridir, meskenler işyerlerinin lojmanlarıdır. Bundan dolayı مَسَاكِن değil بُيُوت denmektedir.

Dünyanın cehennemi hapishanelerdir, zorunlu çalışma yerleridir. Buradaki ateş askeri disiplinle karın tokluğuna çalışmadır. Cehennemdeki ateşi de böyle anlamalıyız. Dayakla çalıştırma düzeni. Bunun anlamı cehennemde acı duymayacağız değildir, acıyı beden değil ruh duyar. Saray da onun için cehennem olabilir.

 

Öz Türkçe ile:

“‘Tıkılın oraya ve benimle konuşmayın.’ Dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Orada husu edin ve bana teklim etmeyin diye kavletti.”

 

QAvLUv iPSaEUv FIyHAv Va LAv TuKalLiMUvNıy (108)

قَالَ إخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108)

 

***

إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ

EinNAHUv KAvNa FaRIyQun (EinNaHUv FaGaLa FaGIyLun)

“Bir feriktir”

Rab “Bana teklim etmeyin” demekle beraber söylemeye devam etmektedir.

Soruşturma gizlidir. Soruşturmacı diğer soruşturmacının etkisinde kalmadan kendisi soruşturur ve soruşturma dosyasını hakemlere teslim eder.

Hakemler;

a) Soruşturmacı adil ise şehadetini kabul etmek zorundadırlar.

b) Soruşturmacı mecruh ise (tanıklığı kabul edilmez) onun şehadetini kabuk etmezler.

c) Soruşturmacı meçhul ise (adil veya değilse) tezkiye edenler kabul veya reddederler.

Soruşturmacıların şehadetine hasımların itiraz hakları yoktur, reddedilen bu husustur.

Hükmü hakemler verirler ve sübutun değil hükmün gerekçelerini de açıklarlar.

Kur’an bu ayetle bize muhakeme sistemini öğretiyor. Ben ahirette böyle muhakeme edeceğim, bu dünyada da bize bu muhakeme örneğini veriyor.

Sübut gerekçesiz, hüküm ise gerekçelidir.

Sübuta karşı ise hakemlere gitme ve yeni soruşturmacıların soruşturmalarını soruşturma imkânı vardır. Ne var ki mağduriyet giderilir ama karar bozulmaz. Kazanan kazanmıştır, haksız kazanç olsa da artık geri dönülmez. Hakem kararlarının kesinliği için bu gereklidir. Mülkiyetin güvenilir olması için de bu gereklidir.

مِنْ عِبَادِي

MiN GıBAvDIy (MiN FıGAvLIY)

“İbadımdan”

عِبَاد görevliler demektir, tekili عَبْد‘dır.

Osmanlılar bürokratlara “kullarım” derlerdi.

Müminler Allah’ın görevlileridir. Ne var ki Kur’an’dan önce görevlileri Allah belirlerdi. Kur’an’dan sonra kim kendisini görevli görürse görevli odur. Görevliler mallarını ve canlarını Allah’a yani topluluğa satanlardır.

Bu seminerleri okuyanlar mümindirler.

Kur’an seminerlerini okumayıp “Ben dünyayı da ahireti de istiyorum” diyenler de müslimdirler, onlar da cennete gidecekler. İslam farzı ayındır, İslam olmayanlar müşriklerdir, cehenneme gidecekler. İman farzı kifayedir. Eğer birileri onu yapıyorsa diğerlerinde sakıt olur.

Buradaki ibadımdan kasıt iman etmiş olan kimseler, kendi kendilerini Allah’ın görevlisi kabul eden kimselerdir. 

يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا

YaQUvLUvNa RabBaNAv EaManNAv (YaQUvLUvNa FaGLaNAvEaFGaLNAv)

“Rabbimiz iman ettik diye kavl ederler”

“İnsanların Adil Düzen içinde güvende çalışıp yaşamaları görevini nezrettik, ordumuza yazıldık.” dediler.

Bugün Kur’an’ı esas almadan Kur’an’a dayanmayan diğer delillerle geliştirilmiş tarihi din anlayışına ve hükümlerine inanan çok kimse vardır. Bunlar Kur’an nazil olmadan önceki hükümleri esas almakta, Kur’an’dan sonra vahyi yani içtihadı kabul etmemektedirler. Yani böyle bir görevlerinin olmadığına kanidirler. Bin sene önceki kıssaları naklediyorlar.

İman etmek demek içtihat sitemini kabul etmek demektir.

Herkes kendi işi için “ben müçtehidim” diyecek.

فَاغْفِرْ لَنَا

FaĞFiR LaNAv (FaiFGaL aNAv)

“Bizi mağfiret et”

Evet, biz iman ettik ama imanımızın gereği olanları yapmıyoruz. Bir türlü işçilik sistemini terk edip ortaklık sistemine geçmedik. “Mağfiret et, Rabbim” demişlerdi onlar Allah’a.

Biz bugün ne diyoruz?

Cari sisteme dokunmayacaksınız. Maişetinizi cari sistemde temin edeceksiniz. Birikimlerinizi ise ortaklık sisteminde, Kur’an düzeninde yapacaksınız.

وَارْحَمْنَا

Va iRXaMNAv (Va iFGaLNAv)

“Bize rahmet et”

Allah’ın iki rahmeti vardır.

Çalışsın çalışmasın herkesin yaşama hakkı vardır. Herkese yaşamaları için gerekli olan şeyleri karşılıksız vermektedir. Rahman sıfatı bunu ifade eder.

Allah’ın ikinci Rahmeti ise çalışanlara çalıştıklarının karşılığını vermektir. Çalışanla çalışmayanı ayırmaktadır. Bu, rahmet sıfatını içerir.

Mağfiretten sonra rahmet dilemişler.

Akevler’in gayesi çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışmayı gerçekleştirmektir.

وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109)

Va EaNTa PaYRu eLRAXIyMıyNa (Va EaNTa PaYRu elRAvXıMIyNa)

“Ve Sen rahim olanların en hayırlısısın.”

خَيْر sermayedir, servettir. Çalıştıran ve yaşatanların sermayesi sensin yani topluluktur. Topluluk O’nun halifesidir. Akevler’dekiler, “Bizim karşılıksız bonoya gerek yok” dediler, altın bonosu ile ve demir çimento (DÇ) ile yetindiler.

أَرْحَمُالرَّاحِمِينَ denmiyor da خَيْرُالرَّاحِمِينَ deniyor. Diğer surelerde أَرْحَمُالرَّاحِمِينَ deniyor. Yalnız bu surede خَيْرُالرَّاحِمِينَ deniyor ve iki defa geçiyor. Bugünün müminlerine hitap ediyor. Bunlar kooperatifi kurdular, devletten bir yardım almadılar. Sermaye ortak bile olmadı. Halkın küçük katkıları ile kooperatif kuruldu. Küçük katkılarla parti kuruldu. Küçük katkılarla cemaat oluştu.

Bir iş yapacaksanız, çok ortaklı küçük paylı ortaklık kuracaksınız; hem ödemeleri kolay olur, hem ayrılmaları kolay olur.

Sermaye ve yönetim ne yaptılar? El ele verdiler ve 400 ortaklı Akbelen’i elimizden gasp ettiler. Ne Millî Görüş partisi iktidarları ne de AK Parti bize iade etti ama mübadelede kaybettikleri yerleri azınlıklara verdiler.

 وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَifadesinin yalnız bu surede geçmiş olmasının hikmeti üzerinde durulmalıdır.

 

YORUM

Bugünün en büyük sorunu merkezi yönetimdir, tekeldir. Batı demokrasisinde merkezi yönetim vardır ve yönetim tekeldir. Sadece yöneticiler dört senede bir ekseriyet oyuyla gelirler.

Yöneticiler peygamberlerin vârisleridir, peygamberler Allah’ın resulüdür, başkanlar da topluluğun resulüdür. Topluluklar da Allah’ın halifesidir.

Serbest piyasa demek fiyatları, ücretleri, kiraları kredileşme fiyatlarını halkın tespit etmesi demektir. Arz ve talep kanunlarıdır. Halkın tespit etmesi demek içtihat ve biat ile düzenin oluşması demektir. Halkın tespiti demek tarafların seçtiği hakemlerin hükmetmesi demektir. Allah halkın hükmünü kendi hükmü kabul ediyor. Adil Düzen budur.

Bu düzeni bugüne kadar insanlara anlattık, bugün de anlatıyoruz, www.akevler.org’da yayınlanıyor, Ocak Medya’da yayınlanıyor, Millî Gazete’de yayınlanıyor.

Necmettin Erbakan tüm dünyaya anlattı. Gülen ile AK Parti arasında çekişme vardır. Bekliyoruz; barışsınlar ve görevlerine dönsünler. Dünyayı hidayete davet ediyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Kullarımdan bir bölük vardı. ‘Yetiştiricimiz, biz inandık, bizi yargılama, bizi yaşat, Sen yaşatanların en varlıklısısın.’ derlerdi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“İbadımdan bir ferik vardı, Rabbimiz, iman ettik, bize mağfiret et, bize rahmet et, Sen rahim olanların en hayırlısısın diye kavl ederlerdi.” 

 

EinNaHUv KAvNa FaRIyQun MiN GıBAvDIy YaQUvLUvNa RabBaNAv EavManNAv FaĞFiR LaNAv VaiRXaMNAv Va EaNTa PaYRu eLRAXıMıyNa

إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ(109)

 

***

 

فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّ

Fa itTaPaÜTuMUvHuM SiPORiyYan (Fa iFTsGaLTuMıUHUM FuGLiyYan)

“Onlara sıhriy ittihaz ettiniz.”

سَخْر kayalık sahadır. سَخْلَة‘kuzu’ demektir. سَخْر söz dinleyen uysal yabancı işçidir. Bir işten bedelsiz yararlanmak سُخْرَة olduğu gibi, böyle hor görülen yabancı işçiyle alay edilmesine de سِخْر denir.

س mekânda diziyi, خ çökmeyi, ر tekrarı ifade eder.

Yukarıdaki cümleleri yeni yazmadım, İzmir Akevler lügatinden aldım. Adil Düzen çalışanları sıhriy edinilmiştir. Tüm dünya etkilendi ama kimse onlarla bir olup da birlikte Adil Düzen’in oluşmasına katılmadı, bahse değer görmediler.

Batı da böyle yaptı, her şeyi İslam’dan aldı ama kitaplarında Grekler ve Romalılar okutulur. Hıristiyanlık karanlık çağ kabul edilir. İslamiyet yok sayılır. İslamiyet’ten öğrenilenleri kendileri bulmuş gibi takdim ederler. Sanki bugünkü uygarlık peygamberlerin uygarlığı değilmiş gibi takdim ederler. Oysa ilk uygarlığı Nuh Peygamber kurdu. İkinci uygarlığı İbrahim Peygamber kurdu. Üçüncü uygarlığı Musa Peygamber kurdu. Dördüncü uygarlığı İsa Peygamber kurdu. Beşinci uygarlığı Kur’an ve peygamberi kurdu.

Akevler ve Adil Düzen hala kimsenin gündeminde değildir.

حَتَّى أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي

XatTAy EaNSaVKuM ÜiKRIy (XatTAy EaFGaLTuM FiGLIy)

“Ta ki size benim zikrimi insa etti.”

Onları küçük görmekle benim zikrimi unuttunuz. Onlar söylemiyordu. Onlara ben söyletiyordum. Doğru söyledikleri vardı, yanlış söyledikleri vardı. Doğrusunu bulmayı da size bıraktım. Sizin, onlara söylettiğimi değerlendirip kendi içtihadınıza göre Kur’an’ı uygulamanız gerekirken, siz onları maskaraya aldınız, eğlence olsun diye dinlediniz, onların dedikleri olmasın diye daha önce bildiklerinizi de unuttunuz.

تَضْحَكُونَ (110)  وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ

Va KuNtuM MiNHuM TaDXaKUvNa (Va GaFaLTuM MiNHuM TaFGaLUvNa)

“Ve siz onlardan dahk eder oldunuz.”

ضَحْك iri hurma tanesi, dolgun veya dolu demektir. Hurmanın açılmış çiçeği gülmek manasında kullanılmıştır.

ض katlama, ح hareket,ك oluş demektir.

سِخْر ciddiye almama, ضِحْك ise küçük görmedir.

İnsanda bir hastalık vardır. İki kişi yan yana geldiklerinde bir türlü birbirlerini eşit görmezler, ya kendisini ondan aşağı görür yahut yukarı görür, ya emir alır ya emir verir. Ben ise eşit görmeye çalışırım. Benden üstün olanlar onları üstün görmedim diye beni terk ederler. Benden altta olanlar da bana emretmeye başlarlar. Dinlemeyince de onlar bırakırlar. Benimle eşitlik ilkesinde kalabilenler parmaklarımın sayısı kadardır.

Topluluklar da böyledir. İki topluluk birbirini eşit görmez. Ya kendilerini üstün görürler ya da onları üstün görürler. Şimdi Türkler Müslümanlar içinde kendilerini üstün görüyorlar, Batılılardan aşağı görüyorlar.

Akevler ise kendisini herkesle eşit görüyor. Akevler’de çalışan herkes kendisini Trump ile eşit görür, kimseden de üstün görmez.

Bunun için Akevler dışlanmıştır.

Biz kimseye gülmüyoruz, kimsenin bize gülmesine de aldırmıyoruz. Biz kendi işimizde bir insan olarak görev yapıyoruz. Erdoğan bizden aşağı değildir ama bizden yukarıda da değildir. Makamı yücedir. Şimdi mihrapta olan odur, ona uyarız; yarın başkası gelirse ona uyarız. Binali kazansaydı başkanımız olacaktı, İmamoğlu kazandı o başkanımız oldu.

 

YORUM

Mümin olmak çok kolaydır ama aynı zamanda çok da zordur. Herkesin kendi içtihadı ile hareket etmesini benimseyen, mümindir. Kimseyi kendinden aşağı görmüyor. Kimseyi de kendisinden üstün görmüyor. Herkes Allah merkezinde eşitlik içindedir.

Semt kooperatifleri kurulacak. Her semt bağımsız olacak. Her semtin kendi senedi olacak. Her semt istediği gibi yaşayacak. Piyasalar oluşacak. Mallar piyasaya çıkacak. Anlaşanlar alıp verecek. Alıcı ile satıcı eşitlik içinde hareket ederler. Aracı karar veriyorsa o üstündür demektir. Diğerlerini küçük görmektedir.

Arz ve talep kanunlarını çalıştırmadan iman düzenine geçemeyiz.

 

Öz Türkçe ile:

“Siz onları eğlence yaptınız. Size anılarımı unutturdular da onlara güler oldunuz.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Siz onları sıhrıy ittihaz ettiniz. Size zikrimi insa ettiler de onlardan dıhk eder oldunuz.”

 

Fa itTaPaÜTuMUvHuM SiPORiyYan xatTAv EaNSaVKuM ÜiKRIy Va KuNtuM MiNHuM TaDXaKUvNa

فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّى أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110)

 

İstanbul; 21 EYLÜL 2019

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

resatnurierol@gmail.com

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
30.09.2019
10:51

1967...1968...1969...AKEVLER 53 YILDIR ÇALIŞIYOR...2017...2018...2019

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1030

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1030. Hafta - 21 EYLÜL 2019 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1030. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

DURUM ve yapılması gereken

***

KAMU FIKHI VE Suriye Anayasası

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Batı’nın ‘faizli sistemi’ uygulandı; sonuç ortada!

Gıda hakkı, yaşam hakkı gibi temel bir haktır…

Uyarı: Vatan, toprak, su, gıda ve beka sorunu-1

Uyarı: Vatan, toprak, su, gıda ve beka sorunu-2

Uyarı: Vatan, toprak, su, gıda ve beka sorunu-3

Uyarılara devam: “Yani toprak, hava ve su”…

Reşat Nuri EROL

 

***

 

MÜMİNUN SÛRESİ- 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9) أُولَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ (10) الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (11) وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14) ثُمَّ إِنَّكُمْ بَعْدَ ذَلِكَ لَمَيِّتُونَ (15) ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ (16) وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ (17) وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّا عَلَى ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ (18) فَأَنْشَأْنَا لَكُمْ بِهِ جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (19) وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْآكِلِينَ (20) وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُسْقِيكُمْ مِمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (21) وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ (22) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ (23) فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُرِيدُ أَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنْزَلَ مَلَائِكَةً مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (24) إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّى حِينٍ (25) قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (26) فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ فَاسْلُكْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (27) فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (28) وَقُلْ رَبِّ أَنْزِلْنِي مُنْزَلًا مُبَارَكًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِلِينَ (29) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ وَإِنْ كُنَّا لَمُبْتَلِينَ (30) ثُمَّ أَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ (31) فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ (32) وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ (33) وَلَئِنْ أَطَعْتُمْ بَشَرًا مِثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَخَاسِرُونَ (34) أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُمْ مُخْرَجُونَ (35) هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ (36) إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (37) إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ (38) قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (39) قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ (40) فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً فَبُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (41) ثُمَّ أَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ (42) مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (43) ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَى كُلَّمَا جَاءَ أُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ فَبُعْدًا لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ (44) ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَى وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ (45) إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ (46) فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ (47) فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ (48) وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (49) وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (50) يَاأَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (51) وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ (52) فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ (53) فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّى حِينٍ (54) أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِهِ مِنْ مَالٍ وَبَنِينَ (55) نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ (56) إِنَّ الَّذِينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ (57) وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ (58) وَالَّذِينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ (59) وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ (60) أُولَئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ (61) وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (62) بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِنْ هَذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذَلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ (63) حَتَّى إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِمْ بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ (64) لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ إِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ (65) قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَ (66) مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ (67) أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ (68) أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (69) أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ بَلْ جَاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ (70) وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَ (71) أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (72) وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (73) وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ (74) وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (75) وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ (76) حَتَّى إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ (77) وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ (78) وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (79) وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (80) بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ (81) قَالُوا أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (82) لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَذَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (83) قُلْ لِمَنِ الْأَرْضُ وَمَنْ فِيهَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (84) سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (85) قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (86) سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (87) قُلْ مَنْ بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (88) سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ فَأَنَّى تُسْحَرُونَ (89) بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (90) مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذًا لَذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (91) عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (92) قُلْ رَبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ (93) رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (94) وَإِنَّا عَلَى أَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ (95) ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ (96) وَقُلْ رَبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ (97) وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَنْ يَحْضُرُونِ (98) حَتَّى إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ (99) لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (100) فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ (101)

 

***

 

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102) وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103) تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104) أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (105) قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106) رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107) قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108) إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109) فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّى أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110)

 

***

 





Son Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4506 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3387 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3781 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3206 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3090 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3225 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6056 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4554 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3480 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 2992 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3150 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4007 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3557 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3901 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 3963 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 3994 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3821 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 2878 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3688 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3070 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4430 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3311 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4452 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4246 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3609 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4216 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4560 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4136 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 3900 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 3819 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 3745 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4533 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3461 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 2974 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4600 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3631 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4424 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3173 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3039 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4435 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4881 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 3824 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3347 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 3787 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4005 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3516 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3573 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3623 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4005 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8364 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53